Yeni Üyelik
12.
Bölüm

8. Bölüm (3. Kısım)

@majdafan

Hık!

"Bir kez daha 'hık' dersen yemin ediyorum seni öldürürüm!"

Hık!

Sandalyesini geri iterek hışımla ayağa kalkan kızını, "Otur yerine!" diyerek tersledi Hatice Hanım. "Görmüyor musun? Kızı hıçkırık tuttu işte!"

Gonca öfkeyle, "Bir insanı yarım saat boyunca hıçkırık tutmaz!" diye bağırdı.

"Sana 'Otur!' dedim, Gonca!"

Gonca, ateş saçan gözlerini Nisan'dan ayırmadan hırsla sandalyesine geri oturdu.

"Ne yapmamı..."

Hık 

"İstiyorsun..."

Hık 

"Gonca?"

Hık

"Hıçkırma! Hıç-kır-maa!.."

"Deniyorum!.."

Hık 

"Yani hıçkırmamayı..."

Hık

"Daha fazla dene!"

"Anne! Sakin olur musun lütfen!"

Gonca hışımla oğluna döndü.

"Sen karışma Mert!"

"Sen de daha sessiz konuş Gonca! Herkes bize bakıyor!"

Annesinin uyarısı üzerine başını sağa-sola çeviren Gonca, gerçekten de yakınlarındaki birkaç masadan meraklı bakışları üzerlerine çektiğini fark ederek sakinleşmeye çalıştı.

"Hem, her şeyin acısını Nisan'dan çıkaramazsın!"

"Ben hiçbir şeyin acısını ondan çıkarmaya çalışmıyorum anne! Sadece bu 'hık' sesi sinirlerimi bozuyor."

"Sinirlerini bozan Nisan değil, bunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca sadece senin değil, hepimizin sinirleri bozuk!" Ağzından sesli bir nefes alan Hatice Hanım, "Dünya küçük derlerdi de inanmazdım!" diye mırıldanıyordu. "Şu başımıza gelene bak!"

"Anne! Başımıza bir şey geldiği yok!"

Mert güldü. Annesinin bakışlarını görünce, boğazını temizleyerek, tabağına yığdığı sosisleri yemeye devam etti.

Hatice Hanım kızına, "Öyle mi?" diye sordu fazlaca alaycı bir sesle. "Sanırım az önce korkudan altına yapmak üzere olan sen değildin!"

"O dediğini ben değil, Nisan yapmış olabilir!. Baksana hıçkırıp duruyor!"

"Artık hıçkırmıyorum!"

Gonca dikkatle Nisan'a baktı. Birkaç saniye bekleyip o çok sinir olduğu sesi duyamayınca, "Gerçek mi?" diye sordu inanamayarak.

"Gerçek!" diyerek arkadaşının alaycı sorusuna karşılık verdi Nisan. "Ayrıca ben altıma falan yapmadım."

Gonca gözlerini devirdi.

"Lafın gelişi! Yoksa korkudan ödün koptu!"

"Kopmadı!"

"Nisan!" dedi Gonca sabırlı olmaya çalışarak. "En son seni hıçkırırken gördüğümde, sorunsuz bir ameliyatın ardından hastanın durumunun kötüye gittiğini öğrenmiştin..."

"Ne olmuş?"

"O zaman da çok korkmuştun!"

"Olabilir ama şimdi korkmadım!"

Gonca alaycı bir biçimde kaşını kaldırınca, "Tamam, korktum!" dedi Nisan hırçın bir sesle. "Ama sen de korktun! Ödün bo..."

Nisan'ın bakışları bir anlığına Mert'e kaydı. Sonra yeniden arkadaşına döndü.

"Ödün şeyine karıştı."

Hatice Hanım, "Sanki bu çok iyi oldu!" diyerek homurdandı. Mert de başını tabağından kaldırmadan kıkırdadı.

Gonca, "Öyle bir şey olmadı!" diye karşı çıktı Nisan'a.

"Olmadı da o yüzden mi sürekli gözlerin masadaki tabakların üzerindeydi? Ağzını açıp adam gibi bir cümle bile kuramadın!"

"Ben gayet güzel sohbet ettim!"

"Ya, ya! Allah'tan Mert vardı da abuk sabuk bir şey yaşanmadı."

Mert ağzındakileri yutmaya çalışırken, "Sağol Nisan Teyze!" dedi boğuk bir sesle.

Oğluna ters bir bakış atan Gonca, "Yaşanmadı, evet." dedi. "Ama Mert'in ayağına basmamış olsaydım yaşanacaktı!"

"Çok acıdı!"

Nisan kıkırdadı.

"Fark ettim tavşanım. Canın o kadar yandı ki az kalsın gözlerin yuvalarından fırlayacaktı!"

"Annem çok acımasız!" diyerek şakalaşan çok sevdiği delikanlıya, "Gerçekten acımasız!" diyerek göz kırptı Nisan. "İnsanın isteği dışında yaptığı şeylere bile tahammülü yok!"

"Siz ikiniz hiç komik değilsiniz! İşin kötüsü, komik olduğunuzu sanıyorsunuz!"

Hatice Hanım ellerini sallayarak, "Hışş!.." dedi. "Az susun da dinleyelim!"

Hepsi birden eline aldığı mikrofonla kürsüyü boşverip açık alanda konuşmaya başlamak üzere olan Münir Bey'e baktılar.

"Sevgili konuklar... Yine beraberiz. Tabii... Sizin sayenizde! Her yıl düzenlediğimiz bu kahvaltıya üşenmeden kalkıp gelmeseniz bu beraberlik elbette mümkün olmazdı."

"Sesi mikrofonda daha da tok çıkıyor."

Gonca ve Nisan, göz göze geldiler ve Hatice Hanım'ın sesine yansıyan hayranlığa gülmemek için hemen bakışlarını kaçırdılar. Fakat Mert'in böyle bir kaygısı olmadığı çok açıktı. Şanslıydı çünkü anneannesi onun güldüğünü fark etmedi. Kadının bütün dikkati konuşan adamın üzerindeydi.

"Bu yüzden size teşekkür etmek istiyorum: Sağ olun. Umarım karnınızı iyice doyurabilmişizdir. Keyfinizin yerinde olması bizim için çok önemli çünkü bir insanın keyfi ne kadar yerindeyse cömertliği de o kadar üzerindedir."

Masalardan yükselen gülüşmelere, dişlerini göstererek karşılık verdi Münir Bey.

"Cömertliğiniz sayesinde vakfımızın bu seneki çalışmalarında inanılmaz gelişmeler oldu. Bunları sizinle kısaca paylaşmak istiyorum."

Yaşlı adam kaşlarını kaldırdı.

"Gerçekten kısa!" dedi. "Detayları zaten hatırlamıyorum. Merak edenleriniz için her masaya broşürler konuldu."

Adamın lafı, masalardaki başların sağa-sola dönerek broşür aramasına neden oldu.

"Sizce orada ne işi var?"

Gonca, Nisan'ın sorusuna "Kimin?" diye karşılık vermedi. Sadece, başını iki yana salladı ve derin bir nefes almadan önce, "Bilmem..." diye mırıldandı.

"Kimin?" diye sordu Mert.

Gonca onu duymadan, tıpkı arkadaşı gibi gözleri Hakan Alagöz'ün üstünde, "Gerçekten bilmiyorum." dedi. "Ama bilmek isterdim.

"Medikallerle ilgili bir şey olmasın?"

"Neden bahsediyorsunuz?"

Mert'e yine kimse yanıt vermedi. Gonca ve Nisan, şaşkın gözlerle Hatice Hanım'a bakıyorlardı.

Sonunda Gonca, "Medikal işi mi?" diye sordu.

"Evet."

"Ne alakası var anne?"

"Çok alakası var! Bu çocuk Türkiye'deki en büyük medikal araç üretici ve sağlayıcılarından biri!"

"Haa!.. Hakan Abi'den bahsediyorsunuz." diyen Mert'in cümlesi, bir "ara söz"den öteye gitmedi çünkü tam o sırada Gonca, ağzı açık, annesine bakarken Nisan da ufak bir kahkaha atmakla meşguldü.

"Sen bunu nereden biliyorsun minnoşum?"

"Siz bilmiyor musunuz?"

Nisan, Gonca'nın bu konuda en ufak bir fikri olmadığının farkında olmaksızın, "Biz biliyoruz doğal olarak." dedi. "Bizim işimizle ilgili sonuçta."

"Ben de Google'dan biliyorum!"

"Google mı?"

"Hııı... Google!.." dedi Hatice Hanım kızına, saf birine laf anlatmaya çalışır gibi. "Hani şu canın ne istiyorsa onu arattığın internet nimeti!"

"Anne, sen..."

"Eğer onu da nereden bildiğimi sorarsan..."

"İyi de anne, sen neden Hakan Alagöz'ü Google'da arattırırsın ki?"

"Diyelim ki kızımın öldürmek üzere olduğu adamın kim olduğunu merak ettim."

"Sen, zaten onunla ilgili benden daha çok şey biliyorsun!" dedi Gonca. Sonra da kollarını göğsünün üstünde kavuşturarak annesine küskün bir bakış attı. "Adamın sadece arabasına çarptım! Onu öldürmek üzere falan değildim!"

"Neyse ne!" dedi Hatice Hanım huysuz bir biçimde. "Merak ettim işte!"

"Yani sen şimdi, hastanelerin birtakım cihazlarla ilgili ihtiyaçları için mi Hakan Alagöz'ün burada olduğunu düşünüyorsun?" diye sordu Nisan.

"Olamaz mı?"

Hatice Hanım'a yanıt kızından geldi.

"Bence olamaz. Baksanıza şuna! İhsan Bey ve Leyla'yla neredeyse yan yana duruyor. Bence bu işte bir bit yeniği var."

Nisan parmağını havada şıklattı. Alaycı bir sesle, "Buldum!" diye bağırdı. "Hakan Alagöz, Münir Bey'in gayrimeşru oğlu!"

Gonca alaycı bir kahkaha attı.

"O kadar da bit yeniği yoktur Nisan!"

Nisan, arkadaşına sırıttı.

"Bir susmadınız! Münir dedemin ne dediğini sizin yüzünüzden hiç anlamadım! Bana konuşmasını nasıl bulduğumu soracak olsa ne diyeceğim ben?"

"Mert haklı valla!" dedi Hatice Hanım.

Hepsi birden suskunluğa bürünüp Münir Bey'i dinlemeye koyuldular.

"Rahmetli eşim bu daveti ilk kez düzenlemeye karar verdiğinde, 'Acaba kimse gelir mi?' diye düşünmekten sabaha kadar uyuyamamıştı. Ne desem onun endişesini giderememiştim. Ertesi gün bir bahçe dolusu adamı karşısında görünceye kadar da içi rahat etmemişti."

Münir Bey iç geçirdi.

"O günlerden bu günlere çok şey değişti tabii. Her yıl, bu organizasyonda gösterilen hayırseverliğin miktarı arttı. Doğal olarak ulaştığımız insan sayısı arttı. Az önce bunlardan zaten bahsetmiştim.

Maalesef eşim bu günleri göremedi. Görseydi, çok mutlu olur ve gurur duyardı. Onsuz bu işi sürdürmek kolay olmadı ama çocuklarım hep yanımdaydı."

Münir Bey, başını hafifçe çevirip tam arkasında duran çocuklarına gülümsedi.

İhsan ve Leyla, babalarının yanına yaklaştılar.

"Sevgili kızım ve oğlum... Her ikinizle de gurur duyuyorum! Benim seçtiğim yolu seçmediniz ama kendi seçtiğiniz yolda en iyisi olmak için çabaladınız ve çabalıyorsunuz."

Münir Bey sırayla çocuklarına sarıldı. Bahçedeki konuklar, bu anları alkışlayarak onurlandırdılar.

"Evet..." dedi Münir Bey, tekrar mikrofona doğru. "Şimdi size bir haberimiz var. Üçümüzün!"

Cümlesi daha bitmeden önündeki gazeteci grubunda bir hareketlilik meydana geldi. Fotoğrafçılar, iyi bir kare için makinelerini kaldırdılar.

"Bu sene Leyla ve İhsan'la konuştuk, çok konuştuk. Ben artık elli dokuz yaşımdayım. Yaşlı değilim ama gördüğünüz gibi genç de değilim! Senelerdir tıpkı sizler gibi aralıksız çalışıyorum. Yaptığım işi bu kadar çok sevmesem bu kadar sıkı çalışmam zaten mümkün olmazdı ama... Bu sene yorulduğumu fark ettim. Yaşadığımdan çok daha az yaşayacak zamanım olduğunu fark ettim, tabii Allah izin verirse. Biliyorsunuz, bu ölüm kalım işleri bizim düşündüğümüz gibi gitmiyor pek."

Misafirler gülüştü ama Gonca sırtının buz kesiğini hissediyordu. Bu konuşmanın bir şekilde Hakan Alagöz'e bağlanacağını ve bağlandığı noktanın kendisi için bir felaketle sonuçlanacağını düşünüyordu.

"Bu yüzden biraz ara vermeye karar verdim. Tatil yapacağım, dinleneceğim ve özel hayatıma daha çok vakit ayıracağım."

"Tontonum?.. Münir Bey sana mı baktı az önce?"

Hatice Hanım, Nisan'a yandan ters bir bakış fırlatınca; Nisan, "Anladım, bakmamış." dedi ama kıkırdamaktan da geri durmadı.

"Çalışmaya hazır olduğumda da kendime bir muayenehane açacağım."

Konuklar arasında şaşkınlıktan kaynaklanan bir uğultu yükseldi. Gazetecilerden, "Ne demek istiyorsunuz efendim?" gibi sorular yükselmeye başladı.

Cep telefonuna gelen son mesaja bakmakla meşgul olan Mert, "Ne oldu?" diye sordu, ortamın değiştiğinin farkına vararak. "Bir şey mi kaçırdım?"

"Kaçırmadın." diye mırıldandı annesi. "Esas bomba şimdi geliyor sanırım."

"Ne demek istiyorsun anne?"

"Şşş!.. Dinle!"

"Dediğim gibi... Çocuklarım ve ben bu sene konuştuk. Her ikisinin de sağlık sektörüyle ilgisi, sıradan bir vatandaştan farklı değil. Her ikisinin de bu işe, Darüşşifa Hastaneler Grubu'nun yönetim kurulu toplantılarına katılmak dışında bir katkısı yok. Bu konuda onlara asla kırgın değilim, küskün hiç değilim. Dediğim gibi seçtikleri yollarda ilerleme biçimlerinden ötürü onlarla gurur duyuyorum!"

Münir Bey, bir kez daha derin bir nefes aldı.

"Darüşşifa Hastaneleri de kendi yolunda ilerlemek zorunda. Biz, büyük bir hizmet veriyoruz ve bu hizmetin devamlılığı için güvenli ve sağlam yönetilmesi şart! Bu yüzden ben ve çocuklarım; grubumuzu onu iyi, güvenilir ve sağlam bir kararlılıkla yönetecek bir başka gruba devretmeye karar verdik."

Her ne kadar farklı ve büyük bir şey olacağının beklentisi herkesi sarmış olsa da kimsenin böylesi devrim niteliğinde bir haberi beklemediği, bahçede oluşan kocaman uğultudan anlaşılmış oldu.

Hatice Hanım, "Aman Allah'ım!" dedi feryat eder gibi. "Ne diyor Münir Bey böyle?"

"Emin değilim." diye karşılık verdi Nisan.

Gonca, aslında Nisan'ın duyduğu şeyi kabullenmek istemediğini tahmin etti yoksa Münir Bey'in açıklamasında anlaşılmayacak hiçbir şey yoktu.

"Kime satmış anne?"

Gonca'nın gözü Hakan Alagöz'e kaydı. "Bence bu sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz." dedi.

"Yok artık!"

"Sence bu durumun başka bir açıklaması var mı Nisan?"

Hatice Hanım bir kez daha, "Susun da dinleyelim!" dedi, yeniden konuşmaya başlamış olan Münir Bey'i işaret ederek.

Aslında Münir Bey konuşmaya başlamaktan ziyade, daha önce onu yarı dikkatle dinleyerek kısa notlar almakla yetinen gazetecilerin soruları yüzünden mikrofon elinde bekliyordu.

"Kime sattınız?"

"Darüşşifa'yı sattınız mı?"

"Münir Bey! Tüm hisselerinizi mi sattınız?"

"Hakan Bey o yüzden mi burada?"

"Kaça sattınız?"

"Elinizde hisse var mı?"

"Kontrol kimde olacak?"

"Alıcı Alagöz Holding mi?"

Bitmek bilmeyen soru yağmurunun arasına, "Çocuklar! Lütfen! Çocuklar!.. Lütfen sakin olur musunuz?" diyerek girmek istedi Münir Bey fakat muhabirlerin yoğun ısrarı sona ermedi. En sonunda, "Bu böyle olmaz ama!" diye gürledi Münir Bey.

Adamın tok sesinin bağırmasıyla aldığı haşin ton karşısında herkes sus pus oldu. Münir Bey boğazını temizledi.

"Bu şekilde devam ederseniz benim bir açıklama yapmam mümkün olmaz. Eğer sakince dinlerseniz devam edebilirim."

Sessizliğin sürmesi üzerine, "Evet, sizin de az önce tahmin ettiğiniz gibi, Darüşşifa Hastaneleri bundan sonra Alagöz Holding'le beraber anılacak." dedi. "Hakan Alagöz, bana o kadar iyi bir teklifle geldi ki zaten başka bir şirketle de anılmasını istemezdim."

"Rakam nedir Münir Bey?"

Münir Bey güldü.

"Bunun rakamla ilgisi yok! Aklıma yatmasa dünyaları verseler satmazdım. Sonuçta bu hastaneler benim elimde doğdu ve büyüdü. Bir nevi benim çocuğum gibiler. Bir insan nasıl çocuğunu gözünden sakınırsa ben de onları gözümden sakınıyorum. Hakan Bey de benim gözbebeklerime en az benim kadar iyi bakacağına beni inandırdı. Kendisi bir eczacı, sağlık sisteminin bir parçası ama doktor değil! Buna rağmen bakış açısı en az benimki kadar hizmete dönük.

Elbette kar edecek, yoksa bu iş gitmez. Yine de esas amacımız para değil, insan! Ve Hakan Alagöz de bu işi "insan" için yapmak istediğine beni inandırdı. Bu yüzden içim çok rahat. Ben ve çocuklarım, bundan böyle Darüşşifa Hastaneleri'nin onun adıyla anılacak olmasından dolayı gururluyuz!"

Münir Bey, hafifçe güldü. Buruk bir gülüştü bu.

"Tabii bir parça hüzün de var. Takdir edersiniz ki bu kadarı da olacak. Neyse artık... Ben lafı daha fazla uzatmadan Hakan Bey'e söz vereyim."

Gonca, kalbi güm güm atarken Hakan Alagöz'ün kendinden emin bir tavırla Münir Bey'in yanına gitmesini izledi. Tüyleri ürpererek, bu değişimin sadece Münir Bey'in ya da mikrofonu ondan alan adamın değil kendi hayatını da geri dönülemez biçimde değiştireceğini hissetti.

"Sevgili Misafirler,

Aslında benim burada konuşacağım hesapta yoktu. Münir Bey, anlaşmamızı onun için önemi çok büyük olan böyle bir günde duyurmayı istedi. Bu işi sadece o yapacaktı, yani konuşma işini ama mikrofon şimdi benim elimde!"

Masalardan kahkahalar yükseldi. Gonca istemeden de olsa onlara gülüşüyle karşılık veren Hakan Alagöz'ün çok karizmatik bir adam olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.

"Evet, Münir Bey'le bir anlaşmaya vardık. Kendi adıma çok mutlu ve gururluyum! Kendisinin bana duyduğu güvenle ne kadar onur duyduğumu da anlatamam."

Hakan Alagöz tekrar gülümsedi. Ellerini iki yana açtı.

"Bu kadar. Teşekkür ederim."

Adamın konuşmasını birdenbire sonlandırması karşısında oluşan anlık sessizlik ardından, "Hakan Bey!.." diye bağıran seslerle yırtıldı. Bir kısmı satışın ne zaman gerçekleştiğini ya da gerçekleşeceğini sorarken, bir kısmı şirketin ne kadara el değiştirdiğini soruyordu. Gonca'nın duyamadığı daha nice soru vardı. Adam sadece birine, şirketin genel işleyişiyle ilgili soruya cevap verdi.

"Bunlar detaylar. Burası, bunları konuşmak için uygun bir yer değil fakat şu kadarını söyleyebilirim ki genel işleyişte değişen pek bir şey olmayacak. Münir Bey'in hoşlanmayacağı bir şey, hiç olmayacak! Ayrıca, az önce bir şeyi söylemeyi unuttum: Münir Bey, Darüşşifa Hastaneleri'nin bundan sonra Alagöz Holding'le anılacağını söyledi. Böyle olursa, bu elbette bizi memnun eder ve gururlandırır. Fakat ben inanıyorum ki Darüşşifa Hastaneleri her zaman "Münir Saygılı" ismiyle beraber anılacak. Teşekkür ederim."

Adamın konuşmayı sonlandırması, soruların sonunu getirmedi. Gonca, daha önce Münir Bey Hakan Alagöz'ü tanıştırmak için getirdiğinde; onun yanında gördüğü iri yarı iki adamın öne geçerek bir duvar gibi gazetecileri diğer tarafta bıraktığını gördü. Adamların koruma olduğunu tahmin etti ve garip bir biçimde ikisi bir ikiz kadar birbirine benziyorlardı.

"Ağzı da çok iyi laf yapıyor."

Gonca, bakışlarını yavaşça annesine çevirdi ve gerçeği, "Evet, öyle." diyerek isteksizce kabul etti.

Mert, muzip bir biçimde, "Anne, az önce patronun değişti." dedi. "Hayırlı olsun!"

"Yaa!.. Sağol."

"Biraz daha mutlu görünebilirsin kızım. Mert kötü bir şey demedi."

"Anne!.." dedi Gonca bıkkın ve yorgun bir tavırla. "Adam ona çarptığımı, daha doğrusu onu kandırdığımı biliyor! Onun gözünde ben bir yalancıyım, düzenbazım! Ben onun yerinde olsam bir saniye durmaz, beni kovardım!"

"O zaman... Benim ben, sizin de siz olmanız sanırım sizin şansınıza Gonca Hanım; çünkü sizi kovmayı düşünmüyorum. En azından ilk işlerimden biri bu değil. Ayrıca cümlenizin anlamsal olarak oldukça garip olduğunu söyleyebilirim."

Gonca, alaycı sesin sahibine dönmeden önce cesaret almak istercesine masayı kavradı. Adam tek başına arkasında dikiliyordu. Onun o hengamenin arasından nasıl kurtulabildiğini düşünürken, "Sanırım... Sanırım, 'Hayırlı olsun'" demeliyim." dedi.

Kızının küstah yanıtı, Hatice Hanım'ın sesli bir biçimde nefes almasına neden oldu.

Hakan Alagöz sırıtarak, "Lütfen!" dedi. "İçinizden gelmiyorsa, demeyin!"

"Hayırlı olsun Hakan Bey!"

Adam gülümseyerek, "Sağolun, Hatice Hanım." dedi başını hafifçe yana çevirerek.

"Hayırlı olsun Hakan abi!"

Hakan Alagöz'ün gülümsemesi daha içten bir hal alırken sesi de ısındı.

"Sağ olasın Mert!"

"Bu süper oldu! Yani eczacılık ve tıp zaten iç içeydi ama bu bir çeşit evlilik gibi... Gerçekten süper!"

Hakan Alagöz kahkaha attı.

"Evlilik mi? Bak, hiç böyle düşünmemiştim. Farklı bir bakış açısı." diyen adamın bakışları, usulca, masanın diğer tarafında, normalde cıvıl cıvıl olan kadına döndü.

"Ya siz Nisan Hanım?.. Siz bir şey demeyecek misiniz?"

Nisan; Hakan Alagöz'e baktı, baktı, baktı... Ve ağzından tek bir hece çıktı: "Hık!"

 

 

Loading...
0%