Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

Sürprizlerden nefret ederdi. Sakin ve düzenli hayatının akışını bozacak hiçbir şeye tahammülü yoktu. Bu yüzden daima tedbirli davranır; sonucunu öngöremediği işlere yatırım yapmaz, ne kadar soylu görünürse görünsün şeceresini incelemeden yarış atı almazdı.

Tanıştığı insanlara karşı her daim soğuk, her daim ketumdu. Sonrasında kendilerini dostlukları noktasında kanıtlayamayanlarla arasına görünmez ama hissedilir bir çizgi çekerdi, kanıtlayanlardan da sadece birkaçına hayatında yer açabilirdi. Belki de bu yüzden gerçekten "dostum" diyebileceği insan sayısı, bir elin parmaklarını geçmezdi.

Söz konusu "kadınlar" olduğunda belki daha yumuşak bir yaklaşım sergileyebileceği düşünülebilirdi; oysa sayıları abartıldığı kadar çok olmasa da hayatından geçen kadınlardan bazılarının kuytu köşelerde Warwall Dükü'nün kalbinin yerinde koskoca bir taş olduğunu söylemelerine bakılırsa bu düşüncenin hiç de gerçekçi olmadığı anlaşılabilirdi.

Peyniri çok severdi. Özellikle kendi arazisindeki çiftliklerde yapılanlara karşı inanılmaz bir zaafı vardı. İyi kalite peynirin sofraya geliş sürecinin oldukça uzun olduğunu, aylarca tuzlu suda kontrollü olarak bekletilmeden servisinin yapılamayacağını küçük bir araştırmayla öğrenmişti. En azından onun damak tadına uygun peynirler, sofraya bu aşamalardan geçerek geliyordu.

O küçük araştırmasında, topraktan yapılmış derin küplere basıldığında peynirin lezzetinin daha bir arttığını da öğrenmişti. Bu yüzden kuru ve serin bir yerde aylarca kapalı kalan küp, nihayet açıldığında, içinden çıkan peynirin tadına doyum olmazdı. Fakat... Aradan zaman geçtikçe... O lezzete alıştıkça... Sanki o ilk başta yediği peynirle sonradan yediklerinin başka başka küplerden çıkarılan, başka başka peynirler olduğunu düşünmeye başlardı ki kimse böyle bir şeye cüret edemeyeceği için bunun imkansız olduğunu bilirdi.

Böylece bir süre, kısa bir süre, peynir yememeye karar verirdi.

Çok geçmeden, dayanamayıp, canı yeniden peynir çektiğinde; hizmetkarları asla eskisini yemeyeceğini bildikleri için yeni bir küp açıp ondan servis yapmaya başlarlardı.

Otuz altı yaşında; hayatında kalıcı sadece iki kadın, annesi ve kızı, olan bir adam olarak kadınlara yaklaşımıyla peynire yaklaşımı arasında ciddi bir fark yoktu. Kadınları da en az peynir kadar seviyordu. Hele olgun kadınların tadına... Hiç doyamıyordu. Özellikle de ilişkinin başında onlara bayılıyordu. Fakat ne zaman ki zaman geçip talepler, beklentiler ve en önemlisi tutkular sıradanlaşıyor; işte o zaman, tıpkı peynirde olduğu gibi, ilişkinin tadı kaçıyordu. Üstelik ilişkinin süresi ne kadar uzarsa kadınların aklında müstakbel Warwall Düşesi olabileceğiyle ilgili hiç de gerçekçi olmayan bir hayal oluşmaya başlıyordu.

İşte Sebastian St. James, dün gece böyle bir hayali daha yerle bir etmeyi başarmıştı. Bir farkla: Bu kez kendi de kadın kadar üzülmüş ve hayal kırıklığına uğramıştı çünkü güzelliği kadar zekasının ve sohbetinin de keyif verdiği Francine Radcliff'le ilişkisini bitirmeye henüz hazır değildi.

Sebastian, ketum ve şüpheci tabiatı yüzünden aldığı davetlerin çoğunu reddederdi. Altı ay önce, sivri diline rağmen, çok sevdiği ve takdir ettiği yaşlı Thorne markizinin davetini reddedememişti. Leydi Thorne, Sebastian'ın huyunu bildiği için daveti on beş kişiyle sınırlı tutmuş ve markiyle oğlu seyahatte oldukları için masanın diğer ucuna, Sebastian'ın tam karşısına oturmuştu.

Sebastian, etrafına şöyle bir bakmış ve konukların hangi kriterlere göre çağırıldığını anlamaya çalışmıştı. Bunda pek başarılı olamasa da asabi ve soğuk mizacını tanıyan Leydi Thorne'un onun rahatını kaçıracak kişileri listeye almadığını takdirle fark etmişti. Yine de masanın başında yerini aldığında değişen bir şey olmadığını görmüştü: Her şey çok sıkıcıydı. İnanılmaz sıkıcı!

Yıllar içinde bu tür davetlerde, zorunda olmamasına rağmen, halinden memnun görünür bir tavır geliştirmeyi başarmıştı. Buna rağmen o akşam yemeğinde hemen solundaki sandalyenin bir kadına ayrılmış olduğunu görünce, ki bu son derece doğaldı, hoşnutsuzluğunu gizlemekte oldukça zorlanmıştı. Kadınlar bütün ilgiyi kendilerine çekmek istedikleri için Sebastian'ın hiç ama hiç umurunda olmayan konulardan bahsederek onun kafasını şişirmekten başka bir şey yapmazlardı. Özellikle de ilgisinin olmadığı ve çoğunu da gereksiz bulduğu kişilerle ilgili dedikodu yaparlardı. Ve en kötüsü: Akıl almaz şekilde kıkırdarlardı. Sebastian, en çok bundan nefret ederdi: Yükselerek tizleşen yapmacık kadın sesinden!

Yine de illa bu tip bir ses duymak zorunda kalacaksa bu sesin evli bir kadından çıkmasını tercih ederdi. Diğer türlü; gereksiz flört girişimlerine, manasız göz süzmelere, bakışları dekolteye çekmek için derin derin iç geçirmelere katlanmak zorunda kalacaktı. Elbette evli leydiler içinde de benzer yöntemlere başvuranların sayısı hiç az değildi. Üstelik bunu, Sebastian'ın evli kadınlarla işinin olmayacağını bilmesine rağmen yaparlardı.

Sebastian'ın evli kadınlardan uzak durmasının nedeni, Tanrı korusun, yüksek ahlaki değerlere sahip olması değildi. Sıcak bir yatakta sıcak bir bedenle beraberken en son ihtiyacı olan o sıcak bedenin gerçek sahibi tarafından yakalanmaktı ve ardından sabahın köründe, bir korulukta, şahitler huzurunda birini öldürmek.

Elbette bu konuda ne düşündüğünü kimsenin detaylı olarak bilmesine ihtiyacı yoktu. Sadece Warwall Dükü Sebastian St. James'in evli kadınlarla asla ilişki kurmadığının bilinmesi yeterliydi.

O gece, Leydi Thorne'un masasında, hemen sağındaki sandalyede oturan kadın evli değildi. Bu durum, daha önceki benzerlerinin aksine, Sebastian'ın canını pek sıkmamıştı çünkü Leydi Francine Radcliff, daha henüz bu gece Sebastian'a takdim edilmiş olsa da, Sebastian'ın geçmişte bazı davetlerde gördüğü ve saygı duyduğu bir kadındı. İki yıl önce Lord Radcliff'in ölümüyle dul kalmış, o zamana kadar da ne kocasının ne de kendisinin adına leke sürecek bir davranışta bulunmuştu.

Lord Radcliff;Francine'den yirmi beş yaş büyüktü; buna rağmen kadının, bu tip evliliklerin çoğunda görüldüğü gibi, başka arayışlara girmemiş olması bir skandal sayılabilirdi.

Soylular arasında çiftlerin arasında derin yaş farkının erkeğin lehine olduğu evlilikler çok sık görülürdü. Çok sık görülmeyense bu tarz evliliklerde karı kocanın başka başka ilişkiler yaşamamasıydı. Evet, Francine bir aşık edinmemişti ama Lord Radcliff'in de bir sevgilisi olmamıştı. Olduysa da Londra duymamıştı. Dünyadaki dedikodu çarkının bu kadar iyi işlediği başka bir şehir olmadığı düşünüldüğünde; bu, oldukça zayıf bir ihtimaldi.

Leydi Radcliff; soluk sarı saçları, yeşil gözleri, kalp biçimli yüzüyle çok güzel bir kadındı ve Sebastian'da en ufak bir ilgi uyandırmamıştı. Sebastian, zaten güzel kadınlara alışkındı. Hayatına, bugüne değin, "güzel" olarak adlandırılamayacak bir tane bile kadın girmemişti.

O gece masada Leydi Radcliff'le gerekenden ne az ne çok, sosyal kuralların gerektirdiği kadar, sohbet etmişlerdi. Ne zaman ki kadın; diğer yanında oturan başka bir kadına gülümsemiş ve ardından bu tip toplantı masalarına ve kendi soğuk görünüşüne çok da uymayan bir kahkaha atmıştı, işte o anda Sebastian'ın dikkatini çekmeyi başarmıştı.

