Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

Münir Bey'in biri kız, diğeri erkek iki çocuğu vardı. Öğretmen olan eşiyle henüz on dokuz yaşında, üniversiteye başladığı yıl tanışmış ve iki yıl sonra da onunla evlenmişti. İki yıl beklemelerinin nedeni, evlilik için yeterince olgunlaşmamış olmaları değildi. Sevgi'nin, yani eşinin, öğretmenlik eğitimini o iki senede tamamlayacak olmasıydı.

Evlendiklerinde Münir Bey'in ancak üç yıl sonra tıp fakültesini bitirecek olması kimsenin umurunda olmamıştı çünkü hem eşi hem de Münir Bey, onlara maddi katkısını rahatlıkla sunabilecek ailelerden geliyorlardı. Özellikle Münir Bey'in ailesindeki erkeklerin nesillerdir, neredeyse soya çekim gibi, hekimlik yapması; onların ortalamanın çok, çok üzerinde yaşam sürdürmelerine neden olmuştu.

Münir Bey, fakülteden mezun olduğunda uzmanlık için beklemek zorunda kalmamıştı. Nedeni, ne istediğini tam anlamıyla bilmesi ve bu isteği gerçekleştirmek için yeterince hırslı olmasıydı. Bu yüzden "Kalp-Damar Cerrahı" ünvanını alması için gereken asgari süre neyse, o sürede "Kalp-Damar Cerrahı" ünvanını almayı başardı. Ardından birkaç yıl Amerika'da uzmanlığını geliştirdi ve sonra Türkiye'ye döndü. Babası Doktor Salim Saygılı'nın beklediği de tam olarak buydu. Oğlundan destek alan Salim Bey hiç vakit kaybetmeden özel bir hastane kurmak için gerekli adımları atmaya başladı.

"Darüşşifa Hastanesi"nin açılışı sırasında ne Münir Bey ne de babası Salim Bey bu hastaneye yenisinin, bir yenisinin ve bir yenisinin eklenerek Darüşşifa Hastaneler Grubu"nu oluşturacağını tahmin edebilirdi.

Geçen zaman içinde Münir Bey'in özel hayatı da değişti. Uzman olur olmaz, evliliklerinin ilk senesinde sahip oldukları kızlarından sonra, bir kez daha anne-baba olmaya karar verdikleri için Sevgi çalışmayı bıraktı. Çocuklarının bakımıyla bizzat ilgilenmek, onları başkalarına bırakmak istemiyordu.

Oğulları doğduktan on iki yıl sonra Sevgi; ufak, buna karşın habis bir kitle yüzünden memelerinden birini kaybetti. Bir yıl sonra... Diğerini de. Ne var ki hastalık durmadı, yok olmadı. Hızlı bir yayılmayla Sevgi'nin otuz sekizinci yaşını hastanede kutlamasına neden oldu ve bir ay sonra da Münir Bey'in sevgili eşi hayata gözlerini yumdu.

Münir Bey üzüldü, kahroldu ama yıkılmadı. On sekiz ve on iki yaşlarında iki çocuğu varken kendi acısının içinde boğulacak lüksü yoktu ve... Ve yaşam devam ediyordu. Etti de.

Sevgi'nin ölümünden sonra kendine işi ve evi arasında bir yaşam kursa da, sonradan, dönüp baktığı kadınlar da oldu ama hiçbiri yeniden evlenmeyi düşündürecek kadar gönlüne nüfuz etmeyi başaramadı. Taa ki geçen seneye kadar.

Gonca; bahçenin en dikkat çekici yerine yerleştirilmiş yuvarlak masada annesinin karşısındaki boş sandalyeye dalgın dalgın bakarken Münir Bey'le ilgili bu kadar çok şeyi geçen sene bu zamanlar bilmediğini düşündü.

