@majdafan
|
"Allah büyük tabii Hatice Teyze! İnsan ne yaptığını, ne yapacağını önceden düşünmeli! Düşünmeyince bak neler oluyor?" "Allah tabii büyük, Nisan; ondan kuşkumuz yok da senin şu konuyu bağlamaya çalıştığın yeri ben hiç anlamadım." Nisan, Hatice Hanım'ın pişirdiği kahveden bir yudum aldı. "Imm, Nefis olmuş! Her zamanki gibi." Fincanı tabağa koyarken, "Anlamayacak bir şey yok Hatice Sultan. Senin bu kızın var ya..." diye başladı ve boşalan eliyle tam yanında oturan Gonca'nın omzunu dürttü. "Kendisine velinimetimiz efendimizin bana söylediği çirkin sözleri ilettiğimde, benim için hiç üzülmedi. Sonra da ne oldu: Bum!" "Bum, mu? Nisan, kızım; sen kaç yaşındasın?" diye soran Hatice Hanım, sorusuna herhangi bir cevap beklemediği için hiç ara vermeden konuşmaya devam etti: "Ayrıca ben senin 'velinimetin efendin' olsam, 'çirkin' söz bile söylemeden seni kovardım!" "Ama Hatice Sultan! Adam bana..." "Adam sana 'Etek boyunu biraz uzat!' demiş. Ne var bunda?" "İyi de benim etek boylarımda uzatmayı gerektirecek bir şey yok ki! Ayrıca dermatolojideki Gülbin Hanım'ın etekleri de benimki kadar, belki daha bile kısa! Ama ona bir şey diyen yok!" Hatice Hanım, birkaç ay evvel ensesindeki kaşıntı yüzünden Gülbin Hanım'a muayene olduğu için kadını hemen hatırladı. "Sen kendini Gülbin Hanım'la bir mi tutuyorsun? Aranızda neredeyse otuz santim var. Onun bacakları kürdan gibi, seninkiler sütun gibi!" İltifatla ağzı kulaklarına varan Nisan, "Öyle, değil mi?" dedi. "Öyle tabii! Bu yüzden senin bacaklarına bakan, bir daha bakmak için geri dönüyor." Kaşlarını çatan Nisan, "Mantığının hoşuma gittiğini söyleyemem Hatice Sultan." dedi. "Ne yani benim bacaklarım güzel, onları saklamalıyım; Gülbin'inkiler güzel değil, o açmalı!" "Ben öyle demedim!" "Ama öyle demeye çalışıyorsun." Hatice Hanım sabır yüklü bir sesle, "Evladım..." diye başladı. "Sana bir şeyini sakla, diyen yok! Eminim Hakan Bey de öyle dememiştir." "Bana etek boyumun kısa olduğunu daha açık ima edemezdi." Hatice Hanım gözlerini devirdi. "Kısa zaten, kısa! Hem de çok kısa! Sen bir doktorsun! Biraz daha usturuplu giyinmen lazım!" "Evet, doktorum! Ben buyum! Etek boyum da bu!" Hatice Hanım bıkkın bir biçimde, "Dedim ya: Ben onun yerinde olsam sana laf anlatmaya çalışmazdım, direk kovardım!" diye homurdandı. "Ya Hatice Teyze, ama ya! Hiç benim tarafımdan bakmıyorsun!" diyen Nisan başını çevirdi ve Gonca'nın az önce kapattığı fincanın etrafından taşan telvede dolaşan parmağına bakarak, "Bir şeyler söylesene!" dedi. "Ve ayrıca o parmağını oradan çek! Falı mahvedeceksin!" Gonca itaatkar bir biçimde parmağını tabaktan çekti. "İstersen ne söylememi istediğini bir yere yaz, ben de oradan okuyayım." "Efendim?" "Sevgili arkadaşım, söyleyeceklerim hoşuna gitmeyeceği için boşa kürek çekmek istemiyorum." Nisan, sandalyesinde geri yaslanıp kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu. "İkiniz de çok kötüsünüz! Daha iki gündür tanıdığınız adamın tarafını tutuyorsunuz!" Hatice Hanım dayanamayarak Nisan'ı azarladı: "Fesuphanallah! Nisan, çocuk musun sen?" Nisan bu sefer, "Değilim tabii!" dedi. "Ama bu zamana kadar kimse giyimime karışmadı, o neden karışıyor?" "Ben sürekli karışıyorum ama beni hiç dinlemiyorsun!" "Sen sayılmazsın. Ben başkalarını kastetmiştim." "Aslında Mert bile arada karışıyor." Nisan sinirle, "Tamam, Hatice Teyze! Sen ve Mert..." diye başladı, sonra olasılıkları hesap etmek ister gibi Gonca'ya baktı ve "Gonca sayılmaz." dedi. "Hem... Siz beni sevdiğiniz için böyle diyorsunuz ama o adam... " "O adam da şirketini seviyor Nisan ve şirketler aile gibi yönetilmez, belli kurallarla yönetilir." Nisan, arkadaşına inanamayarak baktı. "Sen az önce bana dün seni kovmaktan beter eden adamı mı savundun?" "Savunmadım, sadece gerçeği söyledim." "Çocuğum..." diye başladı Hatice Hanım. "Senin sorunun herkesin seni olduğun gibi kabul etmesini beklemen! Biz ediyoruz