Yeni Üyelik
13.
Bölüm

9. Bölüm

@majdafan

Gonca, bacaklarını uzattıktan sonra bir ayak bileğini diğerinin üstüne koydu ve hemen ardından, "Bunun pek hijyenik olduğunu sanmıyorum!" diyen alaycı sese, içten bir kahkahayla yanıt verdi.

"Hijyen kimin umurunda!"

Suzan, bakışlarını amiri sayılabilecek kadının masanın üzerinde kavuşturduğu ayaklarından ayırmadan, "Haklısınız." diye karşılık verdi. "Belki o masa bir doktora ait olmasa kimsenin umurunda olmazdı!"

Gözlerini keyifle yumarak koltuğuna iyice yerleşen Gonca, "Tadımı kaçıramazsın Suzan!" dedi ve çocukça bir biçimde dişlerini göstererek sırıttı. "Şurada dinlenmeye ve bu mutlu anın tadını çıkarmaya çalışıyorum."

"Keşke hastalarının hasta olmadığını öğrenen her doktor sizin kadar keyifli olsa!"

Gonca, tek gözünü açıp birkaç yıldır hem hemşiresi hem de hastalarının danışmanı olan genç kıza baktı.

"Merak etme, çoğu öyledir!"

"Pek sanmıyorum."

"Meslektaşlarıma sataşma lütfen!"

"Tamam, sataşmam."

"Çok uysal bir kabul oldu bu." diyen Gonca; beş, on saniyelik sessizliğin ardından ansızın, "Nasıl geçti?" diye soruverdi.

Cevap hemen gelmeyince de yeniden tek gözünü açarak yardımcısına baktı.

Suzan anlamazlığa gelmedi, nazlanmadı da! Sadece pes eder gibi bir baş sallayışın ardından, "İyi." demekle yetindi.

Gonca diğer gözünü de açtı.

"İyi?.. Bu çok ortalama bir sözcük. Eğer durumu 'iyi' diye özetleyebiliyorsan, salla gitsin!"

Suzan tek kaşını kaldırdı.

"Salla'yayım mı?"

"Birkaç yaratıcı sözcüğünü alıntılayamayacaksam, lise çağında bir çocuğum olmasının ne faydası var?"

Suzan sırıttı.

"Bu da yaratıcı bir bakış açısı! İleride kullanılmak üzere akıl defterime not ediyorum."

"Güzel! Şimdi... Kapat o defteri ve bana şu 'iyi' olan durumu anlat!"

"Yemek yedik."

"Alman usulü mü?"

Suzan gözlerini devirdi.

"Haklısın." dedi Gonca. "O zaman 'iyi' değil, 'rezalet' olurdu."

"Kesinlikle!"

"Devam et."

"Devamı yok. Yemek yedik."

"Ne yani? Bir sinema ya da... ya da..." Gonca elini havada salladı. "Ne bileyim! Başka bir etkinlik işte! O da mı yok?"

Suzan omzunu silkti.

"Yok."

"Bu buluşma 'iyi'yi hak ettiyse demek ki yemekler oldukça iyiydi."

"Aslında kötüydü."

"Kötü mü?"

"Evet. Ben öyle antin kuntin yemekleri sevmem! İnsan en azından yediği yemeğin içinde tam olarak ne olduğunu tercümeye gerek kalmadan anlayabilmeli!"

Gonca kocaman bir kahkaha attı.

"Yazık ama çocuğa! Biri, ona senin bir dürümle tava geleceğini söylemeliydi."

Suzan, kollarını göğsünün üstünde küskünce kavuşturdu.

"O kadar da değil!"

"Ama o kadarmış gibi görünüyor. Anlaşılan çocuk seni tarz bir yere götürmüş, ama..." Gonca tekrar kahkaha attı. "Zavallıcık!"

"Dalga geçmeyin ama!"

Gonca üst dudağını ısırarak gülmemeye çalışırken ağırbaşlı bir edayla, "Tamam geçmeyeceğim ama sen de bir an önce 'iyi' olan bölüme gelirsen çok iyi olur." dedi.

