Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm:Gizemli kişiler

@mahvolmusbiri

“Birine seni seviyorum demenin diğer bir yolu da onu korumaktır.”

Bugün doğum günüm olmadığı için annem beni azarlayabilirdi. Bu yüzden kabustan uyanır uyanmaz odama koşmuştum. Annem uyandığında bende yeni uyanmış gibi davranmıştım. Numarayı bozmadan yaptığım için annem şüphelenmemişti. Tam da tahmin ettiğim gibi annem sabah uyandığında her şeyden habersizdi. Şimdi ise beraber kahvaltı yapıyorduk. Annemin sabah davası olmadığı için sabah beni okula o bırakacaktı. Dolmuşta sürünmeyeceğim keyfim yerindeydi. Aklıma getirmeye çalışsam da gördüğüm kabus gözlerimin önüne geliyordu. Artık alıştığım için pek takmıyordum. Belki zihnimi rahatlatırsam kabuslar bitebilirdi. Bu stresler ya zihnimin doluluğundan geliyordu ya da fazla stresten. Başka bir sebebi olamazdı.

Kendimi zorlayarak kahvaltıdan bir şeyler atıştırıyordum. Hiçbir zaman iştahlı biri olmamıştım. Anneme baktığım yine yüzünde güller açıyordu. Hayat enerjisi çok güzeldi. Anneme benzemeyi her şeyden çok isterdim. Anneme dış görünüşüm benzemediği gibi iç görünüşüm de benzemiyordu. Hem içimden hep dışımdan nefret ediyordum. Anneme her baktığımda mahcup hissediyordum. Bende babamı görmesinden deli gibi korkuyordum.

Annem masadan kalkınca bende hemen kalktım. Dün üşüdüğüm için siyah kot ceketimi almak yerine siyah montumu almıştım. Bugün hava yağmurluydu bu yüzden şemsiye almayı da ihmal etmemiştim. Annem şoför koltuğuna bende yanına oturdum. Ben on beş yaşındayken annem bana araba kullanmayı öğretmişti ama ehliyetim olmadığı için şu anda ben kullanamıyordum. En kısa zamanda bu ehliyet sorununu çözmeliydim. Annem araba kullanırken çok daha farklı biri oluyordu. Sessiz sakin bir kadının içinden sanki formula 1 pilotu çıkıyordu. Bana da arabaları ve arabayı sürmeyi sevdiren kişi annemdi. Zaten başkası olamazdı. Annem çok kısa sürede beni okula ulaştırmıştı. Arabadan inip annemle vedalaştım.

Okulun girişine geldiğimde Banu hocayla karşılaştım.
“Günaydın Canan. Romeo ve Juliet nasıl gidiyor?”diye sordu bana gülümseyerek. Sorusu karşısında afallamıştım ama sonradan kağıtları dağıtan kişinin o olduğunu hatırladım. Yine de onca kitap içinden neden bana Romeo ve Juliet vermişti?

“Doğruyu söylemek gerekirse kitaba hala başlamadım. Çünkü okuyabileceğimi sanmıyorum. Aşk, güzel bir duygu ona inanıyorum ama o kitapta herhangi bir cümleyi hissedeceğimi sanmıyorum. Ben çok anlamam o işlerden.”diye cevap verdim. Banu hoca söylediklerimden sonra kahkaha attı.

“Belki de romana çok yanlış bir açıyla bakıyorsundur. Madem aşkın seni etkilemeye düşünüyorsun o zaman bakış açını değiştir. Romeo ve Juliet iki aşık olabilir ama aynı zamanda aileleri düşmandı. Belki de seni etkileyebilecek şey budur. Unutma Canan, bakış açısı hayatımızı komple değiştirebilir. Doğru bildiklermiz yanlış, yanlış bildiklerimiz doğru olabilir.”dedi ve yanağımdan makas alıp okula gitti.
Banu hoca’nın bana söylediklerini sindirdikten sonra okula geçtim. Aslında haklıydı bakış açısını değiştirirsek her şey değişirdi. Belki bende kendime karşı bakış açımı değiştirebilirim. Bu fikir anında yanıp kül olmuştu çünkü ben her yönden bakıldığında nefret edilebilecek biriydim.

