25. Bölüm

16. Bölüm

majdafan
majdafan

"Yani şimdi tam olarak ne dedin?"

"Ne mi dedim? Tabii ki "Olmaz!" dedim Isabella! Başka ne diyebilirdim ki?"

"Bu gerçekten haksızlık!" diye isyan eden Isabella, "Tanrı aşkına! Benden önümüzdeki hafta evlenmemi nasıl bekliyorsunuz?" diye haykıran Mathilda'ya, "Neden beklemeyelim?" diye sordu.

"Çünkü... Çünkü..." Mathilda sözcük bulamamanın çaresizliğiyle el kol hareketlerini hızlandırarak, "Bu-Bu evlilik!" dedi. "Ciddi bir şey! Hazırlanılması lazım!"

İsabella gözlerini devirdi.

"Nasıl bir hazırlıktan bahsediyorsun? Çeyiz gibi mi?"

Mathilda, Isabella'ya küskün gözlerle bakarak, "Dalga geçmene hiç gerek yok!" dedi.

"İyi de sen de kabul edilebilir bir neden söyleyemiyorsun ki Mathilda!"

"Böyle alelacele evlenirsem, herkes hakkımda ne düşünür sanıyorsun Isabella?" diye soran Mathilda, arkadaşının kaşlarını kaldırması karşısında tıslar gibi fısıldadı: "Herkes hamile olduğumu düşünecek!"

"Hamile misin?"

Mathilda öylece dondu kaldı. Şaşkınlığını üzerinden atınca, "Isabella!" diye bağırdı. Kahkahalarla gülen Isabella'ya öfkeyle bakarak, "Tanrı'm! Daha evli bile değilim ve sen bana böyle bir soru soruyorsun!" dedi.

Isabella, kahkahalarının arasında, zorlukla, "Ha-Hamile ka-kalmak için evli olmak ge-gerektiğini bilmiyordum." demeyi başardı.

"Bu konuşanın sen olduğuna inanmakta gerçekten zorluk çekiyorum!"

"Benimle ilgili ne düşündüğünü bilmiyorum ama arkadaşım, istediğin üç maymunu oynamamsa oynarım."

Mathilda aklının karıştığını belli eden bir bakışla, "Üç maymun mu?" diye sordu.

"Görmeyen, duymayan, bilmeyen maymunlar. İstediğin buysa ben de görmem, duymam, bilmem!"

Mathilda, eline aldığından beri bir kez olsun iğneyi batırmadığı telle işlediği tülü kenara bırakarak endişeli bir tavırla, "Bir şey mi duydun?" diye sordu. O sırada da yanakları kızarmaya başlamıştı.

Isabella kaşlarını kaldırdı. "Neden 'bilmek', 'görmek' değil de 'duymak'?" Dirseğini Mathilda'yı dürtmek için kullandı. "Hımm... Mathilda?.. Söylesene!"

Tüm suratı kıpkırmızı olan Mathilda, "Be-Ben... Be-Ben..." diye kekelemekten başka bir şey yapamayınca Isabella, "Sen, 'ne' Mathilda?" dedi.

Mathilda, "Aaah!" diyerek ayağa fırladı. Saçları her zamanki tatlı dağınıklığındaydı. "Benimle uğraşmayı kes artık Isabella!"

"Neden ama? Tam da eğleniyordum!"

Mathilda, parmağını Isabella'ya doğru salladı. "Sen var ya, sen!.. Sen..." Konuşmasının ortasında dudaklarının arasından birdenbire fırlayan hıçkırığa Isabella'nın mı yoksa Mathilda'nın kendisinin mi daha çok şaşırdığını söylemek zordu.

Isabella, hızla yerinden fırlayıp Mathilda'nın dizlerinin dibine çöktü ve ellerini kavradı. "Mahilda!" derken sesi, hissettiği üzüntüyü yansıtıyordu. "Lütfen!.. Sadece şaka yapıyordum. Seni üzeceğini bilseydim asla yapmazdım!"

Mathilda, burnunu çekerken, "Biliyorum canım." dedi. "Ayrıca senin bir suçun yok. Bu aralar hep böyleyim ve hepsi o Samuel denen alçağın suçu!"

Gözleri hissettiği şaşkınlık yüzünden büyüyen Isabella, "Samuel mi?" diye sordu. "Yoksa bir şey mi yaptı?"

"Yapmasına gerek mi var? Kendisi olması zaten fazlasıyla yetiyor! Her şey, olması gerekenden daha mükemmel! O, olması gerekenden daha mükemmel!"

Isabella gözlerini devirdi ve "Zavallı Samuel!" dedi. "Adam iki senedir öldü, bitti; şimdi tam mutluluğa erecekken değiştiremeyeceği özellikleri yüzünden suçlanıyor! Üstelik bunlar öyle özellikler ki dünyadaki erkeklerin birçoğu onlara sahip olabilmek için varını yoğunu verebilir."

Ellerini Isabella'nın ellerinden kurtaran Mathilda, hırçın bir tavırla, "Sen kimin tarafındasın Isabella?" diye sordu.

Ayağa kalkıp Mathilda'nın yanına oturan Isabella, onun az önce bıraktığı tülü eline alırken, "Bu, çok saçma ve gereksiz bir soru! Tabii ki Samuel'in tarafındayım." dedi.

"Koynumda yılan beslemişim!"

Arkadaşının öfkeyle kısılmış gözlerinden hiç etkilenmeyen Isabella, "Samuel mutluluğu hak ediyor." dedi. "Tabii sen de!"

"Be-ben hala inanamıyorum! Belki de bu yüzden..."

Mathilda'nın yarım kalan cümlesinin devamını hiç merak etmeyen Isabella, "İnanamadığın ne?" diye sordu.

