@majdafan
|
"Bunun ne demek olduğundan, doğrusu, emin olamadım Hatice Hanım." Hatice, karşısındaki adamın alaycı bakışları kadar alaycı sesinden de utanarak kızardı. Aralık tuttuğu kapıyı sonuna kadar açarak, "Buyurun..." dedi. "Buyurun Münir Bey!" Münir Bey, alaycılığı bir kenara bırakarak içeriye doğru kararsızca bir adım attı. "Rahatsızlık vereceksem?.." Münir Bey, Hatice'nin bugüne kadar tanıdığı en alınganlıktan uzak adamdı. Bu yüzden şu anda onun hareketlerinde ve sözlerinde kendini hissettiren kararsızlık, kadının kendini kötü hissetmesine neden oldu. Hızlı hızlı, "Lütfen kusura bakmayın!" dedi. "Her şey üst üste geldi de..." "Sanırım, üstüne bir de ben fazla geldim?" Hiç düşünmeden, "Evet..." diyen Hatice, ne dediğini fark eder etmez hızla başını iki yana salladı. "Yani hayır! Hayır, demek istedim!" "Emin misiniz?" Bu sefer alınma sırası Hatice'ye gelmişti. Çenesini hafifçe yana çevirip kaldırarak adama baktı. "Elbette eminim!" Sonra da hala açık duran kapıyı kapattı. Bu bahaneyle, kısacık bir an da olsa, adamın yüzüne bakmaktan kurtulduğu için derin bir nefes aldı. Döndüğünde Münir Bey ayakkabılarını çıkarmış kenara koyuyordu. Adam doğrulunca bedeninin heybeti karşısında gerilememek için kendini zor tuttu. Münir Bey; uzun, upuzun bir adamdı ve heybetliydi, hem de çok heybetli. Kel kafası, heybetini daha da arttırıyordu. Ve tabii bir de bıyığı... Hatice, öyle kıl biriktiren adamlardan hoşlanmazdı. İster sakal, ister bıyık hiç hoşlanmazdı. Yine de Münir Bey'i bıyıksız düşünmek garibine gidiyordu. Adamın üzerinde her zaman kravatlı bir takım olurdu. Ama bu takım, Naci Bey'in her tarafından marka ve kalite akan klasik takımlarından ziyade ceketle pantolonun ve gömleğin şahane biçimde bir araya gelmesinden oluşurdu. Eğer bu parçaları kendisi yan yana getiriyorsa Münir Bey'in son derece zevkli biri olduğunu düşünüyordu Hatice. Bugün de adamın bordo ve gri tonlardan oluşan kıyafetinin üzerinde takdirle bakışlarını dolaştırırken, "Lütfen buyurun." dedi. Sonra da eliyle işaret ederek, "Bu taraftan." diye ekledi. Adamın önünde mutfağa doğru ilerlerken kendini fazla minyon ve fazla tombul hissediyordu ve böyle hissetmekten nefret ediyordu! "O kim ki?" diye düşünse de yine de Münir Bey'in bakışlarını sırtında hissederken kendi kusurlarının kendine daha bir batmasına engel olamıyordu. Başını hafifçe çevirip, "Mutfaktayız, umarım sakıncası yoktur?" dedi. Adam, gür sesinde memnun bir ifadeyle, "Mutfakları severim." diye karşılık verdi. Hatice, mutfağa girmek üzereyken dönüp adamın suratına baktı. Hayır, alay eder gibi bir ifadesi yoktu. Sonra umursamaz bir tavırla omzunu silkti. Sevmese ne olurdu? Münir Bey, bugün, mutfakta ağırlanacaktı! "Ooo!.. Münir dede!" diye bağırdı masadan hemen kalkan Mert. "Sen de nereden çıktın?" Gonca, Münir Bey'e sarılmadan önce onun elini öpen oğluna kaşlarını çatarak baktı. "Mert!.." dedi dişlerinin arasından. Yaşlı adamdan ayrılan Mert, "Şaşırdım anne ya! O yüzden öyle dedim!" diye açıkladı. "O da hoş değildi ama... 