@mainci
|
İlk paragrafı atlamayınız. Öncekinin aynısı değil. Yeni cümleler eklendi, eklenmeye de devam edecek. _ Soğuk. Dondurucu, buz gibi soğuk. Sisli gün boğucu, buğulu. Gözleri kapanan küçük kuş kanat çırpmıyor artık. Saatlerdir verdiği savaş tüm gücünü tüketti. Vakit geçtikçe dibe vuruyor. Onu izleyen gözlerim yavaş yavaş yukarı çıkıyor. Yüzeyde öfkeli dalgalar kayalıkları dövüyor. Islanmaktan korkarak geri geri adımlıyorum. Ben adımladıkça sular taşlığı aşıyor. Ayaklarımın önüne kadar geliyor, geri dönüyor. Sahile ilerlemek istiyorum, tam adım atıyorum. Çalı kuşunun çığlığı uğulduyor kulaklarımda. Tiz ve titrek sesi haykırıyor kırık kanadının acısını ve boğulmaktan nasıl korktuğunu. İkimizin de gözünden bir damla yaş düşüyor, maviye karışıyor. Hayır, kızıla. Yaralı kanadından kanlar damlıyor kuşun, su mavi değil artık. Kurtarmak istiyorum onu. Yanına ulaşmak, yarasını sarmak, kalbime almak istiyorum. Korumak, yaşlarını kurulamak... Yapamıyorum. Kaçıyorum. O kana bulana bulana yüzmeye cesaret edemiyorum. Kuşa sırtımı dönüp son hız koşuyorum. Yönümü, sonunu bilmeksizin... Üç gecedir defalarca kez gördüğüm rüyanın etkisiyle boğazımı sıkan eller çekilmişçesine derin bir solukla uyandım. Ağlamıştım. Gözlerimi ve alnımı kurulayıp saçlarımı topladım. Gece lambamı açıp yataktan kalktım. Kendimi toparlamak için elimi yüzümü yıkadım. Odama dönünce saati kontrol ettim, gecenin dördüydü. İç geçirerek yatağıma oturdum. Şakaklarımı ovaladım bir süre. Ne garip bir rüyaydı bu. Niye bu kadar etkiliyordu beni? Niçin bırakmıyordu peşimi? Aynı rüyayı kaçıncı görüşümdü? 8, 10? Yorgun olsam da tekrar uyumak, güne saatler varken bu hissi tekrar yaşamak istemedim. Telefonu elime alıp Taha'yla olan sohbetime girdim. Ve çevrimiçi olduğunu gördüm. Bunu zaten tahmin etmiştim çünkü o gececi tayfalardandı. Siz: İyi geceler Bay Baykuş. Tahaşkmısın: İyi geceler Bayan Afrodit. Tahaşkmısın: Neden uyanıksın bu saatte? Bir sorun mu var? Siz: Uyku tutmadı sadece. Ben de seni uyanık bulacağımı bildiğim için yazdım öyle. Tahaşkmısın: Niçin tutmadı uyku? Kafana bir şey mi takıldı? Siz: Yok, hayır. Takmadım bir şey. Dün çok yorulmamışım herhalde. Ondan uyku kabul etmiyor bedenim. Siz: Sen ne yapıyorsun? Tahaşkmısın: Hiç, takılıyordum öyle. Tahaşkmısın: Sıla evlenmiş bu arada. Siz: Haberim yoktu. Şaşırdım. Tahaşkmısın: Benim de yoktu haberim. Aile arasında küçük bir düğün olmuş zaten. Hikayelerine bakabilirsin. Siz: Bakarım sonra. Mert'le değil mi? Tahaşkmısın: Evet. Siz: Çok tatlılardı. Sevindim, umarım hep mutlu olurlar. Siz: Darısı senin başına artık. Tahaşkmısın: Lütfen, lütfen, lütfen yaa! Siz: LALQPEJWLWSJQPDJWPDJWLDJWPEKQPDJWPWKDLQ Tahaşkmısın: Belli olmuyorsa diye söyleyeyim. Çok seviyorum lan. Öyle böyle değil. Yemek falan istiyorum var ya. Siz: Yeterince belli oluyor, rahat ol ijforueoirk Tahaşkmısın: He iyi o zaman. Tahaşkmısın: Sen de bulsan artık birini de çifte düğün yapsak. Siz: Sevgili oldunuz, evlilik kararı aldınız da ben kaldım. Tahaşkmısın: Şşşş... Tahaşkmısın: Orayı karıştırmayalım. Tahaşkmısın: Bu arada Alçin Siz: Efendimm? Tahaşkmısın: Senin gay olma ihtimalin ne? Siz: NE? Siz: 0 da o nereden çıktı PAUHQAUWHQJSHQOS Tahaşkmısın: Lan insan tüm hayatı boyunca hiç mi birinden hoşlanmaz? Tahaşkmısın: On iki yıllık dostumsun, ulan bir kere şu çocuk da yakışıklıymış dediğini duymadım anasını satayım. Tahaşkmısın: Hoşlanmak değil, yakışıklı demedin. Tahaşkmısın: Âşık olup bana söylememezlik yapmazsın herhalde 🤨??? Siz: TAHA LQJWQPWJQPSHWOXHDOQBXIXHEOQSBWPHDQPSJWLWJWPEJQPXJWOXJWPXJWPWJQPSJWPSJQPDJWPXJOWLQPSJQPSJW Siz: Gizlemem olsa. Ama yok. Siz: Hiç âşık olmadım. Tahaşkmısın: O zaman nasıl biliyorsun gay olmadığını? Çok şüpheli şu anda. Siz: E hiç kız birine de ilgi duymadım çünkü. Tahaşkmısın: Çok garip