Yeni Üyelik
20.
Bölüm

12. Bölüm (3. Kısım)

@majdafan

Hakan, lisedeki dil öğretmeninin teşvikiyle mektup arkadaşı edinmişti. Aslında Lütfi Bey sadece Hakan'ı değil, herkesi gaza getirmiş ve sınıfın tamamı mektup arkadaşı edinmişti ancak çok geçmeden mektup yazmanın, özellikle de başka dilde, sandıkları kadar kolay olmadığını anlamışlardı. Yıl sonu geldiğinde, hala bir mektup arkadaşına sahip olan üç kişi kalmıştı: Hakan, Kasım ve Çiğdem

Çiğdem, sınıfın ineğiydi ve onun devam ediyor oluşunu kimse garip karşılamamıştı çünkü ineklik bunu gerektirirdi.

Hakan'ın devam ediyor oluşu da kimsenin garibine gitmemişti. Hakan, o zamanlar bile, yaptığı her işi sonuna kadar sürdürmedeki kararlılığıyla tanınırdı.

Kasım'a gelince... Sınıf ve hatta Lütfi Bey, koskoca bir yıl boyunca onun henüz pes etmemiş olmasına bir türlü inanamamıştı. Zaten, "Minimum sorumluluk, maksimum rahatlık!" sloganıyla liseyi bitirmeyi başarmak üzereyken, kim Kasım'ın her ay hiç aksatmadan mektup yazmaya devam edebileceğine inanırdı ki?

Kasım, Yeni Zellandalı Lily'nin cinsiyetinin bu işte önemli rol oynadığını en başta kabul etmişti ama bu kabulleniş, sadece ilk üç ay için milleti susturmuştu. Sonrasında herkesin kafasında soru işaretleri oluşmuş ve çok geçmeden ortaya çeşitli iddialar atılmaya başlamıştı. En çok kabul gören ise Kasım'la Lily'nin müstehcen bir şeyler paylaşıyor olabileceği iddiasıydı çünkü Kasım'ın bu işe hala devam ediyor oluşunun başka bir açıklaması olamazdı. Ne var ki Kasım, o güne dek aldığı mektupların her birini sınıfa getirip herkesin okuması için cesurca ortaya koyduğunda, o ana kadar çok mantıklı görünen bu iddia bir daha konuşulmamak üzere ortadan kalkmıştı.

Hakan'ın bildiği kadarıyla Kasım, o kızla iki sene daha mektuplaşmıştı ve aslında daha lise bitmeden Lily'le karşılıklı olarak yazdıkları satırların sayısı azalmış, mektupları sınıfa getirirken Kasım'ın kasıtlı olarak evde bıraktığı fotoğrafların sayısı artmıştı. Hakan'a göre Lily pek güzel bir kız sayılmazdı ama zaten Lily'nin Kasım'a gönderdiği yakın çekim fotoğrafların çok azı yüzüne odaklanmıştı.

Hakan'ın mektup arkadaşı İngiliz'di. Yaşları aynı olmasına karşın, daha ilk mektuptan itibaren birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını her ikisi de hemen anlamış; bu farklılıklara rağmen ve aslında bu farklılar nedeniyle yazışmaya devam etmişlerdi.

Birinin öncelikleriyle diğerinin önceliklerinin kelimenin tam anlamıyla "alakasız" olması, biri için son derece sıradan olanın diğeri için hiç sıradan olmaması; hem Simon'ı hem de Hakan'ı şaşırtmış, çoğunlukla da güldürmüştü. Bir keresinde Simon; aralarındaki farklılığın nedeninin sadece karakterlerinden kaynaklanmadığını, kültürlerinin de bu farklılığı beslediğini söylemişti ve on sekizinci yaş gününü takip eden yaz, kız arkadaşı Patricia'yı da yanına alarak tatil için Türkiye'ye geldiğinde bir nevi bu düşüncesini de kanıtlamış olmuştu. Yaklaşık bir yıldır birlikte yaşayan ve beraberce tatile çıkan çifti yolcu ettikten sonra, havaalanında Kasım'ın verdiği tepkiyi hiç unutmamıştı Hakan: "Vay anasını! Hayata bak be!.."

Hakan üniversiteyi İngiltere'de okumuş olmasa ilişkileri hala devam eder miydi, sorusunu doğru olarak ne Simon ne de Hakan cevaplayabilirdi. Ama Hakan üniversiteyi İngiltere'de okumuş ve o yıllarda Simon ve Patricia'yla ayrılmaz bir üçlü haline gelmişlerdi.

Simon, televizyon ve gazetecilik; Patricia ise, dediğine göre çocukluğundan beri hayali olan, arkeoloji okuyordu ve Hakan da eczacılık. Doğal olarak her üçünün de zaman içinde kendi arkadaş grupları oluşmuştu ama hiçbirinin arkadaş grubu, onlar için aralarındaki ilişkinin önüne geçecek kadar önemli olmamıştı.

Üniversitenin ardından Simon ve Patricia hiç beklemeden evlenmişlerdi. Hakan, onlara, "Böyle de devam edebilirdiniz." demişti ama her ikisi de nişan yüzüklerini göstererek, "Herkesin birbirimize ait olduğumuzu bilmesini istiyoruz." diyerek karşılık vermişlerdi. Hakan; ne sosyal ne de başka bir açıdan evliliğe gereksinim duymalarına neden olacak bir toplumun parçası olmamalarına rağmen yine de böyle bir karar alan arkadaşlarına, kimi uzun kimi de kısa süren iş seyahatlerinde yıllar boyu misafir olmuştu ve hala da olmaya devam ediyordu.

Simon; birkaç ay evvelki son yüz yüze görüşmelerinde, "Annem sevgilerini yolladı ve seni öpmemi istedi." demişti, kolları açık Hakan'a doğru yaklaşarak.

Hakan, yüzüne yerleşen derin panik ifadesiyle geriye doğru birkaç adım atmış ve "Helen'e teşekkürlerimle birlikte, "öpücük" kalsın lütfen!" demişti.

Simon, sırıtarak, son anda kollarının arasından kaçan Hakan'a, "Aslında seni gerçekten öpmek istiyorum!" diye coşkuyla haykırmıştı.

Hakan, gözleri hala Simon'ın üzerindeyken başını bahçeye açılan pencereye doğru hafifçe çevirmiş ve gülleri budamakla meşgul olan Patricia'ya, "Kocanda birtakım değişiklikler fark ettin mi tatlım?" diye sormuştu. "Sanki... Eğilimleri değişmiş gibi."

Patricia, ufak bir kahkaha atmış ve "Merak etme!" demişti. "Öpmek istediği tek erkek sensin."

"Eğer amacın içimi rahatlatmaksa inan bunu hiç başaramadın!"

"Sululuk yapmazsın, yapmazsın; yapmaya başlayınca da durmazsın!" demişti Simon. "Burada ciddi bir şeyler söylemeye çalışıyorum!"