'dede'?.." "Bence gayet hoştu!" dedi Münir Bey Mert'in sırtını sıvazlayarak. "Ayrıca bu delikanlıdan bana 'dede' demesini isteyen benim!" Gonca, istemsizce annesinin irkilen suratına kayan gözlerini zorla Münir Bey'e çevirerek, "Öyle mi?" diye fısıldadı. "Öyle tabii!" diyen Münir Bey, eğilip Gonca'yı iki yanağından öptü. "Ama..." "Benim Mert'ten büyük torunum var Gonca!" diyen Münir Bey'in kaşları bir anda çatıldı. "Senin onayını almadan böyle bir şey söylememeliydim, öyle mi? Belki de istemezsin?.." Yaşlı adamın lafını bölen Gonca, "Hayır!" diye itiraz etti. "Ne münasebet! Neden istemeyeyim?" Münir Bey güldü. "O zaman bundan sonra ben, Mert'in Münir Dede'siyim." "Siz öyle uygun gördükten sonra..." Konunun kapanmasının memnuniyetiyle gülümseyen Münir Bey, başını sağa sola çevirip etrafı kokladı. "Kahve mi var?" "İsterseniz hemen yapalım." dedi Gonca, annesinin yiyecek gibi bakışlarını görmezden gelerek. "Yok, yok!.. İstemem. Hazırda olsaydı, içerdim." "Olur mu öyle şey? Hem annem Ortadoğu ve Balkanların en büyük kahve ustasıdır." Bu evde bir kez olsun yiyecekli, içecekli ağırlanmamış Münir Bey ilgiyle dönerek, "Öyle mi?" diye sordu. "Abartıyor." dedi Hatice yanaklarının kızarmadığını umarak. "Gonca abartmaya bayılır." "Siz karar verin! Abartıp abartmadığımı anlarsınız." Münir Bey, "Madem öyle, Hatice Hanım'a da zahmet olmayacaksa..." deyince; Hatice mecburen, "Zahmet olmaz." diye karşılık verdi. "Nasıl arzu edersiniz?" "Siz nasıl pişirirseniz." Hatice, gözlerini devirmemek için kendini zor tutarak arkasını dönüp ocağın başına gitti. "Oturmaz mısınız şöyle?" diye sordu Gonca, camın önündeki köşe koltuğu göstererek. "Oturalım tabii, oturalım. Bu arada sen nasıl oldun? Geçen geldiğimde hiç kendinde değildin. Lavaboya bile gidecek halin yoktu." Gonca'nın gözleri büyüdü. Tuvalete giderken Münir Bey'in de ona destek olduğu görüntünün bir rüya olmayabileceğini o anda fark etti ve içinden, "Aman Allah'ım!" diye çığlık attı. "Ne utanç verici!" Neden kimse, ona bundan bahsetmemişti? Gonca'nın düşüncelerinden habersiz, "Gerçi iyi görünüyorsun." diye devam etti yaşlı adam. "Sadece yanakların bir parça kızarmış. Yoksa ateşin mi var hala? En son konuştuğumuzda Hatice Hanım ateşinin düştüğünü söylemişti." "Yok, ateşim yok!" dedi Gonca aceleyle. "Sadece... Sadece biraz bunaldım da." "O üstündeki tiril tiril şeylerle nasıl bunalıyorsan?.." Bir taraftan kahveyi karıştırırken bir taraftan da kızını azarlamaktan geri durmayan kadına, "Öyle demeyin Hatice Hanım!" diye karşılık verdi Münir Bey. "Gonca genç! Isınmak için bizim gibi kat kat giyinmesine gerek yok." Sonra bir an durup, "Yani benim gibi demek istedim!" diye düzeltti aceleyle. "Yoksa siz hala genceciksiniz!" Kahve pişiren Hatice Hanım boğuk boğuk bir şeyler söyledi ama Gonca annesinin Münir Bey'e teşekkür mü ettiğini yoksa burnundan mı homurdandığını anlayamadı. Kesin olan, ikincisinin olma ihtimalinin ilkine göre çok daha yüksek olmasıydı. Münir Bey de öyle düşünmüş olacak, Gonca'ya doğru eğilip muzip bir sesle, "Sanırım Hatice Hanım teşekkür ediyor." diye fısıldadı. O sırada da göz kırpmayı ihmal etmemişti. Gonca, kıkırdamamak için kendini güç bela denetlerken Mert kendine hakim olma konusunda annesi kadar başarılı değildi. Münir Bey; Mert'e de göz kırptıktan sonra, "Eee, delikanlı." dedi. "Hala bakkallık peşinde misin?" Gonca kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Bakkallık mı?" Sonra oğluna döndü: "Mert?" Mert annesine değil, Münir Bey'e cevap verdi: "Kesinlikle! Ama ben bakkal değil, bakkala malzeme sağlayan olacağım Münir dede." "Bir