Yeni Üyelik
29.
Bölüm

18. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

Titrek ve biraz da tizleşen sesiyle, "Heyecanlı değilim!" derken, Gonca'nın kalbi boğazında atıyordu. "Sadece çayı biraz fazla kaçırdım, çarpıntım nüks etti."

Hastanenin lobisinde yanından geçmekte olan çiftten tuhaf bakışlar kazanınca, adımlarını hızlandırıp döner kapıya girdi. "Kesinlikle heyecanlı değilim! Nisan'ın dediği gibi yemeğimi yiyip keyfime bakacağım!" diye şakıdı ve bu sefer de -döner kapıdan çıktığını fark etmediği için- saçları rastalı, dal gibi ince bir delikanlıyla göz göze geldi.

Hastanenin önü boyunca uzanan, ancak birkaç basamaktan ibaret merdivenleri inerken dudaklarını kararlılıkla birbirine yapıştırdı; yoksa kendi kendine, kendi kendini sakinleştirmeye yönelik çabası başına iş açacaktı.

Hızlıca gözleriyle etrafı taradı; ardından kolundaki zarif, altın saate baktı.

Bu saat, Nisan'ın geçen yılki doğum günü hediyesiydi. Gonca; ünlü bir mücevher markasının ince, uzun ve şık kutusunu gördüğünde; zarif bir kolyeye ya da takmayı çok sevdiği bilekliklere eşlik edecek yeni bir tanesine daha sahip olmak üzere olduğunu düşünmüştü. Saat, hiç beklemediği bir şeydi ve onu şaşırtmıştı. O kadar ki ağzından küçük bir çığlık çıkmasına engel olamamıştı. Kendini toplar toplamaz da Nisan'a ağız dolusu laf saymıştı: Müsrifliğinden başlamış, paranın değerini bilmediği ve hiç yatırım yapmadığıyla devam etmişti.

Nisan omzunu silkmiş, "Evim var." demişti. "Arabam da! Yatırımı kim için yapacağım? Olmayan çocuklarım için mi akrabalarım için mi?"

"Kendin için!" demişti Gonca.

"Hiç ihtiyacım yok! Çok şükür çalışıyorum. İyi de kazanıyorum. Allah sağlık verdikten sonra... Gerisi boş!"

Gonca; bir taraftan konuşurken bir taraftan da saati koluna takmaya çalışan arkadaşına, "Ama bu çok paradır!" diye itiraz etmişti.

Nisan sırıtarak, "Tabii ki çok para!" demişti. Kaşlarını çatıp, "Sakın bana yine 'Müsrifsin!' deme!" diyerek Gonca'yı uyarmıştı. "Parayı niye kazanıyoruz: Harcamak için."

Gonca, kolunu kaldırmış ve sağa sola çevirerek çok beğendiği saate tekrar tekrar baktıktan sonra, "Teşekkür ederim." demişti. Sonra uzanıp Nisan'a sarılmış ve tekrar, "Teşekkür ederim." demişti.

"Güle güle kullan bebişim."

Gonca kendini geri çekmiş, "Ayrıca bir daha 'Kimsem yok!' edebiyatı yaparsan, seni döverim!" diyerek Nisan'ı tehdit etmişti. "Ben varım, Mert var, Hatice Sultan'ın var..."

Bu kez Nisan uzanıp Gonca'ya sarılmıştı.

"İyi ki var! İyi ki varsınız!"

Gonca; o günden beri, başka başka saatleri olsa da, hep Nisan'ın hediye ettiği saati kullanıyordu ve o saat şimdi altıya on dakika kaldığını gösteriyordu. Ne yazık ki etrafta ne Hakan Alagöz ne de izbandutumsu iki koruması görünüyordu.

Aslında Gonca, onları görmeye meraklı değildi; hatta büyük bir umutla, "Keşke gelmese!" diye düşünüyordu. "İşi çıksa!" Ve bu, olmayacak şey değildi. Sonuçta adam koskoca şirketi, ki Darüşşifa'yı aldığından beri şirketler topluluğunu, yönetiyordu. Son dakikada bir şey çıkması olasıydı.

Gonca, Hakan Alagöz'ün son dakika sorunlarını çözmek için üst kademede birçok elemanı olduğundan emindi ama bazen öyle şeyler olurdu ki bunların kararını Hakan Alagöz'den başkası veremezdi, en azından Gonca'nın akşam yemeğinden kurtulmak için kurduğu hayal dünyasında veremezdi.

"Çok işi olduğunu söylememiş miydi?" diye düşündü. "Ayrıca bugün Alagöz'den ayrılamayacağını da söylemişti. Belki de hiç ayrılamaz."

Hafif esen akşam rüzgarı havanın yaza dönmeye meylettiği şu günlerde bir parça ürpermesine neden olunca kollarını ince ceketinin üzerinden göğsünün üstünde kavuşturdu.

Bugün elbise giymeyi tercih etmişti çünkü Hakan Alagöz'ün onu nereye götüreceğini bilmiyordu. Ve bu dizlerinde biten lacivert elbise, hemen her yerde kabul görebilecek renge ve modele sahipti. Belindeki kalın sarı kemeri sabah işe gelince çıkarmış, az önce yeniden takmıştı ve yine sabah çıkardığı, kemeriyle aynı renkteki, stilettolarını da az önce giymişti. Bu model, ayaklarının canına okuyordu ama zaten Gonca da mecbur kalmadıkça stiletto giymiyordu. Bugün giymesinin nedeni ise hem kıyafetine çok yakışmış olması hem de babetlerle Hakan Alagöz'ün yanında iyice minicik görünmekten korkmasıydı.

Bu ikinci düşünce, tam ev kapısını örterken aklına gelmiş ve gelir gelmez de ayakkabıları ayağından çıkarmak istemişti. Sonuçta üzerindekileri birbirine uydurmaya çalışması çok normaldi ama kendini Hakan Alagöz'e uydurmaya çalışmasının normal olan hiçbir yanı yoktu. Eğer işe geç kalıyor olmasaydı, inadına, dolabından daha az topuklu bir pabuç çıkarıp onu giyebilirdi. Tabii o zaman Nisan'ın takdirini kazanamazdı.

Nisan, on beş dakika kadar önce yanına uğramış ve arkadaşının öğlen oldukça sade görünen elbisesinin basit bir dokunuşla nasıl değiştiğini görerek, "Vavv!.." demişti. "Fıstık gibi olmuşsun!"

Gonca asabi bir sesle, "Fıstık gibi olmak istemiyorum, sadece şık olmak istiyorum!" diyerek arkadaşını terslemişti.

"Ne fark eder? İkisi aynı kapıya çıkıyor. Ayrıca ayakkabıların mük olmuş! Velinimetimiz efendimiz çarpılacak!"

"Nisan!"

Nisan, yeşil gözlerini masum masum kırpıştırarak, "Ne var?" demişti. "Yalan mı söyleyeyim? Bu halinle seni gören, sadece Hakan Alagöz değil, herkes çarpılır."

Gonca endişeyle, "Makyajım fazla mı kaçmış?" diye sormuştu.

"Yaa, çok fazla! Pastel rengi ruj..." Nisan, yüzünü Gonca'nınkine yaklaştırmış, "Belli belirsiz rimel ve o da ne?" diye ciyaklamıştı. "Allık!"

"Dalga geçme! Biliyorsun, genelde rujdan başka bir şey sürmem!"

"Hiç ihtiyacın yok zaten!"

"Senin de yok ama etrafta ful makyaj dolaşıyorsun."

Nisan omzunu silkmiş ve "Seviyorum, ne yapayım?" demişti. Sonra da, "Şimdi sakin ol!" diye eklemişti. "Yemeğini ye, tatlı tatlı sohbetini et, kahveni iç, Hakan Bey'in falına bak..."

Gonca, arkadaşına kızmaya çalışmış ama onun kendini neşelendirmeye çalıştığını bildiği için kızamamıştı, hatta tam tersine kıkırdamıştı.

"Onu fal dinlerken düşünemiyorum!"

Nisan bir an durmuş, "Yok!" demişti başını iki yana sallayarak. "Ben de düşünemiyorum."

İkisi birden kahkahayı patlatmışlardı. O sırada Suzan nefes nefese içeri girmiş ve "Oh, çok şükür!" demişti. "Bir an sizi kaçıracağımdan korkmuştum."

Gonca'nın kaşları çatılmış, "Bir şey mi oldu Suzan?" diye sormuştu.

"Olmadı, sadece size bunu vermek istemiştim."

Gonca; Suzan'ın uzattığı bozuk paradan biraz daha büyük şeye bakarak, "Bu ne?" diye sormuştu.

Suzan, soluklarını yatıştırmakta zorlandığı için elini göğsüne bastırmış; bu sırada da ancak kesik kesik, "Dört yap... yapraklı yon...ca." diyebilmişti. Kuruyan boğazını rahatlatmak amacıyla istemsizce yutkunduktan sonra, "Şans getirmesi için!" diye eklemişti.

