
Isabella; vakit gece yarısına yaklaştığında iyice yorulmuştu ve dans kartına adını yazan her centilmenle dans etme zorunluluğunun tam anlamıyla bir saçmalık olduğuna karar vermişti.
Dans ettiği erkeklerin hepsinin birer beyefendi çıkması büyük şanstı. Biri bile zararsız iltifatların ötesine geçip flörtü abartmamıştı ama yine de Isabella, böyle iltifatlara alışkın olmadığı için çok utanmıştı. Bir zaman sonra güzelliğine yönelik övgü dolu sözleri zarifçe gülümseyerek kabul etse de ilk başlarda yanakları epey kızarmıştı.
Dans aralarının dinlenmek için iyi bir fırsat olduğu konusundaki düşüncesini, ilk birkaç dansın ardından merakla yaklaşan soylu kadınların başlattığı sohbetler yüzünden çoktan unutmuştu. Yapmacık nezaket sözleri ve havadan sudan konuşmalarla başlayan konuşmaları; Caroline Hall'in zekice yönlendirmeleri, sohbete fazla katılmamasına rağmen göz alıcı yakışıklılığıyla Dominic Hall'in varlığı ve tabii Drako Stone'un her şeye kayıtsız alaycı çekiciliğiyle istisnasız tüm kadınlarla flört etmesi sayesinde kazasız belasız atlatmayı başarmıştı.
Leydilerin bunca yılın ardından neden sosyal ortamlara katılmaya karar verdiği veya ilk olarak neden Warwall balosunu seçtiğine dair soruları, yapmacık gülümsemeler eşliğinde gelmişti. Isabella da onlarınkine benzer gülümsemeyle dün, sabahtan akşama kadar, Mathilda'yla çalışmış olduğu cevapları vermişti.
İçlerinden biri bile Leydi Elizabeth'in nazik davetini reddetmenin uygun olmayacağına dair Isabella'nın üstü kapalı sözlerine itiraz etmemişti çünkü Leydi Elizabeth, Warwall Dükü Ekselansları Sebestian St. James'in kızıydı. Böylesine güçlü bir adamın kızını üzmeye kim cesaret edebilirdi?
Bu konudaki merakları giderildikten sonra soylu hanımefendilerin Isabella'ya yaklaşmalarının bir diğer nedeni daha ortaya çıkmıştı: Isabella'yı "basit bir terzi" olarak adlandırılmaktan kurtaran eşsiz yeteneği hepsinin ilgisini çekiyordu. Zaten o yetenek sayesinde damarlarında bir damla bile asil kan taşımadığına inandıkları bir kadının bu salondaki varlığına "kabul edilebilir" olarak bakabiliyorlardı. Leydi Caroline ve Elizabeth'in sade bir gösterişe sahip kıyafetlerini büyük bir coşku ve hayranlıkla övmelerinin, Isabella'nın kabarık randevu defterinde kendilerine bir yer bulmayı ümit etmelerinin nedeni de yine aynı eşsiz yetenekti.
Salonda müzik sesi yeniden yeni bir dans başlangıcını haber verdiğinde Leydi Hall, "Nihayet Tanrı'm!" diye mırıldandı. "Sonunda oturabileceğim!" Dans kartını havada sallayan genç kız, "Boş! Gördünüz mü Madam? Boş!" diyerek gülümsedi.
Yanlarından hemen hemen hiç ayrılmamış olan Drako Stone, "Bu işte sizce de bir tuhaflık yok mu Leydi Caroline?" diye sordu.
"Nasıl bir tuhaflık lordum?"
"Bu salonda dans kartı boş olduğu için sevinebilecek tek bir kadın olduğunu sanmıyorum."
"Ben seviniyorum ama!"
Drako Stone omzunu silkti.
"Tuhaf, olduğunu söylemiştim."
Kaşları hafifçe çatılan Caroline Hall, "Aslında demek istediğiniz benim 'tuhaf' olduğum mu Lord Stone?" diye sordu.
Drako Stone bir an düşünür gibi olduktan sonra sırıttı.
"Evet, sanırım öyle demek istiyorum."
Leydi Caroline'ın gözle görülür öfkesini hisseden Isabella, hemen araya girerek, "O zaman ben de oldukça tuhafım lordum çünkü şu anda bir isim görebileceğim korkusuyla dans kartıma bakamıyorum." dedi.
Kız kardeşiyle Drako Stone arasındaki tartışmaya karışmamış olan Lord Hall, gözlerini salonun ortasındaki bir noktadan ayırmadan, "Senin sözlerini ciddiye alırsak Stone, Leydi Elizabeth bu balodaki en 'tuhaf' olmayan kadın olabilir çünkü kendisi şu ana kadar hiçbir dansı kaçırmadı ve halinden oldukça memnun görünüyor." dedi.
Isabella; gözlerini adamın baktığı noktaya çevirdiğinde Elizabeth'in, üçüncü dansını Lord Hall'le yaptığından beri yüzünden hiç eksilmemiş aynı yapay gülümsemeyle yeni kavalyesinin kolunda salonun ortasına doğru ilerlediğini gördü.
Drako Stone, "Belki farkında değilsin ama Hall..." diye başladı. "Elizabeth, henüz kadın sınıfının zor memnun olan doğasına sahip olamayacak kadar küçük."
Lord Hall, Drako Stone'u soğuk bakışlarla süzdü. "İnan bana, çok iyi farkındayım!" Sonra adamın başka bir şey demesine fırsat vermeden Isabella'ya döndü.
"Üzülerek söylüyorum Madam: Korkarım ki kartınız bu dans için dolu."
Isabella gözleri büyürken, "Oh!" diye inledi. "Lordum az önceki sözleri söylerken sırada sizin olduğunuzu inanın bilmiyordum!"
Dominic Hall gülümsedi. "Sakin olun Madam, sıradaki dans partneriniz ben değilim." derken gözleri Isabella'nın arkasına doğru kaymıştı.
