26. Bölüm

17. Bölüm

majdafan
majdafan

"Girin!"

Sebastian, derinden gelen ince sese itaat ederek kapıyı açtı; Elizabeth'in, "Buradayız, Beth!" diye yükselen sesini takip ederek L biçimindeki odanın köşesini döndü ve olduğu yerde kalakaldı.

Elizabeth, ihtişamlı etekleri yerleri süpüren Afrika menekşesi rengindeki muhteşem tuvaletiyle boy aynasının önünde dikiliyordu.

Sebastian, geçen haftaya kadar, "Afrika menekşesi" diye bir rengin varlığından haberdar değildi; hatta ona sorsalar böyle bir rengin var olmadığına dair iddiaya da girebilirdi. Geçen hafta birkaç kez Isabella'yı Afrika menekşesinin Elizabeth'in gözlerine çok yakıştığını söylerken duymuştu ve o kadar haklıydı ki! Her zaman çok güzel olan Elizabeth, üzerindeki elbiseyle göz kamaştırıcı görünüyordu. Her erkeğin içinde, yeteneği olsun-olmasın, şiir yazma isteği uyandıracağından Sebastian'ın hiç kuşkusu yoktu.

Sıkıntıyla erkeklerin Elizabeth'e bir babanın şefkati ya da hayranlığından başka bir gözle bakabileceğinin ihtimalinden bile hoşlanmadığını fark etti, hatta bu ihtimalin onu korkuttuğunu. İçlerinden birinin, gözünden sakındığı yavrusunun kalbini kırabileceğini düşündüğünde ise göğüs kafesi kara, kapkara bir kinle genişledi. Eğer böyle bir şey olursa, olursa...

"Neden onu bir kuleye kapatıp anahtarını hiç kimsenin bulamayacağı bir yere atamıyorum?" diye düşündü ve hemen bunun çok da kötü bir fikir olmadığına karar verdi. Birkaç sene içinde muhteşem bir yaratığa dönüşeceği belli olan sevgili kızı, neden sadece ve sadece babasının miniği olarak kalmasındı ki?

"Baba?.."

Elizabeth'in sesiyle düşüncelerinden sıyrılan Sebastian; gözlerini aynada kızının hafifçe pembeleşmiş yanaklarında, Isabella'nınkine benzeyen güzel gözlerinde dolaştırdı. Bakışları karşılaştığında Elizabeth, "Beğenmedin, öyle değil mi?" diye sordu.

Sebastian, şaşırarak, "Beğenmemek mi?" dedi. "Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin?"

"Kıyafetime baktıkça yüzünü buruşturup durdun baba!"

Sebastian, hüzün dolu bir tebessümle, "Küçük kızının yavaş yavaş muhteşem bir kadına dönüşümünü kabullenmekte zorluk çeken bir babanın yüzüydü o." dedi. "Sanırım kızımın ilgisini başka erkeklerle paylaşmak pek hoşuma gitmeyecek."

"Baba!" diyen Elizabeth, bir çırpıda dönüp Sebastian'ın kollarına atıldı. "Benim ilgimi senden çalabilecek erkek yok!"

"Canım!"

Bir süre babasının kolları arasında olmanın keyfini çıkaran Elizabeth, en sonunda dayanamayıp, "Gerçekten iyi görünüyor muyum?" diye sordu.

Sebastian, başını geri çekip kızına bir kez daha şaşkınlıkla baktı. Elizabeth, hiçbir zaman kendinden şüphe eden bir çocuk olmamıştı çünkü kendinden şüphe edecek şekilde yetiştirilmemişti. Sebastian, oğlu olmuş olsaydı onu bir sonraki Warwall Dükü olarak nasıl yetiştirecekse Elizabeth'i de öyle yetiştirmişti. Hukuk ve siyaset gibi tamamıyla erkekleri ilgilendiren meseleler dışında Elizabeth, krallıktaki saygın bir erkekle yarışacak derecede iyi eğitimliydi. Hatta, Sebastian'a göre, binicilik ve eskrimde çoğu erkekten daha eğitimli ve yetenekliydi.

"Yine de o bir kadın!" diye düşündü ve bu dünyada kadın olmak her zaman zordu. Sırf bu yüzden Elizabeth'in dik durabilmesini sağlayacak kadar güçlü büyümesini, yaşam ona ne sunarsa sunsun baş edebilmesini ve gerektiğinde karşı koyabilmesini sağlamaya çalışmıştı. Tam da bunu başardığını düşünürken kızının bakışlarında gezinen korku, içine ufak da olsa kuşku düşmesine neden olmuştu. Ona, "Endişe edecek bir şey yok!" demek istiyordu. "Muhteşem görünüyorsun!"

