34. Bölüm

19. Bölüm

majdafan
majdafan

Hatice Hanım, oğluyla patronunun ardından kapanan kapıya bakmaya devam eden kızına, "Gonca!" diye seslendi. Duyulmak endişesiyle sesi fısır fısırdı. "Ne dedi Hakan Bey, ha? Ne dedi?"

Gonca oralı olmayınca Hatice Hanım sinirle sesini yükseltti: "Kime diyorum ben?.. Gonca!"

Gonca; önce böğrünü dürten dirseğe, ardından da onun sahibine baktı.

"Bir şey mi dedin anne?"

"Evet, dedim de senin aklın bir karış havada! Ne oldu? Yoksa Hakan Bey işi kabul etmen için seni ikna mı etti?"

Gonca şaşkınlıkla, "Yoo, hayır! Neden böyle düşündün ki?" diye sordu.

Hatice Hanım omzunu silkti.

"Ne bileyim? Hakan Bey, istediğini alamamış bir adama göre bana pek bi neşeli göründü."

Gonca, annesine nasıl bir karşılık vermesi gerektiğini bilemeyerek başını eğdi. Yemekte, yol boyunca, hatta asansörde birçok şey düşünmüştü ama bir kez olsun bu gece yaşananları annesine nasıl açıklayacağını düşünmemişti ve tabii Mert'e.

"Aman Allah'ım, Mert!" diye içten içe çığlık attı.

"Gonca?.."

Gonca, sanki başka türlü çıkaramayacakmış gibi pür dikkat gözlerini diktiği ayakkabılarını çıkardıktan sonra annesinin bakışlarından olabildiğince sakınmak için yavaşça, çok yavaşça ve abartılmış bir özenle onları dolaba yerleştirdi. Daha fazla oyalanamayacağı anlayınca derin bir nefes alıp doğruldu ve annesinin soru dolu bakışlarına, "Lavaboya gitmem lazım!" diyerek karşılık verdi.

"Önce soruma cevap ver! Hakan Bey ne dedi?"

"Anne, ellerin hamur içinde! Sen mutfağa geç; ben lavaboya gidip, bir duş alıp hemen geliyorum!"

Hatice Hanım, ona cevap hakkı tanımadan odasına doğru koşturan kızının ardından, "Acele et!" diye bağırdı. Başını sallayarak mutfağa giderken de "Bir şey var da hadi hayırlısı!" diyerek mırıldanıyordu.

Gonca, üstündekileri çıkarıp kapının arkasındaki askıya astı. Askı, giydiği şeyleri yeniden dolaba koyamama huyu yüzünden kat kat giysiyle doluydu. Temizlerle pisleri bir araya getirmiyordu ve bir kıyafet bir kez bile olsa giyilmişse Gonca'ya göre o, "pis" sınıfına giriyordu. Annesinin kıyafetlerin ağırlığıyla normalden daha fazla güç gerektirerek açılan kapı yüzünden her zaman bir çift lafı olurdu ve Gonca, sırf bu lafları dinlememek için bazen sadece bir gün giydiği şeyleri bile yıkardı ki işte o zaman Hatice Hanım, sadece laf etmekle kalmaz, sinirden deliye dönerdi.

"Yazık günah!" derdi. "O kadar su, elektrik, deterjan! Bir de sözüm ona küresel ısınma denilen şeyden bahsedip duruyorsun! İnsan hiç, bir kere giydiği kıyafeti yıkar mı?"

"İyi de yıkamazsam da kızıyorsun!"

"Tabii kızarım! Kapının arkasını doldurmuşsun üst üste, üst üste!.. Neymiş o öyle? Kapın neredeyse açılmayacak!"

Bu konuşma, genelde, Gonca'nın, "Abartma anne!" diye homurdanması, Hatice Hanım'ın da, "Aha şimdi abartmayı gösteririm sana!" diyerek elini havada şaplak atacakmış gibi sallamasıyla son bulurdu.

Gonca banyoya geçip musluğu açarken, "Ah annem! Ben şimdi sana ne diyeceğim?" diye mırıldandı. Israrla "iş yemeği" deyip durduğu yemeğin ortasında evlilik teklifi aldığını ona nasıl açıklayacaktı? "Daha da kötüsü" diye düşündü. "İki aydır ısrarla arkasından homurdanıp durduğum adama neredeyse 'Tamam' dediğimin açıklamasını nasıl yapacağım?"

Annesi, "Deli misin?" demez miydi? "Adamı tanımıyorsun!" demez miydi? "Sen bu işlerden anlamazsın! Bu Hakan Bey de feleğin çemberinden geçmiş birine benziyor, seni bir çırpıda oturup yer!" demez miydi?

"Yok, yok! Öyle demez!" diye düşündü Gonca, saçındaki şampuanı akıtırken. "Ben Hakan'ın ne kadar samimi olduğunu anlatırsam hiçbir şey demez."

Yüzünü duş başlığına doğru kaldırıp akan suyun altında, "İyi de bunu nasıl anlatacağım?" diye düşündü. "Ya da... Anlatmasam mı? İş yemeği olduğunu düşünmesine izin mi versem? Peki ya Mert? O ne der? Kaç yaşına gelmiş annesinin romantik saçmalıklara kapıldığını mı düşünür? Ya kaldırıp Hakan'a bir laf söylerse..."

