
Önündeki kağıda baktığında, hoşuna giden hiçbir şey göremedi. Zaten üç gündür neye baksa, neye dokunsa ya da neyi yese, koklasa hoşuna gitmiyordu. Kendinden bile hoşlanmazken dış dünyaya karşı daha anlayışlı olması zaten beklenemezdi.
Eline aldığı kağıdı havaya kaldırdı ve kaldırır kaldırmaz da "Yüce Tanrı'm" diye mırıldandı. Bu nasıl bir şeydi? O kadar fırfırı İsabella mı çizmişti? O kahverengi elbiseye siyah korsajı geçiren de İsabella mıydı?
"Ne oluyor bana böyle?" diye düşünürken; kağıdı sabahtan beri kocaman bir yığın haline gelmiş diğerlerinin yanına fırlatıp attı ve o esnada, "Lanet olası Sebastian!" diye homurdandı.
"Efendim İsabella?"
İrkildiğini belli etmemeye çalışarak sakince başını kaldırıp Mathilda'ya döndü ve "Kendi kendime konuşuyordum." dedi. "Saatlerdir aptalca karalamalardan başka bir şey yaptığım yok!"
Mathilda, "Belki de dinlenmen gerekiyordur." dedi çünkü biliyordu ki İsabella sanki hiçbir şey olmamışçasına yaşamına devam etmeye çalışsa da "bir şey" olmuştu. Çöpün orada yığılı duran dertop haline gelmiş kağıtlar ve hiç adeti olmamasına rağmen İsabella'nın sabahtan beri, sıklıkla, kendi kendine mırıldanması bile "bir şey" olduğunun kanıtıydı.
"Dinlenmek istemiyorum! Sadece biraz başım ağrıyor. Belki... Belki bir fincan çay iyi gelebilir."
"Çay mı?.."
Mathilda'nın şüphe dolu sesi İsabella'nın, "O kadar haklı ki!" diye düşünmesine neden oldu. Mecbur kalmadıkça çay içmediğini Mathilda'dan daha iyi kim bilebilirdi?
Arkadaşının dikkatli bakışlarından kurtulmak için sandalyesinden kalkıp, "Gidip... Gidip ikimize de çay getireyim!" diye mırıldandı.
Hemen peşine ayağa kalkan Mathilda, teyel yaparak provaya hazırladığı elbiseyi bir kenara bırakıp, "Sen otur, ben getiririm." dedi. Bir taraftan da kalçasını ovuşturuyordu. "Otura otura kaba etlerim acıdı!"
İsabella, hiç itiraz etmeden sandalyesine geri çöktü ve arkadaşı odadan çıkar çıkmaz başını masaya koyduğu kollarının üstüne bıraktı.
Bitmişti artık, tükenmişti! Daha kaç gün sanki hiçbir şey olmamışçasına yaşamına tüm olağanlığıyla devam edebilirdi, doğrusu bilmiyordu. Ve daha ne kadar kızını bir daha hiç görmeyeceğini bilen bir annenin ıstırabını; çığlıklar atmadan, saçını başını yolmadan içten içe tükenerek yaşayabilirdi? Günlerdir onu yiyip bitiren acıya daha ne kadar dayanabilirdi?
Dudaklarında acı dolu bir gülümseme belirdi. Yaşamaya devam edeceğini, acılara dayanacağını bildiği kadar iyi biliyordu. Kimse kederden, bu türlü kederden ölmemişti ve ölmezdi. Geçmişte de benzer acıları yaşayan İsabella bunu herkesten iyi bilirdi ama bu seferki...
On dört yıl önce de benzer bir acıyı yaşamıştı ama o zaman Elizabeth'i bırakmaya mecbur olduğuna inandığı, onun için en iyisini yaptığına inandığı için kendini teselli etmeyi, kalbindeki yangını soğutmayı başarmıştı. Bugün Elizabeth'ten vazgeçmesinin gerekçeleri geçmişten farklı olmasa da bu seferki acı, katlanılması daha güç geliyordu İsabella'ya çünkü yıllar içinde sadece yaşı değil, hisleri de büyümüştü. Yaş almak hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu, aksine, İsabella'ya artık yola devam etmenin mümkün olamayacağını düşündürüyordu ve yoğun ve karamsar zihninde hep aynı sorunun şekillenmesine neden oluyordu: "Neden? Tanrı'm, neden?" Yeniden aynı kadere mahkum edecekse Tanrı'nın umut etmesine neden izin verdiğini anlayamamanın çaresizliğiyle içinde isyan çığlıkları büyüyordu.
İsabella, elbette, Tanrı'nın insanlara seçim yapmaları için özgür irade verdiğini biliyordu ve elbette, insanların kötü tercihlerinden Tanrı'nın sorumlu olmadığını da biliyordu. İsabella'ya kendini tamamen ve geri dönülemez biçimde Sebastian'a vermesini söyleyen Tanrı değildi. Sebastian'a da İsabella'yı paramparça etmesini emreden Tanrı değildi. Sebastian, bunu kendi özgür iradesiyle yapmıştı ve bir an olsun geri dönüp eserinin kalıntılarına bakmamıştı.
Kollarının üstünde başını iki yana salladı.
İsabella, o gece ve sonraki birkaç gün doğru düşünme yetisini kaybetmişti. Kaybetmemiş olsa kovulurken ne gözünü kırpmış, kapıya doğru yürürken ne dik duruşunu gevşetmiş, ne de son kez İsabella'ya bakarken gururlu başını eğmiş erkeğin gerçekten geri döneceğini ve geçmiş ve bugün için özür dileyeceğini asla düşünmezdi.
Sebastian'ı o geceden sonra görmemişti; ondan herhangi bir haber de almamıştı. Soylu adamın bu sessizliği, İsabella'yı her şeyden daha çok ümitsizliğe sevk ediyordu. Gelseydi, yüzüne dahi bakmadan şimdiye kadar işitilmemiş incitici sözler söyleseydi; İsabella, o zaman, Sebastian'ın tam olarak nerede durduğunu bilirdi. Oysa şimdi, bu kahrolası suskunlukta, zihni bütün mantıksızlıkları bir olasılık olarak sunuyordu. Aynı zihin; her şeye rağmen erkeğin öpüşünü, dokunuşunu aynı iç titreten arzuyla tekrar tekrar canlandırarak derin bir özlem duymasına da neden oluyordu. Ve İsabella, böyle hissetmekten ölesiye utanıyordu çünkü Sebastian için yattığı diğer kadınlardan bir farkının olmadığını biliyordu. Hatta dünyadaki çoğu kadından farkı olmadığını da biliyordu: İsabella, o gece bedeniyle birlikte ruhunu da Sebastian'a vermişti ve Sebastian, bunun ne anlama geldiğini hiç düşünmeden, alıcı kuşlardan farksız, almıştı.
Dışarıdan gelen mırıltılar İsabella'yı karmaşık düşüncelerinden çekip çıkardı. Alelacele başını kaldırdı. O sırada da iki eliyle birden saçlarını düzeltmekle meşguldü ve elleri havada asılı kalmadan hemen önce, "İsabella, misafirlerimiz var." diyen Mathilda'yı hiç duymadı. Kapıya doğru çevrilmiş olan gözleri, orada her zamanki görkemli yakışıklılığı ve kibarlığıyla duran Lord Hall'u da görmedi. Bu yüzden erkeğin sorusu, sessizlikte öylece yankılandı: "Madam Mercier... Nasılsınız?"
Isabella yavaşça ayağa kalktı. Duygularının yoğunluğu gözlerinin yaşarmasına neden olunca, kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırarak onları yok etmeye çalıştı. O sırada bile gözlerini, yüzünde neşeli bir gülümsemeyle kapıda dikilmekte olan Elizabeth'ten ayırmamıştı.
Beklenmedik mutluluk kalbinin hızlanmasına neden olsa da zihni, "O, burada olamaz! Olamaz!.." diyerek tam karşısında duran ve hala gülümsemeye devam eden Elizabeth'in varlığını kabullenmekte zorlanıyordu.
"Madam Mercier?.."
Yavaşça bakışlarını Elizabeth'in yanındaki erkeğe çeviren Isabella, ancak o anda Lord Hall'u fark edebildi.
"Lordum?.."
"İyi misiniz Madam?"
"İ-İyiyim lordum. Siz... Siz nasılsınız?"
Dominic Hall, kibar bir tavırla başını eğip, "Teşekkür ederim Madam." dedi ve bakışlarını rahatsız etmeyecek bir dikkatle İsabella Mercier'nin üzerinde gezdirdi. Aslında Bayan Mathilda'nın eşliğinde çıktıkları bu üst kattaki odanın kapısına ulaştıkları andan itibaren gözlerini Madam'ın üstünden ayırmamıştı. Bu sayede onun Elizabeth'i gördüğünde nasıl şaşırdığını, gözlerini bir an olsun onun üzerinden ayırmadığını da fark etmişti. Madam, şimdi bile Dominic'e öylesine bakmış, sonra yeniden sanki oradaki varlığına inanamıyormuş gibi gözlerini yeniden Elizabeth'in üstüne dikmişti.
Elizabeth, heyecanlı bir sesle, "Madam Mercier!.." diyerek Dominic'in kolundan çıktığında; Dominic, rahat bir nefes alma imkanı buldu. Bu sırada narin bir elin hafif baskısından kurtulan kolunu ovuşturduğunun farkında değildi.
Isabella, çalışma masanın etrafından dolaşıp Elizabeth'i karşıladı. Elizabeth şevkle ellerini kavradığında, Isabella bu anı bir ömür boyu hatırlayacağını anladı.
"Madam Mercier!.. Nasılsınız?"
"İyiyim leydim..." diyen İsabella, reverans yapmadığı ancak o zaman aklına geldiği için dizlerini hemen kırdı. "Siz nasılsınız?"
"Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Sorununuzu çözebildiniz mi?"
İsabella, yaşadığı ana inanamadığı için onun "sorununuz" derken tam olarak neyi ima ettiğini anlayamadığını düşündü.
"Sorunum mu?"
Elizabeth gülümsedi. Bir şekilde bu gülümseyişin Sebastian'dan bölük pörçük izler taşıdığını fark eden İsabella'nın kalbi sızladı.
"Geçen gün konağa geldiğinizde görüşememiştik hatırlarsanız. Babamın söylediğine göre büyükannemle konuştuktan sonra konaktan ayrılmışsınız."
İsabella; suçluluk dolu bakışlarını o gün Sebastian'ın çalışma odasında karşılaşma talihsizliğine uğradığı Lord Hall'e kaydırdı ama Lord Hall, ciddi nazarlarla Elizabeth'i izlemekle meşguldü.
"Ben çok endişelendim!"
"Endişelendiniz?.."
"Evet! Büyükannem biraz..." Kararsızlıkla duraklasa da devam etmesi uzun sürmedi Elizabeth'in. "Biraz korkutucu olabilir, özellikle de onunla ilk kez tanışanlar için. Acaba, diye düşündüm; sizi kıracak ya da incitecek bir şey söylemiş olabilir mi? İnanın bir haftadır bunun sancısını çekiyordum çünkü büyükannem hasta olduğu için ondan herhangi bir bilgi alamamıştık. Neyse ki babam sonunda onunla konuşmayı başardı."
Elizabeth, İsabella'nın yüreğini "hop" ettirdiğinden habersiz, "Babamın dediğine göre büyükannem acil bir sorun yüzünden çağırıldığınızı söylemiş." diye devam etti. "Bunu öğrenince ne kadar rahatladığımı tahmin edemezsiniz." Sonra mahcup bir tavırla ekledi: "Yani, tabii sorununuz olduğu için rahatladığımı söylemek istemiyorum! Ben sadece... Sadece..."
Bocalayan genç kıza, "İlginiz için çok teşekkür ederim leydim. " diyerek yardımcı olmaya çalıştı İsabella. Bir taraftan da içinden, coşkuyla, "Teşekkürler Tanrı'm! Teşekkürler Tanrı'm!.." diye haykırmakla meşguldü.
O sırada Mathilda, "Lütfen şöyle buyurun!" diyerek misafirlerini geniş koltuğa yönlendirmeye çalışıyordu. "Ah, önce şunları alayım." Az önce koltuğa rastgele koyduğu elbiseyi kaldırıp kenardaki sepetin üstüne yine rastgele bıraktı.
Önce Elizabeth oturdu, ardından Lord Hall aralarına biraz mesafe bırakarak onun yanına oturdu.
"Bugün buraya elbise modellerimizi artık belirlesek mi, diye sormaya geldim Madam."
İsabella, yüzünde titrek bir gülümsemeyle Elizabeth'e baktı. Daha da titrek bedenini dik tutabilmek için masanın kenarını sımsıkı kavradı.
"Kıyafetlerinizi ben mi dikeceğim?"
Sesi öylesine şaşkındı ki çoğunlukla dikkati Elizabeth'in üstünde görünen Dominic Hall'un gözlerini hafifçe kısarak kendisine bakmasına neden oldu.
Elizabeth, kaygılı bir tavırla, "Kıyafetlerimi dikmekten vazgeçtiniz mi yoksa?" diye sordu.
"Elbette hayır! Hayır, leydim! Yani... Yani demek istediğim..."
Mathilda, bir türlü doğru kelimeleri bulamayan İsabella'nın imdadına yetişerek, "Kıyafetlerinizi dikmek bizim için bir onurdur leydim." dedi.
"Ah, çok şükür!" Elizabeth sevinçle ellerini çırptı. "Sonunda muhteşem elbiselerim olacak! Üstelik babam, kendi elbiselerimi seçmeme izin verdi. Tabii sizin rehberliğinizle Madam!"
Mathilda, İsabella'nın şaşkınlıktan donakaldığını fark ettirmemeye çalışarak, "İzninizle ben çaylarımızı getireyim." diyerek araya girdi. İsabella'nın yanından geçerken de sadece onun duyabileceği bir sesle, "Tanrı aşkına kendine gel!" diye fısıldadı.
Oysa İsabella kendine gelmekten çok uzaktı. Elbisesinin kolunda olmayan bir ipi almak için başını eğdi çünkü allak bullak olan yüzünün, hissettiği bütün duygusal karmaşayı yansıttığının bilincindeydi. "Tanrım, bu ne demek?" diye düşünürken dikkatini açıklama yapmakta olan Elizabeth'e vermekte zorlanıyordu.
"Kendisi, malikanede ortaya çıkan beklenmedik bir sorun nedeniyle Warwall'a gitmek zorunda kaldı yoksa eminim bana kendisi eşlik etmek isterdi. Düşes hazretleri de yani büyükannem, nükseden bacak ağrıları yüzünden kaplıcaya gitti. Bu mevsimde biraz garip tabii ama onun işine akıl ermez. İşin aslı, onun gitmesine memnun oldum. Böylece bana karışamaya..."
"Leydi St. James!.."
İsabella, Dominic Hall'un mırıltıdan farksız sesindeki uyarı tınısı karşısında Elizabeth'in sus pus olmasını şaşkınlıkla izledi. Üstelik genç kızın yanakları hafifçe pembeleşmiş, bakışları mahcubiyetle yere inmişti.
"Affedersiniz!" dedi Elizabeth. "Bazen gereksiz ve herkesi ilgilendirmeyen konularda fazla detaycı olabiliyorum."
"Rica ederim leydim. Bunu bazen hepimiz yaparız." diyen İsabella, gözlerini Lord Hall'a çevirerek ekledi: "Eminim Lord Hall bile, hayatında bir kez olsun, böylesi bir hata yapmıştır."
Lord Hall, herhangi bir alınganlık belirtisi göstermeyerek, "Elbette Madam." dedi. "Hepimiz gençliğimizde bu yollardan geçtik."
Adamın daha cümlesi bitmeden çenesini havaya kaldıran Elizabeth, ona hiç bakmadan, "Doğrudur." dedi. Sesi buzdan bile daha soğuktu. "İnsan yaşlanınca genç olmanın ne demek olduğunu haliyle unutur. Tabii bunu benim bilmem mümkün değil, sadece varsayımsal olarak söylüyorum."
İsabella; Lord Hall'ın elmacık kemiklerinin hafifçe renk değiştirdiğini gördü ve o anda bu iki insanın sanki eskrim antrenmanı yaparcasına birbirlerinin hareketlerini kollamasının ardında başka bir şeyin olup olamayacağını düşündü. Bakışları kaygıyla Elizabeth'e odaklandı. "Tanrım, daha çocuk!" diye düşündü. Aynı zamanda gururla, "Karşısındaki erkeğin sert bakışları karşısında boyun eğmeyen bir çocuk!" diye de düşündü.
Kaygı dolu bakışlarını yeniden Lord Hall'a çevirdiğinde, onun yitirdiği kontrolünü geri topladığını yeşil gözlerinin her zamanki sakinliğine dönmesinden anlamıştı. Nitekim, yine ondan beklenebilecek bir sakinlikle, "Haklısınız, leydim." dediğinde bunu kanıtlamış oldu. Böylece İsabella, zaman onlara ne getirirse getirsin; adamın Elizabeth'i gerekirse kendinden bile koruyacak güce sahip olduğunu hissederek rahatladı.
"Çaylarımız da hazır!" diyen Mathilda, elinde tepsiyle kapıda göründü ve neşeli bir tavırla, "Hem bakın size kimi getirdim?" dedi.
Leydi Hall, tıpkı zarif bir kuğu gibi kapıda belirdi.
İsabella, Leydi Hall'un kıyafetlerini dikerken onun da abisi gibi sessiz bir olgunluğa sahip olduğunu gözlemlemişti. Bir kadına göre oldukça uzun sayılabilecek boyu, siyaha yakın koyu saçları ve yeşil gözleriyle de yine abisine benziyordu. Yine de onda Lord Hall'un ilk bakışta insanı çarpan cazibesi yoktu.
Yüzünde asabi bir ifadeyle, "Madam Mercier..." diyen Caroline Hall'u dizlerini kırarak selamladı Isabella.
"Leydim..."
"Nasılsınız?"
"Teşekkür ederim leydim. Siz nasılsınız?"
"İyiyim." dese de genç leydinin yüz ifadesi oldukça tatsızdı ve ağabeyi, "Stone nerede?" diye sorduğunda, bu ifade daha da bir tatsızlaştı.
"Aşağıda!"
"Tanrı aşkına, yarım saattir aşağıda ne yapıyor?"
Leydi Hall bıkkınlıkla, "Gelince, gelirse tabii, kendisine sorarsın." dedi.
Mathilda, çay servisini yaptıktan sonra, "Leydi Elizabeth kendisi için tasarladığın elbiseyi gördü mü İsabella?" diye sordu.
"Aman Tanrım!" diye haykıran Elizabeth, "Benim için elbise mi tasarladınız?" diye sordu.
Başını olumlu anlamda sallayan İsabella, "Cüretimi bağışlayın leydim." dedi. "Herhangi bir model konuşmadığımızı biliyorum ama ben..."
"Ah, Benim için elbise tasarladınız!" diyen Elizabeth İsabella'nın sözünü kesti. "Lütfen, onu görmeme izin verin!"
"Elbette görebilirsiniz."
Ayağa kalkan İsabella'ya, "Sen otur lütfen!" diyen Mathilda, saygılı bir tavırla Elizabeth'e yol gösterdi. "Bu taraftan leydim."
Mathilda ve Elizabeth, prova odasına açılan kapının ardında gözden kayboldular. Çok geçmeden Elizabeth'in, "Aman Tanrı'm!" diye yükselen feryadı duyuldu. Bunun bir beğeni nidası olduğunu anlayan İsabella, "Beğenmediğiniz yerlerde istediğiniz değişimleri yapabiliriz leydim." diye seslendi.
"Beğenmemek mi?.. Beğenmemek mi?.." Kpıdan başını uzatan Elizabeth, "Madam, bu harika!" diye bağırdı.
Ne kadar ağırbaşlı olursa olsun, Leydi Hall da dayanamayıp, "Ben de görmek istiyorum!" diyerek ayaklandı.
İsabella'nın gülümsemesi iyice genişledi. Elizabeth'e, "Dilerseniz hazır siz buradayken ilk provanızı da yapabiliriz." dedi. "Aslında evinize getirmem daha uygun olurdu..."
İsabella'nın cümlesini bitirmesine fırsat vermeyen Elizabeth, "Gerçekten mi?" diye sordu. Bu sefer sesi o kadar yükselmişti ki kulağa bir çeşit çığlık gibi geldiği söylenebilirdi. Onun mutluluğu İsabella'nın ufak bir kahkaha eşliğinde, "Elbette leydim." demesine neden oldu.
Kapının ardında kaybolan Elizabeth'e eşlik eden Leydi Hall ve Mathilda'nın neşeli sesleri, günlerdir ilk defa İsabella'nın sırtını rahatça koltuğa yaslamasına neden oldu. Hatta o çok sevmediği çaydan aldığı yudum bile damağında leziz bir tat bıraktı.
"Madam Mercier..."
Uzun boyuna rağmen koltukta bir centilmene yaraşır kibarlıkta oturan Lord Hall'a dönüp, "Lordum?.." diye karşılık verdi.
Redingotunun cebinden çıkardığı mühürlü bir kağıdı İsabella'ya uzatan Lord Hall, "Bunu size vermem emredildi." dedi.
İsabella, kağıda sadece baktı. Uzun süren sessizliğin ardından Lord Hall, "Almayacak mısınız Madam?" diye sordu. Bir taraftan da İsabella Mercier'nin gözlerine yerleşen korku dolu bakışın nedenini anlamaya çalışıyordu.
Önceki gün Ekselansları Warwall Dükü, Hall konağına beklenmedik bir ziyarette bulunmuştu. Dominic'in babası Kont Hall o sırada parlamentoda olduğu için ekselanslarını Dominic ağırlamıştı. Aslında Dominic, resmi görevlerini hiçbir zaman ihmal etmeyen dükün o sırada parlamentoda değil de Hall konağında olmasına şaşırmıştı. Daha da şaşırdığı şeyse görüşmedikleri bir haftalık zaman diliminde ekselansları dükün üzerinden sanki bir felaket geçmişçesine yıkılmış görüntüsüydü. Buna o kadar şaşırmıştı ki haddi olmayarak konuşmalarının ortasında, "İyi misiniz ekselansları?" diye soruvermişti. Ve adam, lafı hiç dolandırmadan, "Değilim." diye yanıt vermişti.
Bir kez olsun tıraşsız görmediği adamın yüzünü kaplayan sakallarından, rastgele taranmış saçlarından ve temiz olmasına karşın özensiz kıyafetlerinden ekselanslarının bir sorunu olduğunu anlamasına rağmen adamın bunu sözlü olarak kabullenmesini hiç beklemeyen Dominic neredeyse ağzı açık bakakalmıştı.
Tabii bu an çok kısa sürmüş, hemen, "Yapabileceğim bir şey var mı ekselansları?" diye sormuştu.
O gün ilk defa soluk mavi gözlerini Dominic'e diken dük, yine lafı hiç dolandırmadan, "Aslına bakarsan var." demişti. "Buraya senden bir şey istemeye geldim, Dom."
Sadece ünvanından ötürü değil, şahsiyetinden ötürü derin saygı duyduğu adama, "İstekleriniz benim için bir emirdir ekselansları!" diye karşılık vermişti Dominic.
Dük, yaşlı düşes ve kendisi şehir dışında olacağı için Dominic'ten Caroline'le birlikte Elizabeth'e refakat etmelerini istemişti. "Bunu Drako'dan da isteyebilirdim." demişti. "Ama bilirsin; o, bu iş için hiç uygun biri değil."
Stone'un adı çıkmış zampara olması bir yana her türlü sorumluluktan uzak yapısını düşünen Dominic, soylu adama, "Leydi Elizabeth'e eşlik etmekten onur duyarız." diye karşılık vermişti. Bir taraftan da hem dükü hem de büyük düşesi Leydi Elizabeth'in takdimi öncesi Londra'dan ayıran sebebin ne olduğunu merak etmişti.
"Teşekkür ederim Dom. Sana güvenebileceğimi biliyordum."
"Her zaman ekselansları!"
Biraz daha lafladıktan sonra dük ayağa kalkmıştı. Kapıya doğru birkaç adım atmadan önce kararsızlıkla etrafına bakınmış ve Dominic, adamın bu tavrını ona hiç yakıştıramamıştı. Sebastian St. James öyle bir adamdı ki o; her zaman dimdik durmalı, rüzgar ne kadar şiddetli eserse essin asla eğilmemeliydi.
"Senden bunu... Bunu iletmeni istiyorum."
Başından beri elinde olan mühürlü, beyaz kağıda bakışlarını indiren Dominic; kağıdın üzerinde erkeksi el yazısıyla "İsabella Mercier" yazdığını görmüştü ama hiçbir yorum yapmadan başını komutanı karşısında başını eğen bir subay gibi sertçe öne eğip, "Emredersiniz ekselansları!" demişti.
Dük, birkaç veda cümlesinin ardından konaktan ayrılmıştı ve Dominic, uzun süre adamın geride bıraktığı kederi üstünden atamamıştı.
Şimdi o tarifi imkansız kederle çok değil, on dakika kadar önce Madam'ın Elizabeth'ten yana Dominic'e kafa tutar hali; Dominic'in normalde oldukça saçma, dahası inanılmaz bulacağı bir şeyi gerçekmiş gibi düşünmesine neden oluyordu. Belki zihni, Elizabeth St. James'i düşünmekten bu kadar sakınıyor olmasa Dominic bu gerçeği çok daha erken de fark edebilirdi.
Elizabeth St. James sarışındı. Onun altın pırıltılı saçları, gözlerinin rengini yumuşatıyordu. İsabella Mercier ise esmer sayılmasa bile saçları simsiyah bir kadındı ve bu renk onun gözlerini daha da belirginleştiriyordu. Dominic, ilk kez bu iki kadının benzerliklerine odaklandığı o anda onların aynı göz rengine, aynı göz biçimine sahip olduğunu görebiliyordu. Dikkatli baktığında biçimli burunlarının; kavisli kaşlarının; uzun ince boyunları dışında, bedenlerinin duruşunun bile benzerlik gösterdiğini görebiliyordu.
Dominic; bir şimşek gibi zihnini aydınlatan bu yeni bilgiyle elbette bir şey yapmayacaktı. Madam Mercier çok beğendiği ve saygı duyduğu bir kadındı; dük de çok beğendiği ve çok saygı duyduğu bir adamdı. Her şeyden öte Dominic'in akıl hocası, hiç sahip olmadığı ağabeyi gibiydi. Ve Elizabeth... Elizabeth...
Onu düşünmeyi yeniden reddederek elindeki zarfı bir kez daha karşısında oturan güzel kadına uzattı.
"Lütfen alın Madam!"
Kapının ardından yükselen kıkırtılar kulağında uğultudan farksız bir ses yaratırken İsabella uzanıp kağıdı Dominic Hall'un elinden aldı. Bu güçlü el yazısını tanımıştı ve o yazının sahibi erkeğin kaderini elinde tuttuğunun bilinciyle kağıdı ne almak ne okumak istemişti.
Titreyen elleriyle kağıdı alan Madam Mercier'nin her an ağlayabileceğinden korkan Dominic, hızla ayağa kalkıp, "İzin verirseniz... İzin verirseniz gidip Stone'a bir bakmak istiyorum Madam." dedi. Kadının korku dolu olan gözleriyle hala kağıda baktığını görüp sessizce onun yanından ayrıldı.
İsabella ne yapacağını bilmiyordu ama ne istediğini çok iyi biliyordu. Kalkacak, bu mektubu şöminenin alazlı ateşinin içine atacaktı. Kızların olduğu tarafa doğru kaçamak bir bakış attıktan sonra istediği değil, mecbur olduğu şeyi yaptı.
"Madam" diye başlayan Sebastian'ın resmiyet dolu sesi kulaklarında çınladı.
"Bu mektubu aldığınızda Londra'da olmayacağım ama sizin Elizabeth'in sezon hazırlıklarına devam etmenizi istiyorum. Kızım için en iyi ve en uygun olan neyse, ondan daha iyisini yapacağınıza inancım tamdır.
Warwall"
İsabella'nın yanağından süzülen bir damla yaş düştü kağıdın üstüne, sonra bir damla daha... Mürekkebin dağılmaya başladığını güçlükle fark ettiğinde daha kaç damla düştüğünü bilmiyordu. Elinin tersiyle gözlerini, yanaklarını sildi. Sonra da kenardan aldığı pamuklu kumaş parçasıyla kağıdı kuruladı. Aynı kumaş parçasıyla, "Kızım için en iyi ve en uygun olan neyse, ondan daha iyisini yapacağınıza inancım tamdır." cümlesinin üzerinden defalarca geçti. Her bir sözcüğü okşadı.
Elizabeth'i ona veriyordu. Nasıl yaptığını, neden yaptığını bilmiyordu ama Sebastian St. James, kızını İsabella'ya geri veriyordu. Üstelik bunu yaparken İsabella'ya güvendiğini de ilan ediyordu. "Warwall" diye imzalayarak aralarına mesafe koymak istemiş olabilirdi.
"Olsun!" diye düşündü İsabella. "Varsın koysun!"
Sebastian St. James, daha yarım saat öncesine kadar umudunu yitirmiş bir kadını yeniden hayata döndürmüştü. Şu dakikada İsabella'nın ona karşı sınırsız bir hoşgörüsü vardı.
Gözlerini yeniden ovuşturup, saçlarına çekidüzen vermesinin nedeni kızların ve Mathilda'nın yaklaşan sesleri oldu. Alelacele ayağa kalkıp mektubu masadaki saçma sapan eskizlerin altına sakladı. Tam o anda Elizabeth, "Madam!" diye seslendi.
Arkasını yavaşça döndüğünde Elizabeth orada duruyordu, tam karşısında. Yüreği gururla kabararak, "Kızım!" diye feryat etti ama İsabella sakin bir tebessümle, "Muhteşem görünüyorsunuz leydim!" dedi.
"Gerçekten mi?"
"Kendisini aynaya bakması için ikna edemedim." diyen Mathilda'ya sevgi dolu bir bakış gönderen İsabella, "Aynasız prova olur mu?" diye sordu ve genç leydiyi kolundan tutarak boy aynasının önüne götürdü.
Kendini hayran gözlerle süzen Elizabeth, "Muhteşem!" diye bağırdı. "Gerçekten muhteşem bir elbise!"
"Leydim, elbise güzel ama siz ondan daha güzelsiniz."
Elizabeth Mathilda'ya dönerek, "Teşekkür ederim Bayan Mathilda." dedi.
"Lütfen, teşekkür etmeyin leydim çünkü ben her zaman gerçekleri söylerim."
"Bayan Mathilda haklı." dedi Caroline. "Gerçekten çok güzelsin Elizabeth!"
"Vay, vay vay!.."
Dört kadın başlarını hızla çevirince, kapıya yaslanmış duran sarışın adamın çapkınca gülümseyen yüzüyle karşılaştılar. Bu, İsabella'nın Sebastian'ın çalışma odasında gördüğü adamdı: Lord Stone
Etkileyici girişinin ardından onlara doğru yürümeye başlayan adam, Elizabeth'in etrafında ufak bir tur attı. "Küçük kuzen, bu sezon sosyetedeki beylerin canını çok yakacaksın gibi görünüyor." dedikten sonra, uzanıp Elizabeth'in elini öptü. Bu sırada onu hoşnutsuzlukla süzen iki kardeşi ya fark etmemiş ya da umursamamıştı.
İsabella, Lord Hall'un bakışlarında tekinsiz bir ifade belirdiğini düşündü. Özellikle de sarışın adam sevgiyle Elizabeth'in yanağına bir fiske vurunca bu ifade iyice belirginleşmişti.
"Nasıl, elbise çok güzel değil mi Drako?"
Drako, yani Lord Stone, Elizabeth'in etrafında rahat adımlarla bir kez daha tur attıktan sonra, "Hayır, Elizabeth!" dedi ve kızın yüzü düştü. "Güzel olan sensin!"
Elizabeth tüm yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle adamın boynuna sarılırken; Lord Stone da Leydi Hall'a çapkınca, ama gerçekten çapkınca göz kırptı. Leydi Hall ise bakışlarını hiç kaçırmadan adama dimdik bakmaya devam etti.
Elizabeth'i bırakınca İsabella'ya dönen Lord Stone, "Yanlış anlamayın Madam." dedi. "Elizabeth elbette çok güzel ama elbise de bu zamana kadar benim bir kadının üzerinde gördüklerimin en güzeli."
İsabella; onun kadınları kıyafetleriyle olduğundan çok, kıyafetsiz görmeye daha alışkın olduğunu tahmin etti. Boylu poslu, yakışıklı, üstelik soylu olan bir adam için bu oldukça sıradan bir durumdu.
Lord Stone bir şekilde Sebastian'a benziyordu ki Elizabeth'e "kuzen" diye hitap etmesi zaten aralarındaki akrabalığı vurguluyordu ama bütün çekiciliğine rağmen İsabella onun asla Sebastian kadar yakışıklı olarak değerlendirilemeyeceğini düşündü. Yine de onda farklı bir cazibe vardı. Kimilerinin "şeytan tüylü" diye adlandırdıkları havaya sahipti. Nitekim, Mathilda'yı görür görmez, "Tanrım!.. Bu güzel varlık da kim?" diye sorarken yüzüne yerleşen çarpıcı gülümseme karşısında Mathilda'nın yanaklarının kızarması bunun bir kanıtıydı.
Mathilda, adamı ufak bir reveransla selamladı ve daha doğrulmadan eli Lord Stone'un dudaklarına esir düştü. Soylu adam Mathilda'nın eline kondurduğu öpücük henüz tazeyken, "Sizinle henüz tanıştırılmadık leydim!" dedi.
Mathilda iyice kızardı.
"Be... Ben leydi değilim lordum."
Mathilda'nın elini bırakmadan doğrulan Lord Stone, alıngan bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Rica ederim susun! Kan, benim için bir şey ifade eder mi sanıyorsunuz, ya da soy? Ben, gerçek bir leydiyi nerde görsem tanırım!"
İsabella o anda bu adamın dünyaya flört etmek için geldiğine inandı. Gülmemek için kendini zor tutarak Mahilda'yı Lord Stone'a takdim etti ve o sırada Leydi Hall'un, "Shakespeare bozuntusu!" diye homurdandığını duydu.
Tanıştırma işi bitince Dominic Hall, "Hadi Stone!" dedi. "Biz gidelim de hanımları baş başa bırakalım. Daha yapacak çok işleri var gibi görünüyor."
Stone, onu pek de umursamadı.
"Benim burada keyfim yerinde. İstiyorsan sen git!"
"Stone!"
Lord Stone gözlerini devirdi ve alaycı bir gülümsemeyle İsabella'ya baktı. "Bu çocuk, bu ciddiyetle çok yaşamaz!" diye mırıldandıktan sonra Mathilda'ya göz kırptı ve geri kalanlara, "Au revoir bayanlar..." diyerek odayı terk etti.
Lord Hall, onu takip etmeden önce İsabella'yı, "Madam..." diyerek başını eğip selamladı. "Yeniden görüşene dek... Hoşça kalın."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.71k Okunma |
221 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |