Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 5: Kâbus

@mainci

 

Keyifli okumalar

_

Nefesim kesilene kadar ağlıyordum. İçimde korku vardı. Ürperiyordu bedenimde dokunulan her nokta. Çırpınıyordum, boşa. Gürültü vardı. Çok fazla gürültü, patlamalar... Silah bana döndü, ateş edildi. Yaşlarım durmuştu. Ama korku vardı. Dehşetle bakıyordum namlunun ucuna. Saniyeler içinde tetiğe basılacak ve bir kurşun kalbimi delip geçecekti. Kanlar içinde acıyla kıvranacak ve nefes almayı bırakacaktım. Belki de bu kadar uzun sürmeyecek, yalnızca ölecektim.

Çığlık atarak doğruldum yataktan. Bakışlarım bulanık, yanaklarım ıslaktı. Yaşlarımı kuruladım birkaç defa, yenileri aktı durdu ardına. Ben de izin verdim.

Hıçkırıklarım durunca biraz daha sakinleşmek adına su içmek istedim. Komodinimdeki sürahinin boş olduğunu görünce yataktan kalktım. Kırık kapının yanından geçerken yaşlarım tekrar hızlandı. O kapının hemen yanında duruyordum. Belimde ürpertici bir sıcaklık geziniyordu. Ağlıyordum. Korkuyordum. Sonra silah bana doğruluyor, ateş ediliyordu. Gözlerim sımsıkı kapanıyordu. Öleceğimi düşünüyor, acıyı bekliyordum. Kanı hissetmeyi bekliyordum. Hiçbir şey hissetmeyince öldüm sanıyordum. Gözlerimi açtığımdaysa henüz vakit vardı.

Boğazıma hıçkırıklar dizildi, ağlamam şiddetlendi. Titreyen vücudumu arkamdaki duvara yasladım. Ayakta durmam için yeterli gelmeyince dizlerimi kırdım, yavaşça oturdum.

Korkuyla ağladım belki yarım saat. Artık yaşlarım akmıyor, yalnızca gözlerim yanıyor ve ağrıyordu. Kesik soluklarım düzene girmeye başlamışsa da ara ara sertçe öksürüyordum.

Dizlerimde bir parça güç bulunca ayağa kalkıp odadan çıktım. Mutfağa gidip su alacaktım ancak kapının önüne gelince adımlarıma bıçak dayandı. Olanlar yine aklımda canlandı. Boğulacakmış gibi hissederek kendimi bahçeye attım. Ayakkabılarımı gelişigüzel ayağıma geçirdim. Ayakucumdaki bakışlarımı derin bir nefes alırken yukarı kaldırdım. Gördüğüm takım elbiseli adamlarla çığlık atıp kaçacak yer aradım. Evin çevresinde çember oluşturdukları için biraz alanım vardı, kendimi duvara yaslayarak daha güvende olabileceğim dürtüsüyle geri geri adımladım.

"Alçin!"

Korkuyla iç çektim ve kendimi duvara bastırdım. Emir yavaş adımlarla yanıma geldi.

"Duyuyor musun beni?"

"Duyuyorum."

Sesim hem çok fazla ağladığımdan hem de bağırmasına irkildiğimden kısıktı. Arkasındaki birine bir şey işaret etti. Jestleriyle yatıştırıcı ses tonuna destek vererek konuştu.

"Benim adamlarım hepsi. Bir sorun olursa diye nöbet tutuyorlar. Korkmana gerek yok."

Ellerimi saçlarıma daldırıp sakinleşmeye çalıştım. Nöbet mi tutuyorlar? Hah!

Adamlarından biri gelip bana su uzattı. Alıp birkaç yudumla kuruyan boğazımı ıslattım. Sonra kendimi çimlerin üzerine bıraktım. O da diz çöktü. Yüzümü ovuşturmaya başladım.

Birkaç kez bir şeyler söyleyecek oldum, vazgeçtim. Ne anlamı vardı ki?

"Adamlarını topla ve bir daha karşıma çıkma."

"Biraz sakinleştiğinde konuşalım."

"Sakinleştiğimde konuşalım?" Diye tekrarladım yavaş yavaş.

Cevap vermedi. Gözlerime bakmakla yetindi.

"Biraz su içmek istemediğine emin misin?"

Elimde tuttuğum, kapağını bile açmadığım suyu işaret etti. Gerçekten ihtiyacım olduğu için karşı çıkmadım. Neredeyse şişenin yarısını bitirdim. Şişeyi kapatıp yanıma koydum ve başımı arkaya atıp biraz bekledim.

"Ne söyleyeceksen söyle ve git artık."

Kısa süre gözlerimde oyalandı. Sonra yola doğru uzaklaştırdı bakışlarını.

"Fazıl"

"Dünkü adam mı?"

Ona baktım, başını salladı. Gözlerimizi buluşturmadı.

"Tekrar gelebileceğini..."

"Biliyorum."

Bu kez bana döndü. Kısık bir sesle devam etti.

"Tehlikedesin."

Gerçek, beynime ok misali saplandı. Saatlerdir hiç varamadığım kadar net vardım farkına. Acı ve korku bir yana tehlikedeydim. Benim de sesim kısıldı, gözlerimi önüme çevirdim.

"Bunu da biliyorum."

"Ne yapacağını da biliyor musun?"

"Evet."

Önce ailemin evine geçecek, yeni bir ev bulduğumda da taşınacaktım.

"Tahmin edeyim, taşınacaksın. Burayı bulmaktan daha mı zor olur sence?"

Öfkeyi iliklerime kadar hissettim. Bir de dalga mı geçiyordu benimle?

"Yurtdışı..."

"Yarım saat sürer. Onun daha salak olduğunu hesaba katarsak bir saatliğine rahat edebilirsin sanırım. İtalya mı, İspanya mı dersin?"

Bu adam cidden... Sinirle güldüm. Sesimi biraz yükselterek ben de alaya vurdum.

"Bilemedin, Portekiz. Sen Rusya mı dersin, Hollanda mı? Hatta dur dur. Tahmin edeyim, Rusya!"

"İyi seçim. Filmlerden mi yoksa kitaplardan mı gördün bakalım?"

Gözlerimi devirdim, sonra da kapattım. Derin nefesler alıp vererek sakinleşmeye çalıştım.

"Benimle gel. Bir süreliğine benimle kal."

Gözlerim hızla açıldı, bakışlarım onunkileri buldu. Reddedecek oldum fakat benden önce davranarak yeniden konuştu.

"En azından bir dövüş dersi alana kadar yardım etmeme izin ver."

Kaşlarımı ciddiyetini sorgulayarak kaldırdım. Kurşundan korunmak için harika bir fikirdi çünkü (!)

"En azından ben sorunu çözene kadar demek istemiştim."

"Sen insana kafayı yedirtirsin."

Başımı hem hayretten hem de ret anlamında iki yana salladım ve ekledim.

"Kalsın. Gidin artık."

"Kalamaz Alçin. Ya ne yapacaksın?"

"Orası benim sorunum. Ya seni niye ilgilendiriyor?"

Yanıtsız kaldı, gözlerini gözlerimden çekmedi.

"Aradığın kişi için endişeleniyorsun değil mi? O olmadığımı söylemiştim. Seninle daha fazla vakit geçirmek daha fazla tehlike..."

"Öyle ya da böyle! Zarar görmeni istemiyorum. Benimle daha fazla vakit geçirmek daha fazla göze batman demek ama benimle kalmak seni koruyabilmem de demek."

"Beni korumak için bir sebebin yok! Sen de anladığında daha çok batarım."

"Alçin olarak da zarar görmene izin vermem. Asla göz yummam masum birinin canının benim yüzümden yanmasına."

"Garantisini verebilir misin?"

"Daha iyi bir çıkış bulamazsan denemeye değer. Biraz yalnız kalıp sakince düşünürsen kendin için en mantıklı olanı bulabilecek bir kadınsın. Bu yüzden şimdilik gidiyorum ama üstüne düşün. Tekrar geleceğim."

Ayaklanıp kıyafetini düzeltti. Ben de ayaklandım. Son sözlerimi söyleyip yüzüne tekrar bakmadan eve ilerledim.

"Her kaçış bile senin korumandan iyidir. Silahlı bir yabancıya canımı emanet edecek değilim. Yapacağım en büyük aptallık olur bu!"

"Daha iyi bir çıkış bulamazsan denemeye değer."

"Daha iyi bir çıkış bulamazsan denemeye değer."

"Daha iyi bir çıkış bulamazsan denemeye değer."

Yüzümü ovuşturmayı bırakıp saçlarımı çözdüm. Başımın ağrısını geçirecekmiş gibi karıştırdım. Sesi zihnimde yankılanıp duruyordu ve ben gerçekten daha iyi bir çıkışa ulaşamıyordum. Ona güvenmekse tam bir hata olurdu.

Önümdeki suyun son damlalarını içip koltuktan kalktım, yatak odama ilerledim. Üstüme bir hırka geçirip gelişigüzel de bir çanta hazırladım, evden çıktım.

Ailemin yanına gidip hem fikir danışmak hem de en azından bir süreliğine güvenli bir yerde kalmak iyi olacaktı.

Çağırdığım taksinin artık gelmiş olacağını düşünerek bahçeye çıktım, kontrol ettim. Araç henüz gelmiş park ediyordu. Kapımı kilitleyip arabaya ilerledim. Şoföre adresi verip kapıya yaslandım, yolu izlemeye başladım. Birkaç dakika içinde arabanın beni, bebeği sallayan beşik gibi sallaması; yaşananların ve geceyi uykusuz geçirmemin yorgunluğunu günyüzüne çıkardı, gözlerim kapandı.

Uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordum. Düşünceler de korku da beni rahat bırakmış, bedenim sanki uyuşmuştu. Arabanın yavaşladığını hissettim. Durmaya mı hazırlanıyordu? Ne çabuk gelmiştik? Bir ara uykuya daldığım için bana böyle mi hissettirmişti yoksa?

Gözlerimi aralayıp ayılmaya çalıştım. Bu sırada araç tamamen durdu. Camdan dışarı baktığımda ana yolun ortasındaydık. Çevrede bir sürü siyah, takım elbiseli ve araç vardı. Korku ve soğuğun bedenime işlediğini hissettim. Bir şeyler söyleme ihtiyacıyla şoföre döndüğümde bir kez daha namlunun ucundaydım.

"İn arabadan!"

Kapıyı açmaya yönelen elim, hatta tüm bedenim titrerken arabadan indim. Hemen yanımdaki bir adam kolunu omzuma dolayıp silahını şakağıma dayadı. Silahın metali o kadar soğuktu ki buz kesen bedenim bile aradakı sıcaklık farkını hissetti. Aldığım nefes titredi. Kalp atışlarımı elimi göğsüme koymadığım hâlde hissedebiliyordum.

Kendi durumumu algıladığımda gözlerim karşısında gördüklerinin de farkına vardı. Adamlardan biri bana olmakla birlikte kendi içlerinde birbirlerine silahlar doğrultmuşlardı. Burada iki taraf vardı!

Namlusunu bana dayayan adama doğrulmuş silahlardan biri tam karşımdaydı. Tarafları az çok seçemiyor olsaydım bana doğrultulan bir başka silah olduğunu düşünebilirdim ama hayır, beni koruyan bir silahtı ve eminim Emir için çalışan birinin elindeydi. Sözleri bu düşüncemi destekledi.

"30 var mısınız lan?"

Alayla güldü. Ekledi.

"Söyle abine, Thiago geri dönerse onun için geri dönüşü olmaz. Şimdi..."

Yavaş adımlarla bize yaklaştı, tam önümde durdu.

"Canımız sıkılmadan halledelim şunu, bölük."

Şakağımdaki silah indi, bedenim serbest bırakıldı. Arkamdaki kişi bir adım gerileyip komut verdi.

"İndir silahları! Trafiği açın!"

Fazıl'ın sağ kolu gibi biriydi sanıyorum ki itirazsız emri yerine getirildi. Araçlara doluşup uzaklaştılar.

Olduğum yere çöktüm. Hayır, bacaklarım beni taşıyamadı ve düştüm. Düşünce dizlerim hemen soyulur, düşmek bile acı verir, ağlardım ben. Burnum bile sızlayamadı o an. Ellerimi yere dayayıp başımı eğdim, gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalışmaktan öte uykuya dalmaya çalıştım. O anda, o hâlde yalnızca uyumak istedim. Belki de birden uyanmayı ve her şeyin koca bir kâbus olmasını...

Koşarak yanıma gelen, hatta hızını alamayıp adeta benim gibi düşen kişi Emir'di. Bakmasam da o olduğunu anladım. Zaten tereddüt etmeme vakit kalmadan sesini de duyurdu.

"Alçin!"

Bir şeyler söyleyecekti, uzun uzun konuşacaktı. Nefesini alırken anladım. Ancak dinleyecek hâlim yoktu. Elimi kaldırarak onu durdurdum. Başımı ona çevirip gözlerimi açtım. Yüzündeki endişe miydi?

"Kabul, seninle geliyorum."

Sesim kısıktı, bir fısıltıdan bile ibaret olmayabilirdi. Sonra titremeye de başladı.

"Fakat o namlu bir kez daha bana doğrulursa ateşlenmiş de olsun. Gün gelir, tetiğe kendim basarım."

"Bir daha asla sana doğrulmayacak."

Onun da sesi kısıktı. Nefes nefese başını iki yana sallarken yanıtlamıştı.

Yerden destek alıp dizlerimin üzerine kalktım. Başımdaki şiddetli ağrı ve dönmeyle tamamen ayaklanacak gücü bulamayarak biraz bekledim. Elleri kollarımı hafifçe kavradı. Ondan destek alarak ayağa kalktım.

"Yürüyebilecek misin?"

Titreyen dizlerimdeki gözlerim gözlerini buldu. Ona tutunmayı bırakıp sarsak bir adım atarak cevaplamış oldum.

Beni yönlendirdiği arabaya binip başımı koltuğa yasladım, gözlerimi yumdum. Yorgun olduğumu düşünecek hâlim bile yoktu.

Uyuyup uyumadığımın dahi farkında değilim. Bildiğim tek şey araba durana kadar karanlığa sarıldığımdı. Kısık bir ton seslendi.

"Uyuyor musun?"

Güldüm. Bu cümle hep komik gelmiştir. Gözlerimi açmadan yanıtladım.

"Evet."

"Güzelmiş."

"Hm?"

Gözlerimi açınca gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Şoför koltuğundan oturduğum arka tarafa dönmüş bana bakıyordu.

Şaşkınlığıma olsa gerek daha çok gülümseyerek arabadan indi. Fazla takılmayarak ben de inmek istedim, bir şey buna engel oldu. Emniyet kemerini ne ara takmıştım ben? Ne kadar da dalmışım?

Arabadan inince çevremi inceledim. Anayolun sanki iki şehrin arasındaki bir noktasındaydık. Karşımdaki villadan başka binanın bulunmadığı bir yerdi. Evin bahçe sınırı belirlenmiş, geri kalan araziyse işlem gördüğü belli, güzel bir ormandı. Ağaçların arasındaki yürüyüş yolu oldukça şıktı. Burayı tesadüfen görseydim nereye bağlı olduğunu sorgulamadan o yolu yürürdüm. İstemsizce bir adım ileri attığımda devamını görmek için heyecanlandığımı fark ettim.

Heyecanımı söndüren şey Emir'in arabasının ardına akın akın park yapan araçların sesi oldu. Nerede olduğumu hatırladım, bu solana kadar fark etmediğim gülüşümü fark ettirdi. Bahçe kapısının önünde biriyle konuşan Emir yanıma geldi, kollarını iki yana açarak konuştu.

"Fakirhaneme hoş geldin."

Ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi.

"İçeriyi de görmek istemez misin?"

"Başıma yıkılmayacaksa isterim. Biraz harap görünüyor."

Ben de alaya alırken kollarımı göğsümde birleştirip eve adımlamaya başladım.

Bahçe duvarı açık renk taşlardan oluşuyordu. İki katlı, genel yapısı taş bir evdi. Çatısı taşların rengiyle örtüşen bir krem tonunda, ahşap yapıdaydı. Pencereler ince, siyah şeritlerle ayrılıyordu. Çimlerin üzerindeki aralıklarla yerleştirilmiş taş yoldan geçerken gözüme çarpan bir diğer şey sağımda kalan basket sahasıydı. Solumdaysa küçük bir havuz vardı. Bir top havuzu? Ah, tabii, kızı için olmalıydı. Havuzun karşısı, evin yan tarafında oturma alanı... Şimdilik görebildiğim buydu. Evin kapısında bekleyen iki koruma vardı. Biri bize kapıyı açtı ve bu kez de gözlerim salonda gezindi.

Krem ve mavi tonlarında çok şık bir iç dekoru vardı. Bir dakika, bir dakika...

"Asansör mü şu? Alt tarafı on basamak çıkmaya üşenmiş olamazsın."

Tepkime güldü.

Mutfak olduğunu seçebildiğim odaya ilerlerken cevap verdi.

"Hamileler için zor oluyor. Ayrıca on üç basamak var orada."

Eşi için yaptırmıştı. Doğrusu çok ince bir davranıştı. Sahi ailesi neredeydi?

Ne yapacağımı bilemeyerek ben de peşinden ilerledim. Kahve yapıyordu.

"Sormayı unuttum, içer misin?"

İstemediğimi belirten bir el hareketi yaptım.

"Ben burada mı kalacağım?"

Arkasındaki bana kısa bir bakış atıp işine devam etti.

"Bu yüzden gelmedin mi?"

"Yani, şey, eşinin haberi var mı? Benim kalmam garip. Nasıl soracağımı tam bulamadım da."

Kahvesine eklediği sütü karıştırırken tezgaha yaslanmıştı. Yüzü bana dönüktü.

"Eşim mi?"

Tezgahtaki cam fanustan küçük bir çikolatayı ağzına attı. Birkaç tane daha alıp bana da uzattı. Birini aldım. Çikolataya asla hayır diyemezdim sonuçta. Yemeden önce sorusuna karşılık verdim.

"Eşin, eş, evlendiğin kadın, çocuğunun annesi?"

Güldü.

"Alışveriş merkezinde gördüğün kadın ve çocuktan mı bahsediyorsun?"

"I-ı."

Ağzım dolu olduğu için önce bu tepkiyi verdim. Çikolatayı emerek yiyenlerden olduğum için bitirmem uzun sürüyordu. Sonra elimle ağzımı kapatarak ekledim.

"Kafede gördüğüm kadın ve çocuktan bahsediyorum."

Gülümsedi.

"Ablam ve yeğenim, burada yaşamıyorlar. Ayrıca senden haberleri var."

Anladığımı belirtmek adına başımı salladım.

"Neli bu çikolata?"

İçinde bir şeyin parçacıkları vardı. Seçemesem de tadı çok hoşuma gitmişti. Ayrıca bitterliydi. BİTTERLİ.

"Bilmem. Sevdin mi?"

"Bir tane daha alabilir miyim?"

Çikolata fanusunu yanımdaki masaya bıraktı. Kendine bir sandalye çekerken bana da teklif etti.

"Otursana."

Karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.

"Yatak odaları üst katta. Mutfağın karşısındaki üç oda var bir de. Tabii bu katta biraz ses oluşabilir, rahatsız edebilir. İstediğin herhangi birini seçebilirsin. Her odanın banyosu kendi içinde. Mutfak burası, salon ve bahçeyi gördün. Alt katta..."

"Üç kat mı var? İki sanmıştım."

Gereksiz bir noktaya takıldığım için anında utanç hissettim. Gülümsedi. Dalga mı geçiyordu yoksa benimle? Kaşlarım çatıldı.

"Yüzmeyi sever misin? Aşağıda havuz var."

Başımı ret anlamında salladım.

"Senin olayın çizmek, değil mi?"

Bu kez de onay anlamında salladım başımı. Çikolataya tamemen odaklanmış durumdaydım. Elimdekini ikiye bölmüş, içindeki parçacığa ulaşmaya çalışıyordum. Tadı gerçekten çok güzeldi.

Yanaklarımı şişirip havayı üfledim. Parçacık çok küçük olduğu için doğru düzgün ayıramamıştım bir türlü. Ben de uğraşmayı bırakıp ağzıma attım.

Arkama yaslanıp başımı kaldırdığımda yine gülümseyerek beni izliyordu.

"Ne? Merak ettim, tadı çok güzel."

Ben masumum der gibi ellerini havaya kaldırıp indirdi. Kahvesinden bir yudum daha aldı.

Kahvesi bitene kadar sessizce oturmaya devam ettik.

"Odalara bakalım mı?"

Ayağa kalkarak kabul etmiş oldum. Eliyle kapıyı gösterip beni yönlendirdi. Mutfaktan çıkınca ben merdivenlere yönelmiştim, o asansöre. Sonra değiştirip yanıma geldi.

"Alışkanlık"

Asansörü kullanması söylediği şeyden dolayı bir anlığına onu hamile düşünmeme neden olunca dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu saçma düşünceyi kafamdan silip fazla ilerlemeden onu durdurdum.

"Vazgeçtim. Bu kattan bir oda seçeceğim."

Omzunun üstünden bana baktı.

"Emin misin?"

"Her zaman en kolay ulaşımı tercih ederim. Umarım sık misafir ağırlamıyorsundur."

"Her sabah işe gidiyorum sonuçta. Özellikle mutfağı kullanıyorum."

"Harika, yarın iki tabak çıkar."

Önüme ilk gelen odayı işaret edip ona baktım, onay bekledim. Eliyle odaya geçmemi belirten bir hareket yaptı. İlerleyip içeri girdik. Yine krem ve lacivert dekorda şık bir odaydı.

"Herhangi bir şeyde değişiklik yapmak istersen kapıdaki birine söyleyebilirsin."

Başımı iki yana sallayarak odanın penceresine doğru adımladım.

"Belki de kıyafetlerimi bile yerleştirmeyeceğim bir misafirlik olacak."

Omzumun üstünden ona baktım. Kollarını gögsünde bağlamış, tek omzunu duvara yaslamıştı.

"En kısa zamanda sorunu çöz ve beni gönder diyorsun yani?"

Sessiz kalarak önüme döndüm.

"Sen yemeğe kadar biraz dinlen istersen. Çantanı da getirirler birazdan. Bir şeye ihtiyacın olursa yukarıda, koridorun sonundaki odadayımdır."

Yine sessiz kalarak bahçeyi incelemeye devam ettim. Ve kısa sürede kapının kapandığını duydum.

Gözleri kan ağlıyordu.

Kan çanağına dönmüş yuvalardan akan yaşlar sudan değil, kandandı; evet.

Kanadı kırık bir yavruydu.

Kanadı kırık, çaresiz ve yaralı bir yavruydu.

Acıyordu.

Kanadı da canı da acıyordu. Acı acı haykırıyordu.

Yanıyordu.

Bedeni ateşler içindeydi. Yüreği yanıyordu. Kısılmaya başlayan sesi de yanıktı.

Ürperiyordu.

Mevsim soğuk, korkusu yetişkindi.

Yavru bir cesareti de yok değildi. Kurtulmayı, kaçmayı denemiş; çok çırpınmıştı.

Yorulmuştu. Yalnızdı.

Pes etmişti. Artık hazırdı ölüme. Yolun sonuydu, kabul etmişti. Kurşunun alnını delip geçmesini bekliyordu sadece.

Kartal saymaya başladı: 7, 6, 5, 4...

Sağır edici gürültüde bir fırtına koptu. Çalı kuşunun gözyaşları yağmur olup yağdı. Patlamalar şimşek olup çaktı zihninde.

Gök son kez gürledi kuş için. Ardı zifiri karanlık...

Gözlerini açtığında yavrunun kâbus ya da gerçeğinden geriye kalan pustu. Ölüm ya da yaşamından kalan maphustu.

Kırık kanadını görmek için karşısına geçtiği ayna da görüşünü bulanıklaştıran loş ışık da kırıktı.

Yansımayı gördükçe yağan yağmurların ardındaki bulutlar kırgındı.

En çok kafesi kırıktı. Kırık kafesinin parçaları kalbine saplanıyordu.

Kanadıkça kanıyordu.

Gördüklerine dayanamayıp aynaya arkasını döndü. Karşısında yine bir ayna vardı. Sağına döndü, ayna vardı. Soluna döndü, ayna vardı.

Yanından ışık, hızında demetler hâlinde geçti. Zamanın akışı değişti.

Ciğerleri hızlı hızlı şişip sönmeye başladı. Aldığı nefeslerin yetmediğini hissederek daha sık nefes aldı. Lakin onlar da yetmedi. Boğulacağını hissetti.

Kaçmaya başladı. Aynalar belirmeye devam ederken bulduğu açıklıklardan kaçmaya devam etti.

Kaçışını sonlandıran şey tüm odanın aynalarla dolmasıydı. Gidecek yeri kalmamıştı. Başını çevirdiği her tarafta yansımalar vardı; yansımalarda korku ve acı.

Etrafında dönüp durdu yavru. Bir çıkış aradı, bulamadı. Yansıyanları görmek istemiyordu, olanları hatırlamak istemiyordu fakat kurtulamıyordu!

Mavilerini yumup çığlıklar atmaya başladı.

Korkuyla çığlık atmaya başladım. Odanın kapısını adeta kırarak açıp kendimi dışarı attım. Nereye gideceğimi bulmak istedim, yapamadım. Karanlıktı, zifiri karanlık. Nereye varacağımı bilmeden koşmaya başladım. Soluklarım birbiriyle yarışıyordu. Birden ışıklar yandı. Önümü görebilmeye başladığımda mutfaktaydım. Elimde bir bıçak tutuyordum. Karşımda bir takım elbiseli vardı. Yüreğimde korku...

Gözlerimi açarak karanlığı yok ettiğimde mutfaktaydım ve elimde bir bıçak tutuyordum. Karşımda biri vardı. Yüreğimde korku...

Bıçağı ona doğrulttum. Üstüme yürümeye başladı. O bir adım bana geldi. Ben bir adım geri gittim. Sırtım mutfaktan bahçeye açılan kapıyla buluşunca kendime kaçacak alan yaratmak adına gözlerimi karşımdakinden ayırmadan kapının koluna bastırdım. Bir adım daha attı. Bir adım daha atarak bahçeye çıktım.

"Uzaklaş. Saplarım. Umrumda olmaz."

Bir adım daha gerilediğimde bu son olmuştu, bir şey beni engellemişti. Yüzümü ona dönünce onun da bir takım elbiseli olduğunu fark ettim. Namlusu yere bakan silahının sürgüsünü çekiyordu. Nefesim öylesi hızlandı ki ciğerlerim patlayabilirdi. Kalbim öyle bir atıyordu ki göğüs kafesimi kırabilirdi.

Birinin aniden görüş açıma girmesiyle irkildim. Refleksle yere bakan bıçağı ona doğrulttum. Keskin demirin ucu kıyafetine temas ediyordu.

"Bir daha asla sana doğrulmayacak."

Bir hıçkırıkla beraber elimi indirdim. Farkına vardığım şey onun Emir olduğuydu.

"Alçin" diye fısıldadı. Kalbindeki buğulu bakışlarımı yukarı çıkardım.

"Beni duyuyor musun?"

Belli belirsiz başımı sallayarak onayladım. Benimle birlikte başını salladı.

"Kim olduğumu biliyor musun?"

Bunu da başımla onayladım. Ardından fısıltıyla ekledim.

"Emir"

Sesim bağırmaktan çatlamıştı.

"Neredeyiz?"

Çevreyi kısaca gözlemlediğimde yalnızca bizim bulunduğumuz bahçedeydik.

"Bahçede."

"Evet, bahçede."

Göğsü yavaşça havalanıp indi.

"Korkuyor musun?"

Gözümden birkaç damla aktı

"Neyden korkuyorsun peki?"

Gözlerim kapanıp yaşlarım hızlanırken sustum. Bana yaklaştığını hissettim. Başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı okşamaya başladı.

"Burada seni korkutan bir şey var mı?"

"Yok."

"Sadece kâbustu değil mi?

"Kâbustu."

"Kâbustu. Geçti. Sorun yok, geçti."

Bir eli omzumu buldu. Yavaşça elime kadar indirdi elini. Bıçağı tuttu ancak almadı.

"Bıçağa ihtiyacın var mı? Hâlâ tehlikede misin?"

Sessizce ağlamaya devam ettim.

"Değilsin değil mi? Öyleyse onu alabilir miyim?"

Elinin altında bıçağı tutan, hatta belki de artık tutamayan elimi çektim. Bıçağı bir köşeye fırlattıktan sonra eli sırtımı buldu. Beni kendine çekmedi. Hislerimse beni buna yönlendirdi. Bir adım atıp başımı göğsüne bastırdım. Ona iyice sokuldum. Sırtımdaki kolunu sıkılaştırarak sardı beni.

Ne kadar süre ağladığımı bilmiyorum. Fakat karanlık beni bir kez daha içine hapsetmeden önce en ufak şeyi düşünemeyecek kadar bitkin düşmüştüm.

Sonunda tüm aynalar sese dayanamayarak parçalandı. Zemin cam kırıklarıyla dolsa da kısa bir kaçış gerçekleşmişti, geçici bir özgürlük elde edilmişti.

Bitkin düşen yavru tekrar karanlığa verdi kendini.

_

Son sahnelerde kafanız karışmış ise beklemede kalın. Çünkü bu günü bir de Alvaro anlatacak, yakın gelecekte.

Çikolata neli diyorsunuz?

Tabii ki bölüm hakkındaki düşünce ve eleştirilerinizi de istiyorum.

Görüşmek üzere...

 

Loading...
0%