40. Bölüm

24. Bölüm

majdafan
majdafan

 

Gonca, önce, "Aah, Ah!"; sonra da "Mmm, Mm!" diyerek iç geçiren kadına, "Lütfen şunu keser misin anne?" diye seslendi, olumlu ya da olumsuz herhangi bir tepki alamayınca da sesini yükseltti: "Anne!.. Beni duymuyor musun?"

 

Hatice Hanım, yüzünü kızına doğru çevirdiğinde suratında yarım saattir bozulmayan hülyalı bir ifade vardı.

 

"Bir şey mi dedin Gonca?"

 

"Evet, dedim!"

 

"Ne dedin?"

 

Gonca gözlerini devirdi.

 

"İki saattir iç geçirip geçirip duruyorsun anne!"

 

Gözlerini birkaç kez kırpıştıran Hatice Hanım, "Ne varmış geçiriyorsam?" diyerek omzunu silkti. "Her gün kızıma ilan-ı aşk edilmiyor ya!"

 

"Öyle bir şey olma..."

 

Kızına ters ters bakan Hatice Hanım, onun cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden, "Öyle bir şey oldu!" dedi. "Sen anlattın olduğunu! Hem de yüzlerce kişinin önünde olmuş!"

 

Gonca, kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu.

 

"Abartmasan olmaz!"

 

"Bana bak Gonca! Öyle bana homurdanma; yaşına başına bakmam, alırım oklavayı!"

 

"Anne ya!.."

 

"Ne, 'anne ya'? Yalan mı söylüyorum?" Çenesiyle son yarım saattir gözlerini neredeyse hiç ayırmadan baktığı ve o sırada da derin derin iç geçirerek farkında olmadan hayaller kurduğu gül goncalarını işaret ederek, "Bunlar yalan mı söylüyor?" diye sordu.

 

Gonca, cevap vermek için dudaklarını araladı ama...

 

Hatice Hanım; hala bir parça hülyalı yüzünü hafifçe yukarı kaldırıp başını iki yana sallayarak, "İnceliğe bak!" diyordu. "Adamdaki inceliğe bak! Benim kızıma, Gonca'ma, gül goncaları gönderiyor! Hem de sevgisinin, aşkının renginde!" Hatice Hanım yeniden iç geçirdi. "Bundan daha mutlu olduğum tek gün; Mert'i ilk gördüğüm, ilk kucağıma aldığım gündü!"

 

Gonca şaşkın şaşkın, "Ne kadar da duygusala bağladın!" diye konuştu.

 

Hatice Hanım, kızının şaşkınlığına şaşırarak, "Neden bağlamayacakmışım?" diye sordu. "Bağlarım tabii! Benim tatlı kızıma, benim minik yavruma... Mi... Minik yavruma, daha kendi çocukken... Çocukken anne olan yavruma... Yalnız yavruma..."

 

Hatice Hanım'ın kesik kesik titreyen sesi, ufak bir hıçkırıkla bölündü.

 

"Anne!" diye feryat eden Gonca, ayağa fırladığı gibi annesinin sarsılan omuzlarına sımsıkı sarıldı. "Canım annem! Canım! Daha kaç defa söylemem lazım? Ben yalnız değildim! Sen vardın, sonra Gülsüm annem, Mert... Nasıl yalnız olabilirim?"

 

Sesi kızının göğsünde boğuk boğuk çıkan Hatice Hanım, "Aynı şey değil!" diyerek itiraz etti. "Değil! Bunu hep söylüyorum! Sen de biliyorsun aynı olmadığını!" Hıçkırığını, yutkunup derin bir nefes alarak bastırdı. "Hep biri olsun istedim, Mert'i büyütürken sana destek olsun istedim!"

 

Hatice Hanım, "Siz bana destek oldunuz zaten." diyen kızını dinlemeden, "Onur'un olacağı gibi destek olsun istedim ama sen hiç oralı değildin." diye devam etti.

 

"Çünkü böyle bir şeye ihtiyaç duymadım anne. Bu da sizin sayenizde. Sen ve Gülsüm annemin!"

 

Hatice Hanım boğuk boğuk gülünce, Gonca geri çekilip onun yüzüne baktı. Başparmaklarıyla annesinin yanaklarını ıslatan yaşları yavaşça silerken, "Ağlıyordun." dedi. "Şimdi de tutmuş gülüyorsun!"

 

"Gülerim tabii. Hakan Bey, seni sıkıştırmasa sen yine etrafta böyle, 'İhtiyaç duymuyorum, duymuyordum.' diye dolaşırdın!"

 

Gonca bir an durdu, sonra ufak bir kahkaha attı. "Haklısın." dedi annesine. "Ama pes etmemin nedeni onun ısrarı değil. Tabii o da önemli ama esas neden, ısrar edenin Hakan olması."

 

"Bi... Biliyorum. O... O senin kalbine dokundu."

 

"Aa!... Hadi ama anne! Ne var şimdi ağlayacak yine?"

 

"Mutluyum!" dedi Hatice Hanım en doğrusunu söyleyerek. "Hem de çok mutluyum! Evlendiğin gün daha da mutlu olacağım, hele çocukların olunca..."

 

"Anne!"