Yaklaşık bir sene önce, tıpkı bugünkü gibi ilkbaharın yaza dönmek üzere olduğu sıcak bir günde, geleneksel "brunch"tan yirmi dört saat sonra annesi Hatice Hanım bir kaza geçirmişti. Epeydir şikayet ettiği bel ağrısı için Gonca'nın randevu aldığı beyin cerrahıyla olan randevusuna yetişmeye çalışırken hastanenin önünde alelacele taksiden inmişti. Taksiyle hemen arkasında yolcu indiren minibüsün arasından geçerek yola adımını attığında sola bakmadığı aklına gelmiş ve daha başını çevirip de hızla yaklaşan halk otobüsünü görmeden önce aracın şoförünün on saniye aralıksız sürecek korna çalışını duymuştu. Sonradan soranlara kendini ve birkaç adım önündeki genç kızı tutarak geri çekmeyi nasıl başardığını hiç bilmediğini söyleyecekti.

Sonuçta kızı geri çekmiş ama onun ağırlığı dengesini kaybetmesine ve sırt üstü yere düşmesine neden olmuştu. Başı kaldırımın kenarına çarpmış ve sonra Hatice Hanım bilincini kaybetmişti.

Aynı hastanede olmalarına rağmen Gonca ancak bir saat sonra olaydan haberdar olabilmişti. Acilden girişi yapılan hastanın kafa travması şüphesiyle tetkikleri yapılırken onun kim olduğuyla ilgilenmek kimsenin aklına gelmemişti.

Annesinin randevusuna yarım saat geciktiğini fark edip de onu aramasa ve çantanın içindeki telefonun sesini görevlilerden biri duymasa, belki, kazadan çok daha geç haberi olabilirdi Gonca'nın.

Annesinin bir şeyi olmadığını öğrendiğinde bir parça rahatlamıştı ama o, gözlerini açıncaya kadar başında sürekli nöbet tutmuştu. Ardından da bu kadar geç haber verildiği için görevlileri bir fasıl haşlamaktan ve hasta haklarına gereken şikayeti yapmaktan kendini alamamıştı.

O gün akşam saatlerinde, Hatice Hanım uyurken, başucunda dikilen Gülsüm gece kalmak için en az on dakika Gonca'ya dil dökmüştü.

Gonca; zaten sabah işbaşı yapmak için hastaneye erkenden dönmesi gerekeceğini söyleyerek kalmak için en uygun kişinin kendisi olduğuna onu ikna etmeyi, zor da olsa, başarmıştı.

"Siz gidin." demişti. "Sabah Naci Abi'yle gelip annemi çıkarırsınız."

"Gonca haklı sevgilim. Biz en iyisi hemşireler kovmadan Mert'i de alıp çıkalım."

Gülsüm, yıllarca yurt dışında kaldığı için sevgi sözcükleri konusunda çokça cüretkar ve cömert olan kocasını bu kez uyarma gereği duymamıştı. Gonca'ya sarılıp, "Bir şey olursa mutlaka bizi ara!" diye tembih etmişti.

"Ararım ama bir şey olacağını sanmıyorum. Tetkikleri temiz çıktı. Sadece başında ufak bir şişlik var. Bilinci yerinde. Sadece, ne alakaysa, köprücük kemiği kırılmış. Onun için de şu anda yapılabilecek çok bir şey yok."

"Tamam o zaman. Yarın görüşürüz." diyen Gülsüm, uyuyan anneannesinin yanağına ufak bir öpücük konduran torununa sevgiyle seslenmişti:

"Hadi Mert, gidiyoruz."

Mert annesini de öptükten sonra ona, "Kendine iyi bak." demişti.

Onlar gittikten yarım saat ya da bir saat sonra Gonca; hala uyuyan annesine bakarak kenardaki koltukta ayaklarını altına almış, dinlenmeye çalışıyordu. Kapı vurulduğunda dalgınca, "Gel!" diye seslenmişti. Zaten hemşireler, usulen, kapı vurdukları için izin verilip verilmediğine bakmaksızın içeri giriveriyorlardı. Ancak...

Ancak o sırada içeri giren hemşire değildi, hatta meslektaşlarından biri bile değildi. Gerçi Münir Bey onun meslektaşıydı ama daha çok işvereniydi ve onu annesine ait hasta odasında görmek, Gonca'yı çok şaşırtmıştı.

"Girebilir miyim?" diye sormuştu yaşlı adam.

Apar topar ayağa kalkan Gonca, "Ta... Tabii!.." demişti. "Tabii girebilirsiniz!" Sesi bir çeşit ciyaklamaya benziyordu.

Gonca Münir Bey'i tanıyordu, elbette tanıyordu. Adam bu hastanenin ve daha on beş tanesinin sahibiydi. Yetmezmiş gibi mesleki kariyeri de inanılmaz başarılarla doluydu. Tıp dünyasının geri kalanı gibi Gonca için de bir çeşit idoldü. Gonca'nın onu birkaç kez uzaktan görmüşlüğü de vardı ama o güne kadar birebir muhatap olmamıştı. Bu yüzden yaşlı adam, "Hastamız nasıl?" diye sorunca, şaşkınlık ve tereddüt arası bir sesle, "İ... İyi." diye cevap vermişti.

"Çok şükür! Çok şükür!"

Münir Bey'in hastanelerinde zamansız ve kimliksiz ziyaretler yaptığını herkes gibi Gonca da bilirdi buna rağmen adamın Hatice Hanım'ın sağlık durumu üzerine gösterdiği neşeyi fazla kişisel ve gereksiz bulmuştu.

Sonra adam, "Tanıştırayım." demişti ve Gonca'nın muhtemelen şaşkınlığı yüzünden fark etmediği uzun boylu, kumral bir kadını dirseğinden tutarak öne çıkarmıştı.

"Kızım Leyla."

Münir Bey belki tamam ama kızının o hastane odasında ne işi vardı? Gonca'nın bildiği, adamın iki çocuğunun da tıp bilimleriyle hiç ilgisinin olmadığıydı.

Gonca düşüncelerini kendine saklayıp, "Çok memnun oldum." demeyi başararak elini uzattığında; kadın bunu yeterli bulmamış gibi Gonca'yı kendine çekip sarılmıştı.

"Teşekkür ederim! Çok teşekkür ederim!"

Gonca, o anda tüm nezaket kurallarını bir yana atarak, "Neden teşekkür ediyorsunuz?" diye sormuştu.

Leyla Hanım geri çekilip kocaman açılmış gözleriyle, "Bilmiyor musunuz?" diye sormuştu.

"Neyi?"

Münir Bey kızına, "Söylememelerini ben istedim Leyla." demişti.

Gonca; bir doktor olmasına rağmen, o anda sadece az ötede hastane yatağında uyuyan kadının çocuğu olduğu için endişeden tizleşmiş bir sesle, "Neyi?" diye bağırmıştı bu kez.

"Sakin ol! Sakin ol Gonca Hanım!" diyen Münir Bey onun ellerini avuçlarının içine almıştı. "Annenin bugün hayatını kurtardığı kız, benim torunum."

Gonca; annesinin bugün sonu ölümlü bitebilecek bir kazadan nasıl kıl payı kurtulduğunu, o sırada yanında bir genç kız olduğunu biliyordu. Hatta o genç kızı montundan tutup geri çektiği için onun hayatını kurtardığını da biliyordu. Ama...

"O... O benim kızımın hayatını kurtardı!" derken hıçkırmıştı Leyla Hanım.

"Bilmiyordum."

"O da burada olmak istedi, yani Aysel."

Aysel'in Leyla'nın kızı olduğunu tahmin eden Gonca, dikkatini karşısında gözleri yaşlı duran kadına vermeye çalışmıştı.

"En yakın arkadaşına bu akşam sürpriz doğum günü yapacaklar ve her şeyi o ayarladı. Bu yüzden gelemedi ama sevgilerini ve teşekkürlerini iletmemizi istedi."

Leyla Hanım'ın bakışları yatağa kaymıştı.

"Bir tanemi kurtardı! Annenizin hakkını hiçbir zaman ödeyemem!"

Münir Bey, "Sakin ol Leyla!" diye uyarmıştı ağlamak üzereymiş gibi konuşan kızını. "İyi olduğunu biliyorsun. Hasan Bey de her şeyin yolunda olduğunu söylemişti zaten. Kulağınla duydun."

Bu Hasan Bey'in hastanenin başhekimi olan Hasan Bey olduğunu tahmin eden Gonca, alaycı bir biçimde, o gün annesine gösterilen özenin kaynağının kendisi olduğunu düşünerek ne büyük bir kendini beğenmişlik sergilediğini fark etmişti.

"Evet... Çok şükür iyiymiş!" diyen Leyla Hanım'ın sesine, "Gonca?..." diye seslenen Hatice Hanım'ın sesi karışmıştı.

Hemen annesinin başına koşan Gonca, "Buradayım anne!" demişti.

Hatice Hanım'ın bakışlarının ziyaretçileri üzerinde olduğunu gören Gonca, ona konuklarını tanıştırmıştı.

Münir Bey'in o sırada mı, yoksa aradan bir hafta geçtikten sonra Leylalardaki kahvaltıda mı annesine vurulduğunu hiç bilemese de adamın kararını verdikten sonra niyetini hiç değiştirmediğini biliyordu Gonca. Hatice Hanım da biliyordu, bu kesin ama Gonca onun adama bir kez olsun yüz verdiğini görmemişti.

Peki, Hatice Hanım'ın bu tavrı Münir Bey'i niyetinden vazgeçirmiş miydi? Kesinlikle hayır! Adam her ay eve çiçek ve çikolata göndermeye; Hatice Hanım da çiçekleri güzel bir vazoya koyup çikolataları, Mert'in bütün itirazlarına rağmen, iade etmeye devam ediyordu.

Bir keresinde, "Neden çikolata değil de çiçek?" diye isyan eden Mert'e, omzunu silkerek, "Canım öyle istiyor" diye yanıt vermişti.

Bu kadar temelsiz bir açıklamayı başkası yapsa belki itiraz edilebilirdi ama Mert bile anneannesine karşı bir şey dememişti, dese de değişen bir şeyin olmayacağını biliyordu çünkü. Tıpkı Hatice Hanım'ın Münir Bey'in birkaç akşam önce "brunch" için yaptığı davete, evdekilerin tüm çabalarına rağmen gelmemekte ısrar etmesi gibi.

Kadın; günlerdir Nuh demiş, peygamber dememişti ve nedendir bilinmez, bu sabah kalkıp birdenbire kaçta çıkacaklarını soruvermişti.

Gonca yeniden annesine baktı, onun da etrafta gezinen bakışlarından kendisini aradığı anlayarak hafifçe sağa doğru kaydı.

"Hiçbir işe yaramaz, biliyorsun. Seni nasıl olsa bulur."

"Biliyorum. Ne kadar geç olursa o kadar iyi!"

"Korkunun gözü kör olsun!"

"Dalga geçme Halit!" diye homurdandı Gonca, adamı önünde siper gibi kullanarak. Gerçi bu çabasının bir işe yarayacağını sanmıyordu. Halit uzun bir adamdı, ne var ki gövdesi Gonca'yı saklayamayacak inceydi.

"Şimdi beni bulursa homurdanacak!"

"Haklı."

"Sen de mi?"

"Daha yeni iyileştin!"

"İki gündür çok iyiyim!" diye sözünü kesti adamın Gonca.

Halit bedenini hafifçe çevirerek Gonca'nın görünmemesini sağlamaya çalışırken, "Öyle bile olsa..." diyordu. "Hatice Hanım'a şu anda standın başında olmanı açıklayabileceğini sanmıyorum."

"Ben bölüm başkanıyım!"

"Henüz "iş göremez" raporunun süresi dolmamış bölüm başkanı!"

"Bugün bitiyor raporum!" diye protesto eden Gonca sinirle, "Sen kimin yanındasın Halit?" diye sordu. O sırada annesiyle göz göze gelince artık saklanmasına gerek olmadığını anlayarak çalışma arkadaşının karşısında dimdik durdu. "İyi olduğumu görüyorsun!"

"Görüyorum ama..."

"Ama?.."

"Bugüne kadar seni hiç hasta görmemiştim, yani birkaç soğuk algınlığı dışında. Öyle yataklara düşecek kadar hasta olduğunu ise hiç hatırlamıyorum." Halit, her zaman ilgiyle bakan gri-yeşil gözlerini Gonca'dan kaçırdı. "Beni korkuttun!"

Gonca; erkeğin kendisine karşı ilgisini bildiği için her zaman belli bir mesafeyle hareket ederdi. Ancak o anda şefkatle uzanıp Halit'in elini tutmaktan kendini alamadı.

"Ne seni ne de bir başkasını korkutmak gibi bir amacım yoktu."

Halit; diğer eline uzandığında, Gonca yaptığı hatayı anladı ancak geç olmuştu.

"Biliyorsun..." diye başladı Halit duygulu bir sesle. "Sen benim için çok önemlisin. Hem de çok! Bu yüzden..."

"Gonca!"

Gonca; onu hiç duymak istemediği bir şeyi az sonra duyacak insanlara özgü korkudan kurtaran sese minnetle döndü. O esnada da ellerini Halit'in elinden kurtararak önünde sımsıkı kavuşturmuştu.

Münir Bey'in çatılmış gür kaşlarının altındaki gözleri kızgındı.

"Sizin burada ne işiniz var küçük hanım?"

Gonca; belki de biraz erken sevindiğini düşünerek, "Be... Ben..." diye kekeledi.

"Benim davetlim olduğunu sana hatırlatabilir miyim? Bugün işle ilgili hiçbir şeyle uğraşmayacaktın!"

"Ben..."

"Ve bu bir emirdi!" diye gürledi yaşlı adam.

Gonca sonunda anlamlı bir cümle kurmayı başararak, "Ben sadece arkadaşlara bir 'merhaba' demek istemiştim." diye yanıt verdi.

Yaşlı adamın kaşları havaya kalktı.

"Sanırım az önce eski dostlarımdan biri, kendisine kanserli bir çocuğa ait resmin nasıl ve ne zaman yapıldığını, o resmi yapan çocuğun hastalık geçmişini ve tedavi yöntemlerini detaylarıyla anlatan ve ondan yüklü bir bağış koparmayı başaran doktoru tarif ederken yanılmış."

"Ben sadece..."

"Sen sadece mesleğini ve çocuklarını çok seviyorsun." dedi Münir Bey gülümseyerek.

Adamın şakalaştığını anlayan Gonca da rahatlayarak güldü.

"Seni ve Halit'i biriyle tanıştırmak istiyorum." diyen Münir Bey, Gonca'nın o ana kadar yüzüne çok dikkat etmediği adama döndü.

Münir Bey; yanında hep insan kalabalığıyla dolaştığı için Gonca, sakin bir gülümsemeyle gözlerini güneş gözlüğünün ardına gizlemiş adama baktı. Boyu Münir Bey kadar vardı. Koyu renk saçları alnından geriye doğru taranmış, sinekkaydı tıraşı her koşulda ifadesine güç kattığı belli olan çenesini ön plana çıkarmıştı. Siması tanıdıktı ama Gonca adamın kendisine nereden tanıdık geldiğini o anda çıkaramamıştı. Taa ki, Halit elini uzatarak öne çıkıncaya kadar!

"Hakan Bey, değil mi? Hakan Alagöz?"

Gonca; adamın o anda gözlüklerini çıkarıp Halit'e elini uzattığını gördü, gördü ama ne gördüğünü algılamadan çok uzaktı. Adamın adını duymasıyla başından aşağı kaynar suların dökülmesi bir olmuştu. Beyni bir çeşit kısa devre yaparak çalışmayı bırakmıştı.

"Evet. Ve siz de..."

"Halit Zengin."

"Halit, hastanemizin genç ve başarılı çocuk cerrahlarından biri. Gonca da..."

Gonca, adının geçtiğini duysa da konuşmanın genelini anlamaktan uzaktı. Yine de otomatiğe bağlanmış gibi elini uzatmayı başarmıştı; buna rağmen o anda sendelediğinin farkında değildi.

"Gonca?.. Gonca, kızım!.."

Gonca cılız bir sesle, "İ... İyiyim." diye karşılık verdi. "Sadece..."

Ne diyeceğini toparlayamayarak sustu. Bildiği, Münir Bey'in yanında duran adamın yüzüne bakamayacağıydı.

Derin bir nefes alıp düşmemesi için elini sertçe kavramış ve beline sıkıca sarılmış Münir Bey'e teşekkür etmek için gözlerini kırmızı ayakkabılarının sivri uçlarından ayırdığında, bir kez daha sendeledi. Elini tutan el sıkılaştı, belini tutan da öyle.

Çığlık çığlığa, "Hakan Alagöz! Hakan Alagöz!" diye içinden feryat ediyordu. "Elimi tutan Hakan Alagöz! Belimi saran Hakan Alagöz! Kabusum Hakan Alagöz!"

Gonca; ardına bakmadan kaçacağını ya da adamların ayaklarının dibine düşüp bayılacağını sandığı kısacık anın ardından boğazını temizleyerek doğruldu. Omurgası dimdikti. Gözlerini, az önce asla yüzüne bakamayacağına inandığı adamın ela gözlerine gözlerini dikerek, "Teşekkür ederim." diye mırıldandı. Sesinin bu kadar zavallı çıktığı bir başka an daha hatırlamıyordu.

Hakan Alagöz'ün Gonca'nın artık yardıma ihtiyacı olmadığını hissettiren tavrını anlamaması mümkün değildi;ama anlamamış gibi, "İyi misiniz?" diye sorarken Gonca'nın kolunu daha bir sıkı tutmaya başlamıştı.

"Değil tabii!" diye homurdandı diğer kolunu tutan Münir Bey. "Daha tam olarak iyileşmedi!" Gonca'ya kalın kaşlarını çatarak baktı. "Ben sana, 'Masadan kalkma!' demedim mi kızım?"

Gonca, bir kez daha "İyiyim." dedi. Çevresini saran üç erkeğin inanmaz bakışlarını görünce, "Gerçekten iyiyim!" demek zorunda kaldı. "Açık hava çarpmış... Çarpmış olmalı! Günlerdir evden çıkmadım biliyorsunuz." derken Münir Bey'e bakıyordu.

"O zaman git de yerine otur! Hatta en iyisi gel, koluma gir."

"Ben iyiyim Münir Bey, kendim yürüye..."

"Gonca!"

Gonca, sessiz bir kabullenişle Münir Bey'in koluna girdi ve onun refakatinde masalarına doğru yürüdü. Hakan Alagöz'ün hemen arkalarında olduğunu biliyordu. En azından artık ellerinden kurtulmuştu ama Gonca, adam gerçeği öğrenirse onun elinden kurtulmasının olası olduğunu hiç sanmıyordu.

"Bir şey mi oldu? Gonca?.."

Münir Bey, "İyi Hatice Hanım, iyi! Sadece biraz başı döndü." diyerek sandalyesinden hızla kalkan kadına güvence vermeye çalıştı.

"O kadar güneşte dikilirse tabii başı döner!"

"Haklısın anne."

Annesinin suçlamasını kabul etmek hiç bu kadar tatlı, bu kadar rahatlatıcı gelmemişti Gonca'ya.

Kadife kaplı geniş sandalyeye yavaşça oturdu. O sırada yeni gelen konuğa bakmamak için özel bir çaba harcamıştı. Adamın kendisini tanımayacağını biliyordu ama ya tanırsa?.. Kalbi bu olasılık yüzünden şiddetle çarpmaya devam ediyordu. Hatice Hanım da geniş çantasını karıştırırken homurdanmaya devam ediyordu. En sonunda aradığını bulduğunda, "Al, bunu tak!" dedi Gonca'ya.

Gonca, annesinin elindeki güneş gözlüğüne dehşetle bakarken o şeyi takmaktan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu.

"Alsana!"

Gonca mecburen uzanıp gözlüğü aldı ve işkence çeker gibi burnunu üstüne yerleştirdi.

"Şunu da başına geçir!"

Hatice Hanım, geniş kenarlı şapkayı Gonca'ya hiç vermeden başına yerleştirivermişti.

"Tamam anne! Abartma!"

"Hatice Hanım kesinlikle abartmıyor Gonca. Başına şapka takmadan bu güneşin altında durman hiç akıllıca değildi."

Gonca, Münir Bey'e bakmak için başını kaldırdığında; onun yanındaki adamın gözleriyle karşı karşıya geldi. Hakan Alagöz, sanki yeni keşfedilen bir canlıyı morfolojik olarak incelemeye çalışan bilim adamının dikkatiyle Gonca'ya bakıyordu.

Gonca, ne yaptığını düşünmeden başındaki şapkayı çekip çıkardı.

"Ne yapıyorsun kızım? Başına gerçekten güneş geçti herhalde!" diyen Hatice Hanım, şapkayı yeniden kızının başına taktı. Hem de bir daha hiç çıkarmamasını ister gibi bastırarak.

"Ama anne, burası gölge!"

"Açık havada bazen gölge bile dokunur insana."

"Ama..."

"Anneni üzme Gonca!"

Gonca; Münir Bey'in de, doğal olarak, Hatice Hanım'dan taraf olması üzerine başındaki şapkayı bir kez daha çıkarmaya yeltenmedi. İşin kötü tarafı gözlüğünün de hala gözünde duruyor oluşuydu ve tabii Hakan Alagöz'ün hala ona bakıyor oluşu. Münir Bey, "Hakan Bey..." diye sesleninceye kadar da bakmaya devam etti.

"Sana Hatice Hanım'ı tanıştırayım. Hatice Hanım, anladığın üzere, Gonca'nın annesi ve çok ama çok değer verdiğim bir aile dostu. Hatice Hanım... Bu delikanlı da Hakan..."

"Hu Hu!.. Gonca!.."

Gonca, artık kimin ne düşündüğünü umursamadan başını ellerinin arasına alarak inledi. Ancak bir kez daha ona seslenilince başına gelecek felaketi önceden sezen bir insanın isteksizliğiyle sesin geldiği yana döndü. Sadece o değil, herkes dönmüştü.

Nisan, az ilerde yanında Mert'le onlara el sallıyordu. Üzerindeki neon yeşili elbise için "Göz yakıyor!" demek çok hafif kalırdı. Arkadaşı hafiften kıvırtarak yaklaşırken Gonca yan gözle Hakan Alagöz'e baktı.

Adam, gözlerini Nisan'ın üzerinden alamıyor gibi görünüyordu. Bu o kadar normaldi ki!

Nisan'ı hatırlamaması mümkün müydü? Gonca'ya göre bir erkeğin Nisan'ı hatırlamaması, yeterince erkek olmadığının çok büyük bir kanıtıydı.

Nisan ve Mert masalarına yaklaşınca, "Her zamanki kadar gösterişli bir girişti Nisan!" diyerek güldü Münir Bey.

"Teşekkür ederim." dedi Nisan işveli bir tavırla.

Az önceki tanışma işlemini yarım bıraktığını unutan Münir Bey, "Hakan, seni Nisan'la tanıştırayım." dedi. "Kendisi başarılı en başarılı kalp cerrahlarımızdan biridir. Nisan... Hakan Bey, Hakan..."

"Alagöz! Hakan Alagöz!"

Öne atılan Mert heyecanla adamla tokalaşırken Gonca ıstırapla gözlerini yumdu. Şu ana kadar adam bir şey anlamamış olabilirdi ama şimdi kesinlikle...

Gözlerini Nisan'dan ayıran Hakan Alagöz, Mert'e dönerek, "Ve sen de?.." dedi.

Adam adını söylemesi için Mert'i teşvik ediyordu.

"Mert Temur."

"Memnun oldum Mert Temur."

"Ben de! Hem de çok! Annem bir daha karşılaş... Ah!.."

Mert'in coşkuyla hızını alamayacağını bilen Gonca, ince topuğunu oğlunun ayağına geçirivermiş; hemen ardından endişeli bir anne tavrıyla, "Bir şey mi oldu Mert?" diye sormuştu.

Mert; kısa süren şaşkınlığının ardından, "Yok!" dedi. "Olmadı. Sadece... Kramp girer gibi oldu."

"Mert de senin gibi eczacı olmak istiyor Hakan Bey."

"Öyle mi?"

Adamın gerçekten ilgilendiğini gösteren tavrı karşısında Mert'in çenesi açılıvermişti. Erkekler aralarında konuşurken kadınlar susuyordu. Gonca, adamın şu ana kadar her şeyi anlamış olacağını sanıyordu ama birkaç kez Gonca'ya dönen bakışlarında suçlayıcı bir ifade olmaması, içini bir nebze olsun ferahlatıyordu. Belki de tanımamıştı, anlamamıştı.

"Kendini kandırma kızım!" diye kendini içten içe azarlarken bakışları Nisan'a kaymıştı. Arkadaşı, tabiatına yakışmayan bir suskunlukla, kenardaki sandalyenin köşesine tünemiş oturuyor; kocaman gözlerini masadaki atıştırmalıkların üzerinde tekrar tekrar gezdiriyordu.

Hatice Hanım ise... Yelpazesini inanılmaz bir hızla sallayıp duruyordu.

O sırada görevlilerden biri Münir Bey'e yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Münir Bey, başını sallayarak adamı dinledikten sonra Hakan Alagöz'e döndü.

"İzninle Hakan Bey. Birazdan dönerim."

"Estağfurullah!"

"Halit sen de benimle gel!"

"Peki efendim."

İki adam uzaklaşırken Mert, "Hemen ayrılacak mısınız, yoksa daha burada mısınız?" diye sordu Hakan Alagöz'e.

"Neden sordun?"

"Eğer ayrılacaksanız, tuvalette geçireceğim süreyi yanınızda geçirmeyi tercih ederim."

Suskunluğunu ve nedenini bir kenara bırakan Gonca, "Mert!" diye bağırdı.

Hakan Alagöz; Gonca'ya ifadesiz bir suratla baktı, ardından Mert'e, "Bu durumda, kalmak zorundayım sanırım." dedi. "Tuvalette geçirmen gereken süreyi burada geçirirken nerede olduğunu unutma ihtimalin olabilir."

Mert sırıttı.

"Az sonra dönerim."

Gonca, sanki küçük bir çocukmuş gibi gözlerini koşarak uzaklaşan oğlundan ayırmadı.

Bir dakika sonra, "Keşke gitmeseydi!" diye düşünüyordu. "O zaman bu rahatsız edici sessizlik de yaşanmazdı."

İnsan yeni tanıdığı biriyle birçok şey konuşabilirdi ama şu durumda değil konuşmak, mümkünse başını deve kuşu gibi kuma gömmek istiyordu Gonca.

"Bir şey mi oldu?"

Beklemediği soru irkilmesine neden olsa da Hakan Alagöz'e, "Olmadı!" demek için baktığında, adamın gözlerini Hatice Hanım'a diktiğini gördü. Soru annesine sorulmuştu.

"Hatice Hanım'dı, değil mi?" diye sordu adam.

"E... Evet."

"İyi misiniz?"

"E... Evet?.."

"Yelpazeyi sallayıp duruyorsunuz, yüzünüz de biraz solgun." Adam bir an durdu. "Yoksa sizde kalp mi var?"

Hatice Hanım'ın eli aniden durdu, yelpaze parmaklarının arasından kayarak yere düştü. Hakan Alagöz eğilip yelpazeyi yerden aldı ve Hatice Hanım'a uzattı.

Gonca, adamla göz göze geldiğinde içindeki paniğin onun tarafından okunduğunu biliyordu. Adamın her şeyi bildiğini biliyordu. Bilmediği, bundan sonra başına ne geleceğiydi.

 

 

Loading...
0%