Sınıfa geldiğimde Azra dışında hepimiz gelmiştik. Azra okulun ilk gününden sonra okulu genellikle asıyordu. Arada bir gelerek bize yaşadığını hatırlatıyordu. Hanzade beni şaşırtmayarak yine okul forması giymemişti. Okul formamız o kadar da kötü değildi ama bazen bende giymiyordum. Hanzade’nin yanına oturduğum da bakışlarım yeni gelen kızlara döndü. Kendini Renkli diye tanıtan cam kenarında oturmuş dışarıyı izliyordu. Diğeri ise kafasına bir kapüşon örtmüş sıraya yaslanmıştı.

Damla, sabah kahvaltısını yapmakla meşguldü. Elinde tuttuğu bisküvi paketini Hanzadeye uzattığında Hanzade çatık kaşlarla ona baktı.

“Damla bunlar kaç kalori biliyor musun? Ben fit vücudumu korumaya çalışıyorum sen bana engel oluyorsun.”dediğimde sırıtmadan edemedim. Damla paketi bana uzatınca başımla onu reddettim. İlk dersimiz tarih olduğu için surat asıyordum. Kızlarla sohbete devam ederken Neşeli yanımıza geldi. Damla’nın yanı boş olduğu için oraya oturdu. Ters bakışlarla ona bakınca konuşmaya başladı.

“Merhaba kızlar, sınıfta pek arkadaşımız yok. Acaba sizinle arkadaş olabilir miyiz?”diye sordu. Soğukluğumu hiç bozmadan gözlerimi kaçırdım. Hanzade ve Damla ise ona sıcak bir tebessümle baktı.

“Tabii istersen kardeşinde bize katılabilir.”dedi Hanzade.
“O biraz tuhaftır. Özellikle ailemizi kaybettiğimizden beri insanlardan daha çok uzaklaştı.” dedi Renkli. Ailelerini kaybetmelerini üzüldüğüm için Solgun adlı kıza eskisi gibi ateş saçan gözlerle bakmıyordum. Yine de insanlarla samimi olma fikrini hiç cazip gelmiyordu. Bu yüzden günün geri kalanında Damla ve Hanzade, Renkli ve Solgun’a okulu gezdirirken ben sınıfta oturmuştum. Sınıf yeterince sessiz olduğu için çantamdan Romeo ve Julieti çıkarıp okuyordum. Kitaptan fazla bir şey anlamadığım için çoğu sayfayı atlayarak geçiyordum. Sayfa altmış yediye geldiğimde bir cümle beni duraksattı.

“Ne doğar ki nefretten ama çoktur sevgiden doğan.”

Bu cümle beni etkileyince hemen not aldım ve kitabı bir daha açmamak üzere kapadım. Duygusuz biri olduğum için fazla bile okuduğumu düşünüyordum. Kitabı çantama koyduktan sonra hemen yanıma oturan birini hissettim. Kızlardan biri olduğunu sanmıştım ama yanıma oturan kişi Koray’dı. Onu görünce tüm vücudum gerildi ama yine de sertçe baktım.
“Ne istiyorsun Koray?” diye sordum kaşlarımı çatıp. Koray bana bakıp sırıtıyordu ama soruyu sert bir tonla sorduğum için gözlerini kaçırdı.

“Sadece okulun çıkışında sahile gidelim mi diye soracaktım. Kötü bir niyetim yok yani.”

“İstemiyorum.” dedim ve kestirip attım. Koray yanımdan gitmiyordu ve ben ona ters bir şekilde bakıyordum.

“ Lunaparka da gidebiliriz.”

“Hayır.”

“ Çay bahçesi?”

“Doksanlarda yaşamıyoruz Koray, uğraşma benimle.”dedim ve kalktım. O gitmiyorsa ben giderdim. Koray tüm sınıfta ki kızlarla konuşmuş biriydi. Öyle biri olmasa da bir erkekle yakın olma düşüncesi bana çok yabancıydı. Sınıftan çıkmayan biri olduğum için bahçeye gelince ne yapacağımı şaşırmıştım. En yakında ki banka oturup ders zilini bekledim.


Annemin yine bir davası olduğu için okuldan eve dolmuşla dönmek zorundaydım. Her zaman ki durakta oturmuş gözlerimi yukarıya dikmiştim. Sağ tarafımda siyah kapüşonuyla yüzünü gizlemiş biri vardı. Beni biraz ürpertmişti ama sonra onu umursamadan dolmuşu beklemeye başladım. Dolmuş geldiğinde kapıya doğru ilerledim. Biraz önce gördüğüm kapüşonlu kişi beni kolumdan yakalayıp kendine çevirdi. Ben ne olduğunu anlamadan bana bir kağıt parçası uzattı. Elimi hemen çektim ama o çoktan arkasına bile bakmadan koşarak uzaklaşmıştı. Elimde kalan kağıt parçasını açtığımda bir saat yazıyordu.

