@majdafan
|
Suzan; bir elindeki soğuk sandviç, diğerindeki kahve yüzünden kapı koluna dirseğiyle bastırmak zorunda kaldı. Ahşap kaplamayı sırtıyla ittiği için de içeride sinirle volta atan kadını ilk başta göremedi ama onun sert adımlarını destekler nitelikteki sözlerini duydu: "Ben o hergeleye ne yapacağımı çok iyi biliyorum! Benimle uğraşmanın ne demek olduğunu ona göstereceğim!" Suzan, yavaşça dönerken kaşlarının hayretle kalkmasına engel olamadı ve normalde oldukça neşeli ve eğlenceli bir kadın olan Nisan Hanım'ı kimin bu kadar sinirlendirmiş olabileceğini merak etti. "Karşıma geçip benimle alay etti! Hem de açık açık etti! Herkesin ortasında! Bu ne cüret! O kendini ne sanıyor?" İşaret ve baş parmaklarını birbirine yaklaştıran Nisan Yağmur, "Minnacık beyniyle benimle dalga geçebileceğine karar vermiş!" diyerek haykırdı. "Ben bunu onun yanına bırakır mıyım?" Volta atmasına bir anlığına ara verip ayaklarını masanın üzerinde dinlendiren arkadaşına döndü. Onun bir cevap beklediğini anlayan Suzan'ın patronu sayılabilecek diğer kadın, Gonca Temur, "Bırakmayacak gibi görünüyorsun ama keşke bıraksan!" diyerek karşılık verdi. "Ne?" Suzan; Nisan Hanım'ın kulak tırmalayan haykırışı yüzünden, her ne kadar konunun ne olduğunu ve nereye bağlanacağını merak etse de henüz kimse fark etmemişken odadan çıkıp gitmeye niyetlendi. Ne var ki Nisan Hanım'ın feryadını, "Duydun mu Suzan?" diyerek devam ettirmesi yüzünden buna fırsat bulamadı. "Ne... Neyi du... Duydum mu?.." Nisan, "Sen beni dinlemiyor musun Suzan?" diye sordu, henüz yanlarına gelmesinin üzerinden bir dakika bile geçmemiş olan Gonca'nın yardımcısına. "Adam benimle dalga geçti, diyorum! Resmen dalga geçti! Üstelik öyle iğrenç bir sırıtışı vardı ki görmeliydin!" "Nisan, lütfen biraz sakin olur musun?" "Olamam Gonca! O-la-mam! Dünden beri içim içimi yiyor! Gerçeği öğrendiğimden beri içim içimi yiyor! Üstelik gerçeği kimden öğrendim?" diye soran Nisan, kendi sorusunu kendi yanıtladı: "Velinimetimiz efendimizden!" Sesi, söylediğinden tiksinir gibiydi. Gonca'yla Suzan aynı anda konuştular: "Sana kaç defa, 'Şu adama şöyle deme!' demedim mi?" "Hakan Bey'den mi?" Ne var ki Nisan ya onları duymadı ya da önemsemedi. "Bana o sinsi sıçanın ikizi olmadığını söyledi. Eminim o sırada da içinden kıs kıs gülüyordu." Dudağı ve sonra yüzü iğrenir gibi bir ifadeyle buruştu. "Böyle bir sıçanın öyle bir sıçanla arkadaş olması hiç şaşırtıcı değil!" Konuşmayı takip edemeyen, en azından anlamsal olarak nereye gittiğini takip edemeyen Suzan, Gonca Hanım'ın "Nisancığım..." diye seslendiğini duydu. Bu çok saygı duyduğu kadın; bu sesi, ancak acı ve çaresizlikten mantıklı düşünme yetisini kaybeden hasta yakınlarına karşı kullanırdı. "Neden biraz oturmuyorsun? Suzan da bize iki çay söylesin; istersen birer de sosisli alırız, ne dersin?" Nisan, inatçı bir tavırla çenesini kaldırdı. "O kendini fasulye gibi nimetten sanan ayaklı zamparaya gününü