çünkü seni seviyoruz." Nisan içini çekti. Gecikmiş bir boyun eğişle omuzları düştü. "O adama, 'Cehenneme kadar yolun var!' demek istiyorum." dedi. Sonra da kibirli bir tavırla, "Çalışma arkadaşlarımı, kurulu düzenimi sevdiğim için şükretmeli!" diye ekledi. Hatice Hanım uzanıp Nisan'ın elini okşadı. "Ha şöyle! Aklın yolu bir çocuğum. Ha on santim kısa ha on santim uzun!" Nisan'ın gözleri kocaman oldu. "On santim mi?.. On santim! On santim ne demek Hatice Sultan? Uzun etek giyerim daha iyi!" Hatice Hanım kızgınlıkla ayağa kalktı. "Aman, ne halin varsa gör! Sana laf atlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zor!" Yaşlı kadının arkasından kapıya koşan Nisan aceleyle, "Hadi ama tontoşum, şaka yapıyordum!" dedi. "Daha falıma bile bakmadan nereye gidiyorsun?" "Yatağımı düzeltmeye. Yardım mı edeceksin?" "Yardım, ne demek? Sen o dinlenme koltuğunda oturursun, ben düzeltirim." Gonca, Nisan'ın Hatice Hanım'ı yağlayıp ballamasını koridorda sesleri kayboluncaya kadar yüzünde koca bir sırıtışla dinledi. Bazen Nisan'ı bir şeye ikna etmenin mümkün olmadığını on sekiz sene içinde öğrenmişti ve bazen onu ikna etmek için az önce annesinin yaptığı gibi rest çekmek gerektiğini de. Aslında Hatice Hanım çok doğru bir tespitte bulunmuştu: Hiçbir zaman açık açık söylememiş olsa da olduğu gibi kabul edilmek Nisan'ın en büyük ihtiyacıydı. Akıllı, çok akıllı; mahşeri kalabalıkta bile parlayacak güzellikte bir kadın için bu hiç de gerçekçi bir istek değildi. Görüntüsüne bakan onun zeki olduğunu hiç fark etmez, fark ettiğinde ise umursamazdı. Hakan Alagöz'ün Nisan'ı hala "aptal sarışın" diye yaftalamaya devam etmesinin nedeni de böyle bir mantığa sahip olmasıydı. İlk başta Nisan'ı kafasında o kadar net bir yere koymuştu ki sonrasında, aksi ispat edilmiş olsa bile, vardığı yargıyı değiştirmeye asla yanaşmıyordu. Gerçi, adamın yargısını değiştirmemesinin nedeni -çoğunluğun aksine- hayranlık değil; büyük bir kızgınlıktı. Kabul etmeliydi ki bir parça haklılık payı da vardı. Yeniden telveyle oynamaya başladığını fark edince parmağını alelacele tabaktan çekiverdi. O arada da kendini, "Aklına başına topla Gonca!" diye uyarmakla meşguldü. Gerçekten de Hakan Alagöz'ü savunmaya mı kalkıyordu? Onun yüzünden korkması, sinirlenmesi, şaşırması, hatta şok olmasının üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişken düşüncelerinde bile olsa adama bir parça olsun hak vermesi başka nasıl açıklanabilirdi? Görüşmelerinin sonunun felaketle bitmemiş olması, felakete ne kadar yaklaştıkları gerçeğini değiştirmiyordu. Hakan Alagöz'ün sözünü kulak ardı edip odadan çıksa her şey çok farklı bir hal alabilirdi. Gonca; kapıdan çıkmak yerine, sırf merak yüzünden, ayakları bile camdan yapılmış çalışma masasının önündeki koltuğa otururken aralarında söylenebilecek her şeyin zaten söylendiğini düşünmüştü. Bu yüzden yapılacak teklifin ne olabileceğine dair bir fikri olmadığı gibi, neyi değiştirebileceğini de tahmin edemiyordu. "İşinizi sevdiğinizi itiraf ettiniz Gonca Hanım." demişti Hakan Alagöz masanın arkasına geçip koltuğuna oturmadan hemen önce. "Sanki bunu bir suçmuş gibi söylüyorsunuz." Erkek, oturduğu sandalye-koltuk karışımı şeye sırtını yaslayarak sırıtmış ve "Yorucu olmalı." demişti. Gonca kaşlarını çattığının farkında olarak, "Ne? Yani yorucu olan?" diye sormuştu. "Sürekli savunmada olmak. Şimdi bile savunmadasınız. Kendinizi ayağa kalkıp gitmemek için zor tutuyorsunuz." Gonca; artık her türden saygı sınırını kaybederek, "Sadede gelir misiniz lütfen!" demişti. Sesi soğuk ve gururluydu. Bu adamın onu daha fazla aşağılamasına izin vermek gibi bir niyeti yoktu. "İşini seven ve işte yetkin insan bulmak çok zor Gonca Hanım ve siz bu tanımın ta kendisisiniz." demişti Hakan Alagöz ciddi bir sesle. "Bana şu anda lazım olan kişi de sizsiniz." "Ne için lazım olan?" Erkek, ellerini masanın üzerinde birleştirip ciddi bir suratla öne doğru