yaa. Tahaşkmısın: Hiç su içmedim desen daha doğal gelirdi yani. Tahaşkmısın: Tabii bir yandan da iyi. Siz: Niye iyiymiş? Tahaşkmısın: Şaka maka takılıyorum da benden daha çok seversen birini (anne, baban dışında) çok kıskanırım. Tahaşkmısın: Cidden oturup ağlarım. Tahaşkmısın: Vazgeçtim, ben tek yapayım düğünümü. Sen sevgili falan yapma lütfen. Siz: Senden çok sevmek mi??? Siz: O kimmiş be?! Ne demek senden çok sevmek??? Siz: Kimse bir sen edemez bebeğim, rahat ol. Tahaşkmısın: Ama yine de sevgini paylaşmak da istemiyorum. Beni on tane sevebilecekken niye beş beş bölelim? Tahaşkmısın: Sen yine de hiç âşık olmaz mısın 🥺 Siz: Galiba beni biraz seviyorsun ve kıskanıyorsun. Siz: Ama tam emin olamadım yaa. Tahaşkmısın: UWYWIWXYIWDHWUDYWIEYWOXHOWYWOWHFWOYCOWWYWHXHIWCHWOQUQO Tahaşkmısın: Tabii lan, abilik kuralı. Siz: Ciddiyetimizi takınalım. Rahat olabilirsin, benim bu saatten sonra âşık olacağım yok. Tahaşkmısın: Niye ki? Siz: İş ilişkim olacak insanlarla hep. Çevrem yok ki siz dışında. Kime âşık olacağım? Bahçedeki erkek vişne ağacına mı? Tahaşkmısın: Vişne ağacın erkek miydi senin? Tahaşkmısın: Kızlar da meyve verir. Neden erkek? Siz: He Taha, ağaçla evleneceğim. Çocuk bile yapacağım, 4 tane hem de. Hatta az oldu, 6 tane. Tahaşkmısın: Oha kızım, geberirsin doğururken. 4 daha iyi. Gülerek iki yana salladım başımı. Bu çocuk... Böyleydi işte. Bir süre cevap vermediğimde tekrar yazdı. Tahaşkmısın: Geldi mi keyfin yerine? Gülümsedim, Taha. Farklı ebeveynlere sahip olduğum öz abim, dostum, canım. Siz: Ne zaman uyuyacaksın? Tahaşkmısın: İyi olduğuna emin olduğumda Siz: İyiyim. Hadi iyi geceler, güzel rüyalar gör. Tahaşkmısın: Anlatmadan rahatlamazsın sen. Tahaşkmısın: Yorgun değilim ben. Dökül hadi. Siz: İyiyim, bir şey olduğu yok. Kâbus gördüm, geçti. Unuttum bile. Uyu dinlen hadi. Sabah görüşürüz ❤ Tahaşkmısın: Tch! Uykum yok benim. Daha takılırım birkaç saat. Tahaşkmısın: Ha aman sen de sıkıcısın, sohbetin sarmıyor diyorsan yani orası ayrı. Siz: Beni yorganım bile sohbetin kadar sarmıyor, bundan emin olabilirsin LDBEOXHWLZBDOSHXOSBXOWSH Tahaşkmısın: KSBSOWBZWLZHWOXBOEXBKXBXIEBXOWSH Tahaşkmısın: Sen ne zaman uyumayı düşünüyorsun? Siz: Bilmem. Yemek falan yerim herhalde şimdi. Belki çizim yaparım ya da beste ya daa... Tahaşkmısın: Daha uyku uğramaz yani? Siz: Uğramaz. Tahaşkmısın: Bana da bir tabak koy o zaman (Kerevizse koyma sakın. Su kaşıklarım, daha iyi.) Siz: Taha Tahaşkmısın: Efendim güzelliğim? Siz: Çok seviyorum seni, çok. Tahaşkmısın: Ben de çok seviyorum. Tahaşkmısın: Kendimi yani KWSBWKSHWKXBWMXBEKBD Siz: Ya KSBSOABDOABXWLBCICDBWLCHWKCH ⏳ "Senin gökyüzünde benim yerim yoktu. Kuru dallarında kanatlarım kırılıp koptu." "Senin toprağında benim evim yoktu. Kader aynı sondu. Yazdığı son hikaye buydu." Söylediğim şarkıya eşlik eden bahçe duvarına yaslanmış beni izleyen Taha'ydı. Ben kısa bir şaşkınlık yaşarken o söylemeye devam etti ve yanıma adımladı. "Yanlış yerde geziyor bu kuş. Bu yüzden yalnız uçuyor bu kuş." Susup kaşlarıyla beni işaret edince devam ettim. "Hep yanlış yerde geziyor bu kuş. Bu yüzden yalnız uçuyor bu kuş." Bitirdiğimde alkışlayıp ıslık çaldı. Gülerek boynuna atıldım ve ona sıkıca sarıldım. Ayrılırken sordu. "Bahçeye hazırlamışsın masayı. Soğuk değil mi?" "Biraz hava almak istemiştim. Sen üşüyorsan geçebiliriz içeri?" "Yok, benim üstüm kalın. Sen üşümüyorsan tamamdır." "Oturalım hadi. Açıııımm." Gülerek yanıma oturdu. Bir yandan yemek yiyip bir yandan havadan sudan sohbet ettik. Bitirince sofrayı toplamama yardım etti. Sonra bahçeye döndük. "Güldük, eğlendik. Geleliiim kerevizin faydalarınaa." Güldüm. "Tabii. A vitamini, b vitamini, c vitamini, d vitami..." Güldü. "Boş ver şimdi kerevizi." Oturuşunu dikleştirip boğazını temizledi. Ciddiyetini takınmasıyla ben de