çeşit tüccar yani?" Mert kısa bir an düşündükten sonra, "Belki..." dedi. "Tabii sen de tüccar olduğunu kabul edersen." "Mert!" Gonca, oğluna şaşkınlıkla bağırırken Münir Bey'in gürül gürül sesle attığı kahkaha karşısında şaşkınlıkla susuverdi. "Sen çok zeki bir çocuksun Mert!" Mert sırıttı. "Öyleyim, değil mi?" "Mert!" Bu kez annesine cevap veren çocuk, "Ne var?" diyerek omzunu silkti. "Münir Bey gerçeği söylüyor." "Dede. Münir dede!" diyerek delikanlıyı düzeltti yaşlı adam. Sonra Gonca'ya, "Oğlun eczacı olmak istiyor." dedi. "Biliyorum." "Ben de ona eczacı olarak bir çeşit bakkal olacağını söyleyerek sataşıyorum. Sataşırsan, sataşılma hakkını da karşındakine verirsin. Öyle değil mi Mert?" Mert bir parça mahcup, "Sanırım öyle." dedi. Sonra da dayanamayıp ekledi: "Özür dilerim." "Bak işte!" diye gürledi Münir Bey. "Hem bana hak verdin, hemen ardından sözünü geri aldın." "Bence onu daha fazla teşvik etmeyin." "Bazen teşvik edilmek gerekir Gonca." "Ama gençleri teşvik etmeye pek gerek yoktur. Onlar zaten inandıkları konuda gereğinden fazla coşkulu oluyorlar." Münir Bey, kahvelerini uzatan kadına, "Çok haklısınız Hatice Hanım." diye karşılık verdi. "Ama Mert çok aklı başında bir genç." Hatice Hanım su bardağını adamın önündeki sehpaya yerleştirirken, "Bu da bir başka teşvik." diye mırıldandı. Münir Bey, konuyu uzatmadan kahvesinden bir yudum aldı: Höpürdeterek. Sonra bir yudum daha ve ardından dilini ağzının içinde hafif de olsa şaplatmaktan geri durmadı. "Gonca, bence yanılıyorsun." derken Gonca'ya değil, kahveyi yapan kadına bakıyordu. "Annen değil Ortadoğu ve Balkanlar, dünyanın en iyi kahve yapan kadını olmalı." Hatice Hanım bu kez, "Abartıyorsunuz!" gibi bir karşılık vermek yerine, "Afiyet olsun." diye mırıldandı. Münir Bey fincanı bir kez daha dudaklarına götürdükten sonra, "Gülsüm Hanım yok mu?" diye sordu. "O da senin için çok endişelenmişti Gonca." "Gülsüm annem odasında. Naci abiyle konuşuyorlar." "Naci Bey döndü mü?" "Döndüm! Sürpriz yaparak!" Mutfaktaki herkesin başı kapıya döndü. "Ooo... Naci Bey! Nasılsın?" diyen Münir Bey, dışındaki diğer herkesin bakışları Naci'nin koruyucu bir tavırla omuzlarını sardığı kadına çevrilmişti. "İyiyim Münir abi." Gözlerini o konuşurken içini çeken karısına dikerek, "İnanılmaz iyiyim!" dedi. Gülsüm'ün, "Naci..." diye fısıldadığını duymayan Münir Bey, "Siz nasılsınız Gülsüm Hanım?" diye sordu. Gülsüm; iri yarı adama gülümsemeye çalışarak, "İyi... İyiyim Münir Bey." dedi. "Sağolun. Siz nasılsınız?" "Ben de iyiyim, teşekkür ederim." "Siz oturun." diyen Naci Münir Bey'e, " Benim bir hava almam lazım. Bana eşlik eder misin Münir abi?" diye sordu. "Olur tabii." Tam Mert, "Ben de geleyim mi?" diye soracakken, annesinin uyarı dolu bakışları yüzünden susmak zorunda kaldı. "Zehirlenmenin adı ne zamandan beri 'hava almak' oldu?" "Çoktandır Hatice Sultan! Çoktandır!" diyen Naci, eğilerek kadının yanağına bir öpücük kondurdu. "Naci Bey!.." "Bugün bana bir şey deme Sultan! Sakın bir şey deme!" Hatice Hanım yüzüne yayılan kocaman gülümsemeye engel olamadan, "Demem." diye karşılık verdi. Onları ilgiyle takip eden Münir Bey'in gözleri Gülsüm Hanım'ın ağladığını belli eden solgun yanaklarında ve garip bir tebessümle bükülmüş dudaklarında bir anlığına dolaştı. "Münir abi?.." "Geldim." dedi kapıyı onun için açık tutan Naci'ye. İki erkek balkona çıkar çıkmaz Hatice, dirseğiyle Gülsüm'ü dürterken kıkırdıyordu. "Demedim mi sana ben? Demedim mi? Adam, resmen havalarda uçuyor!" Gülsüm'ün yüzünde gülümsemeye benzer bir şeyler oynaştı, sonra kadının yüzü yeniden dağıldı. "Ne oldu şimdi Ne dedim ben?" diye sordu Hatice şaşkınlıkla. Sonra kızına baktı. "Bu iyi bir şey değil mi?" Gülsüm; konuşamayarak elini hafifçe sağa sola sallarken Gonca, "Tamam anne, bir şey yok!" diyerek ona sarıldı. Sonra da "Hormonlar!" dedi kendi annesine. "Bazı kadınlarda böyle olur." "Biliyorum da... Ota çöpe de..." Hatice Hanım, kızının bakışları karşısında boğazını temizleyip, "Şey... En iyisi ben bir çay suyu koyayım." dedi. "Anlaşılan davetsiz misafirimiz hemen kalkmaya niyetli değil!" "Adam bu eve girdi bir kere çıkar mı bir daha!" Kızının imasına sert bir bakışla yanıt veren Hatice Hanım, "Sen beni biliyor musun!" diye homurdandı. "Ağzından çıkanı kulağın duysun!" "Ağzımdan bir şey mi çıktı Gülsüm anne!" diye sordu Gonca gözyaşlarını silmeye çalışan kadına. "Çı... Çıkmadı." Dünürüne hışımla dönen Hatice Hanım, "Siz ikiniz çok oluyorsunuz ama!" diye bağırdı. "Ne... Ne var? Adam..." Gülsüm uzun süredir ağladığı için derin bir nefes alma ihtiyacıyla bir an durdu. "Adam sana olan hayranlığını bastıramıyor." "Kesinlikle!" Hatice torununu, "Senin bugün dilin çok uzadı Mert Efendi!" diyerek azarladı. "Ama doğru! Annemin patronu daha seni görmeden sana aşık olmuştu anneanne!" "Ben şimdi..." Mert; iki elini birden sallayarak üzerine doğru gelen anneannesi yüzünden geri geri gitmeye devam etse de, bir kez daha, "Ama doğru!" demekten kendini alamadı. "Torununu kurtaran kadına aşık olan adam!" "Magazinci müsveddesi gibi konuşma!" "Ama sen magazin izlemeyi çok seversin anneanne! Sayende şimdi biz de canlı canlı izliyoruz." Mert; arkasındaki duvar yüzünden daha fazla geri gidemeyince, yana doğru sıçrayıp babaannesinin arkasına geçti. "Kurtarın beni!" "Sana 'paşam' dedik, el üstünde tuttuk... Şu yaptığına bak!" Mert; bir eliyle tuttuğu annesiyle diğer eliyle tuttuğu babaannesini sağa sola çekiştirerek onları karşısındaki öfkeli kadına karşı siper olarak kullanıyordu. "Senin mutluluğunu istiyorum anneanne, suç mu bu?" Bir anda iki kadının arkasında yükselip ellerini iki yana açarak tavana doğru, "Hatice ve Münir!.." dedi. "Sizleri bu mutlu günlerinde... Ah!.." Gösterisi anneannesinin şaplağıyla sona eren Mert ensesini ovuşturdu. "Acıdı!" "Oklavamı bulayım, o zaman daha da çok acıyacak!" Elini beline koyup diğer kadınlara döndü. "Eğer böyle gülmeye devam ederseniz size de birer oklava var!" "Biz gülmüyoruz." dedi Gonca boğazını temizledikten sonra. "Öyle değil mi anne?" Gülsüm; başını aşağı yukarı salladıktan sonra, "Kesinlikle gülmüyoruz!" diyerek gelinini onayladı ama çok değil birkaç saniye sonra iki kadın da dizlerini tutarak gülüyorlardı. Hatice Hanım, "Ne haliniz varsa görün!" diye homurdandı. "Sizinle mi uğraşacağım ben? Yeter! Akşama aç kalın da görün gününüzü!" "Ben de mi aç kalayım?" Hatice Hanım torununa acımasız bir bakış attı. "Sana bu gece lokma yok!" Mert, masum bir yavru kedi gibi gülümsedi. "Sen benim aç uyumama izin vermezsin!" diyen Mert, anneannesinin keskin bakışlarını görünce, sesi sönerek, "Sanırım izin verirsin..." diyebildi. Hatice Hanım, süklüm püklüm kapıya giden torunu karşısında derin bir nefes aldı. "Patlıcan musakka, fırında patates, köfte var. Yanına pilav ister misin?" Mert, bir çırpıda dönüp kadına sarıldı. Sonra da ayaklarını yerden kesip onunla kendi etrafında bir tur attı. "Dur deli çocuk! Dur!" "Canım anneannem benim! Torununa kıyamayacağını biliyordum!" "Ben de senin rol yaptığını biliyordum ama rol bile olsa gerçekten de sana kıyamam!" Mert anneannesini yere biblo gibi koyarak, "Kıyamazsın tabii!" dedi. "Hem bana kıysan bile babaanneme kıyamazsın! Onun yemesi lazım! O şey... Şey..." Mert, aklına estiği gibi başladığı konuşmasının vardığı noktada sus pus oluvermişti. Gözlerini, suçlulukla, az önce arkasına saklandığı kadına dikti. "Özür dilerim babaanne! Be... Ben..." Daha Mert kendini açıklayamadan Gülsüm, "Ah, Mert!" diye feryat etti. "Mert!.." Sonra da kendini torununun kollarına attı. Mert şok ve üzüntüyle kadına sarılırken, "Ö... Özür dilerim." dedi tekrar. "Be... Ben çok aptalım!" "Sen aptal değilsin!" diye karşı çıktı Gülsüm torununun göğsüne doğru. "A... Asla... Asla olamazsın!" "Ama ben..." Gülsüm, torununun kollarının arasından sıyrılıp onun üzgün suratına baktı. Gerçi gözyaşlarından pek bir şey gördüğü söylenemezdi. Uzanıp onun her zaman tatlı olan yanaklarını kavradı. "Oğlum benim! Tatlı oğlum! Oğlumun oğlu oğlum!" Hıçkırdı. Diğer iki kadın da hıçkırdı. "Sen bana ne desen alınmam, hele de bu durumda!" "Ben... Ben çok şaşırdım ve... ve... Sonra... Yani şimdi... Bence bebek güzel! Yani hem senin için... Yani çocuğunun olması... Ve... Ve Naci dedem için! Bu arada Esme, geçende gazetede onun fotoğrafını görmüş, yani Naci Dedemin. Dedi ki... Ona 'dede' demem yasaklanmalıymış! Çünkü o çok genç ve yakışıklıymış! Ve..." Babaannesi hıçkırarak başını yeniden göğsüne gömünce, hızlı bir biçimde, "Yani sen de çok gençsin babaanne! Hem de çok gençsin!" diye ekledi. Kadın ağlamaya devam edince, annesiyle anneannesine yardım ister gibi baktı ama onların da gözleri yaşlarla doluydu. Çaresizlikle ne söylese onları ağlatacağını düşünerek aklındakileri açıklamaya karar verdi: "Bence bebek gerçekten çok iyi bir haber! Düşününce... Özellikle de o Feyza cadısı için kapak olacak haber!" Gonca gözlerini silerken, "Mert!" diye bağırdı. Bir taraftan da bakışları balkon kapısındaydı. "Çok ayıp!" "Bence değil! O kadın babaannemle Naci dedemin evlenmelerini istememişti, hem de bu çocuk meselesi yüzünden!" Ağzı şaşkınlıkla kocaman olan Gonca, "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordu. "Kulaklarım var değil mi? Bir yıl önce sürekli bunu konuşuyordunuz." "Yine de böyle söyleme! Cadı, dediğin o kadın Naci dedenin annesi!" "Cadı annesi!" "Hışşş!.." "Doğru söylüyor!" Gonca, "Gülsüm anne!" diye feryat etti. "Ne var?" diye sordu kadın gözyaşlarını kaçıncı defadır sildiğini bilmeden. "Kayınvalidemi sevmek zorunda mıyım? Böyle bir kural mı var?" "Yok tabii." diye karşılık verdi gelini. "Kocamın annesi olduğu için ona saygıda kusur etmem ama..." "Ama kayınvalideni sevmiyorsun." diye tamamladı Gonca. "Sevmiyorum." İki kadın birbirlerine gülümsediler. "Ama bu gelin, kayınvalidesini çok seviyor." "Canım!" dedi Gülsüm, Gonca'yı kucaklarken. "Bu kayınvalide de gelinini çok seviyor!" "Tamam." dedi Hatice Hanım ellerini çırparak. "İlişkiler ve onlar hakkındaki duygu durumunuzu hallettiğinize göre, söyleyin bakayım pilavla patates köftenin yanına hangi çorba gider?" Onlar karar vermeye çalışırken balkonda Münir Bey, "Sence de bu biraz fazla değil mi?" diye soruyordu. Üçüncü sigarasını yakmaya çalışan ama bunu bir türlü beceremeyen Naci, "Bu sonuncusu abi." diye karşılık verdi. "Korkunun ecele faydası yoktur, derler; bilirsin." Çakmak elinde öylece kalakalan Naci, "Ne demek istiyorsun abi?" diye sordu. "Gülsüm Hanım... O... Hamile, öyle değil mi?" Naci, adama bunu nereden bildiğini bile soramadan arkasındaki hasır sandalyeye çöküverdi. Sigarayla çakmağı da rastgele ortadaki masanın üzerine doğru fırlattı. "Evet, evet hamile." Münir Bey, açık bacaklarının arasında ellerini kavuşturup öne doğru eğildi. "Ve bu hamilelik seni korkutuyor." Naci acı çeker gibi bir yüzle, "Nasıl korkutmaz abi?" diye sordu. "Gülsüm elli yaşında!" "Bu durumda bunun planlanmayan bir gebelik olduğunu söyleyebilir miyiz?" "Tabii ki öyle!" "Ama sen mutlusun da?" Naci elini yüzünde gezdirdi. "Evet... Mutluyum!" İçini çekti. "Hiçbir zaman çocuğum olması gibi bir hayalim olmadı abi ama Gülsüm yarım saat önce bir bebeğimiz olacağını söyleyince..." Bir kez daha yüzünü sıvazladı. "İçimde bir şeyler değişti. Bir şey oldu..." Başını iki yana salladı. "Tam olarak anlatmam mümkün değil." Münir Bey gülümsedi. "Anlıyorum." Naci de gülümsedi. "Tabii anlarsın abi! Ne de olsa senin de çocukların var." Münir Bey'in gülümsemesi ufak bir kahkahaya dönüştü. "Yanlış anladın! Çocuklarım var ama onların doğacağını öğrendiğim zamanlar hem çok genç hem de çok meşguldüm. Öyle yoğun bir şeyler hissetmedim. Torunum olacağını öğrenince, daha çok da ilk torunum Aysel'in haberini alınca içim içime sığmamıştı." Karşısında oturan heyecanlı erkeğe, "Sen bir de o doğunca gör!" dedi. "Öyle mi diyorsun?" Münir Bey başını salladı. "Ama abi daha doğmasına yedi ay var, tabii o da her şey yolunda giderse..." Naci gözlerini yumup derin bir nefes aldıktan sonra, yeniden kendinden çok daha olgun olan adama bakıp, "Ya gitmezse..." diye fısıldadı. "Bilemezsin. Ama çoğu hamilelik yolunda gider." "Yaş?" "Günümüzde çoğu kadın ileri yaş hamilelikleri yaşıyor!" "Elli yaş, abi!" "Evet, bu bayağı ileri bir hamilelik yaşı. Yine de bu yaşta bile çok sağlıklı hamilelik geçirip çok sağlıklı bebekler dünyaya getiren kadınlar var." Naci; bir kez daha derin bir nefes aldıktan sonra, "Sanırım bu yedi ayda ömrümden ömür gidecek. Bebeğin sağlığı, Gülsüm'ün sağlığı... En çok Gülsüm'ün sağlığı. Biliyorsun, oğlu ölmüş, Mert'in babası..." "Biliyorum." "Gülsüm için bu süreç daha da travmatik olacak." "Aldırmayı düşünmez misiniz?" Naci'nin irkilmesi Münir'e yeterince ipucu verse de adamın sesinde, tavrındaki kararlılık yoktu. "Hayır." "Emin misin?" "Bebeği çok istiyorum! Yarım saat öncesine kadar varlığından haberim yoktu ama istiyorum! Fakat... Bir tercih yapacak olsam Gülsüm'ün varlığı her zaman benim önceliğim olur." "Peki Gülsüm Hanım? Anladığım kadarıyla hormonlar çoktan onu etkilemeye başlamış." "Ağlayıp duruyor. Çılgın bir endişeyle yaşından ötürü milletin ne diyeceğini falan düşünmüş, tabii daha bir sürü saçma sapan şey de! Ama en saçma olanı benim çocuk istemediğim için onunla evlendiğimi düşünmesi!" "Nasıl yani?" Naci; karısıyla arasında geçen konuşmayı Münir Bey'e anlatınca, yaşlı adam kahkaha attı. "Kadınların kafası zaten çok farklı ve karmaşık çalışır, şimdi üstüne bir de hamilelik..." Bir kez daha kahkaha attı. "Allah sana kolaylık versin!" Naci; yeniden masanın üzerindeki sigaraya uzanırken, "Amin!" dedi. "Ayrıca onu da bırakman gerekiyor." "Neden?" "Çocuğun olacak! Bundan daha büyük neden mi olur? Hem... Kaç yaşındasın?" "Kırk yedi." "Yaşlı değilsin ama genç de değilsin. Bebeğin için sağlıklı kalmaya özen göstermelisin!" Naci, sigarayı yakacakken yeniden bıraktı. "Haklısın." dedi karşısında oturan adama. "Bırakıyorum." "'Bırak' demeyle 'Şimdi' demedim!" "Biliyorum. Yine de hemen olması daha iyi. Ben öyle azalta azalta falan bırakamam." Münir Bey kuşkuyla, "Umarım başarılı olursun." dedi. Naci ceketinin cebindeki paketi, masanın üzerindeki bir dal sigarayı ve çakmağı yandaki, daha çok dekor amaçlı, görünen kovanın içine atıverdi. "İşte bu kadar!" Münir Bey, bu işin bu kadarla bitmeyeceğini çok iyi bilmesine rağmen hiç sesini çıkarmadı. Sadece, "İçeri girelim mi?" dedi. Naci, "Tamam." dese de ayağa kalkmadı. "Anladığım kadarıyla bu aralar buralara sık sık geliyormuşsun abi." "Bu, üç." "Bir haftada üç! Rekor denemesi gibi. Son bir yıldır üç kere bile gelemediğin göz önüne alınırsa... Aslında gerçek bir rekor!" Münir Bey güldü. "Gonca'yı çok severim ama hastalığı işime yaradı." "Duydum. Normalde evin erkeği olarak sana niyetini sorardım ama onu hepimiz çok iyi biliyoruz." Münir Bey omzunu silkti. "Saklamadım ki." "Sana kızmam ve uzak durman için uyarıda bulunmam da gerekirdi." "Anlaşılan yapmayacaksın." "Ne gerek var ki? Hatice Sultan zaten senin hakkından gelir!" Münir hayranlık dolu bir sesle, "Efsanevi bir biçimde geliyor." diye karşılık verdi. "Sanırım onun tavrı seni kışkırtıyor." "Hem de nasıl! Rahmetlinin ölümünden beri görüştüğüm kadınlar oldu. Hiçbiriyle evlenmeyi düşünmedim. Ama Hatice Hanım..." Başını iki yana salladı. "O bambaşka!" "Lafını sakınmaz." "Kesinlikle!" "Koruyucu." "Hele de ailesine karşı!" derken Münir Bey'in sesi hayranlıkla kısılmıştı. Naci ayağa kalktı. "Sana iyi şanslar abi! Çünkü şansa ihtiyacın olacak! Bu kız klanının içinden birini çekip almak hiç kolay değil! Diğerlerini ikna etsen bile, bizzat onu ikna etmen uzun zaman alıyor." "Kararlıyım!" "O zaman hadi bakalım, içeri geçelim." Mutfakta, Mert'i masaya peçete koyarken buldular. Hatice Hanım ise her zamanki gibi ocağının başında bir şeyleri karıştırmakla meşguldü. Gonca ortalıkta görünmezken Gülsüm'e salata yapma görevi düşmüş gibi görünüyordu. Naci hemen karısının yanına giderek bıçağı elinden aldı ve "Bırak, ben yapayım." dedi. Gülsüm şaşkınlıkla, "Neden?" diye sordu. "Senin ayakta durmaman lazım!" Gülsüm, gözlerini devirdikten sonra bıçağı kocasının elinden çekip aldı ve soğan doğramaya kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kocasına da "Bence sen ayakta kalmamalısın." dedi. "Daha uçaktan ineli kaç saat oldu ki?" "Ama sen şeysin!" Gülsüm derin bir nefes aldı ve kocasına yalnız onun duyabileceği bir sesle, "Hamileyim." dedi ama gerçeğin fısıltıyla bile ifade edilişi, kendi sesinden bile olsa, irkilmesine neden olmuştu. Yine de cesaretle devam etti: "Hamileler normal yaşamlarına devam edebilirler. Bu bir hastalık değildir." Bir kez daha, "Ama..." diye başlayan Naci, karısının kızgın bakışları karşısında ısrar etmekten vazgeçti. Bir saat sonra elindeki bardağı masaya bırakan Münir Bey, "Harika bir yemekti." dedi. "Ellerinize sağlık Hatice Hanım. Sizin yanınızda yaşayanlar ne şanslı!" Mert, boğazına bir şey kaçmış gibi öksürmeye başlayınca Gonca bu fırsatı değerlendirerek yüzünü annesinden sakladı ve oğlunun sırtına, "Helal! Helal!" diyerek vurdu. Sonra da sessizce, "Sakın güleyim, deme!" diyerek onu uyardı. "Biliyorsunuz" dedi Münir Bey. "Bu pazar kahvaltımız var." Gonca, "Brunch" diyerek patronunu düzeltti. Adam, yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. "Ha brunch ha kahvaltı! Ne fark eder Gonca?" Sonra diğerlerine döndü. "Hepinizi davetlim olarak orada görmek isterim." "Ben zaten orada olacağım." "Görevli değil, benim davetlim olarak orada olacaksınız Gonca Hanım, anladınız mı beni?" "Anladım ama!" Münir Bey; diğerlerine hayal kırıklığıyla bakıp, "Anlamamış." deyince, Gonca da dahil herkes güldü. "Ben..." "Sen Gonca, benim da-vet-lim-sin. İşte o kadar!" diyerek kestirip attı Münir Bey. "Bu kahvaltı, biliyorsunuz, kimsesiz çocukların eğitimlerine katkı amaçlı düzenleniyor. Rahmetli eşim projenin sahibiydi ve onun ölümünden bu yana geçen yirmi yılda anısına sadık kalarak her sene bu kahvaltıyı düzenledik ama bu sene..." Münir Bey, bir an duygusal bir ifadeye bürünen yüzüne inat konuşmasına devam etti. "Bu sene her zamankinden farklı olacak. Bu yüzden orada olmanızı istiyorum." Gonca merakla, "Nasıl farklı?" diye sordu. Münir Bey ona göz kırptı. "Gelince görürsün. O zamana kadar iyileşmene bak." "Ben iyiyim." "Çok iyisin!" diye homurdandı annesi. "Öksürüp duruyorsun!" "Bugün bir kez öksürdüm anne ya!" "Yarımını, birini bilmem! Öksürdün mü öksürmedin mi? Hem benimle ya'lı, yu'lu konuşma!" Gonca gözlerini devirip yalancı bir uysallıkla, "Peki anneciğim." diye mırıldandı. Münir Bey kıs kıs gülerek, "En iyisi ben gideyim." dedi. "Burada bir aile faciası yaşanacak gibi görünüyor." Münir Bey kalkınca diğerleri de sandalyelerinden kalktılar. "Lütfen... Rahatsız olmayın!" "Rahatsız olacak bir şey yok abi." diyen Naci, Mert'le birlikte yaşlı adamın ardından yürümeye başladı. Münir Bey mutfak kapısında durup, "Hanımlar, pazara bekliyorum." dese de gözleri Hatice Hanım'ın üzerindeydi. "Mutlaka gelin." İki erkek dışarı çıkınca Gonca ve Gülsüm göz göze geldiler ve ikisi de aynı anda kıkırdadılar. "Gülmeyin! Size, 'Gülmeyin!' dedim!" "Ama anne!..." diye başlayan Gonca yeniden kıkırdamaya başlayınca, annesi ateş püsküren gözlerle arkasını dönüp masadaki tabakları toplamaya başladı. Bir taraftan da homurdanıyordu: "Yarın sabah size kahvaltı mahvaltı yok! Oturun kendiniz yapın!" Sonra durup eline aldığı tabak yığınını gerisin geri masaya bıraktı. Kızıyla dünürüne dönüp, "Çok mutlusunuz, öyle mi?" diye sordu. "Madem öyle, masayı ve bulaşıkları da mutlu mutlu toplarsınız!" Sonra da hışımla mutfaktan çıktı. "Çok kızdı!" dedi Gülsüm. "Evet." "Sence sabaha kadar kızgınlığı geçer mi?" "Neden sordun anne?" "Canım onun yumurtalı ekmek kızartmasını çekiyor." Gonca güldü. "Canının çektiğini duyarsa kızgınlığı şimdi bile geçer, sen merak etme." "Haklısın." diyen Gülsüm, hesapçı bir gülümsemeyle, "Ben yine de bu kozumu sabah oynayayım." deyince, Gonca'nın kahkahası mutfakta çınladı.
|
0% |