 

"Ne var?" diyerek Gonca'yı azarlayan Hatice Hanım, "İnsanın evlenince çocukları olur, öyle değil mi?" dedi. "Tabii Allah izin verirse!"

 

"Taa nereleri düşünüyorsun Allah aşkına!"

 

Hatice Hanım kızına, "Ben bunları Hakan'ı gördüğümden beri düşünüyorum." demedi elbette; sadece, "Düşünürüm tabii!" demekle yetindi. "Bir annenin çocuklarıyla ilgili hayalleri hiç bitmez."

 

"Tamam." dedi Gonca, kendisinin de Mert'le ilgili hayallerini anımsayarak. "Bu konuda haklısın."

 

Gerdanını göğsüne doğru kıran Hatice Hanım, "Tabii haklıyım!" dedi, sonra da kızının kolları arasından sıyrılıp ayağa kalktı.

 

"Hadi yerine otur da ana-kız karşılıklı kahve içelim. Sade yaparım, ağzımıza da..." Çenesiyle masanın üzerinde duran kutuları işaret ederek, hevesle, "Şu nefis çikolatalardan atıveririz. O arada sen de bana çiçeklerin ve çikolataların nasıl getirildiğini anlatırsın." dedi.

 

Olan biteni en az üç kez anlatmış olan Gonca, "Allah aşkına, anne, daha kaç kez anlatmam gerekiyor?" diyerek isyan etti.

 

Hatice Hanım, sanki dünyanın en doğal şeyi buymuş gibi, "Ben sıkılıncaya kadar." diye buyurdu. Gonca ağlar gibi, "Anne!" diye sızlanınca da yeniden, "Ne var?" diyerek kızını tersledi. "Benim duygusal ihtiyaçlarım yok mu? Hem, artık dizi de izleyemeyeceğime göre, ya başka ne yapayım?"

 

"A-a! Neden izleyemiyorsun?" diyen Gonca, kendisi asla izlemese de az çok duyduklarından yola çıkarak, "Daha sezon finalleri için erken değil mi?" diye sordu.

 

"Erken tabii!"

 

"O zaman neden izleyemeyeceğini söyledin?"

 

"Hakan Bey yüzünden!" diye homurdandı Hatice Hanım. "Dizilerdeki bütün romantik hareketleri basitleştirdi! Sayesinde o yakışıklı jönlerin hiçbir yaptığını beğenesim gelmeyecek! Az çok inanmadıktan sonra, dizi izlemenin tadı mı olur?"

 

Gonca, dayanamayıp kıkırdadı.

 

"İlahi anne!"

 

"Üstelik adam dizi jönü falan değil, gerçek! Tanıdığımız biri! Sana sadece çiçek ve çikolata yollamış olsa hadi neyse, bunları az çok zekası olan her erkek yapabilir. Ama onların takdim ediliş biçimi?.." Hatice Hanım, başını sallayarak iç geçirdi. "Yazık oldu dizilerime! Ama yine de ben Hakan Bey'i affediyorum çünkü her ne yaptıysa hem güzel yaptı hem de benim güzel kızım için yaptı!"

 

Yanakları kızaran Gonca, yüzünü Hatice Hanım'ın özenerek en güzel vazosuna yerleştirdiği çiçeklere çevirdi. Onları teslim aldıktan sonra uzun uzun koklamış, bir taraftan da Hakan'ın gerçekten de kendisini sevdiğini fark etmenin mutlu sarsıntısını yaşamıştı.

 

Başını kaldırdığında Suzan'ın en az Hatice Hanım'ınki kadar baygın gözleriyle karşılaşmıştı ve Nisan... Nisan; çoktan kutulardan birini açmış, göz alıcı şatafatla sarılmış çikolataları ağzına atmakla meşguldü ve önündeki jelatinlere bakılırsa bu ilk çikolatası da değildi. Yüce gönüllülükle, "Bu Hakan Beyi affedebilirim." diyerek keyif bağışlamıştı.

 

Suzan, baygın sesiyle, "Hakan Beyi neden affetmeniz gerektiğini bilmiyorum ama bence böyle jestler yapmayı bilen her erkek affedilebilir Nisan Hanım." demişti.

 

"Ufak bir hatırlatma Suzancığım: Bu jest bana yapılmadı."

 

Suzan omzunu silkip, "Muhtemelen de hiç yapılmayacaktır." demiş; sonra da nasıl bir pot kırdığını anlayarak, hızlıca, "Demek istediğim, kaç erkek böyle bir jest yapar ki Nisan Hanım?" diye eklemişti.

 

"Ya da kaç kadına böyle bir jest yapılır?" diyen Nisan, Gonca'ya dönüp göz kırpmıştı. "Durdun durdun, turnayı gözünden vurdun! Anlaşılan bizim soğuk nevale patron, söz konusu sen olduğunda sıcaklık değerini sabit tutamıyor."

 

Gonca, Nisan'ın sözleri karşısında gülmüş; o arada da üzerine dikilen bakışlardan rahatsız olmuştu. Başını masanın üzerine doğru eğip, "Artık gözlerini kaçırmıyorlar, düpedüz bakıyorlar." diye fısıldamıştı.

 

"Tabii bakarlar! Patronumuz sayesinde 'Gonca ile Hakan'dan bir bölümü canlı canlı izleme fırsatı buldular."

 

Nisan'ın sözleri üzerine kıkırdayan Gonca'ya Suzan da eşlik etmiş, üçü birden kahkahalara boğulmuşlardı.

 

"Bir de bana diyordun! Kim goncalara bakıp bakıp iç geçiriyormuş Gonca Hanım?"

 

Gözlerini kırpıştırıp çekmeceden cezveyi çıkaran annesine dönen Gonca itiraz etti: "Ben iç falan geçirmedim!"

 

"Tabii canım, tabii!" diyerek kızıyla alay eden Hatice Hanım, bir an sonra, "Acaba misafir odasındaki vazoyu buraya getirip bunu oraya mı götürsem?" diye mırıldandı.

 

"Neden öyle yapacakmışsın?"

 

"Çünkü bu vazo oraya daha çok yakışır."

 

"Ama sen bu vazoyu daha çok seviyorsun ve vaktinin çoğu mutfakta geçtiğine göre bence vazonun burada durması daha uygun anne."

 

Hatice Hanım gülümsedi. "Haklısın valla! Vazoya da güllere de baktıkça gözüm gönlüm açılıyor." dedikten sonra kahve kavanozu için dolaplardan birinin kapağını açtı. O sırada da "Biraz yanıldım ama o kadarı da olur." diye mırıldanıyordu.

 

Gonca merakla, "Hangi konuda yanıldın?" diye sordu.

 

Kendi kendine konuşurken kızına yakalanan Hatice Hanım, bir anlık kararsızlığın ardından, "Tabii ki Hakan Bey konusunda." diye cevap verdi. "Ben onun biraz mesafeli ve soğuk biri gibi düşünmüştüm ama hiç öyle değilmiş!"

 

Hakan'ın genel olarak insanlara davranışlarını düşünen Gonca, onunla gerçek anlamda tanıştıktan sonra olanları düşünen Gonca, "Yanıldığını sanmıyorum anne." diyerek mırıldandı.

 

"Nasıl yanılmıyorum? Öyle soğuk ve mesafeli biri olsaydı seni ikna etmek için o kadar çaba harcar mıydı? Sonra milletin ortasında kendinin ne duruma düşeceğini hiç düşünmeden bugünkü gibi davranır mıydı?"

 

"Hakan, bir karar verdiğinde başkalarının ne düşündüğünü umursayacak biri değil anne."

 

"Öyle de olması lazım! Yoksa nasıl başarılı bir iş adamı olabilir?"

 

"Ben iş hayatını kastetmemiştim."

 

Hatice Hanım, bir eliyle kahveyi karıştırırken diğer elini beline koyup kızına döndü.

 

"Yani sen şimdi bana, Hakan Bey'in senin ne düşüneceğini umursamayacağını mı söylüyorsun?"

 

"Hayır ama..."

 

Kızının verdiği cevabı yeterli bulan Hatice Hanım onun sözünü keserek, "O zaman daha ne?" diyerek kestirip attı. "Önemli olan sevdiklerinin düşüncelerini umursaması, gerisi önemli değil."

 

Hatice Hanım, gözlerini yeniden goncaların üzerinde gezdirdi ve yeniden iç geçirmekten kendini alamadı.

 

"Çok güzeller!"

 

Gonca da "Gerçekten de öyleler." diyerek annesini onayladı.

 

Kahveyi fincanlara dolduran Hatice Hanım, "Sormayı unuttum." dedi. "Nisan nasıldı?"

 

"Gayet iyi." diyerek annesini yanıtladı Gonca. Kasım'la olaylı görüşmelerinin ardından Nisan'ın işteki ilk günüydü. "Bu arada söylemeyi unuttum: Bugün Kasım Bey'i aradım."

 

"Neden?"

 

"Özür dilemek için anne! Adama bir sürü laf söyledim; yetmedi, üstüne hakaret ettim."

 

Hatice Hanım kahveleri masanın üstüne koyduktan sonra geçip kızının karşısına oturdu.

 

"O da hak etmiş ama! Tabii Nisan da çok hatalı ama yine de Kasım'ın daha terbiyeli, edepli olması lazımdı. Düpedüz Nisan'a hakaret etmiş!" diyen Hatice Hanım'ın yüzü sertleşti, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, "Nisan'ın gönlünü almadan Kasım bir daha bu eve gelemez!" diye buyurdu.

 

Elini ağzına götüren Gonca, şaşkınlıkla, "A-a! Anne!" dedi. "Ne oldu sana böyle? Kasım'a bayılmıştın!"

 

Hatice Hanım, "O yüze kim bayılmaz?" derken omzunu silkiyordu. "Ama Nisan'a gösterdiği yüzünü hiç beğenmedim. Her neyse. Sana ne dedi?"

 

"Kim, Kasım mı?"

 

"Başka kim olabilir acaba?"

 

Hatice Hanım'ın alaycı cevabı karşısında sırıtan Gonca, aynı alaycılıkla, "Sanırım onu korkutmuşum." diyerek annesine karşılık verdi. "Sesi, kulağıma oldukça tedirgin geldi."

 

"Korksun tabii! Bizim Nisan'ımızı kimsesiz mi sanmış?"

 

"Anne, sorunun tam aksi noktadan çıktığını hatırlamıyor musun?"

 

Hatice Hanım, açmış olduğu çikolatayı ağzına atmadan önce yüzünü buruşturdu.

 

"Beni bazen aptal yerine koyuyorsun ya, pes yani Gonca!"

 

"Aşk olsun anne, hiç öyle şey yapar mıyım? Kasım'a gelince, bana teşekkür etti ve çok nazik olduğumu söyledi, sonra da Nisan'ın adresini istedi."

 

Kaşlarını kaldıran Hatice Hanım, "Ne yapacakmış ki Nisan'ın adresini?" diye sordu.

 

"Çiçek gönderecekmiş, özür dilemek için."

 

"Çiçeği iş yerine gönderemiyor muymuş?"

 

Gözlerini şaşkınca açan Gonca, "Bak bunu hiç düşünmemiştim." dedi.

 

Hatice Hanım gözlerini devirdi.

 

"Hiç cin fikirlilik yok sende Gonca! Ya Kasım..."

 

Çalan zil yüzünden lafı bölünen Hatice Hanım, saate baktı.

 

"Paşam yine anahtarını almayı unutmuş."

 

Gonca ayağa kalktı.

 

"Ben açarım."

 

Çantası; gelişigüzel, hatta neredeyse düşecekmiş gibi sağ omzunda duran Mert, "Biliyorum, biliyorum..." dedi annesine konuşma fırsatı tanımadan. "Anahtarı evde unutmuşum."

 

"Ya biz evde olmasak?"

 

Girişte ayakkabılarını çıkarıp dolaba koyan Mert, "Çocuk değilim herhalde anne." dedi. "Bir yerde oturup beklerim. Hem, telefon denilen bir şey var."

 

"Öyle ama..."

 

Mert; hızlı ve sulu bir öpücük verdiği annesi, "Iğğ!.." diyerek yanağını silerken gülüyordu. "Hani çocuk değildin? Üç yaşından beri her öpüşün inek yalamış gibi hissettiriyor!" dediğinde de içten bir kahkaha attı.

 

"Bu öpücük tarzı, sadece senin için Kraliçe Gonca'm!"

 

Ciddiyetini daha fazla devam ettiremeyen Gonca, "Seni yalak!" diyerek güldü.

 

"Biliyor musun anne; 'yalak' dedikoduculara, boşboğazlara denirmiş."

 

Gonca kirpiklerini kıpıştırarak, "Kim demiş?" diye sordu.

 

Montunu astıktan sonra odasına doğru giden Mert, annesine, "Geçen edebiyat dersinde işlediğimiz metinde geçiyordu." diyerek karşılık verdi.

 

Tıpkı annesi Hatice Hanım gibi, "Ben onu bunu bilmem!" diyerek kestirip attı Gonca. "Senin gibi yalaklara 'yalak' denir."

 

"Anne; sana hiç kimse, tanımladığın sözcüğü o tanımın içinde kullanmaman gerektiğini öğretmedi mi?" diye soran Mert, çantasını rastgele bir kenara fırlattı.

 

"Senin dilin fırın küreği kadar uzadı Mert Efendi!"

 

Kahkaha atarak annesine sarılan Mert, "Gittikçe anneanneme benzediğinin farkında mısın?" diye sordu. "Az sonra beni oklavayla tehdide de başlarsan hiç şaşırmam!"

 

Başını geri verip oğlunun gözlerinin içine bakan Gonca, "Neden bana Hakan'la aranızda geçen konuşmadan bahsetmedin?" diye sordu.

 

Gözleri büyüyüp şok içinde kalakalan Mert, kollarını usulca annesinden çekti.

 

"İşte bu hiç Hatice Sultanlık bir hareket değildi. Resmen sağ gösterip sol vurdun anne."

 

Gonca; oğlunun odasındaki, çok değil birkaç hafta evvel Hakan'ın uyuyakaldığı, kanepeye oturdu ve elini yanına vurarak Mert'i de oturması için çağırdı.

 

Annesinin yanına oturduktan sonra uzun bacaklarını genişçe açan Mert, kavuşturduğu ellerini bacaklarının arasından sallandırdı. Annesinin sessizliğinin bir yanıt beklentisi olduğunun farkında olarak ne diyeceğini bilemedi ama en sonunda en doğrusunun dürüstlük olduğuna karar verdi.

 

"Ben... Ben sana yalan söyledim anne."

 

Bu, beklenmedik sözlerle şaşıran Gonca, "Hangi konuda?" diye sordu.

 

"Hani babaannemlere gittiğimiz gün, bana biriyle görüşmeye başlarsan ne düşüneceğimi sormuştun; ben de sana sen istedikten sonra bunun sorun olmayacağını söylemiştim ya..." Mert başını ellerine doğru eğerek, "Yalan söyledim." diye fısıldadı.

 

Oğlunun tarazlanan sesi, Gonca'nın, "Mert!" diye inlemesine neden oldu. Uzanıp oğlunun elini sımsıkı kavradı ve onu, "Böyle hissetmen yanlış değil!" diyerek teselli etmeye çalıştı. "Hiç yanlış değil!"