"Elizabeth, kızım..." diye başladığında, aklından geçenleri ifade etmenin çok da kolay olmadığını fark ederek yutkundu. Bir babanın duygusal davranma hakkı olduğuna inanıyor olması başka şey, bu duygusallığı yaşıyor olmak bambaşka bir şeydi. Yutkunsa da sesinin duygularının yoğunluğundan boğulmasına engel olamadı: "Kızım!.. Olağanüstü görünüyorsun yavrum!"

Elizabeth'in gözlerindeki korku, hiç var olmamış gibi kayboldu. "Sahi mi babacığım?" diye sordu ve babası başını sallayınca da kendini yeniden ona sarılırken buldu.

Sebastian, rengi kendininkini andırsa da kendininkinden farklı olarak ipeksi yumuşaklığa sahip saçların üzerine çenesini dayayarak Elizabeth'e sımsıkı sarıldı ve başını geri çekip onun yanaklarını şefkatle avuçlarının arasına hapsetmeden önce bu anı ömrünün sonuna kadar kalbinde saklayacağını bilerek hem kendine hem kızına biraz zaman tanıdı. O sırada kenarda, paravanın hemen yanında dikilmekte olan Bayan Hopkins'in mendiliyle gözlerini kuruladığının farkında değildi.

"Elizabeth..." dedi kızının az önceki sorusuna yanıt vermek isteyerek. "Babanı yalan söylerken ne zaman gördün? Eğer o, sana "olağanüstü" olduğunu söylüyorsa olağanüstü olduğun içindir."

"Biliyorum ama..."

"Şş!.. Bu balonun senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Olmalı da! Ama seni kaygılandırmasına izin verme Elizabeth!" diyen Sebastian, "Bir şeyi bilmeni istiyorum." diye devam etti. "Gelecekte ne olursa olsun, zaman bize ne getirirse getirsin; sen, be-nim kızım-sın! Senden hiçbir koşulda vazgeçmem! Bunu anlıyor musun?"

Elizabeth'in sessizce başını sallamasını yeterli görmeyen Sebastian, "Anlıyor musun Elizabeth?" diye ısrar etti.

"Evet, babacığım anlıyorum ve... Ve ben de senden... Ben de senden asla vazgeçmem!"

Kızının alnını öptükten sonra onu serbest bırakan Sebastian, gürültülü bir şekilde burnunu silmekte olan Bayan Hopkins'e döndü. Yaşlı kadın mahcup bir biçimde, "Affedersiniz ekselansları!" dedi. "Kusuruma bakmayın, yaşlılık beni fazlasıyla duygusallaştırdı."

Hizmetlileri içinde, her ne kadar gereksiz konuşmayı seviyor olsa da Bayan Hopkins'in yeri ayrıydı. Bu yüzden, "Lütfen Bayan Hopkins!" derken Sebastian'ın dudakları alaycı bir biçimde kıvrılmıştı. "Yaşlılık mı?.. Siz hepimizi cebinizden çıkarırsınız!"

Kıkırdar gibi bir ses çıkaran kadın, "Oh! O sizin yüce gönüllülüğünüz ekselansları!" dese de yanakları efendisinin sözlerinin yarattığı gururla kızarmıştı.

Sebastian, belki bir iki cümleyle daha Bayan Hopkins'e takılıp onun mahcubiyetini arttırabilirdi ama buraya bir amaçla gelmişti, o yüzden yaşlı kadına, "Bize biraz izin verir misiniz Bayan Hopkins?" diye sordu.

"Elbette ekselansları!"

Elizabeth, kapıya doğru yönelen yaşlı kadına, "Bir saniye Bayan Hopkins!" diye seslendi ama o sırada babasına bakıyordu. "İzin verirsen üzerimi değiştirdikten sonra konuşabilir miyiz babacığım? Bu kıyafet hem ağır hem de pek rahat değil."

Sebastian, başıyla onaylayınca Elizabeth'le Bayan Hopkins paravanın ardında gözden kayboldu. Sebastian da odanın giriş tarafına geçip kendini gül kurusu koltuklardan birine bıraktı.

Elizabeth'in odası, bir genç kıza göre oldukça sade sayılabilirdi. Etrafta ne göz yoracak ıvır zıvırlar ne de yapılması bir kadın için üstün niteliklerden sayılan ufak tefek el işleri vardı. Elizabeth'in bu tip uğraşılarının olmamasının annesi olmadan büyümesi yüzünden olup olmadığını Sebastian hiçbir zaman bilemeyecekti ama kızı, böylesi zaman kaybı olan şeylerle uğraşmadığı için üzülecek hali yoktu.

Elizabeth'in son bir yıldır yakın arkadaşlık ettiği Leydi Hall da bu konularda Elizabeth'ten farklı değildi. Bu iki genç kızın toplumun kadınlardan beklediği detaylara karşı duyarsız olmaları görünürdeki tek ortak yanları sayılabilirdi çünkü biri cıvıldamadan duramayan, egzotik adalardan getirilmiş parlak tüylü kuşlar kadar sakar ve hareketli, diğeriyse sessiz ve sakin bir kuğu kadar zarifti. Sebastian, bu arkadaşlığı gönülden desteklese de Elizabeth'le Caroline'ın nasıl bu kadar iyi anlaştıklarına hala bir anlam verebilmiş değildi.