Gonca, kafasını iki yana sallayarak musluğu kapattı. Bu sorulara burada yanıt bulamayacağı açıktı. Üstelik kafasını baskın yapan tam teçhizatlı güvenlik biriminden daha hızlı ele geçiren soruların çoğu, sanrılardan oluşuyordu.

Kurulanıp üzerine pijamalarını çektikten sonra gözü boy aynasındaki yansımasına takıldı. Dönüp alıcı gözle kendine baktı: Tartışma götürmez bir biçimde minyondu. Mesleğe başladığı ilk yıllarda minyon olması başına epey iş açmıştı çünkü kısa boyu, çıtı pıtı hali onun olduğundan çok ama çok genç görünmesine neden oluyordu.

Aynaya birkaç adım yaklaşıp yüzünü dikkatli gözlerle inceledi. Dudaklarının iki yanında ufak da olsa çizgi izi yoktu, gözlerinin kenarında kazayağına dair bir belirti de yoktu. Annesinin genleri sağ olsun, muhtemelen onun yaşına geldiğinde yüzünde tek bir kırışık bile olmayacaktı.

Gözleri yukarı doğru kaydığında eli de aynı anda yukarı uzandı. Saçları kısalığına rağmen eline fırça gibi değil, yumuşacık geliyordu. Gülümsedi. Bir erkeğin onları beğenip beğenmeyeceğini hiçbir zaman önemsememişti ama bu, bir erkeğin tutup da "Senden gözlerimi alamıyorum! Özellikle de saçından!" dediğinde memnun olmayacağı anlamına gelmiyordu.

Sıradan bir erkek Gonca'ya böyle bir cümle kuramazdı, Gonca da herhangi bir erkeğin böyle bir cümle kurabilecek kadar kendine yaklaşmasına izin vermezdi. Tıpkı Halit gibi başka bir erkek de önüne dikilen duvarın aşılamayacak kadar yüksek örülmüş olduğunu anlar ve o duvarı aşmak için gereken cesareti kendinde kolay kolay görmezdi. Tıpkı yine Halit gibi cesaretini topladığında da o duvara toslardı.

Hakan; bu gece her türlü sonucu göğüsleyecek kadar güçlü özgüveni, adanmış din adamlarına özgü sabrı ve yıllarca büyük bir şirketi yönetmesi sayesinde bilenen kararlılığıyla Gonca'nın duvarlarını aşmayı başarmış gibi görünse de Gonca; yüreği bu adama karşı bu kadar yumuşak, bu kadar zayıf olmasa onun amacına ulaşamayacağını çok iyi biliyordu.

Aynada, dudaklarındaki gülümsemenin genişleyerek halinden memnun bir sırıtışa dönüştüğünü gördü ve "Hakan..." diye mırıldandı. "Hakan!"

Adını söylemeye alışmalıydı ama kendi hislerinden sakınmak için zihninde bile onu, "Hakan Alagöz"den daha fazla yakınlık ifade edebilecek bir isimle düşünmemişken bu pek kolay değildi.

"Hakan" diye mırıldandı bir kez daha ve ardından kıkırdadı. "Bu çok aptalca!" dedi aynadaki aksine. "Mert'in kız arkadaşlarına benziyorum!"

Bir keresinde Mert, sınıfındaki kızların yabancı bir pop yıldızının adını söyleyip söyleyip ardından iç çektiklerini dalga geçerek anlatmıştı. Gonca, bir kez daha, "Hakan" dememek için elini ağzına kapatırken gerçekten de o kızlara benzediğini düşünüyordu ama bu bile çantasını açarken ufak bir kahkaha atmasına engel olmamıştı.

Telefonunu eline aldığında Nisan'ın attığı mesajı gördü. "Migrenim tuttu." diyordu arkadaşı. "İlaç alıp yatacağım. Velinimetinin eski zamanlardaki gibi 'efendin'e dönüşüp dönüşmediğini öğrenmek için ölüp bitiyorum ama bu ağrının öldürme gücü daha fazla! Yarın akşama kadar ameliyatta olacağım için görüşemeyiz. Akşam Ali Abi'deyiz, bahane falan istemem, ona göre! Ama bu gecenin her detayını isterim!😁 Mesela o çok kontrollü patronumuz yemek yerken ağzını şaplatıyor mu; daha kötüsü bir şeyler çiğnerken konuşup ağzındakileri karşısındakinin yüzüne yüzüne yapıştırıyor mu; daha, daha kötüsü tarhana çorbasını höpürdeterek içtikten sonra üzerindeki ince kıyılmış maydanozların yapıştığı dişleriyle sana bakıp bakıp gülüyor mu?😜 Eğer bunlardan birini bile yapmıyorsa çiz üstünü gitsin!😂😂 Sevgili baş ağrım ve meraklı zihnimle uykuya dalacağım. Bu haksızlık!😔 Öptüm bebiş! 😘"

Gonca, mesajı okurken bir taraftan kıkırdıyor bir taraftan da, "Şapşal ya!.." diyordu.

Nisan, neredeyse on sekiz yıldır Gonca'nın gün ışığıydı. Gonca; bir insanın her şeye rağmen hayatta nasıl güçlü olabileceğini, isterse neleri başarabileceğini Nisan sayesinde öğrenmişti. O olmasa Mert'i Onur'un yokluğuyla doğurmak, büyütmek çok daha zor olurdu. Gonca; Mert'i doğurup büyütürken şikayet etmemiş, bir kez olsun kendine acımamışsa nedeni Nisan'dı.

Mutfaktan bir şeylerin yere düştüğünü ve bunun Hatice Hanım'ı kızdırdığını anlatan sesleri duyduğunda, telefonunu hemen şifonyerin üzerine bırakıp odasından çıktı. Kalbi göğüs kafesine vura vura atıyordu. Hem annesine ne diyeceğinin endişesi hem de yeni ve düzensiz duyguları heyecanını arttırıyordu. Sanki az sonra çok önemli bir sınava girecekmiş gibi midesi düğümleniyor, karnı da az sonra ağrımaya başlayacakmış gibi kasılıyordu. Bu durumdayken annesine sakin sakin bir şeyler anlatabilir miydi, doğrusu bunu bilemiyordu. Üstelik şimdi Hatice Hanım, Gonca'yı merakla bekliyordu ve muhtemelen kızının az önceki tavrından ortada tuhaf bir şeyler döndüğünü anlamıştı.

Gonca, annesinin sabrını taşırmanın çok iyi sonuçları olmayacağını bilmesine rağmen yine de kendini Mert'in yanına gitmekten alıkoyamadı. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. Oğlu yatmıştı ama uyumadığı, başını çevirip, "Anne, sen misin?" diye sormasından belli oldu.

"Hayır, ben kötü kurdum!.."

"Anne ya!.. O masaldan nefret ediyorum!"

Gülerek odaya giren Gonca, "İlla da onu anlatacağım diye bir kaide yok, sen hangisini istiyorsan onu anlatırım." dedi.

"Öyle bir durumda hayatımın on yılını yok saymamız gerekir."

"Beyefendi on yediye doğru yol alırken güya masalları küçümsüyor ama masallardan çok daha fazla fantastik olan oyunlarla bayağı haşır neşir!"

Annesinin alaycı cümlesi, Mert'in sadece sırıtmasına neden oldu.

"Onları benim yaşıma uygun yapıyorlar!"

"Ya, evet! Bunu derken özellikle de geçen oynadığın oyunun girişindeki demoda üzerlerinde bikiniden daha küçük şeylerle hoplayıp zıplayarak dövüşür gibi yapan kadınları kastediyor olmalısın!"

"Sen üzülme anne!" dedi Mert masum çocuk sesiyle. "Ben o demolar çıkınca gözlerimi kapatıyorum."

Gonca uzanıp oğluna sarıldı, sonra da yanaklarını şapırtılı öpücükler kondurdu.

Dirseklerine dayanarak doğrulan Mert, "Bu, ne içindi?" diye sordu.

Gonca güldü.

"Çok tatlı olduğun için! Yalan söylerken bile tatlısın! Ayrıca oğlumu öpmem için illa bir sebebimin mi olması lazım?"

"Değil tabii de..."

Gonca, uzanıp oğlunu bir kez daha öptü.

Mert, bakışlarına yerleşen ciddi bir merakla "Anne?.. İyi misin?" diye sordu.

Gonca, "İyiyim tabii!" dese de iyice duygusallaşan bir sesle, "Ne olursa olsun, sen benim en kıymetlimsin!" diye eklemekten kendini alamadı.

"Sen de benim!" diyen Mert, birkaç saniye sonra düşünceli bir biçimde devam etti: "Ama bir gün çocuğum olursa o da benim en kıymetlim olacağı için bu 'en' sözcüğü biraz tuhaf bir sözcük bence."

"Mert Temur! Bu anı mahvettin!" diye bağırarak oğlunun omzuna şakacıktan bir yumruk atan Gonca, yapmacık bir hayal kırıklığıyla, "Ben de senin hiç evlenmeyeceğini, hayatındaki tek kadının ben olacağımı sanıyordum!" dedi.

"Sen mi?" diye sordu Mert, kaşını tıpkı babası kaldırarak. "Anneannem ne olacak? Ya babaannem? Peki ya Nisan Teyze'm?"

Gonca kendini tutamayıp güldü.

"Gerçekten de romantik hayallerimi bir bir öldürüyorsun!" dedikten sonra, "Seni bir kız klanının içinde büyüttük, öyle değil mi?" diye sordu.

Mert, doğrulup yatağın içinde bağdaş kurup oturdu.

"Ne olmuş öyle yaptıysanız?" dedi. "Ben hayatımdan memnunum."

Gonca, kaşları havada, "Gerçekten mi?" diye sordu.

"Gerçekten!" diyen Mert annesinin tavrı karşısında güldü. "Bunda bu kadar şaşıracak ne var? Sayenizde kızlar çevremde pervane oluyor. Duruşlarından, konuşmalarından ne hissettiklerini ya da nasıl davranacaklarını anladığım için..." diyen Mert kaşlarını aşağı yukarı sinsice oynatarak, "Diğer erkeklerden çok daha avantajlıyım." dedi.

"Bak sen!" diyen Gonca güldü. Sonra birden ciddileşerek, "Hiçbir kızın kalbini kırmayacağına dair bana söz ver!" dedi.

Mert, annesine aptal aptal baktı. O kadar şaşkın görünüyordu ki Gonca, "Ne oldu?" diye sordu.

"Bir şey olduğu yok." dedi Mert gülümsemeye çalışarak. Sanki yarım saatten az önce kalp kırmayla ilgili benzer bir cümleyi kendi kurmamış gibi, "Sadece... Bu kalp kırma konuşmaları çok sıkıcı anne!" dedi. "Sen bilmiyorsun belki ama artık böyle konuşmalar yapılmıyor, zaten kimse de kimsenin kalbini kırmıyor. Biri, biriyle geziyor; sonra bir başkasıyla. Eğlence yani. Sen farkında değilsin belki ama yeni neslin kalbi yok!"

"Mert Temur!" diye cırladı Gonca. "Ne demek istediğimi çok iyi anladın, lafı evirip çevirme!"

Mert, bıkkınca içini çekip gövdesini olanca ağırlığıyla yatağa bıraktı.

"Anladım da anne, sen de benim daha on yedime yeni girdiğimi anlasan iyi olur. Ben kızların kalbini kırmayla ilgilenmiyorum."

Gonca ona inanmaz bir bakış attı.

"Ya Esme?.. Onunla da mı ilgilenmiyorsun?"

Gonca, salondan vuran ışık yüzünden tam olarak emin olamasa da oğlunun yüzünün bir parça kızarır gibi olduğunu sandı.

"Anne!" dedi Mert. "Sen beni hiç dinlemiyorsun. Sana kızların kalbini kırmakla ilgilenmediğimi söyledim, kalpleriyle ilgilenmediğimi değil!"

Gonca dayanamayıp kahkaha attı.

"Var ya, aynı babana benziyorsun! Aynı çıldırtıcı dil, anneannenin tabiriyle böyle fırın küreği kadar! Sonra aynı tatlı küstahlık, aynı yürek yakan yakışıklılık..."

Mert, uzanıp annesinin elini tuttu.

"Onu çok sevmiştin öyle değil mi?"

Gonca; gözleri hafifçe nemli, "Çok!.." dedi. "Hem de çok!"

"O yüzden mi bir daha evlenmedin?"

Gonca, oğlunun sorusuyla irkildi. Onun yüzüne bir şeyler bulmak amacıyla baktı ama hiçbir şey bulamadı. Hakan ona bir şey demiş olabilir mi, diye düşünürken, "Evet" diye yanıtladı oğlunun sorusunu.

"Ben, sebebin ben olabileceğini düşünmüştüm. Yani belki ben olmasam sen..."

"Seni dünyaya getirmemiş olabileceğimle ilgili bir cümle duymak istemiyorum Mert Temur!" dedi Gonca. "Sen benim hayatımı anlamlı kıldın. Canımdan, babanın canından cansın!"

"Kızma anne! Sadece babam ikiniz de çok gençken ölmüş ve sen o zamandan beri yalnızsın."

"Ben kendimi hiç yalnız hissetmedim."

"Tamam." dedi Mert. "Anladım." Sonra tereddütle, "Eğer bir gün..." diye başladı. "Bir gün biri çıkarsa, gerçekten sevebileceğin biri, her zaman senin yanında olduğumu unutma anne!"

Bu cümle Gonca'nın alarma geçmesine neden oldu. "Unutmam." derken sakin çıkan sesinin tonunu, "Hakan Bey'i yolcu ettin mi?" diye sorarken de korumaya çalıştı.

Başını hızlı hızlı sallayan Mert, "Arabası efsane!" dedi. "Korumalarınki de süper ama Hakan abininki efsane! Eminim sipariş üzerine yapılmıştır."

Gonca, Hakan'ın Mert'e hiçbir şey söylemediğini anlayarak rahat bir nefes aldı ve "Böyle bir şey mümkün mü?" diye sordu oğluna.

"O-oo!.. Tabii mümkün anne! Mesela istersen kurşun geçirmez bir araba sipariş edebilirsin ya da iç dizaynını bütünüyle istediğin gibi yaptırabilirsin."

"Gerçekten mi?"

"Evet." diyen Mert, "Her şey paraya bakar anne." dedi. "Ve Hakan abinin bir ton parası var."

"Şşş!.. Sen nasıl konuşuyorsun öyle!"

"Ya, anne ya! Seninle konuşuyorum, burada bizi duyacak kimse yok!"

"Ağzından kaçırırsın falan da..."

"Sen gerçekten de bu gece bana yaşımın son on yılı hiç var olmamış gibi davranıyorsun!"

"Öyle mi? O zaman bunun hakkını vereyim!" diyen Gonca, uzanıp oğlunun suratına bir kez daha şapırtılı şapırtılı öpücükler kondurdu.

Mert, "Yanaklarım berbat oldu!" diye şikayet etti.

Sırıtan Gonca, "Hak ettin!" dedi ve örtüyü oğlunun omuzlarına doğru örtüp yataktan kalktı.

"İyi geceler yavrum, Allah rahatlık versin."

"Sana da anne."

Gonca, kapıyı usulca çektikten sonra mutfağa gitti.

"Sonunda gelebildin!" diye homurdandı Hatice Hanım. "Banyoda uyuyup kaldın sandım."

"Duşta biraz uzun kalmış olabilirim evet ama biraz da Mert'le çene çaldım."

