@majdafan
|
"Barış da arkamızda." diyen Hakan, Gonca'ya yandan kısa bir bakış fırlattı. Arabaya bindiklerinden beri ağzını bıçak açmayan ve gözlerini bir an olsun önlerindeki aracın plakasından ayırmayan Gonca'dan tepki alamayınca kendini, "Üzgünüm." derken buldu. "Ama bu gerekli!" "Her zaman tek bir aracınız olurdu!" Hakan, herhangi bir yanıt beklemediği için hemen dönüp Gonca'ya baktı ama onun sanki hiç konuşmamış gibi aynı noktaya gözlerini dikmeye devam ettiğini görünce, "Neyse..." diye düşündü. "Hiç yoktan iyidir!" Aslında arabanın bütün genişliğine rağmen, aralarındaki vites kutusu ve konsola rağmen; Gonca'nın dip dibe oturduklarını hissettiği Hakan Alagöz'ü suçlamak gibi bir niyeti yoktu ama ağzından çıkan sözlerin kulağa suçlama gibi geldiğini kendi bile kabul etmek zorunda kaldı ve kabul eder etmez de aslında yanı başında sakince araba kullanan, bu her anlamda güçlü erkeği gerçekten de suçladığını fark etti: Arabasında oturup beklemediği için, sadece polis eskortunun eksik olduğu peş peşe dizilmiş üç büyük ve parlak araçla gereğinden fazla dikkat çektiği için, Halit'in kırılmasına neden olduğu için, Gonca'ya kendini zayıf ve duygusal bir varlık gibi hissettirdiği için! Aslında o anda Hakan Alagöz akla gelebilecek mantıklı, mantıksız her sebeple suçluydu, suçlu olmadığı hiçbir şey yoktu! Gonca; mantıklı düşünmediğini elbette biliyordu ama umurunda değildi. Arabanın sessizliğinde sessizce sakinleşmeye çalışmış ama çok sevgili patronu buna bile izin vermemişti! Kendini o kadar sinirli ama daha ötesi üzgün ve kırgın hissediyordu ki "Neden tek araçla gelmediniz ki sanki?" diye homurdandı. "Her zaman öyle yapardınız!" Hakan da dayanamadı. Gonca'dan taşan öfkeye rağmen, daha çok da o öfkenin manasızlığına rağmen, "Seni kendim almak istedim." deyiverdi. Bilerek ve isteyerek dedi. Bilerek ve isteyerek aralarından "siz"i çıkarmak istedi ve dünden, o emrivaki akşam yemeği teklifinden beri ilk defa içinin rahatlamaya başladığını hissetti çünkü Hakan asla gizli kapaklı işlerin adamı olmamıştı, olamazdı da. Sözlerinin Gonca'yı ne kadar hazırlıksız yakaladığını, onun sesli bir biçimde nefes almasından anladı. "Güzel!.." diye düşündü. "Bu da bir şeydir." O anda arabada olmamış olmayı diledi ya da arabayı başkasının kullanmasını. Sırf şöyle keyifle Gonca'nın her hareketini, her tepkisini izleyebilmek için. "Neden?" diye sordu Gonca. "İş teklifiniz yüzünden mi? Yani gizliliği için mi? Korumalarınız... Yani..." Hakan sabırlı adamdı. Bu yüzden onun anlamazlıktan gelmekteki ısrarcılığına kızmadı. Sonuçlarının ne olacağını tam olarak kestiremese de "Eğer kastettiğin buysa Savaş'la Barış'a sonuna kadar güvenirim." diyerek önemli bir gerçeği açıkladı çünkü onunla baş başa kalma isteğinin ardında kendi kararı ve dileği dışında başka bir neden olmadığını Gonca'nın bilmesini istiyordu. Aptal değildi, Gonca'nın sözlerine ve davranışlarına yansıyan kızgınlığın altında tam olarak kendisinin olmadığını anlamıştı. Halit'le aralarında olan biten her neyse Gonca faturayı ona kesmişti. Son yarım saatte, büyük ve nahoş bir şaşkınlıkla, Gonca'yla ilgili "bir başka erkek" olasılığını hiç düşünmediğini fark etmişti. Belki Gonca'nın kimseyle evlenmeyeceğini söylemesi ya da belki yanında bugüne değin bu anlamda herhangi birini görmemiş olması böyle düşünmesine neden olmuş olabilirdi. Gerçeği bilmiyordu. Şimdi bir olasılık olarak bile olsa Gonca'nın Halit'e çalışma arkadaşının ötesinde değer verdiğini düşündüğünde direksiyonu olması gerektiğinden çok daha sıkı, neredeyse ellerini beyazlatacak kadar sıkı kavrıyordu. İçinde yaşadığı gerginliği hiç hissettirmeden başını bir anlığına çevirip sessiz yol arkadaşının sakin çehresine baktı, sonra gözlerini yeniden önünde akıp giden trafiğe geri çevirdi. Yarım saat kadar önce Gonca yanından hışımla çekip gidince; Hakan bir an bile onun Barış'ın çabucak kapısını açıp başında beklediği arabaya bineceğini düşünmemiş, hayal kırıklığıyla, gerginlik ve heyecanla beklediği gecenin daha başlamadan sona erdiğine karar vermişti. Ama Gonca Hakan'ı şaşırtmış ve Barış'ın önünden geçip arabaya binmişti. Hakan'ın şaşkınlığı sadece birkaç saniye sürmüş, Gonca'nın ardından hızlı adımlarla o da Savaş'ın açtığı diğer kapıdan şoför koltuğuna oturmuştu. Savaş ve Barış'ın hazır olduklarını belli ettikleri sinyallerine kadar geçen otuz saniyede hırsını emniyet kemerinden çıkarmaya çalışan Gonca'ya göz atma fırsatı bulmuştu ve Darüşşifa'nın önüne yaklaştığında hissettiği çarpıntıyı yine hissetmişti. Kasım, bir keresinde, "Saçı bile yok!" demişti. "Kör müsün?" Hakan'ın körlüğü onun saçına değildi çünkü Gonca'nın saçına ya da saçsızlığına bayılıyordu. Yanında bir karış suratla oturan Gonca'ya göz attığında; körlüğünün, yine Kasım'ın ısrarla vurguladığı ve Hakan'ın kabul etmediği, Gonca'nın cadalozluğuna olabileceğine karar vermişti. Ama bu bile... Bu bile Hakan'ın dileklerinde ya da niyetlerinde en ufak bir değişikliğe neden olmamıştı. Gonca'yı hastanenin önünde gördüğü anı hatırladığında dudaklarında hafif bir gülümsemenin izleri oynaştı. Aslında daha arabayı park etmeden önce görmüştü onu. Dizlerinde biten elbisesi ve şık sarı pabuçlarıyla enfes görünüyordu. İnceliğin ve zarafetin timsali yüzündeki tatlı tebessümle uzun boylu bir erkeğe bir şeyler anlatıyordu. Hakan, o mesafeden bile Gonca'nın tebessümünün yeterince içten olmadığını düşünmüştü. Bu yüzden konuştuğu adama dikkatle bakmış ve kısa, çok kısa bir süre onu nereden tanıdığını düşünmüştü. Sonra zihni brunch'a, gerçek Gonca'yı ilk gördüğü ana kaymış; Münir Bey'in tok sesiyle, "Halit, hastanemizin genç ve başarılı çocuk cerrahlarından biri." diye tanıştırdığı adamı hemen hatırlayıvermişti. Dikkatini arabayı park etmek için mecburen onlardan çekmek zorunda kaldığında; Barış'ın ardından sağa, hızlı ama dikkatli bir manevrayla yanaşmıştı ve sonra birkaç dakika boyunca, oturduğu yerde, Gonca'nın başını çevirip gelip gelmediğini merak ederek etrafa bakmasını boştan yere beklemişti. Hızlı diyaloglarla konşan çifti izlerken Gonca'nın vücut dili, her zamankinden daha farklı gelmişti Hakan'a. Sanki gergin ve sanki bir parça çaresiz gibiydi. Bunun sebebinin ne olabileceğini düşünürken yanındaki adamın -Halit'in- duruşundaki, bakışındaki, gülüşündeki bir şey; Hakan'ı arabada durup Gonca'nın kendisini fark etmesini bekleyemeyecek kadar rahatsız etmişti. Bu yüzden arabadan inişiyle onların yanına gidişi arasında bir dakika ya var ya yoktu. O bir dakika da Halit'in Gonca'nın omzunun üzerinden Hakan'ı fark etmesi için yeterli olmuştu. Hakan, adamın suratındaki yılışık gülümsemenin silinmesine sebep olduğu için kendiyle gurur duyduğu o anda Halit'in kendini bir rakip olarak gördüğünü de anlayıvermişti. Adımları daha da hızlanmış, yine de adamın yaşadığı hayal kırıklığının bedelini Gonca'ya ödetmesine engel olacak kadar hızlı olamamıştı. Halit bir şeyler söylemiş, söylemiş; Gonca'nın konuşmasına pek fırsat vermemişti. Hakan, tam da Gonca'nın yanına yaklaştığında sırtını dönüp uzaklaşmıştı. Gonca, bir müddet Halit'in ardından bakmış; sonra da görmemiş olsa da Hakan'ın orada olacağından emin bir biçimde arkasına dönmüştü. Gözleri üzgündü, neredeyse ağlamaklıydı ve bu hali Hakan'ı perişan etmişti. O kadar ki olduğu yerde öylece durarak Gonca'nın hırsını kendinden çıkarmasına izin vermişti. Gonca, hırçın bir tavırla, "Neden sanki arabada beklemediniz?" demişti. "Neden buraya gelmek zorundaydınız?" Hakan; motorun güçlü homurtusu dışında hiçbir sesin çıkmadığı arabada gözlerinin yeniden Gonca'ya kaymasına engel olamadı ve dayanamayıp, "O" diye başladı. 'O' derken kimi kastettiğini Gonca'nın anlayacağını bilerek. "Sana bir şey mi söyledi?" Gonca'nın cevap vermeyeceğini düşündüğü uzun bir sessizlik yaşandı. Sonra Gonca, sıktığı dişlerinin arasından, "Size söylemiştim!" dedi. "Önceki gün size, yanımda dolaşmamanızı söylemiştim!" Gonca'dan yayılan çiçeksi hafif kokuyu derin derin solumak isteğinde olan Hakan, sorusunu değiştirdi: "Biri bir şey mi demiş?" Gonca; arabaya bindiğinden beri ilk kez Hakan'a dönüp, "Biri mi?" diye sordu alaycı bir biçimde. Hakan, onun suçlayan bakışlarını bir anlığına gördü çünkü o sırada Barış'a uyarak sol sinyalini yakıp hızını arttırmakla meşguldü. Belli bir hıza düştüklerinde yeniden Gonca'ya dönüp, "Dedikodulara engel olunamaz!" dedi. "Hayır efendim, olunur! Eğer yanımda dolaşmasaydınız herkes dedikodumuzu yapmaz, herkes..." Hakan, daha fazla dayanamayıp aklındaki şüpheyi Gonca'nın lafını bölerek dile getirdi: "Onu önemsiyor musun?" Gonca, beleren gözlerini kırpıştırarak, "Anlamadım?.." dedi. "Halit'i! Onu önemsiyor musun?" "Tabii önemsiyorum! O benim arkadaşım! Yıllardır beraber çalışıyoruz ve..." Hakan, sabırsız bir biçimde kadının lafını bölerek, "Neyi kastettiğimi anlamamış olamazsın Gonca!" dedi. Hiç fark etmeden sesi yükselmişti. Gonca, gözlerini yeniden Barış'ın kullandığı arabanın plakasına sabitleyerek uzun süre sesini çıkarmadı. En sonunda, "O şekilde değil, hayır." diye fısıldadığında Hakan bütün bedeninin gevşediğini hissetti. Sessizce, "O zaman bu onun için daha iyi." dedi. Gonca'nın başının hızla kendinden yana döndüğünü hissedince Hakan da ona döndü. "Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsiniz?" Hakan'ın dudağının kenarında eğreti bir gülümseme belirdi. "Rahatlıkla! Bana, etrafında hep hayran kitlesiyle yaşamayı seven o kadınlardan biri gibi gelmedin." "Tabii ki değilim! Be-Ben... Be- Ben..." Gonca ne diyeceğini bilemeyerek kekeleyince Hakan güldü ve tekrar, "Bence böylesi onun için daha iyi." dedi. Gonca; Halit'in artık ümidini bilip ona göre davranacağını, yoluna ona göre devam edeceğini düşünerek Hakan Alagöz'e hak verse de "Ama bu çok acımasızca!" diye sesini yükseltmekten kendini alamadı. "Kimseyi kırmaktan hoşlanmam ama az önce en sevdiğim arkadaşlarımdan birini kırdım!" "Yine 'bence', seni arkadaşı gibi görmeyen birini kırdın." "Nisan gibi konuştunuz!" Hakan güldü ve Gonca o gülüşü taa içinde hissetti. Titremesine engel olabilmek için kollarıyla bedenini sardı. Onun her hareketini yan gözle de olsa izleyen Hakan, "Üşüdün mü?" diye sordu. Gonca hemen, "Hayır!" dedi ve hislerinin sesine yansıyacağından korkarak bu sefer daha sakin bir biçimde yanıt vermeyi denedi: "Hayır, üşümedim." "Demek, aptal sarışın da Halit'in seni arkadaşı gibi görmediğini biliyor." "O, 'aptal sarışın' değil!" Hakan, dönüp Gonca'ya bakarken beyaz dişleri bütünüyle ortadaydı. "Yerleşti bir kere. Hem kafama hem dilime. Yoksa Nisan Yağmur'un aptal olmadığını herkes biliyor." "Nisan kimseye benzemez!" dedi Gonca arkadaşını savunmak isteyerek. "O zaman neden arkadaş olduğunuzu daha iyi anlayabiliyorum." Hakan, sözlerinin Gonca'da yarattığı etkiyi o sırada ona baktığı için rahatlıkla gördü: Gözleri büyüdü, dudakları aralandı, kaşları şaşkınlıkla yukarı doğru kalktı... Ve Hakan, halinden memnun bir biçimde arabayı kullanmaya devam etti. Gonca, az önce kendisine iltifat edilip edilmediğinden emin değildi. Hisleri ve Hakan Alagöz'ün bakışları edildiğini söylüyordu ve Gonca, bu durumla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Daha az önce, "Seni kendim almak istedim." demişti; sonra yetmezmiş gibi, Halit'le olan ilişkisinin niteliğini öğrenmek istemişti; şimdi de Gonca'ya "Sen benzersizsin!" demeye getirmişti. Gonca, flört işini bilmiyordu. Onur'la da bilmiyordu. Onlar birbirlerini severek büyümüş, birbirlerinin gönlünü okşayacak sözler ya da davranışlar söz konusu olduğunda hep içten olmuşlardı. Bu yüzden Gonca'nın birbirine ilgi duyan bir kadınla erkeğin arasında oynanabilecek gönül çelici oyunlara dair bir fikri yoktu. O kadar ki şu anda -arabada- Hakan Alagöz'le -patronuyla- böyle bir oyunun içinde olup olmadığını anlamaktan acizdi. Gonca, bilmediği sularda yüzmekten asla hoşlanmazdı. Onun güvenli sahili Onur'du. O yaşarken de bu böyleydi, öldükten sonra da. Ama şimdi, adamın biri çıkıyor; onu bilmediği kıyılara sürüklemeye çalışıyordu. Gonca'nın aptal kalbi de pır pır ederek onun peşine düşmek istiyordu. Ama bu; güvenli değildi, hiç değildi. Bu yüzden Gonca kendini kısa süreliğine de olsa güvende hissedeceği şeyi yaptı ve konuyu değiştirdi: "Kasım Bey, geçen akşam bize ikizinin olduğunu söyledi ama yokmuş." Hakan güldü ve Gonca, profilden onun gözlerinin kenarında oluşan kırışıklara hayranlıkla baktı; tabii yanağında beliren ufak gamzeye de. O anda ne yaparsa yapsın, ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın artık hiçbir şeyin aynı olamayacağının da farkına vardı. "Kasım oyun oynamayı sever." Gonca, hiç düşünmeden, "Nisan, oyuncak değil!" dedi. "Kasım da değil ama anladığım kadarıyla karşılaştıklarında Nisan onu oyuncağı yapmaktan çekinmemiş." Gonca, erkeğin haklı olduğunu düşünse de "Nisan asla durduk yere böyle bir şey yapmaz!" deme gereği duydu. "Kasım da durduk yere öyle söylemez." "Yani 'Kasım haklı.' mı diyorsunuz? Nisan haksız?" Hakan omzunu silkti. "Hiçbir şey demiyorum ve taraf da tutmuyorum. Kasım'a da gereken uyarıları yaptım." "Uyarı, derken?.." "Nisan'la uğraşmaması gerektiğini söyledim." Erkeğin devam etmesini boşuna bekleyen Gonca, dayanamayıp, "O ne dedi?" diye sordu. Hakan yeniden omzunu silkerken, "Beni dinleyeceğini hiç sanmıyorum." diyerek arkadaşının ne söylediğini açıklamaktan kaçındı. Gonca da hayal kırıklığıyla, "Ben de Nisan'ın beni dinleyeceğini hiç sanmıyorum." diye itiraf etti. "Bu durumda ne olacak?" "Koskoca insanlar. Kendileri bilir." "Ama her oyunun bir bedeli vardır." "Bence bunu her ikisi de çok iyi biliyor çünkü her ikisi de iyi oyuncu." Gonca, ona hak verse de "Umarım buna bir son verirler." demekten kendini alamadı. Hakan, Gonca'ya doğru baktı ve göz göze geldiler. "Onları boş verelim mi Gonca? Gecenin tadını çıkaralım." Gonca, gözlerini bir ceylanın ürkekliğiyle kaçırırken aklına Nisan'ın da benzer bir şey söylediği geldi ama onun sözlerinin hissettirdikleriyle Hakan Alagöz'ün sözlerinin hissettirdikleri aynı değildi. Gonca arkadaşının sözleriyle bir parça rahatlamış ve geceye daha normal bakmaya başlamıştı. Oysa yanındaki erkek... Buram buram sağlık, zenginlik ve güç kokan erkek; benzer sözlerle ve bir anlığına da olsa çok şeyler söyleyen bakışıyla onun kalbini ürkek bir kuş gibi titretmeyi başarmıştı. Gonca'nın kendini otuz altı değil, on altı gibi hissetmesine neden olmuştu. Öyle ki içindeki karmaşa, korku, heyecan; dudaklarının titremesine neden oldu, yanaklarının kızarmasına, kalbinin 'küt küt' atmasına... Kaçmak istedi. Kekeleyerek, "A-Aslında..." dedi. "Be... Ben... Yani yemeğe ge-Gerek yok!" Sesinin neredeyse ilk tanıştıkları o talihsiz gün kadar boğuk boğuk çıktığının farkındaydı ama yine de devam etti: "Be-Ben cevabımı şimdi verebilirim!" Hakan ona dönüp baktı ve sakince, "Gerek yok." dedi. "Gerek yok mu?" Erkek, cevap olarak sadece dişleri görünecek şekilde gülümsedi. Onun kendinden emin ve keyifli hali Gonca'nın kendini isterik biri gibi hissetmesine neden oldu ve buna çok sinirlendi. "Ne demek, 'Gerek yok'?" "Cevabının ne olacağını zaten biliyorum." Gonca'nın gözleri bu hiç akla gelmeyecek yanıt karşısında kocaman olurken, "Nasıl?" diye sormaktan kendini alamadı. "Cevabımı bi... Biliyor musunuz?" Hakan Alagöz, yeniden ona dönüp kısa bir bakış fırlattı ve sonra dönüp arabayı sakince kullanmaya devam etti. O sırada sakince, "İşi kabul etmeyeceksin." diyordu. "'Hayır' diyeceksin." Gonca; nutku tutulmuş gibi ona bakakaldığı saniyelerin ardından, fısıltıdan farksız bir sesle, "Bunu nasıl bilebilirsiniz?" diye sordu. "Çok zor değil aslında. Seni azıcık tanımak bile yanıtı bulmaya yardımcı oluyor." Yan gözle Gonca'nın hala şaşkın şaşkın bakmaya devam ettiğini görerek güldü. "Cevabın olumlu olsaydı evinizden ayrılmadan önce beklemez, bana söylerdin ama 'hayır'ı söyleyemedin." Yeniden Gonca'ya bir bakış atıp da onun ağzının az öncekinden daha da açık olduğunu görür görmez kahkahayı patlattı. Gonca; hala olan biten her neyse onu anlamaktan uzak, takıldığı noktadan bir milim bile ayrılmadan, "Bu... Bunu nasıl bilebilirsiniz?" diye sordu. "Az önce de dediğim gibi seni azıcık tanımak yeterli Gonca. 'hayır'ın beni bir şekilde kıracağını, inciteceğini ya da işte her neyse onu düşündün ve cevabını hemen söyleyemedin. Tıpkı Halit'e boşa ümit beslediğini çok önceden söylemen gerektiği halde söyleyememiş olman gibi. Çünkü onun da kırılacağını biliyordun. Ama ben kırılmazdım çünkü bu iş." Omuzlarını silkip, "Belki hayal kırıklığı olabilirdi." diyen Hakan, konuşmaya devam etti: "Aslında kararından memnunum. Kabul etseydin, böyle bir yaradılışla öyle bir ortamda ancak kendini incitirdin." Gonca başını sessiz sessiz iki yana sallarken, "Sanırım söyleyecek bir şey bulamıyorsun." diye tahminde bulundu Hakan. Aslında Gonca'nın söyleyecek çok şeyi vardı ama o; alacağı karşılığın bütün ihtimallerine rağmen artık görmezden gelemeyeceği, erteleyemeyeceği soruyu sormayı tercih etti. "O zaman bu yemeğe neden gidiyoruz?" Hakan, önündeki Barış'a uyarak arabayı geniş park alanına sahip lokantanın önüne çekti. Barış hızla aşağı atlayıp etrafına bakınırken Savaş, Hakan'ın kapısının dibinde belirmişti bile. İki kardeş güvenlikten emin olmadan kapıyı açmayacaklardı, bunu Hakan'la geçen gün yaptıkları toplantıda paylaşmışlar; Hakan'dan da işlerini doğru yapmaları konusunda yardımcı olmasını rica etmişlerdi. Bütün bu tantanadan nefret etse de Hakan, onların bütün söylediklerini mantıklı bulduğu için isteklerini kabul etmişti. Savaş ve Barış'ın arabadan dışarı çıkmaları için kapıları açmalarını beklerken sakince Gonca'ya döndü Hakan. Son yirmi dört saattir onun böyle bir soru sorduğunda ne söyleyeceğine dair kafasında kurduğu bütün garip ve yapmacık sözleri bir kenara iterek, "Bilmiyor musun?" dedi kısık bir sesle. Ve Gonca'nın güzel, kahverengi gözlerinde korku gördü; heyecan gördü; beklenti gördü; bir çeşit direniş, reddediş gördü ama asla soğuk bir duyarsızlık görmedi. Böylelikle Hakan'ın içindeki umut büyüdü, yeşerdi. Dün cesaret edip söyleyemediğini rahatça dile getirdi: "Gonca Temur... Bu akşam yemeğini benimle yer misin?" Gonca; herhangi bir yanıt veremeden Savaş, Hakan'ın Barış da Gonca'nın kapısını açıvermişti.
|
0% |