21.00

Arkasından bağırmak istedim. Ama çoktan gözden kaybolmuştu. Sinirimden küplere binmiş bir faziyette olduğum yerde kaldım. Zaten hızlı sinirlenen biri olduğum için birinin bana dokunması bunu tetiklemişti.Elimde ki kağıdı parçalayıp yere fırlattım. Sinirime yenik düşüp kapüşonlu kişinin peşine düştüm.Nereye gittiğini bile bilmiyordum ama kendimi durduramadım.Günümüz devrine bakıldığında belki de yaptığım yanlıştı ama kimse bana saat yazan bir not bırakıp gidemezdi.Sokağın sonuna geldiğimde yol ayrımı ile karşılaştım. Bu iyice kaşlarımı çatmama neden olmuştu ama yumruğumu sıkıp tekrar dolmuşa döndüm. Eve gecikmek istemiyordum. Dolmuşla eve giderken hala sinirle nefes alıp veriyordum. Telefonuma gelen bildirimle kendime geldim. Telefonu açtığımda gördüğüm mesaj kaşlarımı daha çok sebep oldu.

DAMLA
“Kızlar,galiba bir sorun var.Birkaç dakikardır beni izleyen biri var.Sadece pencereden dışarı bakmak istemiştim bir kadın uzun bir beyaz elbiseyle sokak lambasının altında duruyor.Ben korkarım böyle şeylerden bana bakıp duruyor.Lütfen yardım edin.
Hanzade’nin evi Damla’nın evine yakındı bu yüzden ondan mesaj fazla gecikmedi.

HANZADE
“Oraya geliyorum.”
Az önce yaşadığım olay aklıma gelince bir bağlantı kurmayı denedim. Siyah kapüşonlu bir şahıs bana saat yazan kağıt vermişti.Şimdi ise beyaz elbiseli bir kadın Damla’yı gözetliyordu.Hiç bir bağlantı yoktu ama ben tesadüflere inanmayan biriydim.
Arkadaş grubumuza şu anda kimse mesaj atmıyordu.Hanzade,Damla’nın yanına gittiği için endişelenmiyordum ama eğer bu kişiler rahatsız etmek istiyorsa hepimizi rahatsız ederdi ve Azra yalnız yaşıyordu. Dolmuş evin önünde durduğunda indim ve eve doğru yürümeye başladım. Bir yandan da Azra’yı arıyordum ama açmıyordu. Açmadığı her telefon endişemi daha çok arttırıyordu. Azra kısa bir süre sonra bana “iyiyim” diye mesaj atınca rahatlamıştım. Azra’nın üşengeç ve umursamaz biri olduğunu sonradan hatırlamıştım.
Eve girdiğimde muhteşem yemek kokusu beni karşıladı. O an yaşadığımız şeyleri unutup annemin yanına gittim.Arkadaş grubumuza Damla ve Hanzade beraber çekildikleri bir fotoğraf atmışlardı. Altına ise”kadın gitti” yazmışlardı.Kızlara kapüşonlu kişiden bahsetmeyi unutmuştum ama zaten alakaları bile olmayabilirdi.
Evdeki muhteşem koku çilekli turtaya aitti. Annemin yanağına ufak bir öpücük kondurup koltuğa serildim.Bazı anlarda gerçekten umursamazlığım Azra’ya benziyordu. Bir anda aklıma siyah kapüşonlu kişinin bana verdiği kağıttaki yazan saati düşündüm.

21.00.Bu saatte kesinlikle sokakta onu bekliyor olacaktım.



Hanzade ve Damla ile uzun süre konuşmuştuk tabii Azra’da bize katılmıştı.Hiç bir sorun yok gibiydi.Siyah kapüşonlu kişiden kızlara hala bahsetmemiştim. Annemin bugün izin günü olduğu için zamanımı çoğunlukla onunla geçirdim. Belki de evrende bazen tesadüflerde vardır diye geçirdim içimden.Kapüşonlu kişi belki beni biriyle karıştırmıştır diğer kadın ise sadece sokaktan geçen bir kadındır. Bizimle uğraşan kimse yoktur ve biz kendi kafamızda kuruyoruzdur. Bu ihtimaller her zaman mevcuttu. Annemin yaptığı çilekli turtanın tadı hala damağımdaydı. Turtayı gerçekten seviyordum.

