@mailendiniz
|
2.Bölüm: Yeşiller “Medusa’nın laneti neden gözlerindedir biliyor musun? Çünkü ancak bir bakış karşısındakini taşlaştırabilir. Aşığı sözler, düşmanı yaralar öldürür ama gözler ikisini de anlatır.” *** Yağmur yağıyordu ve ben artık günümün o kadar da mükemmel olmadığını fark ediyordum. Günlerdir içine girmeyi beklediğim ev hemen burada, birkaç adım ötemdeydi. Koridorları, odaları ve eskimiş eşyaları ile fotoğraflanmayı bekliyordu. Tam ona ulaşmama saniyeler kalmıştı ki bir ses, o aptal ses, tüm odağımı yerle bir etmişti. Öyle bir emir gelmemesine rağmen ayaklarım, sese itaat ederek o yöne doğru döndü. Dönmemle beraber, gözlerim bir çift yeşil gözle buluştu. Orada, bir iki adım ötemde, öylece duruyordu. Bakışlarında ezildiğimi hissettim ama hiç tepki vermedim. Bir insan nasıl bu kadar… “Markus!” Bu babamın sesiydi, arabadan inmiş bize doğru yürüyordu. Daha bir saniye önce adının Markus olduğunu öğrendiğim adam, gözlerini yavaşça benden ayırarak babama döndü ve dudaklarına ne zaman yer edindiğini bilmediğim sırıtışı bir anda içten bir gülümsemeye dönüştü. “Seni görmeyeli yıllar oluyor, amca.” Tanıdık ama yabancı. İkisinin erkeklere özgü o sarılışına şahit oldum. Babam onun sırtına vururken keyfi yerine gelmiş olacak ki uzun uzun gülmüştü. Onun gülüşü beni de gülümsetiyordu, bu yüzden ona baktıkça yüzümde oluşan küçük tebessüme engel olamamıştım. Hayattaki tek varlığım olan bu adam beni sadece gülümsemesiyle mutlu edebilen tek kişiydi. “Mia, seni yakın arkadaşımın oğlu Markus ile tanıştırayım.” Aniden gelen öneri, beni tekrar Markus’a bakmaya itti. Onun sırıtışı yerine gelirken benim yüzümdeki tebessüm anında silinmişti. Demek babamın yakın arkadaşının oğluydu. Bu nereden tanıdık geldiğini açıklayabilirdi. Muhtemelen henüz çocukken karşılaşmıştık ama kendisi hakkında en ufak bir şey bile hatırlamıyordum. Sadece gözleri. Ona doğru bir iki adım atarak yeterince yakına geldiğimde elimi uzattım. “Mia Larson.” Dedim düz bir sesle. Tanrım, bu adam olmasaydı şimdiye çoktan evi turlamıştım. Kahrolası ormanda bir anda ortaya çıkmıştı ve işimi engelliyordu. Hâlâ. “Markus ama bunu zaten biliyorsunuz.” Dedi elimi sıkarak. Ellerimiz bir süre havada, aynı pozisyonda kaldığında babam aramızda esen soğuk rüzgarı sezmiş olmalıydı ki yalandan öksürmeye başladı. Ona nasıl baktığımı bilmiyordum ama ikisi de gerilmiş gibiydi. Ellerimiz ayrılırken babam sordu. “Bizi nereden buldun Markus? Ormanın ortasındayız.” “Aynı soruyu ben daha çok merak ediyorum.” Diyerek kollarımı birbirine doladım. Bu bir meydan okumaydı. “Aslında, bende aynı soruyu size soracaktım.” Dedi Markus ve arkamızda bir yeri işaret etti. Hızla o yöne döndüğümde karşılaşmayı beklediğim son şey, bir polis aracıydı. “Dedektif Paterson,” Diyerek kendini yeniden tanıttı. Yavaşça ona döndüğümde devam etti. “Memnun oldum Bayan Larson.” Benim gibi kollarını birbirine doladığında meydan okumamın kabul edildiğini anladım. Gözlerim tekrar gözleri ile buluştuğunda bu sefer şaşkınlığımı gizleyebildiğimi sanmıyordum. Açıkçası, onu sapığın teki sanmıştım. Tüm şaşkınlığıma rağmen gardımı düşürmedim, kahvelerimi yeşillerinde tutmaya devam ettim. “Senin Amerika’da olduğunu sanıyordum.” Dedi babam sesindeki bariz şokla. “Burada yaşadığını bilmiyordum, evlat… Evine döndün demek.” “Bir gün herkes evine döner, değil mi amca? Bu kaçınılmaz.” Ev. “Sanırım bana gereken de bu… Emekli olduğum gibi buraya geri taşınacağım.” Babamın gülerek söylediği bu sözler ile Markus gözlerini benden çekip ona doğru döndü. O an ciğerlerimin tekrar havayla dolduğunu hissettim. Bir yanda bana ne olduğunu düşünürken başka