Yeni Üyelik
25.
Bölüm

15. Bölüm (2. Kısım)

@majdafan

Yaylı kapı tıklatılır tıklatılmaz ardına kadar açıldı. Sanki Hatice Hanım, Hakan'ın gelmesini kapının hemen ardında bekliyormuş gibi, "Buyrun, buyrun içeri girin!" dedikten sonra, masanın başındaki sandalyeyi gösterdi. "Böyle buyrun. Kusura bakmayın, çok fazla bir şeyimiz yok! Artık olanlarla idare edeceksiniz."

Hakan; kapının hemen ardında, mutfak tezgahının önünü kaplayan genişçe masaya şöyle bir baktı ve "Olanlar buysa, olmayanları doğrusu merak ettim." diye mırıldandı.

Hatice Hanım, onun şaka yaptığını fark etmeyerek, "İnşallah onu da bir gün sizi davet ettiğimde görürsünüz." dedi.

Hakan, masaya oturur oturmaz, ince belli bardakta tavşan kanı çay önüne konulmuştu bile. Hatice Hanım, bir bardak da kendine alıp Hakan'ın karşısına geçip oturdu.

"Bilmiyorum pişi sever misiniz? Mert'im bayılır!"

Önündeki tabakta üst üste yığılmış sıcak pişi yığınından bir tane alan Hakan, "Ben de bayılırım." dedi.

"Evde hiç ekmek kalmamış. Aslında Mert'e tembih etmiştim, dönüşte alacaktı ama hastanede işleri uzun sürmüş."

Hakan'ın eli, pişiden ikinci ısırığı almak üzereyken, havada asılı kaldı.

"Esme..." dedi. "Kızcağızı unuttum. Yeni bir haber var mı?"

Hatice Hanım gülerek, "Çok şükür iyiymiş." dedi. "Filme falan da götürmüşler bugün. Zaten Gonca'yla Mert bu yüzden geç kaldılar. Oraya gider gitmez bu işler çıkınca, Gonca bırakıp gelmek istememiş."

Hakan, memnuniyetle başını salladı.

"Başka türlü davranmasını beklemezdim zaten. Yani Gonca Hanım'ın. O, iyi bir doktor."

Hakan, çayından bir yudum alırken Hatice Hanım, "İşini çok seven insanlar olduğunu biliyorum ama Gonca gibisini hiç görmedim." dedi. "Mümkün olsa neredeyse hastanede yatıp kalkacak."

"Çalışmayı seven insanları seviyorum." dedi Hakan takdir dolu bir sesle. "Genelde o kadar tembeliz ki! Birey olarak, toplum olarak... Bu yüzden çalışkan birini gördüğümüzde şaşırıp kalıyoruz. Aslında olması gereken Gonca Hanım'ın yaptığı. Bizler yaptığımız işi sevsek de sevmesek de iyi yapmak zorundayız. Bir kere her şey bir yana o işten kazandığımız parayı hak etmek adına çok çalışmalıyız." Hakan başını iki yana salladı. "Ama maalesef bu şekilde bakan insan sayısı çok az."

"Çok haklısınız, haklısınız da yine de Gonca işi biraz abartıyor!" diye üsteledi Hatice Hanım. "Daha geçen ay o kadar hasta oldu ki iki gün neredeyse ölü gibi baygın yattı. Ona bir şey olabileceğinden öyle korktum ki! Rapor al, dedim; izin al, dedim." Başını iki yana sallayan Hatice Hanım, "Dinlemedi." diye devam etti. "Sonra da almadığı izni onun yerine bedeni aldı. Zaten el kadar; eridi, gitti! Sesi bile gitmişti. Duymalıydınız. O..."

Hatice Hanım, kızının hastalık döneminde Hakan Alagöz'ün arabasını çarptığını hatırlayarak susuverdi. Adam zaten hastayken Gonca'nın sesinin nasıl çıktığının ilk elden şahidiydi.

Merak, daha çok da korkuyla misafirine baktı.

Hakan Alagöz, başını kaldırmadan tabağına birkaç zeytin almakla meşguldü. Eğer adamın ağzının kenarında beliren eğreti gülümsemeyi görmemiş olsa Hatice Hanım onun hiçbir şey anlamadığını rahatlıkla düşünebilirdi ama görmüştü. Bu yüzden boğazını temizledi ve "Aslında..." dedi ve gereksiz bir boğaz temizleme daha gerçekleştirdikten sonra, "Aslında bu vesileyle size teşekkür etmek isterim." dedi. "Sağ olun. Yani... Gonca size çarpınca ve siz de..."

Kadının nasıl devam edeceğini bilemez hali, Hakan'ın ona bakıp gülümsemesine neden oldu. "Bence..." dedi. "Bunları konuşmayalım. Gonca Hanım'la olan biteni hallettik, geride bıraktık."

"Geride mi bıraktınız? Ne zaman?"

Hakan, herhangi bir pot kırıp kırmadığından emin olamadığı için konuyu geçiştirmek istedi.

"Bunun bir önemi yok. Sonuçta insan bazen hiç tahmin edemeyeceği şeyler yapabiliyor. O günkü olayları da böyle kabul edelim."

Hatice Hanım, "Çok anlayışlısınız." dedi.

"Yanılıyorsunuz, pek anlayışlı biri sayılmam ama dün geceden sonra anlayışlı olmamam için bir neden kalmadı."

Hatice Hanım'ın çatılan kaşları onun kafasının karıştığını gösteriyordu. Nitekim, "Anlamadım Hakan Bey." diyerek de Hakan'ın tahminini doğrulamış oldu.

"Evinizde uyuyakalmak asla tahmin edemeyeceğim bir şeydi ama uyuyakaldım." Başını iki yana sallayan Hakan, bir parça utançla, "Hala anlayamıyorum." diye devam etti. "Gerçekten özür dilerim."

Gözleri büyüyen Hatice Hanım, "Olur mu öyle şey Hakan Bey!" dedi. "Hem özür dilenecek bir şey yok! Çok şükür yatacak yerimiz de var, yatağımız da. İnşallah, rahat uyumuşsunuzdur!"

Hakan sırıttı.

"Gözümü az önce açtığıma göre, rahat uyuyup uyumadığım konusunda endişelenmenize hiç gerek yok." dedi. "Bu arada..." Çatalının ucuyla bol tereyağlı peynirli yumurtaya ev sahipliği eden sahanı işaret ederek, "Bunun içinde ne var?" diye sordu.

Hatice Hanım, birdenbire değişen konuya hemen ayak uydurdu çünkü mutfak ve onunla ilgili her şeyden konuşmaktan sonsuz bir zevk alıyordu. Hakan'ı hemen, "Peynir" diye yanıtladı ve onun alaycı bakışları karşısında hafif bir sesle gülerek, "Hiç anlamamıştınız değil mi?" diye sordu.

Hakan, yanıtı bu apaçık belli olan soru karşısında sırıtmakla yetindi.

Hatice Hanım, merakla, "Beğendiniz mi?" dedi.

"Beğenmemek mümkün mü?"

Hatice Hanım, sandalyesini masaya doğru bir parça daha yaklaştırarak iştahlı iştahlı anlatmaya başladı:

"Benim pazarcı bir kadınım var; yıllardır sebzesinden tutun da sütü, yumurtasına kadar hep ondan alırız. Bu yediğiniz yumurtadaki peynir de ondan alınma. Halis munis koyun peyniri."

Bir anlığına havada kalan çatalını burnuna doğru yaklaştıran Hakan, "Ama bu kokmuyor." dedi.

"Her koyun peyniri 'kokacak' diye bir şart yok!"

Hakan, ağzındakini zevkle yuttuktan sonra, "Anlaşılan yokmuş." dedi ve Hatice Hanım'la karşılıklı gülüştürler.

"Ben, Kasım kadar renkli ve cafcaflı cümleler kuramam ama bu yediğim en lezzetli peynirli yumurta!"

Hatice Hanım; büyük bir memnuniyetle Hakan'a, "Afiyet olsun." diye karşılık verdi.

"Annemin eli de lezzetlidir. O duymasın ama sizinki bir başka."

Hatice Hanım gülerek, "Sağ olun." dedi ve ekledi: "Bence kendinize haksızlık ediyorsunuz."

Hakan merakla kaşlarını kaldırdı.

"Hangi konuda?"

"Belki Kasım kadar cafcaflı cümle kuramayabilirsiniz ama ondan çok daha iyi iltifat ediyorsunuz. Herhangi bir yemeği annenizden daha iyi yaptığımı söylediğiniz anda bunu ispat etmiş oldunuz."

Bu kez anlamadığı için kaşları çatılan Hakan'dı. Onun haline gülen Hatice Hanım, "Birinin, hele de bir erkeğin, bir başkasına kendi annesinden daha iyi yemek yaptığını söylemesi bence iltifatların en büyüğüdür çünkü hepimiz biliriz ki bizim gözümüzde en iyi yemek yapan kişi daima annelerimizdir." dedi.

Bir an düşünen Hakan, "İşte bu yüzden annem size söylediğimi asla duymamalı!" deyince ikisi birden güldü. Kapı da tam o sırada çaldı.

"Allah Allah!" dedi Hatice Hanım. "Pazar pazar kim gelmiş olabilir?"

Ayağa kalkıp kapıya giderken, "Siz devam edin." dedi Hakan'a. "Ben hemen geliyorum."

Aslında Hakan iyice doymuştu ama dayanamayıp bir pişi daha aldı. O sırada dışarıdan yükselen kadın sesleri bakışlarını kapıya çevirmesine neden oldu. Sesler yükseldiği hızla alçalınca, tabağında kalan son yeşil zeytine çatalını batırdı ve çatalın ucu kavrayamadan zeytin bir zıplayışta aşağı düştü. Hakan eğilip baktı ve zeytinin masanın karşı köşesindeki ayağının dibinde olduğunu gördü. Uzanamayacağı kadar uzaktı. Sandalyesini itip ayağa kalktı ve zeytinin bulunduğu köşeye gidip eğildi ve ardına kadar açılan mutfak kapısı neredeyse alnına çarpıyordu.

Şikayetçi, daha çok da ağlamaklı bir biçimde yükselen kadın sesi, "Onu asla affetmeyeceğim Hatice! Bunu bana nasıl yapar? Nasıl?" diye haykırıyordu.

Hakan olduğu yerde kalakaldı: masanın altında

"Gülsüm, sakin olur musun lütfen!"

Hatice Hanım, uzlaşmacı sesiyle kadının adını söylediğinde; Hakan, "babaanne" diye düşündü. Ama gözünün önünde uzanan bacaklar, bir babaannenin bacaklarına hiç benzemiyordu; daha çok bir mankenin bacaklarına benziyordu.

"Nasıl sakin olabilirim? Beni o doktora o götürdü. Arkadaşım, dedi. Sonra da doktorla bir olup arkamdan iş çevirdi!"

Hakan, yavaşça başını masanın kenarından çıkardı ve gerçekten de bir mankeni andıran uzun, ince kadına bakakaldı. Böyle bir zarafeti yıllar var ki görmemişti ama içinin hayranlıkla dolduğu o anda bile kadının zarafetinin sadece bir servi kadar narin görünen bedeninden değil, aynı zamanda o bedeni saran kıyafetlerden de kaynaklandığını anlamıştı. Dizlerine inen siyah kalem elbisesinin üzerine aldığı kısa beyaz ceket ve büyüklüğüne inat son derece zarif şapkasıyla kadının Hakan'a o çok sevdiği Audrey Hepburn'ü hatırlatan bir yanı vardı. Şapka yüzünden kadının yüz hatlarını tam olarak göremese de onların da en az Audrey Hepburn'ünkü kadar zarif olduğunu tahmin edebiliyordu.

"Naci Bey senin arkandan asla iş çevirmez!" dedi Hatice Hanım.

"Çevirdi işte! Bana yalan söyledi!"

Hakan'ın daha dün tanıştığı Naci Selim, "Sana asla yalan söylemedim!" diyerek içeri girdi. "Söylemem de!"

Herkesin bir şekilde sol arkasında kalmayı başaran Hakan'ın oradaki varlığını belli edip etmemek arasındaki kararsızlığı, Naci Selim'in ardından içeri giren Gonca'yı görür görmez uçup gitti.

Bu minyon kadın, Hakan'a sunulan tüm dosyalarda işinde ne kadar yetkin ve başarılı olduğu açıkça ortaya konulan kadınla aynı kadındı ama kısacık saçları, pürüzsüz cildi ve zarif yüz hatlarıyla henüz yirmilerini bile yarılamamış gibi göründüğü şu anda kanıtlara rağmen kimse buna inanmazdı.

Gonca da tıpkı kayınvalidesi gibi elbise giymişti. Onun elbisesi de dizin hemen üzerinde bitiyordu ama babaanneninkinden farklı olarak Gonca'nınki geniş pililerle aşağı iniyordu ki bu ancak onun yapısındaki bir kadın tarafından bu kadar hayranlık uyandıracak biçimde güzel taşınabilirdi. Hakan, o saçlarla böyle bir elbise giymenin ciddi cesaret gerektireceğini düşündü. İnanılmaz kadınsı görünen bir elbisenin üzerinde, erkeksi bir kafa taşımak gibi bir şeydi bu ve öyle her kadının altından kalkabileceği bir şey de değildi. Görünen o ki Gonca, bunun altından kalkmayı rahatlıkla başarıyordu.

Hakan, ona hayranlıkla bakmaya devam ederken kavisli kaşlarının kaygıyla çatıldığını fark etmişti ve aslında kaygının bir bütün olarak yüzüne yayıldığını da. Gonca; bir elini destek vermek ister gibi Hatice Hanım'ın omzuna koymuştu, diğeriyse kalbinin atışını yavaşlatmak ister gibi kendi göğsünün üstüne bastırmıştı.

"Söyledin! Bana bebeğimiz olacağını söyledin!"

Hakan, her an isteri krizine girecekmiş gibi görünen babaanneye baktı ve hemen sonra, dehşete kapılmış gibi, "Olmayacak mı?" diye soran Hatice Hanım'a döndü. O anda, dün Naci Selim'in bebeğini Mert'in babaannesinin doğuracağı gerçeğini hiç kavrayamamış olduğunu fark etti. Kasım olsaydı, kesin, "Efsane!" derdi.

"Yoksa bebeğe bir şey mi oldu?"

Naci Selim, "Sakin ol sultan." dedi Hatice Hanım'a. "Bir şey olduğu yok."

"Yok mu?.. Yok mu?.." diye gülen babaanne, Hakan'ın anlayamadığı bir hızla ağlamaya geçti.

İleri atılıp karısını kucaklayan Naci Selim, "Kes artık şunu!" dedi. "Dünden beri kendini harap edip duruyorsun."

Kadın, Naci Selim'in kollarında kıpır kıpırdı. Hakan; kadının o kollardan kurtulmaya mı, yoksa daha çok onlara sığınmaya mı çalıştığını bir türlü anlayamamıştı.

"Babaanne?.."

Mert, eli kolu poşetlerle dolu olarak içeri girmiş; hıçkırarak ağlayan babaannesine bakakalmıştı.

Başını kocasının omzunda yasladığı yerden kaldıran kadın, şokla irileşmiş gözlerini torunununkilere dikti.

"Mert?.."

Mert, elindeki poşetleri olduğu yere bırakarak, "Bebeğe mi bir şey oldu?" diye sordu. Çocuğun korkusunu hisseden Hakan, onun için üzüldü. Aynı zamanda da onun nasıl olup da babaannesinin doğuracağı bebek konusunda bu kadar sakin ve hevesli olabildiğine şaşırmadan edemedi.

"Olmadı." dedi Naci Selim. "Her şey yolunda Mert."

Kadın; isterik bir biçimde Naci Selim'in kollarından kurtularak, "Değil!" dedi. "Hiçbir şey yolunda değil! Ben öleceğim! Bebekler ölecek!"

"Bebekler mi?"

Naci Selim, yeniden kollarının arasına çektiği karısına sımsıkı sarılarak, "Şışş..." dedi. "Üçünüze de bir şey olmayacak. Ben size bakacağım."

Hakan, kendi gözlerinin de Mert'inkiler kadar kocaman olduğundan emindi. Delikanlı annesine dönerek, "İ... İkiz..." diyerek yutkundu. "İkiz mi olacakmış?"

Gonca, temkinli bir ifadeyle oğluna döndü ve Hakan'la göz göze geldi.

Hakan, gizli bir iş yaparken yakalanmış gibi hemen doğruldu. Annesinin bakışlarını takip eden Mert, "Hakan Abi?.." dedi. "Sen burada mıydın?"

Kocasından uzaklaşan babaanne, odadaki yabancıya bakarak, "Kim?.." diye sordu. Ve Hakan, onun yüzünün gerçekten de tahmin ettiği kadar zarif olduğunu gördü. Naci Selim gibi bir adamın neden evlenmek için bir babaanneyi seçtiğini anlamak, o anda Hakan'a çok daha kolay göründü. Ne yazık ki o zarif yüzdeki güzel, yeşil gözler; Hakan'a bir ucubeye bakar gibi bakıyordu.

Naci Selim karısına, "Hakan Alagöz" diye açıkladı.

Hakan, adamın sakin ses tonundan onun kendisini daha önceden fark ettiğini anladı.

"Gonca'nın patronu."

Kadının gözleri büyüdü, kocaman oldu. Yanakları kızardı. Sonra iki elini birden yüzüne kapatarak, "Aman Allah'ım!" diye hıçkırdı. "Allah'ım!" Ve koşar adım odayı terk etti.

"Gülsüm!" diyen Naci Selim de onu takip etti. İçerde bir odanın kapısı hızla çarpıldı. Bir an sonra Hakan, Naci Selim'in tehditkar sesini duydu: "Bir kez daha yüzüme kapıyı kapatırsan sonucuna katlanırsın Gülsüm!"

Hatice Hanım, iki elini birden dudaklarına bastırarak, "Allah'ım!" dedi.

Mert kapıya atıldı.

"Dur bakalım!" dedi Gonca. "Nereye gidiyorsun?"

"Naci dedemi duymadın mı?"

"Duydum."

"Çok sinirli!"

"Olabilir ama onun gerçekten babaannene bir şey yapabileceğine inanmıyorsun öyle değil mi?"

Mert bir an bile düşünmeden, "Tabii inanmıyorum!" dedi. "Yine de..."

Gonca, uzanıp oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu.

"Merak etme, her şey yoluna girer. Sen şimdi şu kilere gidecek poşetleri al da yerleştir."

Mert, poşetleri yerden alırken, "Gerçekten bu kadar sakin misin, yoksa rol mü yapıyorsun anne?" diye sordu.

"Mert!"

Çocuk, "Tamam..." dedi, "Bunları kilere götürüyorum." Sonra Hakan'a döndü. "Şimdi geliyorum abi."

Mert çıkar çıkmaz Hatice Hanım hızlı hızlı, "Ne oldu Gonca?" diye sordu. "Gerçekten doğru mu? İkiz mi?"

"Evet ve..."

Gonca, omzuna dokunan elin sahibine döndü. Hakan Alagöz, uzun boyuyla tam yanında duruyor ve çektiği sandalyeyi onun için tutuyordu. Gonca, bacaklarının onu neredeyse taşıyamaz duruma geldiğini adamın nasıl anladığını bilmiyordu. Yine de hiç itiraz etmeden sandalyeye yığılır gibi oturdu. Hakan ve Hatice Hanım da eski yerlerine oturdular.

"Gülsüm mü seni aradı Gonca? Ne oldu?"

Gonca, annesinin haklı merakını hoşgörüyle karşıladı.

"Kimsenin beni aradığı yok. Tamamen tesadüf eseri aşağıda karşılaştık. Mert taksi parasını öderken onlar da arabadan iniyorlardı. Annemi biraz tatsızmış gibi görünce ne olduğunu sordum, o da başını iki yana sallayarak koşar adım apartmana girdi. Naci abi'nin dediğine göre dünden beri böyleymiş."

"İkiz nasıl olur? Yani daha önceden belli olmaz mıydı?"

"Zaten belliymiş anne. Naci abi, ilk muayeneden önce annemin psikolojik durumunu doktora anlatmış. Doktor da ultrasonda aslında iki keseyi gördüğünü anneme değil de Naci abiye söylemiş."

"Neden?"

Gonca, bir parça şaşkınlıkla Hakan'a döndü. Hakan, üzerine vazife olmayan işlere bulaşmayan birine göre biraz fazla meraklı olduğunu fark ederek, "Affedersiniz!" dedi.

"Affedecek ne var Hakan Bey?" dedi Hatice Hanım. "Ben de aynısını soracaktım."

"Naci abinin asansörde anlattığına göre doktorla ikisi annemin endişesini arttırmak istememişler."

Hatice Hanım burnundan homurdandı.

"İyi haltetmişler!"

"Bazen keselerin içi boş olabiliyor anne." dedi Gonca. "Bu hemen anlaşılamayabilir. Bu yüzden annemi kaygılandırmak istememiş olabilirler. Ayrıca bazen de çoklu gebeliklerde bebeklerden birine bir şey olabiliyor. Ama yine de haklısın tabii. Bu yaptıkları işleri iyice berbat etmek bir yana, hekimlik etiğiyle de bağdaşmıyor."

"Allah Allah!" dedi Hatice Hanım. "Demek ikiz. Gülsümlerde hiç ikiz yok bildiğim kadarıyla ama tabii Mert'in dede tarafını bilemem."

"Ben de bilmiyorum ama anne, illa böyle olması gerekmiyor. İleri yaş gebeliklerinde ikiz görülme olasılığı oldukça yüksek."

Hafifçe gülümseyen Hatice Hanım, "İkiz..." dedi. Gülümsemesi iyice yayıldı. "İkizlere bayılırım!"

Mert, "Malzemeleri yerleştirirken düşündüm bir kez daha aynı şeyi düşündüm." diyerek içeri girdi. "Ben şimdi bu veletlere ne diyeceğim? Amca mı, hala mı?"

"Bence yakın zamanda babaannenin yanında böyle şeyler söylemesen iyi olur."

"Haklısın valla anne!" diyen Mert, Hakan'ın yanındaki sandalyeye oturdu. "Babaannem, hiç babaanneme benzemiyor. Ota çöpe ağlıyor."

"Hormonlar yüzünden."

"Biliyorum anne. Biyoloji dersinden. Ama yine de canlı kanlı örneğini görmek bir başka oluyormuş." Mert başını kaldırıp tavana doğru konuştu. "Sadece şaka yapmıştım. Gerçekten olmasını kastetmemiştim."

Hatice Hanım torununa garip bir bakış attı.

"Sen ne diyorsun paşam öyle?"

Anneannesine dönen Mert, "Allah'la konuşuyorum." dedi. "İkiz olmasıyla ilgili şaka yapmıştım."

Hatice Hanım korku dolu bir sesle, "Tövbe de paşam! Tövbe de!" dedi.

Hakan, güldüğünü saklamak için başını çevirirken Gonca'yla gözleri kesişti. Besbelli onun da niyeti aynıydı ve ikisi aynı anda kıkırdadılar.

"Gülmeyin! Çarpılacaksınız!" diye bağıran Hatice Hanım, birdenbire kime bağırdığını hatırlayarak, mülayim bir biçimde, "Sen, istersen gül tabii Hakan Bey." dedi.

"Yani benim çarpılmam sorun olmaz mı Hatice Hanım?" diye soran Hakan, Mert'e göz kırptı.

Hatice Hanım, hırsla, "O gözünü ne yaptığını görmediğimi..." diye bağırmaya başlamıştı ki kime bağırdığını anlayarak çabucak ayağa fırladı.

"Ben en iyisi gidip... Gidip bi Gülsüm'e bakayım!"

Hatice Hanım, mutfaktan o kadar hızlı kaçtı ki hem Hakan hem Gonca hem de Mert'in kahkahalarla gülmesine neden oldu.

"Bu anneanneme bayılıyorum!" dedi Mert. "Kızdı mı gözü hiçbir şeyi görmüyor." Hakan'a bakarak, "Sana nasıl da ağzının payını..." demişti ki birdenbire, "Ah!" diye bağırdı.

Hakan, gereğinden masum bir sesle, "Yoksa, bacağına yine kramp mı girdi Mert?" diye sordu.

Mert, dudaklarını sımsıkı kapatıp başını aşağı yukarı salladı. Çocuğun gülmemek için olan gücüyle savaştığını anlayan Hakan, "Senin yaşlarında bu kramplardan bana da çok girerdi." dedi ve Mert koptu. Hem gülüyor hem de konuşuyordu:

"Benim kramplar... Benim kramplar annem ne zaman isterse o zaman giriyor. Seninkiler... Seninkiler de öyle miydi abi?"

"Benimkiler daha çok ablalarımın isteğine bağlıydı."

İki erkeğin kıkırdayışına kayıtsız kalamayan Gonca, gülümseyerek, "Erkeklerin neyi nerede söyleyip neyi nerede söyleyemeyeceği konusunda erken yaşlardan itibaren eğitilmesi gerekiyor." diyerek bilgi verdi.

Mert, "Diplomamı ne zaman alacağım anne?" diye sorunca, yeniden üçü birden güldüler.

"Ay!.." dedi Gonca. "Bu, iyi geldi. O kadar gerilmiştim ki!"

"Gerilecek ne var anne ya? Fark eden ne? Bebek birdi, iki oldu."

"Bana bak Mert!" derken Gonca'nın suratı asılmıştı. "Bu erkek ağzını bir kenara bırakmazsan seninle fena bozuşacağız! Ne demek 'Birdi, iki oldu'? Bir bebeği taşımakla ikisini taşımak aynı sanıyorsan çok yanılıyorsun! Ama ille de denemek istersen bir gün karnına beş kiloluk bir torba, ertesi gün de on kiloluk torba bağlayalım da sabahtan akşama kadar onlarla bir dolaş; aradaki farkı iyice anla!"

Gonca neredeyse soluksuz yaptığı konuşmanın sonunda biri dehşet, diğeri de hayranlıkla bakan iki surat fark etti. Kalbini pır pır attıranı görmezden gelerek diğerine, "Korktun mu Mert Bey?" diye sordu.

"Kesinlikle!"

"Bence de korkmalısın. Yat kalk, kadın olmadığın için dua et!"

Mert, başını usulca Hakan'a çevirdi.

"Senin annen de böyle miydi?"

Hakan, bakışlarını Gonca'dan ayırmadan, "Kesinlikle değildi." dedi ve Gonca'nın gözlerinin mutfak dolaplarında rastgele dolaşmasını keyifle izledi.

Hatice Hanım, kapıdan başını uzatıp tıpkı kızı gibi Hakan'la göz göze gelmemeye çalışarak, "Mert" diye seslendi. "Babaannen seni çağırıyor."

"Beni mi?"

"Evet, seni!"

Mert ayağa kalkarken, "Beni ne yapacakmış?" diye sordu. "Annemi çağırmadığından emin misin anneanne? Ben ikizlerle ilgili hiçbir şey bilmem."

Hatice Hanım, başını geri çekerken homurdanıyordu: "Fesuphanallah!.."

Gonca oğlunu, "Babaannen ne derse anlayışlı ol." diye uyardı.

Bıkkınca, "Tamaaam..." diyen Mert, Gonca'yla Hakan'ı baş başa bırakarak mutfağı terk etti.

Yaklaşık yarım dakikalık sessizliği, "O, çok iyi bir çocuk." diyen Hakan böldü.

"Biliyorum."

"Böyle bir durumu... Yani..." diye duraklayan Hakan, elini havada salladı. "Ne demek istediğimi anladınız." dedi.

Gonca gülümseyerek, "Evet, anladım." dedi. "Neredeyse yetişkinliğe adım atmak üzere olan bir çocuğun babaannesinin hamile olduğunu kabullenmesi kolay değil. Mert de çok kısa süren bir uyum sorunu yaşadı ama bu açıdan çok şükür babasına benzediği için durumu kolay atlattı."

"Yani siz atlatamaz mıydınız?"

"Mert, kadar kolay atlatamazdım orası kesin. Ama annem, yani Gülsüm Annem bunu hak ediyor. Onu seven bir adamı, bir mucizeden farksız olan bu çocukları da. İnşallah her şey yolunda gider de bebeklerini sağlıkla kucağına alır."

"İnşallah!"

Oluşan sessizliği yine Hakan böldü.

"Sanırım Esme iyiymiş."

Gonca başını salladı.

"Oldukça iyi. Bugünkü sonuçları da çok iyi."

"İyi, sevindim. Mert çok mutlu olmuştur."

"Hem de nasıl! Kızı görünce bir fasıl suratı düştü. Esme'nin kafası sarılı tabii. Ama Esme onunla konuşmaya başlayınca, hemen başka bir moda girdi."

Hakan güldü.

"Gençlik böyle bir şey."

Sonra boğazını temizledi.

"Dün gece için üzgünüm. Hayatımda böyle bir şey başıma hiç gelmemişti."

Onun uyuyakalmasını kastettiğini anlayan Gonca, "Takmayın kafanıza!" dedi. "Yerimiz vardı. Kasım Bey, uyanınca bir daha uyuyamadığınızı söyledi."

"Demek öyle söyledi." diyen Hakan, Kasım'ı öldürmeyi aklının bir köşesine yazdı.

"Bu arada..." dedi Gonca. "Kasım Bey'in ikizi mi var?"

Hakan, "Bugün bu soruyu soran ikinci kişisiniz." diyerek yanıt vermekten kaçınmaya çalıştı.

"Nisan mı?"

"Evet. Ben kalktığımda kendisi çıkıyordu. Sanırım ben uyuyakaldıktan sonra geldi."

"O ve Münir Bey, Münir Bey'in inatçı bir arkadaşını evde muayene etmeye gitmişlerdi. Annem, Esme'yle olanları anlatınca, Nisan soluğu burada aldı. Mert'e hiç dayanamaz."

"Arkadaşlığınız çok eskiye dayanıyor, öyle değil mi?"

"Evet, üniversitede tanıştık." dedi Gonca ve yeni bir soru daha sormaya hazırlanan Hakan'dan önce davrandı: "Peki siz?.. Sanırım ikizi olmayan Kasım Bey'le ne zaman tanıştınız?"

Hakan, Gonca'nın ifadesi karşısında güldü. Sonra da başını iki yana sallayarak, "Hatırlamıyorum." dedi.

"Nasıl hatırlamıyorsunuz?"

"Bildim bileli Kasım'la arkadaşım. Evlerimiz yan yanaydı, birlikte büyüdük. Sonra başka yerlere taşınsak da arkadaşlığımız hep devam etti."

"Birbirinize pek benzemiyorsunuz."

Hakan, yeniden güldü.

"Bunu siz söyleyince pek anlamlı olmuyor."

Gonca tebessüm ederek, "Gerçekten de öyle." diye karşılık verdi Hakan'a. "Nisan'la kafalarımız o kadar farklı çalışır ki! Sanırım bu yüzden çok iyi arkadaşız. Birbirimizi tamamlıyor gibiyiz."

"Biz de Kasım'la..." diye başlayan Hakan, Hatice Hanım'ın içeri girmesiyle cümlesini tamamlayamadı.

"Hakan Bey; bu, ötüp duruyor!"

Hakan, Kasım'la konuştuktan sonra kanepeye attığı telefonunu Hatice Hanım'ın ellerinden alarak teşekkür etti.

Ekranı açtı ve beş cevapsız aramanın da aynı kişiden geldiğini gördü.

"Annem aramış. Cumartesi akşamı yemeğe gidemezsem pazar kahvaltısına mutlaka onda olurdum. Dün akşam gelemeyeceğimi söylemiştim ama bugün için bir şey dememiştim."

"Arayın o zoman! Kadıncağız merak etmiştir." diyen Hatice Hanım, çok konuştuğunu fark ederek hemen mutfaktan çıktı.

Telefon, Hakan'ın aramasına fırsat kalmadan çalmaya başladı.

"Efendim anne!"

"Hakan?.. Çok şükür iyisin! Merak ettim çok!"

Hakan, karşısında oturan kadınla göz göze gelmemeye çalışarak, "Az sonra geliyorum." dedi. "Uyuyakalmışım."

"Aman, iyi ol da oğlum! Nebahat'a söyleyeyim de çayı ocağa koysun."

"Gerek yok anne. Ben bir şeyler atıştırdım."

Annesi dargın bir sesle, "Atıştırdın mı?" diye sorunca, "Evet" dedi. "Ne yapayım, dayanamadım."

"Tamam. O zaman sufle yapmayayım. İyi ki de senden haber almayı beklemişim."

"O... Olmaz!" diye itiraz etti Hakan. "Yap! Mutlaka yap! Senin sufleni havada karada yerim!"

Güliz Hanım, sesinde bariz bir memnuniyetle, "Tamam o zaman." dedi. "Bekliyorum."

"Görüşürüz anne."

Hakan, telefonu kapatınca, "Sufleyi çok mu güzel yapıyor?" diye sordu Gonca.

"Güzel, doğru kelime değil." dedi Hakan. "Aslında annemin suflesini anlatacak bir sözcük yok!"

"O kadar iyi yani?"

"Tadınca ne demek istediğimi anlayacaksınız."

Hakan, bir anlığına, cümlesinin maksadını aştığını düşündü ama sadece bir anlığına. Gonca'nın suratını her kadar allak bullak etmiş olsa da gerçekten de bir gün onun Güliz Hanım'ın suflesinden tatmasını sağlayacağını biliyordu. Bir parça şaşkınlıkla da olsa biliyordu. Gonca'nın hala normale dönememiş suratına bakarak ayağa kalktı ve gülümsedi.

"Ben artık gideyim."

Gonca da apar topar ayağa kalktı. Ne diyeceğini bilemez gibi orada dikildiği birkaç saniyenin ardından, "Teklif..." dedi bir can simidi yakalamışçasına. "Konuşamadık ve..."

Hakan, kasıtlı olarak kolunu kaldırıp saate baktı ve "Gitmem gerekiyor." dedi. "Bunu yarın konuşalım."

"Tamam." dedi Gonca mutfaktan çıkan Hakan'ı takip ederek. "Hatice Hanım'dan uygun olduğunuz saatleri öğrenirim."

"Yarın Alagöz'deyim." dedi Hakan, girişte Gonca'nın uzattığı ceketi giyerken.

"O zaman salı mı?"

"Hayır, daha fazla gecikmesini istemiyorum! Yarın iş çıkışı sizi alırım, yemekte konuşuruz."

Gonca'nın gözleri kocaman oldu.

"Ye... Yemekte mi?"

"Evet."

"Ye... Yemeklik bir şey yok! Şimdi bile konuşabiliriz!"

Hakan, kapıyı hızla açarak, "Üzgünüm ama acelem var." dedi. "Her şey için teşekkürler!"

Ve Gonca'yı çaresizce arkasından bakarken bırakıp gitti.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%