 

"O gün seninle konuşan aklımdı, Hakan abiyle konuşan da aklımdı ama kalbim..." Mert başını kaldırdı, çevresindeki ağaçların yansımasıyla yemyeşil görünen göller kadar ıslak gözleriyle annesine baktı ve göğsünden kopan derin bir hıçkırıkla, "Kalbim seni kimseyle paylaşmak istemiyor anne!" dedi.

 

Bir an bile beklemeden oğluna sarılan Gonca, "Şşş!.." dedi. "Şşş!.. Bu yanlış değil Mert! Değil!"

 

"İşte..." diye başladı Mert boğuk boğuk çıkan sesiyle. "İşte bu yüzden sana bir şey söylemek istemedim. Bu yalan söylemek gibi bir şey olurdu ama... Ama ben... Ben senin mutlu olmanı her şeyden çok istiyorum anne!"

 

Oğlunun başını şefkatle okşayan Gonca, "Biliyorum." diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. "Elbette biliyorum."

 

"Ve... Ve ben Hakan abiyi de sevdim, çok sevdim! O... O delikanlı bir adam. Düşünsene anne, bana seninle evlenmek istediğini söyledi, hem de sana söylediği gün söyledi. Tepkimden çekinmedi. Ne dedi biliyor musun?"

 

Gonca, cevabını başını oğlunun sırtında sağa sola sallayarak verdi.

 

"Dedi ki: 'Ben annenle evlenmek istiyorum, senin de bunu bilmeni istiyorum çünkü bu senin hakkın!' Ama... Ama ben bunu hiç hak etmiyorum anne!"

 

Oğlu yine hıçkırınca ona daha da sıkı sarıldı Gonca. Bir taraftan da her annenin sahip olduğu içgüdüsel bir tavırla onu kollarının arasında sallamaya başlamıştı. Sakin bir sesle, "Sana kızacağımı mı sandın?" diye sordu oğluna. "Annesini üzmemek için kendini üzmeyi tercih eden bir evlada nasıl kızılır Mert?" Gövdesini geri çekip oğlunun yüzünü iki eliyle birden kavradı. "Söyle bana, nasıl kızılır?"

 

Mert, annesinin bakışlarındaki sevgi ve şefkate dayanamayarak gözlerini yumdu ve bu hareket, yeniden yanaklarından gözyaşlarının kaymasına neden oldu.

 

"Ağlama yavrum! Ne olur ağlama!" diye yalvardı Gonca. "Senin gözyaşlarına kurban olurum!"

 

Bu sefer hızla sarılan Mert'ti. Annesini göğsüne çekip sımsıkı sarıldı.

 

"Annem! Annem!"

 

Birbirlerine sarılı durdukları ve ağladıkları birkaç dakikanın ardından, "Hadi!" dedi Gonca. "Anneannen merak eder. Sonra gelip bizi böyle bulursa iki gözü iki çeşme o da ağlar, mahvoluruz!"

 

Gözlerinde hala kurumamış yaşlarla gülümseyen Mert, "Allah korusun!" dedi. Elinin tersiyle yüzünü öylesine bir sildi, sonra uzun uzun soluk verdi.

 

"Anne, kalbim seni paylaşmak istemiyor olabilir ama kalbim senin mutlu olmanı her şeyden daha çok istiyor."

 

Gonca kırık bir tebessümle, "Ben zaten mutluyum." diyerek karşılık verdi oğluna.

 

"Biliyorum ama... Ama Hakan abiyle mutluluğun daha da artacak, öyle değil mi?"

 

Alt dudağını ısırıp duran Gonca, oğlunun cevap beklediği sorusu karşısında gözlerini yumarak başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.

 

"Bugün felsefe dersinde konumuz neydi biliyor musun anne?"

 

Oğlunun beklenmedik sorusu karşısında şaşıran Gonca, bu kez de başını sağa sola salladı.

 

"Alışkanlıklar. Hayvanların da tıpkı bizim gibi alışkanlıkları olduğunu biliyor muydun? Çoğunlukla da o alışkanlıklar sayesinde türlerini devam ettirebiliyorlarmış. Yani bu bir şekilde otomatiğe bağlanmış uygulamalı hareketler toplamı gibi bir şey. Bu yüzden filozofun birine göre alışkanlıklarla ortaya çıkan bir hareketin ahlaki değeri bile yok."

 

Oğlu, konuşmasını derin bir sessizlikle noktalandırınca, Gonca merakla ve aynı zamanda büyük bir şefkatle, "Ee?.." dedi.

 

"Anlamıyor musun anne? Sen, anneannem, bu ev... Her şey benim alışkanlığım ve onların değişme ihtimali beni korkutuyor ve bu gerçekten de hiç ahlaki değil."

 

"Mert, Mert!" diyen Gonca sevgiyle oğlunun yanağını okşadı. Fısıltıdan farksız titreyen sesiyle, "Neler düşünmüşsün böyle!" dedi.

 

Başını eğerek annesini onayladı Mert.

 

"Evet, düşündüm. Sonra neredeyse bir yıl sonra üniversiteyi kazandığımda bu alıştığım düzeni kendimin de bozabileceğini düşündüm."

 

"Ve?.."

 

"Ve ben canımın istediği zamanda veya işime gelen bir zamanda bu düzeni bozabileceksem, sonuçta sizin alıştığınız düzeni bozacaksam sen niye bozmayasın?"

 

Oğlunun sahip olduğu olgunluğa her seferinde şaşıran Gonca; uzanıp masanın üzerinden bir peçete alıp yüzünü, gözünü, burnunu sildi. O sırada Mert, içinden geçenleri anlatmaya devam ediyordu.

 

"Bu şekilde düşününce seni Hakan abiden kıskanmamın normal olduğuna karar verdim, eminim onun varlığına alıştıkça hislerim değişecektir."

 

"Değişmek zorunda değil." diye fısıldayan annesine, kaşlarını çatarak, "Neden?" diye sordu Mert. "Yoksa... Yoksa aranızda bir sorun mu var?"

 

Gonca sessizce başını iki yan sallayınca Mert, büyük bir pişmanlıkla, "Benim için böyle söyledin, öyle değil mi?" diye sordu. "Benim için ondan vazgeçersin."

 

"Senin için vazgeçmeyeceğim hiçbir şey yok Mert!"

 

Mert, iki eliyle birden uzanıp annesinin ellerini yakaladı.

 

"Benim için hiçbir şeyden vazgeçmeyeceğine dair söz ver anne!" dedi. Annesi inatçı bir kararlılıkla suskun kalınca, "Peki..." dedi. "O zaman bana Hakan abiden vazgeçmeyeceğine söz ver!"

 

"E... Emin misin?"

 

"Tabii eminim anne! Belki şimdi bana inanmayacaksın, belki seni ikna etmek için şimdi uydurduğumu düşüneceksin ama ben de cesaretimi toplayıp seninle konuşmaya karar vermiştim anne, sen sadece benden önce davrandın!"

 

"Benimle ne konuşacaktın?"

 

"Sana Hakan abiyi bildiğimi söyleyecektim, seni çalmaya çalıştığı için içimden ona kızsam da bir taraftan da seninle başarılı olması için ona tüyolar verdiğimi, seni sevdiğimi, çok sevdiğimi... Anne!.. Ağlama lütfen, lütfen ağlama!"

 

Gonca hızlı hızlı gözlerini silerken, "Beni sen ağlattın aptal çocuk!" dedi. "Bana öyle güzel bir hediye verdin ki!" Başını iki yana sallayan Gonca, "Beni sevdiğini biliyordum Mert." dedi. "Ama bu kadar sevdiğini bilemezdim yavrum!"

 

Anne oğul yeniden birbirlerinin kollarına atılmak üzereyken, "Ne oluyor burada?" diyen bir ses araya girdi.

 

İkisi de şaşkınlıkla kapıdaki kadına baktılar.

 

Mert hemen ayağa kalkıp, "Bir şey olduğu yok anneanne!" dedi. "Esme'yle biraz tartıştık da annemle onu konuşuyorduk."

 

Hatice Hanım tek kaşını kaldırıp, "Bu yüzden mi ikiniz de ağladınız?" diyerek son derece mantıklı bir soru sordu.

 

"Annem, babamla kendi ilişkilerinden örnek verdi; sonra da duygusala bağladı, sonra ben de bağladım, derken..." Mert elini iki yana açarak boynunu büktü. "Hepsi bu kadar."

 

Hatice Hanım bir an bir şey söyleyebilecekmiş gibi göründü ama sonra nedense fikrini değiştirip, "Kahve buz gibi oldu." dedi. "Döktüm."

 

Mert omzunu silkti.

 

"Ben zaten kahve sevmem."

 

"Sana demedim paşam, annene dedim." diyen Hatice Hanım, sinsi sayılabilecek bir gülümsemeyle, "Ayrıca kahve sevmediğini biliyorum ama çikolataya hayır demediğini de biliyorum." diye devam etti.

 

Mert'in gözleri parladı.

 

"Çikolata mı? Yoksa... Yoksa Münir dedemin her ay gönderdiği çikolataları bu ay iade etmeyip kabul mu ettin anneanne?"

 

Gözleri hiddetle parlayan Hatice Hanım, "Ne münasebet!" diyerek torununu tersledi. "Ağzından çıkanları kulağın duysun Mert Efendi!"

 

Mert'in daha beş dakika önce yaşlar yüzünden parlayan gözleri, şimdi hınzırlık yüzünden parlıyordu.

 

"Neden olmasın anneanne? Yoksa Münir dedem yeterince yakışıklı değil mi?"

 

Gonca, kahkahasını bastırmaya çalışarak, "Mert!" diyerek oğlunu uyarmak istedi.

 

Mert; anneannesinin kıpkırmızı suratından gözlerini hiç ayırmadan, "Anne, lütfen!" dedi. "Burada anneannemin aşk hayatını düzene sokmaya çalışıyorum."

 

Hatice Hanım karşılık olarak hiçbir şey demedi. Sadece yere doğru iyice eğildi.

 

Mert, hemen savunma durumuna geçerek iki elini birden öne uzattı; aynı anda da omzunun üstünden arkaya doğru kaçamak bir bakış attı.

 

"Anne! Yardım et! Anneannem en ağır silahlarını kuşandı."

 

Hatice Hanım; iki elindeki terlikleri sallayarak, geri geri kaçan torununa tehditkar bir ifadeyle yaklaşırken, "Sana 'torun' dedik, 'paşam' dedik. El üstünde tuttuk." diyordu.

 

Hatice Hanım terliklerden birini ileri doğru savurunca Mert, "Anne, kurtar beni!" diye ciyakladı.

 

"Bana hiç güvenme! Kendin ettin, kendin buldun!" diyen Gonca, anneanneyle torununu baş başa bırakarak mutfağa doğru seğirtti. Yüzündeki gülümseyiş, tezgahın en güzel noktasına konulmuş vazoyu ve üzerindeki muhteşem çiçekleri görünce sönüverdi.

 

"Mert!" diye fısıldadı. "Mert'im!"

 

Neler düşünmüştü böyle! Neler! Oğlu; her insanın en çok kendine döndüğü, kendini düşündüğü çağında kendine dönüp, kendini düşünmeye çalışmış ama bunu becerememişti çünkü bir parça bile bencil olmak Mert'in hamurunda yoktu. O böyle bir çocuktu.

 

Gonca başını geriye doğru atıp bir dua mırıldandı: "Sana şükürler olsun Allah'ım!"

 

Mert'le Hatice Hanım mutfağa girdiklerinde, Gonca'nın Hakan'la ilişkisinin oğlunun üzerinde başka ne gibi etkilerinin olabileceğini kendi kendine sorguladığı bir beş dakika geçmişti. Gonca, bu kısacık zamanda Mert'in anneannesinin gönlünü nasıl aldığını bilmiyordu ama alacağından bir an bile şüphe duymamıştı.

 

Mert, mutfak kapısında durup, "Oo!.. Burası çiçekçiye dönmüş." dedi. Sonra gözleri masanın üzerine kaydı ve bir çırpıda kolunu anneannesinin omzundan çekip sandalyelerden birine oturdu.

 

Kaşla göz arasında ilk çikolatasını ağzına attı; ikincisini açarken, "Efsane bir şey bu!" dedi.

 

"Yavaş ol paşam, daha yemek yemedin!"

 

"Yemek yerine bunları yemeyi tercih ederim."

 

Gonca, oğlunun önünden paketleri çekerken, "Ve şeker komasına girersin." diye homurdandı.

 

"Ya anne, ya! Bari birini versen!"

 

Gonca'nın kaşları havaya kalktı.

 

"Biri, derken kastettiğin paket değildir umarım."

 

Mert; annesinden iş çıkmayacağını anlayınca, "Anneanne ya, şu kızına bir şey söyle!" dedi.

 

Hatice Hanım, tam ağzını açmışken kızının bakışlarını görünce geri kapattı; doğruca ocağın başına geçip akşam yemeği için tencerelerin altını açtı.

 

Mert anneannesinden de iş çıkmayacağını anlayınca, "Ama yemekten sonra birkaç tane daha isterim." dedi. "Hem bu kadar çikolata paketi nereden çıktı? Ve de tabii bu güller?" Bakışları iki kadın arasında gidip geldikten sonra daha genç olanının üzerinde durdu. "Anne?.."

 

Gonca, tereddüt ederek, "Hakan gönderdi." dedi.

 

Mert'in bir an kaskatı olan bedeni, çok geçmeden gevşedi. "Zevkliymiş." dedi takdir dolu bir sesle.

 

Gonca, rahatlayarak nefesini verdi.

 

"Ama ben goncaları daha çok beğendim." diyerek fikrini belirtti Hatice Hanım.

 

Dönüp çiçeklere bakan Mert omzunu silkti.

 

"Evet, güzeller ama maalesef yenmiyorlar."

 

"Sen ve doymak bilmez boğazın!" diye homurdandı Hatice Hanım.

 

"Ama sen bana yemek pişirmeyi seviyorsun anneanne!"

 

"Seviyorum sevmesine de arada bir dinlensem hiç fena olmaz."

 

"Tamam, yarın akşam sana-dürüm ayran ısmarlayayım."

 

Hatice Hanım burnunu büktü.

 

"Dürüm-ayran mı?"

 

"Burada, karşında bir öğrenci var herhalde anneanne. Bütçem kısıtlı."

 

Annesiyle oğlunun konuşmasını gülümseyerek izleyen Gonca, "Sen dürüm-ayranını başka zaman ısmarla Mert." dedi oğluna. "Yarın akşam yemeğe davetliyiz."

 

Mert'in gözleri korkuyla büyüdü. İki ellerinin parmaklarını yüzünün önünde birleştirip, "Ne olur Nisan teyzeme olmasın anne! Ne olur!" diye yalvardı. "Onun deneysel mutfağının deneği olmak istemiyorum!"

 

"Kes şunu Mert!" derken gülen Gonca, annesinin de güldüğünü duydu. Hatice Hanım, "Nisan'ı severim ama Mert haklı!" diyerek torununa katıldı.

 

"Kızcağız mutfaktan nefret etmesine rağmen bize jest yapmak istedi, siz de onu dilinize doladınız."

 

Hatice Hanım burnundan, "Sanki sen dolamadın Gonca!" diye homurdandı.

 

Gonca; annesinin haklı olduğunu bildiği için konuyu daha fazla uzatmadan, "Hakan davet etti." dedi. "Yarın akşam yemeği için evinde bizi bekliyor."

 

"Biz?"

 

"Sen, ben ve Mert; anne!"

 

"Be... Ben gelemem!" diyen Hatice Hanım, "Neden?" diye soran kızına çaresizce baktı. Sonra gözleri çikolatalara ve çiçeklere kaydı. Burnundan bir nefes alıp, "Yarın akşam sözüm var." dedi.

 

"Ne sözü? Babaannemler şehir dışında. Kime söz verdin ki?"

 

"Şey..." diyen Hatice Hanım, bir parça kızarmış yanaklarıyla önce torununa, sonra da kızına baktı.

 

"Münir Bey'e."

"Ne?"

 

"Yok artık!"

 

Aynı anda bağıran oğluyla kızına ters bir bakış atan Hatice Hanım, "Ne yani?" dedi. "Olamaz mı?"

 

Annesi şaşkın şaşkın ne diyeceğini bilemeyerek bakmaya devam edince Mert, "Olur tabii de... Sadece biraz... Biraz ani oldu anneanne." diyerek duruma el koydu. "Üstelik daha az önce çikolata meselesi yüzünden senden en az beş terlik yemişken biraz tuhaf oldu."

 

Hatice Hanım omzunu silkerek, "O iş başka, bu iş başka." dedi. "Münir Bey ne zamandır teklif edip duruyordu, kısmet bugüneymiş." Omuzlarını geri atıp başını azametle kaldırdı. "Bir itirazınız mı var?"

 

Şaşkınlığını biraz olsun üzerinden atmış olan Gonca, "E... Elbette yok." dedi.

 

"Tamam o zaman." diyen Hatice Hanım, torununa döndü. "Sofrayı kurmaya başla paşam. Gonca sen de şu yemeklere bak, altları tutmasın. Ben bir lavaboya gidip geliyorum."

 

Çabucak mutfaktan çıkan Hatice Hanım, ardından kızıyla torunundan yükselen kahkahaları duydu ama hiç alınmadı, o da olsa o da kahkaha atardı.

 

Odasına doğru giderken, "Beni ne yapacaklarsa?" diye homurdanıyordu.

 

Kapısını örtüp, gidip Josephine koltuğunun ucuna ilişti.

 

Bu gençler kendilerini bir şey sanıyorlardı; en çok da her şeyi kendilerinin bildiğini, herkesi istedikleri gibi yönlendirebileceklerini sanıyorlardı.

 

Hatice Hanım, düşüncelerinin vardığı noktada bir kez daha homurdandı: "Esme'yle kavga etmişlermiş!"

 

Yaylı mutfak kapısı sağ olsun, ses çıkarmadan mutfaktan çıktığında Mert'in odasından gelen hıçkırık sesleri yüreğini ağzına getirmişti. Olduğu yerde kalakalmış, kızıyla torunu arasında geçen konuşmayı dinlemişti.

 

Mert, canının canıydı; dünyada en sevdiği iki insandan biriydi ama Mert'in bile pişmiş aşa su katmasına Hatice Hanım'ın izin verme gibi bir niyeti yoktu. Mert; ergen erkek çocuğu kalbiyle annesini kıskanıyor, paylaşmak istemiyordu. Hatice Hanım, onun ne hissettiğini çok iyi anlamış, hatta kalbi torununa hak da vermişti ama... Ama bunlar gelip geçecek duygulardı, nitekim Mert de durumun böyle olduğunu annesini söylemişti. Yine de... Yine de Hatice Hanım işi şansa bırakmak istemiyordu. Mert'in annesiyle Hakan'ın bir arada ne kadar güzel olabileceğini, üçünün bir arada ne kadar güzel olabileceğini görmesini istiyordu. Yarın akşam yenecek yemek bunun için mükemmel bir fırsattı.

 

Elindeki telefonun ekranını kaydırırken, "Sen bu tabloda fazlalıksın Hatice." diye mırıldandı.

 

"Alo?.. Hatice Hanım?.."

 

Telefonu kulağına yaklaştırıp, "Benim Münir Bey." dedi heyecanını yansıtmadığını umduğu sesiyle. "Nasılsınız?"

 

"Sizin sesinizi duyup da iyi olmamam mümkün mü?"

 

Hatice Hanım, yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamadı. Hangi kadın, Münir Bey gibi bir erkek tarafından böylesi üzerine düşülmesine kayıtsız kalabilirdi?

 

"İnşallah siz de iyisinizdir!"

 

"Çok şükür bir yaramazlık yok." diyen Hatice Hanım, derin bir nefes alıp cesaretle, "Şey..." dedi. "Benim sizden bir ricam olacaktı."

 

"Estağfurullah! Rica, ne demek! Emredin yeter!"

 

Hatice Hanım, işini kolaylaştıran adama içten içe derin bir minnet duydu.

 

"Rica etsem, yarın akşam benimle yemek yer misiniz?"

 

 

Bölüm : 04.06.2025 09:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...