Yeni Üyelik
19.
Bölüm

12. Bölüm (2. Kısım)

@majdafan

Hakan, hiç böylesine dehşete kapılmış bir yüz görmemişti. Mert'in suratı tamamıyla değişmiş, teni solmuş, gözleri neredeyse dışarı çıkacakmış gibi büyümüştü. Ve giysileri...

Hakan, dehşet içinde, "Kan!" diye fısıldadı.

Ayakları kendiliğinden harekete geçtiğinde amacı bir an önce Mert'in yanına ulaşmak ve ne olduğunu öğrenmekti. Doğru dürüst tanımadığı bir çocuğun tişörtünü kaplayan kırmızı leke yüzünden kendini neden bu kadar perişan hissettiğini sonra düşünecekti.

Yanında koşturan Kasım, "Hoop!. Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı. "Orası yanlış taraf!" Solda, sessiz bir dikkatle patronunu takip eden Savaş'ın aksine Kasım, "Hakan! Sana 'Nereye gidiyorsun?' dedim!" diyerek üsteledi.

Hakan, "Mert!" derken, aslında Kasım'a cevap vermiyordu; bir kazadan arta kalmış gibi görünen çocukla karşılaşmaya kendini hazırlamaya çalışıyordu.

Kasım, kulağının dibinde, "Mert mi? Mert de kim?" diye sordu ve Hakan ansızın durunca ona ayak uyduramadığı için birkaç adım öne gitti. Geri dönüp sinirle, "Kafayı mı yedin sen oğlum be? Uykusuzluktan..."

"Kasım Bey!"

Savaş'ın sesi, Kasım'ın, "Ne var?" diye sormadan susuvermesine neden oldu.

Savaş, kolay kolay uyarıda bulunmazdı ve görev başında zorunda kalmadığı müddetçe asla konuşmazdı. Patronunun birkaç metre ilerisinde, henüz bedeniyle boyu arasındaki dengenin sağlanacağı olgunluğa ulaşmadığı belli olan çocuğu göstererek, "Bakın!" dedi.

Tam o sırada Hakan da çocuğa sesleniyordu: "Mert! Mert?.."

Kasım, adı Mert olan çocuk kadar şoka girmiş gibi görünen Hakan'ı kolundan yakaladı. "Sakin ol!" dedi. "Sakin... Baksana, seni duymuyor bile!"

Hakan, az önce neredeyse koşarcasına bir hızla acilin bir ucundan diğerine gelmesine neden olan kan lekeleriyle kaplı beyaz tişörtten bakışlarını zorla ayırarak Kasım'a döndü. Kasım, gözleri ve çenesiyle çocuğun yüzünü işaret ediyordu.

Hakan; Mert'in onu duymadığını, deliliğin sınırında gezinen bakışlarını sedyedeki kıza diktiğini ancak fark ediyordu. Oysa kız, o sırada doktorun ona sorduğu soruları yanıtlamakla meşgul olduğu için Mert'in nerede olduğunun bile farkında değildi.

Hakan, "Mert..." derken bu sefer kontrollüydü. Yavaşça yaklaşıp, daha da yavaşça elini delikanlının sıska omzuna koydu. Ani bir hareketle başka bir travmaya neden olmak istemiyordu. Tutuşunu bir parça sıkılaştırıp yeniden denedi: "Mert!"

Çocuğun duygularla harap olmuş gözleri yavaşça döndü.

"Hakan Abi?.."

"Mert, iyi misin?"

"İyi... İyiyim."

Oysa testereden daha pürüzlü sesi ve omuzlarının, hatta tüm bedeninin titreyişi çocuğu yalanlıyordu.

O sırada biri, "Tomografi hazır!" diye bağırdı.

Kızın başındaki doktor, "Ne bekliyorsunuz o zaman?" diyerek bağıranı azarladı ve sedye anında harekete geçti.

Kız; başını yaralı olmayan tarafına çevirerek, imdat arar gibi, "Mert!" diye bağırdı.

Mert'in zaten seslenilmeye ihtiyacı yoktu. Hakan'ın elinin yana düşmesine neden olan bir hızla harekete geçmişti ancak en fazla birkaç adım atmaya fırsat bulabildi. "Bırak beni!" diye bağırdı omzunu yakalayan kocaman elin sahibine. Kurtulmak için silkelendi, başaramayınca yüzü yüze savaşmak için geri döndü.

"Dur bakalım delikanlı!" diyen adam, Hakan'ın gördüğü en uzun kişiydi. Rahatlıkla iki metreyi bulan boyuna eşlik eden bedeni de oldukça yapılı ve genişti ki bu, adamı "korkutucu" sınıfına sokuyordu.

Müdahale etmeye niyetlenen Hakan; Mert'in, "Ho... Hocam!" dediğini duyunca olduğu yerde kaldı.

"Hocam lütfen! Esme... Beni çağırıyor! Gitmem lazım!"

Adam, ancak bir öğretmenin sahip olabileceği kesin ve net bir otoriteyle, "Hiçbir yere gitmiyorsun!" dedi.

"Ama hocam, Esme..."

Adam, güven veren bir ifadeyle, "Esme iyi olacak!" diyerek Mert'in sözünü kesti. Başını çevirip Hakan'a baktı.

"Anladığım kadarıyla Mert'i tanıyorsunuz."

Hiç düşünmeden, "Evet." diyen Hakan, ekledi: "Annesi çalışma arkadaşım."

"Bu çok iyi! Ben Kemal Uzun, Mert'in Beden Eğitimi öğretmeniyim. Rica etsem Mert'in annesini siz arar mısınız?" Gözleriyle acilden çıkarılan sedyedeki kıza takip eden Kemal Uzun, "Benim gitmem lazım!" dedi.

Hakan, "Siz işinize bakın, ben Mert'le ilgilenirim." diyerek adama güvence verdi.

"Teşekkür ederim." diyen Kemal Uzun birkaç atmıştı ki, çoğu insanın on adımına bedeldi, aniden geri dönüp Mert'i omuzlarından yakaladı. Yüzünü çocuğunkine yaklaştırıp nasıl başardıysa hem sert hem de babacan bir tavırla, "Bu senin suçun değil!" dedi.

"Benim suçum! Ben..."

Öğretmeni Mert'i, "Kızıyorum ama!" diyerek azarladı. "Se-nin su-çun de-ğil, dedim! Böyle şeyler olur. Şimdi kendine gel! Her şey yoluna girecek, merak etme!"

Adam; Mert'in omuzlarını güven verircesine sıktıktan sonra Hakan'a dönüp, "Size emanet." dedi ve sedyeyi yakalamak için koşmaya başladı.

"Hakan?.. Delikanlı kim?"

"Mert." dedi Hakan öğretmeninin ardından bakmaya devam eden çocuğa. "Mert, bak bu en yakın arkadaşım Kasım."

Mert, ölgün gözlerini zoraki Kasım'a çevirdi ama hiçbir şey demedi.

Hakan, Kasım'a denediği için teşekkür eden bir bakış attıktan sonra, "Gel" dedi Mert'e. "Seni bir doktora gösterelim."

Mert, Hakan'ın onu yönlendirmeye çalışan elinden silkinerek kurtuldu. "Yaralı olan ben değilim!" diye bağırdı.

"Tamam..." dedi Hakan çocuğun yüzünden gözlerini ayırmayarak. "Yine de ellerinin temizlenmesi lazım. Durama göre pansuman da gerekebilir."

"Ellerim mi?"

Mert, ellerini kaldırdı. Dehşet yüklü bakışları her iki eli arasında gidip geldi. Başını iki yana sallarken, "Bu... Bunun benim kanım olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordu. Gözlerindeki ıstırap korkutucuydu. "Benim değil! Keşke benim olsaydı ama değil! Esme'nin! Esme'nin kanı!..."

Ve dağıldı. Gözlerinden sicim gibi akan yaşlar ve sarsılan omuzları karşısında Hakan yapabileceği tek şeyi yaptı. Çocuğu kollarıyla sardı. Çocuk göğsüne doğru ağlarken, "Tamam Mert, geçti." dedi. "Geçti!"

Göğsünde iki yana sallanan baş, Mert'in hiçbir şeyin geçmediğini söyleme biçimiydi. Yine de Hakan, "Geçti." diye ısrar etti. "Her şey yoluna girecek!"

Çocuk ağlarken onu tutmaya devam etti. Koluna dokunan Kasım gözleriyle, çok değil en fazla on beş dakika önce çıktıkları, hasta kabul alanını işaret ediyordu. Boştu ve Savaş orada hazır bekliyordu.

Başıyla Kasım'a "tamam" diyen Hakan, Mert'in omuzlarını sarsan güçlü ağlamanın geçtiğini hisseder hissetmez, "Hadi!" dedi çocuğa. "Şuraya geçelim."

Mert'in koluna girip onu Savaş'ın beklediği noktaya götürdü. Acil personelinin kaçamak bakışlarını da tam o sırada fark etti. Gözlerini etrafta öylesini gezdimesi bile herkesin işi yoksa bile kendine iş bulması için yeterli oldu.

Kasım'la Savaş, perdeleri çekip gerekli mahremiyeti sağlayınca; Hakan, Mert'i yatağa oturması için yönlendirdi. Artık usul usul ağlayan Mert, yanaklarındaki yaşları alelacele silip Kasım'ın uzattığı su şişesini titreyen elleriyle aldı. Kapağını açamayınca Hakan onun yerine açtı. Çocuk birkaç yudum içtikten sonra her ikisine de kekeleyerek, "Te... Teşekkür ederim." dedi.

Kasım sıcak bir gülümsemeyle, "İyi geldi mi bari?" diye sordu.

"Evet."

"Mert, bu ellerini temizletmemiz lazım!"

"Ellerimde yara yok Hakan Abi!" dedi Mert. "Sadece Esme'nin..." Yutkundu. "Esme'nin kanı. O kadar çok kanadı ki!.."

Mert'in göğsünden yeni bir hıçkırık yükseldi.

Elini çocuğun sırtına koyup yüzüne doğru eğilen Hakan, yatıştırıcı olduğunu umduğu sesiyle, "Bu çok normal!" diye bilgi verdi. "Kafa yaralanmalarında çok kan akar. Yara küçük bile olsa o kadar çok kan akar ki insanı korkutur."

Mert, sanki uçurumun kenarından ona uzatılan dala güvenip güvenemeyeceğinden emin değilmiş gibi, "Gerçekten mi Hakan Abi?" diye sordu.

"Hakan böyle gereksiz bilgileri iyi bilir." diyerek araya girdi Kasım. "Ona güvenebilirsin ama güvenmiyorsan da Savaş'a sorabiliriz. İlk yardım konusunda uzmandır."

Perdenin arkasından, "Kesinlikle çok kan akar!" diyen bir ses geldi.

Hakan; Mert'in dudaklarının kenarında oynaşan ufak gülümseme için Allah'a şükretti, her ne kadar görünmesiyle kaybolması arasında birkaç saniye olsa da.

"İyi... İyi olacak mı?"

"Şöyle yapalım Mert." diye teklif etti Hakan. "Önce bir doktor çağıralım, seni bir kontrol etsin; sonra da ona Esme'nin durumunu soralım. Adı Esme'ydi öyle değil mi?"

Mert başını salladı. "Evet, Esme."

"Kasım, doktoru çağırır mısın?"

Perdenin arkasından Savaş, "Ben yaparım." diye seslendi.

"O kim?"

Hakan, çocuğun dikkatinin dağılmasından memnun, "Savaş" dedi. "Korumam."

Mert'in gözleri büyüdü.

"Acilde korumayla mı dolaşıyorsun?"

Kasım, "Gösterişçi olduğunu hep söylüyorum!" dedi.

Mert sırıttı.

"Vay be! Bence bu çok havalı!"

Hakan, kendine engel olamadan kahkahayı bastı ve o sırada perde açıldı. Az önce Hakan'la ilgilenen doktorun aksine huysuz görünümlü, saçları büyük ölçüde beyazlamış olan bir başkası, "Hakan Bey, rica etsem daha sessiz olabilir misiniz?" diye sordu. Sesi de huysuzdu.

Mert'e dönen doktor, "Evet delikanlı..." diye başladı. "Az önce gelen küçük hanımla aynı ambulanstaydın, öyle değil mi?"

Mert'in suratı düştü. "Evet."

"Arkadaşın mı?"

Yeniden, "Evet." diyen Mert, alacağı cevaptan korksa da "İyi... İyi olacak mı?" diye sordu.

"Olmaması için bir sebep görmüyorum!"

"Gerçekten mi?"

Doktorun suratından gülümsemeye benzer bir ifade geçti.

"Ben doktorum evlat, hastalarıma ve yakınlarına gerçek olmayan şeyler söylemem! Ayrıca arkadaşının iyi olacağına inanman neden bu kadar zor? Bir kere bilinci açık. Tomografide kanama tespit edilse bile, henüz konuşmak için çok erken olmakla birlikte, bugünkü cerrahi yöntemlerle büyük bir sorun olacağını sanmıyorum. Ufak bir operasyonla iş halledilir."

Mert, doktorun söylediklerini hiç duymamış gibi, "Gerçekten mi?" diye sordu yeniden.

Doktor bu sefer gerçekten güldü ve "Gerçekten!" dedi. "Şimdi biraz sessiz ol!"

Otuz saniye içinde Mert'in kolundaki bandı çekerek, "Tansiyon normal." diye bildirdi. "Nabız da." Yandan bir bakışla, "Sadece geçici bir şok yaşıyor Hakan Bey, dinlenince geçer." dedi. "Tıbbi olarak herhangi bir şeye ihtiyacı yok."

"Teşekkür ederim." diyen Hakan'a, "Bu benim işim." diye cevap veren doktor perdeyi araladı. Çıkmadan, "Delikanlı, o elleri yıkarsan çok iyi olur." dedi. "Oldukça ürkütücü görünüyor! Ve Hakan Bey... Mümkünse acilimi boşaltır mısınız? Fazla dikkat dağıtıyorsunuz. Sanırım hastaların yanlış tedavi almasını istemezsiniz."

Doktor perdenin ardında gözden kayboldu.

Kasım mutlu mutlu gülümsedi.

"Seni kovdu! Seni kendi acilinden kovdu!"

Hakan omzunu silkti.

"Benim değil! Doktor doğru söylüyor: Burası onun acili."

"Doktoru sevdim! Bu doktoru sevdim! Ayrıca ne dersen de adam seni kovdu!"

"Çocuk gibisin!" diyen Hakan, o sırada onları eğlenerek izleyen Mert'e gülümsedi. "Hadi buradan çıkalım."

Delikanlının suratı hemen düştü.

"Ben Esme'ye ne olduğunu öğrenmeden bir yere gitmem!"

"Sakin ol Mert!" dedi Hakan, sabırlı olmaya çalışarak. "Sadece ofisime çıkacağız."

"Burada mı?"

Kasım kaşlarını aşağı yukarı oynattı.

"Patron olmanın faydaları Mert. İstediğin yerde ofisin olabiliyor."

Mert, oldukça eğlenceli bulduğu adama, "Siz de mi eczacısınız?" diye sordu.

Kasım hakarete uğramış gibi, "Değilim tabii!" dedi. "Ben avukatım." Kaşlarını bir kez daha oynatan Kasım, "Daha havalı, değil mi?" diye sordu.

Köşedeki lavaboda ellerini yıkamaya başlamış olan Mert'in yerine Hakan yanıt verdi: "Mert eczacı olmak istiyor."

Kasım, hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı. "Kötü tercih evlat, çok kötü! Bir ona bak..." Eliyle Hakan'ı işaret etti. "Bir de bana! Hangimiz daha yakışıklıyız?"

Mert omzunun üzerinden, "Mesleklerin genlere etkisinin bu kadar kısa sürede ortaya çıkacağını hiç sanmıyorum." diyerek yanıt verdi.

Hakan güldü. Kasım da bir anlık şaşkınlığın ardından gülerek, "Seni sevdim Mert." dedi. "Kafa çocuksun!"

"Ben de sizi sevdim Kasım Abi. Kafa adamsınız." Perdeyi açıp çıkarlarken, "Her ne kadar eczacı olmasanız da." diye ekledi.

"Seni avukat yapmalıyız Mert. Zekisin, ağzın da çok iyi laf yapıyor!"

Hakan, nedenini anlayamadığı bir işgüzarlıkla, "O eczacı olacak Kasım!" diyerek kestirip attı.

Savaş önde, onlar arkada acilin hastane tarafındaki çıkışına yöneldiler.

"Mert! Mert!"

Kasım, "Bugün buradan çıkamayacağız anlaşılan!" diye homurdandı. Mert'e seslenenin kim olduğunu görmek için arkasını döndü ve olduğu yerde kalakaldı.

"Naci dede!"

Hakan, bir onlara doğru yaklaşan adama bir de Mert'e baktı. "Dede, mi?" diye düşündü. Koşar adım yaklaşan adamın simsiyah saçları ve kırışıklıktan nasibini almamış bir yüzü vardı. Belki yetişme çağında çocukları olabilirdi ama "dede"? Başını iki yana salladı: "Mümkün değil!"

Şehirli, kültürlü, zengin erkek türünün bir örneği gibi görünen adam yanlarına gelir gelmez Mert'e sarıldı. Tereddütsüz yakınlık belirten tavrına Mert'in de karşılık vermesi üzerine, Hakan'ın zihninde taşlar yerine oturdu.

Bir haftadır istediğinden daha çok düşündüğü kadın; son görüşmelerinde Hakan'ın, "Kim bu Naci abi?" sorusuna, "Kayınvalidemin eşi." diye yanıt vermişti.

Adam geri çekilip Mert'in yanaklarını avuçlarının arasına hapsederek, "Nasılsın aslanım?" diye sordu. "Telefonda sesin çok kötü geliyordu."

"Ben iyiyim. İyiyim ben! Esme... Esme!.."

Çocuk hıçkırınca adam onu bir kez daha kollarıyla sardı ve Hakan onun bu işi daha iyi yaptığına karar verdi. Sessizce çocuğun başını okşarken zeki gözlerini arkadaki üç erkeğin üzerinde gezdirdi.

O sırada Savaş, kulağına eğilip, "Burada yolu kapatıyoruz." diye bilgi verdiği için Hakan, Mert'in "dede" dediği adamın başını hafifçe oynatarak Kasım'a selam verdiğini fark etmemişti. Savaş'ın uyarısıyla gerçekten de insanların işlerine engel olacak bir noktada durduklarını fark ettiği için, "İsterseniz ofisime çıkalım." diye teklif etti.

Başladığı noktaya geri dönen Mert, huysuzdu.

"Ben Esme'siz bir yere gitmem!"

"Esme burada mı?"

Hakan, "Hayır, Naci abi." diye bilgi veren Kasım'a şaşkınlıkla baktı. Birbirlerini tanıyorlar mıydı? Nereden? "Temsil ettiği üst düzey bürokratlardan biri olabilir mi?" diye düşündü. Sonra Naci "dede"ye şöyle bir baktı ve olamayacağına karar verdi. Üst düzey bürokratlar, sıradan günde birkaç bin dolarlık elbiseyle etrafta gezmezlerdi.

Naci Bey, "Az önce tomografiye götürdüler." diyen Mert'i ensesinden nazikçe kavrayarak göz göze gelmelerini sağladı. "Bu durumda Esme burada değil, öyle mi?"

"Değil." diyen Mert'e, "Yine de burada beklemek istediğinden emin misin?" diye sordu. "Bana kalırsa Hakan Bey'in teklifini kabul edelim." Adam, Hakan'a bakmak için bir anlığına gözlerini Mert'inkilerden çekti. "Bu hastanede Hakan Bey'den daha kolay bilgi edinebilecek bir başkası daha olduğunu sanmıyorum."

"Doğru mu Hakan abi?"

"Kesinlikle doğru! Yukarı çıkar çıkmaz Hatice Hanım bizim için gereken bilgileri öğrenir." diyen Hakan, bir taraftan da bu Naci Bey'in tam olarak kim olabileceğini düşünüyordu. Arkasında belli bir mesafede duran adam koruması olmalıydı. Bu durumda nüfuzlu biri olmalıydı.

"Hatice Hanım'a güvenebilirsin Mert." dedi Kasım. "Kendisi bir okul müdüründen çok daha katı bir disiplinle çalışır."

"Ta... Tamam." diye kekeleyen Mert, başını öne eğdi. Utanç dolu bir sesle, "Özür dilerim Hakan abi." dedi.

Hakan, başını hafifçe eğip çocuğun omzunu okşadı.

"Sorun yok. Sen iyi ol yeter. Gerisini dert etme!" Sonra da Mert'in yanındaki adama elini uzatıp, "Hakan Alagöz." diyerek kendini resmi olarak tanıttı.

"Tanışmak için tuhaf bir yer." diye gülümseyen adam. "Naci..." diye başlamadan önce Hakan'ın jetonu geç de olsa düştü. "Selim!" dedi. "Naci Selim!" Sesi hem şaşkın hem de saygılıydı. Şaşkındı çünkü bu adamı nasıl tanıyamadığını aklı almıyordu, saygılıydı çünkü karşısında çok saygın bir iş adamı vardı.

Naci Selim güldü.

"Zekisiniz."

"Sizi bu kadar geç tanıdığıma göre, pek sayılmaz. Buyurun, bu taraftan."

Hakan, yol gösterirken ülkenin en önde gelen elektronik ve iletişim sistemlerinden birinin başkan yardımcısını nasıl olup da tanıyamadığını hala anlayamıyordu. Bir kez olsun aynı ortamda bulunmamış olmaları bile Hakan'a göre durumu daha affedilir hale getirmiyordu. Bu adam, muhtemelen birkaç yıl içinde şirketin başına oturacaktı. Ve... Mert'in dedesiydi. Gerçek dedesi olup olmamasının bir şeyi değiştirmediği ikisinin arasındaki bağa bakılınca anlaşılıyordu.

Lobiden yönetici asansörlerinin bulunduğu alana geçerken birçok baş onlara doğru dönüyordu. İki iriyarı korumanın eşlik ettiği üç erkek ve kanlar içinde tişörtüyle genç bir çocuk oldukça dikkat çekiciydi.

"Kasım" diye seslendi Naci Selim. "Seni burada görmek şaşırtıcı!"

"Hakan'ı ziyarete gelmiştim."

"Tanışıyorsunuz sanırım..." diyen Hakan'a Naci Selim yanıt verdi: "Yasal temsilcim."

Hakan, bu bilgiyi hiç şaşırmamış gibi karşıladı. Oysa şaşırmıştı. Kasım'ın böylesi büyük balığı yakalamış olması inanılmaz bir başarıydı. Arkadaşı bir avukat olarak zirveye oynamaya oldukça yakındı, bunu elbette biliyordu; bilmese onunla çalışarak çocukluktan gelen arkadaşlıklarını asla riske atmazdı. Yine de Naci Selim'i temsil ettiğini duyuncaya Kasım'ın başarısını tam olarak fark etmediği için bir parça utandı.

Naci Selim, "Annenin haberi var mı Mert?" diye sordu.

Asansöre binerken onları takip eden Hakan'ın kulağına, "Annesi kim?" diye fısıldadı Kasım.

Kapılar kapanıp dar alanda altı kişi kaldıklarında Hakan doğal olarak Kasım'a yanıt veremedi.

"Yok! Ona haber veremezdim! Aklıma sen geldin Naci dede. Çok kötüydüm ve anneme her şeyi doğru... Doğru anlatamayabileceğimi düşündüm." Mert derin bir nefes alarak sesindeki titremeyi bastırmaya çalıştı. "Onu boştan yere telaşlandırmak istemedim. Zaten hangi hastaneye gideceğimizi de bilmiyordum."

"Ben aslında sizin buraya nasıl geldiğinizi anlamadım. Okulunun bulunduğu yere bakınca ambulansın buraya gelmesi tuhaf!"

"Atletizm kulübündeydim. Annem, kendine yakın olmasını istediği için küçüklüğümden beri aynı kulübe gidiyorum." Mert bir an durdu ve sonra anlattıklarıyla hiç alakası olmayan bir şey sordu: "İşin yoktu öyle değil mi Naci dede?"

Hakan, Naci Selim'in pozisyonundaki adama sorulabilecek en aptalca sorulardan birini ancak Mert'in yaşında bir ergenin sorabileceğini düşünerek gülümsedi.

Naci Bey, kolunu Mert'e dolayıp onu göğsüne doğru çekti.

"Yoktu tabii! Olsa ne yazar? Mert'im çağırmış beni!"

Mert gülümsedi.

Hakan'ın takdir dolu bakışları Naci Selim'inkilerle karşılaşınca adam göz kırptı.

Asansör yönetim katına gelindiğini bildirerek açıldı. Tam karşıda, Hakan'ın ofisinin bulunduğu alanın önündeki kapı iki yana kaydı. Ansızın onları karşısında gören yardımcı sekreterlerden biri elindeki dosyayı yere düşürdü. Bir diğeri alelacele kalkarken neredeyse sandalyesini devirecekti.

Çoktan "hazır ol"a geçmiş olan Hatice Hanım, hiç de normal olmayan gruba sakinliğini bozmadan, "Hoş geldiniz." diyerek gülümsedi.

Ona yanıt veren, Naci Selim oldu.

"Hoş bulduk."

"Kasım, sen Naci Bey'le Mert'i içeri al. Ben az sonra geliyorum." diyen Hakan, odasının kapısı onların ardından kapanır kapanmaz Hatice Hanım'a döndü.

"Yaklaşık on beş-yirmi dakika kadar önce acilden genç bir kız giriş yaptı. Tomografiye aldılar. Adı Esme... Soyadını bilmiyorum! Onunla ilgili tüm bilgileri istiyorum!"

Hatice Hanım, ilk defa patronunu bu kadar kesin bir tonla emir verirken gördüğü için, "Hemen efendim!" dedi.

"Ayrıca çocuk onkolojiden Gonca Hanım'ı da görmek istiyorum. Hemen!"

Hatice Hanım telefonu kaldırdı.

Odasına doğru hareketlenen Hakan, "Gelince haber verirsiniz." diye ekledi. "Bir de bize dört çay yollayın!"

"Elbette efendim!" diyen Hatice Hanım, patronu içeri girer girmez Gonca Temur'un sekreterini arayıp mesajı iletti ve "Acele edin!" dedi. Sonra Esme'yle ilgili bilgiler için harekete geçti. Tomografiden çıkmıştı. İlgilenen doktorla görüşmek istedi. Doktora ulaşamayınca telefondaki adama ona ulaşmasını ve kendisine dönmesini söyledi. "Hemen!"

Çayları söyledikten sonra arkasına yaslandı. Öyle herkesten bir şey istemezdi. Yine de hastanedeki herkes, Hatice Hanım bir şey istediğinde hemen yerine getirilmesi gerektiğini bilirdi.

Patronun kapısının önünde dikilmekte olan adama, "Durum nedir Savaş Bey?" diye sordu.

Alagöz'den gelen geçici sekreterle flört etmekten başka bir işi yokmuş gibi görünen adam kılını bile kıpırdatmadı.

Hatice Hanım, kapının diğer tarafında duran muhtemelen içerideki misafirin koruması olduğunu düşündüğü adama kaçamak bir bakış attıktan sonra yeniden Savaş'a döndü.

"Tişörtü kan içindeki çocukla ilgisi var mı?"

Adam ifadesiz bir suratla, "Bu konuda yorum yapamam." dedi.

"Bana öyle geliyor ki bir başkasına..." Kadın, kasıtlı bir ara vererek bakışlarını Nesrin Hanım'ın boş masasına diktikten sonra yeniden Savaş'a döndü. "Yorum yapabilirdiniz."

Savaş, kapının önünde dikildiği yerden Hatice Hanım'a tepeden bir bakış attı.

"Tamam." dedi Hatice Hanım. "Bu biraz haksızca oldu."

Adam tek kaşını kaldırdı.

"Tamamen haksızcaydı, özür dilerim." diyen Hatice Hanım bir kez daha doktora ulaşmayı denedi.

"Zeki Bey?.. Ben Hatice Tüter. Hakan Bey adına arıyorum, Hakan Alagöz. Az önce size ulaşan hastayla ilgili bilgi almam lazım! Adı..." Kadın önündeki kağıda baktı. "Esme" Erkeklerin zamanla ilgili yargılarına güvenmediği için, "Sanırım yarım saat önce acilden giriş yapmış." dedi. "Tomografiye... Öyle mi? Siz mi yapacaksınız? Enes Bey, öyle mi? Ne zaman peki? Tamam. Anladım, tamam. Bu durumda sizden bilgi bekliyor olacağım."

Savaş, ondan pek hoşlanmasa da Hatice Hanım'ın, "Konu Hakan Bey için gerçekten çok önemli!" diyerek zamanında ve gerekli dozdaki baskıyla telefonu kapatmasını takdir etti.

Arı gibi çalışan kadın bir tuşa bastı ve hemen "Hakan Bey..." dedi. "Efendim, Esme'nin beyninde bir kanama varmış. Ameliyata alınacak. Şimdi, evet."

O sırada çay tepsisiyle içeri giren görevliye başıyla içeri girebileceğini işaret etti. Görevli Hakan Bey'in kapısını çalarken Hatice Hanım da telefonda onun sorusunu yanıtlıyordu:

"Ameliyatı Enes Bey yapacak. Evet efendim, oldukça yetkin olduğuna eminim. Evet, beni bilgilendirecekler. Gonca Hanım'ı aradım, evet. Tamam. Anladım. Gelince haber veririm."

Hatice Hanım telefonu herhangi bir stres belirtisi göstermeden kapattı.

"Çocuk, Gonca Hanım'ın olabilir."

Hatice Hanım, sesini tanımasa kapının önünde hareketsiz dikilen adamın konuştuğuna inanmazdı.

"Aman Allah'ım! Demek o yüzden Gonca Hanım'ı toplantı odasına almamı istedi." Kadının yaşayacağı şoku düşündü. "Umarım o gelmeden çocuğun tişörtünü değiştirmeyi akıl edebilirler."

 

  

 

 

Loading...
0%