"Sohbeti çok iyiydi. Yani... Ne sürekli beni güldürmeye çalıştı ne de ne diyeceğini bilmez bir biçimde çevresine bakındı. Konuşmamızın genel konulardan kişisel zevklerimize nasıl geldiğini doğrusu hiç anlayamadım."

Gonca, gerçekten de anlattığı duruma hala şaşırıyormuş gibi görünen genç kıza baktı, baktı... En sonunda, "Çirkin değil, değil mi?" diye sordu.

"Görkemli bir yakışıklılığı yok ama kesinlikle çirkin değil."

Gonca'nın kaşları havalandı.

"Görkemli yakışıklılık, mı?"

"Geçen gün bitirdiğim romanın kahramanı görkemli yakışıklıydı. Yani tabii yazarın anlattığına göre."

Gonca yine dudağını ısırdı.

"Doğal olarak!"

"Yine dalga geçiyorsunuz!"

"İyi de... Sen de çok iyi malzeme veriyorsun!"

"Tamam." dedi Suzan çenesini yana çevirerek. "Daha konuşmuyorum!"

"Ama ben konuşmaya devam ediyorum: Madem sana itici gelmedi ve sohbeti de çok iyi, o zaman beyefendiye bir şans vermelisin!"

Suzan dayanamadı: "Ama ben böyle görücü usulüyle değil, aşık olarak evlenmek istiyorum!"

"Sana onunla 'Evlen' diyen yok! Hem... Bu çocuğa aşık olmayacağını nereden biliyorsun?"

"Adem... İsmi Adem."

"Adem'e aşık olmayacağını nereden biliyorsun?"

Suzan, bir an şaşırmış gibi durdu.

"Olsaydım hissederdim."

"Yok ya! Nasıl hissederdin?" diye sordu Gonca, buram buram alay kokan bir sesle. "Merak ettim şimdi! Bununla ilgili bir çeşit radarın mı var? Ya da..." Gözlerindeki parıltıya eş bir fikir bulmuş gibi parmaklarını havada şıklattı. "Buldum! Sanırım 'tır çarpması' gibi bir şey hissedeceksin!"

Suzan bir kez daha, "Yine alay ediyorsunuz!" diye sitem etti.

"Ya, nasıl alay etmeyeyim?" dedi Gonca gülerek. "Okuduğun o saçma sapan aşk romanlarındaki gibi bir adamı göreceksin ve bam! Aşık olacaksın!"

"Olamaz mıyım?"

"Aslında olabilirsin. Mesela ben de ilk gördüğüm anda Brad Pitt'e aşık olmuştum. Gözleri, yüzünün simetrisi, bedeni... Enfesti! Gerçi... Hala da öyle!"

"Dalga geçmeyin yaa!.."

"Dalga geçmiyorum Suzan, sadece senin 'aşk' sandığın ya da 'aşk' olduğunu düşündüğün şeyin ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum; beklediğin ilk görüşte çarpılmaysa onun fiziksel beğeniden öte bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Aşk, bir erkeğin ya da bir kadının görünüşünden ibaret değildir. Eğer öyle olsaydı, dünyadaki bütün çirkinler aşksız kalırdı. Aşk, gördüğün insanı sana daha da güzel gösteren duygulardan oluşur ve o duyguları yine o insanın kendisi sende yaratır: Konuşmasıyla, bakışıyla, gülüşüyle, duruşuyla, bazen bir olayı değerlendirişiyle... Evet, kimi çok ani gelişebilir ama kimi de zamanla gelişir. Ve hepsinde mutlaka aşık olduğun insanın kişiliği önemli bir rol oynar."

Suzan, bir çeşit tirada benzeyen konuşmayı sessizce dinledikten sonra, kısaca zihninde değerlendirdi ve nihayet, "Adem'e zaman içinde aşık olabileceğimi mi söylüyorsunuz?" diye sordu.

"Ben, sana, böyle bir olasılığın varlığını hatırlatıyorum. Ayrıca, şu ana kadar ilk görüşte kimseye aşık olmadığına göre bence Adem'i elinin tersiyle bir kenara itme!"

"Ama bu Adem'e haksızlık olmaz mı?"

"Neden olsun? Yoksa dün gece sana ölümsüz aşkını mı itiraf etti?"

"Yine dalga geçiyorsunuz ve ben de buna rağmen sizinle konuşmaya devam ediyorum!"

"Tabii ki edeceksin! İnsanın büyüğünden tavsiye almasından daha doğal ne olabilir?"

"Şimdi..." derken kollarını göğsünün üstünde kavuşturup bir kalçasını yaylandıran Suzan, "Bunu söylemek istemezdim ama..." diye başladı. "Siz bu konuda pek de tavsiye verebilecek konumda değilsiniz."

"Neden? Yeterince büyük değil miyim?"

"On yaş, çok büyük bir fark sayılmaz fakat esas, siz bir erkeğe bir kez bile şans vermiyorsunuz. Yani..." Ellerini iki yana açtı. "Bu durumda bana nasıl öğüt verebilirsiniz ki?"

"Suzan!"

Suzan, Gonca Hanım'ın uyarı dolu çıkışına aldırmadan, "Halit Bey'e bile bir şans vermiyorsunuz! Üstelik o sizin bahsettiğiniz çoğu kritere uygun: Çirkin değil, oldukça uzun boylu, belki bir parça zayıf. O da kusur sayılmaz. Üstelik yakın alanlarda çalışıyorsunuz. Kesinlikle sohbeti çok keyifli! Yani... Bunlar şans vermek için yeterli bence. Hatta az önceki söylevinize göre sizce de öyle olmalı!"

Gonca, derin bir nefes alarak sabırla dinlediği kıza yanıt verdi:

"Doğru söylüyorsun ama kaçırdığın bir nokta var: Ben Halit'i yeni tanımıyorum, üç yıldır tanıyorum ve evet, o tam da senin söylediğin gibi çok hoş bir insan."

"Ama?.."

"Ama ona karşı bir kadınla erkeğin arasında olması gereken duygusal yakınlığı hissetmiyorum."

"Peki böyle hissetmek için kendinize izin veriyor musunuz?"

Gonca güldü.

"İnsanın duygularının gerçekten de 'izin' gibi mantıksal bir gerekçeyi takacağını mı sanıyorsun?"

Bir an düşünen Suzan, "Sanırım haklısınız." dedi.

"Her zaman!" diyen Gonca sırıttı.

Suzan, tereddütlü bir bakışla, "Onu çok sevmiş olmalısınız." dedi. "Yani Mert'in babasını." Sesi, gözlerinden daha çok tereddüt doluydu.

Gonca'nın sırıtışı bir anlığına donup kaldıktan sonra yerini özlem dolu bir tebessüme bıraktı.

"Sevdim, çok sevdim! Ama bir başka erkeğe şans vermememin nedeni Onur değil. Birini yeniden onun gibi sevebileceğime inanmıyor olmam."

"Ama neden? Daha çok gençsiniz ve güzelsiniz ve..."

Gonca, bilgece bir gülümsemeyle, "Sevgili Suzan." diyerek yardımcısının sözünü kesti. "Az önce sana konunun güzellikle ilgisi olmadığını söylememiş miydim? Hem... Ben Allah'n sevgili bir kuluydum: Aşkı tattım, üstelik tattırdım." Sesinde kendini beğenmişlikten eser yoktu, sadece müthiş bir tatmin vardı. "Böylesi bir lütuf, bir insana ikinci kez nasip olur mu onu bilemiyorum. Ve işin aslı buna ihtiyaç da duymuyorum. İşim ve Mert beni yeterince meşgul ediyor." Sırıttı. "Tabii annem de!"

Suzan başını iki yana salladı.

"Bu hiç doğru değil. Yani Mert bir gün kendi..."

Dahili telefonun sesi Suzan'ın daha fazla devam etmesine engel oldu. Genç kız, dışarı çıkmaktansa Gonca'nın masasından yanıtlamayı tercih etti. Gonca da ona alan açmak için bacaklarını masadan indirip pencereye gitti.

"Efendim?" dedi Suzan ve hemen ardından, "Evet, benim..." diye devam etti.

Gonca, asistanının kiminle konuştuğunu hiç merak etmeden pencereyi hafifçe araladı ve içeri dolan serin havadan derin bir nefes çekti. Bir şekilde az önceki konuşma hüzünlenmesine neden olmuştu. Hüzünlenmek istemiyordu. Hayatında hüzünlenecek hiçbir şey yoktu.

Bakışları, yapay göldeki ördeklerin sesini takip ederek aşağı kaydı. Ne güzel yüzüyorlardı. Artlarında bıraktıkları dalgalar, suyun yüzeyinde tatlı bir görsel ahenk yaratıyordu. Biri "vak"layınca onu bir diğeri takip ediyordu. Davranışları birbirine benziyordu, sesleri de. Aslında... Görünüşleri bile benziyordu. Ama yine de farklılardı. İnsanlar gibi!

Suzan, farklılıkları göremiyordu. Gonca'yı kendisiyle bir tutuyordu. Gonca gülümseyerek başını iki yana salladı. Bir değillerdi. Kesinlikle değillerdi.

Gonca, bir erkeği sevmiş; ondan çocuğu olmuş olgun bir kadındı. Evet, Suzan da on sekizinde liseden yeni mezun bir genç kız değildi buna rağmen Gonca'yla aralarında on yılın kapatamayacağı inanılmaz bir yaşanılmışlık farkı vardı.

Suzan, doğal olarak, evlenmek istiyordu. Aşık olarak evlenmek ve bir düzene sahip olmak istiyordu. Gonca'nın yaşam tarzının sıradanlığı düşünüldüğünde, onun böyle bir isteğinin olmamasını Suzan elbette anlayamazdı. Gonca'nın oğlu ve annesiyle mutlu mesut yaşarken hayatında özel olarak yer tutacak bir erkeğe ihtiyaç duymamasını anlayamazdı.

Gonca zamanında öyle bir erkek bulmuştu, onunla beraber büyümüştü ve onu belki tam olarak "erkek" olarak adlandırılamayacak yaşta toprağa gömmüştü Onur'la aşkların en büyüğünü, en güzelini bulmuş ve yaşamıştı. İstediğinden değil ama kim hayatta bir kez daha o kadar talihli olabilirdi ki ya da bir kez daha, öyle birini kaybetmekten korkmadan yaşayabilirdi? Gonca, böyle bir riske bir kez daha girmek istemiyordu. Hayat böylesi acılar için inanılmayacak kadar kısaydı. Üstelik geçen yıllara karşın sevdiklerini kaybetme korkusunu hala üzerinden atabilmiş değildi ve ömrünün sonuna dek atabileceğini de sanmıyordu.

"Evet." diye düşündü. "Ben böyle mutluyum!"

"Tamam, hemen iletiyorum! Size de iyi günler..."

Suzan, telefonu kapatırken Gonca da ona döndü. Ne var ki daha ikisi de tek bir laf edemeden kapı ardına kadar açıldı ve Nisan paldır küldür içeri daldı. Gonca kaşlarını kaldırdı.

"Yine mi bir erkekten kaçıyorsun?"

Nisan, toparlanıp çenesini havaya kaldırdıktan sonra ellerini biçimli bedeninin üzerinde gezdirerek elbisesini düzeltti.

"Şaka yapıyorsan, hiç komik değil!"

"Gonca Hanım şakacı bir gününde." diyerek bilgi verdi Suzan.

"Ne yazık! Antartika'da olsak belki ısınırdık!"

Gonca yapmacık bir gülümsemeyle, "Şimdi de sen çok şakacısın!" dedi arkadaşına.

Nisan, her zamanki koltuğuna oturarak bacak bacak üstüne attı.

"Aynur'u aradım." diye başladı, bölümün sekreterini kastederek. "Önümüzdeki yarım saatin boşmuş, peşine de zaten öğle arası... Yemek yeriz, diye düşündüm."

"Üzgünüm ama yiyemeyiz. Dün yatan hastamı ziyaret etmek istiyorum."

"Sanki sabah ziyaret etmedin mi?"

"Ettim ve yine edeceğim."

Nisan gözlerini devirirken Suzan, "Korkarım bu mümkün değil!" diyerek araya girdi.

Gonca'nın kaşları çatıldı.

"Neden?"

"Üst kattan çağrılıyorsunuz."

Bölümün üstünde kafeterya ve restoran olduğuna göre, Suzan'ın üst kattan kastettiğinin çatının yarısını kaplayan helikopter pistinin yanındaki yönetim ofisleri olduğunu tahmin etti Gonca.

"Kim çağırıyor?

"Hatice Hanım aradı."

Hatice Hanım, Münir Bey'in sekreteriydi. Münir Bey binada olmadığında ise... Aslında hastaneyi o yönetiyor sayılırdı. En azından yaklaşık bir ay öncesine göre durum böyleydi.

Hatice Hanım şimdi Nedim Bey'in sekreteriydi.

Nedim Dilmen, yaklaşık bir ay önce yönetimin el değiştirmesiyle, tepeden inme, başlarına genel müdür olarak atanmıştı. Kendisi doktor değildi. Bazıları bunu bir eleştiri malzemesi haline getirmiş olsalar da Gonca onlardan biri değildi çünkü Gonca'ya göre adamın doktor olmasına gerek yoktu, hastanenin zaten bir başhekimi vardı. Ayrıca Gonca'nın duyduğuna göre Nedim Dilmen, başhekimle koordineli ve etkin olarak çalışıyordu.

"Nedim Bey'in bugün hastanede olmadığını sanıyordum." dedi Gonca.

"Değilmiş zaten. Sizi görmek isteyen Hakan Bey." diye karşılık verdi Suzan.

"Yani, velinimetimiz efendimiz."

Gonca, bıkkınlıkla, Nisan'a baktı.

"Sana kaç defa, 'Şu adama, şöyle deme!' demedim mi ben?"

"Yalan mı? Adam bizim 'velinimetimiz' de 'efendimiz' de değil mi?"

Suzan kıkırdadı. Bu ikisinin atışmalarına bayılıyordu. Hiç konu sıkıntısı çekmiyorlardı. Alagöz Holding hastaneleri devraldığından beri de temel konu başlığı Hakan Alagöz'dü.

Suzan; Nisan Hanım'ın, patronlarının ardından aşağılayıcı bir biçimde "velinimetimiz efendimiz" demesinden, arada bir adı geçtiğinde homurdanmasından yola çıkarak adama gıcık olduğunu seziyor ama sebebini bilmiyordu. Sanki Nisan Hanım, Hakan Alagöz'ü şahsen tanıyormuş gibiydi ki Suzan geçen gün cesaret bulup Nisan Hanım'a büyük patronla tanışıp tanışmadıklarını sormuştu.

Nisan Hanım, garip bir biçimde önce Gonca Hanım'a hızlı bir bakış atmış, ardından da "Aman Allah korusun!" demişti.

Suzan'a göre bu çok anlamsız ve tuhaf bir karşı çıkıştı çünkü hiçbiri Hakan Alagöz'le tanışmanın "Allah korusun!" denecek bir yanı olup olmadığına dair fikir sahibi değildi.

"Benim ne velinimetim ne de efendim! Allah aşkına, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz?" diye soran Gonca Hanım'ın sesi, Suzan'ın düşüncelerini böldü.

"Yirmi bir ama bir şey değişmez. Az sonra velinimetin ve efendin olduğunu kabul etmediğin adam, sana velinimeti ve efendisi olduğunu kanıtlayacaktır!"

Gonca'nın gözleri kısıldı.

"Dur bir dakika, dur! Yoksa sana kanıtladı mı?"

Nisan somurttu.

"Sence ben niye buraya geldim?"

"Bilmem, her gün geliyorsun."

"Tamam..." dedi Nisan küskünce. "Bir daha gelmem!"

"Ya, bırak saçmalamayı da söyle Nisan! Onu ne zaman gördün? Ayrıca sana ne dedi?"

"İki saat önce."

"Yine sizin bölümü ziyarete mi geldi?"

"Tabii ki hayır! Ben onu ziyarete gittim."

Gonca'nın kaşları neredeyse alınana kadar kalkınca, "Mecburi bir ziyaret oldu tabii." dedi. "Emir büyük yerden olunca davete icap etmemek olmuyor."

"Yemin ediyorum Münir Bey gibi konuşuyorsun!"

Nisan, derin derin içini çekti.

"Ah, Münir Bey! Ah! Kimse onun gibi olamaz! Hele bu buz dağı!.."

"Buz dağı mı?.."

"Pardon!.. Bu sohbetin sonunu deli gibi merak etmekle beraber, görevim gereği, size on dakika içinde yukarıda beklendiğinizi hatırlatmam gerek!"

"Tamam Suzan." dedi Gonca. "Hemen çıkıyorum."

Gonca üzerindeki önlüğü çıkarıp kapıyı açtığında, "Hey! Ama daha konuşamadık bile!" diye ciyakladı Nisan. "Sana anlatacaklarım var!"

"Üzgünüm, emir büyük yerden!" derken koridorda hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı bile Gonca. "Hem aslanın ininden çıktığımda anılarımızı paylaşırız, dertleşiriz..."

"Sen dalga geç!" dedi Nisan, Gonca'nın adımlarına ayak uydurmaya çalışırken. Her zamanki gibi erkek nüfusunun bakışlarını üzerine çektiği için hastanenin genel işleyişini bir parça bozduğunu umursamadan, "O adam duygusuzun teki!" diye homurdandı. "Ve... Gonca?.. Gonca, dursana! Nereye gidiyorsun? Asansörü geçtik!"

"Merdivene tabii! İki kat için asansör mü kullanılır?"

"Yarım kat için bile kullanılır!"

Gonca; merdivenlere açılan kapının başında durup arkadaşına, "Sonra görüşürüz." dedi ve dönüp basamakları çıkmaya başladı.

"Hiç mi korkmuyorsun?"

"Korkmamı gerektiren bir durum mu var? Bildiğim kadarıyla Hakan Bey, hastanemizi birkaç kez ziyaret etti ve hepsinde de bölüm başkanlarıyla görüşmeye teker teker görüşmeye çalıştı. Anlaşılan bugün sıra sana, şimdi de bana gelmiş."

"Bu kadar, diyorsun?"

Gonca, cevap vermeden ikinci katı da tırmanmaya başladı.

"Bana bugün ne dediğini hiç mi merak etmiyorsun?"

"Başarılarını ve bölümünü övdükten sonra mı?"

Nisan, gözlerini süzerek saçını şöyle bir düzeltti.

"O da var tabii ama esas..."

Gonca, son sahanlıkta dönüp arkadaşına baktı.

"Evet, esas?.."

"Bana ne dedi biliyor musun?"

"Önümüzdeki bir yıl içinde öğreneceğim inşallah!"

"Dedi ki..." Nisan merdiven sahanlığına baktı. "Ya ben bunu böyle bir yerde söylemeyecektim, şöyle esaslı bir dedikodu yemeğini bekliyordum."

"Elinde olanla idare etmezsen canım, az sonra onu da bulamayacaksın!" diyen Gonca, yönetici katının kayarak açılan kapılarından içeri adımını attı.

"Dedi ki ben hastalarımın kalp sorunlarını çözen muhteşem bir doktormuşum ama yine de onlarda yeni kalp rahatsızlıklarına da neden olmamak için dikkatli olmalıymışım!"

Gonca, olduğu yerde aniden durarak Nisan'a kocaman gözlerle baktı ve çok geçmeden kahkahalarla gülmeye başladı.

Nisan, gözlerini sağa sola çevirerek etrafa kaçamak bakışlar atarken bir taraftan da, "Kes şunu Gonca!" diye homurdanıyordu. "Herkes bize bakıyor!"

"Nisan..." diye başladı Gonca gülmeye devam ederek. "Hayatımda senin kadar bakılmaya alışık birini tanımadım!"

"Böyle bakılmaya alışık değilim ama!"

Gonca boğazını temizleyerek, "Peki... " diye başladı. "Tamam... Bunu nasıl başaracakmışsın?" Boğazını yeniden temizledi. "Yani hastalarında yeni kalp sorunları oluşturmayı? Eminim net bir biçimde sana anlatılmıştır."

Nisan başını Gonca'ya yaklaştırarak, "Etek boylarım biraz daha uzun olmalıymış." diye fısıldadı.

Gonca yeniden kahkaha attı ama bu kez elini ağzına kapattığı için boğuk bir sesten başka bir şey duyan olmadı.

"Benim etek boyumdan kime ne? Bugüne kadar kimse şikayet etmemişti!"

Başını Nisan'a doğru eğerek, "Ben de erkek olsam ben de şikayet etmezdim canım." diye sataştı Gonca.

Nisan'ın gözleri kızgınlıkla parlasa da hemen ardından yüzüne yerleşen pırıltılı gülümseme Gonca'yı kuşkulandırdı.

"Yani sen şimdi yeni patronumuzun erkek olmadığını mı ima ediyorsun?"

"Nisan!"

Bu sefer kahkaha atma sırası Nisan'a gelmişti.

"Belki de değildir?"

"Nisan!"

"Gonca Hanım... Eğer Nisan Hanım'ı azarlamanız bittiyse size randevunuzu hatırlatabilir miyim?"

Gonca, boğazını temizlediği öksürüğün ardından diplomatik bir gülümsemeyle üst katın iplerini elinde tutan kadına döndü.

"Merhaba Hatice Hanım."

Hatice Hanım, ciddi bir baş eğişle onun selamını aldı.

Gonca, bu kadın karşısında neden otuz altı değil de on altı gibi hissettiğini bilemeyerek sırtını dikleştirdikten sonra arkadaşına döndü.

"Seninle sonra görüşürüz."

Nisan arkadaşına acıyan bir bakış attı.

"Tamam."

En iyi arkadaşıyla despot sekreterin uzaklaşmalarını kaygıyla izleyen Nisan, asansörün kata geldiğini duyuran sesi duyar duymaz o yana koşturdu. Birinci katın düğmesine bastı. Kapılar kapanırken içinden arkadaşına şans diledi.

"Bir dakika! Asansörü tutun lütfen!"

Nisan'ın eli gayriihtiyari açma düğmesine gitti.

"Teşekkür ederim." dedi elinde evrak çantası taşıyan uzun boylu adam.

"Rica ederim." diyen Nisan adamın suratına baktı ve... Ve kendini çarpılmış gibi hissetti. Adamın bakışlarından onun da benzer duygular içinde olduğunu anlamak hiç zor değildi.

"Teşekkür ederim." dedi adam bir kez daha; Nisan da bir kez daha, "Rica ederim." diye karşılık verdi.

Asansör hafif bir sesle aşağı kayarken adam, "Burada mı çalışıyorsunuz?" diye sordu.

"Evet."

Adam onu şöyle bir süzdükten sonra, "Danışmada mı çalışıyorsunuz?" diye sordu.

Nisan, yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamadan, "Hayır." dedi.

"O zaman sekretersiniz?.." dedi adam.

Nisan gözlerini kırpıştırdı.

"Nereden bildiniz?"

Nisan'ın tavrından cesaret alan adam, "Çok güzelsiniz de ondan!" dedi.

Nisan'ın gözleri daha da kırpıştı.

"Teşekkür ederim."

"Hangi bölümdesiniz?"

"Hasta Hakları"

"Hımm... Adınızı öğrenebilir miyim?"

Nisan ışıltılı bir gülümsemeyle, "Ayşe N. Dönmez" dedi.

"N?.."

Kıkırdayan Nisan, "Bu bir sır. Öyle herkesle paylaşmam!" diyerek nazlandı.

"Benimle paylaşmanız için elimden geleni yapacağım."

Utanmazca flört eden adama Marilyn Monroe tarzı baygın bir bakış atan Nisan, "O anı bekleyeceğim." dedi bir o kadar baygın bir sesle ve tam da o sırada da asansörün kapıları açıldı.

"Ben kaçıyorum." dedi kıkırdayarak.

"Merak etme, ilk işim seni yakalamak olacak!" dedi adam, asansörün kapıları çapkın yüzüne kapanmadan önce gözleri parlıyordu.

Asansör hareket eder etmez Nisan'ın suratı düştü, dudakları gerildi. Arkasını dönerek odasına yürürken, "Geri zekalı!" diye tısladı. "Ambalajına yazık!"

 

 

Loading...
0%