"Ama o zaman kartımın bu dans için dolu olduğunu nasıl bilebilirsiniz?"
"Bilebilir çünkü Dominic'ten oraya adımı yazmasını ben istedim."
Isabella, kalbi neredeyse boğazında atarken yavaşça döndü ve o sırada dudakları sessiz bir fısıltıyla aralandı: "Sebastian!"
Başını hafifçe eğip, "Madam..." diyen Sebastian karşısında Isabella bacaklarını hafifçe kırdı.
"E-Ekselansları..."
Isabella, narin elini Sebastian'ın beyaz eldivenle sarılı avcuna bırakırken endişeliydi. Sebastian, bu gece açılış dansını Elizabeth'le yaptıktan sonra sadece Leydi Caroline'la dans etmişti. Isabella bunu çok iyi biliyordu çünkü her dansta gözleri dans edenlerin arasında onu aramış, bulamamıştı. Laf arasında Lord Stone'a, meraklı görünmediğini umarak, ekselanslarının neden dans etmediğini sormuş; Lord Stone da gülerek, "Sebastian dans etmekten nefret eder!" demişti. Sonra da göz kırparak eklemişti: "Aslında sevgili kuzenim tam bir eğlence düşmanıdır."
Adamın şaka mı yaptığını yoksa bir gerçeği mi dile getirdiğini bir türlü anlayamayan Isabella, saatler ilerledikçe ikincisinde karar kılmıştı çünkü Sebastian'ı genelde etrafı soylu erkekler ve kadınlarla sarılı bir şekilde salonun çeşitli köşelerinde sohbet ederken görmüştü ama dans ederken görmemişti.
Bu yüzden şimdi onun kolunda salondaki herkesin dikkatinin üzerlerinde olduğunu bilerek ilerliyor ve kafalar birbirine yanaşırken neler konuşulabileceğini az çok tahmin edebiliyordu.
Sebastian'a bakmadan, "Bunu yapmamalıydın." diye mırıldandı.
"Neyi? Seninle dans etmeyi mi?"
Isabella sessizce başını sallayınca, "Neden?" diye sordu Sebastian.
"Nedenini çok iyi biliyorsun!"
Yerlerini aldıklarında Sebastian, bir eliyle Isabella'nın belini diğeriyle de elini nazikçe kavradı.
"Lütfen ilk dansımızı başkalarının ne düşüneceğine kafa yorarak boşa harcamayalım."
Isabella, bir an kararsızlık içinde kalsa da "Zaten olan oldu." diye düşündü ve başını hafifçe eğerek Sebastian'a teklifini kabul ettiğini belli etti.
Artık pek moda olmasa da, hatta hiç moda olmasa da, Sebastian Isabella'yla dans ederken müzisyenlere "vals" emrini vermişti. Isabella'ya yakın olmanın tadını çıkarmak istiyordu ve Isabella, "Lütfen bana öyle bakma!" deyinceye kadar çıkardı da.
"Nasıl?"
"Sanki... Sanki bakman gereken tek kişi benmişim gibi!" diyen Isabella, sadece kenarda duranların değil, dans edenlerin de onları izlediğini biliyordu. "Sanki gö-gözlerini benden alamıyormuşsun gibi!"
"Alamıyorum zaten!" diyen Sebastian'ın sesi boğuktu. "Ne kadar güzel olduğunu bilmiyor musun Isabella?"
Isabella'nın kirpikleri aşağı indi.
"Lütfen gözlerini benden kaçırma!"
Isabella, bir çeşit meydan okumayla gözlerini erkeğin soluk mavi gözlerine dikti.
"O zaman sen de bana öyle şeyler söyleme!"
"İstediğiniz gibi olsun Madam." diyen Sebastian konuyu değiştirdi. "Yoruldun mu?"
"Biraz. Bu saatlerde ayakta olmaya alışkın değilim, dans etmeye de."
"Şikayet eder gibi görünmüyordun!"
Adamın sesindeki tınının "eleştiri" olabileceğini düşünse de bunun üzerinde durmadı Isabella, ilgisini daha çok onun tarafından takip edilmiş olduğu gerçeği çekmişti ve bu gerçek hoşuna gitmişti.
"Diğer türlüsü kabalık olmaz mıydı?"
Kendi etraflarında bir tur daha atarken Sebastian, hırçın sayılabilecek bir tavırla, "Dans ettiğin her erkeğe gülümsemek zorunda değildin!" diye homurdandı.
Açıkça huysuzluk yapan düke, "Böyle mi?" diye soran Isabella, ona diğerlerine bahşettiğinden çok daha cömert bir gülümseme sundu.
Sebastian yüzündeki sakin ifadeyi korumakta zorlandı ama karanlık bakışları için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Parmakları neredeyse acıtacak sıkılıkta Isabella'nın belini kavrarken, dişlerinin arasından, "Beni... Kışkırtmaya mı çalışıyorsun?" diye sordu. "Eğer öyleyse doğru yolda olduğunu söyleyebilirim."
Isabella; yaptığının tam olarak da bu olduğunu anladığında, bir çeşit dehşetle, "Ö-Öyle bir amacım yo-yok!" diye kekeledi.
"Bunu bildiğim iyi oldu." diyen Sebastian, yazılı olmayan bir kuralı esneterek başını biraz daha Isabella'ya yaklaştırdı ve kadının narin kulağına yakın noktada, "Diğer türlü kendimi kaybedip seni tam da burada, bu salonun ortasında öpebilirim." diye itiraf etti. Isabella'nın nefesini sesli bir biçimde aldığını fark edince başını geri çekip muhteşem mavilikteki gözlerin içine baktı. "Bu kadar şaşırmamalısın. Seni ne kadar arzuladığımı biliyor olmalısın. Bunu sana ispat ettiğimi sanıyordum."