göstermeden hiçbir şey yemem!" "A...ah! Saçmalıyorsun ama!" diyen Gonca, bir anda aklına gelen düşünceyle, "Ödeşmişsiniz gibi düşünemez misin?" diye sordu. "Sen onu oyuna getirdin, o da seni." "Asla düşünemem! Bir kere ben, onun kim olduğunu bilmiyordum; yani kişisel bir şey değildi." "Kasım Bey'in tavrına bakılırsa o, olan biteni oldukça kişisel algılamış gibi." Suzan'ın kafasında "böyle sıçan"la "öyle sıçan" yerine oturur gibi oldu. "Kasım Koçoğlu'nu mu kastediyorsunuz?" Gonca, önemsemez bir tavırla, "Soyadını bilmiyorum." dedi. "Koçoğlu mu? Koçoğlu?.." diyen Nisan'sa tükürür gibi, "Öküzoğlu, ona daha uygun olurdu!" dedi. Gonca, hızla masadan ayaklarını indirerek, "Nisan! Kes şunu!" diye bağırdı. İleri-geri tur atmaya devam eden Nisan, arkadaşının uyarısı karşısında duruverdi çünkü Gonca mecbur kalmadıkça asla bu şekilde kimseye bağırmazdı. Masasının arkasından çıkan Gonca, Nisan'ı kolundan tuttu ve oturması için koltuklardan birine yönlendirdi. O sırada da yardımcısına, "Suzan, lütfen bize iki sosisliyle iki çay söyler misin?" diye ricada bulundu. Suzan, hemen masanın üzerindeki telefona uzandı. "Şimdi..." dedi Gonca arkadaşının karşısına bir sandalye çekerek. "Şimdi şu meseleyi başından anlat. Dün akşama kadar sizin tanıştığınızı bile bilmiyordum. Aslında dün akşama kadar Kasım... Neydi?" "Koçoğlu" diyerek ona yardımcı olan Suzan'a gülümsedikten sonra, "Evet, Kasım Koçoğlu diye birinin var olduğunu bile bilmiyordum." diye ekledi. "Ben, biliyor muydum sanıyorsun?" diye sordu Nisan. "Aslında kendisi Hakan Bey'in çok yakın arkadaşı ve avukatı." Kirpikleri birkaç kere kırpışan Nisan, "Sen bunu nereden biliyorsun Suzan?" diye sordu. "Aslında herkes biliyor." Gonca gülerek, "Anlaşılan sen ve ben oldukça cahil kalmışız Nisan." dedi. Nisan, "Keşke hep öyle kalmış olsaydık!" dese de Suzan'a, "Herkes, nasıl oluyor da biliyor?" diye sormaktan kendini alamadı. "Yani Nisan Hanım. Adamı siz de gördünüz. Uzun boy, mavi göz, kumral yakışıklılık..." Suzan içini çekti. "Aynı yabancı film artistlerine benziyor." Adamı ilk gördüğünde çarpılmış gibi hissettiğini unutmaya çalışan Nisan, "Ondan ancak figüran olur!" diye homurdandı. "Ve sen de o figüranla daha önce karşılaştın." "Evet." "Bana hiç söylemedin." "Karşılaşma talihsizliğine uğradığım, güzel ve bakımlı kadınların ancak sekreter ya da danışma görevlisi olabileceğini düşünen her hödüğü sana söyleseydim çalışmaya vakit bulamazdın." Arkadaşının abartılı ifadesi Gonca'yı güldürdü. "Bana oldukça zeki ve ağzı iyi laf yapan biri gibi göründü." "Zeka seviyesi zaten belli de akılsızla geri zekalı arasında! Ve ağzının iyi laf yapması, onun 'hödük' olduğu gerçeğini hiçbir şekilde değiştirmez!" "Sana ne dedi de bu kadar kızdın?" Adamın yakışıklılığına çarpıldığı o ilk anın ardından gelişen diyaloğu çok iyi hatırlayan Nisan, "Önce bana danışmada çalışıp çalışmadığımı sordu, 'Hayır.' dedim. Ardından, 'O zaman sekretersiniz.' diye tahminde bulundu." Anlatırken bile sinirden kızaran Nisan, tıslar gibi bir sesle, "Aptal adam!" dedi. "İşte bunun gibi geri zekalılar yüzünden sekreterlere falan insanlar tuhaf yaklaşıyor. Sanki bir sekreterin güzellikten başka vasfı olamaz! Beyni olamaz! Geri zekalı ap..." "Nisan!" diyerek araya girdi Gonca. "Konuyu dağıtıyorsun." "Neyi? Haa!.. O geri zekalı, bana 'O zaman sekretersiniz.' deyince, ben de ona, 'Nereden bildiniz?' diye sordum." "Nisan!.." "Bana öyle onaylamaz biçimde, 'Nisan' deme! Hak etti." Gonca; bu konuda Nisan'a hak verdiği için üstelemedi, sadece, "Sonra ne oldu?" diye sormakla yetindi. "Sonra ne mi oldu? O dün akşamki sırıtkan ifadesiyle bana, 'Çok güzelsiniz de ondan.' dedi." Gonca da Suzan da daha fazlasını beklediler ama daha fazlası gelmeyince Gonca, "Bu kadar mı?" diye sordu. "Bu yüzden mi kızdın?" "Bu önyargının beni hep kızdırdığını bilmiyormuşsun gibi konuşma Gonca! Neden bir tane bile erkek benim kalp cerrahı olabileceğimi düşünemiyor?" Nisan'ın sesindeki hayal kırıklığı o kadar belirgindi ki Gonca ona sarılmak, bazı durumlarda Mert'e yaptığı gibi teselli edici sözler söylemek istedi ama bir taraftan da arkadaşına bugüne dek hep dürüst olmuş olduğunu düşündü. Bu yüzden, "Senin gibi görünen bırak kalp cerrahı, bir tane bile doktor zor bulunacağı için olabilir mi acaba?" diye sordu. "Bu benim suçum mu?" dedi Nisan sinirle. "Bu fiziği ben seçmedim." Birdenbire alımlı bir biçimde çenesini kaldırdı. "Yanlış anlamayın, kesinlikle şikayetçi de değilim." Sonra başını göstererek, "Bu beyni de ben seçmedim." diye devam etti. "Ve yine yanlış anlamayın, bundan da kesinlikle şikayetçi değilim." Derin bir nefes aldı ve hayal kırıklığıyla dolu bir sesle, "Neden hep bir şeyleri kategorize etmek zorundayız?" diye sordu. Bu soruya verebilecek mantıklı bir cevabı olmayan Gonca, "Sonra ne konuştunuz?" dedi. "Onu, sana böyle bir oyun oynamaya iten bir şeyler olmalı." Nisan'ın yanakları bir parça kızardı. Arkadaşını çok iyi tanıyan Gonca, "Ne yaptın Nisan?" diye sordu. Nisan, oturduğu yerde doğruldu ve gururla, "Hiçbir şey!" dedi. "Sadece bir hadsize haddini bildirdim!" Gonca'nın soru sorar kaşları aşağı inmeyince Nisan, daha bir gururla, "Ona adımın Ayşe N. Dönmez olduğunu ve Hasta Haklarında çalıştığımı söyledim." dedi. Suzan kıkırdadı. Gonca da şaşkınlıkla elini ağzına götürerek başını iki yana salladı. "Sana inanmıyorum Nisan! Onu Halime ablanın yanına mı gönderdin?" Hastanede, çalıştığı bölümle çelişecek derede çabuk sinirlenen Halime ablayı tanımayan yoktu ve en az onun kadar çabuk sinirlenen iri kıyım kocası Osman'ı da. Gonca'nın gözleri büyürken, "Yani dün gece bizim evde Kasım Bey'in Kazım üzerinden söyledikleri doğruydu o zaman?" diye tahminde bulundu. Nisan burnundan, "Ben ona Kazım'ı göstereceğim!" dedi ama homurtusu Gonca'nın sözlerine karışarak kayboldu. "Adam sana çiçek almış ve senin verdiğin isimde birini bulamayınca da çiçekleri Halime ablaya vermiş ve... ve..." Gonca dayanamayıp kahkaha atmaya başlayınca Nisan, "Kesinlikle hak etmişti!" dedi. Her ne kadar yüzündeki gergin ve ciddi ifadeyi korumaya çalışsa da en sonunda dayanamayıp sırıttı. "Osman abiyle diyaloğunu çok merak ettim." Başını iki yana sallayan Gonca, "Çok kötüsün!" dedi. "Çok, çok, çok kötüsün!" "Beni buna o zorladı!" Gonca başını iki yana salladı. "Seni buna kimse zorlamadı Nisan. Sen sadece adama yaptığı hatanın bedelini ödetmek istedin ve dün akşam görüldüğü üzere bumerang sana geri döndü." Kollarını göğsünün üstünde kavuşturup burnunu kibirle havaya kaldıran Nisan, "Hiç de öyle bir şey olmadı!" dedi. "I-hım!" Gonca ve Nisan dönüp Suzan'a baktılar. Boğazını bir kez daha temizleyen Suzan, "Burada olduğuma ve siz de çıkmamı istemediğinize göre acaba çok merak ettiğim bir soru sorabilir miyim?" dedi. "Aslında merak ettiğim çok şey var ama bir tanesini diğerlerinden daha çok merak ediyorum." Gonca gülümsedi ve "Sor gitsin Suzan!" dedi. "Acaba, diyordum. Acaba... Yani, acaba..." "Yani Suzan? Acaba Suzan, acaba neyi merak ediyordu?" Suzan, "Benimle dalga geçiyorsunuz her zamanki gibi ama bu sefer umursamayacağım." dedi Gonca'ya. "Çünkü ben Kasım Koçoğlu'nun dün gece sizin evde ne işi olduğunu öğrenemezsem meraktan öleceğim!" Gonca, bu beklemediği soru karşısında bocaladı. Neyse ki yanında konuşmaya çok hevesli Nisan vardı: "Dün Mert, disk atarken istemeden bir arkadaşının yaralanmasına sebep olmuş. Bizim acile giriş yaptıklarında velinimetimiz efendimiz de şansa bak ki oradaymış ve panik içindeki Mert'i görerek yanına gitmiş. Tabii büyük patron devreye girince işler hızlanıyor." Elini havada sallayan Nisan, "Falan filan..." dedi. "Buraları geçiyorum." "Geçin zaten." diyerek araya girdi Suzan. "Bunları biliyorum." O gün, şu anki öğle arasına kadar çok yoğun geçtiği için Suzan'la konuşma fırsatı bulamamış olan Gonca, merakla, "Nereden biliyorsun?" diye sordu. Sabah erkenden girdiği ameliyattan çıkalı daha bir saat bile olmamış Nisan, "Evet, nereden biliyorsun?" diyerek üsteledi. Suzan'ın bakışları, Gonca dışında odadaki diğer her şey üzerinde dolaştıktan sonra yeniden Gonca'ya geri döndü. "Bütün hastane bunu konuşuyor. Yani en azından hasta danışanları, hemşireler ve hasta bakıcılar ve..." "Neyi konuşuyor Suzan?" diyerek yardımcısının sözünü kesti Gonca. "Hakan Bey'in Mert'e nasıl yardım ettiğini. Onlar tabii Mert'in adını bilmiyorlar, sadece sizin oğlunuz olduğunu biliyorlar." Gonca, iki eliyle birden yüzünü kapatırken, "Amam Allah'ım!" diyerek inledi. Arkadaşının tepkisini kaşları çatılmış bir biçimde izleyen Nisan, Suzan'a, "Ne diyorlar?" diye sordu. "Hakan Bey'in ne kadar yardımsever olduğunu ve... Ve Mert'e ne kadar üzüldüklerini söylüyorlar." Suzan'ın yanıtındaki bir şeyler Gonca'nın elini yüzünden çekerek, "Bana söylemekten çekindiğin ne söylüyorlar Suzan?" diyerek sormasına neden oldu. Suzan, "Şey..." demişti ki kapıya vuruldu ve Suzan olağandan çok daha hevesli bir biçimde kapıyı açtı. "Ah!" dedi, kantin görevlisi delikanlıya. "Sosislileri ve çayları getirmişsin!" Suzan'ın coşkusu karşısında irkildiği her halinden belli olan delikanlı, hızlıca elindeki plastik tepsiyi uzatıp ortadan kayboldu. Suzan, tepsiyi dengede tutup diğer eliyle sehpayı Gonca'yla Nisan'ın arasına çekti; sonra da tepsiyi üzerine yerleştirerek, "Afiyet olsun!" dedi. İki kadın da yiyecek ve içeceklere zerre ilgi göstermeden bakışlarını Suzan'a diktiler. Suzan son bir çabayla, "Çaylar soğuyacak!" dedi. "Tabii sosisliler de!" "Çay da sosisli de umurumda değil!" dedi Gonca, onları isteyen sanki başka biriymiş gibi. "Milletin konuştuğu ve benim bilmemi istemediğin şey neyse onu anlat!" "Önemli bir şey değil aslında..." "Boşa çabalama da anlat Suzan." dedi Nisan. "Nasıl olsa öğreniriz." Suzan, başını pes ettiğini ifade edecek şekilde salladıktan sonra, bir çırpıda, "Hakan Bey'in Gonca Hanım'ı gözüne kestirdiğini söylüyorlar." dedi. Gonca, yeniden elleriyle yüzünü kapatırken Nisan da şok olmuş gibi koltuğunda geriye yaslandı. "Merak etmeyin!" dedi Suzan. "Bir iki gün konuşulur, sonra da unutulur gider. Nasıl olsa gerçek değil." Kimse ses çıkarmayınca, "Yoksa gerçek mi?" diye sordu. Onun patavatsızlığı, Nisan'ın, "Suzan!" diyerek sesini yükseltmesine neden oldu. "Ö... Özür dillerim!" "Dün ona, benimle gelmemesini söyledim!" diye homurdandı Gonca elleri hala yüzündeyken. "Koridorlarda fazla dikkat çekiyoruz, dedim ve o ne yaptı? Benimle alay etti." Nisan da homurdandı. "Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!" Gonca ellerini yüzünden çekerken, "Allah'ım!" dedi. "Ben şimdi ne yapacağım?" Yüzünü buruşturan Nisan, "Abartmasan?.." dedi. "Ne var yani? Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Konuşurlar, konuşurlar, aslı olmadığını anladıklarında da konuşacak başka şey bulurlar." "Ya dün gece bizde uyuyakaldığını öğrenirlerse?" Suzan, neredeyse kaşları alnına çıkmış bir biçimde, "Dün gece sizde mi kaldı?" diye ciyakladı. Nisan, "cık"'ladı; Gonca sinirle, "Kalmadı, Suzan!" dedi. "Uyuyakaldı!" Suzan, süklüm püklüm, "Özür dilerim." dedi. "Boşa özür dileme." dedi Nisan. "Ben de senin yerinde olsam şaşırırdım, o yüzden baştan anlatayım: Hakan Bey, Mert'e yardım ettiği için Hatice Sultan onu ve 'hödük'ü yemeğe çağırmış. Velinimetimiz efendimiz otuz saatten fazla uykusuz kaldığı için de yemeğin ardından Goncalarda sızıp kalmış. Olay bu." Sessizce dinleyen Suzan bir şey diyemeden Gonca, "Şu adamlara isim takıp durma!" diyerek Nisan'ı uyardı. "Şu adamlar, dediğinde sen de onlara isim takmış oluyorsun. Sonuçta Hakan ya da Kasım demediğin müddetçe ha 'velinimetimiz efendimiz' ve 'hödük' demişsin ha 'şu adamlar' ne fark eder?" "Off Nisan!" "Bana 'Off Nisan!' deme! O hödüğü morartmadan içim rahat etmeyecek!" "Bırak Allah aşkına şunlarla uğraşmayı! Mümkünse onlardan uzak duralım." "Sen uzak dur arkadaşım, özellikle de velinimetimiz efendimizden. Sonra dedikodu hiç bitmez!" Gonca; yaklaşan akşamı unutmaya çalışarak hoşnutsuz bir ifadeyle, "Hatırlattığın için sağ ol." dedi. Susan araya girerek, "Hem konuşup hem de yeseniz nasıl olur?" diye sordu. "Soğuyunca bir işe yaramazlar." "Haklısın Suzan." dedi Nisan. "On dakika sonra iş başı yapmamız gerekiyor. Öğleden sonram çok yoğun, ama yine de fırsat buldukça intikamımı planlayacağım." Gonca gözlerini devirdi. "Bu yaptığın çok saçma!" "Değil! Ayrıca planlarımı öğrenmek istemez misin?" "İstemem." "Kesinlikle istersin. Akşama Ali abinin yerine gidelim, anlatırım. Yemekler benden." Gonca, başını ellerinin arasına alarak, "Off!" dedi isyanla. "Neden herkes bu akşam benimle yemek yemek istiyor anlamadım!" Nisan koltuğunda dikildi. "Başka kim seninle yemek yemek istiyor? Hımm?.." Gonca, boşboğazlığına lanet ederek, "Gülsüm annemler" dedi ama tabii bu cevap Nisan'dan kurtulmasına yetmedi. "Herkes, dedin. Herkes, demek sadece Gülsüm ablalardan ibaret olamaz." "Neden olamaz?" "Hadi Goncacığım, güzel arkadaşım, beni uğraştırma. Söyle de kurtul." "Söylenecek bir şey yok." "Öyle olsun. Ben de Hatice Sultan'a sorarım." "Sorma!" Gonca'nın yükselen sesi Nisan'ın yüzünde kocaman bir sırıtışın belirmesine neden oldu. "Öt bakalım minik kuşum!" "Ama kimseye söylemeyeceksiniz!" Suzan, "Tabii ki!" dedi. Nisan'sa küskünce, "Elime megafon alıp sokağa çıkmayı düşünüyordum!" diye homurdandı. Onun alınganlığına aldırmayan Gonca, kararsızlıkla sustu. Hala kafasında bir iş yemeği olarak netleştiremediği yemek hakkında birileriyle konuşmaya hazır değildi. Gonca'nın geciken cevabı ve çekingenliği Nisan'ın, "Aman Allah'ım!" diye haykırmasına neden oldu. "Halit'le çıkıyorsun!" Suzan, iki elini önünde birleştirip hevesle, "Gerçekten mi?" diye sordu. Gonca, "Tabii ki değil!" diyerek Suzan'ın hayallerini yerle bir etti. "O benim arkadaşım!" "Seni arkadaşın olarak görmeyen biri, nasıl arkadaşın olabilir?" "O, beni arkadaşı olarak görüyor." Nisan kaşlarını oynatarak, "Tabii, tabii!.." dedi. "Eminim görüyordur da acaba ne arkadaşı olarak görüyordur?" "Kafan ne fesat senin!" "Bu işte fesatlık varsa sebebi benim kafam değil. Öyle değil mi Suzan?" Suzan; kararsızlıkla iki kadına baktıktan sonra, dayanamayıp, "Öyle vallahi!" dedi. Gonca bıkkınlıkla inledi: "Pes yani!" "Hadi, hadi! Bu işi böyle geçiştiremezsin. Bu akşam seninle yemek yemek isteyen üçüncü şahsın ismini istiyorum." Gonca, sıkıntıyla içini çekti ve bir kez daha, "Kimseye söylemek yok!" dedi. "Amerikalılar gibi biz de kutsal kitap üzerine yemin mi edelim?" Suzan'ın kıkırdaması; Gonca'nın, "Hakan Bey" demesiyle bıçak gibi kesildi ve Nisan'ın suratındaki sırıtış, bir maske gibi yüzüne yapışıp kaldı. Gonca, tıpkı dün evdekilere yaptığı gibi alelacele, "İş yemeği!" dedi. "Kesinlikle iş yemeği!" Nisan; hafifçe burnundan nefes alıp, "Eminim..." dedi. "Eminim!" "Gerçekten iş yemeği!" "Merak ettim." dedi Nisan. "Yemekte konuşulacak 'iş' neymiş?" "Teklif! İş teklifi! Biliyorsun, adama cevabımı bir türlü vermedim ve... ve..." "Ve tabii mesai saatleri de torbaya girdi." "Bugün Alagöz'deymiş ve vakti yokmuş." "Tabii." dedi Nisan büyük bir ciddiyetle. "Eğer cevabın yarına kalırsa Alagöz Kimya'nın sonu gelir." "Off!" dedi Gonca. "Off! Neden işimi zorlaştırıyorsun Nisan?" "Peki sen neden bu yemeğin iş yemeği olduğuna bizi, daha çok da kendini ikna etmeye çalışıyorsun?" "Ama öyle Nisan!" "Öyle olsaydı..." diye başladı Nisan. "Ya da sen öyle olduğundan emin olsaydın bu kadar çekinmez ve lafı eveleyip gevelemezdin!" Gonca; gözlerini yumup başını iki yana sallayarak, "Bilmiyorum." dedi. "Gerçekten bilmiyorum! Erkekleri okuma konusunda hiç iyi değilim. Benim yerimde sen olsaydın, olayı kafanda çoktan netleştirirdin." Nisan, bir şey diyemeden kapı çaldı ve Gonca'nın "Girin!" demesi üzerine bölüm sekreteri kapıda göründü. "Rahatsız ettiğim için özür dilerim ama Suzan Hanım biraz gelebilir misiniz?" Yardımcısından ses çıkmayınca, Gonca, "Suzan?.." diye seslendi. Bir çeşit şoka girmiş gibi görünen Suzan, "Efendim?.." dedi. "Binnur Hanım'ın sana ihtiyacı varmış." Suzan başını sekretere çevirdi. "Birkaç hastanın tahlil girişleriyle yaptırdıkları tahliller uyumlu görünmüyor. Bir bakar mısınız?" Susan; hızlıca en profesyonel tavrını takınarak, "Hemen geliyorum." dedi. Sekreter ortadan kaybolunca, yüzünde zavallı bir ifadeyle, "Yalvarırım bu işin nasıl başladığını bana da anlatın!" dedi ve Gonca'nın, "Anlatacak bir şey yok!" dediğini duymadan odayı terk etti. "Bence anlatacak bir şeyler var." dedi Nisan. "Ama tabii ona anlatıp anlatmamak sana kalmış ya da bana." Gonca küskünce, "Senden hiçbir şey saklamadığımı bilmiyor musun?" diye sordu. "Biliyorum ve bu yüzden anlatacak bir şeylerin olduğuna inanıyorum." Koltuğun ucuna doğru yaklaşan Nisan uzanıp Gonca'nın elini tuttu. "Söyle bana!" dedi. "Velini... Yani Hakan Bey hakkında ne hissediyorsun?" Gonca, başını iki yana salladı. "Hiçbir şey!" "Bu cevap, gerçekten kendine en dürüst olman gereken anda seni tatmin eder mi?" Gonca, başını yine iki yana salladı. "Bilmiyorum! Bilmiyorum Nisan! O... O bir şekilde beni etkiledi ve bu yüzden ondan uzak durmak istiyordum. Uzak durmalıyım!" "Neden?" "Be... Ben bilmiyorum! Onu tanımıyorum. Tanısam bile Mert var, annem var..." "Onların karşı çıkacağını mı sanıyorsun? Sen mutlu olduğunda onlar mutlu olmaz mı sanıyorsun?" Gonca gözleri dolarken, "Tabii ki öyle sanmıyorum." dedi. "Ama onlar bana yetiyor Nisan ve sen varsın; Gülsüm Annem, Naci Abi. Ben böyle iyiyim. Başka bir şeye ihtiyacım yok! Yok!" Nisan, uzanıp arkadaşının yüzünü avuçlarının içine aldı. "Ağlama!" dedi. "Ağlanacak bir şey yok." Başını salladı. "Şıış!.. Konuşma da. Konuşacak bir şey de yok." Arkadaşının yüzündeki yaşları elleriyle silerken, "Git o yemeği ye." dedi. "Uzağı düşünme, ne yemeği olduğunu ya da olmadığını düşünme! Rahat ol! Kendine rahat olma iznini ver! Veli... Yani Hakan Bey'e iyi bak: Hareketlerine, ne konuştuğuna, nasıl konuştuğuna, sana nasıl davrandığına... Gerçekten bu bir iş yemeğinden daha öte bir şeyse sonradan düşünmek için ve karar vermek için elinde bir şeyler olsun." "Düşünecek bir şey yok!" "Neden?" diye sordu Nisan. "Neden arkadaşım? Neden olmasın? O, kötü bir adam değil." Gonca güldü ve onun gülme sebebini anlayan Nisan da güldü. Ellerini arkadaşının yüzünden çekerken, "Evet, kendisinden pek hoşlanmıyor olabilirim ama o da benden hoşlanmıyor ve bence bu yeterince adil. Ayrıca akıllı biri ve bu çok iyi. Asla aptal birine tahammül edemezsin." Gonca; masasından aldığı peçeteyle gözlerini kurularken, "Haklısın." dedi. "Onur da çok akıllıydı, hayat için büyük planları vardı." Arkadaşının yeniden duygusallaştığını anlayan Nisan, "Hakan Bey, Onur değil." dedi. "Olamaz da. Her insan gibi Hakan Bey de kendine özgü biri. Madem ondan etkilendin, sakın inkar etme etkilendin, o zaman ona bir şans ver! Belli mi olur belki onu çok seversin, belki Onur'dan bile çok!" "Ben Onur'u o kadar sevdim ki Nisan, öldüğünde benim de yüreğim onunla o toprağa girdi; kara, kapkara oldu. Bu yüzden bir daha bu kadar sevmek istemem, hele daha çoğunu hiç istemem!" Nisan hüzünle, "Bense hiç kimseyi öyle sevmedim. Yakınına bile yaklaşmadım." dedi. "Seni dinleyince, 'Acaba birini sevip kaybetmek mi daha kötü yoksa öyle bir sevgiyi hiç bilmemek mi?' diye düşündüm." "Ah, Nisan!" diyen Gonca arkadaşının boynuna sarıldı. "Canım arkadaşım!" "Sen ve ailen sayesinde sevgiyi tanıdım ama bir erkeği hiç senin Onur'u sevdiğin gibi sevmedim ve hiçbir erkek de beni Onur'un seni sevdiği gibi sevmedi. Bu bazen kalbimi kırıyor." "Canım!.." dedi Gonca, Nisan'a iyice sarılarak. "Bu senin suçun değil, bütün o hödüklerin suçu!" Nisan'ın vücudu titredi. Onun güldüğünü anlayan Gonca rahatladı ve geri çekilip arkadaşının güzel yüzüne baktı. "Biz, bize yeteriz!" "Elbette yeteriz!" diyen Nisan ayağa kalktı ve sehpanın üzerindeki tepsiye bakarak, "Yazık oldu." dedi. "Buz gibi oldular." "Yarın telafi ederiz." dedi Gonca. "Kesinlikle haklısın! Ve yarın senden bu gecenin detaylarını dinlerim." Gonca'nın suratı düşünce, Nisan, "Hey..." diye seslendi usulca. "Ne yemeği olduğu önemli değil. Git, yemeklerin keyfini çıkar. Eminim Alagöz Kimya'nın başı, seni kentin en afili restoranına götürecektir." Kapıyı açan Nisan, "Hadi ben kaçtım. Ba bay!..." dedi ve gözden kayboldu. Gonca ayağa kalktı, sehpayı üzerindeki tepsiyle beraber yerine geri koydu, sonra da önlüğünü üzerine giydi. Öğle arasının bitmesine seviniyordu. Uğraşları artınca yaklaşan akşamı düşünmekten kurtuluyordu. Sabahtan beri karnındaki geçmek bilmeyen ağrının sebebini elbette biliyordu ve o ağrının bu gece sona ermeden geçmeyeceğini de biliyordu. Buna rağmen Nisan'ın dediği gibi yapıp gerçekten de bu geceden keyif almayı başarabilir miydi, doğrusu bunu hiç bilmiyordu.
|
0% |