"Sam ve ben! Biz! Bize inanamıyorum! Aramızdakilere!"

"Ama yeni olan bir şey yok ki Mathilda!"

"Biliyorum ama... Sam'in bana ilgisi, flörtleri hep bir eğlence gibiydi ama şimdi... Şimdi her şey ciddileşti ve sanırım ben bu gerçekle baş edemiyorum."

"Neden ama? Samuel seni seviyor! Hem de çok!"

"Biliyorum."

"Sen de onu seviyorsun!"

Mathilda, sessizce başıyla onayladı.

Isabella sabırsızca, "Yoksa onu istemiyor musun?" diye sordu.

Mathilda'nın suratı, Isabella'nın neyi sorduğunu anladığında pancar gibi kızardı. Yine de fısıltıdan farksız bir sesle, "İstiyorum." demekten kendini alamadı.

Isabella bilmiş bilmiş gülümsedi.

"Son zamanlarda Samuel'in taze bir ceylanı mideyi indirmiş gibi bir havayla gezinmesinden, başka türlüsü düşünülemezdi zaten."

"O kadar mı belli?"

"Evet."

Mathilda, yüzünü elleriyle kapatıp inledi: "Tanrı'm, ne utanç verici!"

"Neden utanç verici? Sen bu adamı seviyorsun, o da seni seviyor ve parmağında da onun yüzüğü var ve yetmiyor, Samuel seninle bir an önce evlenmek için can atıyor, doğru mu?"

"Doğru."

"Bu durumda Mathilda'cığım, ortada bir sorun yok! Birbirinizi seviyorsunuz, istiyorsunuz ve evleneceksiniz."

"Sen böyle söyleyince her şey kulağa çok kolay gibi geliyor."

"Çünkü çok kolay!"

Mathilda'nın yüzünde geniş bir gülümsemenin izleri belirdi.

"Sanırım öyle."

İsabella gözlerini tavana dikti.

"Sonunda, Tanrı'm!"

"Ama haftaya evlenmem! Bu çok acele olur."

Kollarını inatçı bir tavırla göğsünün üstünde kavuşurmuş olan Mathilda'ya bakan Isabella, "Ben Samuel'in yerinde olsam..." dedi. "Günde bir fasıl seni döverim. Hatta sabah akşam da olabilir."

Mathilda, bu fikre hiç de kızmış gibi görünmüyordu; gözlerinde yanıp sönen ışıltılarla, "Neden bu fikrini ona da söylemiyorsun?" diye sordu. "Belki akıl edemiyordur."

Bir an ağzı açık karşısındaki kadına bakakalan Isabella, "Mathilda!" diye bağırdı. "Sen şimdi... Sen şimdi..."

Mathilda, Isabella'nın söyleyecek bir şey bulamaması üzerine kahkahalarla güldü. Biraz sakinleştiğinde de "Sen beni boş ver de hazır baş başa kalmışken dük hazretleriyle aranızda geçenlerin detaylarını anlat bana!" dedi.

İsabella, Mathilda'ya her şeyin yolunda olduğunu söylese de detayları rahat bir zamanda konuşmak istediğini belirtmişti ama şu ana kadar o rahat zamanı bir türlü bulamamışlardı. Sebastian'ın beklenmedik ziyaretinin üzerinden iki gün geçmişti ve iki kadının o günden bu güne başlarını kaşıyacak vakitleri olmamıştı. Neyse ki, Elizabeth'in son elbisesi de artık dikim aşamasına gelmişti. Sadece yakası ve kol ağızları için istediği sarı tonunu bir türlü bulamamıştı İsabella. Bugün limana yanaşacak gemi son umuduydu yoksa ellerindeki kumaşlarla yetinmek zorunda kalacaktı.

"İsabella?.. Böyle sessiz kalarak benden kurtulamazsın!"

"Öyle bir amacım yok, sadece..."

"Sadece?.."

"Her şeyi anlatmak ve anlamlandırmak çok zor."

"Pekala, sırayla başlayalım mı? Mesela ekselanslarının sana 'Düşesim!' demesinden?"

"Öyle bir şey demedi!"

"Bal gibi de dedi! Dük hazretleri sözlerinin ne şekilde anlaşılacağını bilerek konuşuyordu ve biz de o şekilde anladık!" diyen Mathilda, ellerini kalbinin üstünde üst üste koyarak iç geçirdi ve sonra hülyalı bir tavırla, "Öyle bir ses tonuyla öyle bir yerde söyledi ki... İnanılmaz romantikti!" dedi.

Isabella'nın itiraz edeceğini anlayan Mathilda, "Sus!" dedi. "Ben de oradaydım ve her şeyi duydum!" Sonra hayal kırıklığıyla ekledi: "Ama maalesef seni elinden tutup çekiştirerek götürdüğünde yanınızda değildim. O yüzden... Şimdi tüm detayları dökülün bakalım Madam Mercier! Warwall Dükü'yle aranızda neler oldu?"

"Hiçbir şey olmadı! Sadece... Sadece geçmişi konuştuk." diyen Isabella, Sebastian'dan öğrendiği her şeyi Mathilda'ya anlattı.

"Daha önce de söylediğim gibi: Kesin olan şey şu ki, bu öykünün en masumu sensin Isabella." dedi Mathilda. "Dük hazretleri hatalı ama onun hatalarını da gençliği, hastalığı ve tabii o korkunç annesi hafifletiyor."

"Bir de iyi bir baba olması."

"Elizabeth onun da kızı Isabella!"