Erkeğin sözleriyle sarsılan ve bunu gizleyemeyen Isabella, "Eğer o geceyi referans alırsak ekselansları" dedi. "Aklımda daha çok sizin hakaretleriniz kaldı. Özellikle de... Özellikle de bizim... bizim..."
Sebastian, Isabella'nın cümlesini tamamladı.
"Sevişmemizden sonraki hakaretlerim?"
Isabella hiç cevap vermeden bakmaya devam edince Sebastian, "Çok üzgünüm." dedi büyük bir pişmanlıkla. "Bilmeni isterim ki daha önce kendimi hiç o kadar çaresiz hissettiğim bir başka an olmadı. Hayatımda hataya yer olmadığını düşünürken geçmişte hayatımın en büyük hatalarını yaptığımı fark etmek hiç kolay değildi ve bununla baş edemeyerek bir başka büyük hata yaptım ve seni kırdım. Üzgünüm. Gerçekten üzgünüm Isabella ve senden beni affetmeni rica ediyorum!"
Isabella, müziğin sesi yüzünden erkeğin söylediklerini duymak için dikkatini o kadar çok vermişti ki tenine değen soğuk gece rüzgarını hissetmesi biraz geç oldu. Terasta olduklarını fark ettiği an, dans da sona erdi.
Yavaşça Sebastian'ın kollarının arasından sıyrıldı ve "Ben..." dedi. "Ben özür dilerim! Bir şeyleri intikam alır gibi yeniden hatırlatmak istememiştim."
"Kaba sözlerim ve davranışlarım için bana özür dileme fırsatı sunduğun için özür dileme lütfen!"
Isabella, herhangi bir şey söyleme fırsatı bulamadan teras balkona birkaç kadından oluşan küçük bir grup çıktı. Kadınlar Sebastian'a, sanki onun orada olduğunu bilmiyormuşçasına şaşkınlık dolu seslerle, "Ekselansları!.." dediler ve hemen reverans yaptılar.
Sebastian gayet rahat bir tavırla, "Hanımlar..." dedi. "Size teşekkür etmeme izin verin lütfen! Yanımızda uygun biri olmadığı için Madam'la içeri girmeye karar vermiştik ki siz geldiniz. Sayenizde gecenin temiz havasının tadını biraz daha çıkarabiliriz."
Yaşı oldukça geçkin sayılabilecek leydilerin teşekkür ve mahcubiyet belirten sözleri bitmeden Sebastian yan dönüp dirseklerini korkuluklara dayayarak eğilmişti. Gözlerini farklı noktalarda fenerlerle aydınlatılmış bahçeye diktiğinde, "Kahretsin!" diye mırıldandı. "Şu ülkede insan hiç mi yalnız kalamaz?"
İsabella, yumuşak bir sesle gülünce başını hafifçe çevirerek ona baktı ve "Gülüşüne hayranım, biliyor musun?" dedi.
Yanakları pembeleşen Isabella, "Teşekkür ederim." diye mırıldandı.
"Elizabeth'in gülüşünü senden aldığını fark ettin mi?"
Isabella, "Şş!.." derken hızlıca kadınlara göz atmıştı.
"Merak etme, bizi duyamazlar." diyen Sebastian sırıttı. "Ama duymak için bu gece taktıkları tüm mücevherleri verebilirler."
Kadınların sık ve kaçamak bakışlarının farkında olan Isabella, Sebastian'ın haklı olabileceğini düşündü. Muhtemelen hepsi Warwall dükünün, dansı bahane ederek, balkonda Madam Mercier'le yalnız kalmayı planladığını düşünmüştü ve büyük bir ihtimalle çok görmek istemelerine rağmen gördüklerinde kınayıcı çığlıklar atmaları gereken bir manzarayla karşılaşmak için buradalardı.
Sebastian'ın gülmek istermiş gibi dudakları kıvrıldı. Sanki Isabella'nın düşüncelerinden haberdarmış gibi, "Hayal kırıklığına uğramamaları için onlara istediklerini vermeye ne dersin?" dedi.
Isabella boğulur gibi, "Ekselansları!" diye fısıldadı.
"Bana yine 'ekselansları' dediğinin fakında mısın?"
Erkeğin sesindeki uyarı tınısına rağmen Isabella geri çekilmedi. "Ama sen bu'sun!" dedi. "Bir düksün!"
"Aynı zamanda senin kocanım!"
Korku dolu bakışları yeniden kadınlara kayan Isabella, "Lütfen!" diye yalvardı. "Lütfen böyle söyleme!"
Onun sözlerini hiç umursamayan Sebastian, pervasızca üstüne gitti.
"Neden bunu kabullenmekten kaçınıyorsun? Benim karım olduğunu neden kabullenemiyorsun? Bu kadar mı zor?"
İsabella'nın gözleri öfkenin ateşiyle yansa da onları dikkatle inceleyen kadınlara yapmacık bir gülümseme göndermeyi başardı. Sebastian'a da yine aynı gülümsemeyle bakarken, "Kes şunu!" diye tısladı. "Beni duygularım yokmuş gibi suçlamayı kes! Senin karın olduğumu düşünmediğim bir an var mı sanıyorsun? Tanrı aşkına! Seni seviyorum ben Sebastian! Seviyorum!"
Sebastian, dirseklerini yasladığı korkuluktan doğrularak Isabella'ya doğru bir adım attı. O da öfkeliydi.
"Beni sevdiğini söylemek için bu anı mı seçtin? Burada, bu kadınların yanında mı?" Bir anlığına başını tavanın ahşap döşemesine doğru kaldırdı. Sanki sakinleşmeye çalışıyordu ama Isabella'ya yeniden baktığında sakinleşmediği ortaya çıktı. "Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun Isabella? Sevdiğim kadının beni sevdiğini itiraf ettiği anda onu kollarıma alıp sımsıkı sarılmak isteyeceğimi, öpmek isteyeceğimi hiç mi düşünmüyorsun?"
