@majdafan
|
Gonca'nın bakışları Hakan Alagöz'ün saçlarına kaydı. Islaktı, ıs-lak! Bunu nasıl fark edememişti? Anlaşılan; Nisan'a, aslanın inine çağrılmasını yılın en sıradan olayıymış gibi anlatırken sadece Nisan'ı değil kendini de kandırmıştı. Zaten kalbi, daha bu odadan içeri adımını atmadan önce çıldırtıcı bir hızla atarak kendini kandırdığını Gonca'ya ispatlamıştı. Ve Gonca o haliyle yangın alarmına "oyun olsun" diye basan öğrencinin müdür odasının kapısındaki halinden az hallice bir psikolojiyle Hakan Alagöz'ün karşısına çıkmıştı. Yaşayacağı yüzleşmenin, kabahati yüzünden, azara ya da bir çeşit cezaya dönüşeceğinden başka bir şey düşünmemesine rağmen Hakan Alagöz'ü görür görmez azarı da cezayı da unutmuştu. Gözleri; daha az önce keşfettiği ıslak saçlara yeniden kayarken, "Görür görmez, mi?" diyerek kendisiyle alay etti. "Gö-rür gör-mez?.." Adam banyodan yeni çıkmıştı, üstelik Gonca'nın beyninin kısa devre yaptığı süre boyunca bununla ilgili bir şeyler de gevelemişti. Ne var ki Gonca ne bir şey görmüş ne de duymuştu. Sebebinin az önce bu odada karşı karşıya geldiklerinde yaşadığı duyu kaybı olduğu gün gibi ortadaydı ama Gonca bu duyu kaybının nedenini, kendine bile, izah etmekten acizdi. Yine de yıllardır erkekleri, bazı temel unsurları dışında, kendi türünden pek farklı görmemiş bir kadına birdenbire içlerinden birini, Hakan Alagöz'ü, kelimenin tam anlamıyla bir "erkek" olarak algılatan beynini ve kalbini suçlamak istiyordu. Onlar suçluydu! Bir an nerede olduğunu, kimin karşısında olduğunu unutup kıkırdayacaktı ki kendini tutmayı başardı. Nisan olsa bu saçmalığa gülmekten kırılırdı. Sonra da, "Lazım olur, diye benden birkaç taktik öğrenmen gerekirdi!" diyerek Gonca'yal alay ederdi. Arkadaşı, hayatını, "Bir erkeğe ondan ne kadar etkilendiğini asla belli etme! Sonra kendini fasulye gibi bir nimetten sanmaya başlar." düşüncesi etrafında şekillendirmişti. Böyle düşündüğü için kimse onu suçlayamazdı çünkü hayat, haklı olduğunu ona defalarca ve defalarca kanıtlamıştı. Etrafında dolanan onca erkeğe rağmen, Nisan'ın yalnızlığının başka açıklaması yoktu. Gonca, bir erkeğin cinsî olarak erkek olduğunun ne kadar farkında değilse Nisan da o kadar farkındaydı. Ve ne yazık ki onun peşinde hayranlıkla dolaşan tüm erkek nüfusu için bu bir talihsizlikti. Evet, Nisan tür olarak onların farkındaydı ama tüm kusurlanının da farkındaydı ve ne zaman bir erkek ona yaklaşmaya kalksa bu kusurlardan hangisine sahip olduğunu bulmak için gözünü dört açardı. Gonca'nınsa... Gonca'nın gözlerini dört açabilmek için bir şey görmesi gerekirdi ve ne yazık ki onun bir şey gördüğü yoktu. Bugüne kadar! Sağ olsun Hakan Alagöz sayesinde gözündeki perde kalkmıştı. "Kalkmaz olsaydı!" diye düşündü. Erkeğin düzgün hatlarının ne çok keskin ne çok yumuşak olduğunu zaten ona çarptığı gün fark etmişti fakat bu izlenimi, belirgin çene hattının ve hafif kalın dudaklarının verdiğini şimdi anlıyordu. Gözleri kehribardan yeşile, yeşilden kehribara çalıyor