Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@majdafan

“Madam Mercier! Madam Mercier!”

Büyük, geniş pencerenin önündeki masaya yayılmış kağıt yığınlarından başını kaldıran kadın; telaşla içeri girmiş olan hizmetçi kıza öyle bir baktı ki kız, kendini, bir hizmetçiye göre oldukça şık ve yeni sayılabilecek elbisesini terli elleriyle düzeltmek zorunda kaldı.

Kadının ciddi bakışlı mavi gözlerinin üzerinde havalanan simsiyah kaşları, her zamanki gibi, konuşmasına gerek kalmadan da çok şeyler anlatıyordu. Bu yüzden genç hizmetçi, bu kez de kendini bedenini dikleştirirken buldu.

Madam, asla, eski kıyafetlerle dolaşılmasını sevmezdi; bu yüzden hizmetçilerin üzerindeki elbiseleri bizzat kontrol eder, eskir gibi olanları aşağı sokaktaki Sütçü Anne’e gönderirdi. Anne de ihtiyacı olan kişilere dağıtırdı ama daha bu dağıtım işi gerçekleşmeden önce Madam, hizmetçilerine onlara en çok hangi renk akışıyorsa o renkte dikilmiş yeni elbiselerini çoktan vermiş olurdu. Ve hiçbiri Madam’ın bunu nasıl başardığını anlayamazdı. Yani nasıl olup da onların bedenlerini daha iyi gösterecek modelleri, ölçülerini bile almadan, tasarladığına ve diktirdiğine.

“İmaj...” derdi Madam, “İmaj her şeydir!”

Hizmetçilerin hiçbiri onun ne demek istediğini tam olarak anlamasa da hepsi her gün temiz, düzgün ve bir tane bile yaması olmayan giysiler giymenin ne bulunmaz bir nimet olduğunu çok iyi bildikleri için asla soru sormazlardı.

“Ne vardı Carol?”

Patronunun sesiyle sıçrayan hizmetçi kız, “Madam Mercier!” dedi bir kez daha. Madam’ın sabırsız bakışlarını görünce de bir çırpıda, “Lord Hall geldi!” diye ekleyiverdi. Heyecandan gözleri ışıl ışıldı.

Lord Hall, Carol’ın on beş yıllık kısa hayatında gördüğü en yakışıklı erkekti. Belki de bu yüzden adama her baktığında nutku tutuluyor, yanakları pespembe oluyordu. Kendinin geldiği yerle adamın geldiği yer arasındaki derin uçurumu çok iyi bildiği için elbette aptalca hayallere kapılmıyordu. Yine de hayallere kapılmıyor olması, son zamanlarda olduğu gibi, Lord Hall’u düşündüğü her seferinde sesli bir şekilde iç geçirmesine engel olmuyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi.

“Carol?..”

Kadının sert sesiyle kendine gelen Carol, “Buyurun Madam?” dedi korkarak.

Carol, Madam’ın olduğundan daha ciddi olamayacağına inanırdı çoğunlukla. Çoğunlukla! Şu an olduğu gibi yanıldığını anladığı durumlarla birkaç kez karşılaşmışlığı da vardı ki o anların ardından boşaltım sisteminde aşırı tedirginlikten olduğunu tahmin ettiği kasılmalar yaşamıştı.

“Lord Hall yalnız mı gelmiş Carol?”

“Ha... Hayır Madam. Kız kardeşi Leydi Hall da yanında.”

Madam yavaşça sandalyesinden kalktı. Aynı anda Carol’un midesi de kasıldı.

“Carol, biz ne iş yapıyoruz?”

Sakin alt perdeden bir sesle sorduğu soru karşısında şaşıran kızcağız, “Bu hileli bir soru mu?” der demez iki eliyle birden ağzını kapattı.

“Pardon Madam!”

“Carol, soruma cevap vermedin.”

“Ne?”

“ ‘Efendim?’ Carol, ‘Efendim?’ diyeceksin!”

Madamın sesinden onun sinirlenmeye başladığını anlayan Carol başını eğdi ve neredeyse fısıltı gibi bir sesle, “ ‘Efendim’ Madam?” dedi.

“Soruma cevap vermedin Carol.”

“Hangi sorunuza Madam?”

Madam kızarır gibi mi olmuştu, yoksa Carol’a mı öyle geliyordu emin değildi ama kadının dişlerinin arasından konuştuğundan adı kadar emindi.

“Biz ne iş yapıyoruz, diye sormuştum Carol?”

“Şey, biz dikiş dikiyoruz Madam.”

“Doğru. İnsanlar buraya neden geliyor peki?”

“El... Elbise diktirmek için?”

“Peki, biz kimlere elbise dikeriz Carol?”

“Leydilere tabii Madam.”

“Güzel.” dedi Madam memnun bir şekilde, her ne kadar Carol onun memnuniyetinin sebebini anlamamış olsa da.

“Peki Carol, Lord Hall buraya neden gelmiş olabilir?”

Carol bu soru karşısında sessiz kalınca, Madam devam etti:

“Lord Hall buraya geldi çünkü yaklaşan sezon için lordun kız kardeşinin tüm kıyafetlerini biz hazırlıyoruz. Ve bugün de diktiğimiz tüm parçaların teslimatını yapacağız. Tamam mı Carol?”

“Ta... Tamam!”

“O zaman, şunu da belirteyim: Leydinin kıyafetleri için ödemeyi ağabeyi Lord Hall yapacak. İşte bu yüzden lordun mekanımıza gelmiş olması son derece doğal. Öyle değil mi Carol?”

Bu konuşmanın neden yapıldığından çok emin olamasa da sorunun öylesine sorulduğunu, Madam’ın istediği cevabın ne olduğunu anlayan Carol, “Evet Madam.” diye karşılık verdi.

“Madem öyle, neden bu kadar heyecanlısın?”

Carol şaşkınca, “Ben mi Madam?” diye sordu. “Ben heyecanlı değilim. Sadece Lord... Pardon Leydi Hall’un ağabeyiyle beraber geldiğini haber vermek istemiştim.”

Madam bıkkınca, “Tamam Carol.” dedi. “Az sonra yanlarına ineceğimi kendilerine iletebilirsin.”

“Peki Madam.”

Carol, hafifçe dizlerini kırarak selam verip odadan çıktı.

Kapı kapanır kapanmaz İsabella sandalyesine “of”layarak çöktü. Başını ellerinin arasına alarak, “Bu şaşkın kızla ne yapacağım ben!” diye inledi.

“Boşa çabaladığının farkındasın değil mi?”

Başını kaldırıp Leydi Hall’un güz yapraklarının rengi ağırlıklı olmak üzere sarının birkaç tonundan oluşan elbisesinin son rötuşlarını yapmaya çalışan kadına baktı ancak görebildiği, giysinin üzerine eğilmiş kuş yuvasına benzeyen bir kafa oldu.

“Neyin farkındayım?”

Kadın, başını kaldırıp kahverengi gözleriyle öyle alaycı bir bakış attı ki İsabella pes etmek zorunda kaldı:

“Denemek zorundaydım!”

“Denemenin bir şeyleri değiştireceğini sanıyorsan, yanılıyorsun canım. Carol’un ya da diğer kızların lordun buraya neden geldiğiyle ilgili fikirlerini değiştiremezsin.” Kadın, omzunun tekini silkti. “Hem neden denemek zorundasın olasın ki?”

İsabella, bir anlık şaşkınlığın ardından derin bir soluk aldı.

“Cevabı bu kadar açık bir soruyu neden soruyorsun Mathilda?”

Mathilda, dişleriyle ipliği kesip iğneyi sehpanın üzerine bıraktıktan sonra ayağa kalktı. Kısa boyunun elverdiği ölçüde elindeki elbiseyi omuzlarından tutup sallamaya çalıştı, ne var ki genç Leydi Hall’un boyu oldukça uzun olduğu için aynı işi sandalyenin üzerine çıkıp yapmak zorunda kaldı. Bu görüntü, İsabella’da gülme isteği uyandırdı. Mathilda, “Sakın gülme!” demese belki bu isteğini bastırabilirdi.

Kahkahaları ancak Mathilda’nın, “Lord son derece saygın bir adam.” dediğinde kesildi.

“Mathilda!”

Mathilda, arkadaşının uyarı dolu sesini gözardı etmeye karar verdi:

“Onurlu, akıllı bir adam. Saçı henüz dökülmemiş, göbek bağlamamış... “

İsabella’nın gülümsemeye başlamasından cesaret alan Mathilda, “Üstelik oldukça yakışıklı.” diye devam etti. “Hatta çok, çok yakışıklı!”

“Lordun yakışıklılığı beni hiç ilgilendirmiyor.” diye mırıldandı İsabella.

“Niye ki? Çirkin mi seversin yoksa?” diye soran Mathilda, elindeki elbiseyi kendinden uzaklaştırıp “Hımm... Hım...” diye mırıldandıktan sonra, elbisenin iyi göründüğüne kanaat getirmiş olacak ki sandalyeden indi.

“Bak yavrucuğum, şahsen ben benimle ilgilenen adamların...”

“Lord Hall benimle ilgilenmiyor!”

“Senden bahseden kim?” İsabella’nın yanaklarına yayılan pembelikten memnun, “Ben, diyorum; ben!” diyerek göğsüne vurdu Mathilda. Bir taraftan da elbiseyi askıya geçirmeye çalışıyordu. “Ben, benimle ilgilenen beyefendinin yakışıklı olmasından gurur duyardım.”

“Neden?”

“ ‘Neden?’ mi, ‘Neden?’ mi?” diye feryat etti kadın. “Yakışıklı adamlar ağaçta mı yetişiyor sanıyorsun yavrucuğum? Hadi yetişti diyelim, öyle her ağaçta yetişir mi? Hele hele zengin, soylu yakışıklılar?...” Mathilda sırıttı. “Seninki böyle bir adam işte!”

“’seninki’ deme! Lord Hall kesinlikle ‘benimki’ değil!”

Mathilda, “E, benimki olmadığı da kesin!” derken gülüyordu. “Haa... Unutmadan! Lordun en önemli özelliği müsait olması.”

“Müsait olması mı?”

“Evet, müsait: Ne eski ne yeni bir karısı var. Kadınlara paçavra gibi davranmıyor ya da onlarla gönül eğlendirip bir kenara fırlatmıyor.”

Mathilda, İsabella’nın şaşkın bakışları altında Lord Hall’le ilgili bildiklerini anlatmaya devam etti:

“Geçen ayın sonunda Leydi Ross’dan ayrıldı. İlişkileri, kadın dul kaldıktan bir sene sonra başlamıştı. Bu da...” İşaret parmağını dudaklarına vurarak düşündü. “İki yıl olması lazım... Evet, evet iki yıl öncesine denk geliyor.”

“Tanrı aşkına Mathilda! Tüm bunları bana neden anlatıyorsun?”

“Bil diye hayatım, bil diye! Lord Hall hovarda değil. İlişkileri hep uzun süreli. Öyle daldan dala atlamıyor.”

“Ve sen bunları nereden biliyorsun?”

İsabella Mathilda ile ilgili her şeye şaşırmayı çoktan bırakmış olduğunu düşündüğü her seferinde kadın, şimdi olduğu gibi, bir şey yapıyor; ona ufak çaplı bir şok yaşatmayı başarıyordu:

“Ufak bir araştırma canım. Lord Hall’un önceki ziyaretinde beyefendinin arabacısıyla Samuel bira içmeye Nick’in meyhaneye gitmişler.”

“Aman Tanrım!” diye feryat etti İsabella elleriyle yüzünü kapatırken. “Bana bunu yapmadığını söyle!”

“Yemin ediyorum ben hiçbir şey yapmadım!” dedi Mathilda masum bir biçimde. “Sadece, lordun minik güvercinimizle gereğinden biraz fazla ilgilendiğini Samuel de fark etmiş.”

“Kim? Samuel mi? Bizim Samuel?”

Mathilda başıyla onaylayınca, İsabella’nın sinir tepesine çıktı.

“Rica ederim daha fazla bir şey söyleme! Bir kere Samuel benimle ilgili hiçbir şeyi fark etmiş olamaz çünkü adamın duyu organlarının tamamı seninle meşgul! O kadar meşgul ki ateşten bir çemberin içinden geçiyor olsa tutuşuncaya kadar ne olup bittiğinin farkına bile varmaz!”

İsabella; kollarını göğsünün üstünde kavuşturmuş, sağ ayağını yere vurup dururken, “Bana, senin gözünün çevresindeki ufacık bir çizgiyi Samuel’in fark ettiğini söyle, buna inanayım." diye devam etti. "Ama Lord Hall’un benimle ilgili herhangi bir ilgisini, ki yok öyle bir şey, fark ettiğini söyleme! Buna öldürsen inanmam!”

Mathilda omuzlarını silkti.

“Tamam, ben de bir şeyler çıtlatmış olabilirim.”

Tavrında pişmanlığa dair en ufak bir belirti yoktu. Üstelik, kendini İsabella’ya sözlerine alınmayacak kadar yakın hissediyordu. Tek bir konu hariç: “Ayrıca benim gözlerimin kenarında çizgi falan yok!”

Bu protesto, İsabella’nın umurunda bile olmadı. Çok sinirlenmişti.

“Nasıl yaparsın bunu Mathilda?”

Alınmamayı o anda unutan Mathilda, “Ne yapmışım? Kötü bir şey mi?” diye sordu hışımla. “Adam zengin, yakışıklı, saygın, üstelik soylu! Ve bir engeli yok! Senin de yok! Sorun ne?”

“Sorun... Şimdi Samuel’in lordun beni yeni metresi olarak tutmak isteyebileceğini düşünecek olması!”

Parladığı gibi sönen Mathilda, bir kez daha omuzlarını silkti.

“Düşünse ne olacak? Sen, onun metresi olur musun?”

İsabella dehşetle, “Tabii ki olmam!” diye haykırdı.

“İyi o zaman, sorun yok.”

“Hayır, sorun var!” dedi İsabella katı bir sesle. “Onun statüsündeki bir adam benim gibi bir kadınla ancak onu metresi olarak tutmak istiyorsa ilgilenir!”

“İyi ya, az önce onun metresi olmayacağını söyledin! Hem, ‘benim gibi bir kadın’ derken ne demek istedin? Sen nasıl bir kadınmışsın?”

İsabella, Mathilda’nın sözlerindeki saflığa içten içe daha fazla sinirlense de gözlerindeki anaç sevgi karşısında sakinleşivermişti.

“ ‘benim gibi bir kadın’ aristokrat olmayan, bırak aristokrat olmayı soyu sopu belli olmayan bir kadındır Mathilda. ‘benim gibi bir kadın’ lordun annesini, kız kardeşini giydiren ve bu şekilde kişisel hizmetçilerinin sadece biraz üstünde onlara hizmet eden kadındır. ‘benim gibi bir kadın’...”

İsabella, yeniden sinirlenmeye başladığını hisseder hissetmez sustu. Eli, hırsla alnını ovuyordu. Dayanamayıp, “Tanrı aşkına Mathilda, ben bir terziyim!” diye bağırdı. “Bir terzi! Ve lütfen, beni daha fazla konuşturma!”

Mathilda şefkatle, “Terzi olan benim, sen bir terziden daha fazlasısın canım. Bunu sen de ben de çok iyi biliyoruz. Hatta bütün İngiltere biliyor!” dedi. “Biliyor musun? Bu dükkanı açtığımda tek tük müşterim olurdu. Üstelik zevkleri de pek iyi sayılmazdı. Zaten zevkli olsalar bana gelmezlerdi.”

İsabella’nın karşı çıkacağını anlayınca elini kaldırarak onu susturdu.

“Hiç itiraz etme canım. Ben çok iyi bir terziyim. Kimsenin dikmeye cesaret edemeyeceği kumaşları dikebilirim, kimsenin dikemeyeceği modelleri de dikebilirim ama birinin önce o modelleri, o kumaşları benden önce yan yana getirmesi, bana fikir vermesi lazım. Senden önce çoğu yoldan geçen kadınlarda gördüğüm modelleri dikip üzerine bir iki kurdele, birkaç boncuk eklerdim. Sonra sen çıkageldin...”

Başını yana eğip gülümsedi.

“Dikiş dikebiliyordun dikmesine ama sen de biliyorsun ki bu konuda o kadar da iyi değildin.”

İsabella, kadının bu beklenmedik itirafı karşısında şaşkınca sordu: “O zaman beni ne diye işe aldın?”

“Tabii ki para yüzünden.” dedi Mathilda, İsabella’nın bu soruyu sormasına şaşırmış gibi. “Londra’da benimki gibi bir terzi atölyesinde sana verdiğim parayla değil bir, yarım terzi olsa çalışmazdı; bunu biliyordum. Sonra... Sonra bakışların....Çok çaresiz ve masum bakıyordun.”

“Yani sen beni bakışlarım ve çok ucuza çalıştığım için mi işe aldın?”

Bir tespitte bulunur gibi işaret parmağını havaya kaldırdı Mathilda.

“Ucuza çalışman çok işime geldi evet ve bakışların da ruhuma çok dokundu ama hayır! Seni işe almamın esas nedeni güzelliğindi.”

Mathilda; İsabella’nın hala şaşırmadan ve hayran kalmadan bakamadığı yüzüne bir kez daha aynı şaşkınlık ve hayranlıkla bakarken, “Siyah saç normaldir, siyah saçı olan birinin senin kadar koyu olmasa da siyah kaşı olması da normaldir ama bu duru, beyaz ten; bu ışıltı...” dedi ve sonra başını, hala bu birleşime inanamıyormuş gibi, iki yana salladı. “Üzerine mavi, masmavi gözler; yetmezmiş gibi şu öpülesi dolgun dudakların....”

İsabella gülerek, “Ah yeter!” dedi. “Sapkın kadınlar gibi konuşuyorsun. Üstelik beni utandırıyorsun.”

“Yetmez! Hem utanacak ne var? Doğrusu bu! Senin bu güzelliğinin dedikodusu alıp başını yürümedi mi? Sırf bu yüzden dükkânıma gelen leydilerin sayısında önemli bir artış olmadı mı? En önemlisi de eminim Londra’da bir kadın terzisine gelen kadınlara, gönüllü olarak, eşlik eden erkek sayısı hiç bu kadar çok olmamıştır. Ve erkekler önemlidir! Neden?” Kendi sorusunu kendi yanıtladı Mathilda. “Çünkü para ve güç onlarda!”

İsabella’nın gözleri kocaman oldu.

“Ah, işte bu inanılmaz! Yani ben senin için oltanın ucundaki ufak, çaresiz bir solucanım!”

“Yutulmadan büyük balıklar yakalamayı başarabilen bir solucan.” dedi Mathilda gülerek. “İlk baştan beri ölçü alan bir terziden, kumaş gösteren bir tezgâhtardan çok daha fazlasıydın. Bunu görmüştüm. Bir kere az rastlanır bir zevkin vardı. Sıradan elbise modellerini ufak dokunuşlarla sıra dışı hale getirebiliyordun. Bir elbiseye elinin değmesi neredeyse mucizevî bir değişiklik yaratıyordu.”

Mathilda, az önce üzerine çıktığı sandalyeye otururken yüzünde memnun bir gülümseme vardı.

“Ne ileri görüşlü kadınım, öyle değil mi?”

“Neden?”

“Tabii ki sendeki yeteneğin erkenden farkına varıp sana alan açtığım için, yeni şeyler denemeni teşvik ettiğim için! Ben, senin dikmen gereken elbiseleri kendim dikip sana fazladan zaman yarattım. Sonuç...” Ellerini iki yana açtı. “Ta taa... Karşınızda Madam Mercier! Londra’nın en istenilen, en beğenilen terzisi! Öyle ki kendisinden randevu almak için araya güçlü tanıdıkların girmesi gerekiyor. Sen, kızım; sen, Londra’nın ve belki de bu kıtanın görüp görebileceği en yetenekli kadınsın!”

Mathilda, cümlesini bitirirken, İsabella’ya onunla gurur duyduğunu hissettirecek şekilde bakmaya başlamıştı. Duygulanan İsabella, “Biliyor musun Mathilda? İnsan sana kızmayı başarsa bile, o kızgınlığını devam ettirmesi mümkün değil.” dedi.

“Biliyorum tabii canım.” Yüzünde şakacı bir gülümsemeyle ayağa kalktı. “Hadi canım, lordu bekletmeyelim.”

Kapıya doğru hareketlenen İsabella ansızın durdu.

“Leydiyi bekletmeyelim Mathilda, leydiyi!”

“Ama neden yavrucuğum?”

İsabella, bu kez anlamazmış gibi yapmadı. Doğrudan cevapladı.

“Sana nedenini söyledim. Onun gibi adamlar...”

Ya da Mathilda izin verseydi cevaplayacaktı.

“Onun gibi adamlar, senin gibileri metres tutarlar. Anladım, anladım.” Sonra İsabella’ya oyunbaz bir biçimde göz kırptı. “Peki ya niyetleri daha asilse? Denemeye değmez mi? Ufak da olsa bir bedel ödemeye değmez mi?”

İsabella’nın güzel gözleri bulutlandı ve “Değmez!” dedi. “İnan bana hiç değmez!”

Ve, Mathilda’nın daha fazla bir şey söylemesine fırsat vermeden kapıdan çıkıp gitti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%