"Öyle ama sonuçta erkekler için bir erkek olarak yola devam etmek, bir baba olarak yola devam etmekten her zaman daha kolay değil mi? Buna çevremizde de tanık olmuyor muyuz? İşte bu yüzden Sebastian'ın Elizabeth'e hayatındaki en önemli yeri ayırmış olması benim için çok kıymetli. Sadece bu bile geçmiş için onu affetmemi sağlamıştı ama önceki gece anlattıklarından sonra..." Gözlerini arkadaşının gözlerine diken Isabella, "Onu gerçekten bağışladım." dedi. "Önceki gece... Önceki gece vicdan azabının içinde boğulmuş gibiydi, sanki hiçbir şey onu teselli edemeyecekmiş gibiydi."

"Ona hiç acımıyorum Isabella, bunu hak etti!"

Isabella'nın güzel gözleri hayretle büyüdü.

"Az önce onun hatalarının bağışlanabileceğini ima eden sen değil miydin?"

"Evet, bendim fakat o, geçmişte yaptıkları içindi; bugün yaptıkları için değil!" Büyük kahverengi gözleri bulutlanan Mathilda, "Seni bu odada, karanlığın içinde buz tutmuş bulduğumda neler hissettiğimi biliyor musun?" diye sordu. "Ekselanslarını o bir-iki gün içinde elime geçirmiş olsam öldürebilirdim ama adam sonra sana Elizabeth'i verdi, kızını. Oh, Isabella!.." Mathilda, yana doğru uzanıp arkadaşına sarıldı. "Ağlama canım, ağlama!"

"Ağlamak istemiyorum ama çok mutluyum Mathilda! Kızımı kaybettiğimi sanmıştım, hem de kendi bencilliğim yüzünden!"

"Sevmek, bencillik değildir tatlım."

Mathilda, kollarının arasında kaskatı kesilen Isabella'nın yüzüne bakabilmek için kendini geri çekti.

"Onu seviyorsun, öyle değil mi?"

Isabella'nın ağzı birkaç kez açılıp kapandı fakat tek bir sözcük dahi söylemeyi başaramadı. Zaten ne diyebilirdi ki? Bu duygu, içinde ilk defa filizlenmeye başladığında ona ket vurmak için elinden geleni yapmış ama sonucu değiştirememişti. Kendine, sık sık, geçmişte yaşadığı acılarda Sebastian'ın rolünün büyük olduğunu hatırlatmış ama yine bir şeyi değiştirememişti. Onu sevmişti. Ve artık bu noktada nedenlerini sorgulamıyordu çünkü mantıklı bir nedeni olduğunu sanmıyordu. Ona öyle geliyordu ki sadece kendi değil, dünyadaki diğer kadınlar da sevdikleri adamları neden sevdiklerine dair mantıklı bir açıklama getiremezlerdi.

Mathilda, sevecen bir gülümsemeyle, "Anlamayacağımı mı sanmıştın Isabella?" diye sordu. "Her şey bir yana geçen akşam mutfağa girip de onu gördüğünde yüzünde beliren ifade bile benim için yeterliydi: Şaşırmıştın ama o şaşkınlığın, altında öylesine derin bir özlem vardı ki diğer her şeyi önemsiz kılıyordu."

Isabella, Mathilda'yı sessizce dinlediği o anda başını usulca öne eğdi.

Arkadaşının duygularını çok iyi sezen Mathilda, "Yavrucuğum, bunda utanacak bir şey yok!" dedi. "Üstelik o senin kocan!"

Isabella, gözlerinde yalvaran bir ifadeyle, "Ne olur böyle söyleme Mathilda!" dedi.

"Neden? Bu gerçek! Üstelik ekselanslarının da kabul ettiği bir gerçek."

Isabella, gözlerini yumarak sırtını arkasındaki geniş yastığa yasladı.

"Biliyorum ama bu ne işe yarayacak?"

"Ne işe mi yarayacak? Ne demek istiyorsun Isabella? Hiçbir şey anlamıyorum."

"Sebastian St. James benim kocam Mathilda ve ben de onun karısıyım. Ve evet, onu... Onu seviyorum."

"Tamam işte, ben de..."

Başını iki yana sallayan Isabella, Mathilda'nın devam etmesine fırsat vermedi.

"Anlamıyorsun Mathilda..."

"Anlat o zaman!"

"Diyelim ki ikimiz de evli olduğumuzu, birbirimizle evli olduğumuzu, kabul ettik; ilan ettik... Ne olacak?"

"Sen, Warwall Düşesi olacaksın."

"Bu kadar kolay mı Mathilda?" Isabella başını iki yana salladı. "Elizabeth'e ne diyeceğiz, geçmişi nasıl açıklayacağız? Bir şeyleri kırıp dökmeden kızımın olanları anlaması mümkün mü? Sebastian'ı seviyorum, ona zarar vermeyi istemeyecek kadar çok seviyorum ama Elizabeth'e, 'Ben senin annenim.' dedikten sonra ortaya çıkacaklar, Sebastian'la Elizabeth arasındaki ilişkiyi yaralamayacak mı?"

"Bunlar halledilebilir..."

"Belki ama ben bu riskleri göze alamam! Ayrıca Elizabeth'in onu kolayca arkamda bırakmamı affedebileceğini sanmıyorum." diyen Isabella'nın yüzünde acı bir gülümseme belirdi. "Ben kendimi affedememişken ondan beni affetmesini nasıl beklerim? Yavrumu kalbi buz tutmuş düşese bırakıp gitmiş olmanın acısı, her zaman yüreğimi yaralamaya devam edecek."

"Ama denemen lazım Isabella!"

Isabella, Mathilda'nın yalvaran bakışlarına karşılık başını iki yana salladı.