ve daha önceki talihsiz karşılaşmalarında görmediği bir neşeyle parlıyordu. Bu parıltı nedense Gonca'nın, "Bu adam az sonra beni kovacak." diye düşünmesine neden oldu. Hiç üzülmedi. Tüm dengelerini bir anda altüst eden o yoğun duyguları Hakan Alagöz'ü her gördüğünde hissedecekse kovulması aslında çok da güzel olurdu. Her ne kadar onu görme olasılığı çok, çok düşük olsa da uzak durmak ve uzak kalmak, saçma sapan gel-gitler yaşamaktan çok daha iyiydi. Karşısında durmuş, mahcup bir tavırla gülümseyen Hakan Alagöz'ün yüreğini pır pır ettirdiği gerçeğini kabullenerek, "Kesinlikle daha iyi!" diye düşündü. Ardından erkeği, "Hiç inandırıcı değilsin!" diyerek suçladı. Tabii içinden. "Numara yapıyorsun! Sırf saçların ıslak diye mahcup olacak adamlardan değilsin!" Onun düşüncelerinden habersiz olan patronu, o sırada elini saçlarının arasından geçirmekle meşguldü. Gonca'nın gözleri de bir çeşit hipnoza uğramış gibi o elin peşine düştü. Hala nemli oldukları için kahvenin koyu tonlarının açıklarına çok daha baskın göründüğü tutamların arasından geçen parmaklar, kemikli ve uzundu. Gonca, erkeğin parmaklarından zorla ayırdığı bakışlarının yeniden dalgalı saçlarına kaymasına engel olamadı. "Benimkinden uzun." diye düşündü. "Belki bir özür değil ama az önce de söylediğim gibi sabah dokuzdan beri toplantıdaydım. Duş alıp rahatlamak istedim. Gördüğünüz gibi zamanlamam berbat! Ancak giyinebildim. " Hakan Alagöz iki eliyle birden bedenini işaret ederken Gonca, "Yeter!.." diye bağırmak istedi. "Yeter! Tamam, duş aldın! Anladık! Sadede gel! Benden ne istiyorsun?" Hakan Alagöz'ün elleri aşağı doğru kayarken Gonca'nın gözleri de o elleri takip etti ve o sırada erkeğin ensesini örten saçlarının değdiği gömleğin kar beyazı olduğunu fark etti. Üstten birkaç düğmesi açıktı. Kolları dirseğinin altına kadar katlanmış; erkeksi yapısını daha da belirginleştiren tüylü, esmer tenini ortaya çıkarmıştı. Omuzları yeterince geniş, deri kemerin sardığı beli inceydi. Güçlü, kuvvetli, tam anlamıyla bir erkek gibi görünüyordu. Gonca, dudaklarında ortaya çıkmak için can atan gülümsemeyi zorla bastırdı. Sadece Nisan'a değil, sevgili annesi Hatice Hanım'a da ihtiyacı vardı. Biri dalga geçerek, diğeri de hem dalga geçip hem iğneleyerek Hakan Alagöz'ün "erkek" olduğunu kavradığı şu an için onu tebrik ederdi. "Gonca Hanım?.." Gonca; odaya adım attığı ve Hakan Alagöz'ü gördüğü ilk anlardan farklı olarak, aklından geçenleri erkeğin anlayabileceği gibi mantıksız bir düşünceye kapılmadan sakince yanıtladı: "Efendim Hakan Bey?" "İyi misiniz?" "İyiyim." "Kusura bakmayın, sizi böyle ayakta tuttum. Lütfen!" diyerek şehir manzarasını arkasına almış köşe takımına doğru Gonca'yı yönlendirdi. O esnada, "Eminim öğlene kadar koşturmaktan yorulmuşsunuzdur." Gonca, adamın doğru tahminini hiç istmeyerek, "Biraz..." diye kabul etti. "Buyurun lütfen!" diyen Hakan Alagöz, Gonca oturduktan sonra karşısındaki tekli koltuğa geçti. Oturduğu yerin yumuşaklığı Gonca'nın mantıksızca, "Kesin kovacak!" diye düşünmesine neden oldu. "Son anlarımı rahat geçirmemi istiyor." "Departmanları ziyaret ettiğimden mutlaka haberiniz olmuştur." diyen Hakan Alagöz, Gonca'nın başıyla onaylaması üzerine konuşmasına devam etti: "Maalesef henüz sizinkine uğrayamadım ama hem sizin hem de bölümünüzün başarılarının farkındayım. Bugün, hazır bir fırsat yakalamışken, sizi görmek; bizzat tebriklerimi sunmak istedim." Gonca; hem zarif hem de erkeksi bir tavırla bir bacağını diğerinin üstüne atmış erkeğin nasıl göründüğünden ziyade ne söylediğine odaklanmaya çalışarak kendini dimdik oturmaya zorladı. "Teşekkür ederim. Ama sizin de belirttiğiniz gibi bu sadece benim başarım değil." Kadının imasını anlayan Hakan, "En kısa zamanda onları da tebrik edeceğimden emin olabilirsiniz ama bu aralar bu pek mümkün görünmüyor." diye karşılık verdi. "Anlıyorum." "Gerçekten anlıyor musunuz?" Neden olduğunu tam olarak anlamasa da sinirlendiğini hisseden Gonca, "Ben bir doktorum Hakan Bey." dedi. "Bununla, 'Çok zekiyim.' demek istemiyorum. Demek istediğim, belli bir işim ve o işin de belli bir düzeni var. Hemen her gün her şeyin nasıl gelişebileceğini üç aşağı beş yukarı biliyorum. Sizin birden çok işiniz var. Üstelik işiniz, benim 'iş' tanımımın oldukça dışında. O yüzden evet, sizi anlıyorum." Hakan Alagöz, beş-on saniye kadar ciddi bir ifadeyle baktıktan sonra gülümsedi. "Sevindim. Ayrıca alçakgönüllülüğe gerek yok. Çok zekisiniz." Genç bir kız gibi kızarmadığını uman Gonca, adama, "Teşekkür ederim." diyerek karşılık verdi. "Bölümünüzü ziyaret biraz bekleyecek fakat sizinle görüşmeyi daha fazla erteleyemezdim. Zaten gereğinden fazla geciktirdim." Gonca, yeniden "papağan modu"na dönerek, "Anlıyorum." dedi. Ve gerçekten anlıyordu: Güzel sözler, güzel ifade ve hoşça kal. "Daha kötüsü de olabilirdi." diye düşündü. Kaba sözler ve öfkeli bir suratla da kovulabilirdi. "Anladığım kadarıyla işinizi seviyorsunuz." Sessizlik karşısında kendisinden cevap beklendiğini anlayan Gonca, "Evet, seviyorum." dedi çabucak. "Aslında az önce benim işimin sizinkinden daha zor olduğunu söylediğinizde size itiraz etmem gerekiyordu. Günde on beş-on altı saat çalışabilirsiniz, hatta daha da çok çalışabilirsiniz. Sonuçta yorulursunuz. Bedeniniz yorulur, kafanız yorulur ve..." Gülümsedi. "Bu kadar. Dinlenince geçer." Erkek, bacağını indirip öne doğru eğilmeden önce onun kendinden bahsettiğini anlamıştı Gonca. "Ama sizinki gibi bir işte, hele de sizin alanınızda, yorgunluk dinlenmekle geçmez, öyle değil mi?" "Sanırım öyle." diye mırıldandı Gonca, her gün beraberinde eve götürdüğü tüm o çocukları düşünerek. "Babam ne derdi bilir misiniz Gonca Hanım? 'Gönül yorgunluğunun ilacı yoktur.'" "Öyle mi derdi?" Erkek başıyla onaylayınca, "Bir keresinde kendisiyle, yani babanızla ilgili, bir yazı okumuştum." dedi Gonca. "Çok akıllı, adil ve..." Sesi yavaşça sönerek, "Dürüst olduğundan bahsediliyordu." diye ekledi. Hakan Alagöz gülümsedi. İçindeki acıyla burulmuş sevgi dudaklarında biçimlendi. "Öyleydi." diyerek onayladı Gonca'yı ve başka bir şey eklemedi. Bu sade onay; Gonca'ya, Ahmet Alagöz'ün anısına söylenebilecek diğer tüm övgü dolu sözlerden daha etkili ve samimi geldi. Tam anlamıyla gerçeğin ifadesiydi. Hakan Alagöz, bileğini saran son derece erkeksi saate bir bakış attı. "Vaktinizi alıyorum ve kendiminkini de. Yarım saat içinde bir başka toplantım var. Lafı çok fazla uzatmak istemiyorum: Az önce işinizi çok sevdiğinizi söylediniz ve ben de size inanıyorum ama bu durumda, 'Keşke bu kadar sevmeseydiniz.' demek durumundayım. Şimdi benim işimi güçleştirdiniz." Gonca farkında olmadan bir kez daha, "Anlıyorum." dediğinde; Hakan başını hafifçe yana yatırıp ilgiyle, "Gerçekten mi?" diye sordu. Kadının ya demir bir sopadan daha düz görünen omurgası ya da çenesini yukarı kaldırışı, bilinmez, Hakan'ı rahatsız etmişti. Bu yüzden, "Tam olarak ne anladığınızı bilmiyorum ama..." diye başlamıştı ki odaya girdiğinden beri bir parça tedirgin; bir parça şaşkın, çoğunlukla şaşkın, görünen Gonca Temur'un öfkeyle dolup taştığına şahit oldu. "Hadi ama! Burada durmuş, benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorsunuz ve benim bunu anlamayacağımı mı sanıyorsunuz?" diyen kadının dudakları küçümsemeyle büküldü. "Az önce dediğiniz gibi, ben zeki bir insanım Hakan Bey ve zeki insanlar kendileriyle alay edilmesinden hoşlanmazlar!" Hakan'ın gözü, bir anlığına kadının öfkeyle yükselip alçalan göğüslerine kaydı ama libidosunun ona oyunlar oynayamayacağı kadar çok kızmıştı. Yine de özdenetimi sayesinde bunu yansıtmamayı başardı. En azından bir kısmını. Sıkılı dişleri arasından, "Ne kadar da haklısınız!" dedi kadına. "Sanırım şimdi de o gün benimle, daha görür görmez, tam bir aptal olduğuma karar verdiğiniz için alay ettiğinizi iddia edeceksiniz!" Gonca'nın yanakları, kaza günkü davranışlarının yüzüne çarpılmasıyla kızardı. Yine de, "Sonunda sadede geliyorsunuz." dedi. Sesi bir parça yükselmişti. "Hatalarınız hatırlatıldığında hep bağırmaya mı başlarsınız?" "Ben bağırmıyorum!" diyen Gonca'nın sesi daha da yükselmişti. "Öyle mi? Sanırım şu anda da apaçık gerçekleri saptırma konusundaki hünerlerinizden birini sergiliyorsunuz." "Be... Ben gerçekleri saptırmıyorum!" Erkeğin kaşı havalanınca, Gonca derin bir nefes aldı, yutkundu ve başını yana yatırarak, "Tamam..." dedi. "Peki... O gün sizi yanıltmış olabilirim." Bakışları karşılaşınca, "Yani sizi yanılttım." diyerek kabullendi. "Ama kesinlikle kasıtlı değildi. Öylece gelişti. Yani olaylar. Ve... Ve ben böyle biri değilim." "Yalancı mı?" Gonca'nın yüzü tokat yemiş gibi geriye savruldu. Yine de bakışlarını adamdan çekmedi. "Yalancı değilim!" "Açıkçası benim şirketimde çalışıyor olmasanız, sizin yalancı olup olmamanız hiç umurumda olmazdı ama çalışıyorsunuz. Hakkınızdaki raporda insanların haysiyetiyle oynadığınıza dair herhangi bir şey göremedim. Sanırım o, bir günlük bir şeydi. Bana özel?.." Erkeğin alaycı üslubunu hiç fark etmeyen Gonca, "Hakkımda rapor mu hazırlattınız?" diye sordu şok ve öfkeyle. "Tabii ki hazırlattım. Şüpheli personelle ilgili hep böyle yaparım." "Aman Allah'ım! Aman Allah'ım!" diyen Gonca ayağa fırlamıştı. "Hayatımda bir kez hata yaptım! Bir kez! Ve o hatayı da planlayarak yapmadım!" Hakan, sakin bir biçimde oturmaya devam ederek, "Hayat böyledir Gonca Hanım. Tek bir hata yeter." diye karşılık verdi. Gonca dikkatle adamı inceledi ve sonra, "Haklısınız." diye karşılık verdi. "Tek bir hata yeter! Burada durup daha fazla aşağılanmaya niyetim yok!" Arkasını döndü ve bir adım bile atamadan Hakan Alagöz karşısındaydı. Onun bu kadar hızla hareket ettiğine bir türlü inanamayan Gonca, "Bırakın kolumu!" diye tısladı. "Sakin olun!" "Size, 'Bıra-kın kolumu!' dedim!" Hakan, kadının fazla güç harcamadan tuttuğu kolunu bıraktı. "Beni buraya neden çağırdığınızı biliyordum, yine de geldim. Fakat bu kadar hakareti hak etmedim!" "Hakaret ettiğimin farkında değilim. Gerçekleri konuştuğumuzu sanıyordum." "Gerçekler?" "Sırayla mı sayayım?" Sorusunun yanıtını beklemeden, "Bir..." dedi. "Oğlunuzun size dört beden büyük gelen kıyafetlerini giyip dışarı çıktınız." Gonca sefil bir biçimde, "Üç!" dedi. "İki... En az dört numara büyük ayakkabısını da giydiniz." Gonca'nın zihninde "Altı!" rakamı yankılandı. "Üç... O şekilde ve üstelik hastayken araç kullandınız!" "Hasta olduğumu nereden biliyorsunuz?" "Sesiniz kurbağa gibiydi. Zaten o ses yüzünden sizi ergenliğini yaşayan bir delikanlı sandım." Gonca dudaklarını ısırarak başını önüne eğdi. "Yanlış anladığınız için üzgünüm." "Yanlış anlamış olabilirim ama sonrasında yanlış anlaşılma için yönlendirildim." "İnanın öyle bir niyetim yoktu." "Sizin yoktu ama cerrah arkadaşınızın vardı. Üzerinde ancak bir sokak kadınının giyebileceği kıyafetlerle gözümün içine baka baka yalan söyledi." "Bir art niyeti yoktu." "Yok muydu?" diye alay etti Hakan. "Gerçekten mi?" Gonca gözlerini yumdu. "Size özel değildi." "Yani herkese mi öyle davranıyor?" "Hayır, sadece... Sadece..." "Sadece, ne?" Gonca başını kaldırdı. "Sadece hak ettiğini düşündüklerine." Hakan, kısa bir anın ardından kocaman bir kahkaha patlattı ve Gonca içinde bulundukları duruma rağmen yeniden onun çekim alanına girdiğini hissetti. "Yani o aptal sarışın, o dakikada beni yargılayıp infazımı da gerçekleştirdi." "O, aptal sarışın değil!" Hakan'ın kahkahasının izleri soldu. "Evet, değil. Aptal olsaydı onu bağışlayabilirdim." "Bağışlamak mı? Ama onu tebrik etmişsiniz!" "Ettim çünkü o mükemmel bir doktor, mükemmel bir cerrah. Ama anladığım kadarıyla aynı zamanda da kişilik bozukluğu yaşayan bir psikiyatri hastası." Gonca'nın omuzları düştü. Başını iki yana sallarken, "Boşa konuşuyorum, değil mi?" diye sordu. "Beni dinlemeyeceksiniz." "Dinliyorum. Olan biteni kabul edip savunmaya geçmemiş olsanız sizinle çok daha iyi anlaşabilirdik." Adamın bunun geçmiş zamanda kaldığını belirten cümlesi karşısında, Gonca onun yanından ayrılıp kapıya doğru yürümeye başladı. "Nereye gidiyorsunuz?" Omzunun üzerinden erkeğin güçlü yüz hatlarına bakarak, "Belli değil mi?" diye sordu. "Münir Bey size izin vermeden bu odadan ayrılabiliyor muydunuz?" "Münir Bey, benim patronumdu." Erkeğin kaşları havalandı. "Ben?.." Gonca, "Pekala..." dedi. "Pekala." Yeniden adama döndü. "Hadi, bekliyorum: Kovun beni!" "Neden?" Gonca'nın gözleri istem dışı kırpıştı. "Neden mi? Neden mi? Ben de sizin gibi maddeleyeyim mi?" "Aslında iyi olur. Merak ediyorum, kaç tane kovma gerekçesi bulacaksınız?" Gonca, aşağılayıcı bir bakış atarak, "Neden sizinle konuşuyorum ki?" diye sordu. "Tavrınız iğrenç!" Hakan; her ne kadar öfkenin kadının gözlerindeki parıltıyı ve yanaklarındaki kırmızılığı arttırarak onu daha da güzelleştirdiğini düşünse de "Bence bu kadar yeter!" dedi sert bir sesle. "Tamamıyla yanlış varsayımlarla hareket ediyorsunuz." Gonca; birkaç hızlı adımla erkeğin önünde dikilip başını biraz geri atarak ona baktı ve "Aydınlatın beni o zaman!" diyerek meydan okudu. "Beni buraya aşağılamak ve kovmak için çağırmadınız mı?" "Hayır!" "Benden sonra da Nisan'ı kovma... 'Hayır' mı? Ne demek 'hayır'" "Anlamsal olarak mı soruyorsunuz?" Gonca donuk bir suratla, "Size gülüyor gibi mi görünüyorum?" diye sordu. "Pekala... Sizi buraya çağırdım çünkü sizi tebrik etmek istedim. Sizin ve bölümünüzün başarıları için." Gonca gözleri kocaman, "Bu kadar mı?" diye sordu. Kendini tam bir aptal gibi hissediyordu. "Benim sizin gibi gizli gündemlerim yoktur Gonca Hanım." Gonca, yanaklarının kıpkırmızı olduğundan emin yutkundu. "Sa... Sanırım size bir özür borcum var." Erkeğin bakışlarını görünce, "Tamam, iki tane!" diye kabul etti. "Bugün, dinlemeden sizi yargıladığım için özür dilerim ve... Ve..." "Çok zor geliyorsa söylemek zorunda değilsiniz." İçinden, "Canın cehenneme!" demek geçiyor olsa bile, "Hayır zorundayım." diyerek karşılık verdi karşısındaki alaycı çehreye. "Bir daha aynı noktaya dönüp takılmak istemiyorum." Erkeğin gözlerinin içine bakarak, "Özür dilerim." dedi. "Ama gerçekten art niyetle yapılmış bir şey değildi." Hakan Alagöz bir an durduktan sonra, "Son cümleye kadar oldukça iyi gidiyordunuz." dedi. Gonca; Hakan Alagöz'ün hala patronu olduğu gerçeğini hiç önemsemeyerek, "Gerçekten tahammül edilmez birisiniz!" diye homurdandı ve hışımla kapıya döndü. "Gonca Hanım... Sizinle bir konuda daha konuşmak istiyorum." Gonca bir an bile duraksamadan, "Benim için bu toplantı bitmiştir!" diye ilan etti. "Zaten söyleyeceğinizi söylediniz!" "Yalan söyledim aslında." Gonca, eli kapının koluna ulaşmışken durdu. "Siz benimle gerçekten de kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorsunuz." diye suçladı erkeği. "Bence ödeşiyoruz." "Ödeşiyoruz..." diye erkeği tekrar etti Gonca. "Pekala... Ödeşelim! Ne istiyorsunuz? Söyleyin!" "Aslında 'istemek' doğru bir sözcük değil." "Acele eder misiniz lütfen!" "Size bir teklifim var Gonca." "Teklif mi? Ne teklifi?" "Elinizi o kapı kolundan çekip de bana dönerseniz öğrenebilirsiniz."
|
0% |