yerimde kıpırdandım. "Kâbusun mezuniyet gecesiyle mi ilgiliydi?" "Hayır." "Gerçekten hatırlamıyor musun peki?" "Kanadı kırılan bir kuş gördüm. Konuşacak bir şey yok, önemi yok." "Gerçekten gördün ve üzüldün mü peki?" "Dejavu" Gülümsedim. "Görmedim, sadece rüyaydı. Birkaç gündür gördüğüm bir şey. Bilinçaltımda oluşmuştur bir şekilde. Şu an gerçekten iyi hissediyorum." "Peki o zaman, iyiysen tamam." Gözleri bahçede gezindi, birkaç kez nefes alıp verdi. Konuya girmek için ciğerlerini şişiriyor, sonra vazgeçiyor gibiydi. "Ne söylemeye çalışıyorsun?" Bana döndü, önce kısa bir sessizlik oldu. "O gece hakkında konuşamadık hiç. İyi olduğunu, eve geçtiğini falan yazdın, kaldı." Bakışlarımı yola çevirdim. "Seni neden orada tuttular? Gerçekten iyi misin?" "İyiyim." "Anlatmak istemiyor musun?" Reddetmek için salladım başımı. "Bu iyi olmadığın anlamına gelmez mi?" "İyi sayılırım." "Yaralanmış olmak zorunda değilsin. Korkmuşsundur. Bunu da paylaşabiliriz." Elimi hafifçe sıktı. Yanına yaklaşıp sırtımı ona yasladım. Elleri hemen saçlarımı buldu. "Seni eve bırakan adam kimin koruması biliyor musun?" "Kimin?" "Sen baskını fark etmiş miydin?" Başımı hafif kaldırarak ona baktım. "Evet. Bayağı bir kişi vardı, kılığı aynı." "Seni eve bırakan adam onlardandı. Benim gitmeme izin vermeyen o grubun öncüsü. Orada olma sebepleri de mekanın sahibi. Tekin bir yerde değildik, evet." Derince iç geçirdim. "Barın sahibi kadın tüccarıymış." "Orospu ço..." Benim yanımda küfür etmezdi. Ağzından kaçtığını fark edince sustu. Ben de bir vakit sustum. Boşta olan elini karnımın üstüne çekerek sarıldım. Fısıldadım. "Gecenin kurbanı bendim." Eli durdu. Hareketlenecek gibi oldu, elini tutup hareketini engelledim, saçımın üstünde gezdirerek devam edeceğimi ifade ettim. "Karışık ilerledim. Baştan alayım. Baskından önce taciz edildim. Fark edince gidip adamın kafasında kadeh kırdım. Sonra kaçmaya başladım, o sıra diğerleri gelmişti ve öncü gitmemi engelledi. Barı boşalttıklarında kafasında kadehi kırdığım adam üstüme yürümeye başladı. Sanırım en korktuğum an o andı." "Sana..." Yutkunduğunu duydum. "Hayır hayır! Hiçbir şey olmadı. Öncü onu durdurdu. Sadece ihtimal beni çok korkuttu. Sonra ikisi arasında çekişme geçti." "Silah kullandılar mı?" "Hayır. Basit bir dövüştü, orada korktuğum bir şey olmadı. Diğer adam gitti, öncü ve ben kaldık sadece." Başıma bıçaklar saplanıyormuş gibi hissettim. Ellerimi şakaklarıma çıkarıp ovalamak istedim. Fark edince bu işi Taha devraldı. "Seninle işi neymiş o herifin?" "Birine benzetmiş. Sonra evime bıraktı zaten." "Bir şey yapmadı sana?" "Yapmadı." "Başka bir şey oldu mu?" "Olmadı." Kollarını omuzlarıma sarıp başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Bedenin zarar görmediği için sevindim. Seni kaybetmediğim için de..." Dizlerimin üstüne kalkıp boynuna sarıldım. "Özür dilerim Alçin. Oraya gelmen için ısrar etmek berbat bir fikirdi. Keşke kendi kendine dolaşmana izin verseydik." "Bilemezdiniz. Sorun yok. Hem bir şey olmadı, iyiyim. Sadece o an korktum. Şimdi o kadar kötü hissetmiyorum. Üstüne düşünmek de istemiyorum. Unutup gideceğim." Sarılışını sıkılaştırdı. Belki on dakika sarılı kaldık ve mayışmaya başladım. Başımı göğsüne yerleştirdim, kollarımı beline indirdim. Uyuyacağımı anlayınca koltuğun üstündeki battaniyeyle üstümü örttü ve yeniden saçlarımı okşamaya başladı. ⏳ Çalıkuşu beni çağırıyordu. "Alçin" Uykumdan sıçrayarak uyandım. Bana seslenen kuş değil, Taha'ydı. Sarıldı hemen. "Sakin, sakin, sadece benim, sorun yok." Sakinleştiğimde sordu. "Yine rüya mı görüyordun?" Başımla onayladım onu. Bunun dışında sabaha karşı bir kez daha aynı rüyayı görmüş, panikle uyanmıştım. Benimle birlikte uyuyakalmış olan Taha da uyanmış, yine beni sakinleştirmişti. Tekrar uykuya dalmıştım. "Neden