Yeni Üyelik
17.
Bölüm

10. Bölüm (3. Kısım)

@majdafan

Sebastian kapanan kapıya bakarken, "İsabella!.." diye düşündü. Özlemle!

Odadan ayrılmasının üzerinden bir dakika bile geçmeden onu özlüyor olmak, Sebastian'ın kendini tehdit altında hissetmesine neden oldu ama zaten daha İsabella'yı ilk gördüğü anda da aynı tehdidi hissetmemiş miydi? Ve çok geçmeden zihninin neredeyse her an, her dakika onunla meşgul olmaya başladığını inkar edebilir miydi?

Şu anda, şu dakikada artık sadece zihnini değil, kalbini de meşgul etmeye başlamıştı İsabella. Hatta Sebastian'ın büyük bir metanetle kabul ettiği gibi aslında o kalbe hükmetmeye de başlamıştı. Daha önce böyle bir saldırı görmemiş kalbi; İsabella'yı değil görmek, düşündüğünde bile hızlanarak Sebastian'ı dehşete düşermeye çalışıyordu ve Sebastian kendini koyuverse bunu rahatlıkla başarabilirdi.

İsabella'ya kapılması her açıdan yanlıştı. Hakkında hemen hiçbir şey bilmemesi bir yana, Lawson'ın elinde nelerle döneceğini de bilmiyordu. İsabella Mercier, Sebastian'ın Elizabeth'in yanına yaklaşmasına asla izin vermeyeceği türden bir geçmişe sahipse...

Sebastian, böyle bir olasılığı düşünmek bile istemiyordu. Olur da böyle bir sonuç ortaya çıkarsa İsabella'dan nasıl uzak durabileceğini bilmiyordu.

Yüzünde alaycı bir tebessümün izleri oynaştı. Onu tanıyanlar, iradesine hakimiyetiyle tanınan Warwall Dükü'nün bir kadın yüzünden iradesine boyun eğmeye ne kadar yakın olduğunu bilseler dehşetli bir şaşkınlığa düşerlerdi. Belki İsabella'ya aşık olmuş olsa...

Dilinin ucuna kadar gelen küfrü zar zor yutmayı başardı. "Tanrı'm!" diye düşündü. "Tanrı'm!"

Aşk!

Sözcüğü zihninde bile telaffuz etmeye tiksinirken son günlerde sıkça aklına gelmesi kabul edilemezdi. O sözcük ve çağrıştırdıkları Sebastian'ın içinde nefret uyandırmaya yetiyordu. "aşk"ı öne sürerek akla gelebilecek tüm kabul edilemez işleri yapmakta sakınca görmeyen insanlar tanımıştı. O insanlar; ailelerini, ünvanlarını, servetlerini, en kötüsü de onurlarını aşk sanrıları uğruna yaptıkları eylemlerle yok etmişlerdi. Ne yazık ki bu insanlardan biri de karısıydı.

Kabul ediyordu: Ona bir şey vaat etmemişti. Hatta o tek seferlik ilişkilerinden sonra onun yüzüne dahi bakmamış, sonrasında da onu hiç merak etmemişti. İşte bu yüzden karısının her şeyi geride bırakıp gitmesini anlayabilir ve kabul edebilirdi çünkü Sebastian da her şeyi geride bırakıp gitmişti. Neredeyse iki yıl sonra geri döndüğündeyse düğün gecesinin ardından karısının gitmediğini, kaldığını öğrenmişti ve sonrasında da Elizabeth'i doğurduğunu.

Kendisi de sevgisiz bir anne tarafından büyütülen Sebastian, her zaman Elizabeth'i dokuz ay karnında taşımanın karısı için bir değeri olup olmadığını merak etmişti ve sonra, bir yaşındaki kızını terk edebilen bir kadın için o dokuz ayın bir değeri olmadığına karar vermişti. Anlaşılan Elizabeth, karısının delicesine aşık olduğu söylenen seyisinin yanında bir hiçti.

Sonradan düşündükçe bu "aşk"ın da palavradan öte olmadığına kanaat getirmişti çünkü "aşk" için çocuğunu terk eden karısının gerçekte hiç aşık olmadığını Elizabeth'i kucağına aldığı ilk anda anlamıştı. Adı ne olursa olsun hiçbir sevgi, bu minik yaratığın insan kalbinde yarattığı boşluğu dolduramazdı.

İlk gençliğinde bedeninin isteklerini her türden duygudan daha fazla önemsediği için aklına bile gelmeyen "aşk", karısının minik kızlarını terk etmesiyle üzerinde kafa yormadığı, yorduğunda da aşağıladığı bir duyguya dönüşmüştü. Ama şimdi İsabella Mercier denilen bir kadın çıkıyor, nasıl yaptığı bilinmez, Sebastian'ın kafasında yerli yerine oturttuğunu sandığı her şeyi tepetaklak ediyordu. Sebastian, içinden defalarca, "Buna izin vermeye niyetim yok!" dese, gireceği böyle bir yolun sonunun felakete neden olacağını bilse de kendine engel olmakta zorlanıyordu. Ayrıca her şeyi boşverse, kendine İsabella'ya aşık olma iznini verse eline ne geçecekti? Aşık olduğu kadını metresi yaparak aşağılayacak mıydı? Bu yolun sonu ancak oraya çıkardı çünkü Sebastian, Warwall Dükü olarak, İsabella Mercier ile evlenemezdi. Bu, mümkün değildi. Mümkün olsa bile Sebastian için, İsabella için -özellikle İsabella için- herkesin, her şeyin karşı çıkacağı böyle bir evliliğin neden olacağı sıkıntılar asla bitmezdi. Başta düşes, İsabella'ya dünyayı dar etmek için elinden geleni yapardı.

Sebastian'ın kaşları çatıldı.

Düşesle daha dün konuşmuştu. Ve bugün bu konuşmanın bir işe yaramadığı açıkça anlaşılmıştı. Kadının gittikçe sertleşen yapısı, insanların ondan daha çabuk uzaklaşmasına neden oluyordu ki zaten düşesin de onlara yakın olmak gibi bir derdi yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı.

Kaşları daha da çatılırken düşesle İsabella arasında tam olarak ne geçtiğini merak etti. İsabella'yı salondan koşarak, daha kötüsü ağlayarak çıkmaya iten sebep ne olabilirdi? Düşes, tanıştığı insanları korkutabilir ve hatta bundan hastalıklı bir zevk de alabilirdi ama bugüne kadar kimsenin ağlayarak ardına bakmadan kaçmasına neden olmamıştı.

Sebastian; bu soruların cevabını, İsabella'yı teselli etme çabası sonrasında başka bir şeye dönüştüğü ve artık İsabella konaktan ayrıldığı için, ancak düşesten alabilirdi ama bu biraz bekleyecekti. Öncelikle misafirleriyle ilgilenmesi gerekiyordu. Gerçi köşedeki dolaptan aldığı brendiyi bardaklara cömertçe dolduran Drako'nun pek de ilgi bekler gibi bir hali yoktu. Ondan birkaç yaş daha genç ve çok daha ciddi olan Dominic; kendine uzatılan kadehi alıp teşekkür anlamında bir hareketle ileri doğru uzattı.

Bu genç adam konuşmayı pek sevmezdi ve yaşının ötesindeki olgunluğu, Sebastian'ın takdirini kazanmıştı. Aralarındaki sekiz yıl; arkadaş, hatta iyi arkadaş olmalarına engel olmamıştı. Aslında Sebastian onu hiç sahip olmadığı küçük kardeşiymiş gibi görmekten hoşlanıyordu. Bu yüzden maddi anlamda zor günler geçiren Hall kontluğunun varisi olan Dominic'e finansal meselelerde yol gösterici öğütler vermeyi kendine bir borç biliyordu.

Drako Stone, hem görünüş hem de karakter olarak Dominic'ten oldukça farklıydı. Biri geceyse diğeri gündüzdü ve ikisinin pek de iyi anlaşamamalarının muhtemel nedeni aralarındaki bu büyük karakter farklılığıydı. Yoksa hem Dominic hem de Drako zeki, dürüst ve onurlu adamlardı.

Stone, ilk bakışta Sebastian'ı andırırdı. Yakın akraba oldukları için birbirlerine benzemeleri son derece doğaldı ancak bu benzerlik sadece görünüşlerinden ibaretti. Kimse Sebastian St. James'te kuzeninin uçarı havasından, ufacık da olsa, bir parça bulamazdı. Yine de Drako, Sebastian'ın bu hayatta canını emanet etmekten çekinmeyeceği birkaç kişiden biriydi.

"Güzel kokulu çiçekler gibisin kuzen!"

Drako; geniş, yayvan kadehin yarısına kadar doldurduğu brendiyi Sebastian'a uzatırken gözlerindeki haylaz çocuk bakışını saklamaya dahi gerek görmemişti.

Kadehi alırken Sebastian'ın kaşları yukarı kalktı.

"Çiçek mi? Çiçek?.."

Drako, tembel hareketlerle çevirdiği içkisinden ufak bir yudum aldıktan sonra yüzünü hafifçe buruşturdu.

"Bütün işçi arılar senden bal almak için uğraşıyor. Üstelik hepsi de genç, diri ve güzel!"

Konunun bir şekilde İsabella'ya geleceğini düşünerek gerilen ama bunu hissettirmemeye çalışan Sebastian, "Bugüne kadar çiçeğe benzetildiğimi hiç hatırlamıyorum." diyerek Drako'nun alaycılığına benzer bir alaycılıkla konuştu.

"Tanrı aşkına! Tabii ki benzetilmemişsindir! Yüce Warwall Dükü'ne böyle bir şey söyleyebilecek hadsiz kim olabilir?"

"Drako Stone!"

Dominic; öylesine beklenmedik, öylesine mükemmel bir zamanlamayla araya girdi ki hep beraber gürültülü bir kahkaha patlattılar.

Hala gülmeye devam eden Drako, "Hall" diye başladı. "En azından espri yeteneğin olduğunu bilmek beni rahatlattı."

"Sizi rahatlatmak çok zor değil diye duymuştum."

Bir kez daha şaşıran Drako, "Sanırım şimdi de bel altı imada bulundun." dedi ve herhangi bir cevap beklemeden, pişkince, "Ama ne yalan söyleyeyim, haklısın." diye devam etti. "Öyle çok seçici değilimdir fakat dük hazretleri için aynı şeyi söylemem mümkün değil tabii." Sebastian'a alaycı bir bakış atıp, "Kendisi bir çiçek olabilir." dedi. "Ama her arının üstüne çıkmasına izin vermez."

İstemeden sırıtan Sebastian, "Sanırım böyle konuşmayı üstüne çıkmalarına izin verdiğin arılardan öğrenmiş olmalısın." dedi.

Gözleri büyüyen Drako, "Bugünün tarihini bir yere yazmalıyım!" dedi. "Hem Hall hem de sevgili kuzenim edepsiz esprileri ardı ardına patlattılar."

"Ben öyle bir şey yapmadım!"

"Bal gibi de yaptın Hall! Mızıkçılık yapma!" diyen Drako, Sebastian'a döndü. "Konuyu dağıtmana izin vermeye hiç niyetim yok kuzen." dedi. "Nasıl oluyor da Londra'daki tüm güzel dişi arılar sana konuyor?"

Yüzünü buruşturan Dominic, "Ah,Tanrı aşkına!" diyerek isyan etti. "Size konanların sayısının kimseyle mukayese edilebileceğini sanmıyorum!"

Drako yine pişkince, "Haklısın Hall." dedi. "Ama kaçırdığın bir nokta var: Mesele nicelik değil, nitelik!" Şöminenin önündeki koltuklardan birine geçip yayılarak oturdu. "Söyle bakalım dük hazretleri: Bu soğuk havanla nasıl başarıyorsun bu işi?"

Sebastian da onun karşısındaki koltuğa oturarak bacak bacak üstüne attı ve alay edercesine, "Az önce niteliği vurgulayan sen değil miydin?" diye sordu.

"Yani sen benden daha niteliklisin öyle mi?"

"Bana sorarsanız böyle bir cümle kuruyor olmanız bile ekselanslarının sizden daha nitelikli olduğunun kanıtıdır."

"Neyse ki sana sormuyorum Hall, bu yüzden şimdi gevşeyebilirsin." diyen Drako Stone, kuzenine merak dolu bir bakış fırlattı. "Demek meşhur Madam Mercier için söylenenler doğruymuş." dedi.

Sebastian, duygularını kontrol altında tutmayı çok küçük yaşlarda öğrendiği için ifadesini hiç değiştirmeden kuzenine baktı.

Drako, "Kadının güzelliğinin eşsiz olduğunu söylüyorlardı ama ben inanmamıştım." diye devam etti. "Lucy Grant'ten sonra sosyetenin güzellik algısına hiç güvenim kalmadı."

"Lucy Grant, güzel bir genç kızdı."

"Burada biz bizeyiz Sebastian, o yüzden kızın itibarına bir şey olacak diye endişelenerek yalan söylemene gerek yok. Zaten, İskoç bir köylüyle evlenip gideli sekiz sene oldu."

Sebastian, "O İskoç köylü Kuzey İskoçya'nın yarısının sahibi." dedi. "Ayrıca Lucy Grant sana hiç yüz vermediği için böyle konuştuğunu her ikimiz de biliyoruz."

"Bayağı da yüz vermişti. Hatırlamıyor musun konaktaki kulübeye onu davet etmiştim, o da gelmişti."

Sebastian alayla, "Suratındaki beş parmağın izini daha çok hatırlıyorum." diyerek Drako'yla dalga geçti.

"Namus kumkuması olacağını hiç düşünmemiştim."

"On yedi yaşında, daha ikinci sezonunun başındaki bir genç kıza yan gözle baktığın için öldürülmeliydin." diyen Sebastian hırsla devam etti: "Ben Lord Grant'in yerinde olsam seni çoktan öldürmüştüm. Kimse Elizabeth'e bu şekilde yaklaşamaz!"

Sanki benzerini yapan kendisi değilmiş gibi, "Tabii ki yaklaşamaz!" diyerek kestirip attı Drako. "Öyle bir şey yapanı öldürürüm!" Yüzü biraz soluk gibi görünen Dominic'e bakıp, "Bu kadar endişeli görünmene gerek yok Hall." dedi. "Olur da Leydi Caroline'a yan gözle bakmaya çalışan olursa kendisi, o kişinin hakkından Lucy Grant'ten bile iyi gelecektir."

Dominic, soğuk bir tavırla, "İçimi rahatlattınız lordum." dedi.

"Şimdi..." dedi Drako. "Madam Mercier'e dönecek olursak... Kendisinin çok iyi bir parça olduğunu söyleyebilirim kuzen. Her zamanki gibi ağzının tadını biliyorsun."

"Madam Mercier hakkında bu şekilde konuşmaktan sizi men ederim!"

"Sana ne olduğunu henüz anlayamamakla birlikte Hall, neden konuşamayacakmışım?"

"Çünkü... Çünkü o..."

"Dominic'in demek istediği, Madam Mercier'nin saygın bir kadın olduğu." dedi Sebastian sakince.

Drako'nun önce bir şey diyecekmiş gibi dudakları titredi, sonra bembeyaz dişleri ortaya çıktı. Başını arkaya atıp kahkahalarla gülerken Sebastian onu dikkatli gözlerle izlemekle yetindi. Dominic ise ters bir şekilde, "Bunda gülünecek ne var anlamadım!" dedi.

Stone gülmeye devam ederek, "Ekselanslarına gülüyorum." dedi. "Sanki bu zamana kadar saygın olmayan bir kadınla adı anılmış gibi."

Sebastian brendisinden bir yudum aldı.

"Sen de bilirsin ki ben kadınlarımı konuşmam! Üste..."

Köşedeki dolaba içkisini tazelemek için giden Drako, Sebastian'ın cümlesini bitirmesine fırsat vermeden, "Biliyorum ama savunmazsın da!" diyerek araya girdi. "O yüzden bu kadını daha çok merak ettim." Sebastian'ın, her sözcüğüyle, ne kadar gerildiğinin farkında olmadan devam etti. "Yani Madam Mercier'yi."

Sebastian; sıkılı dişlerinin arasından, sanki Drako cümlesini hiç bölmemiş gibi, "Üstelik..." diye bir kez daha vurguladı. "Madam Mercier, benim kadınım değil!"

"Değil mi?"

Dominic, aptalca sorusuyla ısrar etmeye devam eden Drako Stone'un suratına kocaman elleriyle yumruk atmak istedi. Lanet olası aptal, ekselanslarının ne kadar gerildiğinin farkında bile değildi. İsabella Mercier'yi burada, ekselanslarının çalışma odasında, görmek Dominic'te şok etkisi yaratmıştı. Bu çok beğendiği kadını öylesine bir süzmek, ekselanslarının kadının üzerinden bir an olsun ayrılmayan bakışlarını görmek; tıpkı Stone'a olduğu gibi kendisine de bilmeleri gereken her şeyi anlatmıştı. Ama Stone, Stone'du işte! Nerede durması gerektiğini asla bilmeyen aptalın tekiydi. Bu yüzden onu uyarma gereği hissetti.

"Stone!"

Stone, onu duymazdan gelmeyi tercih edince de hiç şaşırmadı. İçinden, "Lanet olası aptal!" diye söylendi.

Drako, yeni doldurduğu kadehini ileri uzatarak, "Bana öyle gelmedi ama!" dedi. "Az önce gördüğüm kadın, senin üstünden yeni inmiş bir arının sarhoşluğuyla..."

Cümlesi bir anda ayağa fırlayıp yanına gelen kuzeninin, karnına indirdiği yumrukla yarım kaldı. Ağzından tıslamaya benzer bir sesle iki büklüm olan Drako'nun elindeki kadehi Dominic alarak kırmızı sıvının ipek halıya dökülmesine engel oldu.

Sebastian St. James ise hiçbir şey olmamış gibi az önce kuzeninin başında durduğu dolaptan yıllanmış bir viski şişesi çıkarıp geniş, küt kadehlere boca etti. Sonra birini Dominic'e diğerini de doğrulmayı başarmış olsa da kesik nefesler almaya devam eden Drako'ya uzattı.

Drako, kocaman bir yudum aldığı içkinin sertliği karşısında kesik kesik öksürdü. "Lanet olsun Sebastian!" dedi. "Az daha beni öldürecektin!"

"Merak etme bir yumrukla ölmezsin!" diyen Sebastian, "Ama seni uyarıyorum." diye devam etti. "Bir kez daha Madam Mercier hakkında böyle konuşursan seni o zaman öldürürüm!"

Drako'nun gözleri hemen Dominic'e döndü. Suçlayıcıydı.

"Neden ekselanslarının Madam Mercier'e tutulduğu konusunda beni uyarmadın?"

Dominic'in, ekselanslarının duygularının bu kadar derin olabileceğini hiç düşünmediği elinin titremesi sonucunda pantolonuna birkaç damla viski dökmesiyle anlaşılmış oldu. Sebastian ise duygularını doğru okumuş olan kuzenine içinden küfürler etse de onu sadece soğuk gözlerle süzmekle yetindi.

Tam o sırada kapı tıklatıldı. Evin efendisinin izin vermesi üzerine açılan ahşabın ardından Elizabeth St. James çalışma odasına adım attı ve atar atmaz da "Drako!" diye çığlık atarak kendini amcası olarak gördüğü adamın kollarına fırlattı.

Kıza sevgiyle sarılan Drako, "Hey, ufaklık!.." dedi. Sesi, onun gibi bir adamdan beklenmeyecek kadar sevecen çıkmıştı. "Her gördüğümde biraz daha büyümüş mü oluyorsun ya da daha ağırlaşmış?" Yüzünde ona bakan her kadının onu kendine istemesine neden olan çarpık gülümsemelerinden biri vardı.

Elizabeth, "Drako!" diye feryat etti. "Genç bir leydiyle kilosu hakkında konuşamazsın! Üstelik benim hiç fazlalığım yok!" Ve bunu kanıtlamak istercesine ellerini ince belinin kavisinden aşağı doğru, gerçek bir kadın olduğunda muhteşem kıvrımları olacağını belli eden, kalçasının çıkıntısına indirdi.

Kızın parmaklarını takip eden Dominic, hızla bakışlarını çalışma masasının arkasındaki kitaplığa çevirdi. İçinden kendine lanetler okuyordu. Elizabeth; Drako'nun kollarının arasından ayrılıp ona seslendiğinde bakışları, görmeksizin, kitap raflarına kilitlenmiş öylece dikilmeye devam ediyordu.

"Lord Hall..."

Kız hafif bir reveransla onu selamlarken Dominic'in gözleri kızın hafifçe pembeleşmiş yanaklarında gezindi, sonra zarif boynunu açıkta bırakan zarif bir topuzla toplanmış gür saçlarında dolaştı. Çok değil, daha birkaç ay öncesine kadar görmediklerini görmekten hoşlanmadı; gördüklerini fazlasıyla beğenmiş olmaktansa hiç hoşlanmadı. Bu yüzden soğuk bir sesle, "Nasılsınız Leydi St. James?" diye sorarken yüzünün son derece katı bir ifadesi vardı.

Elizabeth, adamın tavrındaki sınırsız resmiyetin hemen farkına vardı. Teni hafifçe soldu ama daima neşeli olmaya meyilli tabiatı yüzünden hemen karamsarlığa kapılmadı. Dominic Hall'a tüm yüzünü kaplayan muhteşem gülümsemelerinden birini bahşetti ve onun daha birkaç saniye önce yeniden kurmayı başardığı iç dengesini bozduğunu bilmeden, "Teşekkür ederim lordum, iyiyim" dedi. "Caroline nasıl?"

"İyi, teşekkür ederim."

"Rica etsem kendisine yarın onu ziyaret etmek istediğimi iletir misiniz?"

"Elbette leydim."

Elizabeth küçük olabilirdi ama adamın hiçbir duygu izi barındırmayan sesinden, gergin dudaklarından, sadece kendisine döndüğünde soğuyan güzel yeşil gözlerinden aralarına derin bir mesafe koymak istediğini anlayamayacak kadar küçük değildi. Bu adamı kendini kadın türüne ait bir varlık olarak hissetmeye başladığı günden beri seviyordu, hem de çok seviyordu. Bu yüzden son birkaç aydır kaç kez muhatap olduğunu bilmediği bu aşağılayıcı tavır karşısında inciniyordu. Bu yaşında onun tarafından "kadın" olarak görülemeyeceğini kabul etmesi, gerçeği değiştirmiyordu: Bu soğuk reddediş, öteleniş içinde bir şeyleri onarılamaz şekilde kırıyor ve daha ilk sezonunda geri dönülemez bir karar alıp kendini bir başkasına bağlamak istemesine neden oluyordu.

Elizabeth, içindeki kırgınlığı hiç hissettirmeyen bir sesle, "Babacığım!" diye seslendi. "Madam Mercier... Kendisi bugün gelmeyecek miydi? Yoksa ben mi yanılıyorum?"

Drako, Sebastian'ın cevap vermesine fırsat vermeden, "Madam Mercier, biz gelirken evden ayrılan muhteşem güzellikteki kadın olabilir mi?" diye sordu. Bir taraftan da alaycı bakışlarını kuzeninin sakin yüzünde dolaştırıyordu.

Elizabeth heyecanla, "Üstelik muhteşem de giyiniyor!" dedi ve der demez eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı. "Çok aptalca bir laftı! Tabii muhteşem giyinecek! O, Madam Mercier!"

"Elizabeth!"

Elizabeth, babasının uyarısını duymadığı için, "Biliyor musun Drako?" diye devam etti aynı heyecanla. "İlk sezonumun kıyafetlerini Madam Mercier dikecek! Üstelik Caroline'ınkileri de o dikti! Ve görmelisin... Harikuladeler!"

"Desene bu sene Hall kız kardeşine veda edebilir." diyen Stone Elizabeth'e göz kırptı.

"Olabilir ama Caroline'ın evlenmek için hiç acelesi yok!"

"Elizabeth!"

Bu kez babasının otoriter sesindeki uyarıyı tam olarak duyan Elizabeth, çekingen bir tavırla, "Efendim babacığım?" dedi.

"Sence de genç bir leydinin evlilikle ilgili düşüncelerini böyle uluorta açıklaman yanlış değil mi? Üstelik kendinden bahsedilen leydinin ağabeyi de aramızda."

Elizabeth, yanaklarına ateş hücum ettiğini hissediyordu. Gözlerindeki küçümser bakışa dayanamayacağını düşünse de mahcup bakışlarını Lord Hall'e kaldırmaktan çekinmedi, ne de olsa ona bir özür borcu ortaya çıkmıştı. Oysa Dominic Hall uzun zamandır ilk defa Elizabeth'e gülümseyerek bakıyordu. Gözlerindeki şefkat, Elizabeth'in ondan istediği şey değildi ama hor görülmekten daha iyiydi.

"Özür dilerim lordum!"

"Özür dilenecek bir durum olduğunu sanmıyorum leydim. Bu odadaki herkes kızkardeşimi çok iyi tanıyor."

Sebastian bu kez de "Hall!" diyerek Dominic'i uyardı. Sesi bıkkındı. "İnan bana Elizabeth'in cesaretlendirilmeye hiç ihtiyacı yok!"

"Benim tatlı yeğenim neyi nasıl konuşacağını çok iyi bilir." diyerek kolunu Elizabeth'in omuzlarına atan Stone'a bakan dük, bu kez homurdandı. "Tabii şımartılmaya da!"

Ufak bir kahkaha atan Elizabeth, "Babacığım, gerçekten Madam Mercier burada mıydı?" diye sordu.

Babası başını olumlu anlamda sallayınca, "Ama nasıl olur?" diyerek şaşkınlığını belli etti Elizabeth. "Beraber modelleri netleştirdikten sonra renk seçimine geçecektik ve bugün onu da tamamlamayı umuyorduk." Somurttu. "Neden beni görmeden gitti ki?"

Sebastian temkinli bir yaklaşımla, "Sanırım büyükannenle görüştükten sonra gitti." dedi. Bir taraftan da odadaki adamlardan gevşek ağızlı olanına, Stone'a, uyarıcı bakışlar atıyordu.

Drako Stone dramatik bir tavırla, "Tanrı'm!" diye inledi. "Bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri, daha ilk tanışmada halamla başa başa bırakılmaktır."

"Drako!"

Drako, onu uyaran kuzenine, "Ne var?" diye karşılık verdi. "Bir gerçekten bahsediyorum burada. Sevgili halacığım o buz gibi gözleriyle şöyle bir bakar ve... Çat! Anında karşısındaki donar!"

Abartılı olsa da gerçeği yansıtan hareketleriyle tiyatro sahnesindeki amatör bir oyuncudan farkı olmayan adam karşısında Elizabeth kahakaha atmış; çoğunlukla Stone'u onaylamaz bakışlarla izleyen Sominic Hall'un dudaklarında bile ufak bir gülümseyişin izleri belirmişti.

Kahkahası birden kesilen Elizabeth, "Aman Tanrım!" diye feryat etti. "Ya sen haklıysan Drako!.. Babacığım ya Drako haklıysa ve Madam Mercier büyükannemle korkunç bir tanışma yaşadıysa!.. Ya benim kıyafetlerimi dikmekten vazgeçerse!.."

Sebastian; kızının telaşı ve endişesi karşısında, her ne kadar onun haklı olabileceğini düşünse de, "Elizabeth, lütfen sakin olur musun?" dedi. "Evet, büyükannen oldukça ciddi olabilir..." Drako gözlerini devirince, "Tamam... Oldukça aksi olabilir ama o bile kendi evinde konuğuna nasıl davranılacağını bilir." dedi. İçinden de, "Umarım!" diye ekledi.

"Ama baba!.."

Sebastian, "Yeter!" der gibi elini kaldırdıktan sonra, "Konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok! Ben büyükannenle konuşur, durumu öğrenirim." diye kestirip attı.

Babasının bu ses tonuyla bildirdiği hiçbir şeye itiraz edilmeyeceğini erken yaşlarda öğrenmiş olan Elizabeth, "Peki babacığım." dedi kendine yakışmayan bir uysallıkla. Sonra Drako'ya dönerek, yanağına bir öpücük kondurdu. "Lütfen daha sık gel! Kendini özletiyorsun."

"Denerim ufaklık." diyen Drako da ona sarıldı.

Elizabeth, Dominic'e onun istediğinden emin olduğu mesafeli bir tavırla, "İyi günler Lord Hall." diyerek başını hafifçe eğdi. Adamın cevabını beklemeden babasına dönüp, "İzninizle babacığım, sizin konuşacaklarınız vardır." dedi ve hiçbir zaman izne ihtiyaç duymayacak, o izne doğuştan sahip bir leydinin özgüveniyle çalışma odasını terk etti.

Ardında bıraktığı üç erkek, farklı duygu ve düşüncelerle kapanan kapıya gözlerini diktiler. İlk konuşan Drako oldu.

"Bu sezon işin çok zor olacak Sebastian."

Sebastian, bugün ilk kez onunla aynı fikirdeydi: "Biliyorum."

Dominic ise kendi çalkantılı düşüncelerinin kasvetli gelgitinde, kendisi için bundan sonraki her sezonun, hatta her anın zor olacağını düşünüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%