Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3: Esperanza

@mainci

 

 

 

Keyifli okumalar ⏳

_

Gözümden iki damla yaş düştü tuvalime. Karıştı sanki çizdiğim denize.

Dün gördüğüm kabus gece boyu tekrar etmiş, uykumu defalarca kez bölmüştü. Bir türlü uyuyamayınca sekiz gibi kalkmış fırçama sarılmıştım.

Saat ikiye geliyordu. Bense bahçemde gece oluşturduğum taslağı tuvale aktarmış detaylandırıyordum.

Göğün rengi yoğun sis yüzünden neredeyse görünmüyordu. Grinin tonu denizle birleşene kadar açılıyordu. Suyun mavisi derinlere doğru koyulaşıyordu. Tuvalin en altındaysa dar bir bakış açısından çizdiğim kayalıklar vardı. Kabusumda kayalıkların tam ucunda duruyordum, bu yüzden bakış açıma küçük bir kısmı sığıyordu.

Kuşsa turuncu kırmızı arası bir renkteydi. Rengi capcanlı, pasparlaktı. Gözleri mavi-griydi. Mavi denizin yansımasıydı. Gri de hüznün, çaresizliğin, acının belki?

Gözüne çok açık bir griyle ışığı yansıttım. Gözlerindeki his canımı yaktı. Gözlerim de yanmaya başladı. Fırçayı tutan elim tuvalden uzaklaştı, duraksadım.

Gözüne yansıttığım neydi? Güneş ışığı yoktu ki. Bu ışık da neydi? Son bir umut muydu? Yoksa dolan gözler parlayacağı için mi? Anlayamadım. Gözlerimi de çekemedim gözlerinden. Saniyeler içinde gözlerim doldu, resim tamamen bulanıklaştı.

Ama hissettirdiği acı azalmadı. Aksine arttı.

İki damla yaş düştü tuvalime. Biri dibe karıştı gitti. Diğeri kuşun gözünün hizasında, denizin yüzeyine düştü. Boyayı dağıttı, denizi dalgalandırdı. Benim yağmur damlam çalıkuşuna aitmiş gibi durdu. Onun ağlayamadığını ağladım sanki.

Devamı gelmedi. Kalbimi saran kötü his devam etse de görüşüm netleşti. Tam bu sırada çalan telefonum ihtiyaç duyduğum nefesi sundu bana. Birkaç adım ilerimdeki oturma alanına ilerledim. Koltuklardan birinde kalmış telefonumu alıp arayana baktım.

Kaydedilmemiş numara?

"Alo?"

Aramayı yanıtlayıp tuvalimin başına döndüm. Resimde eksik bir şeyin kalıp kalmadığını kontrol ettim. Yakalayınca fırçamı tekrar kızıl boyaya sürdüm. Bu esnada telefondan ses gelmediği için kulağımdan çekip kapatılmış mı diye baktım, açıktı.

"Buyurun?"

"İyi günler, Alçin Özer'le mi görüşüyorum?"

Sesinden dünkü adam olduğunu anladım. Neydi adı?

"Emir Alvaro Santiago muydu?"

"Hatırınızda kalmak güzel."

Gözlerimi devirdim.

"Konu neydi? Benimle işiniz yok sanıyordum."

"Tekrar düşündüm ve çok önemli bir konu hakkında konuşmamız gerektiğine karar verdim."

"Neymiş o çok önemli konu?"

"Aramada anlatamam. Buluşmamız mümkün mü?"

"Hayır."

"Sebep?"

"Gerek yok. Hatta o kadar önemli olsa çoktan söylemiş olurdunuz bile. Yani iyi günler."

Telefonu yüzüne kapattım ve yanımdaki boyalarımı, fırçalarımı koymak için kullandığım masaya bıraktım. Dakika geçmeden tekrar aradı. Reddettim, bir kez daha aradı. Bizim konuşacak neyimiz olabilirdi ki? Amacı neydi bu adamın? Öfkeyle telefonu aldım ve numarayı engellemeye çalıştım, olmadı. Birkaç kez daha denedim fakat engelleyemiyordum. Tekrar aradığında açtım.

"Benim silahlı bir adamla konuşacak hiçbir şeyim yok! Hayır dediysem hayır. İstersen şarjım bitene kadar ara, sessize alır umursamam. Ama yeni bir numara bulmakla uğraşmama gerek var mı gerçekten?"

"Seninle konuşurken silahsız olduğumu söylemiştim. Aksi olsaydı sana bir defa bile sormazdım, emin ol. Kolundan tutup karşıma getirtmek benim için ne kadar zor olabilir?"

"Sonuna kadar reddedersem ve numaramı değiştirirsem bunu yapmayacak mısın sanki?"

"Yeni numaranı beş dakika içinde bulup aramayı tercih ederim."

"Bununla uğraşacak kadar işsiz olamazsın."

"Kesinlikle öyleyim."

Sinirlerim bozulduğu için histerik şekilde güldüm.

"Şahane. Konum ve saati mesaj atarım."

"Anlaşıldı."

Bunu gülerek, daha doğrusu keyifli bir ses tonuyla söylemişti. Telefonu kapatıp resmime odaklandım.

Suyun üstünde yüzen bir tüy çizmiştim. Kuştan kopmuş bir tüy, kaybettiği bir parça... Rüyamda bu yoktu fakat çizerken hissettiğim bir şeyle, gelen bir ilhamla bunu da eklemiştim.

Tuvali bir kez daha gözden geçirdim ve tamamlandığına karar verdim. Etrafı toparladığımda saat üçe geliyordu. Geceden uykulu olduğum için biraz dinlenmek istedim. Yatmadan önce Emir'e mesaj attım. Saat için yedi dedim. Mekan içinse sık sık gittiğim sahil kenarındaki bir kafeyi seçtim. Yaşlı bir çiftin işlettiği sıcak bir yerdi. Yemek ve tatlılarını da çok seviyordum.

İhtiyaç duyduğum enerjiyi toplayınca kendiliğinden açıldı gözlerim. Saate baktığımda altıya geldiğini ve alarmın yaklaştığını gördüm, önce onu kapattım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelince dolabın karşısına geçtim. Beli ve paçaları kalın lastikli, kırmızı eşofmanımla kalın askılı, beyaz crobumu giydim. Saçlarımı tarayıp mandallı bir tokayla gelişigüzel topladım. Saat ilerledikçe hava soğuyacağı için kırmızı uzun kapüşonlumu da üzerime geçirdim. Vazgeçilmez kırmızı rujumu da sürdüğümde hazırdım. Kapıya ilerleyip vestiyerden çantamı aldım. Bilekli, beyaz spor ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Bir taksi çağırıp bana aşağı yukarı bir saat uzaklıktaki kafenin adını verdim.

Varınca ücreti ödeyip taksiden indim. Bahçenin aralık, çit kapısına ilerlerken gözlerimi de masalarda gezdirdim. Ortadaki bir masaya oturmuş, sigarasını kutudan çıkarıyordu. Ben adımlamaya devam ederken sigarasını dudaklarının arasına aldı. Kutunun içinden çakmağını çıkarırken bakışları karşı kaldırımdaki sahilden bana doğru gezindi. Beni görünce yakmaktan vazgeçti. Sigarasını dudaklarından ayırıp kutuya geri koyarken ben de yanına gelmiş olduğum sandalyeye çantamı asıp oturdum.

"Hoş geldin."

Açık mavi, bol kot pantolon ve beyaz, bisiklet yaka bir sweat giymişti. Kıyafetinin kollarını hafifçe yukarı çekmesi saatini açığa çıkarmıştı.

"Hoş da buldun anlaşılan."

Sesinin tınısı alaylıydı. Gözlerimle bileğini işaret ederek konuştum.

"Güzel saat."

Güldü. Bakışlarım kafenin içine kaydı, kalabalık olduğunu gördüm. Oysa dışarıda sadece biz vardık, muhtemelen akşamları soğuk olduğu için tercih edilmiyordu. Belki de fark edilmediğimizi düşünerek içeri girmeye karar verdim. Ayaklanırken konuştum.

"Sipariş vereceğim."

Başını salladı, bir şey söylemedi. İçeri girip akşam yemeği yemediğim için börek, elmalı turta ve iki salep istedim. Hızlı servis edildiği için biraz bekledim ve bahçeye tepsiyle döndüm. Saleplerin birini onun önüne ittim.

"Konu her neyse beni ikna etmek için yemeğim bitene kadar vaktin var."

Böreğimden kestiğim ilk parçayı ağzıma atıp koyu kahve gözlerine baktım, kısıktı. Gülümsüyordu. Bu adam da ne çok gülüyordu.

"Mezun oldun mu?"

"Mezun kutlamasında baskın bile yedim."

"Arkadaşlarınla unutulmaz anıların olmuş işte, ne güzel." Dedi, içeceğinden bir yudum aldı.

Bunu o kadar rahat söyledi ki gülme isteğimi bastırmak için ağzımdaki çatalı ısırdım.

"Hangi şirketlere başvuru yapmayı düşünüyorsun?"

Ne yani? Bana iş mi teklif edecekti? Bileklerim masaya yaslı kalırken rahatça arkama yaslandım. Alaylı bir gülümseme oluştu dudaklarımda.

"Tiago'yla çalışmayı düşünmediğim kesin."

Histerik şekilde güldü.

"Tiago ismiyle anılmak için holding sahibine evlilik sözleşmesi gönderildiğini dahi duymuştum. Bu yüzden ülkenin en saygın şirket grubunun tam olarak hangi kriterinize uymadığını merak ettim açıkçası."

"Bir başkasının başarısı altında anılmak için evliliği bırakın, karşıdan karşıya geçmek olsa yapmam. İşim objektif eleştirilmeyecek ve bir başkasının her zamanki gibi harika bir projeye attığı uzun imzasıyla anılacaksa benim emeğimin ne anlamı kalıyor ki? Tasarıma kafa yoran biz mimarların isimleri neden işin belgelenmesiyle, izin ve bütçeyle ilgilenenlerin isminin altında ve küçük puntolarla yazılıyor? Her zaman sanatkâr bir ruha sahip olmamın yanı sıra tasarımcılar olarak ortaya ruhumuzu koyuyoruz. Bu ruh, hisler bana ait ve önem arz etmesi için Tiago'nun yardımına ihtiyacı yok. Kimseye yok. İş imkanlarımın daha kısıtlı olacağını biliyorum. İsmimin bir gün sizinki kadar büyük puntolarla yazılması ve ödüllere layık görülmesi için ellerimin toprak olması gerektiğini de... Fakat ihtimal bu. Ana gelir kaynağımın iç mimarlık olmasında karar kılarsam serbest çalışacağım."

Boğazım kuruduğu için masaya tekrar yaklaşıp salebimden yudumlar aldım. Ve yemeğime devam ettim. Bana bakıyordu, şaşkınlıkla? Hayır, neydi o duygu?

"Etkileyici."

Başını iki yana sallyarak gözlerini kaçırdı. Bakışları önüne düştü.

"Diğer gelir kaynakların ne?"

"Tablolar ya da kilden yaptıklarımı, tasarladığım kıyafet ve takıları satıyorum. Haftada üç gün pastacıyım ve kadroya seçildikçe de tiyatrocu."

"Pek sağlam değil gibi."

"Özel şirkette çalışıyor olmak da değil. Kaldı ki bir şirketin kadrosuna dahil olmayı hedefleseydim bile Tiago tercihim olmazdı."

Önündeki bakışları gözlerimi buldu. Başını tam olarak kaldırmamıştı.

"Çalışma planımın yeterli bir gelir sağlamazsa ne yapacağımı düşünmedim değil. Düne kadar böyle bir durumda ilk tercihimin Tiago olacağı fikrindeydim. Genelde staj yaptığımız yerlerde iş bulmak kolay olur. Ayrıca öğrenim gördüğüm ekip örnek bir gruptu. Stajımı keyifle tamamladığım bir gerçek. Ancak..."

"Ancak silahlı bir adamla çalışmak korkunç olurdu."

Öyleydi. Gözleri denizi buldu, masanın üstündeki kutuyu kavrayıp çevirmeye başladı.

"İstersen içebilirsin, rahatsız olmam."

Sessiz kaldı. Yiyeceğim de salebim de bitmişti. Fakat kalkmadım. Daha konuşacaklarımız vardı.

"Şimdi gelelim asıl konumuza."

Gözleri beni buldu, kaşlarını anlamaya çalışır gibi çattı.

"Ülkenin en saygın holdinginin sahibi bir çömezi kadrosuna dahil etmek için bu kadar uğraşmış olamaz, değil mi?"

"Genç yetenek projesini duymuşsundur. Dün stajını bizimle yaptığını öğrenince..."

"Yoldan geçen yüz kişiye sorsak yüz biri biliyordur adını. Şirketiyle bağlantı kurmak için evlilik teklifi almış bir adam onunla çalışmak için ölen milyonlarca genç bulabilirdi. Ve hiçbirini ikna etmek için bizzat bir buluşma ayarlamazdı."

Cevapsız kaldı, devam ettim.

"Ya da ikinci kişiliğini öğrenmiş birini tercih eder miydi gerçekten?"

"Belki de diğer yüzümü gördüğün için seni yanımda tutmaya çalışıyorumdur." Dedi ellerini masada birleştirip bana biraz eğilirken.

"Senin gibi bir adamı şikayet edip başıma bela alacak kadar fevri bir kadın olmayışımı kenara bırakalım, silahını bana doğrultup sessiz kal demen gayet yeterli olurdu. Ve bunu yapacak olsaydın dün yapardın zaten, polise gidecek vaktim olmasına izin vermezdin."

Ben de ellerimi birleştirip ona doğru eğildim.

"Bunu benden öğreniyor olamazsın."

Tek kaşımı kaldırarak onu alaya aldım. Mesafemizi biraz açtım. Kıyafetimin kolunu çekerek hiç çıkarmadığım bilekliğimin görünmesini sağladım.

"Muhtemelen birini arıyorsun. Bilekliği bana kim verdiyse ya da kimden satın aldıysam onu... Olanlar aklıma takıldığı için hem gece hem gün içinde çok düşündüm. Ama bir sonuca ulaşamadım. Satın aldıysam aklımda yer edinmesi zaten mümkün değil. Hediyeyse ya ebeveynlerim ya da akrabalar vermiştir. Sonuç olarak hiçbiri aldığı yeri hatırlayamaz. Sosyal bir çocuk sayılmazdım ama günübirlik bir arkadaşlık kurmuş ve vedalaşırken değiş tokuşla almış olabilirim. Buna fazla ihtimal vermiyorum çünkü değiş tokuş yapmamız o günü hatırımda kalacak kadar önemli kılarmış gibi geliyor. Bir de daha önce söylediğim gibi yolda falan bulup almış olabilirim. Aradığın kişi düşürmüş olabilir."

"Ya da aradığımı bulmuşumdur."

Kısa bir an duraksadım. Başımı iki yana salladım.

"Ben olamam. Senin için çok önemli biri olduğu belli. Ben olsaydım bir şeyler hatırlıyor olurdum. Ama Emir diye birini tanımadım."

Saçlarının arasına geçirdi parmaklarını, karıştırdı. Sonra arkasına yaslanıp denizi izlemeye başladı. Derin bir nefes alıp verdim.

"Senin saatinden, benim çantamdan ve herhangi bir bileklikten milyonlarca insanda var. Tek tek bulma ve sorgulama ihtimali biraz uçuk geliyor. Bunun özel tasarım olduğunu düşünüyorum."

Sustuğumda kısa bir an beni buldu gözleri, onay beklediğimi anladı ve gözlerini kapatıp açtı.

"Bilekliğin iç kısmında markası yazıyor. İşine yarar mı bilmiyorum ama adı Esperanza."

Ben ayaklanıp çantamı takarken o denizden çekmedi gözlerini. İki adım atıp yaklaştım yanına. Dizinin üstünde yumruk olan eline uzandım. İrkilerek açtı avucunu.

"Gidiyor musun?"

Başımla onaylarken bilekliği avcuna bıraktım, ve parmaklarını kapatıp tutmasını sağladım. Göz teması kurdum.

"Sende kalmalı."

Kısaca gülümsedim, elindeki elimi çektim. Arkamı dönmüş gidecekken fısıltısını duydum.

"La esperanza está escondida en tus ojos."

Türkçe olmadığına göre kendi kendine söylemişti. Sahi bu adam melez miydi? Fazla takılmayarak adımlarımı atmaya devam ettim.

_

 

Bölüm hakkındaki düşünce ve eleştirileriniz?

 

Görüşmek üzere...

Loading...
0%