uyandırdın beni? Gidiyor musun?" "Yoo, kahvaltı hazır diye kaldırdım." "Günaydıııınn Uyuyan Güzel." Kapıdan seslenen kişi Hande'ydi. Elindeki tabakları bahçe masasına yerleştirip oturdu. "Elini yüzünü yıka gel hadi, her şey hazır." "Sosis mi yaptınız? Çok güzel kokuyor." Yine Hande konuştu. "Ne kadar hızlı gelirsen o kadar çok yiyebilirsin." Gülerek yerimden fırladım. İçeri geçip elimi yüzümü yıkadım, saçlarımı topladım. Sonra kahvaltıya geldim ve gözüm sadece salçalı sosisi gördü. "Hepsini sen yiyebilirsin, tamam. Yeter ki nefes almayı unutma." Takılan Taha'ydı, ben büyük lokmamı çiğnerken onlar da bana güldü. ⏳ Keyifli bir kahvaltının ardından dışarı çıkıp kafa dağıtma kararı almıştık. Bir alışveriş merkezine gelip önce Taha için kıyafetler bakmıştık. Şimdi de Hande ve benim için yeni bir dükkana giriyorduk. Yaz sezonu tam anlamıyla açılmıştı ve raflar o kadar güzeldi kii. Hemen yanımızdaki dükkanda cansız mankenin üstündeki elbiseye hayran kalıp adımlarımı durdurdum. "Çocuklaaar, çok güzel değil mii?" "Ve sana çok yakışııır." "Deneyeceğim. Sen de denemek ister misin? Birlikte alırız belki." "Pek benim rengim değil. Ama sen dene, biz de içeriyi gezelim." "Tammaaamm." İçeri girip, pardon dalıp elbisenin nerede olduğunu aradım. Erkek ile kadın reyonunu ayıran bir askılıktaydı. Ve renk seçenekleri de vardı. Birkaç adım arkamda bir şeylere bakan Hande'ye seslendim. "Handee, mavi ve moru da var bakmak istersen." Birazdan gelip bakacağını söyledi. Mankende görüp beğendiğim rengi krem olsa da aklım moruna kaymamış da değildi şimdi. "Hande senden önce kabine girdi bile." Taha gülünce Hande'nin az önce durduğu yeri yoklayıp şaşkınlıkla kalakaldım. "Nasıl yaa?" Ben de güldüm. Sonra elime elbisenin kremini ve morunu aldım. Sırayla üstüme tutup Taha'ya sordum. "Hangisi?" "Kesinlikle bu." Krem olanı seçti. "Ben de kaçtım o zaman." Kabine resmen koşarak girdim. Heyecanla elbiseyi giydim ve aynanın karşısına geçtim. Göğsü straplez, tül bir elbiseydi. Uzun balon kolları göğüs hizasında başlıyordu. Bilek kısımlarını ince bir lastik sıkıyor, elimin üstüne biraz tül uzanıyordu. Dizimin hemen üstünde bitmişti. Sarıya yakın renginin üzerinde magentadan biraz koyu tonda çiçeklere sahipti. Kabinden yan kabinimdeki Hande'yle eş zamanlı olarak çıktım. Sabahki kıyafetleriyle olduğunu gördüm. Sanırım denediği şeyi beğenmemişti. Beni fark edince küçük bir çığlık attı. "Alçiiin, çok güzel olmuşsuuun. Hemen dön çevrende bakayım." Gülumseyerek dediğini yaptım. "Senin için dikilmiş resmen." Yalandan ağlıyormuş gibi jestler yaptı. "Gelin olmuş gidiyorsun. Bana veda ediyorsun." Şarkıya girmesiyle kahkahayı patlatıp boynuna sarıldım. "Üstümden çıkarmayacağım ölene kadar." Önce omzuma vurup sonra sarıldı. "Kabini tutayım, hemen Taha'ya göstermen lazım." "Teşekkürler, koştum hemen." Arkamı dönüm birkaç adım atmıştım ki aklıma gelen şeyle durup ona geri döndüm. "Sana hangi rengini getireyim?" "Hangi renkleri var demiştin?" "Mor, mavi bir de bu." "Hmm... Bilemedim, düşüneyim biraz. Sen git gel." Başımı sallayıp kabin koridorundan çıktım. Çevreye bakınırken Taha'nın bıraktığım yerde beklediğini gördüm. Yüzünü erkek reyonuna dönmüş, bir şeylere bakıyordu. Yanına giderken seslendim. "Taha, çok güzel olduuum." Arkasını döndü. "Tadaaa" "Hey, hey, hey!" Elini gözlerinin üstünde asker selamı verir gibi tuttu. "Bir dahakine haber ver de gözlük takayım. Gözlerimi kamaştırıyorsun da." Gülerek saçlarımı tuttum ve çevremde birkaç tur attım. O da güldü. "Dikkat et..." Demesine kalmadan arkamdaki birine çarptım. Düşecek gibi olduğumda çarptığım kişi kolumu tutarak bana yardımcı oldu. Dengemi tekrar sağladığımda Taha da yanıma gelmişti bile. Endişeyle sordu. "İyi misin?" "İyiyim iyiyim." Yabancı adama dönerken konuştun. "Affedersiniz, ben..." Şaşkınlıkla duraksadım. Karşımda gördüğüm sima pek de yabancı değildi aslında bana. "Bizim işimiz bittiii. Bak, neler neler aldıık?" Kucağında bebeğiyle bir kadın geldi yanımıza. Sanırım eşi falandı. Yaşadığım gereksiz şaşkınlıktan kurtularak oradan ayrıldım ve Taha'yı da peşimden sürükledim. "İyi günler." Kabin koridorunun başına geldik. "Ne oldu orada?" "Ne, ne oldu? Bir şey olmadı. Utandım çarpınca. Üstümü değiştireyim ben. Sen bekle burada." ⏳ "Çikolatalı sufle ve sütlü kahve istiyorum." Garson bunu da defterine not ederek yanımızdan uzaklaştı. "Alçin" "Hande" "Alçin'ciğim" "Hande'ciğim" "Nasılsın?" "İyiyiim. Sen nasılsın Mete?" Güldü. "Ciddi ol iki dakika." "Çocuklar otuzuncu kez söylüyorum. İyiyim. Çok iyiyim. Birine benzettim o adamı, şaşırdım, ondan durgunlaştım. Bir şeyim yok. A-aaa!" "Peki madem." Dedi Taha. "Öyle diyorsan..." "O zamaaan gündemi değiştiriyorum." Konuşmasını bölen masamıza gelen siparişlerimizdi. Garson "Afiyet olsun." deyip gidince Hande devam etti. "Ben âşık oldum!" Tepkisiz kaldık. "Ay niye hiç beklediğim gibi olmadınız?" "Geçen cumartesi sanayideki çocuğa âşıktın." "Önceki perşembe sanaldan bir çocukla konuşuyordun." "O haftanın ilk günü Faruk'la sevgiliydin." "Faruk'tan önce Kerim'e platoniktin." Tam ağzımı açacaktım ki Hande söze girdi. "Ya bu sefer farklı amaa. Bakın şimdi..." Taha'yla birbirimize bakıp aynı anda gülmeye başladık. "Bu seferki farklı. Daha önce hiç böyle hissetmemiştin. Sana kraliçeymişsin gibi davranıyor. O çok tatlııı." "Bu seferki farklı. Daha önce hiç böyle hissetmemiştin. Sana kraliçeymişsin gibi davranıyor. O çok tatlııı." O da gülmeye başladı. "Bu defa gerçekten çok farklı. Bana umrunda değilmişim gibi davranıyor." Gülüşüm dondu. "Aptal maçonun tekini havalı bulduğunu söyleme sakın." Bedenimi biraz geri çekip burnumu kırıştırdım. "Artı bir" Taha... "Hayır hayır. Öyle bir şey değil. Gizemli biri ama. Az konuşuyor, böyle sen benim peşimden koş havasında sanki. O soğukluğu beni çekti yaa." "İlgisiz erkeği..." Sözü bana bıraktı. "Annesi sevsin, Taha dahil." "Ben bu çocuğu tavlayacağım." Başımı iki yana sallayarak suflemden bir çatal aldım. "Tavlarsın tavlamasına da senden hevesi geçince söveyim deme. Nerede salak sikik insan var, bulup âşık oluyorsunuz. Sonra ettiğiniz beddualar bana da tutuyor." Hande cevap verecek gibi oldu, araya girdim. Yoksa ortam gerilecek, konu uzayıp gidecekti. Ne gerek vardı? "Sizin tatlılarınızı da deneyebiliyorum değil mi? Güzel görünüyorlar çünkü." Taha sessizce tabağını önüme iterken Hande sözlü olarak onayladı. Önce Hande'ninkinden bir çatal aldım. Sonra Taha'nınkinin tadına bakıp laf arasında kalanını ona yedirdim. Kahveler bitene kadar havadan sudan konuştuk. "Ben bir lavaboya gidip geliyorum." "Yaa, buradan sonra lunaparka mı geçsek?!" Hande'yle aynı anda konuşmuştuk. Ayaklanmış bulunduğum için konuşmaya dönünce dahil olmaya karar verip mekanın üst katına çıktım. Ellerimi yıkarken kulaklarıma giderek yükselen ağlama sesi doldu. Kapıdan telaşlı bir anne girdi. Lavabo mermerine bebeğini oturtup onunla ilgilenmeye başladı. Maalesef sevimli bebeğin dizi kanıyordu. Ellerini ıslatıp olduğum tarafa yöneldi. Peçete ıslatıp sileceğini anlayarak hemen birkaç peçeteyi kopardım, ona uzattım. "Teşekkür ederim." "Rica ederim." Kendi elimi kurulamak için kullandığım, avucumda buruşmuş peçeteyi çöp kutusuna atıp dışarı çıktım. Tam bir basamak inecektim ki farkındalıkla lavabo kapısına bakakaldım. Bu elbise alırken gördüğüm kadındı. Emir'in eşiydi. Yani Emir de mi buradaydı? Hızlı adımlarla merdiveni indim. Masamıza yavaş yavaş ilerlerken mekanda göz gezdirdim. Onu görmedim. Yine de bir şüpheye düştüğüm için buradan uzaklaşmak istedim. Masaya vardığımda çocukların lunaparkı sormasını fırsat bilerek kalkmak