Evimiz sadece iki katlıydı ama büyük bir bahçesi vardı.Annem bahçede vakit geçirmeyi çok sevdiği için dışarıda yine bahçeye çiçek ekiyordu.Çiçekleri aslında bende severdim bu yüzden anneme benzediğim için mutluydum.Özellikle lavanta en sevdiğim çiçekti.Annem bahçede çiçeklerle meşgulken evin kapısının önünde oturmuş Turta’yı seviyordum.Evet,Turta bir sokak kedisiydi ama bana alıştığı için kolayca sevebiliyordum.Turtayı çok sevdiğim içinde adını ben koymuştum. Sarı renkli tüylere sahip olduğu içinde ismi ona uymuştu.Turta’ya başta ısınamamıştım çünkü hiçbir zaman sevgi yumağı bir insan olmamıştım ama artık çok iyi anlaşıyorduk. Turta’ya yakın olmamın bir sebebide bana benzemesiydi. Yalnızlığı seviyordu,diğer kedilerden hep uzaktaydı.Benim canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım vardı ama soğuk biri olduğumu kimse inkar edemezdi.Böyle olmak bazen canımı sıkmıyor değildi.Bende arkadaşlarımı her zaman sizi seviyorum demeyi onlara sarılmayı çok isterdim.Bazen anneme bu hayatta en değer verdiğim kişiye bile soğuk davranabiliyordum. Turta,dizime yanağını sürtünce gözlerimi devirdim.

“Bence samimiyeti bu kadar arttırmayalım,Turta.”dedim ve dizimi kendime doğru çektim. Elimde tuttuğum su kabını koydum ve onu izlemeye başladım. Hava yavaş yavaş kararıyordu ve bende saatin dokuz olmasını bekliyordum. İçimde bir korku yoktu çünkü yaşadığım her şey saçma bir şaka bile olabilirdi. Annem terler içinde eve girmişti ama ben hala kapının önünde bekliyordum. Bir ara içeriye girip mutfaktan bıçak almıştım.Her ihtimali göz önünde bulundurmalıydım.Şu an yaptığım şey baştan başa saçmalıktı ama kendimi durduramamıştım.Ciddi ciddi o kapüşonlu kişiyi elimde bıçakla bekliyordum.Galiba kafayı falan üşütmüştüm ama o kapüşonlu şahıs benim sinirimi gerçekten hoplatmıştı.Saat dokuza yaklaşıyordu ve her dakika başı kolumdaki saate bakıp duruyordum. Bir yandan da kendi içimden söyleniyordum.

“Annemin televizyon dizileri iyice beynimi sulandırdı. Kendi kafamda nasıl senaryolar kuruyorum. Neymiş iki tane kişi bizim peşimize takılmışmış.” diye söylenmeye devam ettim. Saat tam dokuz olduğunda boşuna şüphelendiğimin fark ettim. Oturduğum yerden kalktım ve kendime sinirli bir şekilde evin kapısını açtım. O anda sokağın iki ucundaki sokak lambaları yandı. Son bir kez bana uzak olan sokak lambasına baktım. Sokak lambasının altında gördüğüm iki insan silüeti görmem olduğum yere çakılmama sebep oldu. Bir süre hareket etmedim ve karşımdaki insan siluetlerinden gözümü kaçırmadım. Tam tahmin ettiğim iki insan silüetiydi. İkisinin de yüzleri gözükmüyordu ama kim olduklarını biliyordum. Uzun beyaz elbiseli kız ve siyah kapüşonlu biri. Yaptığım ilk şey telefonumda kayıt açmak oldu ve onu cebime yerleştirdim. Başıma bir şey gelirse bilsin istiyordum. Belimde bıçakla sokak lambasına doğru yürümeye başladım. Ben onlara doğru yaklaştıkça ikisi aynı anda geri çekilmeye başladı. Geri çekilmelerinin sebebi korku olmadığını çok iyi anlamıştım. Kimse liseli bir kızdan korkmazdı. Kendi akıllarınca oyun oynuyorlardı.İkisi birbirine bakıp farklı yönlere doğru koştu.

