@mainci
|
İlk bölüme hoş geldiniz, keyifli okumalar. _ Hırsla bir kulaç daha atmaya çalıştım, yapamadım. Bedenimi saran su ılık ve yumuşaktı, kolumu daldırmaya çalıştığım yüzeyse buz gibi ve sert. Bir kulaç daha, yapamadım, ilerleyemedim. Ardından bir kulaç daha... Kolumu suya her daldırmak istediğimde suyun üstündeki buz tutmuş ince katman parçalandı ve kolumda kesikler oluşturdu. Canımı yaktı. Yorgunlukla sırtüstü uzandım ve suyun beni kumsala çekmesine izin verdim. Tükenen nefesimi toparlamak için kendime biraz süre tanıdım. Gücü yeniden hissettiğimde ayaklandım ve koşarak suya atladım. Buzul katman parçalandı, vücuduma saplandı. Acıyı iliklerime kadar hissederken nefesimi zorlukla kontrol ettim. "Denize dalıyordum aslında." Kıkırdadım, o da gülümsedi. "Ah sendeki şu bitmez yüzme aşkı..." "Aslında bugün pek iyi şeyler görmedim." "Anlatmak ister misin?" Başımı sallayarak onu onayladım. Dizlerime sarılıp olanları hatırlamak için denize bakmaya devam ettim. "Yüzmeye çalışıyordum. Suyun altı her zamanki gibiydi. Ama üstü buz tutmuştu. Suya her atladığımda zarar gördüm, acı çektim. Bedenim kesiklerle doldu." Yüzümü kaldırıp gerçek olmadığına inanmak, o anın etkisinden çıkmak için kollarımı inceledim bir süre. Anımsadığım en derin kesiğin yerini işaret ederken gözlerimin dolduğunu da yeni fark ediyordum. "Bak, burası o kadar kanadı ki su kırmızı oldu. Kanımda yüzdüm sanki. Ve en çok da burası acıdı." Bana yaklaşıp yanaklarımdan süzülen yaşı sildi. "Öpersem geçer mi?" Ona günler önce söylediğim sözü alıntıladı. Dudaklarımı büzerek kolumu ona uzattım. "Deneyelim." Ben de onun cevabını alıntıladım. Koluma küçük bir öpücük kondurdu. "Geçti mi?" "Sen öptün diye geçti." Yine birbirimize atıfta bulunmuştuk. "Tüm o yanılsama ânı boyunca acı çekiyordum. Neden bu kadar acı çekiyordum? Neden hedefe ulaşamadım? Ne kadar ileri gitmek istesem de bedenim hep geri geri gitti." "Söylediğin gibi sadece bir yanılsama. Ailenin izlediği bir filmden etkilenmiş falan olabilir misin?" "Hayır. Dün kötü hissetmiyordum. Hiç film de izlemedim. Sabah kabus görerek erkenden uyandım. Sonra buraya sığındım ama bugün deniz bile beni iyileştiremedi." "Kabusun nasıldı?" "Hatırlamıyorum. Uyandığımda korktuğumu biliyorum sadece." "Hmm... Ölen bir kelebek gördün mü? Önceki sefer buna üzülmüştün. Sevdiğin bir bulut kayboldu mu ya da?" "Hayır işte, hayır. Hiçbir şey olmadı. Yine de kötü hissediyorum. Bu daha farklı." Sesim titredi, gözlerim doldu. Yine ağlamaya başladım fakat hemen kuruladı yanaklarımı. "Kötü bir gün olacağını mı düşünüyorsun yani?" "Bilmiyorum, belki de." "Neden seni aradığımı biliyor musun?" "Hayır, neden?" Diye sordum anlam veremeyerek. "Çünkü bugün güzel bir gün. Bir çeşit balo var, Burçin abla seni hazırlamak için çağırdı." Gözlerim büyüdü, heyecanla dizlerimin üstüne kalktım. "Balo mu?" Güldü. "Semih amcanın şirketinin 100. yaş kutlaması var bugün. Senin doğum günün kadar eğlenceli olmayacak, hayır. Pasta yiyebileceksin, evet. Hem de o kat kat, kocaman pastalardan ve evet, çikolatalıymış." Omzunu birkaç kez pat patladım. "Aferin asker, eksiksiz istihbarat!" Gülerek beni kucağına aldı ve aramızdaki uçak oyununu yaparak beni kayalıklardan indirdi. "Doğru evee." Beline sarılıp veda ettim. Sonra eve koştum. "Baloda görüşürüüüz." ⏳ "Ayna çatlayacak şimdi." "Hı?" "Çok güzel olduğun için aynaya biraz daha bakarsan ayna çatlayacak. Bu bir deyim, ayna güzelliğini kıskanacak demek." Yatağıma yaslanmış beni izliyordu. Yanına gidip alttan alttan ona baktım gülümseyerek. "Çok mu güzel olmuşum gerçekten?" O da gülümsedi. "Çok güzelsin gerçekten." "Sen de fena olmamışsın." Dedim onu süzerken. Başını iki yana sallayarak güldü. "Gidelim mi artık?" "Sen de mi bizimle geliyorsun?" "Aslında sen bizimle geliyorsun." Açıklaması için ona bakmaya devam ettim. "Annen ve baban kırmızı halıda yürüyecekler. Bu yüzden yalnız gidecekler. Sen de bizimle geleceksin. Önce babamın şirketine uğrayıp onu alacağız, sonra annenlerin yanına geçeceğiz." "Anladım. Gidelim o zaman. Çap çap!" Dedim ellerimi çırparken annemin de yaptığı gibi. Evden çıktık, Turgut abi bizi arabanın yanında bekliyordu. Abim benimle zıt tarafa geçerken Turgut abi gelip benim için arka kapıyı açtı. "Buyurun prenses." "Mersi" Kıkırdadım. Bu da onunla oynadığımız sevdiğim bir oyundu. Turgut abi yerine geçince araba hareketlendi. "Bir şeyi unuttun." "Ney... Kemerim!" Şeriti uzatıp yuvaya taktım. "Hatırlattığın için teşekkür ederim." "Görevimiz." Ona gülümsedikten sonra bir kolumu kapıya yaslayıp gideceğimiz yere kadar dışarıyı seyretmeye başladım. Bir süre denize paralel gittik. Denizi görmek olanları hatırlamamı sağladı. Bedenimde kanın ıslaklığını hissettim sanki. Buzun soğuğu dondurdu bedenimi. Üşüdüm, çok üşüdüm. O kötü his de tekrar doldurdu kalbimi. Arabanın hızı görüşümü bulanıklaştırdı sonra ya da gözlerim dolmuştu. Dizimdeki elimi sıcacık bir el sardı, hafif hafif okşamaya başladı. "Gideceğiz, pasta yiyeceksin ve uyuyakalacaksın. Uyandığında da evde olacaksın. Sorun yok. Hatta benim pastamı da yiyebilirsin." Başımı olumlu anlamda salladım fakat kalbimdeki sis dağılmadı. Elbisemi kapattığı için giymeyi reddettiğim ama ne olur ne olmaz diye yanına aldığı hırkamı giydirdi bana. "İyi ki almışsın bunu. Dondum, dondumm." Bu sefer yüzümü ona çevirdim, onu izlemeye başladım. Bu içimi bir parça rahatlatıyordu. Onun gözleriyse yola çıktığımızdan beri benim üstümdeydi zaten. Birkaç dakika sonra araba durduğunda bir şirketin önünde değildik. Turgut abi bir telefon konuşması yapması gerektiğini söyleyip arabadan indi. Kısa bir görüşme yapıp geri döndüğünde aynadan bize bakan bakışlarını, o duygu her neyse hiç sevmemiştim. Bakışları abimde durunca ben de ona odaklandım. "Kulaklarını kapatır mısın?" Diretmeden söylediğini yaptım. Gerçekten duymayacak kadar sıkıca kapattım kulaklarımı. Hatta gözlerimi de yumdum. Çünkü dudak okumayı öğrenmeye başlamıştım. Yanlışlıkla duyabileceğim bir şeyi engellemek için içimden şarkı bile söylemeye başladım. Bilmem gerekirse bana da söylerdi zaten. Öğrendiğim buydu. Eli saçımı okşayınca konuşmalarının bittiğini anladım. Ellerimi indirdim, gözlerimi açtım. Hemen onu gözlemledim. İyi görünmüyordu ama gülümsemeye çalışıyordu. Sanırım beni iyi hissettirmeye çalışıyordu. Turgut abi de arabayı çalıştırmış, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalışıyordu. Çalışıyordu diyorum çünkü hızı arttırmıştı ve bakışları sık sık bizi buluyordu. Bir şey olmuştu işte, kötü bir şey olmuştu. Benim hislerim hiç yanılmaz! Yine de gösterdikleri çabaya saygı duyarak arkama yaslandım, sessizce olacakları bekledim. "Doğal afetleri öğrenmiştiniz değil mi okulda?" "Evet." "Hatırladıklarını sayar mısın?" Afet mi olmuştu yani? "Deprem, çığ, heyelan..." Gözlerini sıktı, başını koltuğa bastırdı. Değildi. Biraz daha düşündüm. Deniz, dalgalar... Sel mi olmuştu? "Sel" Bana baktı. Hayır, bana bakmadı. Defalarca kez göz göze geldik ama hiçbirinde böyle bir duygu yoktu o irislerde. Sanırım bir afet olmuştu. Ve bana anla diyordu titreyen gözbebekleri. Anlatamıyorum, anla. Ne vardı başka? Deprem, çığ, heyelan, sel... "Bir de yangın vardı!" Gözlerini açarken yutkundu. Konuşurken de sesi titredi. "Yangın olursa ne yapılır?" "Yangın mı oldu?" "Ne yapman gerektiğini hatırlıyor musun?" "Küçükse havlu kapatırız ya da battaniye. Büyükse de itfaiyeyi ararız, suyla söndürür ama biz suyla her yangını söndüremeyiz." "Başka?" Sesi çok kısıktı. Düşünüp cevapladım. "Panik yapmamalıyız." "Evet. Sakin olmalıyız değil mi?" "Herkes panik olursa kargaşa çıkar ve sorun büyür." "Birazdan ben gidip yangına bakacağım. Sen de arabada sakince beni bekleyeceksin. Anlaştık mı?" Kaşlarım çatıldı. "Sönen yangına mı, yanan yangına mı?" "Sakin kalacaksın?" Sesinde sorar bir tını vardı. Cevapsız bırakmasından yanan yangın olduğunu anlayacak kadar zeki bir kızdım. "Sen de sakin kal ve yanımda bekle. İtfaiye..." Araba durdu. İkimizin de bakışları yangına döndü. Yanan yere uzakta duruyorduk ama çok net görebiliyordum ateşi. Kocaman bir yangındı. Kapıya atıldı. Buna girmesine izin veremem. Delilik bu! İnmek üzereyken uzanıp gömleğini yakaladım. "Peşinden gelirim!" "Sakın!" Acelesi vardı, benimle zaman kaybetmek istemiyordu. Öte yandan beni korkutmamaya çalışıyordu. "Sadece uzaktan bakıp geleceğim. Ama sen her ihtimale karşı burada kalıyorsun." Elimi gömleğinden çekti. Turgut abiye de bu konuyla ilgili uyarıda bulunup uzaklaştı. Ateşin dibinden bakıp ne yapacaktı? Buradan da itfaiyenin müdahaleleri görülebiliyordu. Hem sadece bakacaksa ben de bakardım onunla, ne olacaktı? Buradan izlediğimden daha fazla korkacak değildim. Turgut abiyi nasıl kandırdı bilmiyorum ama ben onun yalanını gözünden tanırım. Düşünceler içindeyken birkaç dakika söz dinlemiş gibi göründüğümden Turgut abi dikkatini telefonuna vermiş, biriyle mesajlaşıyordu. Beni ara sıra kontrol ediyordu. Bundan yararlanarak kapıdan hızla atladım ve koşmaya başladım. Turgut abi olanı kavrayıp araçtan inene kadar yangının sınırına gelmiş, seyirci kalabalığa karışmıştım bile. Gözlerim çevrede dolaştı. İtfaiye ekipleri, sağlık görevlileri, özellikle yüzleri yanıklarla dolmuş bir sürü insan, aileleri ve kurtarılacak yakınlarını bekleyenler vardı. Bir süre bakınmaya devam ettim ama onu göremedim. İyi tarafından bakalım, Turgut abi de beni göremezdi. Gerçi o uzun. Konudan uzaklaştığımı fark edince silkelendim. Binaya yaklaştıkça büyüyen alevlere dikkat ederek kalabalıkta onu aramaya devam ettim. Yoktu. Yanan binayı inceledim bu kez. Tahminimce burası babasının şirketiydi, o da babasını bulmaya gitmiş olmalıydı. Yani içeri girmeli ve onu giriş katı geçemeden dışarı çıkarmalıydım. Binayı incelemeye devam edip içeri nereden girebileceğimi aradım. Kapıyı ayırt edemiyordum ve her yere bir şeyler yıkılıp düşüyordu. Tam bu sırada önüme düşen ateş parçasıyla irkildim. Oradan kıvılcımlar sıçrayıp yerdeki bir kağıdı tutuşturdu. Kağıt saniyeler bile geçmeden kül oldu. Korktum. Ya ben de yanarsam? O binaya girmek aptallık! Fakat onun kağıt gibi tutuşmasına, küle dönmesine de izin veremem. Çok acıtacağına eminim. Fazlasıyla vakit kaybettiğimi fark edip binaya yaklaşmaya devam ettim. Yoğun dumandan dolayı yanan gözlerimi olabildiğince kısarak bakındım ve sonunda bir açıklık buldum. Aslında bir açıklık sayılmazdı. Ancak ben sığardım. Hızla oraya koştum. Ellerimle taştan destek alarak bir kolumu, aynı taraftaki bacağımı ve biraz eğerek başımı içeri soktum. Gerisi kolaydı, binanın içindeydim işte. Herhangi bir hasar da almamıştım çünkü geçtiğim yer sönmüş bir kısımdı. Taştan destek aldığım sırada avuçlarım ısınmıştı, o kadar. Buna güvenerek sırtımı girişime döndüm. İçerisi dışarıya kıyasla sağır ediciydi. Alevlerin boğuk sesi ve çıtırtıları netti. Yanan, yandıkça canı yanan insanların acı haykırışları, ağlayışları vardı. Onları sakinleştirmeye ve kurtarmaya çalışan itfaiyecilerin sesleri de az çok seçiliyordu. Ateşe dalmadan önce abimi görmeyi denedim, göremedim. Onu bulmak için ilerlemeli ve odalara ulaşmalıydım. Babasının odası ne taraftaydı? Nereye odaklanmalıydım? Bilmiyordum. Düşünmekle de fazla oyalanmak istemedim. Gerekirse tek tek şansımı dener, tüm odalara bakardım. Tam karşımda kalan odayı gözüme kestirdim. Başımı içeri girdiğim aralığa dönerek temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Durduğum dar alan kordu ama hâlâ ayakkabılarımı aşacak kadar sıcaktı. Yangının sönmüş olduğu bir başka noktaya küçük adımımı atarak başladım. Hemen önümdeki ateş çizgi şeklinde yanıyordu. Neredeyse zeminin sağ ucuna kadar uzanıyordu. Ayaklarımın önünde dar bir boşluk vardı, boşluğun sol tarafı da zeminin diğer ucuna kadar yanıyordu. İki ateş arasındaki bu boşluğu kendime fırsat bilerek hızlıca çizgiyi geçtim. Hareketim yanan çizgiyi dalgalandırdı. Ateş bir anlığına dizime kadar yükseldi, bana doğru eğildi. Tenimden geçti, yatıştı. Sadece birkaç saniyelik bu olay korkumu körükledi. Geriye dönüp aynı çizginin üstünden hızla atladım. Bu kez daha da yükseldi ama tenime ulaşmasına izin vermeden ilk adım attığım kor yere koştum. Sırtımı yine o boşluğa verdim. Koştuğumda ateşi harlıyordum. Yani rüzgara sebep olduğumda... Öyleyse yavaş davranmalıydım. Yürümeli, sakin adımlar atmalıydım. Başımı binaya girdiğim boşluktan çıkarıp tükenen nefesimi toparlamak için kendime biraz süre tanıdım. Gücü yeniden hissettiğimde sakin adımlarla sönmüş ya da kıvılcım sıçramamış yerlere basarak biraz ilerledim. Aynı çizginin yanından yavaşça geçebileceğimi düşünüyordum fakat artık o boşluk yoktu. Katın zeminini uçtan uça kesen bir ateş şeridiydi artık bu. Yanından geçemeyince birkaç adım gerileyip koşarak üstünden zıpladım. Hesaba katmadığım şey bunun da rüzgar oluşturacağıydı. Ateş yükseldi, boyumu aştı, dalgalandı. Bana doğru eğilerek tenimden geçti. Bir bacağım belime kadar ateşin içinde kalmış oldu. Ateş sadece birkaç saniye tenimle buluşup yatıştı. Bense sanki birkaç saat yandım. Canım yandı. Aynı ateşin üstünden bir kez daha atlamak, yangının içinden koşarak geçmek, kendimi dışarı atıp eklenecek tüm acıdan kaçmak istedim. Yapamadım. Ya o da yanarsa? Dişlerimi sıktım, bacağımın acısını umursamadan bir adım daha attım. Tavandan bir parça, saliseler önce durup bacağımın hareketime izin verecek kadar iyileşmesini beklerken durduğum yere düştü. Kızgın ateş devleşti. Parçanın düştüğü yere kadar yükseldi. Yakın çevresinde ayrı ayrı yanan noktaları birleştirerek başlıca bir yangın daha oluşturdu sanki. Bu esnada rengi o kadar canlandı, ışığı o kadar parladı ki yoğun dumandan dolayı kısık bakan gözlerimi birkaç dakikalığına sımsıkı kapatmak zorunda kaldım. Tam anlamıyla dehşete kapılırken son attığım adıma minnettar oldum. Buraya da her an bir alev topu düşebileceğini idrak ettiğimde kaçacak yer aradım. Bir boşluk yakalayıp adımımı attım. Arkama tavandan bir parça düştü. Alevleri bir önceki kadar yükseltmedi. Lakin bu kez bana kıvılcımını sıçrattı. Yandım, canım yandı. Vazgeçmedim. Önümdeki zemin uzadıya yanıyordu. Boşluk vardı fakat oraya ulaşmak beni gitmeyi seçtiğim odadan uzaklaştırırdı. Ateşin içinden geçmeyi seçtim. Zaten yanmaya başlamıştım. Kendimi hazırlayıp koşarak geçtim ateşten. Bunu yaparken canım yandığı için dizlerimin üstüne düştüm. Ateş yükseldi, dalgalandı. Bana doğru eğildi, tenimden geçti. Bu kez yalnızca ayaklarım yandı. Boşluklardan geçmiş olsam da zeminin sıcaklığından dolayı tabanlarım aşınmıştı. Ayakkabılarımın tutuşacağını anladığımda aceleyle çıkarıp gelişine fırlattım. İçine düştükleri yanımdaki ateş harlandı. Elime kıvılcım sıçradı. Yandım, canım yandı. Üst üste gelen bu acıları daha fazla bastıramadım, çığlık attım. Bu sırada ciğerlerimdeki tüm havayı da kaybetmiş oldum. Umursamadım. Binadaki tüm sesi bastırmak istercesine ağlamaya da başladım. Ağlamam yavaşladığında iç çekmeye ihtiyaç duydum. Az az soluduğum havayı derince bir nefese çevirdim. Sertçe öksürmeme neden olan duman göğsümün üstünde bir noktayı acıttı. Gaz boğazımı yaktı. Öksürmek boğazımı ağrıttı. Öksürürken verdiğim nefese tekrar ihtiyaç duyunca kolumla ağzımı kapattım ve kendime bir çeşit filtre oluşturdum. Hayır, pes etmedim! Aksine ateşe olan öfkem arttı. Hedefime ulaşmama çok az kalmıştı. Gücü yeniden hissettiğimde ayaklandım. Kolumu ağzıma kapatıp hapsedebildiğim kadar havayı hapsettim göğüs kafesime. Nefesimi tutunca hırkamı çıkardım. Önümde bir ateş çemberi vardı ve çevresindeki boşluklar geçmeme yeterli değildi. İçinden geçmek de tekrar cesaret edemeyeceğim bir şeydi. Hırkamı çembere kapatıp geçecektim. Üstünden atlayabileceğim kadar küçük değildi veya hırkam bu çemberi söndürmeye yetecek kadar büyük değildi fakat üstüne basıp geçeceğim bir basamak olabilirdi küle dönmeden önce. Hırkamı çembere bıraktım, üstüne bastım, diğer adımımı ulaşmak istediğim yere attım, yere düştüm. Yanan ayağımın acısını iliklerime kadar hissettim. Ben kalkamadan hırkamın kızıştırdığı ateş yükseldi. Alevi hiddetle parladı. Bana doğru eğildi, tenimden geçti. Aynı ayağımı çemberi atlatmamın intikamını almak ister gibi tekrar yaktı. Haykırmak istedim, yapamadım. Kafesimdeki havayı kaybetmemek için kendimi