Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@majdafan

 

İsabella, aşağı kata inip evi mağazaya bağlayan ara kapıdan geçer geçmez Lord Hall'u gördü ve kendini ister istemez Carol'a hak verirken buldu: Lord Hall'un karşısında bir kez bile iç geçirmeden durabilmek, hele de Carol'ın yaşında, gerçekten imkansızdı.

 

Genç soylu gerçekten çok yakışıklıydı. İsabella, rahatlıkla, onun bugüne dek tanıdığı ya da gördüğü erkeklerin hepsinden daha yakışıklı olduğunu söyleyebilirdi. Lord Hall'a şöyle bir bakmak bile her kadının ayağını yerden kesmeye yeterdi ama adamın klasik erkeksi güzelliği; kendisine bir kez bakılmasına, hele de öylesine bir bakılmasına asla izin vermezdi. Karşısındakini bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha bakmaya zorlardı.

 

İsabella da sonuçta bir kadındı ve yakışıklı bir erkeğe, açık açık olmasa bile, o da bakardı. Üstelik içinde herhangi bir güzelliği takdir etmeye hevesli öyle bir sanatçı ruhu vardı ki hiçbir ayrıntıyı kaçırmamasına neden olurdu. İşte bu yüzden erkeğin siyah redingotunun yakasına değen gür, parlak saçlarının bir kuzgunun tüyleri kadar karanlık ve bir o kadar da parlak; soluk olmayan esmer teninde yeşil gözlerinin herhangi bir kadını kıskandıracak kadar büyük ve güzel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi.

 

İsabella, Lord Hall'la tanıştıktan kısa süre sonra onun için üzülmeye başlamıştı. Erkek, gerçek bir beyefendinin tüm üstün niteliklerini üzerinde taşıyordu ve ne yazık ki kişiliğinin bu yönü, fiziksel üstünlüklerinin gölgesinde kalıyordu. Öylesine beyefendiydi ki İsabella karşısında; sahip olduğu üstünlüklerin hiçbirini aşırıya kaçacak, rahatsız edecek ya da dedikoduya neden olacak şekilde bir kez olsun kullanmamıştı. İsabella, her ne kadar bazen onu ikinci bir deri gibi saran kibarlığının tehdit edici bir varlığı gizlediğinden şüphelense de çok zorlanmadıkça erkeğin bu yüzünü kimseye göstermeyeceğini düşünüyordu.

 

Nedense o anda bugüne değin lordun yaşı üzerinde hiç kafa yormadığını fark etti. Yüzü, henüz yılların getirdiği yükten bir parça olsun nasibini almamış göründüğüne göre otuz yaşından bir gün bile almamış olmalıydı.

 

İçten içe gülümsedi. Aklına gelmiş olsa, bu yaş meselesini Mathilda'ya karşı bir koz olarak kullanabilirdi. Sosyal hayatın aralarında yarattığı uçurum bir yana; gelecekte kendisinden en az bir erkek evlada sahip olması beklenecek büyük ve köklü bir kontluğun varisi konumundaki Lord Hall'un, her şeyi göz ardı edip, otuz iki yaşındaki bir kadınla ciddi olarak ilgilenmesi "gülünç"ten öte bir sözcükle adlandırılamazdı. Böyle adamlar, daha yirmisine varmamış sosyete güzelleriyle evlenir; varis edinmeye yetecek kadar, belki de o kadar bile değil, onların yatak odasını ziyaret eder; sonra da kendilerine daha görmüş geçirmiş kadınlar bulup tutkularını onlarda giderirdi.

 

Bu, acımasız bir gerçekti ve bu gerçek, İsabella'nın kalbini kırmalıydı. Oysa bu duruşundan bile soyluluk fışkıran adamda gördüğü ve takdir ettiği her bir güzel ayrıntıya rağmen; hatta, her ne kadar Mathilda'ya karşı çıkmış olsa da, Lord Hall'un ilgisine rağmen adama karşı içinde en ufak bir kıpırtı, yakınlık ya da bir sıcaklık hissetmiyor ve bunun için de Tanrı'ya şükrediyordu. Kimseye böyle duygular hissedemeyeceği için de şükrediyordu. Kalbinin buz tutmasının üstünden yıllar geçmişti.

 

Lord Hall sanki izlendiğini fark etmiş gibi İsabella'nın profilden gördüğü yüzünü ona doğru çevirdi ve hayranlık dolu bir sesle, "Madam Mercier" dedi. "Ben de sizi görebileceğimi umuyordum." İsabella'nın birkaç adım önünde durup kadının elini öptü.

 

İsabella, eli hala Lord Hall'un avucunun içine hapsolmuşken ancak gerçek bir centilmene sunulabilecek incelikte bir reverans yapıktan sonra, "Lordum... Sizi yeniden görmek ne kadar güzel!" diyerek adamı karşıladı.

 

Kadının sesi Lord Hall'a küçükken içtiği sıcak çikolata kadar yumuşak ve tatlı geldi.

 

Erkek; onun ince, narin elini bir kez daha dudaklarına götürüp, "Asıl sizi yeniden görmek çok güzel Madam." diye karşılık verdi.

 

İsabella, "Teşekkür ederim lordum. Çok naziksiniz." diye mırıldanırken, arkasından gelen derin ve uzun iç geçirişi duymazlıktan geldi. Carol'ı kesinlikle bir kez daha uyarması gerekecekti ama önce İngiltere'nin en köklü kontluklarından birinin varisi olan adamla ilgilenmesi gerekiyordu.

 

"Lordum... Leydi Hall'un giysilerini, söz verdiğimiz gibi, bugün teslim edeceğiz. Az önce son düzeltmelerini tamamladık."

 

"Öyle mi? Memnun oldum." diyen erkeğin sesindeki, sözleriyle çelişen, ilgisizlik İsabella'yı hiç şaşırtmadı. Kıyafetler, özellikle de yeni kıyafetler, söz konusu olduğunda; kız kardeşinin heyecanını paylaşamamak Lord Hall'un suçu değildi. Bu, tamamıyla onun türüyle alakalı bir şeydi.

 

Hall Kontluğu'nun tek varisi Dominic Hall'un İsabella Mercier'nin verdiği haber karşısındaki hislerini "ilgisizlik" olarak adlandırmak, onları küçümsemek olurdu. Genç soylu, kelimenin tam anlamıyla, hayal kırıklığına uğramıştı. Bu kıyafet saçmalığı sona ermişse bir daha bu mağazaya uğraması için geçerli bir bahanesi kalmamış olacaktı. Ve Madam Mercier'in sosyal hayata olan ilgisizliği düşünüldüğünde Dominic'in onu bir daha ne zaman görebileceğini ancak Tanrı bilirdi.

 

Dominic'in erkek kardeşi yoktu; sadece Dominic'in değil, babası Kont Hall'un da erkek kardeşi yoktu. Dolayısıyla kendisinden sadece anne ve babası değil, tanıdığı ya da tanımadığı herkes bir an önce evlenip bir erkek çocuk sahibi olmasını bekliyordu.

 

Dominic evlilik fikrine karşı değildi, bu şartlar altında karşı olması da mümkün değildi. Ayrıca... Nasıl olsa bir gün evlenecekti, bu işin bir yıl önce ya da bir yıl sonra olmasının bir farkı yoktu. Yine de rastgele biriyle rastgele bir evlilik yapmak istemiyordu. Bu yüzden karşısına çıkan ya da çıkarılan adaylara dikkat ediyor; onların kendine, statüsüne ve ailesine uygun olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

 

İçlerinden bazıları ailesine ve statüsüne uygun oluyor ama ona uygun olmuyordu veya ona uygun olanlar, ailesi ve statüsüne uygun olmuyordu. Gerçi bu ikincisi bir kez olmuştu ve beğendiği tek kadın, şu anda yüzünde kibar bir gülümsemeyle ona bakıyor; Dominic'in kız kardeşinin sezon kıyafetleriyle ilgili bilgi veriyordu ve ne yazık ki Dominic, cebinden çıkacak para dışında, Caroline'ın elbiseleriyle hiç ilgilenmiyordu.

 

Gerçekçi bir adamdı. Madam Mercier ile evlenemeyeceğini biliyordu. Aynı zamanda da inanılmaz derecede dürüst bir adamdı, özellikle de kendine: Madam'ın gözlerinde kendisine karşı ufacık bir ilgi ışığı; tavırlarında flört ettiği, hatta çoğunu yatağına attığı kadınlardaki hafifliği bir kez olsun görmemişti. Ve Dominic, onunla ilgilenmeyen kadınları zorlamayacak kadar onurlu bir erkekti.

 

Bugüne dek hayatında iki kadının güzelliği onu derinden etkilemişti. Biri Madam Mercier'di. Diğeri ise... Diğeri, henüz kadın sayılamayacak kadar küçük bir yaratıktı. İçinden hiç seslendirmediği küfürler yükselirken, onu bu şekilde düşünmeye cüret ettiği için bir kez daha kendinden nefret etti. Bir faydası olacakmış gibi gözlerini bir anlığına sımsıkı kapatıp açtı. O sırada da o nahif hayali; zihninin en ücra köşesindeki gizli odaya, bir daha çıkmamasını dileyerek, kilitlemişti.

 

"Lordum?.."

 

Madam'ın soru sorar gibi baktığını görünce, "Beni affedin, dalmışım." dedi. "Sabahtan beri son derece sıkıcı bir toplantıda sıkışıp kaldım, sanırım tahminimin ötesinde yorulmuşum."

 

Madam anlayışlı bir tavırla, "Rica ederim lordum." diye karşılık verdi. "Umarım sizin için sonucu faydalı olmuştur. Toplantının yani."

 

Dominic gülümsemeye çalıştı ama ne kadar çabalasa da aslında sinirlendiğini çok fazla gizleyememişti.

 

"Siz, hiç, kurnaz; üstelik de sizden çok daha tecrübeli biriyle iş yapmaya kalktınız mı?"

 

"Bence bu bir hanımefendiye asla sorulmaması gereken sorulardan biri olabilir ve ayrıca... Teşekkür ederim. İltifatlarınla beni onurlandırıyorsun Dom."

 

Ses, alaycıydı ve kapı tarafından geliyordu.

 

İsabella'yla aynı anda kafasını mağazanın girişine çeviren Lord Hall, ağzının içinde, "Aynı zamanda küstah ve kibirli de!" diye homurdandı. İsabella, dikkatini tam anlamıyla kapıya vermemiş olsa Lord Hall'un sesindeki öfkeye baskın hayranlığı çok rahat fark edebilirdi.

 

Yeni gelen adam, mağazanın girişinde duran uzun boylu bir gölgeden ibaretti. Bedeni, Samuel'in neredeyse kapıyı kaplayan iriliğiyle kıyaslandığında daha az korkutucu görünüyordu ama arkasından vuran ışığın belirginleştirdiği geniş omuzları onun da oldukça yapılı bir adam olduğunu söylüyordu.

 

Derinden gelen tok sesinin yumuşaklığı İsabella'da, erkeğin gölgelerde kalan yüzünü görme ihtiyacı doğurmuştu. Bu sesi tanır gibiydi, ne var ki kime ait olduğunu çıkaramıyordu. Belki biraz daha öne gelirse İsabella onu tanıyıp tanımadığından emin olabilirdi.

 

Kapıdaki adam, sanki İsabella'nın aklından geçenleri okumuş gibi başındaki şapkayı çıkararak onlara doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça İsabella onun hakkında yanılmadığını anlamıştı: Erkeğin sırım gibi bir bedeni vardı.

 

Yıllardır terzilik yapıyordu. Yüzlerce, hatta daha fazla bedeni giydirmişti. Sonuçta bir elbise hangi vücutta nasıl durur, bunu İsabella'dan daha iyi bilebilecek çok az kişi vardı. Diyebilirdi ki bu adamın bedeni en sıradan kıyafeti bile takdir uyandıracak şekilde taşırdı. Bu yüzden vücudu takdir edilmeli, hatta onun için şiirler yazılmalıydı.

 

Artık iyice yaklaştığı için erkeğin saçlarının dalgaların dövdüğü kumların renginde olduğunu görebiliyordu İsabella. Kalın tellerin arasında altından pırıltılar, geniş pencerelerden yansıyan öğleden sonra güneşinde ışıldıyordu.

 

İseballa, bakışlarını adamın sert hatlı yüzüne indirdiğinde; onu "yakışıklı"dan çok "çarpıcı" olarak nitelendirdi. Çıkık elmacık kemiklerinin belirginleştirdiği biçimli burnu, soylu kanının en belirgin göstergesiydi. Dudaklarının biçimli kalınlığı ise bir kadının yüzüne yumuşak bir ifade verebilecekken, bir sebepten, adamın ifadesini daha da sertleştirmiş gibiydi. Ve gözleri...

 

İsabella, kendini güçlükle denetledi ve elinin birini dehşet içinde boğazına götürmemeyi onu diğer eliyle sımsıkı tuttuğu için başardı.

 

Buz gibi mavi gözler!.. Buz mavisi gözler!..

 

Daha fazla bakamayarak gözlerini kaçırdı. Tuttuğu nefesini kontrollü bir biçimde verirken yutkundu.

 

"Madam Mercier... Sizi akıl hocam, dostum Warwall Dükü'ne takdim etmek isterim." Lord Hall, düke dönerek, "Ekselansları... Madam Mercier" dedi.

 

Gözlerini İsabella'nın üzerinden bir an olsun ayırmayan dük, "Bu kadar tantanaya gerek yok Dom." dedi. Sonra da İsabella'nın herhangi bir şey yapmasına fırsat vermeden kadının elini dudaklarına götürdü.

 

İsabella, adamın bu davranışından ötürü ona minnettardı. Eğer dük önce davranıp elini öpmemiş olsa onun karşısında rezil olması işten bile değildi. Kendinde basit bir reverans için bile güç olduğunu sanmıyordu. Ruhunun bedeninden çekilir gibi olduğunu hissediyordu. Buna rağmen elini öpmek için eğilmiş sarışın kafaya bakan gözlerinden herhangi bir anlam yakalamak mümkün değildi.

 

Dük, başını kaldırırken tanıştırmayı tamamlaması için yan gözle Lord Hall'a baktı.

 

Dominic Hall boğazını temizledi.

 

"Madam Mercier... Ekselansları Warwall Dükü Sebastian St. James."

 

Sebastian St. James, büyük kedilere has bir tembellikle, "Madam Mercier..." diye mırıldandı. Kadının adını; sanki ağzında nasıl bir tat bırakacağını anlamaya çalışır gibi yavaşça, neredeyse heceler gibi tekrar etmişti.

 

İsabella, iyice sersemlediğini hissetti; kendini bir parça serbest bıraksa titremeden duramayacağını da. Mekanik bir tavırla adamı selamladı ve o sırada Lord Hall'un şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Her zaman bulunmaz bir incelikle reverans yapan İsabella Mercier'nin bir dükün, krallıktaki en değerli insanlardan birinin, önünde gelişigüzel eğilmesinin garip karşılanması son derece doğaldı. İsabella Mercier... O zarif yaratık, yerini sanki sakil bir gölgesine bırakmıştı.

 

Warwall Dükü, gözlerini hiç ayırmadan ona bakarken İsabella bu kadarını başarabildiği için bile kendini tebrik ediyordu. Az sonra kocaman bir atmaca tarafından avlanacak minik tarla faresinin çaresizliğiyle kendini korumaya, yaklaşan felaketten kaçmaya çalışıyordu ve ne yapsa yakalanacağını biliyordu.

 

Eli, bilinçsizce, yerinden çıkacakmış gibi atan kalbinin üzerine kaydı; sanki daha yavaş atmasını sağlayabilirmiş gibi, sanki durmasını engelleyebilirmiş gibi.

 

Bir şeyler söylemesi gerektiğini bilerek adamın yüzünde bakışlarını gezdirse de gözlerine asla bakmadı ve ne yazık ki ağzından tek bir sözcük bile çıkmadı.

 

Lord Hall'un bir gariplik olduğunu fark ettiği, "Madam Mercier?.." diye seslenmesinden belli oldu.

 

İsabella, zorla da olsa genç soyluya dönüp gülümsemeyi başardı.

 

"Bir emriniz mi vardı lordum?"

 

Lord Hall bu cümle karşısında irkildi.

 

"Emir mi? Lütfen! 'rica' edebilirim belki ama size 'emretmek'? Benim ne haddime?"

 

Lord Hall'un konuşması İsabella'yı biraz olsun rahatlattı, hatta ona yumuşak bir gülümseme sunmasına neden oldu fakat dükün yüzüne yerleşen onaylamaz ifadeyi görür görmez bedeni de ruhu da yeniden gerildi, sırtı dimdik oldu.

 

Bir erkeğin bir kadına toplum içinde iltifat etmesi ya da onunla flört etmesi; kadının gururunu okşayan, kabul edilebilir bir hareketti. Ancak İsabella, şu ana dek, hayatında kendisi için bu kadarına bile izin vermemişti. Erkeklerle gereğinden fazla konuşmamış, onlara yanlış izlenim verebilecek davranışlardan uzak durmuştu. İşte bu yüzden dükün eleştirel bakışları İsabella'ya dokundu, çok dokundu! Aklı aksini söylese bile gururuna sarılıp Lord Hall'a, o zamana kadar bakmadığı kadar, sıcak gözlerle bakıp muhteşem bir gülümseme bahşetti.

 

Bu yaptığı, sadece dükün kaşlarının daha da çok çatılmasına sebep oldu. İsabella, onun tepkileri karşısında bu kadar alıngan olmaktan anında vazgeçip, "Canın cehenneme!" diye düşündü. "Canın cehenneme!"

 

İsabella'nın gülümsemesiyle hafifçe sersemlemiş olan Lord Hall mutlu bir biçimde, "Madam Mercier..." dedi yeniden. "Kız kardeşim Leydi Hall ve ekselanslarının kızı Leydi St. James çok yakın arkadaşlar." Dudakları alaycı bir biçimde bükülmüştü. "Her ne kadar kardeşim, Leydi St. James'ten iki yaş büyük olsa da bu onları engellemiş gibi görünmüyor; aksine kızsal şeyler söz konusu olduğunda, birkaç yaş farkın hiç önemi olmadığının açık bir kanıtı gibiler."

 

"O kadar haklısın ki Dom!" diyerek araya girdi dük. "O ikisi o kadar iyi anlaşıyorlar ki savundukları herhangi bir şey, ne olursa, karşısında duruyorsanız; sizi yıldırıncaya kadar vazgeçmiyorlar. Tıpkı doğal bir felaket gibiler: Tahmin edilemez, engellenemez ve de yıkıcı!"

 

Erkeğin halinden memnun ve rahat tavrı, sözlerindeki şikâyeti yalanlar gibiydi. Bakışlarını etrafta gezdirerek, "Sahi, nerede küçük şeytanlar?" diye sordu.

 

Dükün gözleri, kızına duyduğu sevgiyle bir parça ısınmıştı.

 

İsabella, onun biri sosyeteye takdiminin üzerinden bir yıl geçmiş iki genç kızla ilgili kullandığı ifadeleri oldukça gülünç buldu. Başka zaman olsa bunlara gerçekten gülebilirdi de... Oysa o anda detayları çok fazla algılayamıyordu. Aklı, her an ortaya çıkabilecek genç leydilere takılıp kalmıştı.

 

Lord Hall gülerek, "Kızları bilirsiniz." dedi. "İş parlak kumaşlara, kurdelelere ve giysilere gelince kendilerini kaybediyorlar. Muhtemelen burada bir yerdedirler. Benim duyamayacağım bir köşede kıkırdamaya gitmiş olmaları oldukça muhtemel."

 

Genç soylu konuştukça İsabella yanaklarının kızarmaya başladığını hissediyordu. İçi ısınıyordu sanki. O zamana kadar ruhuna hapsettiği her şey, aynı anda dışarı çıkmaya çalışıyordu. Yoo!.. Hayır, hayır! Tuzla buz oluyordu.

 

Bu köklü değişim, bedeninin de sarsılmasına neden oldu bir an. Sabit durma amacıyla elini tezgahın üzerindeki kalın cama dayadı.

 

Gözlerini neredeyse onun üzerinden hiç ayırmayan Warwall Dükü, "İyi misiniz?" diye sordu.

 

"İyiyim, teşekkür ederim." dedi İsabella, içinde hissettiği sıcaklıktan bambaşka bir sesle.

 

Lord Hall da kaygıyla, "Bir şey mi oldu? Yoksa hasta mısınız Madam?" diye sordu.

 

"Ha...Hayır lordum, iyiyim. Bir şeyim yok." Kanıt olarak gülümsemeye çalışarak elini destek aldığı tezgahtan çekti. "Sadece bir anlığına içim ürperdi. Yoksa iyiyim."

 

Hall, ikna olmuş görünse de diğer adamın şüpheli bakışlarından onun tam olarak ikna olmadığı anlaşılıyordu. Aldırmadı. Adama mesafeli ve ciddi bir bakış atmakla yetindi.

 

Adam da, birdenbire, "Kızım Leydi St. James, bu sene on altı yaşına giriyor Madam." diye açıkladı. "Kraliçeye takdimi yapılacak. Şahsen bu tip geleneksel etkinlikleri oldukça saçma bulsam da kızımın geleceğini düşündüğümde gerekliliğini görüyorum."

 

Dük bir yandan konuşuyor; bir yandan da gözleri İsabella'nın üzerinde -yüzünde, elbisesinde, titremesini gizlemeye çalıştığı için kavuşturduğu ellerinde, çalışırken çok bunaltıcı olduğu için hiçbir zaman giymeyi tercih etmediği korsesinin baskısı olmaksızın tatlı bir yumuşaklıkla yayılmış göğüslerinde, özellikle orada- geziniyordu.

 

İçinde bulunduğu hastalıklı duruma rağmen İsabella hırsla, "Pis, ahlaksız zampara seni!" diye düşündü.

 

"Lord Hall, sizin yeteneklerinizden övgüyle söz etti Madam." dediğinde, İsabella'nın zihninde "Hangi yeteneklerimden?" sorusunun bir benzeri de Lord Hall'un zihninde yankılanmış olacak ki adam sert bir nefes aldı, yanaklarına hafif bir pembelik yayıldı.

 

Dük, "Ekselansları, ben..." diye başlayan lordun tamamlamasına izin vermeden, "Madam'ın özgün kıyafetlerinden Caroline da övgüyle söz etmemiş miydi Dom?" diye sordu, sanki az önceki cümlesinin gerekçesi buymuş gibi.

 

Yeniden İsabella'ya dönüp, "Kızım için Leydi Hall'un görüşleri son derece önemlidir Madam." diye devam etti. "Bu yüzden henüz tanıştırılmamış olmanıza rağmen, Leydi Hall sayesinde, kızım şimdiden size hayran ve ben onun asla hayal kırıklığına uğramasını istemiyorum!"

 

Adamın son cümlesi ağzından bir çeşit uyarı gibi çıkmıştı. İsabella bir kez daha ürperdiğini hissetti.

 

"Kızım her şeyin en iyisini hak ediyor, en iyisi de sizsiniz galiba Madam Mercier."

 

İsabella'nın kafası bu kadar karışık, hisleri de zihnine bu kadar baskın olmasa sırf o "galiba" için adama, "Canın cehenneme!"nin bir düke yaraşır, kibar versiyonunu sunabilirdi ama o anda sadece anlamsızca bakmakla yetindi.

 

"Madam Londra'daki en iyi terzidir. Bunu söylemiştim."

 

Lord Hall, İsabella için her zaman gerçek bir beyefendiydi ama bugün doğuştan hakkı olan sözcüğün de hakkını vermişti: O, gerçek bir lorddu.

 

"Zaten o yüzden burada değil miyiz Dom?" Dük hazretleri elini sallayarak, "Her neyse..." dedi. İsabella'ya sert bakışlarını çevirip, "Madam, kızımın sezon giysilerini siz hazırlıyorsunuz." dedi.

 

Bu, emreden ve emirleri anında yerine getirilen bir adamın buyruğuydu.

 

"Tüm gardırop mu?" diye sordu İsabella. Kendi sesi, kendine bile yabancı geliyordu. İçindeki duygu sarmalı gittikçe büyüyor, geri kalan her şey onun gölgesinde kalıyordu.

 

"Anlamadım?"

 

İsabella; adamın gözlerine değil, tek bir elmacık kemiğine bakarak konuştu: "Yani elbiseler, ayakkabılar, çamaşırlar, şapkalar, mendiller..."

 

Dük sert bir sesle, "Size 'Sezon kıyafetlerini siz hazırlayacaksınız!' derken bunları kastetmiş olmuyor muyum?" diyerek İsabella'nın cümlesini tamamlamasına engel oldu.

 

Tavrı o kadar alaycı, o kadar iticiydi ki İsabella sinirlendi. Sert bir sesle, "Neyi kastettiğinizi ben elbette bile..." diye başladı ama sıcak bir kahkaha ve coşkulu bir sesin araya girmesi nedeniyle devam edemedi.

 

"Lord Hall!.. Bu ne şeref!"

 

Mathilda; küçük, dolgun bedeniyle öne çıkıp en az sesi kadar coşkulu bir biçimde elini Dominic Hall'a uzattı.

 

Lord Hall kadının elini öperken, "Bayan Mathilda," dedi kibarca. "O şeref bana ait."

 

Lordun cümlesi Mathilda'yı oldukça mutlu etmiş olacak ki dudaklarının arasından hafif bir kahkaha daha yükseldi.

 

"Her zamanki gibi çok kibarsınız lordum." Sonra başını Warwall'a çevirerek tanıştırılmayı bekledi ve Lord Hall da doğal olarak düke, "Ekselansları, size Bayan Mathilda'yı takdim edebilir miyim?" diye sordu. Diğerinin başıyla onayı üzerine, "Ekselansları... Bu çok tatlı ve güzel hanımefendi, Madam Mercier'nin ortağı Bayan Mathilda."

 

İsabella, zaman zaman, bu hayatta Mathilda'yı susturabilecek hiçbir şey olmadığını düşünürdü. Şimdi görüyordu ki yanılmıştı. Mathilda'nın bir bez bebeğin gözlerinden daha yuvarlak olan gözleri, karşısında duran adamın kraliyet ailesinden sonra hiyerarşide en üst sıradaki unvanın sahibi olduğunu öğrendiğinde kocaman olmuş; ağzı, karada uzun süre kalmış bir balık gibi açılıp kapanmış ve bedeni olduğu haliyle donakalmıştı. İsabella, bu haldeyken bile, "E... Ekselanları" diye kekeleyerek sarsak bir reverans yapmayı başaran arkadaşını takdir etti.

 

Tam o sırada genç leydilerin sesleri duyuldu. Gülüşerek mağazanın iç çamaşırı modellerinin sergilendiği paravanın arkasından kol kola çıktılar.

 

İsabella; Leydi Hall'un her zamanki ağırbaşlılığından sıyrıldığını, yanaklarının kızardığını, gözlerinin parladığını, tam anlamıyla on sekiz yaşına yeni girmiş bir genç kızın heyecanıyla dolup taştığını fark etmişti. Ancak bu detayların üzerinde fazla durmadı. Dikkati ilk kez karşılaşacağı Leydi St. James'e kilitlenmişti.

 

O anda aynada kendini görebilse merakla ve endişeyle kocaman olmuş gözleri, titreyen dudaklarıyla başka bir kadına baktığını sanabilirdi.

 

Mathilda'yla konuşan Lord Hall'un sesi uzaktan geliyordu. Diğer adamsa sessizce İsabella'yı izlemeye devam ediyor ve bakışlarının fark edilmesinden hiç rahatsızlık duymuyordu.

 

İsabella'nın o anda dikkatini çekmek isteyeceği en son kişi Warwall Dükü'ydü. Ne var ki yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kendine engel olamıyor, gözlerini tek bir kişinin üzerinden ayıramıyordu.

 

Leydi Hall ve Leydi St. James, aynı anda, seyircileri olduğunu fark ederek gülüşmeyi kestiler. Ekselanslarının kızı, yüzünü onlara doğru çevirdiğinde, gülümseyen çehresinde İsabella'nın tek görebildiği onun masmavi gözleri oldu.

 

Sonrasını hiç hatırlamıyordu çünkü zihninde beliren isim dudaklarında şekillenemeden kendinden geçmişti:

 

"Elizabeth!.."

 

 

Loading...
0%