istedim. Ben çantamı toparlarken Taha hesabı ödemeye gitti. Hande'nin de telefonu çaldı. İçerideki gürültüden dolayı dışarıda konuşacağını söyleyip uzaklaştı. Taha sıra beklerken toparlanmış olduğum için herhangi bir karşılaşma ihtimalini önlemek adına Hande'nin yanına gitmeye karar verdim. Mekanın ağır, demir kapısını açtığımda yüzüme sert rüzgar çarptı. Gözlerimi kısıp eşiğin üstünden geçtim. Kapıyı bırakıp uçuşan saçlarımı yüzümden çekmeye çalıştım. Bu esnada ayakucumdaki bakışlarımı temiz havayı içime çekerek yukarı kaldırmıştım. Emir Alvaro tam karşımda siyah bir araca yaslanmış telefon görüşmesi yaparak duruyordu. Adımlarım kesildi. Sadece on saniyelik bir kontak kurduk. Sonra gelen kapı sesine döndüm, Taha'ydı. Kartını cüzdanına yerleştirmekle uğraştığı için önüne bakıyordu ve beni fark etmeyerek veya arkasından gideceğimi düşünerek Hande'nin yanına ilerledi. Peşine takılıp bir iki adım attım. Dakika geçmeden arkamı kontrol etme ihtiyacı duydum. Adımlarımı durdurmadan geriye dönüp baktığımda bebeğini kucağına alan adamı gördüm. Eşinin kapısını kapattı, kendi koltuğuna ilerlerken bakışları beni buldu. Kontağımızı kurduğu gibi keserek hızlandım, çocuklara yetiştim. ⏳ Uzun bir yürüyüşün ardından nihayet lunaparka vardığımızda önce girişin sağında kalan gişeye gittik. Kalabalık bir sırayı beklememiz gerekiyordu. Taha ve Hande nelere binmek istediklerini konuşurken ben de düşünmeye başladım. Dönme dolabı ve ahtapotu seviyorum. Hatta sadece onları seviyorum. Diğer ikisi hız tutkunu, bense çok korkarım. Bu yüzden genelde onlar her türlü ölüm oyuncağına biner, ben de artan vaktimi çocuklara ayıcıklar kazanarak geçirirdim. Bu diğer oyuncakların veremeyeceği bir mutluluktu. Çocuk gülüşü... Düşüncesi bile bana keyif verince gülümsedim. "Sen yine bizden ayrılıyorsun galiba?" "Kesinlikle öyle yapıyorum. En son kamikaze dediğinizi duydum, ruh hastası mazoşistler." Güldük. Onlar konuşmaya devam ederken ben de telefonumu çıkarmıştım ki bir şeyin bacağıma dolandığını hissettim. Korkuyla irkilsem de sonra bunun bir şirine olduğunu anlayıp gülümsedim. Bacağıma önden sarılmış, kafasını kaldırmış, masmavi gözleriyle bakıyordu bana. Eğilip boyuna yaklaştım, kollarını çözmek durumunda kaldı. "Merhaba" Ellerini yüzüne kapadı. "Saklambaç, saklambaç" Bir sol ayağı üzerinde, bir sağ ayağı üzerinde durarak kıpırdandı, heyecanını belli etti. "Beni saklambaç" Kaçırıyorum ben bunu? İtirazı olan? Gülerek kendimi ona siper ettim. "Sakladım seni, sakladım, sakladııım." Fakat bunu yaparken ailesinin gerçekten endişelenmemesi için çocuğun görünmediğini düşüneceği kadar kapatmıştım sadece. Bir ayakkabısı ve kolu rahatlıkla seçilebilirdi geldiği yönden. "Alçin sen kendi arkadaşınla takıl, biz kaçıyoruz." "Sıra ne ara bitti?" Dedim önce şaşkınlıkla. Benim için aldıkları jetonları uzattılar, aldım. "Hadi iyi eğlenceler size." Diyen Hande'ye öpücük gönderdim. Saniyeler sonra bir adam çöktü yanımıza. Çocuğu kucaklayıp ayaklandı ve onu gıdıklamaya başladı. Öyle şen, güzel kahkahalar attı ki çocuk gülümsememek elde değildi. "Yakaladım seni." "Yine saklambaç, yine saklambaç!" El çırptı çocuk. "Başka insanların arkasına saklanmak yok ama. Rahatsız olabilirler." Adam çocuğu kucağına alırken çemberin dörtte biri kadar döndüğü için ben yüzünü görmemiş ve konuşana kadar onu tanımamıştım ama... Bana dönünce o olduğuna emin oldum. Ben ona hayretle bakarken onun da yüzünden okunuyordu şaşkınlık. Histerik bir kahkaha attım. Sonra söylene söylene yanından geçip gittim. "Şaka mı bu? Şaka değil mi, kamera nerede? El sallayacağım. Ne işi var bu adamın parkta? Annesi oynasın bebekle. Bu adam niye oynuyor? Nerede görülmüş babaların çocuklarını parka götürdüğü? Saçmalık. Sonra pastane kapısında ne işi var bu adamın? Taksi falan göndersin, o niye geliyor? İşi gücü yok mu bu adamın? Niye kıyafet bakmaya geliyorsun mesela o kadar yolu? İnternet diye bir şey var değil mi?.." Öfkeyle üçüncü dondurmayı istedim dakikalardır dert yandığım gençten. "Yine vişneli mi? Böğürtleni denemedin, arkandan ağlayacak ama." "Ne?" Güldüm. "Böğürtlenli olsun madem, çi..." "Çikolata sosu var, fıstık yok. Ezberledim." Dondurmayı uzatınca alıp teşekkür ettim. "Hadi ben kaçıyorum artık." Tam arkamı döndüm kii... "Çiyek dondurmaaa" Dondurmacı çocuğa iki elini gel dermiş gibi açıp kapatan çocuk gerçekten çok sevimli olsa da kucağında bulunduğu adamı görmekten bıkmıştım. "Ben daha bir şey demek istemiyorum gerçekten." Kendi kendime söylenmeye devam ederek dönme dolaba ilerledim. Bulutların arasında lezzet şöleni, günün geri kalanı harika geçecek. İnanıyorum. Evet. Mükemmel. Dondurmamın tadına baktım. Gerçekten güzeldi. Mutlulukla gülümsedim. ⏳ Ahtapota arka arkaya tam 6 kez binmiştim ve yürümeyi tamamen unutmuş vaziyetteyim. Başım ineli neredeyse yarım saat olmasına rağmen müthiş derecede dönüyordu. Parktan ayrılırken Hande işi olduğunu söyleyip bizden de ayrılmıştı. Bizse Taha'yla benim evime gidiyorduk çünkü hem o her zamanki gibi sağ salim vardığımdan emin olmak için bana eşlik etmek istemişti, hem de ben ona kahve teklif etmiştim. ⏳ Kapının çalınmasıyla elimdekileri bıraktım. Güzel bir çay saatinin sonunda -Tabii biz kahve içmiştik.- Taha ayrılmıştı. Doğrusu ayrılmak istemişti. Çünkü önce telefonunu, sonra ceketini unutarak kim bilir yolun neresinden dönmüştü. Bakalım bu kez ne unutmuştu? Yanına vardığım kapıyı söylenerek açtım. "Kendini de unutsa..." Yutkundum. "Kendimi bile unuturum ama seni aklımdan çıkaramıyorum be güzelim." Korkuyla iç çektim. Hızla kapıyı örtmeye çalıştım. Ayağını araya koyarak engelledi. Sonra sinirle itti. Duvara sertçe çarpan kapı korkumu arştan arşa çıkarırken girişe en yakın oda olan mutfağa koştum. Tezgahın üstündeki standdan büyük bir bıçak kapıp arkamdaki duvara yaslandım. Alayla güldü. Belinden silahını çıkarıp bana doğrulttu. "Eminim seni korumaya yeterli olur." Bıçağı kavrayan elimi sıktım. Şu an değil ama bir açıklık oluşturabilirsem işime yarardı. "Bıçağı bırak, silahı indireyim." Sessiz ve hareketsiz kaldım. "Sen o bıçağı gerçekten saplayamazsın bana ama ben bu tetiğe çok rahat basarım, biliyorsun." "Bıçağı bırakmamam neden fark ediyor o zaman?" "Haklısın. Fark etmiyor." Silahını beline geri yerleştirdi. Bana doğru bir adım attı. Kendimi duvara bastırdım. Ürpertici bir yavaşlıkla bir adım daha attı. Beni kurban seçtiği için ya da onu yaraladığım için burada olmalıydı. Kaçmak için bir yol ararken balkon kapısının camında durdu çevrede gezinen gözlerim. Bahçede adamları vardı. Dikkatimi tekrar ona verirken hemen önümde olduğunu gördüm. İğrenç bir gülümseme takınmıştı. Aldığım titrek nefesi tuttum. İtsem itemezdim ben bu adamı. Kaçsam kaçamazdım. Bıçağı ona doğrulttum. "Uzaklaş. Saplarım. Umrumda olmaz." Kelimlerim keskin ama sesim kısıktı çünkü ağlıyordum. Ağladığımı ise konuşunca fark etmiştim. Ani bir hareketle boş olan sol elimi tuttu, sıktı. Eş zamanlı olarak sağ bileğimi kavradı, bıçağı alacağını anlayınca bileğimi bükmeye çalıştım ki koluna saplansın. Bileğimi sıkan gücü çok daha fazla olduğundan başarılı olamamıştım. Bacak arasına sert bir tekme geçirerek gücünü sarsmayı denedim. Acıyla küfrederken yere çöktü. Sağ elimi tamamen serbest bıraktı, sol eliyse sadece gevşedi. Elimi çekmeye çalıştım, yine de başarılı olamayınca bıçağın ucunu koluna batırdım. Dişlerini daha da sıktı, gitmeme izin vermedi. Fakat gücü iyice azaldığı için bu kez elimi kurtarmayı başardım. Yanından geçecekken eli ayak bileğime yöneldi. Neyse ki erken fark edip kurtuldum. Mutfaktan çıkınca seçeneklerimi kontrol ettim. Bahçedeki kalabalığı aşmam mümkün olmadığından yatak odama doğru koştum. Kapıyı kapatıp kilitledim. Hemen pencereye koştum. Perdeyi hafifçe aralayıp dışarıyı kontrol ettim. Burada da birileri vardı. Ön bahçedekilerle on kişi kadarlardı. Pencereden kaçamayacağımı fark edince son çare en yakın merkeze yarım saati olan evime polis çağırmayı düşündüm. Telefonumu bulamayınca daha rahat görebilmek için kapının yanındaki lamba anahtarına adımladım. Tam ışığı yaktığım an kapı gürültüyle kırıldı. Korkuyla geriye koşacak gibi oldum, sinirle kolumu yakaladı ve beni sertçe yere fırlattı. Ben henüz bunu idrak edememişken bacaklarımın üstüne oturdu, kollarımı başımın üstünde tutup üstüme eğildi. "Nerede kalmıştık?" Vücudumun herhangi bir parçasını hareket ettirmeyi deneyemiyordum bile. Şu an yapabildiğim tek şey korkuyla ağlamaktı. Eli tişörtümü kaldırıp belime temas edince gözlerimi sıktım, yaşlarım hızlandı. "Elli yumruk diyorduk en son, siktiğimin piçi!" Duyduğum gür ses gözlerimi açmamı sağladı. Korkudan hissetmemiş olsam da üstümdeki ağırlık kaldırılmıştı. Emir önce bir kafa atmıştı adama. Şimdi de art arda yumruklar sıralıyordu. Başta beklenmedik bu duruma tepki vermeyen adam sonra Emir'e bir yumruk atmaya çalıştı fakat başarısız oldu. Emir kendini geri çekerek buna engel olmuş, sonra sert bir karşılık daha vermişti. Dakikalar sonra yüzü kan içinde kalan adam silah çekti. Saniyesinde Emir de kendi silahını çekip ona doğrulttu. Kısa süren sessizliği bölen Emir'in alaylı gülüşüydü. "Gerçekten bunu mu oynayacağız? Sıktı artık." Silahını indirdi, beline yerleştirmedi. "Beni vuramayacağın açık bir kural. Korkutamayacağın da öyle. Ne diye kolunu ağrıtıyorsun?" "Kurallar masayı korur." Bedeni Emir'in karşısında dikilmeye devam ederken yalnızca kolunu hareket ettirdi. Silahını bana çevirdi. Korkuyla kaçmak için ayaklandım. Ancak henüz bir adım bile atamamışken silah patladı. Çığlık atarak geriledim. "Kaçmaya çalışırsan sonrakini..." Cümlesi acı bir haykırışa dönüştü. Önümdeki korkulu bakışlarımı ona çevirdiğimde gördüğüm kişi Emir'den başkası olmadı. Bana yönelik konuştu. "Görmek istemezsin. Dışarı çık ve Fethi'yi bul." Bir şeyler söylediğini duydum ama odaklanamadım çünkü arkadan ona doğrultulmuş bir silah vardı. Yerime çivilenmiş, ardına bakakalmıştım. Bir şeyler söyleyip onu uyarmak istedim, yapamadım. Dudaklarımı aralasam boğazım düğümdü. Hızlı bir hareketle adamın kolunu kavradı, büktü ve tehlikeyi savurdu. Birkaç hamlede karşısındakinin silahını almayı da başardı. "Geri çekil." Yine bir sessizlik hakim oldu odaya. Pes eden siyah gömleğinin bir kolunun tamamen ıslak olduğunu ancak fark ettiğim adam oldu. Odadan çıkmadan önce Emir'e yaklaştı ve bir şeyler fısıldadı. Her ne söylediyse Emir dikkatini bana vermeden önce belki on dakika karşısına dikti gözlerini, yumruğunu giderek sıkılaştı. Uzun dakikaların büyük kısmını korkumu yaşayarak geçirdim. Yaşlar aktı gözlerimden. Ağladım, ağladım usulca, ağladım sessizce. Muhtemelen bir anlığına bilincimi kaybetmiştim çünkü gözlerimin ıslandığını fark ettikten sonra ilk algıladığım şey Emir'in bana seslenişiydi. "Alçin, duyuyor musun? Bir tepki ver lütfen." Önümdeki bakışlarımı gözlerine çıkardım. "Söyle." Sesim kısık ve pürüzlüydü. Yutkundu. "İyi misin?" "Hayır." "Konuşmak..." Sesi gittikçe kısıldı. Boğazını temizleyip sordu. "Konuşmak ister misin?" Cevap vermeden gözlerine baktım. "Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" "Onun buraya gelmesinin seninle bir ilgisi var mı?" Cevap vermedi. "Yoksa sadece barda onu yaralamam ve kaçmamla mı ilgili?" Gözlerini kaçırdı. "Özür dilerim." Sesi kısıktı. Kısık değildi, fısıltıydı. Tükenmiş tüm gücümün kanıtı olarak ben de fısıldadım. "Git."
_ Bölüm hakkındaki düşünce ve eleştirileriniz? Görüşmek üzere... |
0% |