zorladım. Fakat bu acıya tepkisiz de kalamadım, gözlerim sıcağa ve dumana rağmen yuvalarından fırlayacak kadar açıldı. Yaşlarım tekrar akmaya başladı. Önümdeki yeni tutuşmuş bir noktanın üstünden geçtim. Bu kez atlamadım, üstünden geçtim. Küçük bir alevdi ama yükseldi, dalgalandı. Bana doğru eğildi, tenimden geçti. Yandım. Canım yandı. Çok fazla yandı. Rüzgar oluşturmadığım hâlde harlanmasına sebep olan hırkamın üstüne bastığım ayağımdan damlayan kandı. Geriye dönüp baktığımda kanlı ayak izimi gördüm. Devam edecek gücüm kalmamıştı. Yanmaya dayanamıyordum artık. Kendimi kurtarmak için bir yol ararken ulaşmaya çalıştığım odayı gördüm. Şimdiye kadar katettiğim en uzun mesafeydi geldiğim. Aramızda benim dışımda yanan bir şey yoktu artık. Sadece yürüyerek ulaşabilirdim oraya. İçimdeki istek alevlendi. Bir adım attım. Bir adım daha, bir tane daha... Ayağım daha fazla yükü reddedince dizlerimin üstüne çöktüm ve emeklemeye başladım. Odanın içine baktığımda kor olduğunu gördüm. Her yer çoktan yanmış ve sönmüştü. Üflesem yıkılıp un ufak olacak, küle dönecekti bu duvarlar. Şanslıydım ki aradığımı da bulmuştum. Ona seslenmek istedim lakin hiç gücüm kalmamıştı. Yine de kendimi zorlayarak öyle bir bağırdım ki sesim denizimde yankılanmış olabilirdi. "Abi!" Hayır, içimdeki çığlık dışarı bir fısıltı kadar bile yansıyamadı. Kollarım da daha fazla dayanamadı. Kendimi tamamen yere bıraktım. Sesler uğultulara dönüşmeye başladı, başım o kadar ağrıdı ki patlayacak sandım. Nefesimi tutmaya dayanamadığım için dakikalardır dumanı soluyordum. Boğazımı yakıyordu ama öksürecek hâlim bile kalmamıştı. Kendimi göstermek için sesimi ararken duman etkisini artırdığından olsa gerek gözlerimi de açık tutamamaya başladım. Sanırım uyuyordum. Bir şeyin yanıma sertçe düştüğünü duydum, saniyeler içinde tanıdık sıcak sarmaladı bedenimi. Yandım. Çok fazla yandım. Canım da yandı. Ölecekmişim gibi hissettim, belki de ölüyordum. Hatırladığım son şey kalan son gücümle gezegeni inletecek kadar yüksek sesle attığım acı çığlıktı. Muhtemelen o yine duymamıştı. ⏳ Ateş, sıcak, alev, ışık, duman, sesler, uğultu... Yangını hatırlıyorum sonra. Yandım. Canım da çok yandı. Nefesim daraldı, boğuldum. Bedenimi de hissetmediğime göre öldüm? Hayır hayır, sadece bayıldım. Bedenimi hissetmiyorum çünkü henüz tam olarak ayılmadım. Gözlerimi de bu yüzden açamadım. Yine bu yüzden konuşamadım. Kendimi zorlamadım, daha fazla yormadım. Dinlenmek için serbest bıraktım. Onun yerine yavaş yavaş seçebildiğim seslere odaklandım. Yakından gelen tek ses ağlayan abime aitti. "Ben nasıl söyleyeceğim abi?! Karşısına geçip ailen öldü nasıl derim?" Anneciğim ve babacığım... Beni bırakmışlar mıydı? Hayır, hayır, hayır. Yalan söylüyordu! Yalandı, yalandı. Kötü bir şakaydı. Gerçek olamazdı. Olamazdı. Bir refleks olarak göğsüm yükseldi, 'hıh' diye şiddetli bir nefes aldım. Hayır, nefes verdim. Bence son nefesimi verdim ve ailemin yanına gidecektim çünkü sesler tekrar uğultulara dönüşmeye başlamıştı bile. Karanlık beni tamamen içine hapsetmeden önce zihnimden geçen tek bir şey vardı: Benim hislerim asla yanılmaz. Yine de bu kez yanılmayı dilerdim. _
Bölüm hakkındaki düşünce ve eleştirileriniz?
12 yıl sonra görüşmek üzere... |
0% |