30. Bölüm

20. Bölüm

majdafan
majdafan

Cama düşen bulanık damla, yağmurdan çok karın habercisi gibiydi ve zaten bir gece önce sisle bastıran soğuk, kışın acımasızca yükleneceğini hissettirmişti.

Dışarıda, büyük meşe ağacından sallanan salıncakta oturan iki kızın soğuğu umursamadıkları; son yarım saattir bir sırrı paylaşmaları gerekiyormuş gibi kulak kulağa verip fısıldaşmalarından, arada bir yükselen kıkırdamalarından anlaşılabiliyordu.

Bu mutlu anlar, kızlardan sıska ve uzun olanın tiz çığlığıyla sona erdi. O ayağa fırlayınca diğeri de sebebini bilmese bile arkadaşını takip etti. Sıska kız, ellerini ileri uzatıp başını geri attı ve dalların arasından kendine yol bulup parmağına konduktan sonra eriyen damlayı dilinin ucuyla yaladı, sonra bir çığlık daha kopardı: "Kar! Aman Tanrı'm, gerçekten kar!"

Her ikisi de yaşlı meşenin altından koşarak çıkıp ellerini yüzleriyle birlikte gökyüzüne kaldırdılar ve eski zamanlardan kalan bir ayini hatırlatırcasına kendi çevrelerinde dönmeye başladılar. Çok geçmeden sersemlemiş bir halde birbirilerine çarpıp kahkahalarla güldüler ve yine çok geçmeden kar şiddetini arttırdığında evlerine doğru koşturdular.

Yarım saat içinde hayata dair her şey hızlıca beyaza büründü. Kümesteki tavukların pislediği avludan, domuzların önündeki çamurda yuvarlanıp durduğu ahırın tavanına kadar her yer bembeyaz oldu. Yaşama dair tüm ayıplar ve kusurlar ortadan kalkarken; kar, herkese ve her şeye yeni bir başlangıç için fırsat sunarak yağmaya devam etti.

Isabella, alnını soğuktan buharlanmış cama dayarken kendine de bir fırsat sunulduğunu düşündü. Tanrı; ona hiç ummadığı anda, ummadığı bir fırsat sunmuştu ve Isabella, onu elinin tersiyle bir kenara itivermişti.

Elizabeth'in hayatına dahil olmak fırsatın ötesindeydi, mucize gibiydi. Isabella'nın aklı; mucizelerin bazen sıradan insanların bile başına gelebileceğini kabullenmekte zorlandığı için yaşadıklarının gerçekliğine inanmakta da zorlanmasına neden olmuştu. Bu yüzden ona sunulanın, hediye edilenin ellerinin arasından kayıp gitmesine engel olamamıştı.

Yüzü acıyla gerilirken, kulaklarında asla hatırlamak istemediği uğursuz sesin yankısı çınladı: "Korkuyorsun değil mi? Korkman gerektiğini biliyorsun?"

O kadar haklıydı ki! Düşes, hep ince dudaklarına aitmiş gibi görünen zalim gülümsemesiyle karşısında dikilirken korkmaması mümkün değildi.

Yaşlı kadın, Isabella'nın sessizliği karşısında keyifle mırıldanmıştı: "En azından akıllısın!"

"akıllı" değildi. Nasıl akıllı olabilirdi ki? Akıllı olsa kalkıp da hiçbir zaman dengi olmadığı rakibini kışkırtmaya kalkar mıydı? İçinden geçenlere rağmen ona, "Korkuyorum ama korktuğum siz değilsiniz!" der miydi?

Demiş ve yetinmemiş, kadını aşağılayan bakışlarla süzmüştü.

"Hiçbir zaman üzerimde böyle bir gücünüz olmadı!"

Şimdi o anları hatırlarken nasıl da korkak bir yalancı olduğunu kabul ediyordu. O kadar yalancıydı ki kızının ve kocasının geleceğini elinde tutan kadına kafa tutarken; acımasız yüzüne bakarak ondan korkmadığını söyleyebilmişti.

Nefesi camı iyice buharlandırırken dolu dolu gözlerini derin bir kederle sımsıkı yumdu. Daha, "Elizabeth!" diye inlemeden yaşlar yanaklarından kaymaya başlamıştı.

Sevgili kızı; hayatının ilk on beş yılında, annesine en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda annesiz bırakılmıştı. Nihayet hayatında onu daima "Madam Mercier" olarak bilecek olsa bile annesinin, Isabella'nın, yanında olacağı bir ortam oluşmuştu. Hatta Tanrı Isabella'ya, Sebastian aracılığıyla, Elizabeth'e bundan çok daha yakın olma fırsatı da sunmuştu: Isabella, Elizabeth'in üvey annesi olabilirdi ve bundan böyle her zaman kızını gözetip kollayabilirdi. Sessiz sevgisiyle onu kucaklayabilirdi.

Balo gecesi Sebastian, Elizabeth'in "Madam Mercier"le ne zaman evleneceğine dair kendisini sıkıştırıp durduğunu söylemişti. Kızının bu evlilikle ilgili mutluluğunun her geçen gün arttığını da söylemişti. Bahçe kapısını açıp onu arabaya bindirmeden hemen önce, "Ona gerçeği anlatmalıyız Isabella!" demişti. "Hem de çok uzak olmayan bir gelecekte! Bunu Elizabeth'e borçluyuz."

Sebastian; daha önce, Isabella'yı baloya davet etmek için geldiği akşam da benzer şeyler ima etse de tavrı böylesine katı bir kararlılığa sahip değildi. Belki de bu yüzden Isabella, araba daha eve varmadan içinin derin bir endişe ve korkuyla dolduğunu hissetmişti. Elizabeth gerçeği tüm çıplaklığıyla öğrendiğinde daha onu kazanamadan kaybedeceğinden, kızının geleceğine öyle ya da böyle olumsuz bir şekilde etki edeceğinden kuşku duymadığı için korkmuştu.

Dudaklarından kaçmaya hazır hıçkırığı zapt etmeye çalışırken şimdi, gerçek bir korkak olarak, biricik evladını tamamen kaybettiğini düşündü. Hayatın sunduklarını alacak, daha fazlasını uzanıp almak istemeyecek kadar korkaktı ve Sebastian'a yazdığı mektup bunun en büyük kanıtıydı.

"Ekselansları" diye başlamıştı, ilk sözcükle aralarına koyacağını düşündüğü soğuk mesafenin işe yarayacağını umarak.

"Önceki gecenin ardından çok düşündüm ve siz onaylamayacak olsanız bile bir karara vardım: Ben, sizin istediğiniz kadın olamam! Sizin beklentilerinizin; bir eş, bir anne olarak benden beklentilerinizin farkındayım. Üzülerek söylüyorum: Onları karşılayamam! Yıllarca yalnız ve sadece kendi sorumluluğunu taşıyarak yaşayan biri olarak düşes olmanın, özellikle de Warwall düşesi olmanın sorumluluklarını yerine getiremem! Dürüst olmam gerekirse böylesi ağır bir yükün altına girmek istemiyor ve anlayışınıza sığınıyorum.

Bir gün beni affedeceğinizi inancımla...

Isabella Mercier"

Isabella, yazdığı her bir sözcüğü çok iyi hatırlıyordu çünkü her biri için uzun vakit ayırmış; vermek istediği mesajın tartışmaya açık bir tarafının kalmamasına özen göstermişti. Ve her birini yazarken lanetlendiğini düşünmüştü. Hatta kötü, çok kötü bir insan olduğunu; bu yüzden Tanrı'nın sevgisinden ve merhametinden yoksun bırakıldığını da düşünmüştü.

Oysa şimdi, aradan geçen bir ayın ardından, lanetlenmediğini; sadece düşüncelerinin lanetli olduğunu anlayabiliyordu. Ona sürekli Sebastian'ın yanına yakışmayacağını fısıldamışlardı; onun onuruna, gururuna, makamına asla layık olamayacağını fısıldamışlardı.

"Öyle mi sanıyorsun? Demek benden korkmuyorsun? Kızının takdim gecesinde ortadan kaybolan Warwall dükünün ne tesadüf ki onunla beraber en son terasta görüldükten sonra hastalanıp evine giden Isabella Mercier ile ne yaptığını öğrenmek ister misin? Bahçıvan kulübesinin bu kez Drako'ya hizmet vermediğini öğrenmek ister misin?"

Isabella, düşesin çatal diliyle adeta zevkten bayılırcasına sorduğu sorular karşısında Sebastian'a değilse bile Elizabeth'e layık olmadığını anlamıştı. Hangi anne çocuğunun takdim gecesinde, kocasıyla bile olsa, kaçamak yaşayacak kadar pervasız olabilirdi?

Düşesin sözleri tenini ısırmış; zehir, tüm vücuduna yayılırken her tarafı buz kesmişti ve o sırada yapabildiği tek şey çaresizce yaşlı kadına bakmak olmuştu. Mağazanın loş ışığı altında iyice korkunç görünen başındaki peruktan, ağır işlemeli elbisesine; ayağındaki tokalı pabuçlara kadar o kadar güçlü, o kadar kendinden emin görünen bir hali vardı ki Isabella, kendini kedinin bir pençesinden diğerine savrulan fare kadar umutsuz ve çaresiz hissetmişti. Yine de son bir çabayla, "Sebastian size izin verir mi sanıyorsunuz?" diyebilmişti.

"Sevgili kızım..."

Isabella, şimdiye kadar böylesi bir sevgi sözcüğünün bu kadar sevgisiz söylendiğini hiç duymadığı için tüylerinin diken diken olmasına engel olamamıştı.

"Sebastian gerçekler karşısında ne yapabilir sanıyorsun? Kuşkusuz seni korumaya çalışacaktır ve o sırada saygınlığını, onurunu, sahip olmaktan gurur duyduğu diğer her şeyini de kaybedecektir!"

Isabella, sindiği köşede, kendi hastalıklı düşüncelerinin sesli olarak dile getirilmesi karşısında sessiz ve çaresiz kalakalmıştı.

"Bunu göze alabilir misin Isabella? Sevdiğin adamın hayatını yerle bir edip kızını, Elizabeth'i, bundan sonra utanç içinde yaşamak zorunda bırakır mısın?"

O kadar soğuk görünmesine ve gerçekten de o kadar soğuk olmasına rağmen her bir sözcüğünü iğrenç derecede güçlü bir tutkuyla söyleyen bu kadın karşısında içinin nefretle dolduğunu hisseden Isabella, "Ben size ne yaptım?" diye tıslamıştı. "Bende sizi bu kadar rahatsız eden ne?"

"Varlığın!"

Isabella; gözyaşlarını kurulayıp, önündeki sehpadan kasnağı alırken, "Böyle bir kötülük nasıl var olabilir?" diye düşündü. Görmeyen gözlerle elindeki iğneyi uygun deliğe batırmayı denedi ama başaramadı. Düşesin istediğini elde ettiğinden emin bir insanın kendine güveniyle arkasını dönüp azametle çıkıp gidişi gözünün önünde canlandığında dünyadaki en zorlu, en detaylı resmi işlemeye kalksa bile onun, zihnini kaplayan kapkara sisi dağıtamayacağının; kalbine olanca ağırlığıyla bastırıp duran ağırlığı yok edemeyeceğinin farkındaydı.

Geri dönüp baktığında düşüşünün çok kolay olduğunu görebiliyordu. Kaygılarını seslendiren değil düşes, bir başkası bile olsa ona karşı koyamayacak kadar korunaksız olduğu acı bir şekilde ortaya çıkmıştı.

"Isabella?.."

Isabella, kasnağı aldığı yere bırakıp hissetmediği bir sakinlikle ayağa kalktı ve kapı aralığından başını uzatmış olan adama, "Peder Elliot! Geldiğinizi duymadım." dedi.

"Farkındayım evladım. Kapıyı tıklattım ama elindeki işe oldukça dalmış gibiydin."

Dalgınlığının nedenini düzeltme gereği duymayan Isabella, "Özür dilerim peder!" dedi.

"Özür dilemeni gerektiren bir durum olduğunu sanmıyorum." diyen yaşlı adam, "İzninle, girebilir miyim?" diye sordu.

"Elbette! Elbette, buyurun! Burası sizin eviniz!"

Peder Elliot, "Burası da senin odan." derken her zamanki dinginliğiyle kapıyı kapatıp Isabella'ya yaklaştı. "Lütfen!" diyerek Isabella'nın az önce kalktığı sandalyeyi işaret etti. "Otur Isabella. Benim yanımda rahatsız olmanı asla istemem!"

"Teşekkür ederim peder." diyen Isabella oturunca; Peder Elliot da yuvarlak sehpanın diğer tarafında, Isabella'nın tam karşısında duran sandalyeye oturdu ve şefkatli bakışlarını genç kadının oldukça üzgün görünen yüzüne dikti.

İnce, tel çerçeveli gözlüklerin ardındaki gözleri -yakını görmekte ciddi anlamda zorlandığı için- kocaman görünüyordu. Isabella, ilk karşılaşmalarında bu gözlerin hiçbir anlam taşımadığını düşünerek rahatsız olmuştu. Zamanla aynı kahverengi gözlerin peder kendine izin verirse ne kadar yoğun bakabileceğini de öğrenmişti. Bir defasında Isabella, bu konuyla ilgili ilk düşüncelerini onunla paylaştığında yaşlı adam, "Benim yaptığım işi yapan birinin gözlerinde, yüzünde duygu belirtisi olması çok riskli bir şey." demişti. "Sana içini boşaltmak için, rahatlamak için gelen insanlara biraz bile olsa yargılayıcı bakışlar atamazsın!"

"Isabella?.. Sanırım yine daldın."

"Özür dilerim!" diyen Isabella, yüzüne kocaman bir gülümseme kondurdu. "Şimdi sizi can kulağıyla dinliyorum."

"Öyle mi?" diye soran peder de gülümsedi. "Buraya senden bir şey rica etmeye geldim Isabella. Tabii mümkünse!"

"Sizin için elimden ne gelirse yapmaya hazır olduğumu biliyorsunuz peder."

"Evet, biliyorum. İşte bu yüzden seni bu kadar üzen her neyse onu bana anlatmanı istiyorum."

Isabella, bu çok sevdiği adamın beklenmedik sözleri karşısında yüzündeki gülümsemenin an be an kırıldığını hissedebiliyordu ve maalesef bunu engellemek için elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Peder Elliot, "Biliyorsun ki bir din adamına içini dökmen için illa kilisede olman gerekmez." dedi. "Hatta o din adamının cemaatinde olman da gerekmez." Gülümsedi. "Tabii bu senin için geçerli değil. Sen neredeyse on yıl benim cemaatimin bir parçasıydın. Ama elbette 'peder'in olmak zorunda değilim." diyen yaşlı adam uzanıp Isabella'nın elini tuttu. "İstersen senin için sırlarını paylaşabileceğin bir 'amca' olabilirim. Hatta, cüretkarlığımı bağışlaman dileğiyle, istersen bir 'baba' da olabilirim ve benim tercihim de budur. Yüce Tanrı'm! Ağlama çocuğum! Ağlama! Amacım seni ağlatmak değildi!"

Isabella, hiç bu kadar utanç duyduğunu hatırlamıyordu. Hayatının en zor zamanlarında yanında olmuş olan bu adamın karşısında ağlamak asla istemeyeceği bir şeydi. Onun ve Anne'in karşısına sadece ve sadece tebessümle çıkmak isterdi çünkü bu iki insan, gülmeyi unuttuğunu sandığı zamanlarda ona yeniden gülmeyi ve bunun ne kadar harika hissettirdiğini yeniden öğretmişlerdi.

Alelacele, "Özür dilerim!" demeden önce pederin uzattığı mendille gözyaşlarını kuruladı. "Ba-Bana ne olduğunu bi-bilmiyorum."

Peder Elliot, Isabella'ya ona inanmıyormuş gibi bakmadı çünkü işi, daha çok da yaratılışı gereği kimseye böyle bakmazdı ama on beş sene önce tanıdığı ve kısa süre sonra da aynı evde yaşamaya başladığı bu genç kadına inanmıyordu. Aradan geçen onca zamanın ardından neredeyse bir ay önce yeniden ortaya çıkan Isabella, onu son gördüğü zamanlardaki Isabella'ya benzemiyordu; tıpkı köye ilk geldiğindeki o kanadı kırılmış kuştan farksız halini andırıyordu.

Dikkatli bakışlarını karşısındaki genç kadından ayırmadan, "Daha da kötü!" diye düşündü. Şimdi sanki sadece kanadı değil, tüm bedeni yara almış gibiydi. Ve Peder Elliot, Isabella'yı buraya geri dönemeye iten şeyin onun o güzel, saf ruhuna da zarar vermiş olmasından ciddi anlamda endişe ediyordu.

"Isabella, 'ağlamak' Tanrı'nın biz insanlara bağışladığı en güzel şeylerden biridir." diye başladığında sesinde sevgi ve şefkatten başka bir şey yoktu. "Başka çok az şey ağlamak kadar insanı sakinleştirir ve rahatlatır. Bu yüzden ağlamak istiyorsan ağla evladım. Ben sadece seni bu kadar üzgün görmeye dayanamadığım için 'Ağlama!' dedim. Yoksa içinden geliyorsa ağlayabilirsin ve doğal olanı da budur."

"Teşekkür ederim peder. O kadar sabırlı ve anlayışlısınız ki!"

"Her konuda sabırlı ve anlayışlı olmayabilirim Isabella."

Isabella'nın merakla bakması üzerine yeniden gülümsedi. "Sen aramıza döneli bir ay oluyor Isabella ve bilmeni isterim ki senin dönüşün Anne'le beni çok mutlu etti ama haline... Haline..." Sanki doğru kelimeleri bulmak istercesine gözlerini etrafta gezdirdi. "Yani... Çok üzgün görünüyorsun kızım. Bu yüzden az önceki teklifimi yinelemek bir din adamı olarak benim görevim: İnsan her yükü tek başına omuzlayamaz çocuğum, omuzlamak zorunda da değildir. Tanrı bizleri böyle yaratmıştır."

Isabella, adamın anlayışlı ve ince yaklaşımı karşısında gözlerinin yeniden dolmasından nefret etti. Konuştuğunda sesinin titremesinden daha da nefret etti.

"Sizi bunaltmak ya da yeni bir yük yüklemek istemeyecek kadar çok seviyorum peder! Bu yüzden... Bu yüzden..."

Cümlesini tamamlamakta zorlanan Isabella karşısında Peder Elliot, "Sevgili kızım!.." diye başladı. "Beni nasıl bunaltabileceğini düşündüğünü hiç bilmiyorum ama umarım böyle bir şeyin pek mümkün olmadığını söyleyerek seni hayal kırıklığına uğratmış olmam."

Isabella'nın büyüyen gözleri karşısında Peder Elliot sırıttı.

"Bu kulakların bugüne kadar neler duyduğu hakkında bir fikrin olmadığına eminim Isabella. Ve dilimin Tanrı adına neleri affettiğine dair de bir fikrin yok. Bu yüzden sana karşı dürüst olacağım. Evet, anlatacaklarınla bunalabilirim ama bunun nedeni anlatacakların olmaz. Bunalabilirim çünkü yaşadıklarının seni ne denli yaralamış olabileceğini düşünmek beni üzer."

"Be-Ben... Nerden başlayacağımı bilemiyorum."

"En baştan başlamaya ne dersin? Yani bizi bırakıp gitme nedeninden?"

"Ben... Ben..."

"Seni üzmek ya da suçlamak için sormuyorum çocuğum. Sadece merak ediyorum çünkü bıraktığın mektup ne açıklayıcı ne de inandırıcıydı. Sana karşı hatalı davranıp davranmadığımızı ya da seni gücendirip gücendirmediğimizi merak ediyorum."

Isabella şiddetle itiraz etti.

"Hayır, hayır! Nasıl böyle düşünebilirsiniz? Siz beni kurtardınız! Benim ailem oldunuz! Dadım, siz ve Anne bu dünyada bana nazik davranan az sayıda insanın arasında yer alıyorsunuz!"

Peder, dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi.

"Madem öyle, neden bizi bırakıp gittin Isabella?"

"Gitmek zorundaydım!"

"Neden?"

"Çünkü Nancy dönmüştü."

En küçük kızının konuyla ilişkisini anlayamayan pederin gözleri kalın camların ardında kocaman titreşti.

"Nancy mi?"

"Ben gitmeden üç ay önce Nancy eve dönmüştü."

"Beni affet ama evladım ne demek istediğini hiç anlamıyorum."

"Nancy kocasından ayrılmıştı peder ve iki çocuğu vardı. Bu durumda ben de size daha fazla yük olmak istemedim."

Peder Elliot hızla doğruldu. Yüzündeki ifadeye bakılırsa sinirlenmiş gibiydi.

"Şunu doğru anlamış mıyım bir bakalım: Bizi terk ettin çünkü Nancy kocasından ayrıldığı için geçinemeyeceğimizi düşündün ve kendini fazlalık olarak gördün!"

Isabella sessizce başını salladı.

"Benim kazancımı küçümsediğin için alınmalıyım ama şu an kendimi daha çok kızgın hissediyorum!"

"Özür dilerim peder!"

"Tabii ki özür dilemelisin Isabella çünkü gerçekler hakkında en ufak bir fikrin yok!"

Gözlerini kırpıştıran Isabella, "Hangi gerçekler?" diye sordu. Peder de ona bir başka soruyla karşılık verdi: "Nancy nerede Isabella?"

Döndüğünden beri genç kadını hiç görmemiş olan Isabella, "Bi-Bilmiyorum." dedi.

"Isabella, evladım... Nancy'nin kocasıyla defalarca kavga edip bize geldiğini ve defalarca geri döndüğünü bilmiyor musun?"

Gözleri büyüyen Isabella, "Yani barıştılar mı?" diye sordu. Peder Elliot başını sallayınca da "Ama o zaman üç ay kalmıştı!" dedi.

"Hayır, kızım! Üç değil, dört ay kaldı; sonra da yeniden evine döndü ama sen bunu bilemezsin tabii."

Adamın imalı sesi karşısında Isabella, "Çekip gittim, öyle değil mi?" dedi. Boğazına oturan yumruyu gidermek için sık sık yutkundu. "He-Hepp... Hep çekip gidiyorum değil mi? Bunu hep yapıyorum! Hep!.."

Peder Elliot; hızla ayağa kalkıp benliği bir keder denizinde kaybolmuş bu çok sevgili kadını kollarının arasına aldı, o ağlarken de başını şefkatle okşadı. Bu gözyaşlarının az önceki konuştuklarıyla ilgisi olmadığını anlamıştı ama hiç soru sormadı, içini boşaltması için Isabella'ya zaman tanıdı.

Kendini geri çektiğinde, "Isabella... Evladım!.. Bu kadar çok ağlayacağını bilseydim sana 'Ağla!' demezdim." dedi.

Adamın muzip ifadesi, Isabella'dan kırık dökük bir gülümseme kazandı.

"Affedersiniz Peder. Ben... Ben..."

"Affedecek ne var? Hımm?.."

"Ben sadece... Ben sadece... Anlamıyorum peder! Neden? Neden ben?"

Peder Elliot, yılların getirdiği tecrübeyle Isabella'nın artık çözüleceğini anladığı için yerine geçti ve hoşgörülü bir tavırla, "Eğer bu bir isyansa kızım, Tanrı'ya isyanının sana bir faydası olmaz." dedi. "Tanrı, bazen biz hiç anlayamayacak olsak da bir yol çizer. İnsana düşen bu yolda yürüme sorumluluğudur. Bazıları bu yolu daha kolay yürür, bazıları daha zor. Ama her koşulda o yol yürünür ve Isabella, evladım... O yolda bizim en büyük yardımcımız kimdir?"

Isabella aklın gelen tek cevabı verdi: "Tanrı?.."

Peder güldü.

"Tanrı, evet ama benim kastettiğim daha ulaşılabilir yardımcılardı. Dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımızdan bahsediyorum. İşte burada ben devreye giriyorum. Beni bir dost, arkadaş gözüyle görebilirsen sana naçizane yardımımı sunabilirim. Dertlerine çözüm olacağımı iddia etmiyorum ama iyi bir dinleyiciyimdir." O koca gözlerinden birini kırptı. "Üstelik iyi de sır tutarım. Kasabada kime sorsan sana bunu doğrular."

Isabella kahkaha attı. Dönüşünden beri yüzünde belirmiş olan bu ilk gerçek neşe ifadesi karşısında, Peder Elliot'un da yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

"Siz benim için dosttan, arkadaştan daha ötesiniz peder. Siz benim asla sahip olamadığım; beni gerçekten seven, bana önem veren çok sevgili bir akrabam gibisiniz."

Bu sefer duygulanan Peder Elliot'tı ve o, işi şakaya vurmayı tercih etti.

"Şimdi de benim mi ağlamamı istiyorsun?"

Isabella gülümsedi ama bu kırık bir gülümsemeydi.

"Size her şeyi anlatmak bana çok iyi gelecek, bunu biliyorum ama..."

"Ama?.."

"Ama nereden başlayacağımı hiç bilemiyorum peder?"

"Londra'dan başla. Oradaydın değil mi, Londra'da? Mektupların oradan geliyordu?" Isabella başını sallayınca, "Tamam, o zaman. En başından başla! Londra'dan başla!" dedi.

"Eğer baştan başlamamı istiyorsanız başlayacağım yer Londra olmaz peder ve bu uzun, çok uzun bir hikaye."

Peder Elliot anlayışlı bir tavırla, "Ben buradayım ve zamanım da yeterince bol." dedi. "Senin başlangıç olarak gördüğün yer ya da zaman neresiyse oradan başla ve bana her şeyi anlat Isabella."

Isabella; gerçekten de baştan, en başından, çocukluğundan başladı ve Peder Elliot'ın istediği gibi ona her şeyi anlattı. Konuşmanın, hep içinde tuttuğu şeyleri dile getirmenin zor olacağını düşünmüştü ama dakikalarca hiç durmadı. Bazen sözcükleri ufak hıçkırıkları yüzünden yarım kalsa da devam etti. Nihayet, "İşte böyle peder, sizin tanıdığınızı zannettiğiniz Isabella'nın gerçek hikayesi böyle bir şey!" diye bitirdiğinde anlattıklarının ağırlığıyla omuzları çökmüştü.

Onun alay eder tavrına ciddiyetle yaklaşan Peder Elliot, "Çok şey yaşamışsın evladım." dedi. "Yıllar önce Anne'le, Bayan Plum'ın yanına eskiden dadılığını yaptığı genç bir kızın taşındığını duyduğumuzda, onun başına talihsiz şeyler gelmiş bir soylu olabileceğini düşünmüştük. Seni bu köye getiren her neyse zaten yeterince büyük bir şey olabileceğini tahmin ettiğimiz için sana geçmişinle bir şeyler sormaktan hep kaçındık. Şimdi, 'Keşke sorsaymışız!' diye düşünüyorum çocuğum."

Isabella buruk bir gülümsemeyle, "Ne yapabilirdiniz ki Peder?" dedi ve sonra başını iki yana salladı. "Warwall dükalığına karşı, düşese karşı elinizden ne gelirdi?"

Peder bir çeşit homurtuyla haç çıkardı: "Tanrı o kadını affetsin..."

Isabella, adamın sözünü bitirmesine fırsat vermedi.

"Lütfen peder! Benim yanımda düşes için dua etmeyin, en azından şimdi etmeyin! Sesi kulağımdan hiç gitmezken, sözleri bu kadar tazeyken lütfen Tanrı'dan onunla ilgili iyi bir şeyler dilemeyin!"

Peder sessiz bir boyun eğişle başını salladı ve sonra Isabella'nın hiç beklemediği bir biçimde konuyu değiştirdi: "Kocanın seni sevdiğini söylüyorsun... Sormak zorundayım: Bundan emin misin Isabella?"

"Evet, eminim!"

Peder, bu kuşkuya yer bırakmadan verilen cevap karşısında derin bakışlarını Isabella'nın gözlerinden hiç ayırmadı ve Isabella, "Yanlış yaptım öyle değil mi?" diye sordu. "Yanlış karar verdim!" Isabella, titreyen sesiyle devam etmeden önce başını iki elinin arasına aldı. "Tanrı'm! Siz gelmeden önce de sorguladığım şey doğru, öyle değil mi? Denemeliydim değil mi peder? Sebastian'a güvenmeyi denemeliydim?"

"Haklısın evladım, denemeliydin! Warwall bu şansı hak etmiş. Sana her şeyi göze alacağını söyleyen onun gibi güçlü bir adama güvenmeli ve sırtını ona dayamaktan çekinmemeliydin! Ondan güç almalıydın ama aynı zamanda yanında durarak o gücü ona kendin vermeliydin!"

"Ama yapmadım!"

"Belki yapmadın ama doğrunun ne olduğunu öğrenmekten korkmuyorsun Isabella. Bu çok büyük bir şey." diyen Peder Elliot, ciddiyetle devam etti: "Şimdi bana bir söz vermeni istiyorum Isabella: Bundan sonra sevginin zorluklarla sınandığını hiç unutmayacaksın! Ve eğer sen ve Warwall yeterince güçlüyseniz, sevginiz de güçlüyse bu zorluğu da atlatacaksınız. Üstelik sizin bir de çocuğunuz var."

Isabella ağlayarak, "Sebastian için olduğu kadar Elizabeth için, her ikisi için, her şeyden vazgeçtim peder! Onları çok seviyorum!" dedi.

"Yaptığın fedakarlığın değerini anlıyorum yavrum ama acaba onlar anlayacak mı?"

Isabella, mendille gözlerini silmek üzereyken durup Peder Elliot'a baktı.

"Elizabeth gerçeği bilmiyor ama Sebastian anlayacaktır! Anlamak zorunda!"

"Seni üzmek istemiyorum ama Isabella, vazgeçerek kolay yolu seçtiğini düşünemez mi?"

"Düşünmez!" diyen Isabella, bir an sonra gözleri dehşetle büyümüş biçimde ayağa fırladı.

"Isabella?.."

"Aman Tanrı'm! Peder! Tam da dediğiniz gibi düşünmesi için ona bir not bıraktım. Sebastian'a! Diğer türlü peşime düşeceğini biliyordum! Şu anda Sebastian, onlardan tamamen vazgeçtiğimi düşünüyor olmalı ve buna ben sebep oldum!"

"Isabella, sakin ol yavrum!"

Kararlı bakışlarını pervazının önünde bir kar yığınağı oluşmuş olan pencereye çeviren Isabella, "Benim sakin olmaya değil, bir arabaya ihtiyacım var!" dedi. "Hemen Londra'ya dönmem gerekiyor!"

 

 

Bölüm : 25.09.2025 14:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...