@majdafan
|
Hakan iki eliyle birden başını tuttu. "Off!.. Deli gibi ağrıyor ya!" "İlaç al, dinlen, geçer." Hakan, gözünü yana kaydırarak masasını işgal eden arkadaşına baktı. "Sağol ya! Sen söylemesen hiç aklıma gelmezdi." Kasım, gözlerini önündeki kocaman bilgisayar ekranından hiç ayırmadan, "Gelmediği çok açık!" dedi. "Akşamdan kalma gibisin." "Öyle olduğumu az önce söylemedim mi?" "Oğlum; bu tempoyla gidersen ilaç ve dinlenme kısmını içinden hiç çıkmadığın bu hastanede yatarak geçireceksin, haberin olsun!" Hakan gözlerini devirdi ve bu bile başının zonklamasına neden oldu. "Yapacak bir şey yok. Bu dönemin böyle geçeceğini biliyordum." "Geçmek zorunda değil! Burada yapacağını yaptın: Herkese kendini gösterdin, sektörün tam olarak nasıl işlediğini öğrendin. Üstelik bütün şubeleri gezdin." "Daha diğer illerdeki şubeler var." Kasım, ilk defa gözlerini bilgisayar ekranından ayırıp arkadaşına baktı. "Geri zekalının tekisin! İşleyişi öğrendin, dedik! Daha ne? Bir ay sonra, bence üç ay daha uygun, git; kendini göster ve geri dön! Eğer oralarda da on, on beş gün kalacaksan..." Bıkkınlıkla nefesini verip gözlerini yeniden bilgisayarın ekranına dikti. "Kime söylüyorum ki? Nasıl olsa burnunun dikine gideceksin! Oğlum, az bir akıllan ya! Sen patronsun, patron!" "Ne boş konuşuyorsun ya! Sanki içinde bulunduğum oda bana kim olduğumu hatırlatmıyor!" "Hatırlatıyorsa yanlış yapıyor! Bu oda Nedim Bey'in, senin değil! Senin yüzünden adam odasına doğru düzgün yerleşemedi bile! Herkesi tedirgin ediyorsun! Bırak herkes işini yapsın! Geldin, gördün, yendin! Bitti!" Hakan, dirseğini masanın cam yüzeyine dayayıp elini başına dayanak yaptı. "Arkadaşın burada baş ağrısından ölüyor, sen aptalca alıntılarla ağrısını daha da arttırmaktan başka bir işe yaramıyorsun." "Bak aslanım." dedi Kasım bir kez daha dikkatini ekrandan Hakan'a çevirerek. "Bu şirketi almak için kıçını yırttın... O da ne?" Kasım, Hakan'ın aniden burnunun dibine kadar uzattığı teneke kutuya bakıyordu. Hakan kutuyu hafifçe sallayınca, merakla, "İçinde para mı var?" diye sordu. "Bingo! Bir seferde bildin." Kasım'ın bir gözü küçülüp başı da hafifçe yana eğilirken ağzından, "Deli misin sen?" sorusu çıktı. "Onunla ne yapıyorsun?" "İçine para atmanı bekliyorum. Bozuk." Bir saniye düşündükten sonra, "Kağıt da kabul ediyoruz." diye ekledi. "Biz?" "Ben ve Buse" İsmi duyunca Kasım'ın dikkatini bütünüyle üzerine çektiğini anlayan Hakan sinsice gülümsedi. Kasım ekranda ilgisini çeken her ne varsa onu boşvermişti. "O cadının..." Çenesiyle kutuyu işaret ederek, "Bu kutuyla ne ilgisi var?" diye sordu Kasım. "Kutu onun, ben emanetçisiyim." "Güya gizemli bir hava mı yaratmaya çalışıyorsun? Eğer öyleyse berbatsın!" "Merak ettin ama! Hadi uğraştırma da at parayı!" "Neden?" "kıç" "Ne?" "Kıç. Az önce 'kıç' dedin." "Eee... Ne olmuş? Yoksa göt mü demeliydim?" "O!.. Borcun katlanıyor." "Sen benimle kafa mı buluyorsun oğlum?" "Ne kafa bulması? 'kıç' küfür sayılır, "göt" de öyle!" Kasım, sabırla gözlerini kapatıp birkaç parmağıyla alnını kaşırken, "Kıç, küfür sayılmaz; göt, de! İkisi de en fazla argo olur." dedi. "Sayılsa bile, hangi akla hizmet o kutuya para atacakmışım?" "Amma uzattın ha! Atma o zaman!" diyen Hakan kutuyu önündeki sehpaya koydu. Parmakları şakaklarını ovmak için hareketlenirken, "Maalesef Buse'ye senin küfür ettiğini ve bedelini ödemediğini söylemem gerekiyor." diye ekledi. Kasım'ın gözleri korkuyla büyüdü. "Yapamazsın!" Hakan tatmin dolu bir sesle, "Yaparım." dedi. "Hem de büyük bir keyifle!" Kasım'ın gözleri kısıldı. Arkadaşını, tehditkar bir bakış atarak, "Beni mahvetmek istiyorsun!" diye suçladı. "Sadece kumbaranın dolmasını istiyorum. O zaman Buse, bütün küfredenlerin cezalarını çektiklerini düşünerek sevinecek." Ayağa kalkıp cebinde bozuk para arayan Kasım, "Tehdit ancak acizlere göredir." dedi. "Çok etkilendim!" diye alay eden Hakan kutuyu yeniden Kasım'a uzattı, o da aynı anda birkaç tane bozuk parayı içine atıverdi. Sonra birden aklına gelivermiş gibi, "Neden ağzına kadar doldurup götürmüyorsun?" diye sordu. "Bir şey anlamaz." Hakan, akıllı uslu bir öğrenci edasıyla, "Olmaz!" dedi. "Bu, hile yapmak olur." "Allah'ım ya! Deli misin, nesin? Hile olsa ne olur?" "Bana söz verdirtti." "Buse mi?" Hakan, onay vermek için kafasını eğince; kafasının içinde ne var ne yok her şeyin alnına doğru ağdığını hissetti. İki eliyle birden başını sabitlemek için sıkıca tuttu. Onun halini gören Kasım, "Kalk, gidiyoruz!" dedi. "Burada bayılıp kalacaksın!" "Bana bir şey olmaz." "Atasözüne göre haklısın ama biz yine de işimizi şansa bırakmayalım." "Git başımdan Kasım!" Kasım derin bir iç çekti. "Pekala, madem gitmiyoruz; o zaman Buse'nin sana ne dediğini öğrenmek istiyorum!" "Sakın hile yapma dayıcığım. Aynen böyle söyledi." "Ya, altı yaşındaki bir çocuk bunu nasıl bilebilir?" "Sence?" Gözleri sinirle küçülen Kasım bir şeyler homurdandı ve Hakan kutuyu yeniden arkadaşına uzattı. Kasım itiraz etti: "Hergele, kesinlikle küfür değil!" "Tamam." dedi Hakan bir kez daha kutuyu geri çekerken. "Küfür olup olmadığını Buse'ye sorarım." Kasım sinirle, "Ver şu Allah'ın belası kutuyu bana!" diye bağırdı. Hakan, kutuyu uzatırken gözlerini sımsıkı yumdu. "Bağırma! Bağırma! Başımı mahvediyorsun!" Kutuya düşen metalik sesin ardından, "'Allah'ın belası' iyi bir ifade sayılmaz." diye bilgi verdi Hakan ve kutudan bir ses daha geldi. İstemeden gülümsedi. "Yemin ediyorum senin o gerzek enişteni bir gün öldüreceğim!" diye homurdandı Kasım. Bir an düşündükten sonra, "gerzek'in durumu nedir?" diye sordu. Sonra da hemen ardından, "Sakın cevap verme!" dedi. "Beni de aptal oyunlarınıza bulaştırıyorsunuz!" "Özgür iraden var kardeşim. Seçim senin." "Buse söz konusu olduğunda benim için 'seçim' diye bir şey yok ve bunu sen de çok iyi biliyorsun. Küçük velet dişlerini düşürmeye başladı. Çirkinleşmeli değil mi? Yok, hayır! İnadına daha da sevimli olmak zorunda!" Hakan gülümseyerek, "İçin rahat edecekse, o da sana bayılıyor." dedi. "Bana, 'Kasım dayımdan daha az para al.' diye tembih etti." Kasım hayal kırıklığıyla, "Yani benim küfür ettiğimi biliyor." dedi. "Lanet olsun!" Hakan, tenekeden yansıyan "tık" sesine ve arkadaşının cahilliğine güldü. "O bir çocuk Kasım. Çocuklar senin sandığından çok daha fazlasını bilir. Üstelik Buse'nin bir de artısı var." "Neymiş o?" Hakan, başını düşünerek, on anda omzunu silkmekten vazgeçti. "O bir kız. Kızlar acayip zeki oluyor." dedi ve sonra ortaokuldaki sınıf arkadaşlarını hatırlatarak, "Berra'yı düşün." diye önerdi. "Kızın senden yüksek not alması için çabalaması bile gerekmezdi." "Eğer bununla benim aptal olduğumu ima etmeye çalışıyorsan haklı olabilirsin. Ama ben Berra'dan, sen de benden düşük aldığına göre bu seni ne yapar?" Hakan güldü ve hemen ardından yüzünü buruşturdu. "Man kafa?" "Man kafalı aptal!" diye düzeltti Kasım. "Hala da öylesin! Burada durmuş dün gece uyumamış olmana rağmen bana laf sokmaya çalışıyorsun. Bence man kafalı ultra aptalsın!" Hakan derin bir iç geçirip bıkkınca, "İşlerim var Kasım!" dedi. "İşlerine de... Sana da..." Bir anlık sessizliğin ardından teneke kutudan yeni bir ses daha geldi ve Kasım, "Buse'ye birlikleri benim attığımı söyle." diye tembih etti.. "Kesinlikle söyleyeceğim. Çocukcağız kimin en çok küfür ettiğini bilmeli!" "Hay ben senin..." Hakan kaşlarını kaldırınca Kasım, tenekeye bir birlik daha attı. Asık bir suratla, "O ballı turtayı görünce, ceza olarak onu dakikalarca gıdıklayacağım." dedi. "Öyle bir çocuğun öyle bir babası olması çok yazık!" "Bu dediğini Gülderen duymasın!" dedi Hakan kendinden iki yaş büyük ablasını kastederek. "On sene önce o moronla değil, benimle evlenmesi gerektiğini ona söylemiştim." "Moron dediğin adam genetik mühendisliğinden ileri dereceyle mezun olmuştu ve şimdi de ülkenin en önde gelen araştırma kurumlarının birinde çalışıyor." Kasım, Hakan hiç konuşmamış gibi, "Yazık oldu Gülderen'e!" dedi. Hakan güldü ve bu sefer omzunu silkti. "Yapacak bir şey yok. Bazıları inek sever." "Demek o yüzden teklifimi reddetti, ben inek olmadığım için." "Teklifini reddetti çünkü ciddi olmadığını biliyordu ve seni de sevmiyordu!" "Ciddiydim!" "Allah aşkına Kasım; Gülderen'in bir an bile seninle evleneceğini düşünmüş olsan ona asla teklif etmezdin!" İşaret parmağını çenesine vuran Kasım, "Haklı olabilir misin?" diye sordu. Sonra bir saniye kadar düşündü ve sırıttı: "Sanırım olabilirsin." "Sanırım ben de ağzını, burnunu kırmalıydım! Dua et de kalıcı ya da geçici hasar bırakmadın. Yoksa gerçekten ağzını, burnunu kırardım! Hem, sen benim ablama nasıl o gözle bakarsın?" "Senle ben akraba değiliz, dolayısıyla ablanla da değiliz. Neden bakmayayım?" "Senin gözünü çıkarabileceğim gerçeğini bir kenara bıraktığında mı?" "Si..." Kasım hemen yutkunup ilk sözcüğü atarak cümlesine yeni bir başlangıç yaptı: "Git işine ve beni rahat bırak! Baktıysam bir şey mi yaptım? Sadece evlenme teklif ettim! Zaten o da kabul etmedi ve aradan on yıl geçti ve zaten senin de vurgulamaya çalıştığın gibi ona aşık değildim, sadece bir yanılgıydı." Gülümsedi. "Ama Gülderen'in kızına aşığım! O küçük sıçan dişe. Her ne kadar babası gelişmiş bir moron olsa da." Kasım teneke kutu yeniden uzatıldığında, "Bu; küfür de değil, argo da. Hatta hakaret bile değil!" dedi. "Gerçeğin ta kendisi!" "Olabilir. Bence doğru da." "O zaman sorun ne?" "O, Buse'nin biricik babası." Kasım zoraki bir kabullenişle kumbaraya yeniden para atarken, "Yemin ediyorum o adamı kıskanıyorum!" diye itiraf etti. "Nasıl onun gibi birinin böyle güzeller güzeli bir çocuğu olabilir?" "Belki sırf bu yüzden bile Mesut'u sevmelisin." "Şimdi sana bir şey derdim ama..." Çenesiyle teneke kutuyu işaret etti. "Sen Buse'ye ve terbiyeme dua et!" "Açıkçası diğer yeğenlerim daha büyük olduğu için mi bilmiyorum ama o çocuğa ben de deli oluyorum!" "Oğlum, o senin yeğenin!" "Diğerleri de yeğenim. Ama o velet bir başka!" "Kesinlikle!" dedi Kasım gülümseyerek. "Hele şöyle yandan bir sırıttı mı?.." Kasım, arkadaşının alaycı bakışları karşısında susup gözünü kırparak, "Hayrola?.." der gibi başını salladı. "Hiçbir kadının yapamadığını bacak kadar boyuyla Buse yapabiliyor. Seni resmen dize getiriyor." Kasım sırıtarak kabullendi: "Öyle valla!" Sonra Hakan'ı şöyle bir süzdü. "Ağrın geçti mi senin?" "Ne geçmesi? Kendimi oyalamaya çalışıyorum! Az bir hareketle zonklayıp duruyor!" "Bunun bir çaresi olmalı." Kasım elini heyecanla havaya kaldırıp parmağını şıklattı. Bağırarak, "Buldum! Hastaneye gidelim." dedi. "Ama dur... Biz zaten hastanedeyiz!" "Şaklabanlık yapmak için çok beceriksizsin!" "Sen de çok yorgunsun! Ve ayrıca hastasın, man kafalı ultra aptalsın!" Kasım, Hakan'ın zorlanarak ayağa kalkması karşısında, "Hey!.. Nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Elimi yüzümü yıkayacağım. Belki sen de o arada kendi yaşına uygun konuşmaya başlamış olursun." Kasım; Hakan'ın arkasından, "Sen de hiç beceremiyorsun!" diye bağırdı. "Şaklabanlığı!" Hakan, banyoya giderken, "Bağırma!" diye homurdandı. "Bağırma!" Aynadaki yansıması rezaletti. Yüzünün rengi soluk, gözlerinin altı çökmüştü ve en son dün sabah tıraş olduğu için yüzünü kaplayan kirli sakal manzaraya hiç iç açıcı bir katkı sağlamıyordu. Kasım haklıydı: Kesinlikle ilaç alıp dinlenmesi gerekiyordu ve mümkünse aralıksız sekiz saat uyuması. "Allah'ım!" Yüzünü yıkamak için eğildiğinde, başının içinden bir şeylerin alnını delerek lavaboya akacağını sandı. Zonklama inanılmazdı. Başını iki elinin arasına hapsederken kendini sıkıyordu. Ancak bir iki dakika sonra zorlayarak yüzüne bir iki kez su çarpabildi. Odaya geri döndüğünde ıslattığı havluyu alnına bastırıyordu ve Kasım, onun döndüğünü fark etmediği için hafifçe kısılmış gözleriyle bilgisayar ekranına bakmaya devam ediyordu. Yüzü neredeyse ekrana değecekti. Sessiz ve yavaşça yaklaşıp Kasım'ın arkasından baktı ve hemen, "Beceriksizin tekisin!" dedi. Kasım, suç üstü yakalanmış birinin aceleciliğiyle yüzünü bir çırpıda ekrandan geri çekti. Ağzını itiraz etmek için açtı, sonra yeniden kapattı. Bir kez daha açtığında ise, "Haklı olabilirsin." diyerek arkadaşının söylediğini kabullenmiş oldu. "Ama daha çok sanırım enayi yerine konuldum." Hakan, "İlk kez olmayacak!" diyerek Kasım'la dalga geçti. Sonra da, "İki haftadır personel dosyalarını tarayıp duruyorsun ve bir şey yok." diye devam etti. "Hasta Hakları'nda çalıştığını söylediğine emin misin gerçekten?" "Şöyle bana mal muamelesi yapmasan?.." Hakan, başını sarsmayacak kadar ağır adımlarla az önce kalktığı koltuğa ilerlerken teneke kutuya çoktan bir lira daha atılmıştı. "Sinirlisin ve hala bir ergen gibi konuşuyorsun." Kasım, ellerini saçlarının arasından geçirdi ve Hakan'ın eleştirisine, "Tabii sinirliyim!" diye yanıt verdi. "Hasta Hakları'na gittim. Hem de ertesi günü. Ayşe N. Dönmez'i sordum ve karşıma katana gibi bir kadın çıktı." Kasım, o anı hatırlayınca kan yeniden beynine sıçradı. İnanmadığı için, "Ayşe N. Dönmez gerçekten siz misiniz?" diye sormuştu kadına ikinci kez. Kadın ters bir ifadeyle, "İsmimi biliyorum herhalde!" diye karşılık vermişti. Sonra da daha nazik bir ifadeyle, "Sizin için ne yapabilirim?" diye sormuştu. Kasım, sırayla elindeki çiçeklere ve kadına bakıp, "Yok." demişti. "Bir şey yapamazsınız!" Sonra da oraya gitmekten daha büyük bir aptallık yapıp elindeki çiçekleri kadına vermişti. Kadın şaşkın bir biçimde, "Bunlar ne için?" diye sormuştu. Kasım daha cevap vermeden hastanenin güvenliğini karşısında bulmuştu. Hakan onun dalgınlığını, "Şu kocasının içeri girdiği bölümü bir daha anlatsana!" diyerek böldü. "Neden? Yeterince gülmedin mi?" Hakan yine gülerken başını tutuyordu. "Güvenlik elemanının kadının kocası çıkması!.." "Ne kadar komik, değil mi?" "Eee, birilerinin bir yerlerde ahı çıkacak tabii!" Kasım, parmaklarıyla yanaklarını yana doğru gerdirerek, "Bak, ne kadar gülüyorum!" deyince, Hakan kendini sıkmayı boş verip kahkahayı patlattı ve aynı anda da, "Of, başım!" diye inledi. "Babaannem gibi, 'Beter ol!' derdim ama..." Sesin bile fazla geldiği o anda, "Konuşma! Bir saniye konuşma!" diye yalvardı Hakan. Zonklama hissi dayanılmazdı. Kasım da konuşmadı. Ayağa kalkıp koltuğa gelişigüzel attığı ceketini kaptı. Masanın etrafından dolaşıp Hakan'ın önünde durdu. "Kımılda! Acile iniyoruz!" Hakan acı verici bir çabayla, "İnmiyoruz!" diye itiraz etti. "Sana soran yok. Yine de alternatif bir öneri olarak buraya bir beyin cerrahı çağırıyoruz. İnatçı kafanı düzeltmesi için." diyen Kasım imalı bir biçimde ekledi: "Hem de her açıdan." "Yapmıyoruz!" "Doğru cevap!" diye karşılık veren Kasım, Hakan'ın kolunu yakaladı. "Ancak sen, sahibi olduğun hastanede ayağına doktor çağırmazsın!" "Bırak beni! Kendim kalkabilirim!" "Sesini kes de gidelim!" Hakan ayağa kalktıktan sonra da "Kendim yürüyebilirim!" diye itiraz etti ama Kasım, ona hiç aldırmadan kolunu tutarak Hakan'ı kapıya götürdü. Savaş, onları görür görmez, kalçasını dayayarak oturduğu Nesrin Hanım'ın masasının kenarından kalktı. Nesrin Hanım, Hakan'ın Alagöz'deki sekreteri Şenay Hanım'la iletişimini koordine etmek için geçici görevle buradaydı. Kasım; gözlerini patronunun beyazlamış suratından ve bitkin halinden alamayan Savaş'a, sadece, "İyi." demekle yetindi. "Buradayım ve konuşabilirim!" "Yapabileceğim bir şey var mı efendim?" Hakan başını yavaşça çevirerek ince ve narin sekretere, "Sadece baş ağrısı Nesrin Hanım." diye karşılık verdi. Asansöre doğru uzaklaşırlarken Kasım, "Bakıyorum da gardiyan olmayınca iş başındasın." diyerek Savaş'la dalga geçti. Savaş sesini alçaltarak, "Allah'tan sigara içiyor." dedi. "Yoksa on dakikalık boşluk bile bırakmayacak." "Bana da gözümü oymak ister gibi bakıyor! Sanırım, Hakan'ı aylaklığa alıştıracağımı düşünüyor." Hakan iki adamı da, "Hatice Hanım hakkında ileri geri konuşmayı kesin!" diyerek uyardı. Savaş, "Daha başlamadık bile." diyen Kasım'a, aldığı uyarı yüzünden sadece sırıtmakla yetindi. "Yaşasın yönetici asansörleri!" diyen Kasım, hiç beklemeden kabine girdi ve hala inatla kolunu tutmaya devam ettiği Hakan'ı da yanında sürükledi. "Sana 'Bağırma!' dedim." "Bağırmıyorum. Eee Savaş, ciddi misin?" Asansör hareket etmeden onların yanında yerini alan Savaş, "Anlayamadım Kasım Bey?" diye sordu. Kasım kaşı gözü oynayarak, "Nesrin'le diyorum." dedi. Boğazını temizleyen Savaş yan gözle patronuna baktı. Vereceği cevabın onun hoşuna gideceğinden emin değildi. Patronu, "Senin gibi Savaş'ı da ciddiyet bozar." dedi. Ağrı yüzünden tam açılamayan gözleri, tehditle biraz daha kısıldı: "Ortaya taciz davası ya da tuhaf bir şey çıkarsa yemin ediyorum ikinizi de mahvederim!" Kasım kafasını Savaş'a eğerek, "'Bööö!..' dedi büyük patron!" diye dalga geçti. Savaş, gülmemek için gözlerini asansörün tablosundan ayırmadı. Hakan da "Büyü biraz!" diye homurdandı. Acile iç kapıdan girişleri bir çeşit olaya dönüştü. Kasım, Hakan'ı görünce birdenbire hareketlenen insanlara, "Merak etmeyin, teftişe gelmedi." diyerek sırıttı. Hakan arkadaşına ters bir bakış fırlattı. Bunu tahmin ettiği için buraya inmek istememişti. Bir çırpıda etrafında beliren iki doktor ve üç hemşireden oluşan gruba sakin bir biçimde, "Biraz başım ağrıyor." diyerek orada olmasının nedenini açıklamaya çalıştı. Rutin birkaç işlem yapıldı: tansiyon, basit göz taraması, birkaç soru... Onunla ilgilenen doktor, "Stres de baş ağrısına neden olabilir." dedi. "Öyle bir şey yok." dedi Hakan. "Sadece baş ağrısı." "Ben açıklayayım: Sevgili patronunuz neredeyse otuz altı saattir uykusuz." Hakan, yeniden Kasım'a ters ters bakarken doktorun gözleri kocaman olmuştu. "Ama Hakan Bey, bunu en başından söylemeliydiniz! Bu kadar uykusuzluk tabii ki baş ağrısı yapar!" "Söyledim zaten bir şeyim olmadığını!" Kasım gözlerinde oynaşan şeytanca parıltılarla, "Siz onun huysuzluğuna bakmayın, vurun bir iğne gitsin." dedi. "İğne olmaz!" Hakan'ın itirazı doktora makul görünmemiş olacak ki "Bence olur." dedi. "Zonklama tarzı baş ağrısı kolay geçmez. Size bir iğne yapalım, sonra da evinize gönderelim." Doktor, Hakan'ın bakışı karşısında, "Yani... Evinize gidip gitmeyeceğinizi siz bilirsiniz tabii." diyerek cümlesini düzeltme ihtiyacı hissetti. Hakan, iğneden korktuğuna dair dedikodunun yayılmayacağını bilse diretirdi. Bu yüzden, "Tamam..." dedi. "Görelim şu iğneyi." Doktor perdenin arkasından kaybolduğunda Kasım, kafasını ona doğru yaklaştırarak, "Az sonra bana teşekkür edeceksin!" dedi. "Neden? Acıtmayan iğne mi keşfedildi?" "Hemşireyi görmedin mi oğlum? O şimdi senin kı..." Buse'nin kumbarasını hatırlayan Kasım, cümlesini sevimli bir ifadeyle, "Yani yumuşak popona iğne vuracak." diyerek devam ettirdi. Başı her hareketiyle zonkladığı için zorla yüz üstü uzanan Hakan, "Kafanın çalışma biçimini anlıyorsam ne olayım!" diye homurdandı. "Bir kadın sana iğne vuracak ve onun bu durumdan hoşlanabileceğini mi düşünüyorsun?" "Kremalar Hakan. Kremalar hakkında hiçbir şey bilmiyor musun?" "Şimdi kusacağım!" "Kafan tek yönlü çalışıyor da ondan! Sen bu hastanenin sahibi zengin CEO'sun. Genç ve yakışıklısın. Altın değerindesin. Tabii ki... Yani popon da altın değerinde. Yani sen ekstra bitter kremasın!" "Yeter artık, konuşma! Midem bulanıyor!" Hiç alınmayan Kasım, "Ağrıdandır." dedi. Perde açıldı ve içeri gerçekten de Hakan'ın poposunu görmekten memnun olacakmış gibi görünen sevimli bir hemşire girerek onları selamladı. Kasım; kadının arkasından kaşlarını aşağı yukarı oynatarak Hakan'a sırıtırken hemşire, "Derin bir nefes alın Hakan Bey." dedi. "Hiç acıtmayacak." Kasım hülyalı bir sesle, "Kesinlikle acıtmayacak." diyerek onayladı. "İşte bu kadar! Pamuğu biraz bastırın lütfen!" diyen hemşire, yanlarından ayrılmadan önce Kasım'a kocaman bir gülücük gönderdi. "Ondan uzak dur!" diye uyardı Hakan. "Personelimden uzak dur!" "Zaten huysuzdun, şimdi bir ayı kadar huysuzsun!" Hakan, "Sana..." diye başlamıştı ki doktor yeniden içeri girdi. "Hakan Bey..." Hastasının uzanmaya devam ettiğini görünce, "Güzel." dedi. "Ben de on dakika kadar dinlenmenizi isteyecektim. O sırada da ağrınız çekilmeye başlamış olur zaten." "Teşekkür ederim." "Görevimiz efendim. Bir ihtiyacınız olursa dışarıdayım." Doktor çıkınca Hakan, "Savaş orada mı bekliyor?" diye perdenin dışını işaret etti. Kasım'ın cevap vermesine gerek kalmadan Savaş, perdenin ardından, "Buradayım." diye seslendi. Arkadaşını çok iyi tanıyan Kasım, "Merak etme, acildeki tek erkek Savaş değil." diyerek onu yatıştırmaya çalıştı. "Ya tabii. Hepsi de bir doksan beş boyunda ve siyah takım elbiselidir." Hakan gözlerini yumdu. "Gereksiz dikkat çekiyoruz!" "Burada kimsenin sana suikast düzenleyeceği yok." "Onu kastetmiyorum! İlgi odağı olmaktan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun." Kasım, Hakan'ın yattığı yatağın başındaki sandalyeye oturarak ona doğru eğildi. "Ne kadar acıklı! Zavallı küçük zengin çocuk!" "Biliyor musun: Bazen senden nefret etmeye çok yaklaşıyorum!" "İstesen de edemezsin, Buse seni öldürür!" "O çocuğu nasıl kandırdığını hiç bilmiyorum ama gerçekten sana bayılıyor." "Cazibe meselesi. Ayrıca şu kumbara işinin kaynağını merak ettim. Nereden aklına gelmiş?" "Adını zor telaffuz ettiği kanalda çocuğun birinin böyle bir kumbarası varmış ve küfredenler o kumbaraya para atıyorlarmış." Kasım, "Allah'ın belası Amerikalılar!" diye homurdandı. "Bizi yine bozmaya çalışıyorlar!" Hakan istemeden güldü. "Bunun kötü bir şey olduğunu ancak sen iddia edebilirdin." İki arkadaş bir süre konuşmadılar. Hakan, gözlerinin ağırlaştığını hissediyordu. Sanki uyku onu kapıp götürüverecek gibiydi. Derken hastanenin rutin seslerini bir ambulansın yaklaştığını haber veren siren sesi bozdu. Hakan hemen doğruldu. Hayatta net olarak bildiği şeyler vardı ve onlardan biri de doktorluğun asla onun mesleği olmadığıydı. Kan, iğne, acı çeken insanlar, ölüm... Değil bunlarla baş başa kalmak, şahit bile olmak istemediği için hemen ceketini giydi. Perdeyi araladıklarında çoktan sistematik bir koşturmaca başlamıştı. Sedyenin tekerlek sesleri etrafta yankılandı ve onlar daha ayrılamadan ambulans kapıya yanaştı. Hakan, her ne kadar çıkmak için acele etse de bir çeşit merak onu olduğu yerde durmaya zorladı. Ambulansın arka kapısı açıldı ve iki sağlık görevlisi aşağı atladı. Biri hızlı hızlı onları karşılayan doktora bilgi vermeye başladı: "Baş yaralanması, bilinç açık, kusma var..." Doktor görevlinin devam etmesini beklemeden, "Hemen tomografiyi arayın!" diye bağırdı. Ambulanstan sedye içinde genç bir kız çıkarıldı. Gerçekten de bilinci açıktı. Sadece başının bir tarafında kanlı bir gazlı bez yığını duruyordu. Yine de Hakan'ın dikkatini çeken o değildi. Bakışları, sedyenin hemen peşinden ambulanstan atlayan çocuğun üzerindeydi. "Mert?.."
|
0% |