bir yanda da bir insanın başka bir insanı gözleri ile nasıl boğabileceğini düşünüyordum. Bana sadece birkaç saniye bakmıştı. Birkaç. Saniye. “Sizde burada büyümüştünüz değil mi?” “Evet, elbette. Ben aslen İskoç değildim ama baban öyleydi. Buraya ilk taşındığımızda daha 5 yaşında falandım. Sonra babanla tanışıp arkadaş olmuştum… Zaman çok hızlı geçiyor.” Babam anılarını hatırladıkça maziye dalıp gidiyordu ve ben konuya dahil olup bu konuşmayı bitiremeden, olan oldu. “Ve tabii, Miranda ile de burada tanışmıştım.” Annem. “Bu kadar yeter.” Dedim işte tam o an. Annemin konusunu açmak babamı üzüyordu ve bu konuşma daha derinlere dalmadan bitse iyi olurdu. “Dedektif, ben gazeteciyim ve evin birkaç fotoğrafını çekip gezmek için geldim. Babamı birazdan arkadaşına bırakacağım zaten. Sizde müsaade ederseniz işimi yapmak istiyorum.” “İzniniz var mı?” “Ne izni?” “Burası özel mülk.” “Daha-“ “O haber ve fotoğraflar mülk alındığından beri kaldırılmaya çalışılıyor.” “Yani ne zamandır?” “Bu sabah.” Sinirim bozulmuştu. Histerik bir şekilde güldüm. “Saat sabahın yedisi.” “Ev beşte alındı. İyi gününde değilsin sanırım.” Derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Acelemiz yoktu, değil mi? Nasıl olsa o eve girecektim. “Kim? Tanıyor musun?” “İyi günündesin sanırım.” Yüzünde büyük bir sırıtış belirdi. Kesinlikle benimle eğleniyordu. “Evi babam aldı.” Gerçekten mi? Çok hoş. “Bu iyi bir haber.” Dedi babam ikimize de bakarak. “Mia, neden benimle beraber Akir amcana gelmiyorsun?” “Bende size eşlik edeyim.” Diyerek onayladı Markus babamı. Kadromuz muhteşemdi. Ben, ormanda işimi baltalayan dedektif, babam ve hiç tanımadığım ama babamın arkadaşı ve dedektifin de babası olan adam. Oraya zerre gitmek istemiyordum. “Bayan Larson, babam küçüklüğünden beri buralı. Belki ev hakkında sizi bilgilendirebilir. Kendisinde efsane boldur, sizi temin ederim. Kaldı ki daha izin almanız lazım. Bence bir taşta iki kuş.” “Efsanelerin değil gerçeğin peşindeyim, Dedektif. Bence fikirlerinizi kendinize saklayın.” Diyerek babama döndüm. “Eşyalarım vardı hem daha baba.” Diye bir bahane salladım. “Sonra gidebiliriz.” Dedektifi atlat, eve gir ve en son izini al. Çok daha hızlı bir plandı. “Babanızı bıraktıktan sonra eşyalara ben yardımcı olurum, Bayan Larson. Endişe etmeyin.” Tanrı aşkına sus, adam. “Gördün mü?” Dedi babam gülümseyerek. Harika, resmen ikiye bir oynuyordum ve kendi babam beni satmıştı. “Mantıklı olun Bayan Larson.” Sinirlerimle oynuyordu. “Haklısınız,” Dedim ona dönerek. “Anlaşılan sizden bir şey koparamayacağım. Hatta aksine işlerimi baltalamaktan başka bir işe yaramıyorsunuz. Sizden daha yararlı birisi ile konuşma fırsatını tepmek aptalca olur. İzin konusunda bile yardım etmekten acizseniz bende mecbur olarak bu işi zor yoldan yapacağım. İzninizle.” Bir daha yüzüne bakmadan babama dönüp elimi uzattım. Çıtını çıkarmadan arabanın anahtarını verdiğinde şoför koltuğuna doğru ilerledim. Birde mükemmel bir gün olacak falan demiştim değil mi? İkisi de sessizce beni takip ederek arabalara bindi. Babam biner binmez muhtemelen kibar olmamla alakalı bir şeyler söylemeye başlamıştı ama benim odağım yine onda değil, karşımdaki araçtaydı. Arabayı çalıştırırken gözlerimi ondan ayırmadım. İçimdeki hırsı bir türlü susturamadım ama aynı anda boğulduğum yeşilleri bir kez daha görmek için Tanrı’ya yalvardım. Markus direksiyonu avuç içi ile ezerek döndürdüğünde bende arabayı çalıştırdım ve bu adamın sadece işimi baltalayan bir orman sapığı mı yoksa çekici bir dedektif mi olduğunu sorgulamaya başladım. İkisi de değildi. Aptal esmerin tekiydi. Aslında, sanırım hepsiydi. |
0% |