Bende yürüyen adımlarımı hızlandırdım. Korku filminin içinde olsaydım ilk ölen kişi olacağımı bir kez daha anladım. Ben sokak lambasının altına geldiğimde o iki şahıs çoktan gözden kaybolmuştu. Kim olduklarını bilmiyordum ama beni delirtmeyi çok kolay başarıyorlardı.Sinirimden iki elimde saçlarıma geçirdim ve olduğum yerde zıplamaya başladım. Şakaysa komik değildi,oyunsa bitmeliydi. Geriye doğru döndüm eve gitmekten başka seçeneğim yoktu. Gözüme bir anda yerde duran bir kağıt parçası ilişti. Onu yerden alıp hiç okumadan parçalamak istedim ama merakıma yenik düşüp açtım.

Yarın saat 19.00’da okulunuzun karşısında ki parkta görüşmek üzere. Dördünüzde gelsin.
Gizemli Kişiler

Yine bir mesaj, yine bir saat mi? Kağıdı yine onlarca parçaya böldükten sonra hızlı adımlarla eve geldim. Kızlara olanların artık anlatmanın zamanı gelmişti. Arkadaş grubumuza görüntülü konuşmak istediğimi mesaj attım. Başka zaman böyle bir şey isteyen biri olmadığım için sorun olduğunu anlarlardı. Aradan fazla zaman geçmeden Hanzade bir görüntülü arama başlattı.Kızların hepsi aramayı katılınca öğlende yaşadığım olay dahil olanları anlattım. Damla böyle şeylerden korkardı bu yüzden Hanzade’nin evinde kalıyorlardı. Şu an ne yaptığımızı hiç birimiz bilmiyordu. Galiba nöbet tutuyorduk. Yaşananların ardından saatler geçmişti. Saat gece bire yaklaşıyordu ve biz hala görüntülü aramadaydık. Bu gece uyumayı düşünmediğim için işime geliyordu. Annem zaten erken uyuyan bir insandı şu anda uykusunun en derin zamanında olmalıydı.
Damla tırnaklarını kemirip dizlerini titretiyordu. Hanzade onun yanında Damla’yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Azra uyuyordu. Arada bir zorla uyandırıyorduk ama sonra yine uyuyordu. Bense bıçağı önüme koymuş öylece bekliyordum.

“Neden yaşanılanları kimse benim dışımda ciddiye almıyor?”diye sitem etti Damla. Azra,uykulu gözlerle kafasını kaldırdı ve Damla’ya cevap verdi.
“Bence bunlar sapığın teki. Uğraşmaya bile değmez.”dedi ve yine kafasını kollarının içine gömdü.
“Damla, boşuna abartıyorsun. Ayrıca bizim evde özel korumalar var. Babam o kadar para veriyor onlara bizi korumak zorundalar. Azra’da apartmanda kaldığına göre en zor durumda olan Canan. Zaten gizemliler en çok onla uğraşıyor. Tehlikeden olan o.”dedi Hanzade gülerek. Elimde ki bıçağı kameraya gösterdim.
“Sence tehlikeden olan ben miyim,onlar mı?”
Hanzade bir kahkaha patlatınca bende güldüm. Azra’nın kafası gömülüydü ama kıkırdamasını duydum. Benim sinirlendiğimde nasıl bir canavara dönüştüğümü biliyorlardı. Damla, gülmelerimize aldanmadan bir öneri sundu.
“Bence polisi aramalıydık. Eğer polisi arasaydık şu anda nöbet tutuyor olmazdık.”duraksadı.”Tabii şu an yaptığımız şeye nöbet dersek. Biriniz, saatlerdir korumalar var deyip duruyor.Biriniz, elinde bıçakla öylece oturuyor.Diğeri ise..”Azra’ya sinirle baktı.”Uyuyor. Azra dünya yok olsa yine de önemsiz deyip uyursun sen.”Ona hak veriyordum, korkuyordu ama saçma bir durum olduğunu anlaması gerekiyordu. Zaten bir yandan bakılınca en zor durumda olan bendim. Hanzade çok haksız sayılmazdı.
Şu anda korkmam gerekiyordu ama beni sinirlendirmeleri onların aleyhineydi. Onları yakalamayı her şeyden çok istiyordum. Azra’nın dediği sapıkta olabilirlerdi tabii. Tüm gece boyunca uyumamıştım. Gece dörtten sonra Hanzade ve Damla’da uykuya dalmıştı ama ben uyanıktım. Gördüğüm kabuslar o iki şakacıdan daha korkutucuydu. Görüntülü aramayı kimse kapatmadığı için üç arkadaşımınzda uyuduğunu izliyordum. Damla bile bir süre sonra dayanamayıp kendini uykuya teslim etmişti.Sabaha karşı dört beş bardak kahve içmiştim.Kahve bana yakıt gibi geliyordu. Bir an yaşadığımız şeyleri anneme de anlatmayı düşünmüştüm. Sonra vazgeçmiştim çünkü o iki şakacıyı kendim yakalamak istiyordum. Gerçek kimliklerini öğrenince anneme teslim ederdim. Annem avukat olduğu benden çok çekecekleri vardı. Kim olduklarını öğrenmem her şeye yetecekti. Nöbet yüzünden hiç kızlara sormamıştım. Onları bilmiyordum ama ben bugün saat 19.00’da okulun karşısında ki parkta olacaktım. Annemin odasının kapısının açılma sesiyle koltukta doğruldum. Annemden önce davranıp yine odama kaçtım. Yeni uyanmış numarası yapmaya iyice alışmıştım.

Annemle aceleyle kahvaltı yapmıştım ve annem beni arabayla okulu bırakmıştı. Annem acele etmemin sebebini anlamamıştı ama soruda sormamıştı. Arabaya binerken çantama bıçak atmayı da düşünmüştüm. İyice kafayı sıyırdığımı düşünüp bu fikirden vazgeçmiştim.
Aynı telaşla okul merdivenlerinden çıkıyordum.Bir an önce kızlarla konuşmam lazımdı. Onlar için endişeleniyordum. Sınıfa vardığımda aynı görüntülü konuşmada olduğu gibilerdi. Azra, uyuyordu. Onun yanında ki Damla sinirli bir şekilde Azra’ya bakıyordu. Hanzade öylece duvarı izlemekle meşguldü. Yanlarına gidince Damla banada sinirle baktı. Hepimiz yaşanılanları dalga gibi gördüğümüz içim bize kızgındı. Hanzade’nin yanına oturdum ve konuyu açtım.

“Bugün karşıda ki parka gidecek miyiz?”
Azra’da kafasını kaldırdı ve birbirimize bakmaya başladık.
“Tabii ki de gitmeyeceğimiz. Başımıza bir şey gelse kimsenin haberi olmayacak. O parka gitmeyi sakın düşünmeyin.” dedi Damla.

“Başımıza bir şey gelmez de, yine de bence o sapıklarla uğraşmaya değmez.”diye ona katıldı Azra.
“O parka gitmediğimiz sürece bizim peşimizi bırakmayacaklar. Ayrıca ters bir durumda yardım çağırabileceğimiz çok yer var. Bence gidelim.”
“Hanzade’ye katılıyorum.”diye onu onayladım. Damla dehşete düşmüşçesine bize baktı.
“Mademki gideceksiniz, bende geliyorum.”dedi Azra. Damla, aynı bakışla ona döndü.Üçüzümüzde gözlerimi Damla’ya döndürdük.
“Allah’ın belaları her ne halt yiyecekseniz bende geliyorum.”dedi Damla sinirli bir şekilde. Hanzade gülmeye başlayınca Damla’da gülmeye başladı.
“Bir dakika ciddi kalsanız ölürsünüz zaten.”dedi Azra ama o da gülüyordu.Bende kendimi gülerken buldum zaten gülmek bulaşıcı hastalık gibiydi.Gün boyunca bu konu hakkında bir daha konuşmadık. Dersler diğer günlere nazaran daha hızlı geçmişti. Damla bana sinirli olduğu için notları vermek istememişti ama sonra ikna etmiştim. Hanzade ilk iki derse katılmıştı ama sonra zamanını derslerden çok kendisiyle ilgilenmişti. Azra ise her zamanki gibi uyuyordu. Bugün onun okula gelmesine bile şaşırmıştım. Saat 19.00’a kadar parkta beraber oturacaktık. Okul çıkışı dördümüzde parka geçmiştik. Damla bize sinirli olduğu için Azra’da üşengeç biri olduğu için markete ben ve Hanzade gidiyorduk. Akşama kadar parkta oturacağımız için atıştıracak abur cubur alıyorduk. Hanzade bir yandan alış veriş yaparken diğer yanda da fit vücudunu bozacağımız için söyleniyordu.

“Soğuk kahve de alalım.”dedim içecek dolabını açarken. Üç çikolatalı ve bir vanilyalı kahve aldım. Benim dışımda kimse vanilyalı kahveyi sevmiyordu. Hanzade, yiyecek alış verişimizde bile bakım ürünlerinin önünde oyalanıyordu. Soğuk kahveleri de sepete attıktan sonra kasaya ilerledik. Parka dönerken vanilyalı kahvemi çoktan açmış içiyordum. Kızların yanına geldiğimizde onlarda kahvelerini içmeye başladı.

“Bugün günlerden ne?”diye sordu Damla birden. Cebimden telefonu çıkardım ve tarihe baktım. 11 Eylül,Çarşamba yazıyordu.

“11 Eylül çarşam…”derken sözüm yarıda kaldı.11 Eylül. Bugün bizim arkadaş grubumuzun kuruluş günüydü. Damla bilmişçesine sırıtıyordu çünkü ilk o hatırlamıştı. Hanzade ve Azra’da yeni tanışmışlardı. Lise hayatım boyunca kimseyle arkadaş olmak istemeyen ben, şans eseri bir şekilde Azra ile tanışmıştım. Hanzade ve Damla zaten arkadaşlardı. Duygu Hoca’nın verdiği bir proje ödevi sayesinde Azra ve Damla tanışmıştı. Ben ne olduğunu anlamadan kendimi bu arkadaşlığın içinde bulmuştum. Arkadaşlık istemeyen ben bir arkadaş grubuna dahil olmuştum.

11 Eylül. Hepimizin bir araya geldiği gündü.

Hayatım boyunca pek sosyal bir kişilik olmasam da şu anki halimden gayet mutluydum. Damla, kahvesini ileriye uzatınca hepimiz uzatıp tokuşturduk.

“O zaman hiç ayrılmayacağımıza.”dedi Hanzade kahvesini kaldırırken.

Hiç ayrılmadığımıza ve hiç ayrılmayacak olmamıza.Her ne olursa olsun.

Hava kararıncaya kadar parkta oturup sohbet etmiştik. Tabii ki on dakikada bir Damla’nın “yanlış yapıyoruz,polisi aramalıyız.”diye söylenmeleri dışında. Bense kendime söyleniyordum. Yardım çağıracak yerler yakınımızdaydı ama yanıma bizi koruyacak bir bıçak alsam hiç fena olmazdı. Telefonumu açıp saati kontrol ettiğimde dakikalar,saat 19.00’a doğru ilerliyordu. Başta kızlar gerilsede hepimiz bunun bir şaka olduğunu düşündüğümüz için tedirginlikleri azalmıştı. Azra ise hepimizin aksine onların sapık olduğunu düşünüyordu. Saat 19.00’a geldiğinde hepimiz bankta yan yana oturduk. Telefonumda ses kayıtı açmayı ihmal etmemiştim. Her ihtimale karşı. Parkın sokak lambaları yanınca sırıttım. Belli ki gizemli şahıslar sokak lambalarını seviyorlardı. Sokak lambasının altında tam da tahmin ettiğim gibi iki silüet belirdi. Öfkenlenmem için bu kadar saçmalık yeterliydi.

Hepimiz bir anda ayağa kalktık ve ters bakışlarla iki silüeti izledik. Gizemli kişiler bize doğru yürümeye başlayınca keyfim yerime geldi.Bu saçmalık ve aynı zamanda bu oyun son buluyordu.Yüzleri uzaktan görünmediği için kim olduklarını bilmiyorduk.Artık kim olduklarını öğrenip onları dava edebilirdim.

Adımları bize doğru geldikçe yüzleri netleşiyordu. Tanıdık olacaklarını düşünmüyordum. Şaka yaptığını sanan ama tam aksine rahatsızlık veren iki insan olduğunu düşünüyordum.İkiside artık tam karşımızda olduğunda şaşkınlığımı gizleyemedim. Onlara direkt olarak onlarca laf saymayı düşünmüştüm ama gördüğüm yüzlerle tüm planlarım alt üst oldu.Gördüğüm iki yüz pazartesi günü okula yeni gelen ikizlere aitti.

Renkli ve Solgun.

2.Bölümün Sonu.

Bölümü nasıl buldunuz?

Loading...
0%