"Uyumamış mı o daha? Yarın felsefe sınavı var! Okuldan geldiğinden beri filozof mu nedir, onların söyledikleriyle başımı şişirip durdu."

Gonca sürahiye uzanıp kendine su koyarken, "Tam bir fenci." dedi. "Çocuğun sözel derslere hiç ilgisi yok." Bardağı dudaklarına götürmeden önce, "Neyse ki Türkçe hariç!" diye ekledi.

Elde yıkadığı bir iki parça bulaşığı kurulamayı bitiren Hatice Hanım, en son elindeki oklavayı kurulayıp tezgahın üzerine koydu.

"Şunu kaldırayım."

"Bırak şimdi!" dedi Hatice Hanım kızının oklavaya uzanan eline vurarak. "Ne konuştunuz Hakan Bey'le? Kaç saat oldu gelmediniz?"

"O kadar çok olmamış..." derken gözü saate takılan Gonca'nın şaşkınlıkla sesi söndü.

"Olmamış ya!.. Dört saat boyunca yemek mi yenir?"

"Ne bileyim anne! Vaktin nasıl geçtiğini anlamadım."

Hatice Hanım gözlerini şüpheci bir keskinlikle kızının üstüne dikip, "Vaktin nasıl geçtiğini anlamadığına göre anlaşılan bu yemek pek bi iş yemeği gibi değilmiş Gonca Hanım." dedi.

Gonca içinden, "Bingo!" dedi ama annesine, "Aslında öyleydi." diye karşılık verdi. "Hakan Bey'e teklifini kabul etmediğimi söyledim."

"O ne dedi?"

"Zaten yerime birini bulmuş!"

Kaşları çatılan Hatice Hanım, "Fesuphanallah!" dedi. "Madem yerine birini bulmuş, o zaman sana niye böyle bir şey teklif etmiş?"

"İlk başta değil anne, sonradan bulmuş. Yani demek istediğim benim teklifini reddedeceğimi anlamış, o da kendi tabiriyle bir 'B planı' yapmış."

Kaşları hala çatılı olan Hatice Hanım, "Ben bu işten bir şey anlamadım!" dedi. Düşünceli bir tavırla gözünü tezgaha dikti. "Büyük iş adamlarıyla aramızdaki fark buradan geliyor herhalde. Aman, neyse! Sonra ne oldu?"

Korkunun ecele faydası olmasa da Gonca söyleyeceklerini olabildiğince geciktirmeye çalışarak, "Sonra, derken?" dedi.

"Bu anlattıklarını konuşmak beş dakika, bilemedin on, hadi bilemedin yarım saat sürsün; geriye kalan üç buçuk saatte ne yaptınız?"

Gonca omzunu silkip, "Yemek yedik, sohbet ettik." dedi.

"Gonca, bana bak!" diye emretti Hatice Hanım, gözlerini etrafta rastgele dolaştıran kızına. "Teklifi reddetmene kızmadı değil mi? Yani işini etkileyecek bir durum yok."

Annesinin ne dediğini ilk başta anlamayan Gonca sessiz kaldı, anladığındaysa, "Tabii ki öyle bir şey yok!" dedi. "Hakan... Yani Hakan Bey, isteği yerine gelmediğinde birini tehdit etmez."

"Öyle mi?.." dedi Hatice Hanım.

Gonca, gereğinden fazla şeyi açık ettiğini düşünerek dudaklarını ısırdı.

Hatice Hanım tezgahın üzerinden Gonca'ya doğru eğilerek, "Bana söylemediğin bir şey var." dedi.

"Yok!"

"Var!"

"Yok!"

Hatice Hanım, omzunu silkip hayal kırıklığıyla dolu bir sesle, "Demek annenle paylaşmak istemiyorsun." dedi.

Gonca; o başı öne eğişin, ellerin titreyerek tuzluk ve biberlikle gereksiz uğraşının, hafif hafif iç çekişin rol olduğunu biliyordu. Annesi tüm silahlarıyla saldırıyordu, ne yazık ki Gonca önceden de olduğu gibi bu saldırılara karşı daha ilk dakikada teslim bayrağını çekiyordu.

"Pekala!" dedi annesine. "Pekala. Hakan Bey... Hakan Bey..."

Düşünmek; söylemekten çok, çok kolaydı.

"Hakan Bey?.." dedi Hatice Hanım kızını konuşmaya teşvik etmek ister gibi.

"Hakan Bey benimle evlenmek istiyor."

Gonca, annesinin tüm kaslarının bir anda donduğunu düşündü. Hiçbir yeri kımıldamıyordu, Gonca bir an onun nefes almadığını da düşündü. Telaşla, "Anne!" diye bağırdı. "Anne, iyi misin?"

Hatice Hanım cevap vermedi ama iki eliyle sımsıkı kavradığı oklavayı tezgahta ileri geri hareket ettirerek Gonca'nın rahat bir nefes almasını sağladı.

"Anne, lütfen oturur musun? Senin için şok olduğunu biliyorum, benim için... Anlamadım?"

Gonca, konuşurken Hatice Hanım bir şey mırıldanmıştı.

"Anne?.. Ne diyorsun?"

Boş bakan gözlerini kızına çeviren Hatice Hanım'ın elleri, hamur açar gibi oklavanın üzerinde ileri geri hareket etmeye devam ediyordu.

"Anne? Lütfen bir şey söyle!"

"Oklavaya gerek kalmadı!"

Kaşları endişeyle çatılan Gonca, "Anne lütfen!" dedi. "Beni korkutuyorsun! Oklavayla ne alakası var?"

Gözlerini hızlı hızlı kırpıştıran Hatice Hanım, "Ne dedin kızım?" diye sordu.

"Oklavaya gerek kalmadı, gibi bir şey dedin anne! İyi misin?"

"Sadece... Sadece biraz şok oldum." diyen Hatice Hanım hemen arkasında kalan sandalyeye çöküverdi. "Aslında fazlasıyla şok oldum."

"Şunu iç!" dedi Gonca önündeki bardağı uzatıp.

Hatice Hanım; birkaç yudumun ardından merakla, "Peki, sen dedin?" diye sordu.

"Hiçbir şey. O da zaten hemen bu gece cevap istemedi. Sadece niyetini bilmemi istedi."

İyice kendine gelen Hatice Hanım takdir dolu bir sesle, "Akıllı adam!" dedi. Sonra dikkatli bakışlarını kızına dikip, "O zaman reddetmedin." dedi emin olmak isteyerek.

Gonca kısık bir sesle, "Hayır, etmedim." diye karşılık verdi.

"İyi yapmışsın!"

"Gerçekten mi?"

"Niye bu kadar şaşırıyorsun? Tabii ki iyi yapmışsın."

"Ama onu pek iyi tanımıyorum."

"Tanırsın kızım, tanırsın. Şimdi en azından bir şans vermiş oldun."

"Yani..." dedi Gonca tereddütle. "Yani bunun senin için bir sakıncası yok mu?"

Kaşlarını kaldıran Hatice Hanım, "Sakıncası mı? Benim için ne sakıncası olacakmış?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Anne, sen de daha kırkına gelmeden dul kalmıştın ama evlenmeyi hiç düşünmedin. Yani benim şimdi..."

"Orada dur bakalım Gonca Hanım!" dedi Hatice Hanım ters bir biçimde. "Kıyaslama yapmak iyi sonuç vermez bilirsin ama sen doğru bir kıyaslama da yapmıyorsun! Ben dul kaldığımda babanla paylaştığım koskoca yirmi yılı geride bırakmıştım; sen Onur'la değil yıl, ay bile geçiremedin!"

"Ama onu sevdim!"

Hatice Hanım, bıkkınlıkla, "Sana onu sevmediğini mi söyledim Gonca?" diyerek kızını azarladı. "Demek istediğim gençliğinin en güzel zamanlarında yalnızdın, hala da yalnızsın." Kızının itiraz edeceğini anlayınca, "Benim, Gülsüm'ün ya da Mert'in varlığı; dediğim tarz yalnızlığın ilacı değildir, bunu sen de biliyorsun." diye açıkladı.

"Ben, kendimi hiç o şekilde yalnız da hissetmedim."

"Çünkü hissettirecek erkekle tanışmadın!"

Gonca yanakları kızarırken, "Sen şimdi Hakan'ın o erkek olduğunu mu söylemek istiyorsun?" diye sordu.

"Belli değil mi? Öyle olmasa bu konuşmayı yapıyor olur muyduk?"

"Yine de..." diye başlayan Gonca'nın devam etmesine annesi izin vermedi.

"Çok düşünüyorsun Gonca! Zaten Hakan Bey'e bir şans vermişsin, bırak her şeyi zamana kızım."

"Çok kolay gibi söylüyorsun!"

"Zor mu? Git, gez toz..."

Bu sefer annesinin lafını kesen Gonca'ydı.

"Hakan'la mı?"

Hatice Hanım gözünü devirdi.

"Benimle değil herhalde! Tabii Hakan'la! Baktın olmuyor, olmadığını söylersin ama böyle oturduğun yerde 'Şöyle mi, böyle mi...' diye düşünerek bu iş olmaz!"

Gonca derin bir nefes aldı ve "Kolay oldu." dedi.

"Ne, kolay oldu?"

"Sana söylemek. Yani onu çok iyi tanımadığım için sana söylemeye çekiniyordum."

"Fesuphanallah! Fesuphanallah! Git de yat kızım! Aklın biraz başına gelsin! Çekiniyormuş! Çekinecek ne varsa? Koskoca kadınsın! Adamın birini beğenmişsin, o da seni beğenmiş! Kınanacak bir şeyiniz de yok!" Hatice Hanım, tavuk kışkışlar gibi sallayarak, "Git de yat!" dedi bir kez daha. "Beni sinirlendiriyorsun, sinirlenince de çeneme vurur biliyorsun!"

"Tamam o zaman." dedi Gonca annesini daha fazla sinirlendirmeyi göze alamayarak. Kapıdan çıkmadan önce, "Mert'e şimdilik bir şey söylemek istemiyorum." dedi. "Biraz zaman geçsin, öyle."

"Tamam ama çok geciktirme! Paşam akıllıdır, anlar."

"Hadi iyi geceler."

Hatice Hanım kızı mutfaktan çıkar çıkmaz mutfağın ışığını kapatıp kendi odasına geçti ve telefonunu eline aldı.

O sırada Naci Selim, karısının omzundan geceliğin ince askısını indiriyordu.

Sımsıcak bir sesle, "Artık için rahattır öyle değil mi?" diye mırıldanırken Gülsüm'ün yumuşak tenine daha da sıcak bir öpücük kondurdu.

Bugün Gülsüm'ün isteği üzerine başka bir doktora gitmişlerdi çünkü Gülsüm, önceki doktoruna bir daha güvenemeyeceğini açık açık kocasına söylemişti.

"Böyle bir şey sorduğuna inanamıyorum!" diyen karısına, "Neden?" diye sordu Naci. "Karımla rahatça sevişebilmek istiyorum ve bunun onun ya da bebeklerimizin sağlığını tehlikeye atıp atmayacağını bilmek isterim."

"Yine de..."

"Çok düşünüyorsun!" diyen Naci, Gülsüm'ün boynunu öptü. Onu en çok buradan öpülmenin tahrik ettiğini biliyordu.

Gülsüm, "Naci!" diye inledi ve telefon çaldı.

"Hay Allah kahretsin!"

Kocasının başını kendine doğru çeken Gülsüm, "Açma!" diye mırıldandı.

Başını ıstırap çeker gibi geriye atıp gözlerini yuman Naci, "Açmak zorundayım!" dedi. "Özel telefonum."

Ayağa kalkıp şifonyerin üzerinde duran telefonu aldı ve kimin aradığını görünce şaşkınlıkla endişe karışımı bir duyguyla hemen açma tuşuna bastı.

"Efendim?"

"Naci Bey?" dedi Hatice Hanım. "Geç oldu biliyorum ama Gülsüm'ü ararsam korkacağını düşündüm."

Naci gerçekten endişelenerek, "Bir sorun mu var?" diye sordu. Bir taraftan da karısına bir şey belli etmemek için sesini sakin tutmaya çalışıyordu.

"Yok, yok! Sadece Gülsüm'e bir şey diyecektim de..." Bir an susan Hatice Hanım, "Kusura bakmayın, rahatsız da ettim ama..." derken Naci, "Olur mu öyle şey?" diyerek kadının lafını böldü. Yatağa doğru yürürken, "Gülsüm'e veriyorum." dedi.

Gülsüm, adını duyunca kaşlarını kaldırıp soru sorar gibi baktı kocasına.

"Hatice Sultan ve sorun yok, sadece sana bir şey söyleyecekmiş."

Telefonu alan Gülsüm, "Hatice?.." dedi.

"Gülsüm, rahatsız ettim biliyorum ama..." diye başlamıştı ki, Gülsüm, "Bir sorun yok, öyle değil mi?" diye sordu emin olmak isteyerek.

"Yok, yok endişelenme! Naci Bey'i aradım, şimdi seni ararsam korkarsın dedim. Saat de geç oldu ama..."

Geceliğinin askısını düzelterek yatakta oturur duruma geçen Gülsüm, "Geç falan değil." dedi. "Önemli olmasa aramazdın!"

Telefondan ses alamayan Gülsüm, "Hatice?.." dedi.

Ufak bir kıkırdamanın ardından Hatice Hanım, "Kız Gülsüm, kız Gülsüm! Oklavaya gerek kalmadı!" diye bağırdı.

Telefonu kulağından uzaklaştırıp ekrana baktıktan sonra yeniden kulağına götüren Gülsüm, "Ne için oklavaya gerek kalmadı?" diye sordu.

"Hakan Bey için! Gülsüm, Hakan Bey Gonca'ya evlenme teklif etmiş!"

"Ne?.."

Gülsüm; o kadar tiz bir sesle çığlık atmıştı ki Naci Selim, "Ne oluyor Gülsüm?" diye sordu.

"Hatice, az bekle! Hoparlörü açacağım, Naci de duysun!"

"Tamam."

Gülsüm hoparlörü açarken kocasına heyecanla, "Hakan Alagöz Gonca'ya evlenme teklif etmiş." dedi.

"Vay anasını!" dedi Naci Selim. "Amma hızlı çocukmuş!"

"Aynen Naci Bey!" dedi Hatice Hanım. "Gonca söyleyince şok oldum!"

"Yemekte mi teklif etmiş?" diye sordu Gülsüm merakla.

"Öyledir herhalde. Sormadım. Hem şaşırmıştım hem de Gonca bir sürü saçmalıkla beni kızdırdı."

"Neden? Ne söyledi?"

"Benim ona kızabileceğimi ya da ne bileyim evlenmesine falan karşı çıkabileceğimi düşünmüşmüş!"

Naci Selim, "Biri, evlenmesi için senin ona komplo kurmayı bile göze aldığını Gonca'ya söylemeli Sultan!" diyerek dalga geçti.

"Ama haksız mıyım Naci Bey? Evlense güzel olmaz mı? Hem anladığım kadarıyla Hakan Bey'den de hoşlanmış."

"Ne demiş Hatice, hım?.." diye sordu Gülsüm. "Gonca kabul etmiş mi?"

"Anladığım kadarıyla Hakan Bey cevabını hemen istememiş, sanırım birbirlerini daha iyi tanımalarını istiyor ama niyetinin ciddi olduğunu Gonca'nın bilmesini istemiş."

"Aslında Hakan kuşu kafeslemek istemiş Sultan ve bence de başarmış." dedi Naci Selim.

"Anlamadım Naci Bey?"

"Gonca" diye başladı Naci Selim. "Bizim minik kuşumuz. Ürkek, tedirgin; üstelik erkek kuşlar karşısında duyarsız ve tecrübesiz. Hakan, onu yemle tuzağa çekti ama bir taraftan da onun kendini istediği zaman o tuzaktan kurtulabileceğine, özgürce kanat çırpabileceğine inanmasını sağladı anladığım kadarıyla. Niyetinin tamamen saf olduğuna da inandırdı ki kuşumuz artık ona güvenmeye başlasın. Ayrıca Hakan, azıcık bir tedirginliği kaldıysa bile o tedirginliği ortadan kaldıracak kadar işinde usta."

Naci Selim'in sözlerini sessizce dinleyen kadınlardan Gülsüm, "Tüylerim diken diken ettin Naci!" dedi kızgın bir biçimde. "Nasıl bir benzetme bu böyle!"

Telefonun diğer ucunda Hatice Hanım, kızgın olmaktan çok tedirgin, "Naci Bey, aslında Gonca bu Hakan Bey'i pek iyi tanımıyor, biz de tanımıyoruz." dedi. "Şimdi senin sözlerini dinleyince de... Yani o bizden farklı. Terbiyeli, o ayrı ama bu kadın işlerinde usta falana da benziyor. Ya bizim Gonca'yı gerçekten bir kafesin içine hapsederse ne olacak?"

"Hatice Sultan, bırak endişe etmeyi! Ben sadece Gonca'nın bu ilişkideki gidişatının nasıl olabileceğine dair bir benzetme yaptım o kadar! Yoksa gerçekte Hakan'ın Gonca'yla bir oyunun içine gireceğini sanmıyorum. Niye girsin ki? Canı oyun oynamak istiyorsa etrafında oynayacağı bir sürü kadın var."

"Tecrübe konuşuyor!" diye homurdandı Gülsüm.

Naci Selim sırıttı ama bir şey demedi.

"Ben de öyle düşünüyorum da ne bileyim birden endişelendim işte Naci Bey. Annelik işte."

"Zaten ha deyince evlenecek halleri yok Hatice." dedi Gülsüm. "O arada biz de Hakan Bey'imizle ilgili her şeyi öğreniriz."

"Haklısın." dedi Hatice Hanım yeniden kazandığı özgüveniyle. "Kız tarafıyız sonuçta. Neyin nesidir, neyin fesidir diye sormadan kızımızı verecek halimiz yok!"

"Ha şöyle Sultan!" dedi Naci Selim. "Özüne döndün! Bu arada, Mert'in haberi var mı?"

"Yok, Gonca hemen söylemek istemiyor."

"Benim bildiğim Mert, bu işi iki dakikada anlar!"

"Ben de öyle dedim Naci Bey ama işte Gonca'nın beyni sürekli fazla mesai yaptığı için kesin Mert'in ne diyeceğiyle ilgili de saçma sapan şeyler düşünmüştür.

Naci Selim, "Hakan'a acıyorum." dedi. "Gonca'yla işi zor!"

"Naci!" diye bağırdı Gülsüm. "Sen kız tarafısın!"

"Bir yıl önce de erkek tarafının en önde temsilcisiydim ama! Bekarlığa alışmış kadınları evliliğe ikna etmek kadar zor bir şey yok!"

"Ama sen başardın!"

"Cazibemle."

"Ben en iyisi telefonu kapatayım da siz bu flörtleşme oyununa devam edin." dedi Hatice Hanım imalı bir sesle.

"Ay, özür dilerim Hatice!" diyen Gülsüm'e. "Ne özür diliyorsun?" diye karşılık verdi Hatice Hanım. "Hem söyleyeceğimi söyledim zaten."

"Tamam ama yarın gel de bir çay içelim, hem de konuşuruz."

"Zaten çarşamba akşamı sizde yemekte olacağız."

"Gonca yanımızdayken Gonca'nın dedikodusunu nasıl yapacağız Hatice?"

"Sen de haklısın valla! Neyse... O zaman yarın görüşürüz. Hadi iyi geceler, Allah rahatlık versin."

"İyi geceler Hatice."

"İyi geceler Sultan."

Telefonu karısının elinden alan Naci götürüp şifonyerin üstüne bıraktı.

Yatağa yaklaşırken, "Neden gülüyorsun öyle?" diye sordu karısına.

"Nasıl gülmeyeyim? Goncacığımın mutlu bir evlilik yapma şansı var."

Yatağa uzanıp karısına sokulan Naci Selim, "O da kayınvalidesi gibi büyük balık yakaladı." dedi.

Burnunu kırıştıran Gülsüm, "Bir yıl boyunca ne kadar dil döktüğünü hatırlamıyor olsam belki söylediğine inanırdım." dedi.

"Tamam, ben seni yakaladım ama kabul et, büyük balığım."

Gülsüm gülerek, "Senin egonu okşamaya hiç niyetim yok Naci Selim!" dedi.

Naci karısını iyice kendi bedenine çekti ve sırıttı.

"Merak etme, okşama işini ben hallederim!"

 

Bölüm : 01.01.2025 14:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...