Bakışları; kenardaki konsolun üzerinde duran kendi resmine takıldığında dudakları ufak bir gülümsemeyle kıvrıldı. Hayatta çok fazla kişi onu kahkaha atarken görme şansını elde edememişti çünkü kahkahalarla güldüğü anlar nadirdi ama Elizabeth o nadir anlardan birini ölümsüzleştirmeyi başarmıştı. Kızının onu bu şekilde resmetmiş olması, Sebastian'ı fazlasıyla mutlu ediyordu çünkü bu resim, Elizabeth'in bu resmi çizebilecek kadar çok onu gülerken görmüş olduğunun kanıtıydı. Sebastian'a göre somurtkan bir babayı sevmektense resimdeki bu adamı sevmek, kolay ve zahmetsizdi.

Daha fazla çizim görmek için ayağa kalkıp çalışma masasının üzerindeki eskiz defterinin sayfalarını çevirdi ve Caroline'ın, Bayan Hopkins'in, hatta Dominic'in bile yüzünü gördüğünde hiç şaşırmadı.

Bir genç kızın resimle ilgilenmesi beklenen ve istenen bir şeydi. Özellikle de suluboyayla birkaç ağaç, kuş, belki küçük de bir gölü tuvale yansıtmayı başarabilirse fevkalade olurdu. Elizabeth resimle oldukça ilgiliydi ancak suluboya hiçbir zaman ilgisini çekmemişti ve tabii doğa manzaraları da. Sebastian, gururla, kızının çok iyi bir portre ressamı olduğunu düşündü. Elizabeth, kara kalemle harikalar yaratıyordu.

İlerden, giysi hışırtıları arasından Elizabeth, "Büyükannem bugün mü gelecek babacığım?" diye sorduğunda Sebastian da çevirdiği sayfada annesinin asık suratına denk gelmişti. Defteri "pat" diye kapatırken kızını, "Sanırım." diyerek yanıtladı.

Annesiyle ilgili konuşmaya hatta onunla ilgili herhangi bir şeyi düşünmeye hazır değildi ve asla da hazır olabileceğini sanmıyordu. Isabella'nın gerçekleri bir tokat gibi yüzüne çarptığı o geceden sonra düşesi bir daha görmemişti. Takip eden günlerde gerekli ayarlamaları yapmış, Londra'ya yarım günlük mesafedeki kaplıcalara gitmesinin uygun olacağını itiraz kabul etmeyen bir dille anlatan resmi notu da düşese yollamıştı. Elbette yaşlı kadının bu oldu bittiyi öylece kabul edeceğini hiç düşünmemişti. Bu yüzden hem onun gereksiz görüşme girişimlerini engellemek hem de geçmişle ilgili kabullenmekte zorlandığı her şeyi daha iyi düşünebilmek için Warwall'a doğru yola çıkmıştı. Birkaç gün içinde Londra'dan gelen not, düşesin Sebastian'ın verdiği mesajı net olarak anladığını belli etmişti: Kendisi hizmetkarlarıyla birlikte en az iki hafta kalmak üzere kaplıcalara gitmişti.

Elizabeth, büyükannesinin ne zaman döneceğini son günlerde birkaç kez sormuştu ve Sebastian, bir an olsun, bunun Elizabeth'in yaşlı kadına olan sevgisinden kaynaklandığını düşünmemişti. Düşesin kendisine karşı biraz bile sevgi, merhamet ya da şefkat hissetmediğini Elizabeth çok iyi biliyordu. Bu durumda da Sebastian ondan büyükannesini sevmesini bekleyemezdi.

Düşesin akşamki baloda olmaması, insanların konuşmasına neden olabilirdi; Elizabeth'in esas çekindiği şey buydu. Takdimi sırasında kraliçe Elizabeth'e büyükannesini sormuş; o da kararlaştırdıkları gibi yaşlı düşesin romatizmaları için kaplıcaya gitmek zorunda kaldığını söylemişti. Kraliçe bu seyahatin zamanlamasını garip bulduysa bile üstünde durmamıştı. Düşes, bu akşam da ortada görünmezse Elizabeth bu sefer gereksiz soruların ve belki de saçma sapan yorumların hedefi olabilirdi.

Sebastian, kızının bu en özel gecesinde böylesi bir tatsızlık yaşanmaması için gerekli tedbiri elbette almış; düşese baloda hazır bulunmasını neredeyse emreden kısa bir mektup yollamıştı. Düşesin bugün akşama doğru Londra'da olacağını bir cümleyle karaladığı notu da iki gün önce Sebastian'ın eline geçmişti.

Bir bacağını diğerinin üstüne atmadan önce cebinden bir kağıt parçası çıkardı. Bu notu, düşes geldiğinde ona iletmesi için Dawson'a verecekti. Nezaketen bir girişe bile gerek görmediği sözcüklerin üzerinde bakışları hızlıca dolaştı.

"Bu gece, Elizabeth'in büyükannesi ve Warwall'ın on dördüncü düşesi olarak dikkatli davranmanızı ve davetlilere, onlar kim olursa olsun, gereken inceliği göstermenizi bekliyorum!"

Sebastian, içinde hissettiği sıkıntıya rağmen düşesin bir sorun çıkaracağını sanmıyordu. Sonuçta düşes akıllı bir kadındı. Eğer farklı bir davranış sergilerse Sebastian'ın çok daha önce onu davranışları konusunda ikaz ettiğinde ima ettiği gibi ikametini İskoçya'daki av köşküne alabileceğini biliyor olmalıydı.

"İzninizle ekselansları!"

Sebastian, Bayan Hopkins'i selamlarken düşes için hazırladığı notu yavaşça katlayıp yeniden cebine koydu ve başını çevirip alımlı bir zarafetle yaklaşan Elizabeth'e baktı. Eliyle yanındaki boşluğa vurarak, "Gel, otur!" dedi ve Elizabeth oturur oturmaz kızının ellerini avuçlarının içine hapsetti.

Elizabeth, babasının gözlerine merakla baktı.

"Baba?.. Bir şey mi oldu?"

"Hayır, neden böyle bir şey sordun?"

"Sanki... Nasıl desem... Farklı davranıyorsun."

"Farklı?.."

"Yani... Garip!"

Sebastian, Elizabeth'in ellerini bırakıp dünyada bu en sevdiği varlığın bu kez de yüzünü avuçlarının arasına aldı.

"Sen benim canımsın! Bunu biliyorsun değil mi?"

Elizabeth'in yüzündeki merak, yerini kaygıya bıraktı.

"Baba, lütfen! Ne olduğunu söyler misin?"

Kızının yanaklarını şefkatle öptükten sonra geri çekilen Sebastian, "Seninle balo hakkında konuşmak istedim." dedi. Elizabeth yüzüne, "Sonra?.." der gibi bir ifadeyle bakınca da sesi ciddileşerek devam etti: "İlk sezonuna böylece başlamış olacaksın. Balolar ve bu tip toplantılar hakkında... Biliyorsun çok... Çok kalabalık olurlar..."

Elizabeth güldü.

"Biliyorum baba."

"Ve sosyetede çok garip insanlar var."

"Bunu da biliyorum."

"Elizabeth!.." diyerek kızını uyarmak zorunda kaldı Sebastian. "Sözümü kesip durma, zaten toparlamakta sorun yaşıyorum."

Babasının bir şeyi yapmakta soru yaşaması, hayatta duyduğu en garip şeylerden biri olsa da Elizabeth bu konu hakkında yorum yapmadan onun isteğine uydu ve sessizce bekledi.

"Tamam... Şimdi... Sosyetede elbette iyi insanlar da var ama yine de tedbirli davranmak iyidir. Yani demek istediğim..."

Sebastian yüzünü sıvazlarken içinden, "Lanet olsun!" dedi. Bu konuşma, hiç de istediği gibi gitmiyordu. Aslında hiç gitmiyordu! Bu şekilde devam ederse söylemek istediklerini akşama kadar ancak tamamlayabilirdi. Yeni bir kararlılıkla başlamadan önce boğazını temizledi.

"Sen benim kızımsın. Ben de Warwall Dükü'yüm. Bu seni oldukça önemli bir konuma yerleştiriyor. Ve üstene sen... Sen..."

Daha fazla sessiz kalmaya dayanamayan Elizabeth, "Evet, 'ben' baba?" diyerek babasının hiç karşılaşmadığı bu tutuk tarafının altından kötü bir şey çıkmayacağını umarak içinden dua etti.

"Sen çok güzelsin!"

Babasının bunu sanki bir suçmuş gibi söylemesi; Elizabeth'in, onun şu tuhaf ruh halinden çekinmese, kahkahalarla gülmesine neden olacaktı.

"Herkesin ağzını sulandıracak bir çeyizin var. Bazı erkekler... Bazı erkekler..."

Elizabeth'in yüzünde yavaş yavaş bir gülümsenin izleri belirdi çünkü en sonunda babasının ne demek istediğini anlamaya başlıyordu ama sessizce onun devam etmesini bekledi. Ne de olsa Sebastian St. James'in içine düştüğü düşünce dağınıklığıyla nasıl mücadele ettiğini bir kez daha göremeyebilirdi.

"Elizabeth... Bazı erkekler için bütün bunlar fazlasıyla yeterli olacaktır. Bu yüzden dikkatli olmalısın! Senden hiçbir erkekle balkona, bahçeye... Aslında yalnız kalacağınız hiçbir yere gitmemeni istiyorum. Yani bir erkekle asla yalnız kalma! Bu anları kullanarak seni tuzağa düşürmek isteyenler olabilir."

Elizabeth, hemen her sene babasının kastettiği anlamda bir skandalla evlenmek zorunda kalan genç kızları duyuyordu. Yaptıkları zorunlu evlilik yetmezmiş gibi, bir de sanki suçlu onlarmış gibi toplumda uzun süre kabul görmüyorlardı. İşte bu yüzden, bu kez elini babasınınkinin üzerine koyan, Elizabeth'ti.

"Biliyorum baba. İçin rahat olsun."

"Bildiğini ben de biliyorum Elizabeth ama seni uyarmak benim görevim! Yaşın daha çok küçük! Evlenmek için çok küçük!"

Kontrol edemeyeceği şeyler üzerindeki çaresizliği sesine yansıyan babasının bu haline dayanamayan Elizabeth, ona uzanıp sarıldı.

"Lütfen!.. Ben sadece ilk sezonuma adımımı atıyorum, evliliğe değil!" Kendini geri çekip, babasının sevgi dolu gözlerine baktı. "Ve yakın zamanda da evlenmeye niyetim yok! Biraz baloların keyfini çıkarmak istiyorum. Ve babacığım, söz veriyorum, dikkatli olacağım."

Sebastian bacaklarını ileri uzattı, sırtını koltuğa yaslayarak gözlerini yumdu.

"Tanrı'm! Bu konuşmayı seninle annen yapmalıydı!" derken Isabella'yı düşünüyordu. Elizabeth'in sanki ona şiddet uygulanmışçasına sarsılan bedenini görmediği için de devam etti: "Anneler bu işlerde her zaman daha iyidir."

Kızının sessizliği karşısında gözlerini açan Sebastian, onun yüzünün kızardığını gördü. Dudakları da titriyordu.

"Az önceki sözleri, onları neden söylediğini anlayabiliyorum baba ama... Lütfen... Lütfen bir daha o kadından benim yanımda bahsetme!"

Bir an için irkilen Sebastian ne diyeceğini bilememenin kararsızlığıyla kalsa da kendini çabuk topladı.

"Elizabeth, bu dünyaya tek başına gelmedin; seni bir kadın doğurdu. O senin..."

"Sakın! Sakın o sözcüğü telaffuz etme baba!" diyen Elizabeth'in sesi titriyordu. "Beni bir kadın doğurdu, bu kesin ama bu, onu benim hiçbir şeyim yapmaz! Eğer iş doğurmaksa, özür dileyerek söylüyorum, fareler dünyanın en mükemmel anneleri olmalı! Ne de olsa bir seferde on beş yavru falan doğuruyorlar!"

Derinden sarsılan Sebastian, yine de denemek istedi: "Elizabeth..."

"Lütfen!.." diye yalvaran kızının çaresiz bakışlarına dayanamayan Sebastian sustu ama içten içe düşese karşı iyice bileniyordu. Isabella'nın hayatını mahvetmişti! Ve belki de en önemlisi Elizabeth'in hayatını mahvetmişti! Onun yüzünden Elizabeth, annesini görmemiş; sesini duymamıştı. En önemlisi bir anne göğsünün rahatlatıcı yumuşaklığını hiç hatırlamamıştı. Bütün bu mahrumiyetlerin ötesinde düşes torununa bir annenin özlenebilecek bir hatırasını bile çok görmüştü. Elizabeth'in adamın birine tercih edilen küçük bir kız çocuğunun ötelenişini, itilişini hissetmesine izin vermişti.

"Bu konuyu konuşmayalım." diye devam etti Elizabeth. "En azından şimdi konuşmayalım!"

Sebastian, çaresizce, "Sen nasıl istersen." dedi. Konunun bu şekilde sonlandırılmasından duyduğu hoşnutsuzluğu Elizabeth'e yansıtmamaya çalışarak, "Seninle konuşmak istediğim başka bir şey daha vardı." dedi. "Ben... Ben yeniden evlenmeyi düşünüyorum." Kızının büyüyen gözleri karşısında açıklama yapma ihtiyacı hissetti: "Warwall'ın bir varise ihtiyacı var, senin de bir erkek kardeşe."

"Varis mi?.."

"Evet, varis! Ama şu kadarını söyleyeyim Elizabeth, eğer senin geleceğin söz konusu olmasa varis meselesi hiç umurumda olmazdı!"

"Anlamıyorum baba. Bunun benimle ne ilgisi var?"

"Evlilik çağın yaklaşıyor kızım." Sebastian, iki gün sonraki baloyla birlikte herkesin onu bir gelin adayı olarak göreceğini aklına dahi getirmek istemese de bu bir gerçekti. "Zamanı geldiğinde, kiminle evleneceğini bilmiyorum ama..."

"Ya da evlenip evlenmeyeceğimi!" diyerek araya girdi Elizabeth.

Sebastian; bunun gerçekleşme ihtimalinin oldukça düşük olduğunu düşünse de sakince başını salladı.

"Ya da evlenip evlenmeyeceğini. Her koşulda Warwall'da oturacak bir erkek kardeş, senin en büyük dayanağın olacaktır."

"Benim en büyük dayanağım sensin babacığım!"

"Canım kızım! Belki şimdi öyle ama ne zaman öleceğimizi..."

Elizabeth babasının cümlesine devam etmesine fırsat tanımadan, "Tanrı korusun!" diye çığlık attı. Sonra da "Lütfen babacığım!" diye yalvardı. "Lütfen böyle şeyler söyleme! Dayanamıyorum!"

"Elizabeth... Bunlar hayatın gerçekleri tatlım."

"Sen 'ölüm'den bahsetmek için çok gençsin ama!" diyen Elizabeth'in aklına aniden geçen sene daha otuz yaşında verem yüzünden ölüveren Vikont Darwood geldi ve gözleri endişeyle büyüdü. "Yoksa... Yoksa hasta mısın baba?"

Sebastian, kızının aklının çalışma biçimine ufak bir kahkahayla karşılık verdi.

"Hayır, hasta değilim ve ölmek için hasta olmaya gerek olmadığını ikimiz de biliyoruz."

Elizabeth somurttu.

"Galiba bugün seninle hiç hoş şeyler konuşamayacağız babacığım!"

Sebastian, uzanarak kızının yanağını okşadı.

"Gerçekler çoğu zaman güzel değildir Elizabeth."

Derin bir nefes alan Elizabeth, "Seni anlıyorum baba." dedi. "Yani beni korumak istemeni ama... Bu yüzden evlenemezsin! Benim için evlenemezsin!"

Elizabeth sözlerini bütün içtenliğiyle söylemişti. Senelerce, onun için hayatındaki birçok şeyden vazgeçen bu adamın böylesi bir fedakarlık yapmasına izin veremezdi ama bu düşüncesini ona söyleyemezdi de çünkü ne zaman onu büyütürken yaptıklarıyla ilgili "fedakarlık" sözcüğü kullanılacak olsa babası o çok meşhur, buzulları bile eriten gözleriyle dik dik bakar; dudaklarını ince bir çizgi haline gelinceye kadar birbirine bastırır ve Elizabeth'i kırmamak için odayı hızla terk ederdi.

Kızının itirazına, rahat bir sesle, "Evlenirim." diye karşılık verdi Sebastian. Sesi kararlıydı. "Evlenecektim de..." Bir an sanki bir sonraki cümleyi söyleyip söylememe konusunda tereddütte kalmış gibi görünse de devam etmesi için birkaç saniye yeterli olmuştu. "Ama... Ama..."

"Evlenmekten vazgeçtin?.."

"Hayır, elbette hayır! Sana evlenmeyi düşündüğümü söyledim ya!"

"Evet ama sanki bu geçmiş zamanda kalmış gibi konuştun."

Sebastian gülümsedi.

"Sadece gerekçelerim geçmiş zamanda kaldı."

Anlık bir duraksamanın ardından Elizabeth'in gözleri büyüdü, kocaman oldu. Hiç ummadığı büyük mutluluk dalga dalga benliğine yayıldı, parlak yüzünü daha da parlatan bir gülümsemeyle kendini gösterdi.

"Baba?.. Sen... Sen aşık mı oldun?"

Sebastian, bunca yıllık hayatında ilk kez yanaklarının yandığını hissetti.

"Baba?.. Lütfen söyle, kime aşık oldun?"

Sebastian, sıkıntıyla, bugün buraya duygularını açıklamak için gelmediğini düşündü. Kızını tam anlamıyla içine gireceği aristokrasi sistemiyle ilgili uyarmak için gelmişti. Elizabeth genel kurallardan, elbette, haberdardı fakat haberdar olması yetmiyordu çünkü birileri bazen bu kuralları kendine göre evirip çevirebiliyordu. Gözünden sakındığı çocuğunun saf ve henüz kimsenin dokunmadığı kalbinin değmeyecek kişilerce kırılmasını hiç istemezdi ama bu olasılığı görmezden de gelemezdi çünkü Sebastian'ın asalet basamaklarının neredeyse en tepesindeki konumu bile onu korumaya yetmeyebilirdi.

