@majdafan
|
Kayınvalidesinin ardından ayağa fırlamış olan Gonca, oğluna kızgın bir bakış atıp, "Yazıklar olsun!" diye tısladı. Sonra da hızlı adımlarla mutfağı terk etti. Mert ayakta durmuş, annesinin ağzından o güne kadar kendisine karşı hiç böylesi bir laf duymadığı için kocaman gözlerle kapıya doğru bakakalmıştı. "Hadi aslanım, otur!" Mert sinirle döndü. O sırada da anneannesinin onu hem sakinleştirmek hem de yönlendirmek amacıyla koluna koyduğu elini silkip atmış oldu. "Doğru, değil mi anneanne? Doğru! Babaannemin şeyi... şeyi..." Hatice Hanım, her şeye rağmen sakin bir sesle, "Hadi, gel, otur!" diyerek, yeniden torununun kolunu yakaladı ve onu sandalyeye oturması için zorladı. Sonra da önüne bir fincan kahve koydu. "Al, iç! Tam da ikimizin sevdiği gibi bol şekerli! Kahveyi fazla fazla yapmışım. Hadi aslanım, iç!" "Anneanne ya! Bırak ya! Şimdi kahve mi içilir? O kadın..." Anneannesi, kahve yanına doldurduğu bir bardak suyu masanın üzerine öyle bir şiddetle bıraktı ki Mert korkuyla sus pus oldu. "Höst!" dedi Hatice Hanım sert bir sesle. "Kendine gel! 'o kadın' dediğin, senin babaannen! O nasıl konuşma öyle!" "O..." "Bak hala 'o' diyorsun! Aklını başına topla! O, dediğin kişi; sana babandan kalan tek hatıra oğlum!" "Biliyorum..." "O nasıl bilmek öyle?" Mert, anneannesinin sesindeki aşağılayan tınıdan hiç hoşlanmamıştı ama daha çok da onun anlayışsızlığından hoşlanmamıştı. "Söylesene anneanne: Babam bu durumda ne yapardı?" "Nerden bileyim ne yapardı? Ama sana bir şey söyleyeyim mi: Senin yaptığından hiç hoşlanmazdı!" "O kadar emin olma!" Hatice Hanım, torununun sesindeki çocuksu başkaldırı karşısında şefkatle elini onun başına götürdü. "Bak paşam... Bazen hayatta o kadar garip şeyler olur ki neden olduğunu bırak kendisini bile anlayamayız." "Bırak felsefeyi anneanne ya! Babaannem çocuk doğuracak mı, doğurmayacak mı sen onu söyle!" Hatice Hanım içinden, "Fesuphanallah!" çekerek, "Doğuracak." diye karşılık verdi. Mert, dirseklerini masanın sert zeminine dayarken el ayalarını da şakaklarına bastırıyordu. "Rezalet!" Artık sabrı taşan Hatice Hanım, "Esas rezalet olan senin bu tavrın Mert Efendi!" diye bağırdı. "Kendine gel! Bu seni hiç alakadar eden bir mevzu değil!" Mert; elleri belinde, bir horoz misali kabarmış anneannesinden hiç etkilenmedeğini sesini yükselterek belli etti: "Nasıl değil! Babaannemin bebeği olacak! Baba-annemin bebeği olacak!" Suratına pis, alaycı bir gülüş yerleşti. "Oldu olacak bari ikiz doğursun!" Anneannesi başını iki yana salladı. "Annen çok haklı: Sana yazıklar olsun Mert! Onca yılın emeğini, sevgisini bir kenara ne kolay atıveriyorsun!" Sözlerin ağırlığı karşısında bozulan Mert, "Ben nankör değilim!" diyerek kendini savunmaya çalıştı. "Sadece... Sadece bu durum... Bu durum..." "Rezalet, mi? Bunu az önce söylemiştin. Ama bir kez daha söylüyorum: Öyleyse bile, senin üzerine vazife değil!" Mert bir kez daha, "Nasıl değil?" diyerek sesini yükseltti. "Doğacak çocuğa ben ne diyeceğim? 'hala' mı, yoksa 'amca' mı?" "Bir şey demene gerek yok." "Nasıl yok?" "Tavrına bakılırsa bir daha babaannenle bundan sonra işin olmaz gibi görünüyor. Nasıl olsa onu defterden siliyorsun." Mert, bir an dondu kaldı. Sonra şaşkınca bir kekelemeyle, "Be... Ben... Ben öyle bir şey demedim!" diye bağırdı. Anneannesi dudak büktü. Ama içten içe gülüyordu. Henüz delikanlılığın başlangıcında olsa da torunu en nihayetinde bir çocuktu. "Demedin mi? Peki az önce söylediklerin?.." "Ama anneanne, çok sinirlenmiştim! Yani... Kim olsa sinirlenir! Koskoca babaannem anne olacak! Utanç verici!" "Neden utanç verici? Sonuçta babaannen ve Naci Bey evliler." "Onu demek istemiyorum." "Ya ne demek istiyorsun? Yoksa, onların evlilik hayatlarının daha genç olanlarınkinden farklı olduğunu mu sanıyorsun?" Kulaklarına kadar kızaran Mert, "Anneanne!" diye bağırdı. "Sen nasıl konuşuyorsun öyle?" Hatice Hanım ağırbaşlı bir tavırla, "Hayatın gerçeklerini bilecek yaştasın oğlum." diye karşılık verdi. "Babaannen ve Naci Bey birbirlerini severek evlendiler. Bu evlilik; babaannen için bir çeşit ikinci bahardı, Naci Bey içinse... Onun içinse... Onun için, sanırım, bahar babaannenle birlikte başladı." Gülümsedi. "İkisinin de bir çocuk planı yaptıklarını sanmıyorum ama Allah istedikten sonra..." Hatice Hanım, torununun yanındaki sandalyeye oturdu. "Hem babaannen için bu işin kolay olduğunu mu sanıyorsun? Kadıncağız deden öldüğünde yirmi yaşında bile değilmiş, baban minik bir çocuk... Sonra onu büyütüyor, bu sefer de..." Hatice, derin derin içini çekti. "Babaannen bu çocuğu doğurduğunda; her gün onun da, diğer çocuğu gibi, kendinden önce toprağa girebileceğinin korkusuyla yaşayacak." Mert, hüzünlü bir sesle, "Bunu o mu söyledi?" diye sordu. Hatice Hanım başını aşağı yukarı salladı. "Söyledi, evet ama söylemese de çocuklar söz konusu olduğunda, bir anne diğerinin ne hissettiğini anlayabilir." Mutfakta uzun, derin bir sessizlik yaşandı. Mert uzanıp kahvesinden bir yudum aldı. "Iğğğ!.. İğrenç! Buz gibi olmuş!" "Ben sana yenisini yaparım paşam!" Mert gülümsedi. "Bana kızgın değil misin?" "Kızgınım!" diyen Hatice bir an sonra onu, "Kızgındım!" a çevirdi. Sonra uzanıp Mert'in yüzünü avuçlarının içine hapsetti. "Torun sevgisi, nedir bilir misin Mert?" Mert doğal olarak olumsuz yanıt verdi. "Torunun olmadan anlayamayacağın bir sevgidir. Evlat sevgisini bile bir kenara bıraktıran sevgidir." "Sence... Sence babaannem de beni bu kadar seviyor mudur?" Anneannesi, "Deli misin? O seni benden bile çok seviyordur!" derken, Mert'i kendine çekmiş; yanaklarına şapırtılı öpücükler konduruyordu. "O zaman... O zaman beni affedebilir mi? "Tabii affeder paşam! Seninki sadece şaşkınlıktı. Yoksa benim paşam akıllıdır!" Torununun başını okşayan Hatice Hanım, ayağa kalkıp tezgaha doğru bir adım atmıştı ki, "Iyy!..." dedi. "Ayaklarım ıslandı. Kahve her yere yayılmış!" "Dur anneanne, ben hemen süpürgeyle paspası getireyim!" "Oyy!.. Akıllı oğlum benim!" Mert, çıkınca Hatice Hanım sandalyeye oturup çorabını çıkardı. Torunu elinde süpürgeyle mutfağa girdiğinde büyük fincan parçalarını yerden topluyordu. "Bırak anneanne! Ben yaparım!" "Tamam oğlum, şunu da alınca bitti." Mert süpürgenin kablosunu fişe taktı, tam çalıştıracaktı ki zil çaldı. Anneannesi, "Sen süpür paşam, ben bakarım." deyince, çoktan hurdaya çıkarılması gereken süpürgeyi çalıştırdı. Hatice Hanım kapıyı açmaya giderken bir taraftan da, "Allah'ım sana şükürler olsun! Allah'ım sana şükürler olsun!" diye mırıldanıyordu. Bir badireyi en az hasarla atlattıklarının çok iyi farkındaydı. O sevinçle delikten bakmadan kapıyı açıverdi. "Aaa!.." "Hatice Sultan?.. Yoksa beni içeri almayacak mısın?" "Olur mu..." Boğazını temizledi. "Olur mu hiç öyle şey Naci Bey! Gel içeri, gel içeri!" Adamı buyur edip kapıyı örterken ahşaba doğru, "Gelince peş peşe gelirler." diye mırıldandı ama adama döndüğünde yüzü gülüyordu. "Sürpriz oldu bu! Gülsüm yarın geleceğini söylemişti." "Öyleydi ama dün akşamki toplantıda istediğimi alınca artık İtalyanlarla işim kalmamıştı. Ben de hemen döndüm." Hatice, ilk gördüğünde film artistine benzettiği adama bakarken; o, "Eee?.." dedi. Bir taraftan da ayakkabılarını çıkarıyordu. "Gonca nasıl oldu? Gülsüm onun hasta olduğunu söylemişti." "İ... İyi!" Naci, her zaman akıcı bir hızla konuşan kadına dikkatle baktı ve "Ama bir şey var." dedi. "Başka bir şey." "Bir şey olduğunu da nereden... Nereden çıkardın?" Hatice, suratından tüm düşündüklerinin okunabildiğini erken yaşlarda öğrendiği için duygularını hiç saklamazdı. Saklamaya çalıştığında da şu anda olduğu gibi asla başarılı olamazdı. Bu yüzden Naci Bey ısrar edince hiç şaşırmadı. "Sonuçta bir şey var ama değil mi?" "Var... Yani yok! Naci Bey!.." Hatice, koridorda ilerlemeye başlamış adamın ardından seğirtti. "Dur!" Ama adam çoktan karısının evlenmeden önce kaldığı odanın kapısını açmıştı bile. "Gülsüm!" Hatice, Naci Bey'in kolunun yanından Gülsüm'ün ağlamaktan kızarmış gözlerini ve şişmiş yüzünü görünce inledi. Önündeki erkek ise, bir kez daha Gülsüm derken çoktan karısının dizlerinin dibine çökmüştü. "Hayatım, ne oldu?" Gülsüm hafifçe burnunu çekti, dudaklarını birkaç kez açıp kapattı ama çabalarının hiçbiri işe yaramadığında kendini kocasının kolları arasına bıraktı. "Naci! Naci!.." Karısı, kollarında adını defalarca söylerken Naci'nin kaygılı gözleri yıllarca karısının yoldaşı olmuş iki kadına kaydı. Hatice Hanım bakışlarını kaçırırken, Gonca endişelenecek bir şey olmadığını ima eden bir gülümsemeyle baktı. Naci o gülümsemeye bir an olsun inanmadı. Dikkatini ve ilgisini yeniden karısına vererek onun sırtını sıvazladı. Sonra onun itirazlarına rağmen Gülsüm'ü yere, kucağına çekti. Gövdesini kendisininkinden bir parça uzaklaştırıp yumuşak saçlarını alnından geriye doğru itti. "Gülsüm... Canım... Ne oldu?" Gülsüm, kapalı gözlerinden süzülen yaşlarla başını iki yana salladı. "Bi tanem, beni üzüyorsun ama! Lütfen ne olduğunu söyler misin?" Karısı yine ağlamaya başlayınca Naci elinden gelen tek şeyi yaptı ve ona sımsıkı sarıldı. Bir taraftan da olasılıklarla hızlanan kalbine inat sakin bir nefes aldı. Yeniden iki kadına bakarak, "Biri bana ne olduğunu söyleyebilir mi?" diye sordu. Bu kez bakışlarını sadece Hatice Hanım değil, Gonca da kaçırdı. Naci sabırsızlık ve öfkeyle, "Yeter ama!" diye sesini yükseltti. "Gülsüm neden ağlıyor?" Dudaklarının üzerine kapanan parmaklar olmasa herhangi bir cevap alıncaya kadar sormaya devam edebilirdi. "Lütfen!.. Onların bir suçu yok. Onlara... Onlara bağırma Naci!" Erkek, sabırla derin bir nefes aldı. "Peki..." dedi. "Madem öyle, sen söyle Gülsüm: Neyin var?" "Bi... Bir şeyim... Bir şeyim yok!" "Yok mu? O yüzden mi iki gözün iki çeşme ağlıyorsun?" Karısı, kolları arasında iyice doğrulup gözlerini avuçlarıyla ovaladı. "Bak işte, ağlamıyorum!" Naci; karısının güzel yeşil gözlerinin kenarından kayan yaşları görmezden gelmeye çalışarak, "Tamam, ağlamıyorsun." dedi. "O zaman bana, seni neyin bu kadar üzüdüğünü söyle!" "Ben... Ben..." "Gülsüm! Allah aşkına! Sen beni korkudan öldürecek misin? Hasta mısın? Ne var? Söyle artık!" "Be... Ben hamileyim!" Naci'nin gözleri önce dondu, sonra defalarca kırpıştı. "Se... Sen ne... Nesin?" Gülsüm fısıldadı: "Hamileyim." Naci'nin elleri karısının omuzlarından kaydı. Erkeğin yaşadığı şok bütün vücuduna yayılmıştı, hareketsiz öyle duruyordu. "Biliyorum, çocuk istemiyorsun ama ben onu aldıramam! Aldıramam!" Naci; gözlerini yeniden birkaç defa kırpıştırdıktan sonra, hayata yeniden dönen biri gibi göğsünün tamamını şişiren derin bir nefes aldı. Ağırbaşlılıkla, "Aldıramazsın..." diye mırıldandı. Gülsüm başını iki yana salladı. "Aldıramam!" Naci, boşluktaki gözlerini karısınınkilere dikerek, "Çocuğu aldırmanı isteyeceğimi sana düşündüren ne?" diye sordu. "Be.. Ben..." "Çocuk istemediğimi sana ne zaman söyledim?" diyen erkeğin sesi bir parça yükselmiş gibiydi. Şaşıran Gülsüm, "Ben... Sen..." diye kekeledi. "Söylemedin. Söylemedin ama istesen çok daha genç bir kadınla evlenirdin." "Öyle mi?" diye sordu Naci kaşlarını kaldırarak. "Demek bu bir yılın sonunda seninle evlenme nedenimin ardındaki gizi çözdün öyle mi?" Kocasının sesindeki bir şeyler, Gülsüm'ün ağlamayı kesmesine neden olmuştu. Naci sinirlenmişti. Bunu, onun gerilen çenesinden hissedebiliyordu. Ne var ki Gülsüm onun neye sinirlendiğini tam olarak anlamaktan acizdi. Bu yüzden, "Demek istediğim..." diye başladı. "Demek istediğin, ben çocuk istemediğim için senin gibi yaşlı bir kadınla evlendim." Gülsüm'ün başı tokat yemiş gibi geri giderken Gonca derin bir nefes aldı. "Naci Bey..." "Siz bu işe karışmayın!" dedi Naci bugüne kadar onlara asla kullanmadığı üst düzey yönetici sesiyle. Hatice, erkeğin kararlılığı karşısında bir şey daha diyemeden sus pus oldu. Naci yeniden karısına baktı. "Öyle mi Gülsüm? Ben bu yüzden mi seninle evlendim? Yani sen çocuk doğuramayacağın için?" Gülsüm, az önceki sözlerine rağmen Naci'nin gözlerine cesaretle baktı. Onu tanıdığı iki seneyi düşündü. Sonra birlikte yaşadıkları bir yılı... Paylaşımı, sıcaklığı, aşkı... "Hayır..." diye karşılık verdi kocasına kararlılıkla. "Benimle beni sevdiğin için evlendin." Naci şefkatle karısının yanağını okşadı. "Ve sen de benimle beni sevdiğin için evlendin." Gülsüm, ne kadar yakın olsa da, diğer iki kadının yanında yanaklarının kızarmasına engel olamadı. Yine de, "Be... Bebek?.." diyebildi. Naci, onun ellerini kavrayarak her ikisine de birer öpücük kondurdu. "Ben seninle gelen bir şeye ne zaman 'hayır' dedim?" Kocasının iki kadın ve bir çocuktan oluşan ailesini nasıl kabullendiğini, onları nasıl sevdiğini çok iyi bilen Gülsüm, "Hiçbir zaman..." diye karşılık verdi. "O zaman bu bebeğe neden farklı davranacağımı düşünüyorsun? Üstelik o senin olduğu kadar benim de!" "İyi de... Se... Sen hiç bundan bahsetmemiştin. Yani bebekten..." "Bahsetmedim çünkü bunun olasılıklar içinde olduğunu bilmiyordum." Gülsüm, o anda kocasının onu gerçekten de ne kadar çok sevdiğini anlamış oldu. Bir çocuk isteyebilecekken, Gülsüm'ü istemişti. En çok onu istemişti. Gülsüm bu gerçeği biliyordu aslında. Evlenmeden önce ona menapoza girdiğini açıkladığında, erkeğin bunun önemli olmadığını ısrarla söylemesinden biliyordu. Kocasına sevgi dolu gözlerle bakarak, "Aslında olabileceğini ben de bilmiyordum." dedi. "Ama Gonca..." Gonca, adının anılmasını fırsat bilerek, "İzninizle biz çıkalım, siz de rahat rahat konuşun." dedi. Anne, kız apar topar dışarı çıkıp kapıyı kapatırlarken; Gülsüm'ün, "Menapoz için iki yıl boyunca hiç..." diye açıklamaya başladığını duydular. Kapıyı çeker çekmez Hatice Hanım alnının ahşaba dayayarak, "Oh!" dedi fısıldayarak. "Çok şükür, bu da geçti!" Gonca gerginlikten titreyen bir sesle, "Benim bir kahve içmeme lazım!" dedi. Kızına kızgın bir bakış atan Hatice Hanım, "Senin önce yemek yemen, sonra da ilaç içmen lazım!" dedi. "Yok anne! Lütfen! Sinirlerim için önce bir kahve içmem lazım!" Annesi güldü. "İyi, tamam. Sana sade bir kahve yaparım." İki kadın mutfağa girdiklerinde Mert masada oturuyordu. "Aferin aslanım! Her taraf pırıl pırıl olmuş." Mert annesine bakarak süklüm püklüm, "Özür dilerim." dedi. Gonca ters bir ifadeyle, "Benden değil, babaannenden özür dile!" diye homurdandı. "Tabii ki diler, öyle değil mi paşam?" Mert başıyla onayladı. "Naci..." Mert boğazını temizledi. "Naci dedem mi geldi?" "Evet. İşi erken bitince gelmiş." "Şey... O... O biliyor mu?" Mert, "On dakikadan beri biliyor." diyen annesine, "Ne dedi?" diye sordu. "Ne diyecek? Babaannenin hali o kadar kötüydü ki adam onun sadece bebek beklediğini öğrenince sanırım rahatladı." "Sevindi mi?" "O kadarını öğrenemedik ama sevinmiştir diye düşünüyorum." "Bunda düşünecek bir şey yok!" diyerek kestirip atan anneannesine dönen Mert, "Yani sevindi mi, diyorsun?" diye sordu. "Adam, 'Ben seninle gelen bir şeye ne zaman hayır! dedim' diye sordu." Hatice Hanım derin bir iç geçirdi. "Şartlar farklı olsa, sanırım ben de ağlardım. Çok romantikti!" "Anneanne ya, sen izlediğin o Hint dizilerini bile romantik buluyorsun!" Gonca kıkırdadı. Hatice Hanım azametle çenesini kaldırıp, "Yani bu ne demekmiş paşam?" diye sordu. "Senin romantiklik ölçeğin arızalı, demek anneanne!" Karşısında kıkırdayıp duran iki surata bakan Hatice Hanım, "Size kahve yok!" diye buyurdu. "Ben az önce içtim." diyen Mert'e karşın Gonca sızlandı. "Ama anne!..." "Sen annenle dalga geçmeden önce düşünecektin!" "Lütfen anne!.. Senin sade, bol köpüklü kahvene çok ihtiyacım var! N'olur!" "Bana öyle öksüz kediler gibi bakıp durma! Hiç işe yaramayacak!" dese de çoktan ocağa dönmüştü Hatice Hanım. Gonca güldü. Mert annesine, "Gerçekten öyle mi dedi?" diye sordu. "Yani Naci dedem gerçekten babaanneme öyle mi dedi?" Gonca, başını aşağı yukarı salladı. "Babaannem hala ağlıyor mu?" "Sanmıyorum. Naci abinin tepkisi karşısında oldukça rahatladı. Sanırım ondan olumsuz bir şey duymaktan çok korkuyordu." "Benden duyduğu gibi..." Gonca, oğlunun masaya doğru eğilen başına bakarken az önceki öfkesinin uçup gittiğini hissetti. Uzanıp onun koyu kestane rengi saçlarını okşadı. "Bazen olur böyle." "Olmamalıydı." "Oldu ama! Olanı değiştiremeyeceğine göre, bundan sonraki hareketlerini ilk başta nasıl olması gerekiyorsa ona göre biçimlendirirsin olur biter." "Keşke bu kadar kolay olsa!" "O kadar kolay olur." dedi anneannesi arkadan. "O senin babaannen. Daha yarım saat olmadı sana torun sevgisinin ne olduğunu anlatalı Mert!" Mert güldü. "Bunu babaannemle konuşmadan önce aklımda tutarım." "Tut tabii! Tut ki..." Hatice, zilin sesi üzerine cümlesini yarım bıraktı. "Bu da kim şimdi? Siz oturun, ben bakarım." Kızıyla torununun cevap vermesine fırsat vermeden mutfaktan fırladı. Kapıya yaklaştığında zil bir kez daha ve uzun uzun çalınca, "Geldim, geldim!" diye seslendi. Kapıyı açınca, olduğu yerde kaldı. Sonra da tıpkı torunu gibi, "Yok artık!" dedi.
|
0% |