eğilmişti. "Anlatacaklarım bu odanın sınırları dışına çıkmamalı." Daha cümlesi biter bitmez Gonca'nın ayağa kalktığını görünce, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sormuştu şaşkınlıkla. "Benden istediğiniz şey imkansız! Annemden ve oğlumdan bir şey saklamam mümkün değil ve tabii Nisan'dan da." Kollarını geniş göğsünün üstünde kavuşturan Hakan Alagöz, "Birkaç kişi daha eklemek ister misiniz?" diye sormuştu. "Gülsüm annem ve Naci abi." Hakan Alagöz, ufak ve neşesiz bir kahkaha atmıştı. "Şaka yapmıştım. Sanırım siz de şaka yaptınız." Gonca'nın suratından onun oldukça ciddi olduğunu anlayınca, "Kim bu Gülsüm anne?" diye sormuştu. "Kayınvalidem." "Naci abi?" "Gülsüm annemin eşi" "Kayınpederiniz değil yani?" Adamın bu kadar özel sorular sorma hakkını nereden bulduğunu görüşme sona erdikten epey sonra akıl edebilen Gonca, sakin bir bicimde, "O öldü, yani ölmüş." demişti. "Biz daha küçükken." "Siz?" "Ben ve eşim. Gonca, o anda Hakan Alagöz'ün irkildiğine yemin edebilirdi. "Az önce saydığınız listede onu atlamış olmanız çok garip." Gonca tam, "Kimi?" diye soracaktı ki erkeğin kimi kastettiğini anlamıştı. "Eşim öldü Hakan Bey." Bu kez yemine falan ihtiyacı kalmamıştı. Adam gerçekten de irkilmişti fakat hayran kalınacak bir çabuklukla kendini toplamayı başarmıştı. "Affedersiniz, çok üzgünüm! Ben... Bilmiyordum." Bir an düşünmüştü. "Sanırım biliyordum, yani... Aslında Mert, öyle bir şey söylemişti ama o zaman ben Mert'i sizin kardeşiniz sanıyordum ve ölen de..." Erkek derin bir nefes alıp, "Yüzünüze bakınca saçmaladığımı anlıyorum." diye devam etmişti. Gonca, onun kafa karışıklığını düpedüz yansıtan cümleleri karşısında gülümsemesine hiç ara vermeden, "Sadece bir parça" demişti. Hakan Alagöz de ona gülümsemiş ve birdenbire ayağa kalkıp masanın üzerinden elini uzatmıştı. "Barış?.." Gonca da, kısa bir anlık tereddüdün ardından, elini uzatmıştı. "Barış!" Kendi elinin adamın büyük elinde çok narin ve savunmasız göründüğünü fark etmişti ve o anda hızla elini geri çekmek ve kendi avucu içinde saklamak istemişti ama Hakan Alagöz tutuşunu bir parça olsun gevşetmemişti. Kehribara çalan gözlerini, hiç acele etmeden, birleşmiş ellerinden Gonca'ya dikmiş ve Gonca derinden sarsıldığını hissetmişti. Bir şeyler değişmişti sanki; erkeğin gözlerinden, ellerinden kendine doğru akan bir şeyler vardı: Asla hissetmek istemediği şeyler. Ve... Yarım saat önce bu odaya ilk adım atıp da Hakan Alagöz'ü türünün tek örneğiymiş gibi incelediği ve onun çekimine kapıldığı anlara geri dönmeye başladığını korkarak fark etmişti. Bu yüzden kaçmak istemişti. Olanca hızıyla koşmak. "Yapma!" Gözlerini kırpıştırıp Hakan Alagöz'e bakmıştı. "Gitme! Otur ve dinle!" Elini hızla çekerken açık bir kitaptan daha rahat okunabildiğini düşünmüştü ya da belki ilk başta düşündüğü gibi Hakan Alagöz'ün zihin okuma yeteneği olduğunu. Pembeleşmiş yanaklarının yalanladığı sakin bir sesle, "Ta... Tamam!" diye karşılık vermişti. "O zaman otur." Gonca başını iki yana sallamıştı. "Gizli veya buradan çıkamayacak bir şeyi bilmek istemiyorum çünkü onu gizli tutma ya da buradan çıkarmama gibi bir olasılığım yok." "Yine de gitme!" Burada... Burada bu erkekle arasında oluşmaya başlayan ve sözcüklerin, bakışların içine gizlenen şey; sadece iş değildi ve bunu anlamak Gonca'nın ödünü koparmıştı. İş olduğunu, sadece iş konuştuklarını düşünmek ne kolay olurdu. O zaman kalmak, az önce kalktığı koltuğa geri oturmak için kendini ikna etmesine gerek kalmazdı. Gonca; gözlerini bir anlığına yumup açmadan hemen önce olan biteni anlamak, özümsemek ve kabul etmek için zamanının olmamasının tam bir adaletsizlik olduğunu düşünmüştü. Bir yanı, bir kez daha ve daha büyük ısrarla hızlıca kaçarak arkasına bile bakmamak istemişti. Bunu yapabilirdi. Hem de kolayca. Ama diğer yanı meraklıydı ve ne olacağını görmek, bu kalp çarpıntısının dinip dinmeyeceğini öğrenmek istemişti. Bu yüzden yeniden