Suzan'ın açıklaması, Gonca'nın gözlerinin büyümesine neden olmuş; ciddi ve kararlı bir ifadeyle, "Bu..." diye başlamış ancak Nisan'ın kolunu bir kıskaç gibi kavrayarak sıkması üzerine, "Çok saçma!" diyerek devam edememişti.

Nisan, bütün dişleri ortada, "Çok akıllıca Suzan!" demişti Gonca'nın yardımcısına. "Bunu neden ben düşünemedim?"

Onun neredeyse çığlık atar gibi çıkan sesi, Gonca'nın yüzünü buruşturmasına neden olmuştu. Alaycı bir biçimde, "Ya, evet! Acaba neden sen düşünemedin?" diye sormuştu. O anda da Suzan'ın yüzünün düştüğünü görerek sorduğuna soracağına bin pişman olmuştu.

Neyse ki Nisan, hemen lafa atılmış ve "Sen Gonca'ya bakma Suzan!" demişti. "O böyle şeylerden anlamaz!"

Suzan; duyduğu hayal kırıklığını yansıtan sesiyle, "Hoşunuza gideceğini düşünmüştüm." diye mırıldanmıştı.

Gonca, o anda, insanları memnun edecek basit şeylerde bile kendi doğrularını onlara söyleme; bir çeşit kabul ettirme ihtiyacı hissettiği ve bu yüzden de onların üzülmesine neden olduğu için kendine çok kızmıştı.

İçtenlikten uzak olduğunun anlaşılmamasını umduğu bir sesle, "Hoşuma gitti." demişti. Sonra elindeki zarif broşu yavaşça öne arkaya çevirmişti. "Gerçekten çok şık."

"Ve..." demişti Nisan. "Elbisene de çok yakışacak."

Gerçekten de yeşil ve sarı renklerin kullanıldığı minik broş Gonca'nın elbisesine çok yakışmıştı.

Gonca, Suzan'a gülümseyerek, "Teşekkür ederim." demişti.

Suzan'ın çoğunlukla yüzünde olan mutlu gülümseme geri dönmüş ve o gülümsemeyle Gonca'ya, "Rica ederim." diyerek karşılık vermişti. "Bol şanslar!" Ellerini suratının önünde teşekkür eder gibi birleştirip, "Ve lütfen!" demişti. "Lütfen, her şeyi hatırlamaya çalışın! Her şeyi anlatmanızı istiyorum!" Sonra da tereddütle, "Yani, tabii siz de isterseniz." diye eklemişti.

Gonca, Suzan'a cevap vermemiş; sadece, "Benim çıkmam lazım!" demişti.

Gerçekten de çıkmıştı çünkü biraz daha kalırsa olayı onlar gibi görmeye başlayıp bunun bir randevu olduğuna inanması ve ardına bile bakmadan kaçması işten bile değildi. Aslında hastanenin bahçesinde öylece dikilirken hala da kaçabileceğini düşünüyordu. Kaçıp, eve gidip keyfine bakabilirdi.

"Hıh!" diye homurdandı kendi kendine. "Hakan Alagöz'den kaçsam bu sefer de annemin çenesinden kaçamam!"

"Gonca? Burada durmuş ne yapıyorsun? Seni tanımasam kendi kendine konuştuğunu düşünürdüm."

Gonca, kelimenin tam anlamıyla "hazırlıksız" yakalandığı için Halit'e doğru dönerken neredeyse düşüyordu.

"Yavaş!" diyen Halit, onu dirseğinden kavrayarak dengesini sağlamasına yardımcı oldu.

"Halit! Beni korkuttun!"

Halit gülerek, "Kusura bakma!" dedi. "Korkacağını düşünmemiştim."

"Yok." dedi Gonca. "Tamam, sorun değil."

"Sen bu saate çoktan çıkmış olurdun. Hayırdır?"

Gonca; gözlerini Halit'in dikkatli bakışlarından kaçırarak, "Bir işim var da..." diye başladı ama devamını getiremeyerek sustu.

Neyse ki Halit, Gonca'nın tutukluğunun üstünde durmadı. Gonca'ya attığı beğeni dolu bakışlarına eşlik eden sesiyle, "Nisan'la yemeğe mi?" diye sordu.

Gonca, sıkıntıyla, Halit'in onu çok iyi tanıdığını düşündü. Gonca'nın ne kadar şıkır şıkır giyinse de bir erkekle çıkmayacağını, en fazla arkadaşlarıyla takılacağını bilecek kadar onu iyi tanıyordu ve nedense bu, Gonca'nın gerçeği söyleme konusundaki isteksizliğini perçinliyordu.

"Yok aslında. Sadece..." Başını eğip kıyafetine bakan Gonca, "Sadece böyle biraz şık giyinmek istedim." dedi.

Halit'in gözleri ilgiyle parladı.

"Madem öyle, o zaman seni yemeğe götürmeme izin vermelisin. Böyle bir elbise ziyan olmamalı!"

"Allah'ım!" diye içten içe inledi Gonca. "Bazen gelince üst üste geliyor!"

Dünyada aynı günün akşamına dört yemek daveti aldığı için üzülebilecek tek kadının kendi olduğunu düşündü. Üstelik bu davetlerden ikisi genç, başarılı ve oldukça çekici iki erkek tarafından yapılmıştı.

Gonca, bu akşam Hakan Alagöz'le yemeğe gidecek olmasa bile Halit'in teklifini kabul etmezdi. Kendisi Halit'i bir erkek olarak çekici bulmasa da Halit'in onu çekici bulduğu gerçeğini göz ardı edemezdi. Her ne kadar ısrarla Nisan'ın Halit'in niyetiyle ilgili imalarını kabul etmese ve çoğunlukla geçiştirmeye çalışsa da Gonca da her kadın gibi kendine yaklaşan erkeğin niyetini üç aşağı beş yukarı bilirdi.

Halit çok iyi bir insandı, iyi bir arkadaştı, iyi bir doktordu ama uzun boyu, yakışıklı sayılabilecek yüzünün seçkinliğine rağmen hiçbir zaman Gonca'nın kadın tarafına hitap edememişti. Gonca; yakın zamana kadar bunun nedenini, on sekiz yıl önce Onur'u kaybettikten sonra gönül defterini tamamen kapatmış olmasına bağlamıştı ama birazdan ortaya çıkması muhtemel erkek Gonca'ya çok da doğru düşünmediğini kanıtlamıştı.

Gözlerini kaygıyla yola çevirdi ve giden gelen kimseyi görmeyince hem sevindi hem de bir çeşit hayal kırıklığı yaşadı.

"Gonca?.."

"Affedersin Halit. Bugün biraz dalgınım."

"Sorun değil." Halit, düzgün dişlerini göstererek güldü. "Karnın doyunca kendine gelirsin."

"Üzgünüm ama gelemem."

"Neden?" diye sordu Halit. "Geçenlerde arkadaşlar yeni bir yerden bahsetmişlerdi, ben de merak ediyordum, oraya gidelim."

Gonca ne diyeceğini bilememenin çaresizliğiyle, "Teşekkür ederim ama gelemem." dedi.

Halit, uzanıp Gonca'nın elini tuttu.

"Uzun zamandır seninle konuşmak istediğim bir konu var. Bunu yemekte konuşabiliriz."

Halit'in Gonca'ya olan ilgisini bilmeyen biri bile şu anda rahatlıkla onun sesinin sıcak tonundan ne konuşmak istediğini çıkarabilirdi. Bu yüzden Gonca, "Gerçekten gelemem Halit!" derken bir çeşit panik yaşıyordu.

Halit, Suzan'a göre çoğu hemşirenin çekici bulduğu gülümsemesiyle, "Hadi ama Gonca!" dedi. "Beni..."

Halit'in birdenbire durması, bedeninin aniden gergin bir biçimde dimdik olması ve bakışlarını Gonca'nın başının yanından arkaya doğru kaydırması; Gonca'nın korktuğunun başına geldiğini anlaması için yetti. Her ne kadar dönüp arkaya bakmak istese de olduğu yerde kaldı ve gözlerini Halit'ten ayırmadı.

Halit'in kahverengi bakışları yavaşça Gonca'nınkilere döndü.

"Ben her zaman birbirimize dürüst olduğumuza inandım Gonca."

Sesindeki suçlayıcı tondan ziyade söyledikleri yaraladı Gonca'yı ve haklıydı.

"Ben... Açıklamak için fırsat olmayacağı için hiç başlamak istemedim."

"Anlıyorum."

"Hayır!" dedi Gonca, dönüp gitmeye niyetlenen Halit'i kolundan yakalayarak. "Senin sandığın gibi bir şey yok ortada!"

Halit buruk bir gülümseyişle, "Benim ya da bir başkasının sanabileceği şeyler üzerinde kafa yorman bile ortada yeterince çok şeyin olduğunu gösteriyor." dedi.

"Halit!.."

"Lütfen!" dedi Halit. "Uzatmayalım ki kendimi daha da aptal gibi hissetmeyeyim."

"Sen asla aptal değilsin!"

Halit neşesiz bir biçimde güldü.

"Öyleyim ve bunun akademik başarıyla ilgisi olmadığını çok iyi biliyoruz. Israrla senin bana karşı kayıtsızlığının değişebileceğini düşündüm ama sadece kendimi kandırdım ve bu bir aptallıktı. Bugün ortada dönen dedikoduları duyduğum halde hiç ihtimal vermedim çünkü seni tanıdığımı düşünüyordum ki bu da başka bir aptallıktı. "

Gonca, çaresizce, "Sadece işle alakalı bir şey. İş yemeği!" diyerek durumu açıklamaya çalıştı.

Halit yine güldü.

"Kendini kandırıyorsun. Seni kaç kere işle ilgili konuları rahatça görüşebilmek için yemeğe davet ettim hatırlıyor musun? Ve sen kaçını kabul ettin? Hiçbirini! Geçiştirmek için hep bir şeyler buldun. Benim tanıdığım Gonca; bunu da geçiştirmek isteseydi, tıpkı az önceki davetimi geçiştirdiği gibi, kesinlikle geçiştirirdi."

"Halit!.."

"Benden yana için rahat olsun. Seni bir daha böyle zor bir durumda bırakmayacağım. Tabii kendimi de." Hala avucunda tutmakta olduğu Gonca'nın elini bıraktı ve resmi bir sesle, "İyi akşamlar." dedi. "Yarın görüşürüz."

Gonca onun ardından, "Halit!" diye bağırmamak için kendini güç tuttu. Erkeğin net olarak artık iş arkadaşından başka bir şey olamayacaklarını kabullendiğini gösteren son sözleri için ona minnettar olması gerektiği o anda Gonca, yüreğinin derin bir üzüntüyle dolduğunu hissetti. Kasıtlı olmasa da bir kalbi kırmış olduğunu bilmenin getirdiği keder yüzünden ağlamak istiyordu.

"Gonca?.."

Gonca, hiç acele etmeden sesin sahibine döndü ve döner dönmez de Halit ne yaparsa yapsın ondan hiç etkilenmezken neden Hakan Alagöz'ü sadece görmenin bile kendini allak bullak ettiğini kendine sordu. Bunun mantıklı bir cevabı yoktu. Sadece öyleydi. Hislerini kabullenmek Gonca'ya o kadar güç geliyordu ki sırf bu yüzden erkeğe, Hakan Alagöz'e, içleniyor; hatta kızıyordu. O kim oluyordu da üzerinde böylesi derinden etki bırakabiliyordu?

"O, Halit Bey değil miydi?"

Gonca, Hakan Alagöz'e baktı ve onun ne kadar da sakin göründüğünü düşündü. Siyaha yakın kahvelikteki saçları, geniş alnı, altınımsı-yeşilimsi gözleri, düzgün burnu ve bir erkek için fazla fazla biçimli dudaklarıyla yakışıklı da görünüyordu. Duruşu, kendinden ne kadar emin olduğunu hissettiriyordu ve ne kadar güçlü olduğunu. Gonca'nın çoğunlukla üzerinde görmeye alışık olduğu kaliteli takımların yerine bugün lacivert, spor bir ceket; daha da koyu renkte bir jean ve üstten iki düğmesi açık mavi bir gömlek giymeyi tercih etmişti.

Gonca'nın aynaya bakmasının üzerinden henüz yarım saat bile geçmemişti, kendinin nasıl göründüğünü çok iyi biliyordu. Bu yüzden birbirini renk olarak okşayan kıyafetleriyle Hakan Alagöz'le çok şık bir ikili oluşturduklarını tahmin edebiliyordu. Ve bu tesadüf, erkeğe karşı ne hissederse hissetsin, onunla herhangi bir şey oluşturmak istemediği için Gonca'yı kızdırmaktan başka hiçbir işe yaramadı.

Başını çevirip Halit'in ardından bir daha baktı. Otoparka inen asansörün kapıları kapanırken onun da kendisine baktığını gördü ve tabii Hakan Alagöz'e.

Sinirlendi, inanılmaz sinirlendi. Bu adamı kırmaya ne hakkı vardı, ne? O anda hem kendini hem de yanında duran uzun boylu erkeği suçladı. Bu yüzden Hakan Alagöz'e dönüp, hırsla, "Neden sanki arabada beklemediniz?" diye tısladı. Hakan Alagöz'ün irkildiğini, bir adım geri çekildiğini fark etmeden, "Neden sanki buraya kadar gelmek zorundaydınız?" diye üsteledi ve hırsını yenmeyeceğini anlayınca adamın yanından hışım gibi çekip gitti. Onun geride şaşkınlıkla kalakalmış olması umurunda değildi.

 

 

 

Loading...
0%