Evet, Elizabeth'in odasına gelirken ona yeniden evlenmeye karar verdiğini de söylemeye karar vermişti. Bunu sadece söyleyecekti, tıpkı bir açıklama yapar gibi. İşin içinde duygularından bahsetmek yoktu; hatta bu, aklından bile geçmemişti. Fakat şimdi buna mecbur kalmıştı ve hayatında bir kez olsun duygusal olarak kendini açmamış bir adamın garip çaresizliğini yaşıyordu. Kendisinin bile daha henüz kabul ettiği bir şeyi, bir başkasına, hele hele de insanın kendi evladına karşı dile getirmesinin zorluğuyla derin bir nefes alan Sebastian ancak, "Elizabeth..." diyebildi. Devamını nasıl getireceğiyle ilgili biraz daha düşünmesi gerekiyordu.

Elizabeth babasının uzun süren sessizliği karşısında aklından geçen düşünceyi daha fazla içinde taşıyamadı.

"Yoksa aşık olduğun kadın Leydi Francine mi baba?"

Babasının ani bir şiddetle ayağa fırlaması karşısında hazırlıksız yakalanan Elizabeth, sırtını koltuğun arkasına yasladı. Babasının bütün bedeni titrer gibiydi, bunun sinirden olduğunu anlamak Elizabeth'i korkuttu.

Babasının, "Elizabeth!" diye gürlemesi karşısında belki de hayatında ilk defa ondan korktuğunu hissetti. "Bir kez daha... Bir kez daha benim özel hayatımla ilgili konuştuğunu duyarsam..." Sebastian ellerini yumruk yapıp arkasını döndü. "Küçükken yemediğin sopayı yersin benden!"

Elizabeth, ciddiyetinden bir an bile kuşku duymadığı bu tehdit karşısında eliyle ağzını kapattı. Çok boşboğazdı. Gerçekten çok boşboğazdı. İçinden geldiği gibi konuşmaktan, duygularını anlatmaktan hiç çekinmezdi ve doğal olarak bu yüzden sık sık başını belaya sokardı. Tuhaf olansa babasının ona daima toleransla yaklaşmış olmasıydı. Kınayan bir bakış; adını bir ton yükselen sesle telaffuz ediş... Onu uyarmak için babası bu kadarını yeter görürdü. Ama şu anda karşısında duran kişi babası değildi; daha önce bir kez bile görmese de çoğunluğun bahsettiği fakat onun inanmakta zorlandığı o kişiydi, Warwall Dükü Sebastian St. James'ti. Hizmetkarların daha o istemeden isteklerini yerine getirmek için koşturdukları soğuk, sert, taviz vermez soyluydu.

Kısık bir sesle, "Özür dilerim!" diye mırıldandı. "Ben... Ben gerçekten çok üzgünüm!"

Katı tavrını bozmadan kızına dönen Sebastian, aynı katılıkla, "Bunu kimden duydun?" diye sordu.

"Ki-kimseden!"

"Elizabeth!"

Babasının net bir cevap alıncaya kadar bastıracağını anlayan Elizabeth pes etti ve pişmanlıkla fısıldadı: "Caroline'dan..."

"Caroline'dan..." diye tekrarlayan dük, başını inanmazlık dolu bir ifadeyle iki yana salladı. "Siz yan yana geldiğinizde, dedikodu mu yapıyorsunuz?"

Elizabeth, babasının asla bilemeyeceği apaçık bir yalan söyleyerek, "Elbette hayır, babacığım." dedi.

Sebastian'ın can sıkıntıyla kızının yanına yeniden oturdu. Geçmişinde kalmış bile olsa beraber olduğu bir kadının ağızlara sakız olması kabul edebileceği bir şey değildi. Bu yüzden ki sevgilileriyle toplum içinde hep mesafeliydi ve onlar hakkında hep ketumdu. "Demek ki yetmiyormuş!" diye düşündü üzüntüyle. Kızının bile duyduğu bu ilişki, kim bilir diğerleri tarafından nasıl konuşuluyordu? Bunun düşüncesi bile beynine iğne batırılmış gibi hissetmesine neden oldu. Kendisine bir şey olmayacağını biliyordu, o bir erkekti. Kadın içinse, bunu bir meslek haline getirmeyecekse, "metres" olarak anılmak son derece sıkıntılı bir durumdu. Ve Francine böyle bir muameleyi asla hak etmiyordu.

"Babacığım?.. Gerçekten çok üzgünüm!"

Yüzünü hafifçe çevirip Elizabeth'in üzgün ve masum suratına baktı. "Tamam..." dedi kendini toparlamaya çalışarak. "Beni oldukça şaşırttığını söylemeliyim Elizabeth."

Bir kez daha, "Üzgünüm!" diyen kızına soğuk bir tavırla, "Olmalısın da!" dedi. "Leydi Francine çok soylu bir hanımefendi. Oldukça ağırbaşlı, güzel, nazik..."

"Ve sen de ona aşık değilsin!" dedi Elizabeth, oldukça mutlu bir tavırla. Hiçbir erkek, aşık olduğu kadını bu kadar yavan sözcüklerle anlatmazdı.

"Elizabeth!"

"Lütfen baba!" diye yalvardı Elizabeth. "Bana o kadının kim olduğunu söyle! Kimsenin başaramadığını başaran o kadının adını söyle! İnan Leydi Francine bile olsa umurumda değil! Sen kimi sevdiysen ben de onu severim! Senin bana hep söylediğin gibi: Sen benim her şeyimsin!"

Sebastian, "İnsan böyle bir evlada kızgın kalmaya nasıl devam edebilir ki?" diye düşündü. "Gel buraya!.." diyerek, kızının başını bağrına bastırarak okşadı.

Elizabeth, babasının kollarında bulduğu huzura rağmen orada daha fazla kalamayacak kadar heyecanlıydı. Kendini geri çekip heyecanla, "Kim o kadın baba?" diye sordu.

Sebastian, bir an yere bakıp utanç gibi bir duyguyla güldü.

"Isabella Mercier"

"Isabella Mercier mi? Evlenmek istediğin kadın Madam Mercier mi? Aşık olduğun kadın Madam Mercier mi?"

Kızının her soru cümlesiyle yükselen sesi karşısında Sebastian, "Sakin ol!" dedi ve karşılığında Elizabeth çığlık atarak ayağa fırladı. "Tanrı'm!" derken hem bağırıyor hem zıplıyor hem de kahkahalarla, "Tanrı'm!" diyordu. "Tanrı'm! Tanrı'm!.."

"Elizabeth!.."

Sebastian, uyarısına rağmen, kızının bitmek bilmeyen neşesi karşısında çaresizce onu izlemekle yetindi. Bir süre sonra onun neşesi Sebastian'ın da anlamsızca sırıtmasına neden oldu. Yine de kızını, "Biraz sakin olur musun lütfen?" diye uyarmaktan kendini alamadı.

"Olamam! Olamam!"

Sebastian, kızının beş dakika boyunca süren heyecanını çaresiz gözlerle izledi ama bunun bir eziyet olduğunu asla söyleyemezdi.

"Tanrım!" dedi Elizabeth, Isabella'nın ismini duyduğu andan itibaren belki yüzüncü kez. "Londra'nın en güzel, en zevkli kadını benim üvey annem olacak!"

Sebastian, kızının temiz kalbi yüzünden böyle konuştuğunu bilse de kendini, "Tüm düşünebildiğin bu mu yani Elizabeth?" demekten alamadı.

Elizabeth, hiç alınganlık göstermeden, "Eveet!.." dedi. "O, Londra'daki soylu kadınların hayal bile edemeyecekleri elbiseleri tasarlayıp onları giydiren kadın! Üstelik... Üstelik mükemmel bir kişiliği var. O kadar alçakgönüllü ki!"

"Madam, soylu biri değil Elizabeth."

Elizabeth, omzunu silkti.

"Soylu olmaması neyi değiştirir ki?"

"Sevgili kızım, ben bir düküm."

"Evet, sen bir düksün babacığım; işte bu yüzden Madam'ın soylu olmaması sorun olmamalı!"

Kızının iyimserliğine imrenen Sebastian, "Elizabeth" diye başladı. "Eğer bu evlilik gerçekleşirse, belirtmeliyim ki gerçekleşmesi için elimden gelen her şeyi yapacağım, kurallara kafa tutmuş olacağım. Soylular, kendilerini düzenlerinin bozulacağı konusunda tehdit ediliyormuş gibi hissedecekler ve bu, sorunlara yol açacak. Bu durumda benim bir dük olmam hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Kraliçenin tepkisinin ne olabileceğini dile getirmek bile istemiyorum. Isabella gibi soylu olmayan bir kadınla evlendiğimde bunun bir aşk evliliği olduğunu anlayacak ve biliyorsun bundan hiç hoşlanmayacak. Yine de..."

"Yine de?.."

Sebastian, kızına sevgiyle bakarak, "Kraliçe de dahil kimsenin ne diyeceği umurumda değil, beni sadece... Sadece senin ne düşüneceğin, ne diyeceğin ilgilendiriyor." dedi.

Elizabeth duygulandı, o kadar duygulandı ki gözyaşları gözlerini yakmaya başladı. "Babacığım!" dedi kendisini bu çok sevdiği adamın kollarına atarak. "Sen mutluysan ben de mutlu olurum, bunu bilmiyor musun? Ben her zaman seninleyim."

Sebastian Elizabeth'i bağrına bastırdı. "Kızım! Yavrum!" derken sesi sadece sevgiyle değil, gururla da titriyordu. Elizabeth de gözünden kayan bir damla mutluluk yaşla böyle bir adamın kızı olduğu için içinden Tanrı'ya teşekkür ediyordu.

 

Bölüm : 10.07.2025 11:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...