@majdafan
|
Hakan, hiçbir zaman hayatı tadını çıkara çıkara yaşadığını düşünmemişti. Yine de bu, kimi zaman hayattan inanılmaz keyif aldığı gerçeğini değiştirmezdi. Adana'nın ağzında bıraktığı o leziz acılığı şalgamla yumuşatmak, saunadan sonra Abdi Paşa tarafından "masaj" başlığı altında pestili çıkıncaya kadar yoğrulmak, çok yorulduğu bir günün ardından geniş yatağına uzanıp bayılır gibi uyumak... Bunların hepsi çok keyifliydi keyifli olmasına ancak, işte elde ettiği ufak bir başarının verdiği tatmini ona yaşatmaktan oldukça uzaktı. Karlı ve yararlı bir anlaşmayla yarışabilecek zevki henüz tatmamıştı. Aslında... Şu ana kadar tatmamıştı. Ah; o,korku ve dehşetle açılan gözler!.. O, masaya kapaklanır gibi eğilmiş yüz!.. Ah; o, avcıya avının kapana kısılmışlık hissinin verdiği paha biçilemez tatmin! Kabul ediyordu: Hayatında bundan daha zevk aldığı bir an yaşamamıştı. O kadar keyifliydi ki başkasının mutsuzluğu ve umutsuzluğundan beslenen insanlara duyduğu tiksinti, Hakan'ın o an aklından çıkıvermişti. Acımasızca alay edilen birinin acımasızca alay edildiğinin farkında olmayışı o kadar acımasızcaydı ki kim olsa gerçeği fark ettiğinde ayağına gelen intikam fırsatını kaçırmazdı. Hakan da kaçırmayacaktı. Sırf bu yüzden aslında bağırmak; bağırırken ağzına geleni söylemek yerine sessizce, trafik lambasına benzeyen aptal sarışınla her şeyden haberdar gibi görünen orta yaşlı kadına bakıyordu. Diğerine... Diğerine bakmak istemiyordu, bakarsa şu anda pamuk ipliğine bağlı öz denetimini yitireceğini düşünüyordu. Onu gırtlaklamak isteğine yenik düşerse gazete genel yayın yönetmenlerinin manşet aramak zorunda kalmayacağından emindi. Üstelik Hakan; bir kereyle yetinemezdi, kadını birkaç kere gırtlaklayabilirdi. Birden, her şey yolundayken şiddete karşı olmanın ne kadar kolay ve ne kadar gülünç olduğunu anladı. Esas, şiddeti besleyen duygularla dolup taşarken onu bastırabilmek zordu. "Hazır mısın Hakan Bey?" Hakan, yavaşça, geleneksel brunch'a son kez ev sahipliği yapan Münir Bey'e döndü. Sakince, "Hazırım." diye karşılık verdi. Kahvaltı bitmek üzereydi. Birazdan Münir Bey, daha önce defalarca yaptığı konuşmanın bir benzerini yapacaktı ve bir açıdan bu konuşma daha önce yaptıklarına hiç benzemeyecekti. Hakan, "Yarım saat içinde..." diyen yaşlı adama başıyla onay verdi. Münir Bey'in dikkati, saniyeler içinde, yuvarlak masanın diğer tarafında kalan Hatice Hanım'a kayıverdi. Yaşlı adam; ona tuzlu kreplerden tadıp tatmadığını sordu, kadının önünde krep kalmadığını anladığında da hazır bekleyen garsona işaret etmek yerine, kalkıp kendi önündeki krep tabağını Hatice Hanım'ın önüne koymayı tercih etti. Hem de hevesle! Hakan, "Kart zampara!" diye düşünürken Münir Bey'in Hatice Hanım'ın nerede oturacağını önceden düşünüp özenle planladığını tahmin ediyordu. Adamın orta yaşı biraz geçmiş, etine dolgun, başına anne tipi bir baş örtüsü geçirmiş kadına karşı ilgisi o kadar barizdi ki Hakan'ın başka türlü düşünmesi mümkün değildi. Zaten az önce gelip Hatice Hanım'ın diğer yanında oturan Leyla Hanım, Münir Bey'in kızı, kadınla o kadar samimi ve içli dışlı bir sohbet kurmuştu ki Hakan, ailenin de bu olası birlikteliği onayladığını tahmin ediyordu. Yine de... Bu iş garipti. Hakan'ın öyle magazinle işi olmazdı ancak Münir Bey'le temasa geçmeden önce basında onunla çıkmış her haberi gözden geçirmişti. Adamın çoğu etkinlikte kolunda kızı Leyla Hanım olmasına karşın, tek tük de olsa, başka kadınların olduğu birkaç fotoğrafına da rastlamıştı. O kadınlardan birinin bile "yurdum kadını" imajına sahip Hatice Hanım'la benzer bir yanı yoktu. Bu yüzden Hakan, Münir Bey'in kadına bariz ve ciddi zaafına şaşırmadan edemiyordu. Gerçi şu durumda bu şaşkınlığı, memnuniyetle karşıladığını da inkar edemezdi. Eğer Münir Bey, Hatice Hanım'a ilgi duymasa onu en iyi görebileceği noktaya oturtturmazdı; eğer onu oraya oturtturmasa Hakan da Hatice Hanım'ın yalancı ve düzenbaz kızının tam karşısında eziyet çekerek kıvrandığını, yan gözle de olsa, göremezdi. Öfkesi yeniden kabarırken, "Onu bir ergen sanmama izin verdi!" diye homurdandı içten içe. "Allah belasını..." Neyse ki sinir katsayısı daha fazla artmadan Münir Bey dikkatini dağıtmayı başardı. "Bugün pek bir sessizsin Nisan, hayırdır? Yoksa içine kapanmana neden olacak bir şey mi yaptık?" "Ben yaptım!" diye düşündü Hakan keyifle. "Tabii ki hayır, Münir Bey! Neden böyle düşündünüz?" Yaşlı adam omzunu silkti. "Oldukça görkemli girişinden sonra böyle suspus oturmak hiç sana göre değil de ondan!" "Biraz başım ağrıyor." dedi sarışın ve sonradan aklına gelmiş gibi bir anda elini kaldırıp alnını ovuşturdu. "Geçer şimdi." Hakan acımasızca, "Geçmez!.." diye düşündü. "Geçmeeez!.." Gerçi görkemli girişler kraliçesinin başının gerçekten ağrıdığından kuşkuluydu ama ağrımıyorsa da bugünden sonra onda baş ağrısına sebep olmak Hakan'ın en sevdiği uğraşlardan biri olmaya adaydı. Sıkıntıyla kaşları çatıldı. Kendine kızıyordu: Harika vücutlu aptal sarışın numarasını ne kolay yutmuştu öyle! Kadına çok kızgın olmasa kendini bu kadar klişe bir imajı, bu kadar çok benimsediği için azarlayabilirdi bile! Kadın, kalp cerrahıydı. Kalp cerrahı! Bunu kim tahmin edebilirdi? Hakan edememişti ve ona göre sarışına bakan hiç kimse, yani erkek türünden hiç kimse, tahmin edemezdi. Nisan, bir anlık gafletle başını Hakan'a doğru çevirince bakışları karşılaştı. Hakan, ona gülümseyerek yanıt verdi. Sarışın, başını hemen öne eğmeden önce, onun gözlerinin dehşetle büyüdüğünü görebilmişti Hakan. "Daha dur!" diye düşündü keyifle. "Daha sana neler yapacağım!" "Bir şey sorabilir miyim?" Dikkatini ve öfkesini dağıtan Mert'e döndü. Çocuk tam yanında oturuyordu. Aslında oranın sahibi olmadığını masadaki isim kartına bakınca anlamak mümkündü ama Mert'in bunu hiç dert etmediği ortadaydı. Üstelik Gülsüm, kart yamulduğu için devamını okuyamadığı soyadı her neyse, ortada olmadığına göre ve Münir Bey de dahil kimse Mert'in oturduğu yere itiraz etmediğine göre demek ki ortada sorun yoktu. Hakan, Mert'e bakarken gülmemek için kendini zor tuttu: Çocuğun suratını gören, Hakan'ın onun kemiğini elinde tuttuğunu sanabilirdi ya da belki... Belki Hakan'ı Mert'in kemiği sanabilirdi. Çocuk öylesi bir hayranlık ve merakla bakıyordu ki ister istemez gülümsemeden önce, "Sor bakalım." dedi Mert'e. "Eczacı olmaya nasıl karar verdiniz?" Soru çok basit ve sıradan olmasına karşın Hakan bir an düşünmek zorunda kaldı çünkü bu tip sorularla pek fazla karşılaşmazdı. Çoğu kişi gerçeği bildiğini düşünerek sormazdı ve aslında bildikleri de gerçekti. "'karar verme' gibi bir durumum olmadı. Babam eczacıydı ve ben de onun en büyük hayranıydım." "Yani hiç düşünmediniz?" "Olasılıkları mı?" Hakan başını iki yana salladı. "Hayır. Sanırım benim için olasılık yoktu." "Ben de öyle hissediyorum! Yani sizin gibi! Benim için de eczacılıktan başka olasılık yok!" Hakan, çocuğun istekliliği karşısında gülümsedi. "Düşünmek için zamanın var. Lise üçte olduğunu söylememiş miydin?" Mert başını sallasa da, "Sadece bir sene kaldı sayılır." demekten geri durmadı. "Haklısın. Peki, sizinkiler bu işe ne diyor?" "Annem benim kararım olduğunu söylüyor." "Baban?" "Babam yok. Ben doğmadan önce ölmüş." Hakan, gözü Hatice Hanım'a kayarken, "Üzüldüm." dedi. Mert omzunu silkti. "Benim için çok doğal. Yani hep böyleydi. Yani, tabii ki babamın yaşıyor olmasını isterdim!.." "Mert... Mert..." diyerek araya girdi Hakan. "Merak etme, ne demek istediğini anladım." "Gerçekten mi?" "Gerçekten." Çocuk gülümsedi. "Çoğu kişi anlamıyor. Benim duygusuz olduğumu düşünüyor." "Çoğu kişi senin ne yaşadığını bilmiyor. O yüzden, takma kafana!" Mert bu sefer kahkaha attı. "Sizin bu kadar kafa adam olacağınızı hiç sanmazdım!" "Biz eczacılar kafa adamlarızdır!" "O zaman bizim sokaktaki Mustafa amca eczacı değil!" Hakan sırıttı. "Muhtemelen!" Hakan, cevabı karşısında yeniden kahkaha atan çocuğa gülümsedi. Bu velet, bir hafta önceki olaydan haberdardı ama Hakan, onun ne kadarını bildiğinden emin değildi. Hepsini de biliyor olsa onun hiçbir suçu yoktu. Esas suçlu... Bakışları istemsizce karşısındaki kadına dönünce, onun da kötü kötü kendisine baktığını gördü. "Sanırım ablan bizim sohbet etmemizden pek hoşlanmadı." dedi Mert'e. "Ablam mı?" Hakan'ın bakışlarını takip eden Mert, bu sefer gerçekten de gürültülü bir kahkaha patlattı, o kadar gürültülüydü ki ablası sert bir sesle, "Mert!" diyerek onu azarladı. "Ama çok komik! Hakan Bey, seni ablam zannetmiş anne!" Hakan, gerçek bir şaşkınlıkla, "Anne mi?" diye sordu, gözleri kocaman olmuş kadına. Münir Bey, yandan lafa karışarak, "Evet, annesi." diye cevap verdi. Sonra cömertçe kullanmaktan hiç çekinmediği gür sesiyle, "Ben de Gonca'nın Mert kadar oğlu olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Hiç göstermiyor değil mi?"" diye sordu. "Evet, hiç!.." diye mırıldanan Hakan, bugünün daha ne sürprizlere gebe olduğunu merak etmeye başlamıştı. Sabah, sekize kurduğu saatle telefon aynı anda çalınca bir çeşit kafa karışıklığı ve şaşkınlıkla yatakta doğrulmuştu. Önce alarmı kapatmış, ardından da telefonu açarak, Kasım'a, "Tamam, tamam! Kalktım!" demişti. Kasım, konuşmasına her zamanki saçma gevezelikleriyle başladıktan sonra, "Dün gece babam kalp krizi geçirdi." diyerek devam etmişti. Hızla yorganı üzerinden atıp ayaklarını yataktan aşağı sallandıran Hakan, "Ne?.." diye bağırmıştı. "Sakin ol! Şimdi durumu iyi. Sadece sana 'brunch'a bensiz gitmen gerektiğini söylemek ve 'iyi şanslar' demek için aradım." "Bırak şimdi 'brunch'ı!" diyen Hakan, doğruca banyoya yönelmişti, o arada da arkadaşını azarlamaya başlamıştı: "Neden ilk önce söylemen gereken şeyi en sonda söylüyorsun gerizekalı?" "Ne fark eder ki? Şimdi iyi!" Hakan, derin bir nefes alarak, geceyi hastanede endişeyle geçirmiş arkadaşına karşı sabırlı olamaya çalışmış ve sakinleşince hemen yola çıkacağını söylemişti. "Saçmalama oğlum! Babam iyi! Hatta bizi yanına aldılar bile! Gelip de ne yapacaksın?" "Ben..." "Sen, dosdoğru gitmen gereken yere gidiyorsun! İşler tıkır tıkır yolunda giderse ancak buraya gelebilirsin!" "Oraya gelmek için senden izin mi almam gerekiyor mal!" "Kesinlikle öküz!" Çocukken birbirlerine kızgınlıklarını en fazla bu sözcüklerle ifade etme konusunda anlaştıkları için tartışmaya devam etmişler, en sonunda Hakan istemeyerek de olsa Kasım'ın haklı olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Orada yapabileceği bir şey yoktu ve anlaşılan hastanın sağlığı gerçekten de risk altında değildi. Hakan, "brunch"ın düzenlendiği otelin bahçesine adım attığında yanında Savaş ve Barış vardı. Bu kez Kasım'ın uyarılarını dikkate almış, Savaş ve Barış da başkalarına yerlerini bırakmayı reddederek tatil günlerini iş başında geçirmenin onlar için sakıncası olmadığına Hakan'ı ikna etmişlerdi. Girişte Münir Bey; yanında kızı Leyla Hanım, oğlu İhsan Bey ve onların eşleriyle misafirlerini karşılıyordu. Münir Bey, "Ooo Hakan Bey!" diyerek onu gördüğü için duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve elini sıktıktan sonra çocuklarına dönmüştü. "Leyla... İhsan... İşte Hakan Bey!" Hakan; Münir Bey'in tanıştırma biçiminden ve Leyla Hanım'la İhsan Bey'in tavırlarından onların gerçeği bildiklerini anlamış ve açıkçası rahatlamıştı. Her ne kadar ikisinin de babalarının işiyle ilgisi olmadığını bilse de bu, onların işin el değiştirmesinden hoşlanacağı anlamına gelmezdi. Bu yüzden Leyla Hanım ve İhsan Bey'in onu güler yüzle karşılamış olması, Hakan'ın içine su serpmişti. Münir Bey, çocuklarını girişte bırakmış; bahçedeki onlarca masanın uzağındaki geniş alanda hastanelerindeki tedavi biçimleri, etkinlikler ve gelişmelerle ilgili görseller ve farklı çalışmalarla desteklenmiş stantları gezdirmişti. Kimi zaman bazılarının önünde durup görevlilerden bilgi almış, Hakan'sa daha çok onun yanında sessizce durmayı tercih etmişti. Gonca Temur'u daha Münir Bey onları tanıştırmaya çalışmadan önce görmüştü. İnce, uzun boylu bir adamla bir şeyler konuşan kadının beden dili; onun tedirginlikle isyankarlık arasında bir yerde durduğunu söylemişti Hakan'a ve bu dil Hakan'ın oldukça ilgisini çekmişti. Kadının boyu uzun değildi, hatta konuştuğu adamın yanında oldukça kısa kalıyordu. İnce bedenini dizlerine kadar inen siyah bir elbiseyle kapatmış, altına da şahane kırmızı pabuçlar giymişti ama yine de Hakan'ın dikkatini çeken kılığı, kıyafeti ya da yüzünün simetrik hatları değildi, o hatları iyice ön plana çıkaran kısacık saçlarıydı. Saçları o kadar kısaydı ki tellerinin arasından parmak geçmesi mümkün değildi. Hakan'ı şaşırtan, bir erkekte bile riskli sayılabilecek bu modelin kadına inanılmaz yakışmış olmasıydı. Şimdi de gözleri kadının o kısacık saçları üzerindeyken, "Gerçekten de göstermiyor." dedi ve sonra Münir Bey'e döndü. "Mert söylememiş olsa ben kesinlikle Gonca Hanım'ı onun ablası sanmaya devam edebilirdim. Kendisi kesinlikle çok genç görünüyor. Hatta diyebilirim ki daha spor bir kıyafet giyse kesinlikle Mert'le aynı yaşta bile sanılabilir. Yani... Bir ergen." Münir Bey'in diğer tarafında, "Hık!" diye bir ses duyuldu. Çok geçmeden bir kez daha ve bir kez daha!.. Herkes gibi Münir Bey de o tarafa dönerek, "Nisan?.." dedi. "İyi misin kızım? Hıçkırık mı tuttu?" Hık! "İyiyim Münir Bey!" Hık! "Sadece..." Hık! "Hıçkırık!" Hık! "Nefes al kızım! Şimdi de nefesini tut! Bırakma!" Hakan, arkadaşının hıçkırık krizine tepki vermeden gözleri kapalı biçimde heykel gibi oturan Gonca'ya baktı. "Hayat güzel!" diye düşündü. "Çoook güzel!" Hık! "Hakan Bey... Kalkıp şu işi halledelim mi?" Hık! Hakan, sakin bir biçimde sandalyesini itip ayağa kalktı. "Ben hazırım." Hık! "Leyla?.. İhsan?.." "Geliyoruz baba!" diyen çocukları da kalkınca, "İzninizle..." dedi Münir Bey. "Bir konuşma yapmam lazım ama hemen dönerim." Hakan, masadan ayrılmadan önce kesilen sesten Nisan'ın bir kez daha nefesini tuttuğunu anlamıştı. Gonca ise kocaman açılmış gözlerinde olanca çıplaklığıyla kendini belli eden merak, çokça da endişeyle Hakan'ın Münir Bey ve onun çocuklarıyla oluşturduğu gruba bakıyordu. Hakan, içinden sinsice gülümsedi fakat Münir Bey'in ardından yürümeden önce sakin bir sesle, "Birazdan görüşürüz Mert." diye seslendi son beş dakikadır suskunluğa bürünmüş olan çocuğa. Ve ardından darmadağın ettiği suç ortaklarını geride bırakarak kendinden emin adımlarla iş hayatındaki dönüm noktalarından birini açıklamak üzere yürümeye başladı.
|
0% |