İsabella, az önceki öfkesinden eser taşımayan bir hüzünle, "Sebastian!.." diye fısıldadı. "Lütfen! Lütfen bana kızma!"
Sebastian'ın çenesi kasılmıştı.
"Kızmıyorum! Sadece... Lanet olsun! Şu anda lanet olası bir dük olmaktansa Londra'daki sıradan herhangi bir erkek olmak için neler vermezdim! O zaman kimin ne diyeceğini umursamazdım! Elizabeth olmasa yine de umursamazdım!"
Isabella, o anda ona deli gibi sarılmayı isteyerek, "Her şey Elizabeth için!" dedi.
Aralarındaki anlayışlı sessizlik, "Hanımlar!.." diyen tanıdık bir sesle son buldu.
Isabella, Lord Stone'da şeytan tüyü olduğunu düşünmüştü. Başını iki yana salladı. Doğrusu, bu kadar yanılamazdı. Cazibesiyle yoğun bir bulut kümesi gibi çepeçevre sardığı kadınları, sakınmaları gereken varlığına doğru çeken gerçek bir şeytandı.
Ve kadınlar; onun ölümcül çekiciliğine karşı koyamayacak kadar zayıf, ölümlü varlıklardı. O kadar zayıflardı ki sonlarının cehennem olacağını bilmelerine rağmen adamın gülümsemesine hayranlıkla bakıyor, ağzından çıkan her sözcüğe kutsal bir emir gibi itaat ediyorlardı.
Birkaç dakika sonra Drako onlara doğru eğilerek her ne söylediyse önce kıkırdadılar, sonra da salona doğru hareket ettiler. Drako da onların peşindeydi ve kapıda kaybolmadan hemen önce Isabella'ya bakıp çapkınca göz kırptı.
Sebastian, "Sonunda!" diye inledi. "Lanet olası! Bir an hiç gelmeyecek sanmıştım."
Lord Stone'un kadınları kasıtlı olarak uzaklaştırdığını anlayan Isabella'nın şaşkınlığından faydalanan Sebastian, onun narin elini yakalayıp hızla merdivenlerden aşağı indi.
Sebastian tarafından sürüklenen Isabella, sera olduğunu tahmin ettiği kapalı bir yerin yanından geçerken ancak bir şeyler söylemeyi başarabildi: "Se-Sebastian! Ne yapıyorsun?"
"Seni kaçırıyorum!" diyen Sebastian omzunun üstünden Isabella'ya bakıp sırıttı ve bahçenin bir ucundaki küçük bir av köşküne benzeyen binanın önüne gelinceye kadar hızını hiç kesmeden yürümeye devam etti.
Isabella, önlerindeki birkaç basamağı çıkarken, "Burası da ne?" diye sordu.
Binanın eski ama bakımlı kapısını ittiği gibi açan Sebastian, Isabella'yı içeri çekti.
"Bahçıvan kulübesi."
Isabella, Sebastian'ın tek bir el hareketiyle kapının sürgüsünü yerine oturtmasını büyüyen gözlerle izlerken, "Bahçıvan kulübesi mi?" diye sordu.
Bakışlarını, tek bir odadan oluştuğu belli olan kulübenin içinde dolaştırması birkaç saniye ancak sürdü çünkü istese de dikkatini odanın büyük bölümünü kaplayan yataktan alamıyordu. Yine de yatağın tam karşısına düşen kocaman şöminenin rafındaki sayısız mumla aydınlanan kulübenin, uçları dantelle süslü bembeyaz yatak örtüsü dışında, son derece sade göründüğünü fark etmişti.
Sebastian'ın yaklaşıp tam arkasında durduğunu hissettiğinde beklentiyle gerildi. Erkek hafifçe tıraşı gelmiş çenesini çıplak omzuna sürttüğünde teninde oluşan zevkli titreşimleri görmezden gelmeye çalışarak, "Pe-Pek ba-bahçıvan kulübesine benzemiyor." dedi.
Isabella'yı yavaşça kendine doğru çeviren Sebastian, boğuk bir sesle, "Çünkü bahçıvan kulübesi olarak kullanılmıyor." derken yüzünü yavaşça Isabella'nın yüzüne yaklaştırmıştı. Araştıran bakışları dilerse Isabella'ya reddetme hakkı sunuyordu ama Isabella reddetmedi. Gecenin başında onu gördüğü andan beri içinde büyüyen isteğe daha fazla karşı koyamayarak kollarını onun boynuna doladı.
Sebastian, sabırsız bir ihtiyaçla Isabella'nın dudaklarına kapandı. Yavaş olmayı planlamıştı; her anın tadını çıkaracak, Isabella'nın da çıkarmasına izin verecekti ama kendini Isabella'yı sabırsız, hatta sert sayılabilecek hareketlerle okşarken buldu. Soluk soluğa dudaklarını geri çekip kadının yüzünü iki eliyle kavradı ve "Isabella!" diye inledi.
Yeniden tutkuyla öpüşmeye başladıklarında bedeniyle Isabella'yı kapıya doğru ta ki Isabella'nın sırtı sert ahşaba dayanıncaya kadar geri gitmeye zorladı. Çiftleşmeye hazırlanan bir aygır gibi burnuyla Isabella'nın yanaklarını, boynunu okşarken bir kez daha, "Isabella!" diye inledi. "Kendimi zor tutuyorum! Oysa sabırlı olacaktım ve..."
Aldığı zevk yüzünden belini kavislendirerek başını kapıya dayamış olan Isabella, "Sabırlı olmanı istemiyorum!" dedi. "Kendini tutmanı istemiyorum!"
Sebastian'ın daha fazla teşvik edilmeye ihtiyacı yoktu. Büyük bir ihtirasla Isabella'yı öpmeye başladı. Elleri de boş durmadı, ilk gördüğü andan beri aklını başından alan elbisenin arkasındaki bağlara uzandı. Becerikli parmakları düğümleri çabucak çözdü. Mor ipekli ayaklarının dibine düşünce Isabella pek de bir şey saklamayan içliğiyle kalakaldı.
Önündeki manzarayı tutkudan kararan gözlerle izleyen Sebastian, "Isabella!" diye inledi. "Sen benim ölümüm olacaksın!"
Elleri, sabırsız hareketlerle Isabella'nın baldırlarını okşayarak yukarı çıktı ve yuvarlak kalçalarını kavradı.
"Sebastian!"
Öpüşmeyi ön sevişmenin gerekliliğinden öte görmeyen Sebastian, Isabella'yı tekrar tekrar öperken, "Canım!.." dedi. "Canım!"
Öyle bir an geldi ki Sebastian'ın bedeni aklının yerine karar vererek Isabella'yı yukarı doğru kaldırmasına neden oldu. Konuştuğunda içini dolduran ihtiras yüzünden sesi çok sert çıkıyordu: "Bacaklarını belime dola!"
Isabella, Sebastian'ın söylediğini anında yaptı ama bunun hangi amaca hizmet ettiğini bilmiyordu ta ki en hassas yerinde Sebastian'ın sert bedenini hissedinceye kadar.
"Oh! Aman Tanrı'm!"
Isabella'nın verdiği tepkileri dikkatle takip eden Sebastian, bedeninin altını onun bedenine yaslayıp geri çekti. Isabella, bir daha ve bu kez daha yüksek sesle inledi. Sebastian, geri dönülemez sona iyice yaklaştığını fark edinceye kadar hareketini tekrar tekrar yaptı.
Isabella'ya, "Omuzlarıma tutun!" dediğinde, bir eliyle de pantolonunun düğmelerini açmakla meşguldü. Eli titrediği için istediği kadar hızlı davranamadığında, "Lanet olası!" diye homurdandı.
Zevkten kendini kaybetmenin eşiğinde dolaşan Isabella, aralarında bir engel olmadan Sebastian'ı hissettiğinde gözlerini kocaman açtı. Her ne kadar elbise provaları sırasında soylu kadınların, özellikle aşığı olanların, pervasız bir rahatlıkla ilişkinin birçok farklı şekillerini anlattıklarını duymuş olsa da "Bu olabilir mi?" diye düşündü. "Böyle olabilir mi?
Bir an sonra olabileceğini öğrendi ve bu sefer hiç acı hissetmediği için şaşırdı ama gözlerinin sonuna kadar açılmasının nedeni, bir anda vuran beklenmedik zevk dalgasıydı. İstemsizce kasıldığında Sebastian'ın, "Isabella!" diye inlediğini duydu. "Beni mahvediyorsun!"
"Se-Sen de beni!"
Sonra ikisi de konuşmadı. Bedenleri bu kadar iyi anlaşırken konuşacak bir şey yoktu. Birbirlerinin içinde kendilerini kaybettikleri ana kadar gittikçe artan bir devinimle hareket ettiler. En son noktada Isabella içine sığmayan bir çığlık attı. Sebastian da çok geçmeden büyük tükenişini yansıtan derin bir iniltiyle ona katıldı.
Solukları ve kalp çarpıntısı yavaşladığında Isabella bitkin bir haldeydi ama burada bu şekilde kalamazdı. Bacaklarını aşağı doğru indirince, "Kımıldama!" diye yalvardı Sebastian. Sesi, yüzünü Isabella'nın boynuna gömdüğü için boğuk boğuk çıkıyordu.
Çok geçmeden başını yavaşça geri çekip Isabella'nın terden ıslanmış saçlarına, tenine baktı ve gülümsedi. Bu kadın onundu! Sadece onun!
Isabella'yı yavaşça aşağı kaydırırken pantolonunun hala ayak bileklerinde olduğunu fark ederek ufak bir kahkaha attı.
"Neden gülüyorsun?"
Sebastian, gözleriyle işaret ederek, "Şuna baksana!" dedi. "Ayaklarım hala pantolonun içinde."
Isabella'nın yanakları koyu bir renk alırken Sebastian, kuralcı ve soğuk tabiatıyla bilinen Warwall dükünün pantolonunu bile doğru düzgün çıkarmadan bir kadına sahip olabileceğine kimsenin inanmayacağını düşündü. Kendi bile inanamıyordu çünkü keyfine çok düşkündü. Bugüne değin yatağın rahatlığını başka hiçbir şeye değişmemişti ama Isabella aklını o kadar başından almıştı ki geriye içgüdüden fazlası kalmamıştı.
Pantolonu ayağının biriyle kenara fırlattıktan sonra hiç beklemeden utangaç bakışlarını yerden kaldırmamış Isabella'yı kucağına aldı. Gücünün yerine gelmeye başladığını hissediyordu ve vakit kaybetmeye hiç niyeti yoktu.
Beklenmedik ve ani hareket yüzünden Isabella ufak bir çığlık atarak kollarını Sebastian'ın boynuna doladı.
"Sebastian! Ne yapıyorsun?"
Isabella'yı yatak örtüsünün üzerine yatıran Sebastian sırıttı. Kendi de ağırlığını dirseklerine vererek onun üzerine uzanmadan hemen önce, "Rahat etmeni sağlamaya çalışıyorum sevgilim." dedi. Bedenleri üst üste geldiğinde içindeki arzunun yeniden alevlendiğini Isabella'nın fark ettiği anı hemen anladı. Kadının mavi gözleri büyümüştü.
Sebastian gülümseyerek, "İşte bu..." dedi, gözlerini onunkilerden hiç ayırmadan. "Senin beni mahveden gücün!"
Isabella, hem erkeğin hem de kendi arzularının yeniden büyümesi karşısında, "Bu-Bu kadar çabuk olmamalıydı!" dedi.
Sebastian, "Emin misin? Nereden biliyorsun?" diyerek dalga geçti.
Bütün kemiklerinin alındığını, kaslarının pelteye döndüğünü düşündüğü şu anda vücutlarının birleştiği noktada ve belki de daha derinlerde hissettiği o anlamlandıramadığı, garip ama bir o kadar bağımlılık yapan his geri geldiği için Isabella kendini zorlayarak ancak konuşabildi: "Bi-Bilmiyorum. Sa-Sadece... Bazı... Bazı leydiler ko-konuşurken... Aman Tanrı'm!.."
Bedenlerinin iç içe geçmesi Sebastian'ın kıkırdamasına engel olmadı.
"Leydiler 'Aman Tanrı'm!' mı diyor?"
Isabella, tutkunun sertleştirdiği bir hareketle Sebastian'ın saçlarına asıldı ve "Benimle dalga geçmeyi kes!" diye tısladı. Sonra da vakit kaybetmeden Sebastian'ın başını kendine çekerek onu hırsla öpmeye başladı.
Hareketi o kadar beklenmedik, o kadar ihtiraslı, o kadar baştan çıkarıcıydı ki Sebastian bir kez daha ağırdan alacağına dair kendine verdiği tüm sözleri unutup kendini kaybetti. Artık aklında onu inciteceği korkusu da olmadığı için dizginlerinden boşalmış bir tutkuyla Isabella'ya defalarca sahip oldu.
Bir zaman sonra kaç kez zirveden aşağı yuvarlandığını sayamayan Isabella, "Lütfen!" diye yalvardı. "Dur lütfen! Daha fazla yapamam!"
"Yapabilirsin!" diyen Sebastian, bir elini bedenlerinin arasında kaydırdı. Isabella yıldırım çarpmış gibi titrediğinde de "Ve yapacaksın!" dedi.
Sebastian, Isabella'nın bedeni şiddetli titremeler eşliğinde gevşeyinceye kadar elini bedenlerinin ritmine uygun olarak kullanmaya devam etti. En sonunda daha fazla dayanamayıp kendini bıraktı ve Isabella'nın ardından onun bedeni de doyumsuz bir zevkle sarsıldı.
Zorla yana kayarak Isabella'nın başını göğsüne yasladı. Daha önce tatmadığı bir tatmin hissiyle gözlerini kapatmadan hemen önce sevdiği kadının alnına yumuşak bir öpücük kondurdu.
Gözlerini yeniden açtığında aradan "bir an" geçmiş gibiydi fakat "bir an"dan daha fazlasının geçtiğini Isabella'yı sırtını dönmüş, sessizce uyurken gördüğünde anladı. Dayanamayıp uzandı, pürüzsüz omuz başına dudaklarını bastırdı. Kadının irkilerek dönmesi üzerine pişmanlıkla, "Şş!.." dedi. "Benim! Ben!"
Isabella'nın gözlerinde uyku yüzünden oluşan yabancı bakışlar, Sebastian'ın sesiyle baştan çıkarıcı bir gülümsemeye dönüştü.
Sebastian dayanamadı, onun üstüne doğru yuvarlandı. Dudaklarına yumuşak, çok yumuşak öpücükler kondururken, "Affet beni!" diye mırıldandı.
"Neden?"
"Sevişmemizden önce sana seni sevdiğimi söylemedim."
Isabella'nın yüzüne yayılan geniş gülümseme karşısında Sebatian, "Tanrı'm!" diye inledi. "Seni gerçekten seviyorum!"
Kollarını Sebastian'ın boynuna dolayan Isabella, " Ben de seni seviyorum." dedi. "Hem de çok!"
Öpüşmeleri sımsıcak bir mutlulukla doluydu. Yeterince doygun bedenleri bu kez işe karışmıyor, sadece dudaklarının birbiriyle oynamasıyla bile mutlu oluyordu.
Bir süre sonra Sebastian, sırt üstü uzanıp Isabella'ya sımsıkı sarıldı.
Isabella, erkeğin kollarının arasında bugüne değin hiç olmadığı kadar mutlu olsa da gerçeklerden daha fazla kaçamazdı. Bu yüzden, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu.
Sebastian, çenesini eğerek sevdiği kadına bakarken tek kaşı havadaydı.
"Sen ne yapmamızı istersin?"
Isabella; Sebastian'ın tüm sorumlukların uzağında, sadece kendisi olabildiği bu anda gözlerindeki muzip ışıltılarla olduğundan çok daha genç göründüğünü düşündü. Onun bu baştan çıkarıcı çekiciliğine kapılmamak çok zordu ama Isabella bunu bir şekilde başardı. Doğrulup oturdu ve sırtını yatak başlığına dayadı. "Ben ciddiyim Sebastian!" derken çarşafı göğüslerinin üstünde tutmaya çalışıyordu.
Sebastian dirseğinin üzerinde doğrularak, "Tam olarak ne demek istediğini anladığımdan emin değilim Isabella." dedi.
"Aramızdaki bu şey... Bu şey..."
"İlişki?.."
"Evet." diyerek başını salladı Isabella. "Bu ilişki bu şekilde devam edemez."
Kaşları çatılan Sebastian, sinirli bir tavırla, "Ayrılmamız gerektiğiyle ilgili bir şeyler söyleyeceksen, unut gitsin!" dedi.
Isabella, başını şiddetle iki yana salladı.
"Hayır, öyle bir şey söylemeyecektim! Senden ayrılmak istemiyorum. Seni seviyorum."
Sebastian, onu ensesinden kavrayarak yüzünü kendine doğru çekti. "Ben de seni seviyorum." dedikten sonra dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "Şimdi, ne demek istediğini açıklamak ister misin?"
Isabella bu konu üzerinde günlerce düşünmüştü. En sonunda mantıklı olduğuna karar verdiği bir sonuca da ulaşmıştı ama şimdi bunu Sebastian'a söylemek zor geliyordu. Bu yüzden çekinerek, "Eğer istersen... İstersen senin metresin olabilirim." dedi.
Sebastian, gözlerini bir an bile ayırmadan ona baktı. Yüzünde tek bir kası bile oynamıyor olsa da bir şekilde Isabella onu kızdırdığını anlamıştı.
"Se-Sebastian?.."
"Merak ediyorum, acaba ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?"
Isabella, Sebastian'ın her bir sözcüğünün birer buz parçası gibi tenini yaktığını hissetti. Hayal kırıklığıyla, "İstersin sanmıştım." diye fısıldadı.
Sebastian, sesinin öfkeyle yükselmesine engel olamadı.
"Sevdiğim kadını metresim yapacağımı sana düşündüren nedir sorabilir miyim?"
"A- ama..."
"Ama, ne Isabella? Sana seni sevdiğimi söyledim ve daha beş dakika bile geçmeden sen bana benim metresim olmayı teklif ediyorsun! Tanrı aşkına Isabella! Ben sevdiği kadını metres yapacak adam mıyım?"
"Ama..."
"Bir kez daha 'ama' dersen yemin ediyorum seni dizlerime yatırırım!"
Isabella en çok neye şaşırdığını bilmiyordu: Tehdit edildiğine mi yoksa Sebastian'ın gerçekten de o tehdidi yerine getirecekmiş gibi görünmesine mi?
"Sen benim karımsın! Çocuğumun annesisin! Bunları bir kenara bıraksam bile böyle bir durumu Elizabeth'e nasıl açıklarım söyler misin?"
Isabella dehşetle, "Elizabeth'e söyleyemezsin!" diye haykırdı.
"Senin bana metresim olmayı teklif ettiğini mi? Tabii ki söyleyemem! Ama ona seninle evlenmek istediğimi söyleyebilirim."
"Hayır!"
"Söyledim de!"
"Sakın sen... Ne dedin? Söyledin mi?.. Elizabeth'e benimle evlenmek istediğini mi söyledin?"
Sebastian, başıyla onaylayınca Isabella'nın omuzları düştü. Hıçkırır gibi, "Lütfen bana bunun doğru olmadığını söyle Sebastian! Lütfen!" dedi.
"Tanrı aşkına Isabella! Dünya başına yıkılmış gibi davranmaktan vazgeç! Üstelik daha Elizabeth'in ne dediğini bile bilmiyorsun!"
Isabella'nın gözleri korkuyla büyüdü.
"Sanırım bilmek istemiyorum."
Ciddi bir yüzle, "O..." diye başlayıp duraksayan Sebastian birdenbire sırıtıp, "Çıldırdı!" dedi. "Kızımız çıldırdı Isabella ve en az on dakika evin içini inletecek kadar yüksek sesle sevinç çığlıkları attı. O sırada da zıplıyordu."
"Gerçekten mi?"
Sebastian, "Evet, gerçekten!" der demez, Isabella ona doğru atılıp erkeğin güçlü göğsünü yumruklamaya başladı.
"Çok kötüsün! Hem de çok! Beni korkuttun!"
Isabella'nın bileklerini yakalayan Sebastian, "Sen de hak ettin!" dedi. "Sence ben Elizabeth'in böyle bir habere nasıl tepki vereceğini tahmin etmiş olmasam ona söyler miydim?"
Başını Sebastian'ın göğsüne yaslayan Isabella, "Yine de söylememeliydin!" diye mırıldandı.
Sebastian, başını geri atıp Isabella'nın güzel ama hüzünlü gözlerine baktı.
"Neden?"
"Çünkü bizimkisi imkansız bir durum! Sen evlisin ve ben..."
Sabırsızca, "Ben seninle evliyim Isabella!" diyerek onun sözünü kesen Sebastian, "Ama merak etme. Sana yine aynı teklifle gelmeyeceğim." dedi. "Sen haklıydın: Elizabeth'i düşünmeliyiz. Bu yüzden yıllar önce ortadan kaybolmuş Warwall düşesini, hiçbir şey olmamış gibi, koluma takıp gezemem. Bu durumu hiçbirimiz iyi bir şekilde yönetemeyiz."
"O zaman nasıl?"
Sakin bir tavırla Isabella'nın yüzünü okşayan Sebastian, "Bana biraz güvensen!.." dedi.
"Güveniyorum ama..."
"Ama'sız Isabella!"
Yutkunan Isabella, "Pekala... Sana güveniyorum." deyince Sebastian, "İşte bu güzel." diyerek gülümsese de yüzünün ciddi bir hal alması uzun sürmedi.
"Önce geçmişin üzerine bir sünger çekmemiz gerekiyor. Bu yüzden Charlotte St. James'i boşayacağım. Sonra da seninle, İsabella Mercier'le, evleneceğim."
"Isabella Mercier soylu değil. Ortaya çıkacak tantanayla başa çıkabilecek misin?"
Isabella'nın elini kaldırıp parmak eklemlerine öpücükler konduran Sebastian, "Senin için başa çıkmayacağım hiçbir şey yok." dedi.
"A-Ama ya beni tanıyan biri çıkarsa?"
"Kim? Kim çıkabilir? Malikane çalışanları dışında seni kim gördü? Görenlerin de çok azı hala orada çalışıyor. Ve aradan yıllar geçti. İnsanlar bir şeyler hatırlasa bile bunu bir benzerlik olarak düşüneceklerdir. Özellikle de ben, seni yeni düşesleri olarak takdim ettiğimde her şey yoluna girecektir. "
Isabella başını iki yana salladı.
"Bu kadar kolay olamaz!"
"Neden olamaz? İnsanlar, emin olmadıkları konularda o anda gördüklerine ya da duyduklarına inanmayı tercih ederler Isabella ve ben seni onlara Warwall'ın On Beşinci Düşesi İsabella St. James olarak tanıttığımda kimse bundan kuşku duymayacaktır."
"Peki büyükannem? Büyükbabam?.."
Sebastian bir an durdu ve ardından, "Üzgünüm ama onlar ölmüş Isabella!" dedi. "Yaklaşık on yıl kadar önce bir yangın çıkmış. İkisi de kurtulamamış."
