Yeni Üyelik
14.
Bölüm

10. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

"Hatice'lerde bir sorun var! Hem de büyük bir sorun!" diye düşündü Gonca; bir ay öncesine kadar Münir Bey'in sekreteri olan, şimdi aynı görevi Nedim Dilmen için devam ettiren Hatice Hanım'ın seri adımlarına ayak uydurmaya çalışırken. Uzun ya da kısa, şişman ya da zayıf, yaşlı ya da genç fark etmez; hepsi ama hepsi muhatapları üzerinde hakimiyet kurma, onları yönetme konusunda zorluk çekmiyordu. Gonca; Hatice Hanım'ın dimdik omurgasına, kadının sanki sırtında gözleri varmış gibi kaçamak bir bakış atıp, "Ve korkutmakta!" diye düşündü.

Bu türün, Hatice türünün, bir örneği de evde vardı. Her ne kadar önündeki kadından çok daha kısa, çok daha dolgun bir bedene sahip olsa hatta çoğu kişi gördüğünde, "Aaa... Ne tatlı kadın!" diye düşünse de aynı baskın ruha, aynı çelik iradeye o da sahipti. Annesi olan kadın yandan şöyle bir baksa, kaç yaşına gelmiş Gonca hemen tırsar ve tırstığını itiraf etmekten zerre gocunmazdı. Bilirdi ki kim olsa Hatice Hanım'ın o bakışına aynı korkaklıkla yanıt verirdi.

"Biraz bekleyin lütfen!"

Gonca, Hatice Hanım'ın emir gibi algıladığı ricası üzerine "pat" diye duruverdi. Hatta neredeyse, bir ayağı havadayken duruverdi ve Hatice Hanım, önlerindeki büyük ve gösterişli kapıyı tıklatırken sessizce bekledi.

Buraya daha önce, Münir Bey odanın sahibiyken, birkaç defa gelmişti ama bu ziyaretlerinin birinde bile, buna ilk sefer de dahil, kalbi bu kadar hızlı çarpmamış; bacakları yeni doğmuş bir tayın güçsüzlüğüyle titrememişti. Şimdi etrafında onu çok yakından tanıyan Nisan olmadığına göre kendine rahatlıkla itiraf edebilirdi ki Suzan, Hatice Hanım tarafından yukarıya çağrıldığını ve gerçekte çağıranın kim olduğunu söylediğinden beri aynı durumdaydı. Nisan'la sakin sakin gevezelik edip onunla üst kata çıkarken, hatta onunla az sonra karşılaşacağı adamla ilgili şakalaşırken de.

Kendine ya da bir başkasına, bu başkası Nisan bile olsa, küçük bir çocuk gibi çaresiz ve korkak hissettiğini belli etmek istememişti, tıpkı ardında Hakan Alagöz'ü gizleyen kapının önünde dikilirken hala öyle hissettiğini Hatice Hanım'a belli etmek istemediği gibi.

Az sonra Nisan'ın, bir gün dışında, son bir aydır "Velinimetimiz Efendimiz" diye arkasından homurdandığı adamı göreceği gerçeğine karşı vücudunun verdiği bu istemsiz tepkiler onu deli ediyordu. Bir doktor olarak bu kadar gerginken bu tepkilerin kendiliğinden yok olamayacağını da çok iyi biliyordu ama ne yazık ki kendisini ne kadar zorlasa da gevşemesi mümkün değildi.

Derin ve bir parça sesli bir nefes alarak Hatice Hanım'ın önlerindeki kapıyı açmasını izledi. Anlaşılan kendi düşüncelerinin arasında kaybolmuşken içeriden giriş onayı gelmişti.

Gonca; son bir ayını bu odaya çağrılacağını düşünerek geçirmişti, çağrılmayacağını umarak. Olanlar yüzünden böyle bir umuda bel bağlamaması gerektiğini bilecek kadar aklı başında olsa da yine de umut etmişti. Küçük bir umut. Minnacık! Kendinin de inanmadığı...

Ama o umut gerçek olmuştu: Bir hafta geçmiş, ikincisi de hızla onu takip etmişti. Üçüncü haftayla birlikte Gonca, kendini, Hakan Alagöz'ü acımasızca intikam peşine düşmüş bir serseri olmadığı için takdir ederken bulmuştu. Sebebi sadece adamın onu ayağına çağırıp aşağılayarak işine son vermemesi değildi, ki ilk hafta rüyaları hep bu sahnenin değişik versiyonlarıyla doluydu, Nisan'ın departmanını ziyaret ettiğinde ona karşı son derece objektif ve adil yaklaşımıydı.

Hakan Alagöz, "brunch"ı takip eden hafta sık sık, sonraki haftalarda da birkaç gün Darüşşifa hastanelerinin ana üssü sayılan bu binayı ziyaret etmişti ve arada bir, kısa zaman dilimlerinde, tıbbi bölümlere uğrayarak personelle konuşmuştu. Geçen haftanın ortasında uğradığı bölüm Kardiyoloji ve Kalp-Damar olmuştu. Tüm personeli başarılarından ötürü tebrik etmişti. Nisan'ın dediğine göre "tüm personel" sadece hekimlerden ibaret değildi. Onların yanında hemşireler, hasta bakıcılar, temizlikçiler de yeni iş verenlerinin övgülerinden nasiplerini almışlardı ve sonrasında büyük patronun alçakgönülllüğünü öve öve bitirememişlerdi.

Hakan Alagöz, Kardiyoloji ve Kalp-Damar'dan ayrılmadan hemen önce Nisan'a dönmüş, onu özel olarak tebrik etmişti. Bir cerrah olarak başarılarının herkesin dilinde olduğundan söz etmişti.

Doğal olarak o gün Nisan; Hakan Alagöz'den, ilk belki de son kez, bahsederken ılımlı sözcükler kullanmayı tercih etmişti. "Düşünebiliyor musunuz?" demişti Hatice Hanım'ın sardığı zeytinyağlı yaprak dolmasını ısırırken. "Adam sadece bizim hastanede değil, bu şehirdeki diğer Daarüşşifa hastanelerinde de bölümleri tek tek dolaşıp personelle iletişim kuruyormuş!"

Gonca, gözlerini hafifçe kısıp yandan bakarak, "Ben mi yanlış duyuyorum, yoksa sesinden hayranlık kokuları mı yükseliyor?" diye sormuştu.

Nisan cevap veremeden Mert atılmıştı:

"Eğer Hakan abi dediğin gibi tek tek hastanelerini dolaşarak personelini övüyorsa o zaman seni övmesinin pek bir değeri olmaz, öyle değil mi Nisan teyze?"

Delikanlının gülmemek için dudağını yandan yandan dişlediğini fark etmeyen Nisan, "Analı oğullu mutluluğumun içine ettiniz!" diye cırlamıştı.

Gonca, Hatice Hanım'ın Nisan'ın önündeki dolma tabağını sertçe çekerkenki yüz ifadesini şimdi bile hatırladığında gülmek istiyordu. Hatice Hanım; tabağı Nisan'ın uzanamayacağı bir köşeye koyduktan sonra, öfkeden kararmış suratını Nisan'a çevirmişti.

"Bence o dediğini dediğin için sen kendi yemeğine o dediğinden ettin Nisan!"

Nisan kırmızı ojeli parmaklarını ağzının önünde birleştirip, "Hii!.." diye feryat etmişti. "Hatice Sultan, özür dilerim! Çok özür dilerim! Gerçekten istemeden oldu!"

"Zaten isteyerek olsa seni evden dışarı atardım! Burada çocuk var ve sen nasıl konuşuyorsun?"

Mert sırıtarak, "O çocuk ben oluyorum!" demişti ve hemen ardından ensesini tutarak inlemişti.

"Acıdı!"

"Acısın diye vurdum zaten! Kız kaç haftadır azıcık mutlu, annenle sen sevincini kursağında bıraktınız!"

Gonca, araya girmenin ve itiraz etmenin anlamsız olacağını bildiği için sesini çıkarmamıştı. Hem... Annesi haklıydı.

"Hah işte Sultan! Ben de onu demek istedim!" diyen Nisan, gözlerini kırpıştırıp elini uzatırken, "Şimdi tabağı yeniden alabilir miyim?" diye sormuştu.

"Alamazsın! Demek istediğin neyse onu edeplice söylemediğin müddetçe alamazsın! Bir dahaki sefere bunu hatırlarsan iyi olur!"

Nisan; kollarını küskünce göğsünün üstünde kavuşturup, "Of ya!.." diyerek durumu protesto etmişti.

Bu, o akşam Nisan'ın en uzun diyaloglarından biri olmuştu ve esirgenen sarma tabağına rağmen patronu tarafından herkesin içinde övülmesinin hissettirdiği gurur ve mutluluk, aptal bir sırıtışın suratına maske gibi yapışıp kalmasına neden olmuştu.

Kendine gelip sohbete katıldığı nadir anlardan birinde, "Bu kadarını hiç beklememiştim." diye itiraf etmişti. "Yani adam resmen beni övdü. Öv-dü! Özellikle cerrahi başarılarımın inanılmaz olduğunu söyledi!"

Hatice Hanım gözlerini devirip, "Biliyoruz!" demişti. "Anlattın!.."

"Anlattım ama tontoşum, adam..."

"Adam akıllı!" diye kestirip atmıştı Hatice Hanım. "Çalışanını en iyi motive edecek şeyin başarılarını gördüğünü ve takdir ettiğini ona hissettirmek olduğunu çok iyi biliyor."

Nisan bir kez daha, "Öyle ama..." diye başlasa da devam etmeye yine fırsatı olamamıştı.

"Ama sen adamın seni mahvedeceğini falan düşünüyordun herhalde?" derken Hatice Hanım'ın kaşı havadaydı. "Muhtemelen Hakan Bey, senden ve Gonca'dan intikam alacak, hatta bunu yaparken bütünüyle ilkesiz ve ahlaksız bir adama dönüşecek ama sona yaklaştıkça tövbe edip ikinizden biriyle evlenecekti."

"Anne!"

Hatice Hanım kızına aldırmadan, "Bunlar artık pembe dizilerde ve hatta B sınıfı filmlerde bile olmuyor!" diye homurdanmıştı.

"Tontonum B sınıfı filmleri de bilirmiş!"

"Ya... Ne şaşırtıcı değil mi?" diyerek alay etmişti Hatice Hanım. "Anadan doğma gezen kabilelerdeki kadınlar gibi temel ihtiyaçlarım dışında hiçbir şeye aklım ermese sana göre daha normal olurdum herhalde?"

"Bak işte! Alındın mı tontoşum? Alınma, alınma! Ben senin ne kadar akıllı ve kültürlü olduğunu bilmez miyim?"

"Sırnaşma!" demişti Hatice Hanım, Nisan'ın boynuna doladığı kollarını çözmeye çalışırken. "Sırnaşma!"

Ama Nisan elbette sırnaşmaya devam etmişti.

Gonca, annesinin iddia ettiği gibi, Hakan Alagöz'ün ilkesiz ve ahlaksız birine dönüşerek intikam alacağını hiç düşünmemişti. Ayrıca intikam alsa ne yazardı? En fazla kovulurdu ve kariyerinin bu noktasında, halihazırda bekleyen teklifleri bir kenara koysa bile, iş bulma sıkıntısı yaşamayacağını bilmenin rahatlığı içindeydi.

Gonca'nın derdi... Yüzleşmek ve yaptıkları saçmalığı açıklamak zorunda kalacak olmanın utancını yaşamaktı. İşin kötü tarafı, yapacağı açıklamada zerre kadar mantık olmayacaktı. Bu yüzden adamdan haftalardır ses çıkmaması, trajik bir biçimde ona fırtına öncesi sessizliğini hatırlatmıştı. Sinirleri gerilmiş, gerilmiş, gerilmişti...

"Gonca Hanım..."

Gonca, deneyimli sekreterin kendine seslendiğini sanıp irkilse de kadın boğazını temizleyip sırtını daha da dikleştirerek, "Gonca Hanım geldiler efendim!" diye devam ettiğinde yanıldığını anladı. Kadının kararsız gibi, bocalar gibi çıkan sesi karşısında hissettiği şaşkınlık; bir erkeğe ait derinden gelen mırıltıyı duyar duymaz ortadan kayboldu.

Kalbi neredeyse boğazında atarken, "Bu nasıl bir talih?" diye düşünüyordu. "Nasıl bir talih ki ki bir arabaya çarpacaksın ve çarptığın arabanın sahibi yeni işverenin olacak?" Böyle bir şeyin gerçekleşme olasılığı neydi? Milyonda bir mi? Peki... Çarptığın arabanın sahibini oyuna getirdikten sonra, onun yeni işverenin olmasının olasılığı neydi? Milyarda bir mi? Eğer milyarda birse Gonca geri kalan dokuz yüz doksan dokuz milyon dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz kişiyi geride bırakarak yarışmayı kazanmıştı.

"Kör talih!" diye mırıldanırken, sesi Hatice Hanım'ınkine karışarak kayboldu.

"İsterseniz... İsterseniz, kendisinin fazladan birkaç dakika bekleyebileceğinden eminim!"

Teklifin Hakan Alagöz'den gelmediğini anlayan Gonca, Hatice Hanım'ın arkasında durduğuna memnundu çünkü şaşkınlıkla havaya kalkan kaşlarının alnına ulaştığından emindi. İçeride bu kadar kendine hakim bir kadını tedirgin eden ne olabilirdi?

Odanın gerisinden yine aynı erkek sesi yükseldi ve Hatice Hanım o sese teslimiyetle, "Peki... Nasıl arzu ederseniz." diyerek karşılık verdi. Sonra da Gonca'ya dönüp kapıyı biraz daha geniş açarak, "Buyurun Gonca Hanım." dedi. "Hakan Bey sizi şimdi görecekler."

Hatice Hanım'ın bu tip seremonisine daha önce Münir Bey'e yapmış olduğu ziyaretlerden aşina olan Gonca, ona, "Teşekkür ederim." diyerek karşılık verdi. Kapı arkasında kapanırken şaşkınlık ve ilgiyle daha önce bu geniş ve büyük odayı kaplayan ağır ceviz mobilyaların tamamının yerini modern çizgilerin hakim olduğu deri ve kumaş karışımı mobilyalara bıraktığını gördü. Bir duvarı kaplayan kitaplıkta, camlardan birinin önüne sere serpe yerleştirilmiş koltuk takımında ve köşedeki toplantı masasında bakışlarını gezdiren Gonca, minimalist çizgilerden çok rahatlığın ön plana çıkarıldığını fark etmişti. Aynı şey; sahibini bir bütün olarak görmeye izin veren siyah cam yüzeye sahip sade çalışma masası için de geçerliydi, tabii bugünkü sahibi o masanın başında duruyor olsaydı.

Gonca'nın Hakan Alagöz'ü araması gerekmedi. Başını hafifçe çevirmesiyle erkekle göz göze gelmesi bir oldu.

Kalbi tırıs gitmeyi bırakıp dört nala ileri atıldı, kulakları uğuldadı, geri adım atmamak için tüm iradesini kullanırken, "Allah'ım!" diye yakardı içten içe. "Allah'ım!"

Bu adamla iki kez karşılaşmışlardı, tam iki kez! İlkinde Gonca çok hastaydı ve onun arabasına çarpmanın şokunu yaşıyordu. İkincisinde içi korku doluydu ve ilkinden de beter bir şok yaşıyordu. Her ikisinde de Hakan Alagöz'ü güçlü biri görmüştü Gonca, hatta onun yakışıklı olduğunu da kabul etmişti ve her iki tespitini de erkeğin cinsiyetinden bağımsız olarak yapmıştı. Oysa şu an onun gözlerine, sadece gözlerine bakarken bile ilk ve tek algıladığı Hakan Alagöz'ün cinsiyetiydi.

Karşısındaki erkek, Gonca'ya bir kadın olduğunu olanca yoğunluğuyla hissettirmişti. Sadece varlığı, etrafını çepeçevre sarmıştı.

Gonca, sanki somut bir şeymiş gibi suratının ortasına çarpan bu tuhaf farkındalığın sebebinin ne olduğunu anlayamayacak kadar şaşkındı; hatta dehşet içindeydi. Hakan Alagöz, aynı Hakan Alagöz'dü; üstelik gözlerinde Gonca'yı beğendiğine ya da onu bir kadın olarak değerlendirdiğine dair bir bakış da yoktu vu bu, şu an hissettiklerini daha da kabul edilemez kılıyordu. Teni, hem utanç hem de heyecanla ısınırken algılarını köreltmek için gözlerini yumdu.

Bir aydır gelmesini hiç istemediği an, bu andı ve Gonca, bu anda, Hakan Alagöz'den çekinmeyi; utanmayı; belki bir parça da korkmayı mantıklı bulabilirdi ama ondan etkilenmeyi...

"Bu saçmalık!" diye düşünürken, çok değil, on beş-yirmi dakika önce Suzan'la konuştukları aklına geldi.

"Büyük konuşmuş olamam! Olamam! Ama ya..."

Düşünlerinin gittiği yön öylesine dehşet vericiydi ki gözlerinin hızla kırpışarak açılmasına neden oldu.

Bu kez Hakan Alagöz'ü bir bütün olarak gördü ve işte o anda Hatice Hanım'ın sarsılmaz kendine hakimiyetinin neden bozulduğunu anlamış oldu: Hatice Hanım, yıllarca Münir Bey gibi grantuvalet gezen bir adamla çalışmıştı. Oysa Hakan Alagöz?..

Gonca'nın bakışları, adamın uzun bacaklarını saran gri pantolonunu ince belinin etrafında sıkıca tutan siyah deri kemeriyle aynı parlaklıkta ayakkabılarının; üstten iki düğmesi açık, beyaz gömleğinin katlanmış kollarının ortaya çıkardığı tüylü esmer teninin, damarları belirgin ellerinin üzerinde gezindi.

Gözlerini yeniden kapamak istemesinin nedeni, gördüklerinin hislerini köreltme konusunda hiç yardımcı olmamasıydı; aksine sanki onlar, adamla ilgili her şeyi daha fazla fazla hissetmesine neden olmuştu. Bu yüzden direndi, bakışlarını yeniden adamın yüzüne dikti ve o anda Hakan Alagöz, "Ne düşündüğünüzü biliyorum." dedi. Dikkatle Gonca'ya bakıyordu. "Çünkü ben de sizin gibi düşünüyorum."

 

 

Loading...
0%