az önceki yerine oturmuş ve Hakan Alagöz'ün yüzünde tatminkar bir gülümseme belirmesine neden olmuştu. "Şimdi, şu fala bakma zamanın Hatice Sultan." "Ben fala mala bakmam! Günah! Allah adama ne der?" Gonca, annesinin sesindeki huysuzluğu uzaktan bile duyabiliyordu. Anlaşılan yatak toplama faslı sona ermişti. "Hadi ama sultanım! Ciddi bir durum yok, eğleneceğiz." "Kendi kendinize eğlenin! Ben fal bakmam!" Mutfağa girerken, "Ama daha iki gün önce bakmıştın!" diye itiraz etti Nisan. "Hüsnü Hoca dün fala bakmanın eğlence için bile olsa günah olduğunu söyledi." "Hüsnü Hoca da kim?" "Annemin her gün izlediği kadın programlarından birinde çıkıyor." diye açıkladı Gonca. Nisan burun kıvırdı. "Haa!.. Şunlardan." Hatice Hanım, sandalyesine oturmak üzereyken doğrulup eli belinde hışımla Nisan'a döndü. "Şunlardan, derken? Nisan, sebebini bilmese de, büyük bir pot kırdığının farkında varmıştı. "Te... Televizyonculardan..." diye kekeledi. "Televizyonculardan, demek istiyorum." Hatice Hanım, hem Gonca'ya hem de Nisan'a ateş püsküren gözlerle baktı. "Tabii!.. Sizin gibi iki okuyup her şeye tepeden bakan hanımefendiler, bizim gibi cahil insanların izlediklerini nasıl beğensinler?" "Anne, lütfen!" "Senin izlediklerimle ilgili ne düşündüğünü bilmiyor muyum ben de 'lütfen' diyorsun!" diyerek kızını tersledi Hatice Hanım. "Ama ben onları seviyorum, vakit geçiriyorum. Sen işe gidiyorsun, Mert okula gidiyor, temizliğe zaten haftada iki gün kadın geliyor. Ben ne yapacağım?" Gonca ayağa kalkıp annesine sarıldı. Kadının nadiren ve ansızın duygusallaşması karşısında hep çok zayıftı. "Yapma anne böyle! Seni eleştiren yok!" "Var!" dedi Hatice Hanım kızının omzuna doğru. "Siz eleştiriyorsunuz ve ben de çok üzülüyorum!" "O programlarda çok saçma ve sinir bozucu şeyler oluyor. Ben sadece senin onlardan etkilenmeni ya da üzülmeni istemiyorum." "Ben üzülmüyorum ki! Hatta çoğunlukla eğleniyorum. Evde otura otura canım sıkılıyor." "Hatice Sultan, seni Halk Eğitim kurslarına yazdıralım mı?" Hatice Hanım, kendini kızının kollarından çekerek, "Ne için?" diye sordu Nisan'a. "Yemek için mi, dikiş için mi ya da hiç sevmediğim el işi için mi?" Nisan'ın hayal kırıklığı o kadar barizdi ki Gonca gülmemek için kendini zor tuttu. Ama Nisan elbette kolay kolay vazgeçmezdi. "Kur'an kursuna ne dersin?" "Kur'an kursu mu?" Nisan, "Evet. Geçen yıl Türkan Hanım katıldı." dedi. "Hatta benim temizlik ve yemek işini de hiç aksatmadı. Yanlış hatırlamıyorsam bittiğinde bir çeşit yarışma bile yaptılar." Hatice Hanım, teklifin şaşkınlığını hala üzerinden atamadığı için, "Bilmem ki..." dedi. "Bilmeyecek ne var tontoşum? Sen hep yakınıp durmuyor muydun, 'Öğrenemedim, okuyamıyorum!' diye. Al sana fırsat!" Hatice Hanım bir kez daha, "Bilmem ki..." derken Gonca'ya bakıyordu. Biraz çekingen, çokça istekli. "Sence yapabilir miyim?" Annesinin sesindeki korku Gonca'yı iyice duygulandırdı. Gözleri dolarak yeniden ona uzanırken, "Tabii yaparsın!" dedi titrek bir sesle. "Hem de çok iyi yaparsın!" "Emin misin?" Annesinin ellerini kavrayarak gözlerine rahatça bakabilmek için kendini geri çekti. "Okuma-yazmayı kendin öğrenmedin mi? Babamla dört işleme çalışmadın mı?" "O zaman gençtim." "Ne fark eder? Akıl, senin aklın anne. İstersen sen her şeyi yaparsın!" Hatice Hanım gözleri dolarak, "İnşallah!" dedi. "İnşallah yaparım!" "Ayrıca tontonum sen yaşlı falan değilsin!" Hatice Hanım nemlenen gözlerini silerken, "Haklı olabilirsin." dedi Nisan'a. "Sen hala o eteklerle gezdiğine göre on sekiz yaşında olabilirsin. Doğal olarak Gonca da on sekizindedir. Yani ben de o zaman on sekiz yıl önceki yaşıma geri dönmüşümdür." Nisan, Gonca'ya, "Sultan bizimle alay mı ediyor, yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordu. Gonca sırıttı. "Kesinlikle sana öyle geliyor. Çünkü annemin alay ettiği kişi sadece sensin!" Nisan homurdandı: "Anasına bak, kızını al; ne olacak!" "Hadi hadi, otur da falına bak! Makinayı çalıştıracağım. O fincanlar bana lazım!" Nisan, sandalyesine oturmadan önce dudaklarını küskünce büzdü. "İnsanın kendi falına bakması çok saçma! Hem de hiç zevkli değil!" Hatice Hanım, "Alıyorum fincanı!" diye tehdit etti. "Al. Hayır, hayır! Gonca'nınki dursun! Onun falına bakabilirim. Kendiminkine bakmaktan daha iyidir." Gonca, "Nisan, Allah aşkına! Senden fal bakmanı isteyen yok! Zaten saçmalıktan başka bir şey değil!" dedi. "Sen de benim böyle zevklerimi küçümsüyorsun işte! Ben senin gibi bilimsel makale okurken değil, böyle kafamı dağıtacak şeylerle meşgulken eğlenebiliyorum." "Off!.. Herkes bugün alıngan gününde! Sanki alınacak ne varsa?" Hatice Hanım, kızına, "Tabii canım!" dedi. "Alınacak ne var? Burada o kadar kalabalığız ki 'herkes' denildiğinde kim neye alınacağını hiç bilmiyor!" Nisan kıkırdadı. "Tontonum ya! Bayılıyorum sana! Senin bu esprilerin olmasa hayat hiç çekilmez!" "Hadi hadi! Bak şu fala da fincanı alayım." "Ama fal işi aceleye gelmez ki! Konsantre olmalıyım." Nisan, "Küre ya da tütsü falan da ister misin?" diye alay eden Hatice Hanım'a aldırmayarak fincanı kaldırdı. "Ooo... Ne güzel de tutmuş! Ne dilemiştin kuzum?" Gonca gözlerini devirdi. "Anladım. Bir şey dilememişsin. Sana yüz defa fal kapatırken, 'Niyet et, dilek dile!' diyorum!" "Ben de kendime yüz defa seni kameraya alıp hastalara ve çalışma arkadaşlarına şu konuşmalarını dinleteyim, diyorum." Nisan omzunu silkti. "Beni böyle korkutamazsın. Geçen sabah Mehmet amcamla oturup kahve içtik, sonra da onun falına baktım." "Geçen sene ameliyat ettiğin Mehmet amcanın mı?" "Hı, hıı... Kontrole gelmiş." Gonca başını iki yana salladı. "Hastalarını da aynı kendine benzetiyorsun!" "Şışş!.. Bak, bak, bak!" Nisan, fincanı neredeyse Gonca'nın gözünün içine kadar sokmuştu. "Yolları görüyor musun?" "Hıı... Görüyorum. Fincanı ters çevirince, telve öyle yol yol akıyor işte." "Nasıl olduğu önemli mi? Yol, yoldur." "Sen de haklısın tabii." diyen Gonca, bir taraftan da annesinin sandalyeye oturduktan sonra el işi çantasından iki senedir elinde sürünüp duran kanaviçe yerine bir çift şiş ve çok yumuşak görünen sarı renkli ip yumağı çıkarmasını takip ediyordu. Nisan da aynı şeye dikkat etmiş olmalı ki soru dolu bakışları birbiriyle karşılaştı. Kaşla gözle sonuca ulaşamayınca, Gonca Hatice Hanım'a, "Anne... O ne?" diye sordu. "Örgüye başlayacağım." dedi Hatice Hanım ipin ucunu bulmaya çalışarak. "İyi de sen örgüden nefret edersin." "Paşama kazak örsen sen de örgüden nefret ederdin. Sırtı için bir uçtan bir uca kaç ilmek gerekiyor sen biliyor musun?" Gonca doğal olarak cevap veremeyince, "Bu seferki nefret edecek kadar uzun süre elimde kalmayacak." dedi Hatice Hanım. "Anne, tüylü ipler beni kaşındırıyor." "Bu ip tüylü değil. Ayrıca sana ne oluyor? Ha, anladım!.. Merak etme, sana örecek değilim. Küçüklüğünden beri her ördüğüm şeye bir kulp buldun!" "Bana örmüş olsan hiç şikayet etmezdim tontoşum." "Sen de mutlaka söyleyecek bir şeyler bulursun!" Gonca çenesiyle işaret ederek, "Kime örüyorsun o zaman?" diye sordu. "Yoksa Tekir'e mi?" "Aman! Ben o pis hayvana bir de kazak mı öreceğim?" Tam bir hayvan sever olan Nisan, "Tekir kediler pis olmaz!" diye araya girdi. "O bir Van kedisi!" diye homurdandı Hatice Hanım. Nisan şaşkınlıkla, "O zaman adını niye 'Tekir' koymuşlar?" diye sordu. "Onu bana değil de Leyla Hanım'a sorman lazım." "Karşı komşunuz Leyla Hanım mı? İyi de onun kedisi yok ki!" "Bir aydır var." diyen Gonca hınzır bir gülümsemeyle annesine baktı. "Ve Hatice Sultan'ı çok seviyor." "İnan bana tek taraflı bir sevgi!" diye homurdanan Hatice Hanım, çoktan örgüye başlamış ve aldığı ilmekleri saymaya başlamıştı. "O zaman kime örüyorsun Hatice Teyzeciğim?" Annesinin ikinci sıraya başladığını ve ilmek sayısını gören Gonca, "Bebeğe!" diye fısıldadı. Hatice Hanım, "Hangi bebeğe?" diye soran Nisan'a şöyle bir baktı, hemen ardından kızına, "Biri, bir yerden başlamalı!" dedi. "Hangi bebeğe?" "Anne, daha çok erken! Biliyorsun her şey değişebilir." Nisan'ın gözleri kocaman oldu. "Aman Allah'ım! Hamilesin!" Şişlerin hareketi birden durdu ve Hatice Hanım buz gibi bir sesle Nisan'a, "Gonca bekar bir kadın, farkında mısın acaba?" diye sordu. "Bekar olması... Ahh!.." Gonca, Nisan'ın patavatsızlığı devam etmemesi için bacağına bir tekme savurmuştu. "Ah, mı?" "Bebek olması... Yani ah..." diye bocalayan Nisan, "Ah, ne güzel!" diye bitirdi. Gonca sakin bir nefes aldı ve "Gülsüm annemin bebeği olacak." diye açıkladı. "Ne?" Hatice Hanım, "Bağırma!" diye ikaz etti Nisan'ı. "Gülsüm annemin bebeği olacak." diye tekrar etti Gonca. Nisan bir şey demedi. Sadece programı bozulmuş bir robot gibi sabit bir noktaya bakakalmış, gözlerini kırpıştırıp duruyordu. "Şuna bir su ver!" Gonca, sürahiden bardağa su doldurup Nisan'ın önüne doğru uzattı. Arkadaşı herhangi bir hareket yapmayınca da bardağı alıp onun ağzına kadar götürdü. Nisan otomatiğe bağlanmış gibi suyu yudum yudum içti. Sonra, "Allah büyük!" diye mırıldandı Nisan bugün ikinci defadır. Sanki rüyasında sayıklar gibiydi. "Bütün o muhteşem genlerin boşa yaratılmadığı belliydi." Hatice Hanım kaşlarını çatarak, "Neyden bahsediyor?" diye sordu kızına. Gonca gülerek, "Sanırım Naci abiden" dedi. "Bütün o erkeksi kibarlık ve zarafet! Heba olamayacak kadar mükemmel!" Hatice Hanım gözlerini devirdi. "Bu kız beni öldürecek! Naci Bey kadar yakışıklı onlarca erkek peşinde dolaştı ama o sanki adamı türünün tek örneği gibi anlatıyor." Nisan, Hatice Hanım'a alıngan bir bakış attı. "Sence onlar Naci abiye benzese birini olsun elimden kaçırır mıydım? Hepsi ambalajdan ibaret, içlerini açınca bomboş bir karton kutudan farksızlardı." Hatice Hanım'ın gözleri kısıldı. "Sen bizim Naci Bey'e aşık falan değilsin, değil mi?" "Hayran olduğum her erkeğe aşık olma gibi bir huyum yoktur Hatice Sultan. Yani belki bir gün hem hayran olup hem de aşık olacağım bir erkek olabilir ama o kesinlikle Naci Bey değil." Nisan'ın alıngan ve soğuk sesi karşısında, "Kızma çocuğum!" dedi Hatice Hanım. Bir taraftan da Nisan'ın elini okşuyordu. "Bazen hayat bize garip oyunlar oynayabilir." "Merak etme, ben öyle oyunlara izin vermem!" diyen Nisan gülümseyerek, "Ne zaman doğacak?" diye sordu. "Yaklaşık yedi ay sonra." diye cevapladı Gonca. "Ve sen bana söylemedin!" "Gonca'ya kızma! Gülsüm yeminler ettirdi kimseye söylemeyelim diye." "Neden ama?" "Utanıyor." dedi Gonca. "Neden?" Gonca yüzünü buruşturdu. "Yani Nisan, bazen öyle sorular soruyorsun ki! Elli yaşında ve lisede okuyan bir de torunu var. Yetmez mi?" Nisan, ellerini yanaklarının üstüne yapıştırdı. "Amanın! Mert biliyor mu?" Hatice Hanım başını aşağı yukarı salladı. "Ne dedi?" Gonca, "Doğal olarak önce saçmaladı." diye açıkladı. "Ama çabuk toparladı." Nisan gururla, "Kimin yeğeni?" dedi. "Hadi ordan! Benim paşam kimseye benzemez!" Sırıtan Nisan, "Şimdi nasıl? Yani Gülsüm abla?" diye sordu. "Ağlamadığı zamanlar iyi sayılır." "Hormonlar!.. Zavallıcık!" "Bu kadar sohbet yeter!" diyen Hatice Hanım, ayağa kalkıp fincana doğru uzandı. Nisan, fincanı hemen kaçırarak, "A a!.. Ne yapıyorsun tontoşum?" diye çığlık attı. "Fincanı makineye atacağım, şimdi ver onu bana!" "Daha falı bitirmedim!" "O zaman elinde yıkarsın! Yoksa akşam yemeği sırasında makine hala çalışıyor olacak." "Altı üstü bir fincan, tabii yıkarım." diyen Nisan; arkadaşına dönüp, "Nerede kalmıştım?" diye sordu. Gonca bıkkınlıkla, "Yollarda " dedi. "Evet, yollar önemlidir ve sende üç, dört tane var." "Tamam. Gezmeye gidiyorum. Ne güzel!" dedi Gonca. "Bitti mi?" "Şıışş!.. Görüyorum. Burada bir adam görüyorum. Böyle sinsi bir şey, suratsız! Etrafa emirler verip duruyor! Küçük dağları sanki o yaratmış!" Gonca gözlerini devirdi ama bir şey demedi. "İşte o adama dikkat et! Önce seni kovmak isteyecek, sonra sana bir iş teklifiyle gelecek ama amacı aslında kendi isteklerini sana kabul ettirmek. Her şeyine karışacak! Saçına başına, giyimine, hatta etek boyuna bile!" Gonca dayanamayıp kahkahalarla gülerken Hatice Hanım da, "Büyük falcı Nisan Yağmur!" diye ilan etti gülümseyerek. "Gerçeklerle fal çorbası yapan kadın!" Nisan homurdandı. "O adamdan hiç hoşlanmıyorum!" Gonca içinden, "O da senden!" diye düşündü. Nedense Hakan Alagöz'ün onunla ilgili sözlerini Nisan'a söylemekten kaçınmıştı. "Bence gizli bir gündemi var." "Ve bana o gizli gündemi yüzünden mi teklif getirdi?" Nisan omzunu silkti. "O kadarını bilemem. Peki sen kararını verdin mi?" "Dur ya Nisan! Dün bir, bugün iki! Hakan Bey bile bir hafta süre verdi düşünmem için." Nisan gözlerini kocaman kocaman açarak, "Gerçekten düşünüyorsun yani!" dedi. "Elbette düşünüyorum! Eğer o çocuklar için bir parça olsun umut olabilecek bir çalışmanın parçası olacaksam düşünmeye değer." "Ayrıca haftada iki gün hastaneye de uğrayabileceksin." diye hatırlattı Hatice Hanım. "Sen destekliyorsun yani, öyle mi Hatice Teyze?" "Ben Gonca'yı her zaman desteklerim. Ama bu konuda kesinlikle destekliyorum! Belki bu ilaç kemoterapide bir çığır açar!" "Anne daha o aşamada değiller! Henüz her şeyin başında sayılırlar." Nisan, "Çok da başında sayılmazlar Gonca. Velinimetin efendin iki yıl içinde hayvan deneylerine başlayabileceklerini söylememiş miydi?" diye sordu. "Öyle olduğunu söyledi, evet." diyen Gonca'nın zihninde, bir kez daha Hakan Alagöz'le yaptıkları konuşma canlandı. "Alagöz Kimya yılardır Random'la ortak çalışmalar yapıyor." demişti Hakan Alagöz. Gonca, küresel ilaç devinin adını duyunca şaşırmıştı. "Son on yıldır bizim bilim adamlarımızın ortaya attığı bir teoriyle yola çıkan ilaç üzerinde Random'la ciddi işbirliği içindeyiz. Bu ilaç, belki kanser çalışmalarında ciddi bir dönüm noktası olmayacak ama hem hastalığa hem de süreç içinde hastanın konforuna olumlu katkıları olacak. Yani biz öyle umuyoruz." Heyecanlanan Gonca, "Gerçekten mi?" diye sormuştu. Gonca'nın heyecanı karşısında gülümseyen Hakan Alagöz, "Evet. Gerçekten." demişti. "Ama biliyorsunuz, ilaç geliştirme konusunda ülke olarak altyapımız çok zayıf. Babam bu konuya gereken yatırımları yapsa da iş sadece parayla olmuyor ve bazen ortada dönen paralara güç yetmeyebiliyor. Random, altyapısal ve maddi anlamda faydalı bir partner. Karşılıklı çıkarlarımızın olduğu işbirliğinden oldukça memnunuz. İki yıl içinde deneysel aşamaya geçeceğimizi umuyoruz." Hakan Bey masanın üzerine eğilip, "Şimdi sadede geliyorum." demişti. "Son birkaç aydır maalesef Random'ın hızına ayak uyduramıyoruz. Labaratuvar içindeki ekiple dışındaki ekibin koordinasyonunda ciddi sıkıntılarımız var. Siz de bu noktada devreye giriyorsunuz. Kabul ederseniz projenin yürütme sorumluluğunu size vermek istiyorum." "Ba... Bana mı?" Gonca kekelemekten kendini alamamıştı. Söylenenler, bu odaya girerken söylenmesini beklediklerinden o kadar farklıydı ki beyni, doğru düğmeye basıp akıllıca bir şeyler söylemesindense adama boş boş bakmasına neden olmuştu. "Biliyorum, bu teklif sizi şaşırttı." "E... Evet." "Etraflıca düşünmenizi istiyorum. Ondan sonra karar verebilirsiniz." "Ta... Tamam." "Gonca Hanım?.. İyi misiniz?" Gonca kendini toparlayıp, "İyiyim." demeyi başarmıştı. "Sizin de söylediğiniz gibi şaşırdım. Yani böyle bir teklif duymayı beklemiyordum." Hakan Alagöz gülmüştü. "Evet, biliyorum. Kovulmayı bekliyordunuz. Ama ben öyle biri değilim Gonca Hanım. Sizi kovmayı düşünmüş olmam, kovacağım anlamına gelmez. Duygularla şirket yönetilmez. Ayrıca şirketi duygularımla yönetmeye kalkarsam o çok sevdiğim adamın oğlu olmaktan çıkarım." "Ama kovmayı düşünecek kadar hoşlanmadığınız birine çok kritik bir görev teklif etmeniz de normal değil." "Dediğim gibi kararlarım duygularımdan bağımsızdır. Bugün burada öyle ya da böyle düşündüklerimizi birbirimize söyledik ve tanışma biçimimiz düşünüldüğünde bence söylenmesi de gerekiyordu. Şahsen kendimi rahatlamış hissediyorum. Bir şekilde kozlarımızı paylaştık ve bundan pek fazla yara almadık. Sizce de öyle değil mi?" Gonca'nın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oynaşmıştı. "Ben eve gidip her şeyi yeniden düşünmeden yaralarım hakkında bir şey söyleyemem." "Bence çok düşünmeyin. İkimiz de kızgınlıkla bir şeyler söyledik, yani duygularımızla hareket etme hakkımızı kullandık. Bu kadarı yeter." Erkeğin sözlerini mantıklı bulan Gonca, "Ben, izin verirseniz, teklifinizle ilgili bir şeyler sormak isterim." demişti. Hakan Alagöz sırtını koltuğuna yaslayarak, "Tabii, buyurun." demişti. "Öncelikle ben bir bilim adamı değilim. Yani bu pozisyon için uygun da değilim ve..." "Gonca Hanım... Ben bir bilim adamı istemiyorum zaten. Onlar laboratuvarlarında çok mutlular. Ben işin genel kapsamını ve önemini anlayacak, konuya genel hatlarıyla hakim ve disiplinli birini istiyorum. Siz branşınızdan ötürü zaten olaya hakimsiniz, amacımızı ve olası sonuçlarının önemini anlayabiliyorsunuz. Ayrıca dosyanızı çok iyi inceledim. Bölümünüz tıkır tıkır çalışıyor. İnsanları çok iyi idare ediyorsunuz. Zaten bu teklif, o dosyada yazılanlar sayesinde kafamda şekillendi." "Hakan Bey... Sizin kastettiğiniz anlamda idare etmekle yönetmek aynı şey değildir, siz bunu benden iyi bilirsiniz. Belki profesyonel bir yönetici bulmalısınız." "Profesyonellerden çok var ve inanın bu yöntemi denedim, çok işe yaramadı. İnsanların birbirlerinin dilini anlaması çok önemli. Bilimsel araştırmalarda daha da önemli. Ayrıca idare etme; insanların zaafları, zayıf ve güçlü yanlarını göz önünde bulundurarak karar vermek değil midir? Bu durumda idare etmeyi biliyorsanız yönetmek de kolaylaşır." "Siz böyle mi yapıyorsunuz?" Hakan Alagöz kısık sesle gülmüştü. "Yapmaya çalışıyorum, diyelim." "Hastalarım var ve..." "Hastaneye iki gün gelebilirsiniz. Yarım gün tabii. Vakit kaybetmemeniz için arabanız ve şoförünüz hazır bekleyecekler." Gonca kızarırken, "Şoför önemli tabii." diye mırıldanmıştı. Hakan Alagöz, bu kez kocaman bir kahkaha patlatmıştı. "Bir şey ima etmek istememiştim. Dediğim gibi içimizdekileri döktük. Ama düşününce..." Sırıtmıştı. "Şoför fikri bana dahice geldi." Gonca, erkeğin flört eder tarzda şakalaşmasına nasıl olup da gülebildiğine hayret etmişti. Hakan Alagöz, kolunu kaldırıp saatine baktıktan sonra, "İzninizi rica edebilir miyim?" demişti. "Birazdan bir sonraki planlı toplantım başlayacak." Gonca ayağa fırlayıp, "Elbette! Çok affedersiniz!" diye karşılık ermişti. Bir taraftan da adamdan özür dilediği için kendine kızmakla meşguldü. "Kararınızı ne zaman bildirirsiniz?" "Bir hafta?.." "Uygundur. Eğer kabul ederseniz insanlığa faydalı bir işin parçası olacaksınız." Gonca gülümsemişti. "Bu şu ana kadar attığınız en büyük yem." "Ama lezzetli ve gerçek!" Kapıya bu kez daha sakin ama kafası daha karmaşık yönelmişti. Kapıyı açmadan önce patronu, "Gonca Hanım!" diye seslenmişti. Gonca, eli kapının kolunda omzunun üzerinden adama bakmıştı. "Efendim Hakan Bey?" "Bir konuyu açıklığa kavuşturalım: Size kızdım ve sizi kovmayı düşündüm ve hatta aşağılayarak kovmayı düşündüm. Bunları size de söyledim ve yine söylüyorum." "Evet?.." "Ama asla sizden hoşlanmadığımı söylemedim." Gonca, orada o şekilde on saniye kaldığından emindi; karşısında, şaşkınlığıyla eğlenen adama bir kelime bile edemeden. Sonrasında dışarı nasıl çıktığını ve odasına nasıl ulaştığını pek hatırlayamayacaktı. "Yine daldı. Velinimeti efendisi kafasını karıştırdı." "Karışacak bir şey yok! Efendice iş teklif etmiş. Ya 'evet' der ya da 'hayır'. Bu kadar basit!" "Gonca'nın duygusallığından faydalanıyor!" Gonca, "Gonca sizi duyuyor." diyerek iki kadının konuşmalarını böldü. "Ve... Gonca duygusal ama bu konu duygusal karar vermeyeceği kadar ciddi! O yüzden düşünmesi lazım." Nisan derin bir nefes alarak içini çekti. "Düşünsün bakalım. Düşünsün."
|
0% |