"Yapamam Mathilda! Her şey bir yana yaşlı düşesin neler yapabileceğini tahmin dahi edemiyorum. Ben, Sebastian'ın karısı olarak yeniden ortaya çıkınca düşesin olan biteni öylece seyredeceğini mi sanıyorsun? O hiçbir şey yapmasa bile herkes benim Warwall'ın seyislerinden biriyle kaçtığıma inanırken geri dönüşümün açıklamasını nasıl yaparız?"

"Gerçeği söylersiniz."

"Peki buna kim inanır? Bir tarafta düşesin sözleri, diğer tarafta benimkiler."

"Ekselansları seni destekleyecektir."

"Elbette ama herkesin içinde hep bir kuşku kalmayacak mı? Açık açık kimse onun karşısında duramasa da zamanla arkamızdan neler konuşulabileceğini bir düşünsene! Tüm o provalar sırasında kim bilir kaç leydinin iştahla dedikodu yaptığına şahit olduk. Yargılarken ne kadar acımasız, hatta ölçüsüz olduklarını sen de çok iyi biliyorsun."

Mathilda, makul bir cevap bulamamanın çaresizliğiyle, gözlerini kaçırdı. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, "Ekselansları senin düşüncelerinden haberdar mı?" diye sordu.

"Biliyor, en azından ben öyle olduğunu sanıyorum. Önümüzdeki hafta Elizabeth'in takdimi için vereceği baloya beni davet ettiğinde..."

Isabella; Mathilda'nın, "Aman Tanrı'm!.." diye haykırması üzerine lafını tamamlayamadı. Gözbebekleri heyecandan büyümüş olan Mathilda, hemen, "Ne giyeceksin?" diye sordu.

"Balo davetlerini kabul etmediğim için öyle bir ortama uygun bir elbisemin olmadığı doğru fakat..."

"Sorun değil!" dedi Mathilda aceleyle. "Hemen dikiveririz ve..." Isabella'nın yüzündeki bir şey Mathilda'nın, hüsranla, "Gitmeyeceksin öyle değil mi?" diye sormasına neden oldu. Isabella, sessizce başıyla onay verdiğinde de "Ama neden?" diye feryat etti.

"Nedenini sen de çok iyi biliyorsun çünkü ben prensip olarak balolara katılmam."

"Evet ama bu başka!"

Sıkıntıyla derin bir nefes alan Isabella, "Zaten 'başka' olması sıkıntı ya!" dedi. "Herkes Madam Mercier'nin, aldığı tüm balo davetlerini reddeden kadının, Warwall konağında düzenlenen baloya katılmasında bir 'başka'lık arayacak!"

Mathilda omuz silkti.

"Yani?"

"Herkes beni Sebasstian'ın metresi sanacak!"

"Kimse öyle bir şey sanmaz çünkü ekselansları metreslerini evine sokmaz!"

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

Mathilda, cesurca, "Onunla ilgili her şeyi bilmeyi kendime görev edindim. Isabella'mızı kimse sahipsiz sanmasın!" dedi.

"Ah, Mathilda!.."

Isabella'nın koluna vuran Mathilda, "Şimdi duygulanmanın sırası değil!" diye buyurdu. "O baloya gideceksin, işte o kadar!"

Isabella "off"ladı.

"Herkes benim Sebastian'a kancayı taktığımı düşünecek."

"Tanrı aşkına Isabella! Çocuk musun sen? Kimin ne düşündüğü kimin umurunda!"

"Tıpkı Sebastian gibi konuştun."

"Akıllı adam!"

"Pek sayılmaz çünkü ona da çekincelerimi dile getirdiğimde bana ne dedi biliyor musun? İstersem kolunda düşesi olarak misafirleri beraberce karşılayabilirmişiz."

Heyecanla nefes alan Mathilda, tükürüğü boğazına kaçınca can havliyle öksürmeye başladı. Isabella hemen fırlayıp kenardaki sehpada duran suyu ona uzattı.

Mathilda, öksürmekten yanan gözlerini silerken, "Tanrı'm!" diye inledi. "Samuel'ime yazık olacak!"

Isabella, şaşkınlıkla, "Samuel'ine mi?" dedi. "Konunun Samuel'le ne ilgisi var?"

"Çok ilgisi var çünkü böyle giderse sen ve ekselansları kalbimin erkenden durmasına neden olacaksınız. Bunun üzerine de Samuel sizi öldürüp hapislerde çürüyecek!"

Kıkırdayan Isabella, "Ay Mathilda, drama kraliçesi gibisin!" dedi.

Kollarını göğsünün üstünde kavuşturup, "Aslında seninle konuşmamam lazım! İnsan, ekselanslarının ağzından çıkan en önemli şeyi en sonda mı söyler?" diyen Mathilda'nın kızgınlığı çok kısa sürdü. "Demek..." dedi hülyalı bir bakışla. "Seni koluna takıp, 'Isabella! İşte benim düşesim!..' diyecek!"

Başını iki yana sallayan Isabella, "Hayallerini mahvetmek istemezdim ama kendisi öyle bir şey söylemeyecek." dedi.

"Söylemeyecek mi? Ne demek söylemeyecek?"

Boğazını temizleyen Isabella, "Ben... Be-ben onun böyle bir şey yapmasına izin veremezdim." dedi.

"Ama neden?"

"Nedenlerini az önce sana anlattım ya Mathilda! Sebastian'ın kolunda onca yıldan sonra hiçbir şey olmamış gibi, düşes hakkımda çirkin dedikodular uydurmamış gibi nasıl belirebilirim? Bu şekilde yeni bir skandala neden olmaz mıyım? Kızımın bu en önemli gününe gölge düşürmez miyim? Beni anlamalısın Mathilda, Elizabeth'e böyle bir ihaneti asla yapamam!"

Isabella'nın söylediklerine karşı çıkabilecek herhangi bir sözü olmayan Mathilda, sesizce uzanıp Isabella'nın gergin elini tuttu.

"Ne karar verirsen ben yanındayım" dedi. "Ayrıca..."

Mathilda her ne diyecekse sözü yarım kaldı çünkü merdivenleri koşarak çıktığı neredeyse tıkanmak üzere olduğu nefesinden anlaşılan Carol, odaya paldır küldür daldı.

"Carol!"

Bu kızın Isabella'nın ısrarla düzeltmeye çalıştığı bir görgü sorunu vardı ama Isabella ne yaparsa yapsın ya da ne söylerse söylesin bu konuda fazla bir mesafe kat ettiği söylenemezdi.

"Carol! Sana kaç defa odalara girerken kapıya vurman gerektiğini söylemem gerekiyor?"

"A-ama kapı... Kapı açıktı Madam! Ö-özür dilerim Madam!""

Soluk soluğa olduğu için kesik kesik konuşan Carol'a, "Bir sorun mu var?" diye sordu Mathilda.

"Bir sorun var mı bilmiyorum ama Bayan Mathilda; Bay Samuel, arabanın hazır olduğunu size iletmemi istedi."

Mathilda hızla ayağa fırladı.

"Aman Tanrı'm! Isabella! Nasıl oldu da unuttuk?"

Isabella, son derece sakin bir biçimde ayağa kalktı ve Carol'a, "Bay Samuel'e beş dakika içinde aşağıda olacağımızı söyle." dedi. Sonra da Mathilda'ya döndü. "Sakin ol! Telaş edecek ne var? Limana kumaş bakmaya gideceğiz. Üstelik her ikimizin de kılığı dışarı çıkmaya uygun. Belki biraz saçlarını düzeltmek isteyebilirsin. Sonra da üstümüze bir şey alıp çıkarız." dedikten sonra hınzırca ekledi: "Hem Samuel'in seni beklediği zamanları düşündüğünde beş dakika nedir ki?"

Mathilda, Isabella'nın alaycı tavrı karşısında burnundan homurdanmakla yetindi.

İki kadın aşağı kata indiklerinde Samuel, "Sonunda!" dedi ve yüzünde öyle bir gülümseme belirdi ki Mathilda'nın içini ateş bastı. "Alışacağım." diye düşündü. "Zamanla bu garip duyguya alışacağım."

Samuel, uzanıp nişanlısının dudağına hızlı bir öpücük kondurunca Isabella kıkırdadı. Mathilda ise kıpkırmızı olmuş bir suratla boğulur gibi, "Samm!" diye ciyakladı.

Isabella'ya göz kırpan Samuel, hınzırca, "Sence nişanlımı öpmemde bir sorun var mı Bella?" diye sordu.

Isabella, herhangi bir yanıt veremeden mağazanın kapısından bir ses, "Bella mı?.." diye sordu.

Hızla arkasını dönen İsabella, Sebastian'ı kaşlarını çatmış Samuel'e bakarken buldu. Adam, bakışlarını daha da keskin hale getirdiğini fark etmeden gözlerini kısıp bir kez daha, "Bella, mı?" diye sordu.

Samuel, dertsiz tasasız bir biçimde ellerini ceplerine soktu ve "Evet, Bella." dedi.

Isabella, içinden erkeklere de onların sahiplenici kibirlerine de lanet okurken sakin kalmaya çalışarak, "Samuel bana 'Bella' der." dedi. "Çünkü... çünkü..."

"Çünkü çok güzelsiniz!"

Hepsi birlikte dönüp Sebastian'ın arkasında beliren adama baktılar. Ne söylediğinden çok onu söyleyiş biçimi Sebastian'la Samuel'in kaşlarını çatmasına neden oldu ama diğer adamın onların tepkileriyle ilgilendiği yoktu. Seri adımlarla yaklaşıp Isabella'nın elini öpen Drako Stone, "Yeteneğim olsaydı sizin için bir sone yazabilirdim Madam." dedi.

"Drako?"

Başını çevirip kuzeninin eleştirel ve ciddi yüzüne alaycı bakışlar atan Lord Stone, "Sanırım Sebastian da bir sone yazabilirdi." dedi. "Ama maalesef onun şiire olan yeteneği benimkinden de kötüdür!"

"Drako!"

Lord Stone, kuzeninin damarına yeterince bastığına karar vermiş olacak ki Isabella'nın elini zarif bir ifadeyle bırakıp onun arkasında kalan diğer kadına yöneldi.

"Bayan Mathilda! Bu ne şeref! Ben de sizi görebilmek umuduyla arabamdan inmiştim."

Mathilda, elini öpmek üzere eğilen Lord Stone'a, "O-O şeref bana ait lordum." dediğinde Samuel'den öfkeli bir bakış kazandı.

"Ekselansları sayesinde hayatımda ikinci defadır bir kadın terzisine geleceğimi fark ettiğimde lanetlendiğimi düşünmüştüm ama... Sonra sizi göreceğimi düşününce teselli buldum." diyen Lord Stone'un gözlerindeki yaramaz bakışlar, Mathilda'nın parmağını süsleyen yüzüğe takılınca kadının yüzüne yükseldi. "Bayan Mathilda?.. Sizi son gördüğümde parmağınızda böyle bir yüzük yoktu. Rica ederim bunun annenizden ya da büyükannenizden ya da belki merhum eşinizden bir hatıra olduğunu söyleyerek içimi rahatlatın!"

Lord Stone; Mathilda'yla utanmazca flört ederken öldürücü bakışlarını bir an olsun onun üzerinden ayırmamış olan Samuel, Mathilda'nın konuşmasına fırsat vermeden, "Size böyle bir şey söyleyemez çünkü yüzük bana ait!" dedi.

Her ne kadar Samuel'den kısa olsa da bir şekilde ona tepeden bakmayı başaran Lord Stone, "Ve siz bayım?.." diyerek Samuel'den kendisini tanıtmasını istedi.

Samuel'in gergin dudaklarından ne çıkacağından emin olamayan Mathilda, "Samuel" diye atıldı. "Samuel Bolton! Nişanlım!"

Isabella, birdenbire ondan beklenmeyecek biçimde gerilen Lord Stone'un bakışlarını hızlıca kuzenine kaydırdığını gördü. Isabella da onu takip ederek Sebastian'a baktı ama sevdiği adamın suratında herhangi bir şey bulamadı.

Suratının rengi bir ton atmış gibi görünen Lord Stone, "Demek, Samuel Bolton?" dedi.

Samuel gözlerini kıstı.

"Evet, Samuel Bolton! Bayan Mathilda'nın nişanlısı!"

"Henüz işitme ya da hafıza kaybı yaşayamayacak kadar gencim Bay Bolton. Bayan Mathilda'nın nişanlısı olduğunuz az önce söylenmişti." diyen Lord Stone, Mathilda'ya dönerek, "Lütfen tebriklerimi kabul edin Bayan Mathilda." dedi ve ekledi: "Düğün ne zaman?"

Isabella, gözlerini kapatırken, bu adamın ayaklı bir bela olduğunu düşünüyordu. Nasıl olup da bir konuyu en hassas olduğu noktadan kaşıyacağını bildiğini anlamak mümkün değildi.

Lord Stone; önce, "Bir hafta sonra." diyen Samuel'e, sonra da "Henüz belli değil!" diyen Mathilda'ya baktı ve güldü.

"Anlaşılan cennette şimdiden sorunlar var."

Sebastian, "Sorun falan yok!" diye homurdanmaya başlayan Samuel'in sözünü bölerek, "Sanırım dışarı çıkıyordunuz." dedi.

"Evet ekselansları." diyen Isabella, "Ama arzu ettiğiniz bir şey varsa biraz daha geç çıkabiliriz." dedi ve der demez Drako Stone'dan yükselen imalı öksürükle yanakları kızardı.

Isabella'nın bu pervasızlıkla bu yaşına nasıl geldiğini anlamadığı Lord Stone, kuzeninin korkunç bakışları karşısında, "Affedersiniz!" demek zorunda kaldı. "Bu aralar biraz soğuk almışım."

Araya giren Mathilda, "Size nasıl yardımcı olabiliriz ekselansları?" diye sordu.

Sebastian herhangi bir şey söyleyemeden, Elizabeth'in "Baba!.." diye yaklaşan sesi duyuldu. "Baba, yoksa Madam'ı bulamadınız mı?" Yanlarına gelip de Isabella'yı fark edince, "Oh, Madam Mercier!" dedi Elizabeth. "Hava soğuk diye babam arabada kalmamı istedi, belki sizi bulamayız diye ama buradaymışsınız!"

"Elizabeth, Madam ve Bayan Mathilda dışarı çıkıyorlarmış." diyen Sebastian'a, "Biraz gecikmenin bizim için sorun yaratmayacağını az önce söylemiştim ekselansları." dedi Isabella.

"Nereye gidiyorsunuz Madam? Size engel olmak istemem."

"Sorun değil leydim. Sadece limana, kumaş tedarikçimize uğramamız lazım. Uzak Doğu'dan gelen ticaret gemisinin bugün limana demirlediğini öğrendik ve balo kıyafetinizin detaylarını tamamlayabilmek için istediğim renkte kumaşları bulabileceğimi ümit ediyorum.

Elizabeth'in sevinçle ellerini çırpmasını kimse beklemediği için herkes şaşkınlıkla ona baktı.

"Biz de limana gidiyoruz, öyle değil mi baba?"

Kaşları çatılan Sebastian, "Sen değil Elizabeth!" dedi. "Drako ve ben gideceğiz."

Babasının yanıtına rağmen şevki kaybolmayan Elizabeth, "Madam bizim arabaya biner, Bayan Mathilda'yla Bay Bolton da Drako'nun arabasına! Herkes için uygun mu?"

"Elizabeth!"

"Hem bu arada ben de aklıma takılan bazı detayları Madam'a sorabilirim. Zamanımız daralıyor biliyorsun babacığım."

Kızına hiçbir zaman dayanamayan Sebastian, "Pekala." dedi. "Ama sadece bu seferlik! Liman, genç leydiler için uygun bir yer değil." Bakışları Isabella'ya kayınca, "Aslında liman, hiçbir yaşta kadın için uygun değil!" diye ekledi.

"O zaman anlaşma sağlandı." diyen Drako Stone, "Arabam bu tarafta Bayan Mathilda." dedi.

Kaşlarının çatışını bir an olsun bozmayan Samuel, "Bizim arabamız var!" dedi.

"Ben de olmadığını söylemedim zaten!"

Sebastian, ortamın daha da gerginleşmesine fırsat vermemek için Samuel'e bakarak, "Dönüşte Drako'yla işimizin uzaması olası." dedi. "Benim arabamla Elizabeth'i eve bırakırsanız sevinirim. Limanda yanında güvenebileceğim birileri olmadan arabayla bile olsa dolaşmasına izin veremem!"

Soylu adamın sözlerinden hiç istememesine rağmen gururlanan Samuel, yüzünü buruşturarak da olsa başını eğerek teklifi kabul ettiğini belli etti.

"Madam..." diyen Sebastian St. James, Isabella'ya kolunu uzattı. Kadının tereddütle koluna koyduğu titrek elinin üstüne kendi büyük elini kapattı. Diğerlerinin önünde birkaç adım attıktan sonra başını hafifçe eğerek, "Sakin ol!.." diye fısıldadı.

Isabella'nın cevabı sessiz bir homurtu olarak geldi: "Söylemesi kolay!"

Isabella'nın arabaya binmesine yardımcı olan Sebastian ufak bir kahkaha attı. Sonra da Drako'nun kolunda cıvıldayarak yaklaşan Elizabeth'in ardından kendisi de arabaya binerek kapıyı çekti.

Hareket ettiklerinde Elizabeth, Isabella'ya dönerek, "Ah, Madam!" dedi. "Size teşekkür borçluyum: Sayenizde limana gideceğim!"

"Daha önce hiç gitmemiş miydiniz?"

Başını olumsuz anlamda iki yana sallayan Elizabeth, "Babam limanın kadınlara göre bir yer olmadığını düşünüyor. Az önce bunu kendisi de söyledi." dedi, kendisinin aynı fikirde olmadığını hissettiren bir üslupla. "Orada küfreden adamlar kadar uyuz olmuş gibi görünen başıboş hayvanlar olduğunu biliyorum ve tabii bir de fahişeler..."

"Elizabeth!"

Babasının sert bir tavırla yaptığı uyarıdan önce Elizabeth ağzını iki eliyle birden kapatmıştı.

"Affedersiniz Madam! Çok ama çok özür dilerim!"

Gülümseyen Isabella, "Liman gerçekten de kadınlara göre bir yer değil leydim." dedi.

"Ama siz gidiyorsunuz?"

"Mecbur kalmadıkça limana ayağımı basmam! Maalesef kumaş tedarikçimizin yeri orada. Neyse ki bu işleri çoğunlukla Mathilda halleder ve tabii yanında her zaman Samuel bulunur."

Sebastian, yan yana oturan Isabella'yla Elizabeth'in sohbeti koyulaştırmasını hissettirmemeye çalıştığı bir mutlulukla izledi. Bugünkü planları büyük ölçüde aksayacaktı ama bu manzara, her şeye değerdi. Onun planına göre bugün evden çıkarken Elizabeth'i Isabella'nın yanına bırakacak, limandan dönüşte de alacaktı. Elizabeth'e söylememiş olsa da limandaki işlerinin akşama kadar süreceğini sanıyordu. Bu durumda Elizabeth, Isabella'yla olabildiğince fazla vakit geçirebilirdi.

Sebastian, mağazaya yaklaştıklarında tekerleği kırıldığı için yolu tıkayan araba yüzünden beklemek istememiş bir sokak ötede arabadan inmişti. Hızlı adımları bir dakika geçmeden onu Isabella'nın mağazasının önüne getirmişti. Kapının önünde iki atın çektiği mütevazı arabayı ve tabii Samuel'i hemen fark etmişti. Zaten Samuel'in iri beden yapısı fark edilmemesini imkansız kılıyordu.

Sonra Samuel içeri girmiş, Sebastian da onu takip etmişti. Ama daha mağazaya adımını atar atmaz mağazanın eve doğru açılan kapısında beliren Isabella'yla Bayan Mathilda görmüş ve olduğu yerde Isabella'ya hayranlıkla bakakalmıştı. Samuel gözlerinde şakacı parıltılarla Isabella'nın elini öpüp ona, "Bella" diye sesleninceye kadar Sebastian da Isabella'nın güzelliğinin ne kadar eşsiz olduğunu düşünmekle meşguldü.

Isabella'nın güzelliğini öven bu sözcüğü duymak, Sebastian'ın içinde Samuel'in yüzüne yumruk atmak isteği doğurmuştu.

Kıskanç bir adam değildi. Belki sahiplenici bir yanı olduğunu kabul edebilirdi ama asla kıskanç değildi! Üstelik Sebastian, bu sözcüğe hep tepeden bakar; yetişkinlerin hayatlarına renk katmak için ortaya çıkarılmış bir fantezi olduğunu düşünürdü. Anlaşılan onu tanıdığı kısacık zaman diliminde bile Mathilda'nın gözünün içine baktığı her halinden belli olan Samuel'den İsabella'yı kıskandığına göre bu düşüncesini yeniden gözden geçirmesi gerekiyordu.

Arabada kızıyla karısının, evet karısının, neşeli sohbetini izlerken kendi yaşadığı kıskançlığın benzerini birkaç dakika sonra Drako'nun Samuel'e yaşatmasının ilahi adaletin bir yansıması olup olmadığına karar veremiyordu. Öyle olmalıydı çünkü en sonunda Drako da Samuel'i kızdırmasının bedelini onun adını öğrendiğinde yaşadığı sarsıntıyla ödemiş olmuştu ve böylece Samuel'le ilgili Sebastian'ın zihninde filizlenen düşünce neredeyse netleşmişti.

Arabanın içinde çınlayan kahkahalar dikkatinin yeniden karşısında oturan iki güzel kadına çevrilmesine neden olduğunda göğsü gururla kabardı. İkisi de inanılmaz güzeldi. Farklı bağlarla da olsa ikisi de Sebastian'a aitti. Sebastian'ın hiçbir şekilde ilgisini çekmeyen ve çekmeyecek olan bir konuda, Elizabeth'in kolundaki mi eteğindeki mi bilinmez, bir kumaşın rengi hakkında tartışıyorlardı ve seslerinin tınısını bile dinlemek Sebastian'a keyif veriyordu.

Isabella'nın yanından ayrıldığından beri, yani iki gündür, annesinin kim olduğunu öğrendiğinde Elizabeth'in nasıl bir tepki vereceğini düşünüyordu. Elbette şaşıracaktı ve elbette yüzlerce soru soracaktı. Hepsini sormak hakkı olduğu için Sebastian bunu ona çok görmeyecekti. Ve en sonunda Elizabeth, gerçeği kabul edecek ve geçmiş için hem annesini hem de babasını, özellikle babasını, affedecekti çünkü kızı adildi. Adil olmayı ona Sebastian öğretmişti.

Sebastian kararlıydı: Isabella'yı bir şekilde ikna edip gerçeği Elizabeth'e söyleyeceklerdi. Zorlukları göğüslemek konusunda yanında olacağına da Isabella'yı ikna edecekti. Ama tüm bunlardan önce Isabella'yı Warwall Düşesi olduğunu kabullenmeye ikna etmesi gerekiyordu.

Kendi dünyasına daldığı için sadece bir ses olarak duyduğu kadınlara dönmesi birkaç saniye gecikince Elizabeth'in ısrarıyla karşı karşıya kaldı: "Öyle değil mi baba? Baba?.. Babacığım?.."

"Özür dilerim canım, dalmışım."

"Madam Mercier'i balomda görmekten senin de çok mutlu olacağını söylüyordum, öyle değil mi babacığım?"

İçinden kıs kıs gülen Sebastian, sabit bakışlarla İsabella'yı süzdü ve onun köşeye sıkıştığı için çaresizlikle titreşen kirpiklerine, ısırmaktan neredeyse kanayacak kadar koyulaşmış dudaklarına baktı ve vicdanı hiç sızlamadı.

Elizabeth'i bilerek yönlendirmişti ama Elizabeth yönlendirildiğinin farkında değildi. Balo davetiyeleri konusunda konuşurken Madam'ı davet etme konusunda kararsızmış gibi davranması yetmişti. Elizabeth, onu mutlaka davet etmeleri gerektiğini söylemişti. Karşılık olarak da Sebastian, Madam'ın balolarda hiç görünmediğini, bu yüzden daveti geri çevirebileceğini söylemişti. Tabii bu, Elizabeth'i daha da kararlı kılmıştı.

Isabella'nın yüz ifadesinden kızının kararlığının son derece başarılı olduğunu anlayan Sebastian, ifadesiz tutmaya çalıştığı sesiyle, "Önümüzdeki hafta düzenleyeceğimiz baloya katılmanız beni memnun eder Madam." dedi.

"Lütfen geleceğinizi söyleyin Madam!"

İsabella'nın Elizabeth'e dönen gözlerindeki şefkatli bakışlar, Sebastian'a gereken cevabı verse de "Davetinizi kabul ediyorum leydim." cümlesini duymak iyi gelmişti.

"Yaşasın!" diyerek bir çocuk heyecanıyla Isabella'nın boynuna sarılan Elizabeth'i uyarma gereği duymadı. Onun konumundaki bir leydinin insanlar arasında coşkun duygularını dile getirmesi hoş karşılanmasa da... Bu an, kızının sarılmasına sevgiyle karşılık veren Isabella'nın hakkıydı.

Araba yavaşlayıp durunca Sebastian, "Sanırım geldik." dedi.

Zamanın ne çabuk geçtiğini anlamayan Isabella, Elizabeth'e, "Tatlı sohbetiniz sayesinde zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım leydim." dedi.

Gülümseyen Elizabeth, "Ben öyle Madam." diye karşılık verdi. "Çok teşekkür ederim!"

"Ben teşekkür ederim leydim." diyen Isabella, kirpiklerinin altından Sebastian'a baktı. "Arabanızı paylaşma nezaketini gösterdiğiniz için size de teşekkür ederim ekselansları."

"Zevkti Madam." diyen Sebastian, uşağın açtığı kapıdan merdiveni kullanmadan atladı ve elini Isabella'ya uzattı, ardından da kızına.

"Ah!.." dedi Elizabeth. "Burası çok kötü kokuyor!" Sebastian'la Isabella'yı güldüren hoşnutsuzluğu çok kısa sürdü. Neşeyle, "Bakın, bakın! Drako'nun arabası da geliyor." dedi.

Hep birlikte yaklaşan arabanın durmasını ve kapısından sırayla Drako, Mathilda ve her an patlayacakmış gibi görünen Samuel'in inmesini beklediler.

"Bay Bolton çok kızgın görünüyor babacığım, gidip Drako'nun neler yaptığını öğreneyim."

Isabella, Elizabeth'in ardından gülümseyerek bakan Sebastian'a, "Neden Lord Stone'un bir şey yapmış olabileceğini düşünüyor?" diye sordu.

"Çünkü yapmıştır." derken Sebastian'ın gözü Isabella'nın dudaklarındaydı. "Elizabeth, Drako'yu çok iyi tanır."

"Balo konusunda..." diye başlayıp devam etmekte kararsızlık yaşayan Isabella dudaklarını ısırdı.

"O baloya geliyorsun! Söz verdin!"

"Biliyorum ama..."

Gözlerini Isabella'nın dudaklarından çekip güzel mavi gözlerine diken Sebastian, "Bence bunun 'ama'sı yok." dedi. Aralarındaki kabul edilebilir mesafe sınırını aşarak Isabella'ya bir adım yaklaşan Sebastian, bir kez daha, "O baloya geleceksin!" dedi. Hissettiği kaygı yüzünden dudaklarını ısırmaya devam eden Isabella'ya, kısık bir sesle, "Ayrıca..." dedi. "Senin yerinde olsam dudaklarımı ısırmayı keserdim. Yoksa..." Gözleri yeniden Isabella'nın dudaklarına indi. "Onları ben ısırırım!"

Erkeğin tehdidinin yarattığı zevkli titreyişle kalıveren Isabella, kendini zorlayarak onun uzattığı kola elini koydu ve birlikte diğerlerinin yanına doğru yürüdüler.

Bölüm : 31.05.2025 00:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...