"Beni öpmeye çalışarak mı?"

"Seni öpmek de bunun bir parçası."

Hakan başını iki yana sallamıştı.

"Bu, olmayacak!"

"Hadi ama!.. Siz Türkler öpüşmeyi çok seviyorsunuz."

"Zaten sorun da burada: Sen İngiliz'sin!"

"Amma uzattın!" diyen Simon, şöminenin önünde sıkıştırdığı Hakan'ı omuzlarından yakalayarak tıpkı bir Türk'ün yapacağı gibi yanaklarından sırayla öpmüştü.

"İşte şimdi oldu!"

Yüzünü buruşturan Hakan, "Yanaklarımı salya içinde bıraktın!" demişti.

"Asla salyalı öpmem! Öyle değil mi sevgilim?"

Patricia tatlı bir kahkahanın ardından, "İstersen beni ve Hakan'ı öpme tarzın arasında bir bağ kurarak Hakan'ı daha fazla korkutma!" demişti.

Hakan, "Akıllı kadın!" diyerek Patricia'ya gülümsedikten sonra, bahçeye açılan cam kapının yanındaki berjerlerden birine oturmuştu. "Beni öptüğüne göre, artık söylemek istediğin şu ciddi şeyi söylemeye hazır mısın?"

Simon, diğer berjere oturmadan önce konuşmaya başlamıştı: "Biliyorsun; seninle tanıştığımızda, ailemle ilişkilerim pek iyi değildi. Aslında çok kötüydü. Bu yüzden ayrı eve çıkmam hem onları hem de beni rahatlatmıştı. Sonrasında bile hatırlarsan onlarla hiçbir konuda anlaşamazdım."

Hakan başını olumlu anlamda sallamıştı.

"Yine de çabalamaya devam ettin. Bu yüzden seni hep takdir etmişimdir Simon. Sanırım ben bu kadar özverili olamazdım."

"Dalga mı geçiyorsun?" diye sormuştu Simon. Hakan'ın yüz ifadesini görünce de inanamıyormuş gibi, "Ciddisin!" demişti. Sonra da elinde bir demet gülle içeri giren karısına dönmüştü. "Gerçekten ciddi!"

"Neden şaşırıyorsun ki? Bu bizim Hakan'ımız!" Eğilip Hakan'ı yanağından öpmüş ve "Sahip olduğu iyi özelliklerin çoğunu bilmeyen tatlı adam!" diye eklemişti.

Hakan gözlerini devirmemek için kendini zor tutmuştu.

"Konunun ne olduğunu bana da söylerseniz sevinirim."

Simon, bir bacağının üstüne attığı diğer bacağını indirerek öne doğru eğilmiş ve "Sana şok edici haberlerim var!" demişti.

Hakan, gözlerinin küçüldüğünün farkına varmadan, "Neymiş onlar?" diye sormuştu.

"Ben, ailemle ilişkimdeki bütün o... Senin ifadenle 'çabalama'yı, senin anne ve babanla kurduğun ilişkiyi gözlemleyerek ve oradan bir şeyler öğrenerek yapabildim. Sizin de bizim gibi sorunlar yaşadığınızı görebiliyordum ama siz, bizim gibi kapıyı çekip gitmek ya da sürekli konuşarak konuyu iyice içinden çıkılmaz hale getirmek yerine, bazen susarak bazen alttan alarak bazen de hiçbir şey olmamış gibi davranarak bunların üstesinden gelebiliyordunuz. Ben de sizin gibi yapmayı denedim ve bak, sonuç hiç de fena olmadı!"

Hakan'ın şaşkınlığını anlamsız bakışlarla yansıtan haline güldükten sonra, "Biliyor musun, hazır seni böyle bulmuşken bizimkilerin yıllardır söylediği ama benim de tıpkı senin yapacağın gibi çoğunlukla şakaya vurarak geçiştirdiğim, yine tıpkı senin sırf aileni kırmamak adına yapacağın gibi en sonunda yaptığım bir şey var." demişti Simon.

Şaşkınlığından sıyrılan Hakan, "İngilizcem oldukça iyi sayılır ama kurduğun cümleden bir şey anladıysam ne olayım!" diyerek karşılık vermişti.

"Bebek"

"Ne?"

"Bebek yaptım."

"Ne dedin?"

Simon, gözlerini hayal kırıklığıyla karısına dikerek bilgi vermişti: "Aptallaştı! Üstelik henüz ne dediğimi bile anlamadı."

Patricia, Hakan'ın omzuna sarılarak eğilmiş ve şefkatle yanağını okşamıştı.

"Sen bu... Hani sizin bir lafınız var ya... 'sapsal'"

Hakan, hemen Patricia'yı düzeltmişti: "şapşal"

"İşte o! Sen bu sapsala bakma! Bu işi sadece kendi yapmış gibi anlatmaya bayılıyor!"

Hakan, gözlerini Patricia'nınkilere dikmiş ve "Şapşal, ciddi mi?" diye sormuştu. Patricia'nın mutlulukla yanan gözleri yeterince açık bir cevap olarak göründüğü için Hakan bir çırpıda ayağa kalkıp yıllardır hem çok sevdiği hem de aynı oranda saygı duyduğu genç kadını kucaklamıştı.

Simon; kollarındaki Patricia'yı kahkahalar eşliğinde odanın ortasında çeviren Hakan'ı, "Hey! Hey!.. Burada baba olan benim!" diyerek uyarmıştı.

Hakan ona, "Kapa çeneni!" demişti. "Amca oluyorum!"

O günün ilerleyen saatlerinde Hakan da Simon'a ondan ne çok şey öğrendiğini itiraf etmişti: İnsanları daha iyi anlamaya çalışmayı, onlara karşı daha hoşgörülü olmayı, sevdiklerine sevgisini göstermekten çekinmemeyi...

"Hatta başıma bela ettiğin şu sabah sporunu bile senden öğrendim!" demişti.

Üniversitedeyken Hakan, her gün koşmayı ya da ip atlamayı oldukça gereksiz ve daha çok da bir çeşit işkence gibi gördüğünü Simon'dan hiçbir zaman saklamamıştı. Gençti ve bedeni de fena sayılmazdı.

Simon, ona gülmüş ve "Hadi ama adamım!" demişti. "Spor sadece beden için yapılmaz."

Hakan, Simon'ın her halinden sporcu olduğunu belli eden fiziğine bakmış ve "Gerçekten mi?" diyerek alay etmişti.

Simon, parmağıyla kendi göğsünü işaret ederek, "Spor, bu gördüğünün aynısını ruhuna da yapıyor." demişti.

Hakan, onun ısrarıyla üye olduğu spor salonundaki koşu bandından kan ter içinde inerken, "Keşke söylediğin kadar şiirsel bir biçimde de yapabilseydi!" diye homurdanmıştı.

Zaman, Simon'ın ne kadar haklı olduğunu göstermişti Hakan'a. Yıllar içinde düzenli spor yapmaya o kadar alışmıştı ki bir gün bile atlasa hem bedeninde hem de ruhunda bir eksiklik hissetmeye başlıyordu. Genelde sabahları erken kalkıp bu işi evde hallediyordu ve aslında en rahat olanı da bu şekilde halletmekti fakat bazen uykusuzluk çok zorladığında, spor için geç kalmış oluyordu. İşte o zaman iş yerinde yarım saat olsun çalışmaya ara verip sporunu yapmaya özen gösteriyordu. Böyle durumlarda birkaç ısınma hareketinin ardından sadece ip atlıyor, ardından da çabucak duş alıyordu. Sırf bu yüzden ofisinde her ihtimale karşı hazır bulundurduğu klasik takımlardan birinin yanında mutlaka birkaç tişört ve şort da olurdu. İşte o tişörtlerden biri, şu an Mert'in dar gövdesini eğreti bir biçimde de olsa kapatıyordu.

"Şimdi çok daha iyi görünüyorsun aslanım!" diyen Naci Selim, odanın diğer ucundaki banyodan çıkan Mert'e seslendi: "Gel de yanıma otur." Delikanlı, dediğini yaparken Naci Selim, gözlerini minnetle Hakan'a çevirmişti.

"Teşekkür ederim Hakan Bey."

Çalışma masasına yaslanarak ayakta durmaya devam eden Hakan, "Rica ederim. Ayrıca sadece, 'Hakan' yeterli Naci Bey." diyerek karşılık verdi.

Naci Selim samimiyetle gülümseyerek, "Bu durumda 'Naci abi' de benim için yeterli olacaktır." dedi. Sonra da yanına oturan Mert'i omzundan kavrayarak kendine doğru çekti.

Bir eliyle diğer elinin parmaklarını eğip bükmekle meşgul olan Mert, kararsızlıkla, "Esme..." diye başladı ve ne yazık ki duygulandığı için hemen sesi boğuldu ve susmak zorunda kaldı.

Hakan; çocuk için üzüldüğünü belli etmemeye çalışarak, "Henüz bir haber yok." dedi ve tam da o sırada masanın üzerindeki telefonlardan biri çalmaya başladı. Hakan, önüne eğmiş olduğu başını hızla kaldıran Mert'in ne kadar irkildiğini görmezden gelerek göğsünün üstünde kavuşturduğu kollarını çözdü ve sakince telefona uzandı.

"Hatice Hanım? Evet?.." Karşı tarafı dinlediği kısa bir anın ardından, "Siz, takip etmeye devam edin!" dedi Hakan. Yine kısa bir an, sessizliğe büründükten sonra, "İyi yapmışsınız, teşekkür ederim. Ben de hemen geliyorum." dedi ve telefonu daha yerine koymadan Mert, "Ne oldu Hakan abi?" diye atıldı. "Ameliyat bitmiş mi?"

Hakan başını olumsuz anlamda salladı.

"Yeni bir gelişme yok Mert. Esme'nin ameliyatı devam ediyormuş. Şu ana kadar herhangi bir sorun olmamış, ki bence bu iyi bir haber."

Nefesini sesli bir şekilde bırakan Mert; başını yukarı kaldırıp gözleri dolu dolu, "Ne olur Allah'ım!" diye yalvardı.

"O, iyi olacak! Baksana, her şey yolunda gidiyormuş."

"İnşallah Naci dede! Ama... Ya olmazsa?"

Naci Selim kaşlarını hafifçe çatarak, "Kızıyorum ama!" dedi. "Karamsarlık sana hiç yakışmıyor! Sen akıllı çocuksun Mert! Hakan abin sana her şeyin yolunda olduğunu söylüyor, senin şu haline bak!"

Mert sefil bir biçimde, "Ama kendimi çok çaresiz hissediyorum!" dedi.

"Çaresiz değilsin! Az önce yaptığın gibi dua edebilirsin, umut edebilirsin!"

"Öyle ama aklım hep en kötüye gidiyor Naci dede."

O ana kadar lafa çok fazla karışmamış olan Kasım, çalışma masasının koltuğundan, "Anlaşılan senin aklınla Esme'nin ameliyatı ters yönlü çalışıyor Mert." dedi alaycı bir sesle. "Bu durumda sen yine böyle düşünmeye devam et istersen!"

Mert kuşkuyla, "Totem yapmamı mı istiyorsun Kasım abi?" diye sordu.

Omzunu silken Kasım, "Bilmem, yapmalı mısın?" dedi.

"Böyle şeylere hiç inanmam!"

"O zaman Naci abinin dediği gibi dua et ve pozitif düşün!"

Mert homurdandı.

"Keşke söylediğiniz kadar kolay olsa!"

Hakan, Naci Selim'e bakarak, "Bu arada Hatice Hanım, Gonca Hanım'ın geldiğini haber verdi." diyerek bilgi verdi.

"Annem mi?.." diye bağıran Mert, kaygı dolu bakışlarını Naci Selim'e çevirdi. "Şimdi ne olacak?"

Çocuğun düşünce ve tepkilerindeki ani değişim, odadaki yetişkinlerin üçünün de anlayışla gülümsemesine neden oldu.

"Bir şey olmayacak." dedi Naci Selim. "Gonca'ya sakin bir biçimde olanları anlatacağız."

"Ama bizi burada bir arada görürse..." diyen Mert'in sözünü kesen olgun adam, yavaşça ayağa kalktı. "Haklısın. En iyisi ben yalnız görüşeyim."

Hakan; onların Gonca'ya konuyu nasıl açacaklarına dair duydukları endişenin olağanın dışında bir nedeni olabileceğini düşünse de "İsterseniz Gonca Hanım'la ben görüşeyim." demekten kendini alamadı. "Sonuçta benim isteğim üzerine çağrıldı, dolayısıyla karşısına çıkmamı son derece doğal karşılayacaktır. Uygun bir dille olan biteni kendisine anlatabilirm."

Mert hevesle, "Gerçekten mi Hakan abi?" diye sordu.

Hakan, gözü Naci Selim'de, "Tabii sizin için de uygunsa." diyerek karşılık verdi.

Naci Selim, seçenekleri değerlendiriyormuş izlenimi veren birkaç saniyelik sessizliğin ardından, "Uygun olmaması için bir sebep yok. Aksine memnun oluruz." dedi.

"O zaman tamam." diyen Hakan; kendisini tuhaf gözlerle süzen Kasım'a dönüp, "Yan tarafta olurum." diyerek bilgi verdi.

Daha kapıdan dışarı adımını atmadan Hatice Hanım ayağa kalkmıştı.

"Emrettiğiniz gibi Gonca Hanım'ı toplantı salonuna aldım." diye bilgi verdi tecrübeli sekreter ve ekledi: "Herhangi bir tuhaflık olduğunun farkında değil."

Hakan, kadının olayları nasıl öğrendiğini hiç sorgulamadan, "Ameliyatın daha ne kadar süreceği belli miymiş?" diye sordu.

"Emin değiller. Ama çok uzun sürmeyeceğini tahmin ediyorlar."

"Hayati tehlikesinin olmadığından eminiz, öyle değil mi?"

"Bana o şekilde iletildi efendim."

Başını sallayan Hakan, Savaş'la Naci Selim'in korumasının önünden geçip köşedeki geniş odanın kapısını açtı ve açar açmaz Gonca Temur'la göz göze geldi. Kasıtlı bir yavaşlıkla arkasını dönüp kapıyı kapatırken bir erkeğin bir kadına dair her şeyi sadece bir bakışla görebilmesinin mümkün olup olmadığını kendine sormakla meşguldü. Dar, siyah kapri pantolon; pembe tunik; pembe babetler; sadece dudakları boyanmış o zarif, güzel yüz...

Derin bir nefes alıp yavaşça döndüğünde -yeni olarak- şeker pembesi tuniğin, üzerine giyilen beyaz önlük yüzünden, daha da parlak göründüğünü fark etti ve Gonca'yı henüz delikanlılık çağına yeni adım atmış bir çocuk sandığı günden hatırladığı minik elmas küpelerin güneş ışığında alev alev yandığını.

Siyah, kısacık saçlarının bütün ilgiyi tamamen yüzüne yöneltmesi; Hakan için yeni bir haber değildi. Alagöz'de bulunduğu öğlen aralarında onu ve arkadaşını yukarıdan az izlememişti. Her ikisi de ellerine üniversiteli gençler gibi birer sosisli sandviç alıp genelde bahçedeki banklardan birine oturarak onları yiyor ve Hakan'ın nasıl olup da yorulmadıklarına inanamadığı bir hızla birbirlerine bir şeyler anlatıp duruyorlardı.

Sarışın, herkesin dikkatini üzerinde topluyordu. Zaten Hakan, onları kolaylıkla bulmak için çoğunlukla kalabalığın ilgisini takip etmekle yetiniyordu. Ve bulduğunda, knedi dikkatini Gonca'dan başka bir yere yöneltmesi mümkün olmuyordu. Yüzünün güzelliği, incecik bedeninin zarafeti -görmekle alışılagelen çoğu şeyin aksine- her seferinde ama her seferinde Hakan'ı çarpıyor ve yine her seferinde yeni bir ilgiyle onu baştan ayağa süzmesine neden oluyordu. Ona bakmak, o kadar hoşuna gidiyordu ki neredeyse takıntılı sayılabilecek bu davranışından vazgeçmek bir an olsun aklına gelmiyordu.

Gonca'yı beş kat yukarıdan gizlice izlemesi, gün içinde ona ayırdığı anların sadece bir kısmını oluşturuyordu. Yüz yüze son karşılaşmalarından sonra kaç defa onun o öfkeli ve pireyi kızıp yorgan yakmaya kalkan hallerini düşünerek gülümsediğini hatırlamıyordu ve kendi haline ne kadar şaşırdığını da! Çünkü Hakan, ne zaman parlayacağı belli olmayan kadınlardan pek hoşlanmazdı, onlarla ne yapacağını da çoğu zaman bilmezdi. Gonca'yla da ne yapacağını bilmiyordu ama kadın, vazgeçmek istemeyeceği kadar ilgisini çekiyordu.

"Her şey sırayla!" diye düşündü ve "Gonca Hanım..." diyerek sessizce onu izleyen kadını selamladı.

Gonca, sanki bu başlangıcı bekliyormuş gibi hızlıca, "Hakan Bey" dedikten sonra, daha da hızlı bir biçimde devam etti: "Biliyorum, çok geciktim ve... Ve özür dilerim! Ama zor bir karardı. Düşünmem gerekiyordu. Düşünecek çok şey vardı ve ben... Ben..."

Onun, cümlesini nasıl devam ettireceğini bilmiyormuşçasına, duraklamasından yararlanan Hakan, "Yanlış anladınız." diyerek araya girdi. "Sizi buraya cevabınızı öğrenmek için çağırmadım."

Her ne diyecekse onu demekten vazgeçtiği açık kalan ağzından anlaşılan Gonca, bademsi güzel gözlerini kırpıştırdı ve "O zaman... Neden çağırdınız?" diye sordu. Sonra aklına gelen olasılıkla gözleri büyüdü. "Yoksa vaz mı geçtiniz?"

Başını hafifçe yana eğen Hakan, "Neden, vaz mı geçtim?" diye sordu anlamaya çalışarak.

"Teklifinizden."

"Neden vazgeçeyim?"

"Bi... Bilmem."

"Düşünüş tarzınız çok değişik Gonca."

Mahcup olan Gonca, yanaklarının kızarmadığını umut ederek, "Buraya beni neden çağırdığınızdan o kadar emindim ki, o yüzden... O yüzden böyle... Böyle bir varsayımda bulundum." diye kendini açıklamaya çalıştı.

"Anlaşılan bir dahaki sefer sizi çağırdığımda, sizi neden çağırdığımı önce size sorarak kendimi aydınlatmalıyım."

Gonca küskünce, "Alay ediyorsunuz." dedi.

"Sizce de hak etmiyor musunuz? İkidir benim sizi neden görmek istediğimle ilgili yanlış fikirlerle dolu olarak sizinle konuşmaya çalışıyorum ve ikidir, konuşmanın yarısını bunların doğru olmadığını anlatmaya çalışmakla geçiriyorum."

Boğazını temizleyip başını gururla kaldıran Gonca, "Pekala.." dedi. "Özür dilerim. Rica etsem, beni neden çağırdığınızı öğrenebilir miyim?"

"Aslında ben... Ben..."

Hakan Alagöz'ün az önceki kendinden emin halini kaybettiğini hayretle fark eden Gonca; onun karşısına, en az birkaç gün geciktirmiş olduğu cevabın suçluluğuyla dolu olarak çıkmıştı. Özür dileyerek kendini açıklama ihtiyacı o kadar güçlüydü ki erkeğin hafifçe çarpılmış kravatını, yüzüne verdiği gölgeden en az bir günlük olduğunu tahmin ettiği sakalını ve gözlerinin altındaki koyulukları ancak fark edebiliyordu.

"Ben sizi buraya çağırdım çünkü... Çünkü bir şey oldu."

Gözlerini kapatarak yüzünü buruşturmasını, erkeğin kendi söylediklerinden memnun olmadığının bir göstergesi olarak anlayan Gonca, tarifi imkansız bir korkuyla, "Ne oldu?" diye sordu. "Ne?"

"Heyecanlanacak bir şey yok, sadece..."

Çabucak adama yaklaşan Gonca, "Mert!" dedi. "Mert'e mi bir şey oldu?"

Hakan'ın taş gibi kalakalması üzerine de "Ne oldu?" diye sordu. "Ne? Allah'ım! Yoksa... Mert!.. Allah'ım!"

Kaç defa devasa şirket krizlerinden sağ salim çıktığını hatırlamayan Hakan, insani bir krizi yönetmekte ne kadar başarısız olduğunu sendeleyen Gonca'ya sarılırken anladı. Daha da kötüsü, şu an büyümeye aday bir krize kendisinin sebep olmuş olma olasılığı oldukça yüksekti. Sakinleştirici olduğunu umduğu bir sesle, "Gonca..." diye seslendi gözleri kapalı kadına. "Kendine gelir misin lütfen! Kimseye bir şey olduğu yok!"

Kirpikleri titreşen kadın, cılız bir nefesle, "Kendimdeyim." dedi. "İyiyim."

Gonca'nın incecik belini saran kolunda hissettiği titremenin onu yalanladığını elbette Gonca'ya söylemedi Hakan. Sadece, "Mert iyi." dedi ve Gonca'yı devasa masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturtup önüne diz çöktü.

"Mert iyi." dedi bir kez daha. "Şu anda benim odamda."

Gözlerini açan Gonca, hızla kalkmaya çalıştı ama Hakan, dizlerine bastırarak onu engelledi.

"Önce beni bir dinle. Sakince. Tamam mı?"

Gonca başını sağa sola salladı.

"Bir şey olmuş! Kesin bir şey olmuş! Mert!.."

"Mert iyi! Ona bir şey olduğu yok. Sadece ufak bir kaza..."

Hakan; daha fazla devam edemeden iki elini birden yüzüne kapatan Gonca, "Allah'ım!" diye hıçkırdı. "Allah'ım! Mert! Mert!.."

Hakan, şaşkınlık ve daha çok da öfkeyle, "Sana 'Mert iyi!' diyorum! Anlamıyor musun Gonca?" diye bağırdı ama bağırması bile Gonca'nın, "Mert! Mert!" diye hıçkırarak ağlamasına engel olmadı ve Hakan yapabileceği tek şeyi yaptı: Dizlerinin üstünde yükselerek Gonca'ya sarıldı.

"Mert iyi." dedi yeniden. "Mert iyi! Anlıyor musun? İyi. Şu an benim odamda ve durumu iyi. Arkadaşı yaralı ama Mert iyi Gonca. Sadece çok endişeli. Bir kaza olmuş ve seni korkutmamak için durumu ben anlatmak istedim ve..." Hakan artık ağlamadığını, onu dinlediğini hissettiği Gonca'nın başını şefkatle okşarken, "Ve..." dedi. "Her şeyi yüzüme gözüme bulaştırdım. İnan bana, Mert iyi. Birazdan kendin de göreceksin. O, iyi."

"Mert iyi."

Ağzı, Hakan'ın ceketine gömülü olduğu için sesi boğuk boğuk çıkan Gonca'ya, "İyi." diye karşılık verdi Hakan.

Gonca burnunu çekti, derin bir nefes aldı ve kendini yavaşça geri çekti. Hakan da ona izin verdi. Islak kirpiklerle çevrili gözleri hala nemliydi ve dudağı da hala bir parça titriyordu. Hakan, nutku tutulmuş gibi Gonca'yı izlediğini fark eder etmez bakışlarını kaçırdı. Ceplerini karıştıran kadına masanın üzerindeki kutudan bir parça peçete çekerek uzattı.

"Te... Teşekkür ederim."

Bu kez de gülümsemeye çalışan Gonca'nın birbirine bastırdığı dudaklarına takılan gözlerini zorla oradan ayırarak, "Ne için?" diye sordu Hakan. "Basit bir şeyi içinden çıkılamayacak hale getirdiğim için mi?"

Gonca'nın genişleyen gülümsemesi, dişlerinin hafifçe görünmesine neden olmuştu.

"Sizin bir hatanız yok aslında." dedi Gonca. "Benim aptallığım! Mert söz konusu olduğunda hassasım. Yani, tabii her anne hassastır ama bu durum ve kaza... Ve..." Derin bir nefes aldı Gonca. "Kafamda hep bir şeylerin, yani aynı şeylerin tekrarlanacağına dair değişmez bir korkuyla yaşadığım için en ufak şeyde... En ufak şeyde..."

Sesi yeniden titreyince, "Açıklama yapmana gerek yok." dedi Hakan, aslında onun neyi açıklamaya çalıştığını deli gibi merak ederek.

"Var ama şu anda yapabileceğimi sanmıyorum ve Mert'i görmek istiyorum."

Ayağa kalkmaya niyetlenen Gonca'yı ellerinden kavrayan Hakan, "Önce beni bir dinle." dedi. "Ayrıca hemen titremeye başlama lütfen! Farklı bir şey söylemeyeceğim: Mert iyi. Sadece hala olayın şokunu yaşıyor. Bu yüzden onu görmeden önce her şeyi bilmende fayda var."

Başını hızlı hızlı aşağı yukarı sallayan Gonca, "Tamam. Dinliyorum." dedi ve Hakan ona, Mert'e tişört verirken çocuğun anlattıklarını kısaca aktardı.

"Oh! Oğlum benim! O kıza, yani Esme'ye aşık biliyor musun? Ya da öyle gibi. Ve şimdi kendi eliyle onu yaralaması..." Gonca derin bir nefes aldı. "Bu, korkunç!"

"Evet ama sen yine de bunu Mert'e söyleme."

"Söylemem." diyen Gonca'nın gülümseyişi, ellerinin Hakan Alagöz'ün ellerinde olduğunu fark ettiği anda soldu. Bakışları, sersemletici bir duygunun etkisiyle ellerinden erkeğin yüzüne kaydı; onun yoğun bakışlarına dayanamayarak birkaç saniyenin ardından yeniden aşağı indi. Ayağa kalkma bahanesiyle ellerini hızla geri çekti.

"Be... Ben iyiyim! Mert de iyi!"

Anlamsızca gevelediğinin farkındaydı. Hala yerde, dizlerinin üzerinde olan Hakan Alagöz'ün dikkatli bakışları altında sakin olmaya çalışarak, "Şimdi onu görebilirim. Bana ihtiyacı vardır." dedi. "Be... Benim de onu teselli etmeye ihtiyacım var ve..."

Erkeğin yüzündeki değişim karşısında, "Ne oldu?" diye sordu. "Neden gülüyorsunuz?"

"Sakin bir insansın ama sinirlenince çenen düşüyor."

İrkilen Gonca, "Sinirli değilim!" dedi. Neden kendini savunur gibi konuştuğunu bilmiyordu.

Gülümsemesi bir çeşit sırıtmaya dönüşen Hakan, hiç acele etmeden ayağa kalktı. Önünde yükselen erkeğe fazla yakın durduğunu hisseden Gonca'nın birkaç adım geri çekilmesini de eğlenerek izledi.

"Bahsettiğim kızgınlık değildi, sinirlerinin gerilmesinden bahsediyordum."

"Sinirlerim gergin falan değil! Sadece ufak bir şok yaşadım. Hem... Sinirlerim neden gerilsin ki?"

Hakan cevap vermedi, sadece çok şey bilen insanlara özgü bir bakış attı Gonca'ya ve Gonca hem kızardığını hissetti hem de sinirlerinin gerçekten de tepesine çıktığını. Tam kendini bir şey zanneden bu adama ağzının payını verecekti ki kapı tıklatıldı.

"Girin!"

Hakan Alagöz'ün az önceki alaycı tavrını büyük bir şirketi yöneten başarılı iş adamına bıraktığını gören Gonca irkildi. Asla bir an önce olanları, bir an sonra olmamış gibi davranmayı beceren o insanlardan olmayı başaramamıştı.

"Efendim..." diye seslendi kapıda beliren Hatice Hanım. "Az önce genç kızın, yani Esme'nin ailesi geldi. Kendilerine kızlarının durumuyla ilgili bilgi verildi. Haber vermek istedim."

"Teşekkür ederim Hatice Hanım."

Başını eğerek teşekkürü kabul eden kadın, Gonca'ya döndü.

"Geçmiş olsun Gonca Hanım."

"Teşekkür ederim."

Genç kadının yüzünden onun ağlamış olduğunu anlayan Hatice Hanım, "Su alır mıydınız?" diye sordu. "Ya da kolonya."

Gülümsemeye çalışan Gonca, "Böyle iyiyim." dedi. "Teşekkür ederim."

"Peki." diyen Hatice Hanım, "İzninizle..." diyerek kapıyı ardından çekti.

Bakışlarını kapıdan Hakan'a çeviren Gonca, "Mert'i görebilir miyim?" diye sordu soğuk bir sesle.

"Hazır mısın?"

Erkeğin gerçekten ilgili olduğunu gösteren içten sorusu karşısında kendi tavrından rahatsız olan Gonca, "Evet, hazırım." demekle yetindi.

Anneyle oğulun karşılaşması, Hakan'ın umduğu gibi sakin geçmedi. Kapıdan içeri girer girmez annesini gören Mert ayağa fırladı. Gözleri, çoktan dolmuştu.

"Anne!.."

Bu tepki, odaya girmeden önce derin bir nefes alıp sırtını dikleştiren Gonca'nın çabalarının boşa gitmesine ne oldu. Birbirlerine sarılırken her ikisi de sessiz sessiz ağlıyordu.

Hakan, çalışma masasının arkasında dikilen Kasım'ın yanına giderek onlara bir parça alan açmak istedi.

"Sakın bana bu Gonca'nın o Gonca olduğunu söyleme!"

Hakan, kulağına fısıldar gibi konuşan Kasım'a neredeyse dudaklarını kımıldatmadan yanıt verdi:

"Sırası değil!"

"Demek o!"

Hakan, Kasım'a uyarı dolu bir bakış attıktan sonra gözlerini Naci Selim'e sarılmakta olan Gonca'ya dikti.

"Teşekkür ederim Naci abi. Burada olduğun için."

Naci Selim, kollarında oldukça nahif görünen kadına, "Başka nerede olacaktım?" diyerek karşılık verdi.

Tekrar, "Teşekkür ederim." diyen Gonca, adamın kollarının arasından sıyrıldı.

"Anne... İnan istemeden oldu! Ben diski atıyordum... Esme'nin orada olmaması gerekiyordu, oraya girmemesi gerekiyordu! Neden yaptı bilmiyorum!"

"Şışş!.."

Yeniden oğluna sarılan Gonca, "Senin suçun değil! Kimsenin suçu değil! Bu bir kaza. Kazalar olur." dedi.

"Ya bir şey olursa, ya... Ya... O..."

Geri çekilip oğlunun yüzünü iki yandan kavrayan Gonca, "Bana bak!" dedi. "Bir şey olmayacak! O, iyi olacak!"

"Bilemezsin! Ya..."

Oğlunun yüzünü iyice aşağı çekerek kendisininkine yaklaştıran Gonca, "Beni iyi dinle!" dedi. "O, iyi olacak! Anladın mı? Her gün Esme'den çok daha umutsuz durumda olan çocuklar görüyorum. Esme; çoğunun yanında çok, çok daha basit bir şey yaşıyor şu anda!"

"Anne, görmeliydin; çok kanadı!"

"Hakan abin kafa yaralanmalarında ne kadar kan aktığını söyledi ya Mert! Sana onun böyle gereksiz bilgileri bildiğini söylememiş miydim?"

"Şu anda senin işine yaradığına göre demek ki çok da gereksiz değilmiş." diyen Hakan, Mert'e bakıp göz kırptı. "Ne dersin Mert?"

Dikkati dağılan Mert gülümsedi.

"Belki de Kasım abinin gereksiz bilgiler sözlüğünü güncellemesi gerekiyordur."

Kasım sırıtarak Naci Selim'e baktı.

"Naci abi, bu çocukta avukat kumaşı var."

Naci Selim, koluyla Mert'in boynunu sararak, "Aslanımın ağzı iyi laf yapıyor. Ondan sıkı bir sözelci olur." dedi.

"Ağzımın iyi laf yapıyor olması, tarih ve coğrafya sorusu yapmama yetmiyor ama!"

"Sorun sadece onlarsa hallederiz. Gel seni avukat yapalım." dedi Kasım.

"I-ıh! Ben eczacı olacağım. Kafama koydum!"

Kasım sırıttı.

"İnatçı çocuk!"

Hakan, Gonca'nın merakla oğluyla şakalaşan Kasım'a baktığını görünce, "Kasım, en yakın arkadaşımdır Gonca Hanım." dedi. "Anlamış olduğunuz üzere kendisi avukattır."

"İyi bir avukat." dedi Naci Selim. "Kendisi benim de yasal temsilcim olur."

Kaşları çatılan Gonca, "Neden?" diye sordu. "Bir sorun mu var?"

"Ne sorunu Gonca?"

"Yani..." Gonca'nın gözü Kasım'a kaydı. "Avukatın olduğuna göre demek istedim Naci abi."

Naci Selim ufak bir kahkaha attı.

"Senin de Gülsüm'den farkın yok. O da aynı soruyu sormuştu. Bu arada..." Takım elbisesinin lacivertinden izler taşıyan büyük saatine baktı. "Sen burada olduğuna göre ben gideyim. Yarım saat sonra Gülsüm'le doktorda buluşmam lazım." Mert'e döndü. "Başka şartlarda buradan asla ayrılmazdım, biliyorsun."

Mert, adama sarılarak, "Biliyorum." dedi. "Babaanneme selam söyle. Ayrıca fotoğraf da istiyorum!"

"Fotoğraf?.."

"Ultrason görüntüsünü kastediyor abi."

Naci Selim derin derin içini çekti.

"Gülsüm bakıp bakıp ağlasın diye mi? Asla olmaz!" diyen Naci Selim, ilgiyle onların konuşmasını dinleyen iki erkeğe dönüp, "Baba oluyorum." diye duyurdu.

Hem Hakan'ın hem de Kasım'ın gözlerini kırpıştırması üzerine de kahkaha attı.

"İnanın ben de sizin kadar şaşırmıştım!"

Hakan, çabucak toparlanıp, "Tebrik ederim." dedi ve "Abi, bu süper bir haber!" diyen Kasım'a da bir an olsun inanmadı.

Naci Selim her iki erkeğin elini sıkarken, "Size bir büyük tavsiyesi: Doğru kadını bulunca hiç beklemeyin!" dedi.

"Evlenelim mi?"

"Aslında 'Çocuk yapın!' diyecektim ama yine de sırasına sen karar ver Kasım!"

Naci Selim şakacı bir tavırla göz kırptıktan sonra, "Görüşürüz." dedi. "Seninle tanıştığıma memnun oldum Hakan. Ayrıca yardımlarından ötürü de tekrar teşekkür ederim."

"Rica ederim. Ben de çok memnun oldum."

"Kasım, seninle kısa zamanda görüşeceğimizi sanıyorum. Danışmak istediğim birkaç ayrıntı var."

"Her zaman abi."

"Peki o zaman. Ben kaçıyorum." diyen Naci Selim kapıdan çıkmak üzereyken Gonca'ya döndü. "Ben ararım ama siz yine de kızın durumundan haberdar edin!"

"Peki abi. Anneme bir şey söyleme!"

"Doktordan önce mi? Asla! Sonrasına bakarız."

Naci Selim'in ardından kısa bir sessizlik oluştu.

"Mert, karnın aç mı? Bir şeyler söyleyebilirim."

"Aslında kahvaltıdan beri bir şey yemedim ama kendimi bir şey yiyebilecekmiş gibi hissetmiyorum Hakan abi."

Gonca, koltuğa otururken oğlunu da yanına çekti.

"Hepsi stres ve üzüntüden. Ama merak etme, her şey iyi olacak."

"İnşallah anne!"

Gonca, cebinde titreyen telefon yüzünden oğluna cevap veremedi.

Ekranda beliren isme baktığında önce derin bir nefes aldı, sonra kararlılıkla telefonu açtı.

"Efendim anne?"

"Gonca, Mert gelmedi! Normalde bu saatlerde evde olması gerekirdi! Telefonuna da ulaşamıyorum!"

"Anne..."

"Geç kalsa bile mutlaka haber verirdi! Kesin bir şey olmuştur!"

"Anne! Bir durur musun?"

"Sen beni duymuyor musun Gonca? Mert'ten haber alamıyorum, diyorum!"

"Anne, Mert benim yanımda!"

"Senin yanında mı? Neden daha önce söylemedin?"

"Fırsat vermedin ki!"

"Mert'in orada ne işi var peki? Hem de bana haber vermeden? Söyle ona, su böreğini bugün yiyemeyecek!"

"Anne, lütfen bir dinler misin?"

"Bağırma! Bana bağırma, Gonca Hanım!"

Gonca, sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. O sırada gözleri, dinlediğini hiç gizlemeyen Kasım'a takıldı. Adam, hemen gözlerini kaçırdı. Gonca'nın yüzüne yayılan tatmin dolu gülümseme, Hakan'la göz göze gelince ortadan kayboldu.

Hakan; sadece bir bakışla Kasım'a haddinin bildirilmiş olmasını, kendini tutmasa, alkışlayabilirdi ve bunu yapan kadının ondan hiç çekinmediğini anlatmaya çalışır gibi gözlerini ısrarla gözlerine dikmesi karşısında, yine kendini tutmasa, erkeksi bir kahkahayla gülebilirdi. Etki, etkiydi. Etkiye tepkinin, etkinin ta kendisini yansıttığında, değeri paha biçilemezdi.

"Gonca?.."

Hakan, annesinin dışarı taşan sesi karşısında Gonca'nın sabırla gözlerini yummasını izledi.

Gonca, "Anne..." diye başladı, sakin olduğunu umduğu bir sesle. "Biz Mert'le biraz gecikeceğiz."

"Neden?"

"Mert'in bir arkadaşı ufak bir kaza geçirmiş, onu bekliyoruz."

"Kaza ufaksa, neyini bekliyorsunuz? Sen bana gerçeği söylesene kızım? Yoksa Mert'e bir şey mi oldu?"

Mert, anneannesinin dışarı taşan çığlığı karşısında telefonu annesinin elinden çekip aldı.

"Mert!" diyerek onu protesto eden annesine de işaret parmağını kaldırarak sessizce, "Bir saniye" dedi.

"Anneanne?.."

"Mert, sen misin oğlum?"

Mert gözlerini devirdi.

"Benim tabii." diyen delikanlı, ayağa kalkarak az önce üstünü değiştirdiği banyoya doğru uzaklaştı.

Oğlunun ardından derin bir nefes alan Gonca, "Özür dilerim." dedi konuşmanın çoğunu duyan erkeklerin ikisine birden. "Annem Mert söz konusu olduğunda çok çabuk telaşlanıyor."

"Benim annem de öyle Gonca Hanım. Fatih, deyince akan sular duruyor. Bu arada Fatih, büyük ablamın oğlu."

Gonca, insanlarla çok rahat iletişim kurduğu açıkça anlaşılan Kasım'a tebessüm etti. Rahat görünüyordu. "Ve pahalı!" diye düşündü Gonca. Üzerindeki kıyafetin spor şıklığı bile karşısındaki avukatın kendisi gibi sıradan insanları temsil etmediğinin bir göstergesi gibiydi.

"Çay içer miyiz?"

Gözlerini hiç istemese de patronuna çevirdi.

"Teşekkür ederim Hakan Bey, almayayım."

"Başka bir şey de olur."

Gonca, samimi bir gülümsemeyle, "Teşekkür ederim." dedi. "Desteğiniz için. Ve... Ve Mert konuşmasını tamamlayınca, biz aşağı inelim de siz de rahat rahat işinize devam edin."

Hakan, ağzını açamadan Kasım, "Hakan, bugünlük işlerini bitirmişti zaten." diye atıldı.

Kaşlarını inanmaz gibi kaldıran Gonca, Hakan'a bakarak, "Sizin, burada olduğunuzda, sekizden önce asla çıkmadığınızı söylüyorlar." dedi.

Hakan yine bir şey diyemeden atılan Kasım, "Otuz altı saat uyumayınca böyle oluyor." dedi.

Hakan, bu bilgiyle gözleri kocaman olan Gonca'ya, "Kasım abartıyor." dedi. Ardından bedenini bir parça çevirip masanın üzerinden cep telefonuna uzandı, o arada da Kasım'a sadece onun duyabileceği bir sesle, "Kapa çeneni!" diye fısıldadı. Doğrulduğunda, Gonca'nın ayağa kalkmış olduğunu gördü.

"O zaman biz hemen gidelim de siz de dinlenin." diyen Gonca'ya gülümsedi. "Sorun yok. Ben iyiyim. Kasım mesleği gereği abartmayı hep sever."

"Mesleği gereği mi?" diyen Kasım'ı umursamadan, "Ayrıca Mert'i bu şekilde bırakmak istemiyorum." diyerek devam etti.

"Mert anlayacaktır."

"Buna eminim ama ben yine de onun güvenini kaybetmek istemiyorum."

Gonca'nın ağzı bir anlığına şaşkınlığını belirtircesine yuvarlandı.

"Neden?"

Gonca'nın sorduğu sorunun cevabını kendi de tam olarak bilmiyormuş gibi kalakalan Hakan'ın imdadına Kasım yetişti.

"Hakan için 'güven' çok önemlidir Gonca Hanım! O herkesin güvenini kazanmak ister."

Açıkça gözlerini devirip, "Saçmalama!" diyen Hakan, Gonca'ya baktı ve "Mert'i sevdim." dedi. "Çok akıllı bir çocuk ve kendini çok iyi ifade ediyor."

"Teşekkür ederim. Biz yine de sizi..."

"Anne... Anneannem, onu her şeyden haberdar etmemizi istedi." diyerek odaya dalan Mert, Gonca'nın sözünü tamamlamasına fırsat vermedi. "Ayrıca Hakan abi, sana da selamı var. Ve tabii Kasım abi sana da."

Hakan, "Aleykümselam" derken; Kasım, "Sağolsun." diyerek Mert'e gülümsedi.

"Ayrıca..." dedi Mert. "Yemekte su böreği varmış! Anneannem sizi davet etmemi istedi."

Şok içinde birbirine bakakalan Gonca ve Hakan'dan ilk önce kendine gelen Hakan oldu.

"Teşekkür ederiz ama hiç zahmet etmesin!"

"Oğlum, börek zaten hazırmış. Hem de su böreği! Ben geliyorum Mert!"

"Zaten anneannem, 'Hayır' cevabını kabul etmediğini söyledi Hakan abi. Gerekirse seni zorla getirmeliymişim."

"Mert!"

"Ama öyle dedi anne!" diyen Mert, Hakan'a döndü. "Anneannem benim için yaptıklarına teşekkür etmek istiyor."

Hakan, Mert'in omzuna uzanıp dostça sıkarak, "Ben bir şey yapmadım." dedi.

Mert, cevap veremeden masanın üzerindeki telefon çaldı ve çocuğun bakışlarındaki neşeli ifade yerini korkuya bıraktı.

"Evet Hatice Hanım? Öyle mi? Tamam. Tamam. Teşekkür ederim."

Hakan, merakla bakan üç çift göze dönerek gülümsedi.

"Her şey yolunda. Arkadaşın ameliyattan çıkmış Mert. Durumu iyiymiş."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten."

"Oley be!" diye bağıran Mert Hakan'a sıkıca sarıldı. "Oley!"

Mert'in Hakan'ın sırtını döverek gösterdiği sevinç gösterisi karşısında duyguları karmakarışık olan Gonca, "Ben aşağı inip Esme'nin ailesiyle görüşeyim." dedi.

Aceleyle Hakan'dan ayrılan Mert, "Ben de geliyorum!" dedi.

"Sen burada kalsan daha iyi olur."

"Neden?"

"Şu anda Esme'yi görmen mümkün değil, yoğun bakımdadır. Ailesiyle karşılaştığında da..."

Mert, annesinin cümlesini tamamlamasını bekledi ama o, yardım ister gibi Hakan Alagöz'e bakınca, "Karşılaştığımda ne olacak anne?" diye sordu.

"Sanırım annen senin duygusallaşabileceğinden endişe ediyor Mert." dedi Hakan. "Ameliyat her ne kadar iyi geçmiş olsa da ailesi için zor bir süreç. En iyisi sen yarın geldiğinde, hem Esme'yi hem de ailesini görürsün. Sence de daha iyi olmaz mı?"

Mert kısa bir an düşündükten sonra nefesini sesli bir biçimde verdi.

"Sanırım haklısın Hakan abi."

Gonca, "O zaman sen beni odamda beklerken ben kısaca Esme'nin ailesiyle konuşayım." dedi.

"Benim daha iyi bir fikrim var: Kasım'la Mert birer kola içsinler, o arada biz de aşağı inip gelelim."

Gonca, teklife ne kadar şaşırdığını belli etmemeye çalışarak, "Teşekkür ederim ama buna gerek yok." diyerek itiraz etti. "Zaten çok şey yaptınız."

"Yaptığım sadece size odamı açmak oldu."

Hatice Hanım'ın telefonlarıyla sürecin nasıl hızlandırılmış olabileceğini tahmin eden Gonca, "Bunun gerçek olmadığını her ikimiz de biliyoruz." dedi.

"Sonuçta önemli olan her şeyin yoluna girmiş olması değil mi?"

"Öyle, ama..."

"Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkacak oyununuzu sonlandırırsanız; Mert'le kendime kola söyleyeceğim."

Mert kıkırdadı.

Gonca ve Hakan, bıkkın bir sesle konuşan Kasım'a aynı anda döndüler ve alaycı bir suratla karşılaştılar.

"Ben gayet ciddiyim." dedi Gonca.

"Hakan da ciddi Gonca Hanım ve ben de! Şimdi izin verirseniz..." diyen Kasım telefona uzandı.

Gonca, bu tartışmayı uzatarak bir yere varamayacağını anladığı için kapıya doğru yürüdü. Yerdeki halılar nedeniyle ayak sesini duymasa da Hakan'ın onu takip ettiğini biliyordu. Nitekim, Gonca'dan önce uzanıp kapıyı açan o oldu.

Çıkmadan önce Gonca oğluna döndü.

"Birazdan görüşürüz."

"Onlara üzgün olduğumu söyle anne."

Gonca gülümsedi.

"Söylerim."

Kapıyı tutan Hakan'ın önünden geçerken onun arkadaşına, "İşimiz bitince ararım, aşağı inersiniz." dediğini duydu.

Hakan, Hatice Hanım'dan Esme'nin ailesinin tam olarak nerede olduğunu öğrendikten sonra asansöre doğru yürümeye başladı.

"Teşekkür ederim." dedi Gonca, Hatice Hanım'a. "Her şey için."

Hatice Hanım yüzünde olgun bir gülümsemeyle, "Rica ederim." diyerek karşılık verdi. "Ben görevimi yaptım."

"Yine de çok teşekkür ederim." diyen Gonca, hızlı adımlarla Hakan Alagöz'ün beklettiği asansöre doğru yürüdü.

 

Loading...
0%