Isabella, "Tanrı'm!" diye inledi.
"Üzgünüm!"
"Ben değilim. Neden hiç üzülemiyorum Sebastian?"
"Bilmiyorum ama birinin kaybına üzülebilmek için onu sevmek gerekir."
"Haklısın. Onları sevmiyordum. Onlar da beni sevmiyorlardı." diyen Isabella, Sebastian'a Warwall malikanesine adım attığı güne kadar geçen on beş yılda nasıl bir hayatı olduğunu anlattı.
Bitirdiğinde, "Kendini onlar için üzülmediğinden ötürü suçlama." dedi Sebastian. "Sevgini hak etmemişler."
Isabella, bir çeşit burukluk hissederek, "Biliyor musun?" dedi. "Onların ölümüyle birlikte beni, yani Isabella Dawny'i tanıyan hiç kimse kalmadı."
"Ben varım."
İsabella güldü. "Sen değil Isabella Dawny'i, Isabella Charlotte St. James'i bile tanımıyorsun Sebastian." dedi. "Sen ancak Isabella Mercier'yi tanıyorsun."
"Haklısın ve bunun için ne kadar pişman olduğumu anlatamam!"
Diyecek bir sözü olmayan Isabella, Sebastian "evlilik" konusunu açtığı andan itibaren aklına takılan en önemli soruyu sordu: "Düşes?.. O... O, öylece her şeyi kabul edecek mi?"
Sebastian'ın yüzü sertleşti.
"Düşesi bana bırak! Ben hallederim."
Isabella'nın kuşku dolu sessizliği, Sebastian'ın ona doğru uzanarak çenesini nazikçe kavramasına neden oldu. Isabella'yla göz göze gelinceye kadar bekledikten sonra, "Merak etme sevgilim." dedi. "Düşesin bizim için bir tehdit olmayacağından emin olacağım."
"Pe-Peki."
Sebastian, eğilerek Isabella'nın gül kurusu dudaklarına hafif bir öpücük kondurdu. Sonra bir tane daha. Isabella'ya sarılıp onu üstüne çekecekti ki Isabella'nın "Dur Sebastian! Balo! Baloya dönmemiz gerekmiyor mu?" demesiyle inleyerek başını arkasındaki yastığa bıraktı.
"Ah, lanet olsun! Onu tamamen unutmuştum!"
Yataktan alelacele çıkıp kapının oraya attığı ceketinin cebinden köstekli saatini çıkardı. Sonra saati İsabella'ya göstererek sırıttı.
"Henüz bir saat bile olmamış."
Isabella'nın gözleri büyüdü.
"Nasıl olur?.. Uyumamıza rağmen?"
"Ancak on, on beş dakika kadar."
"Ama şey de yaptık. Şey..."
Sebastian tek kaşını kaldırdı.
"Ne, Isabella? Ne yaptık?"
Isabella, yanakları kıpkırmızı olmuş olsa da cesaretli bakışlarını Sebastian'ınkilere dikti.
"Seviştik!"
Sebastian, "Hem de nasıl!" dediğinde Isabella'nın yüzünün neredeyse alev alacak hale gelmesini keyifle izledi. "Pek sakin sayılmazdık öyle değil mi ve de yavaş?"
Isabella'nın utançla, "Sebastian!" diye mırıldanması Sebastian'ı durdurmadı. "Bir dahakine tadını çıkara çıkara sevişiriz karıcığım!" dedikten sonra ekledi: "Tüm bu hazırlık boşa gitmediği için memnunum."
Isabella, kavrayışın getirdiği şaşkınlıkla dudaklarının aralandığını hissetti.
"Bunu planladın! Aman Tanrı'm! Beni buraya baştan çıkarmak için getirdin!"
Sebastian, büyük bir pişkinlikle, "O da var tabii!" diyerek suçlamayı kabul etti. "Ama daha çok seninle evlenmek istediğimi söylediğimde Elizabeth'in tepkisini sana anlatmak istiyordum."
Isabella; yanaklarını ellerinin arasına hapsederek, "Tanrı'm!" diye inledi. "Ne utanç verici! Kim bilir hizmetkarlar burayı hazırlarken ne düşünmüştür?"
"Drako'nun gönlünü eğlendirecek yeni bir kadın bulduğunu tabii!"
"Drako mu?"
Başını olumlu anlamda sallayan Sebastian, "Drako, hizmetlilerimin en sevdiği akrabamdır." diye açıkladı. "Konakta katıldığı akşam yemeklerinde, ufak toplantılarda, senede bir kez de olsa Warwall balosunda burayı onun için hazırlarlar."
Gözleri merakla büyüyen Isabella, "Kimse anlamıyor mu?" diye sordu. "Yani balo dışında o dediğin toplantılar çok kalabalık olamaz. Onun ve e-eşlikçilerinin nereye kaybolduğunu kimse merak etmiyor mu?"
Sebastian omzunu silkti.
"Ediyorsa da kimse sormuyor. Sanırım bu işte ustalaştı."
"İzninle, kuzeninin tam bir hovarda olduğunu söyleyebilir miyim?"
Ufak bir kahkaha atan Sebastian, "Sadece bekarlığın tadını çıkarıyor, başka bir şey yaptığı yok." dedi.
Isabella, içinde var olduğunu hiç bilmediği kıskançlıkla gözlerini kıstı.
"Siz de bekarlığın tadını Lord Stone kadar rahatça çıkardınız mı ekselansları?"
"Sandığın ya da düşündüğün kadar değil sevgilim."
Isabella güldü.
"Yalancı!"
"Geçmişte olanlar geçmişte kaldı. Bundan sonra bedenim senin, daha önce kimseye ait olmayan ruhum da!" diyen Sebastian, Isabella'yı öpmeye başladı ve iki sevgili bir kez daha birbirinde kayboldu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.71k Okunma |
221 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |