Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

"Anlamadım?"

"Hamileyim!"

"Hamile-sin?.."

"Sağır mısın?"

Gonca şaşkınlığını bir an unutarak, azarlayarak bile olsa, annesinin kendisiyle konuşuyor olmasının mutluluğunu yaşadı. Dünden beri, kendine geldiğinden beri, doğrudan bir sözcüğünü olsun duymamıştı onun.

"Anlaman için daha kaç defa söylemesi lazım?"

Gonca gözlerini kırpıştırdı. Yeniden şaşkınlık moduna geri dönerek diğer kadına, "Emin misin?" diye sordu.

Gülsüm, dudakları titrediği için yanıt vermektense başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.

Gonca; bu sessiz yanıt karşısında, "Bu nasıl oldu?" diye sordu ve sorar sormaz da Hatice Hanım'ın ağzının içinde şaklayan dilinin sesini duydu. Göz göze geldiklerinde ise kadın kaşlarını havaya kaldırdı. E, haklıydı tabii. Eğer biri bu kadar aptal ya da münasebetsizce bir soru sorarsa alay edilmeyi hak ederdi.

"Yani... Demek istediğim..."

"Bence sen daha fazla bir şey söyleme!" diyerek araya girdi Hatice Hanım. Sonra da kızının önüne dumanı tüten neredeyse kan rengine dönmüş ıhlamuru "dan" diye koyuverdi.

"İç!"

Gonca'nın kolu emre itaat ederek uzandı, sıcak bardağı kulpundan kavradı; oysa beyni isyanlardaydı. Ihlamurdan nefret ediyordu! Hele de kokusundan!

Annesinin şahin gözlerini üzerinde hissettiği için burnunu kırıştırmamaya özellikle dikkat ederek bir yudum içti. Ihlamuru saatlerce kaynatmanın rengini koyultmak dışında hiçbir esprisi olmadığını, hatta yararlı olan ne varsa onu yararsız hale getirdiğini annesine bir kez daha hatırlatırsa boğazlanacağından emin, bir yudum daha aldı. Bir taraftan da oğlunun babaannesinin, "anne" dediği diğer kadının, açıklamasının yarattığı şoktan sıyrılmaya çalışıyordu. Her ne kadar az önceki yorumunun münasebetsizce olduğunu kendi de kabul etmiş olsa da hala beyninin içinde aynı soru dolanıp duruyordu: "Bu nasıl olabilir?"

Sanki düşüncelerini duymuş gibi, "Biliyorum, bu çok uygunsuz!" dedi Gülsüm Anne'si burnunu çekerek.

Gonca istemsizce, "Kesinlikle!" dedi ve annesi kadar sevdiği kadın iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı.

Anlaşılan gerçekten de susması gerekiyordu. Zavallı bir pişmanlıkla, "Be... Ben öyle demek istemedim!" diye kekeledi ama Hatice Hanım, "Sana az önce çeneni kapatmanı söylememiş miydim?" diye azarlayarak daha fazla devam etmesine izin vermedi. Bir taraftan da hıçkıran dünürünün başını kendi göğsüne çekmiş, usul usul saçlarını okşuyordu. "Görmüyor musun ne kadar üzülüyor! Tamam, Gülsüm! Tamam..."

"Ben... Ben kötü bir şey söylemek istememiştim!" diyerek kendini savunmaya çalıştı Gonca.

Gülsüm, başını Hatice'nin göğsünden çekip, "Söyle... Söyleyebilir...sin... Be... Ben... Ben bunu hak ediyorum!" dedi.

"Yapma anne ya!..." dedikten sonra bu kez Gonca Gülsüm'e sarıldı. "Bunda kötü söz söylenecek ne var?"

"Az önce sen de..."

"Az önce ben yaşını düşünerek öyle konuştum." deyince annesi Hatice Hanım, "Fesuphanallah!" diye homurdandı.

Gonca yaptığı gafı hemen fark ederek, "O anlamda değil!" diye atıldı.

"Hangi anlamda?"

Annesinin alaycı sesini duymazlıktan gelerek, "Gülsüm Anne..." dedi, üzüntüden kendini kaybetmek üzere olan hasta yakınlarına sakladığı en sakin sesiyle. "Ben bir doktorum. Böyle bir durumda sağlığınla ilgili riskleri ilk başta düşünmem tuhaf mı sence?"

"Kesinlikle tuhaf!" diyen annesin yine duymazdan gelen Gonca, kollarındaki kadının omuzlarına ellerini koyarak onu kendinden bir parça uzaklaştırdı.

"Gülsüm Anne... Bana bak."

Başı yerde, burnunu çekerek usul usul ağlamakta olan kadına yeniden, "Bana bak." dedi. Bu sefer sesindeki emir tonu ön plana çıkmıştı. Kadın başını kaldırıp yaşlarla dolu yeşil gözlerini onunkilere dikince; Gonca hemen masanın üzerindeki çiçekli peçeteden birkaç tane alıp onun gözlerini, yüzünü sildi.

"Doktora gittin mi?"

Gülsüm başını iki yana salladı.

"Önce doktora gidip durumu kesinleştirmelisin."

"Kesin!"

"Yine de teyit etmekte fayda var. Ayrıca gereken tahlilleri yaptırmalı, vücudunun bu duruma ne kadar hazırlıklı olduğunu öğrenmelisin. Ve... Çıkan sonuca göre doktorunla nasıl bir yol izleyeceğine karar vermelisin."

Gülsüm başını şiddetle iki yana salladı.

"Aldırmam! Aldıramam! Uygunsuz, belki; belki yanlış ama aldıramam!"

Gonca, derin bir nefes alarak gözlerini yumdu.

"Benim kastettiğim, gerekli vitamin takviyelerini uygun dozlarda almandı; bebeği aldırman değil. Hem... Neden aldıracakmışsın? O bir armağan!"

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

Karşısındaki kadının gözlerinde beliren umut dolu ışıktan onun onaylanmaya ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu anlayan Gonca'nın içi parça parça oldu.

"Kesinlikle!"

"Ama ben elli yaşındayım!"

"Riskler dışında bence elli yaşında olmanın hiç önemi yok!"

Gülsüm bir kez daha, "Gerçekten mi?" diye sordu.

Gonca gülümsedi. Kadının ellerini güven vermek istercesine sıktı.

"Gerçekten!"

"Oh, Gonca!" diye haykıran Gülsüm, gelinine sımsıkı sarıldı ve "Teşekkür ederim! Çok teşekkür ederim!" dedi.

"Anne! Ne olur yapma böyle! Teşekkür edecek bir şey yok!"

"Anladığımda... Anladığımda başımdan aşağı kaynar sular döküldü sandım. Sonra... Sonra..." Elini henüz dümdüz olan karnının üstüne koydu. "Sonra onu istediğimi anladım, yaşadığım müddetçe onu da kaybedebilecek olmaktan ölesiye korkacak olsam da istediğimi anladım. Yine de... Yine de hep sizin ne diyeceğinizi düşünüp durdum."

Hem Gonca'ya hem de Hatice Hanım'a minnet dolu gözlerle baktı.

"Dün Hatice'ye söylediğimde içimdeki düğüm bir parça gevşemeye başladı. Arkadaşım bana bu kadar üzülecek neyim olduğunu sordu." Uzanıp Hatice Hanım'ın elini tuttu. "Çocuğumun sevgi eksikliği çekmeyeceğini söyledi. Haklıydı."

"Kesinlikle haklı! Sen benim tanıdığım en sevgi dolu insansın!" diyen Gonca, Hatice Hanım'ın sesli bir biçimde boğazını temizlemesi üzerine hemen, "En az annem kadar sevgi dolusun!" diye ekledi.

Onun bu yağcılığı diğer iki kadını güldürdü.

"Peki Naci abi ne hissediyor?"

Gülsüm'ün gülümsemesi yüzünde soldu.

"Haberi yok!" diye fısıldadı.

"Ona bir an önce söylemelisin!" dedi Hatice Hanım.

Annesinin tavrından tıpkı hamilelik haberi gibi bu gerçeği de onun dün öğrenmiş olabileceğini anlayan Gonca, sakin tutmaya çalıştığı bir sesle, "Kesinlikle söylemelisin!" diyerek ona onay verdi.

"Biliyorum. Ama öyle korkuyorum ki!" diyen Gülsüm'ün gözlerinden yaşlar yeniden kaymaya başlamıştı.

Hatice Hanım dayanamayarak, "Korkacak ne var Allah aşkına!" diye patladı. "Bu çocuğu kendi başına peydahlamadın ya!" Kızından çıkan onaylamaz ses üzerine hışımla ona döndü. "Ne var? Yalan mı söylüyorum?"

"Doğru ama..." diyen kızını boş verip, "Ayrıca adam senin için ölüyor!" dedi. "'Gülsüm' aşağı, 'Gülsüm' yukarı! Ne diyeceğini sanıyorsun?"

"Bilmiyorum." diye fısıldadı Gülsüm. "O benden küçük ve istese..." Gülsüm burnunu çekti. "İstese ona çocuk doğurabilecek biriyle evlenebilirdi."

"Ama evlenmedi! Seninle evlendi!"

"Ve çocuk sahibi olma şansını kaybetti."

Hatice Hanım, dünürüyle açıkça dalga geçti: "Öyle görünüyor ki kaybetmemiş!"

"Benim demek istediğim, Naci çocuğu olmasını istemiyor sanırım. İsteseydi daha genç biriyle evlenebilirdi."

Hatice Hanım yeniden, "Fesuphanallah!" deyince, bu kez ona hak vermeden edemedi Gonca ama konuştuğunda sesi düşüncelerine dair en ufak bir iz taşımayacak kadar sakindi.

"Anne... Naci Abi seninle seni sevdiği için evlendi! Adam bir sene boyunca yılmadan senin peşinde dolaştı. Hatırlamıyor musun?"

"Hatırlıyorum." diye fısıldadı Gülsüm. Hayatını son iki yılda bambaşka bir hale getiren adamla ilgili her şeyi hatırlıyordu.

Sosyal sorumluluk projelerinde görev almayı çok seven Gülsüm, kocasıyla da kimsesiz çocuklarla ilgili planladıkları bir kampanyaya sponsor ararken tanışmıştı. Ülkenin en büyük şirketlerinden birinin üst düzey yöneticisi olan Naci ile o gün karşılaşmaları ancak kaderin bir oyunu olabilirdi çünkü normal şartlar altında Gülsüm ve Naci'nin tanışması mümkün değildi.

O gün; özellikle telekominkasyon alanında devleşmiş bir şirkete bağlı çok, çok daha küçük bir şirketten saat on bir için güç bela alabildikleri randevuya dernek arkadaşlarıyla yarım saat önce gitmişlerdi. Daha binadan içeri girer girmez kendini hissettiren hareketliliğin sebebini ancak aradan bir saat geçip de henüz istedikleri görüşmeyi gerçekleştiremediklerinde anlayabilmişlerdi: Genel merkezden alışılmadık derecede üst düzey bir yöneticinin ziyareti bekleniyordu.

En sonunda iki saattir can sıkıcı bir beklemenin ardından randevu aldıkları görüşmenin o gün gerçekleşmeyeceğini öğrenebildiklerinde Gülsüm'ün sinirleri tepesine çıkmıştı. Normalde sakin bir tabiatı olmasına karşın bu şekilde muamele edilmenin kabul edilemez olduğunu çok sert bir biçimde dile getirmişti. O kadar öfkelenmişti ki alt kata indiklerinde bile hala öfkeli bir biçimde homurdanmaya devam ediyordu: "Bunu telefonla da söyleyebilirlerdi öyle değil mi ya da bizi iki saat bekletmeden de?"

Dernek Başkanı Emine Hanım, Gülsüm'e göre çok daha olgun bir tavırla, "Adamlar çok meşgul Gülsüm Hanım." demişti. "Olur böyle şeyler."

O sırada döner kapıya girmişlerdi ve Gülsüm hala homurdanmaya devam ediyordu: "Ona bir şey dediğim yok! Benim kızdığım ufacık bir nezaketi bize çok görmeleri! Ayrıca... Hay Allah kahretsin!"

Diğer arkadaşları çıkıp da döner kapıda ikinci turunu atarken, "Nefret ediyorum! Bu döner kapılardan nefret ediyorum!" diyordu. Bu berbat kapıdan, garip bir biçimde, ilk turda dışarı çıkmayı asla başaramıyordu. Hatta bazen ikinci turda bile başaramadığı oluyordu. Bu yüzden ikinci turun sonunda bir el tarafından dışarı çekilmeseydi dönmeye hala devam edebileceğinin o da farkındaydı.

"Teşekkür ederim." demişti ve kurtarıcısına bakmıştı. Bakmasıyla nutkunun tutulması aynı anda gerçekleşmişti.

Ela gözlü yabancının gözleri gülüyordu.

"Rica ederim."

Gülsüm, adamın esmer suratından gözlerini ayırmaya çalışarak, "Be... Ben bu kapılardan nefret ediyorum!" demişti eliyle döner kapıyı işaret ederek.

"Bense çok sevdiğinizi düşünmüştüm."

Gülsüm'ün gözleri şaşkınlıkla titremişti.

"Anlamadım?"

"Bir türlü ayrılamıyor gibiydiniz!..."

Adamın yakışıklı suratını aydınlatan gülümsemeden gözlerini kaçırmakta gerçekten zorlanarak, "Alay ediyorsunuz." demişti Gülsüm.

"Belki." demişti adam. Sonra da "biraz" diyerek durumu kabullenmişti. Bir adım geri çekilip "Naci Selim" diyerek kendini tanıttığında, Gülsüm elini kendine uzatılan elin içine bırakıp, "Gülsüm Temur" diye karşılık vermişti.

Arkasından birilerinin, "Naci Bey... Efendim, hoş geldiniz!" diyen sesini duyduğunda adamın çevresindeki diğer adamları ve hepsinin üstündeki çok kaliteli görünen takım elbiseleri fark etmişti. Tam adama teşekkür edip ayrılacakken birden durmuş ve "Bugün sizin yüzünüzden randevumuzu iptal ettiler." demişti.

Adamın siyah kaşları ilgiyle yukarı kalkmıştı.

"Öyle mi?"

"Evet."

"Konu neydi?"

Gülsüm, bunu bir fırsat bilerek çalışmalarına katkıda bulunduğu derneğin adını söylemiş ve "Üç ay sonra düzenlemek istediğimiz konser için sponsor arıyoruz. Biliyorum, sizin gibi büyük şirketlerin kafası bu konuda çok ağrıtılıyordur ama..."

Gülsüm duraklayınca adam, "Siz de şansınızı denemek istediniz." diyerek onun cümlesini tamamlamıştı.

"Çok doğru."

"Fatih!.."

Naci Selim başını hafifçe çevirmemişti bile ama otuz yaşlarında görünen bir adamın yanında bitmesi bir olmuştu.

"Buyrun efendim!"

"Fatih, yarın Gülsüm Hanım için bir randevu ayarlayalım lütfen!"

"Hemen efendim!"

Yeni bir randevu için günlerce uğraşmaktansa,bu kadar kolayca işinin görülmesine çok sevinen Gülsüm, "Te... Teşekkür ederim." demişti. Bir taraftan da adamın elini iki eli arasına almış memnuniyetle aşağı yukarı sallıyordu.

"Rica ederim. İzninizle şimdi gitmem lazım. Bugünkü programım çok yoğun ve şimdiden gerisinde kaldım."

Bu sözleri üzerine alınan Gülsüm, ne yaptığının farkına vararak hemen ellerini çekmiş ve "Özür dilerim..." diye başlamıştı ki adam, "Lütfen!" demişti. "Bu güzel karşılaşmayı özür dileyerek bozmayın!"

Sonra da ardında şaşkın bir kadın bırakarak onu takip eden birkaç adamla az önce Gülsüm'ü kurtardığı kapıdan içeri girmişti.

"Gülsüm Hanım?.."

Gülsüm dönmüş ve az önce Fatih olarak tanıştırılan adama bakmıştı.

"Yarın için 12.30 size uygun mu? Naci Bey'in programı çok yoğun olduğu için ancak öğlen arasına randevu verebilirim."

Gülsüm şaşkınlıkla, "Naci Bey mi?" diye sormuştu.

"Evet."

Gülsüm boş gözlerle adama bakarken, adam, "Uygun mu Gülsüm Hanım?" diye sormuştu.

"Ne? Yani... Pardon?.."

"Randevu saati için 12.30 uygun mu?"

Kendini en sonunda toparlamayı başardığı için, "Kesinlikle uygun!" diye yanıtlamıştı.

"Merkez binamızın yerini biliyor musunuz?" Gülsüm başıyla onaylayınca, "Binaya geldiğinizde lütfen kendinizi tanıtın. Gereken yönlendirme yapılacaktır." demişti Naci Selim'in yardımcısı. "Şimdi izninle..."

"Tabii, tabii!" diyen Gülsüm bir dakika kadar olduğu yerde kalmış; dernek başkanının yanına gelerek, "Az önce ne oldu Gülsüm Hanım?" sorması üzerine Naci Selim'le olan diyaloğun gerçekliğine inanamadığı için, "Pek emin değilim." diye yanıt vermişti.

Ertesi gün genel merkezde Naci Selim güya "ufak" bir toplantı salonunda onları kabul etmiş ve ciddi bir biçimde projenin amacını, gereken çalışmaları, yapılan planları dinlemişti. O sırada da Gülsüm, adamın düşündüğü kadar genç olmadığını fark etmişti. Kesinlikle kırkının üzerindeydi. Yapılı bir vücudu ve oturduğu yerden bile belli olan uzun bir boyu vardı.

Bir şekilde Gülsüm ona baktıkça bakmak istemiş fakat adamın bakışları ne zaman ona dönse gözlerini kaçırmıştı. Ve kendini çok kötü hissetmişti. Yaşı ilerledikçe genç erkeklere düşkün olan o kadınlardan biri de kendisi mi olmuştu yoksa? Kocası öldüğünden beri, ki bu çok uzun yıllar önce gerçekleşmişti, dönüp bir erkeğe bakmamışken, şimdi hiç tanımadığı bir erkek karşısında heyecanlanması; Gülsüm'ün kendini büyük bir ahlaksız gibi hissetmesine neden olmuştu. Bu yüzden masanın başındaki adam kalbinin hızla çarpmasına neden olsa da kendini denetim altında tutmaya çalışmış ve hislerini yüzüne yansıtmamıştı. Kendi öz denetimiyle o kadar meşguldü ki konuşulanların çoğunu dinleyememişti. Toplantının bittiğini herkes ayağa kalktığında fark edebilmiş ve ancak başkanın ve yönetimdeki arkadaşlarının yüzüne baktığında istediklerini aldıklarını anlayabilmişti.

Naci Bey, onları yolcu ederken herkesin elini tek tek sıkmış; sıra Gülsüm'e geldiğinde ise, "Umarım sonuçtan memnun kalmışsınızdır." demişti. Gülsüm de ciddi bir ifadeyle. "Çok teşekkür ederim." diye karşılık vermişti. "Bize zaman ayırmanız bile büyük bir incelikti." .

Böylece ayrılmışlardı. Birkaç gün sonra telefonunun ekranında gördüğü kayıtlı olmayan numaranın çağrısını cevap verinceye kadar geçen sürede ise Naci Selim'i gün içinde ara ara hatırlamaya devam etmişti.

"Naci abi ne zaman dönüyor?"

Gülsüm; geçmişin tatlı anılarından o ana dönmekte zorlansa da gelinini, "Yarın." diyerek yanıtladı.

"Dönünce söylemelisin!"

"Ya..."

Hatice Hanım, "Ya, diye bir şey yok Gülsüm!" diyerek arkadaşının sözünü kesti. "Adam bir çocuğu olacağını bilmeli! Ayrıca bunu ondan daha ne kadar saklayabilirsin?"

Gülsüm gözlerini yumdu.

"Tamam, söyleyeceğim."

"Aferin!" dedi, Hatice Hanım. "Şimdi birer kahve içebiliriz."

O ayağa kalkarken Gülsüm, "Ya Mert?..." dedi endişeli bir biçimde. "Mert'e ne diyeceğim? Peki o ne diyecek?"

Hatice Hanım, kahve makinesine rağmen ısrarla kullandığı cezveyi çekmeceden çıkarırken, "Bacak kadar veledin ne düşündüğünün hiç önemi yok!" deyince Gonca'nın gözleri kocaman oldu.

"Sen torununa laf mı ettin şimdi?"

"Edemem mi?"

"Edersin de etmezsin!"

Hatice Hanım işine ara vermeden, "Bu meselede onun bir söz hakkı yok! O yüzden keyfi bilir bence." dedi.

Gonca; şaşkınlıkla dinlediği annesinden bakışlarını Gülsüm Anne'sine çevirerek, "Hatice Sultan'a kesinlikle katılıyorum." dedi. "Mert'in bu konuda bir söz hakkı yok!"

Tam da o sırada açılan kapı ve Mert'in "Ben geldim millet!" diyen sesi evin içinde çınladı.

Gonca yutkundu. Belki de erken konuşmuştu. Mert'in bu konuda söz hakkı olmasa da tepkisi babaannesini yıkabilirdi. Evin erkeği on saniye sonra kapıda belirdiğinde, onun tepkisinin katlanılabilir olması için içinden dua ediyordu.

"Ooo... Benim kızlar burada. Dedikodu mu yapıyorsunuz?"

Gonca; Mert'in, "Hayır" diyen anneannesinin yanıtını duyduğunu sanmıyordu. Oğlu, o yaştaki gençlere özgü bir dikkat dağınıklığıyla ocağın üzerindeki tencerelerin kapaklarını açıp kapatmaya başlamıştı.

"Yine mi patlıcan ya!"

"Mert!"

Annesinin protestosunu duymazdan gelen Mert, "Sen patlıcanı seversin ya paşam." diyen anneannesine döndü.

"Severim de anneanne, iki günde bir de patlıcan yenmez ki!"

Mert, ocağı bırakıp masanın üzerinde duran elmalardan birini kapıp kocaman bir ısırık aldı.

"Bir yıkasaydın!" diyen annesine, "Anneannem yıkamıştır, öyle değil mi anneanne?" diyerek karşılık vermiş oldu.

"Yıkadım tabii ama annen haklı, üzerinden zaman geçtiği için bir kez daha yıkasan iyi olur."

Umursamazca, "Bir dahakine yıkarım." diyen Mert, az önce anneannesinin kalktığı sandalyeye oturdu. "Eee... Bugün ne yaptınız bakalım? Anne, sen nasılsın? İyi görünüyorsun."

"İyiyim zaten. Sen ne yaptın?"

"Ders, ders, ders!... Bütün gün ders! Bugün bir arkadaş en güzel zamanlarımızın okulda geçtiğini söyledi. Bence çok haklı!"

"O zaman o arkadaşınla sen yalnız olmadığınızı bilerek teselli bulabilirsiniz."

"Ya anne, her zaman bu kadar akılcı olmak zorunda mısın?"

Gonca, "Huyum kurusun!" diyerek oğlunun takılmasına karşılık verdi.

"Babaanne, Naci dedem ne zaman gelecek?"

Gülsüm; kocasının Mert'e, Gülsüm'e "babaanne" diyorsa kendisine de "dede" diyebileceği, bunun daha uygun olduğu konusundaki ısrarı ve Mert'in bunu hevesle kabul edişini hatırladı ve... Hıçkırdı.

Mert gözlerini kırpıştırdı.

"Babaanne?.."

Delikanlı şaşkın bakışlarını annesine çevirip sorar gibi baktı ama bir cevap alamadı. Yeniden, "Babaanne?" dedi. "Ne oldu?"

Gülsüm; iki elini birden yüzüne kapatarak ağlamamaya çalışırken Gonca, "Anne! Lütfen!.." diyerek seslendi. "Yapma!"

"Ne oluyor anne?"

Gonca oğluna döndü.

"Bir şey yok! Sadece... Sadece babaannenin sinirleri bozulmuş bu ara."

"Neden?"

"Bazen olur böyle şeyler."

"Daha önce olmazdı ama!"

Gonca, oğlunun bu inatçı tarafını babasından aldığını düşündü üzülerek. Onur'da en sevmediği şey, avının kokusunu aldı mı yakalamadan rahat edemeyen bir tazı kadar ısrarcı olmasıydı.

"Daha önce olmaması, hiç olmayacağı anlamına gelmez!" diye karşılık verdi oğluna sakin bir sesle.

Mert, bir annesine baktı bir de babaannesine; sonra karar verememiş gibi bu sefer de büyük bir itinayla kahveleri fincanlara dökmeye başlamış anneannesine. Bir şey çıkaramayınca omzunu silkti.

"Okul nasıldı bugün?" dedi Gonca konuyu değiştirmeye çalışarak.

"Az önce dedim ya, dersten başka bir şey yok!"

Mert, elindeki elmayı çevirip kocaman bir ısırık aldı ve çiğnerken birden gözleri büyüdü.

"Anne! Biliyor musun, Esme'nin..."

Annesinin bakışlarını görünce homurtu gibi bir sesle sustu. Ağzındakini alelacele yuttuktan sonra, "Esme var ya anne! Hani geçen sene bizim sınıfa gelen kız..." diye başladı yeniden.

"Esme'nin kim olduğunu biliyoruz." dedi Gonca, sanki geçen sene boyunca ve hala oğlunun o kıza aşık olduğundan haberi yokmuş gibi sıradan bir sesle.

"İşte, Esme'nin bir kardeşi olacakmış! Dedi ki!..."

Mert; önce babaannesinin yeniden hıçkırması, ardından da arkasında kopan şangırtı yüzünden cümlesini tamamlayamadı.

"N'aptın anneanne ya?"

"Ya, diye konuşma!" diye uyaran Gonca, bir koluyla kayınvalidesinin omzunu sardı.

"Fincanlarım!... Fincanlarım!..."

Mert, hemen ayağa kalkıp anneannesinin elini tuttu.

"Boşver fincanları! Bir yerin yandı mı?"

"Yanmadı."

"İyi o zaman. Gel hadi, sen otur; ben süpürgeyi getiririm."

Kapıya döndü ama o sırada gözü, başını gelinin göğsüne yaslayarak ağlamaya başlamış olan babaannesine kaydı. Az önce Esme'den bahsettiği için olsa gerek, bugün kızın söyledikleri aklına geldi:

"Hiç utanmıyorlar da! Kaç yaşındalar! Bunu onlara da söyledim. Babam az daha beni dövecekti, annem zor engel oldu. Üstelik bu sırada da ağlıyordu. Zaten sürekli ağlıyor..."

"Sürekli ağlıyor..." diye mırıldanan Mert, olduğu yerde kalakaldı.

O sırada peçeteye uzanan babaannesiyle göz göze geldi.

"O-ha! Yok artık!"

Ve karavana olma ihtimali yüksek atışının hedefi tam on ikiden vurduğunu babaannesinin başını iki yana sallayarak mutfağı terk etmesinden anladı.

 

Loading...
0%