Yemekten sonra erkekler birer kadeh İskoç viskisi eşliğinde atlar, avlanma ve parlamentodaki bitmek tükenmek bilmeyen siyasi çekişmelerle ilgili klasik sohbetleri için kütüphaneye geçmişler; kadınlarsa, oturma salonundaki geniş şöminenin önünde derin bir sohbete dalmışlardı. İşte Sebastian'ın Leydi Francine Radcliff'le gerçek sohbeti, kadınların yanına döndükten sonra o şöminenin önünde başlamıştı.

İlgi çekici ve zeki kadınlar her zaman hoşuna gitmişti. Francine de hem ilgi çekici hem de zeki bir kadındı. Üstelik, göründüğünün aksine, içine kapanık değildi. Hatta esprili bir yanı bile vardı.

Aralarındaki ilişki Sebastian'ın düşündüğünden çabuk başlamış ve beklediğinden uzun sürmüştü. Daha da sürebilirdi...

Sebastian, kadınları açık bir kitap gibi okuyabildiğini sanırdı. Dün gece, böylesi ahmakça bir düşünceye nasıl kapılabildiğini sorguladığı bir gece olmuştu. Bir erkek; bir kadını ne kadar tanıyabilir, ne kadar anlayabilirdi? O karmaşık zihin, davranışlarla çelişen düşünceler, basit ama kafada kurdukça korkunçlaşan sırlar...

En sonunda, "Yüce Tanrı'm!" diye düşünmüştü. Tüm bunları bir erkeğin anlaması mümkündü değildi.

Aslında, kadınların karmaşık yapısı Sebastian için şaşırtıcı değildi; şaşırtıcı olan, türüne göre hiç karmaşık görünmeyen ve dolambaçlı yolları tercih etmeyen Francine'di. Francine Radcliff; Warwall Dükü Sebastian St. James'i, altı aydır sıklıkla aynı yatağı paylaştığı adamı, şaşırtmayı başarmıştı.

Evlenmek istiyordu. Evlenmek! Bunu çok açık ve net bir dille açıklamıştı, evliliğin sıcaklığına ve güvenine ihtiyaç duyduğunu da. Üstelik isteklerini, şöminenin önündeki koltuklarda oturup içkilerini yudumlarken söylemişti, yatak odasında değil. Sebastian; kadının olur da onu yatağa sürükleyerek fikrini değiştirmeye çalışacağından korktuğu için böyle bir tercihte bulunduğunu düşünmüştü. Belki de bu; ilişkileri süresince Francine'in içten pazarlıklı sayılabilecek tek davranışıydı.

Sebastian; ister iş isterse özel hayatında, fark etmez, olabilecekleri öngörebilirdi. Zaten davranışlarını da bu öngörüler biçimlendirirdi. Örneğin ilişkisini bitirmeye karar verdiğinde kararını metresine hemen söylemezdi, olur da böyle bir ahmaklık yaparsa histerik davranışlarla uğraşmak zorunda kalacağını bilirdi. Bu yüzden arası gittikçe açılan ve kısa süren ziyaretler, sayısı artarak gönderilen çiçekler ve son olarak da bir teşekkür notuyla birlikte zarif ama son derece pahalı bir mücevherle süreci son derece zararsız ve yumuşak bir geçişle atlatırdı.

Maalesef Sebastian, dün geceyi öngörememişti. Bir kere Francine'le ilişkisini bitirmeyi henüz düşünmüyordu ama Francine'le evlenmeyi de hiç düşünmüyordu. Oysa gece bitmeden Francine'in onunla evlenmeyi düşündüğünü öğrenmişti. Kadın onu gafil avlamıştı.

Sebastian; ilk başta sessizce, elindeki kadehin üzerinden şaşkınlığını hiç belli etmeyen soğuk gözleriyle kadına bakmıştı. En sonunda konuştuğunda ise o da en az Francine kadar açık ve netti:

"Seninle evlenemem Francine."

Sebastian; kadının, gözlerindeki üzüntü ve hayal kırıklığını iradesinin gücüyle perdelemesini hayranlık dolu gözlerle izlemişti.

Francine, gururlu bir tavırla çenesini havaya kaldırmış ve "Evlenemez misiniz, yoksa evlenmez misiniz?" diye sormuştu.

Kaşlarını kaldıran Sebastian, kadının sorusuna soruyla yanıt vermişti: "Ne farkı var?"

Francine; elindeki kadehi birkaç yudumla bitirmiş, sonra yavaşça ayağa kalkmıştı. Centilmen olan her erkeğin yapacağı gibi Sebastian da onu takip etmişti.

Şöminenin alevleri sönmeye yüz tuttuğu için sadece birkaç mumun eşlik ettiği ölgün aydınlıkta sessizce bakışmışlardı. Ve o sırada erkek, kadının gözlerindeki geri dönülemez kararlılığı görmüştü. Sonra Francine'in yüzünde buruk bir gülümseme belirmişti. Yatak dışında nadir anlarda kullandığı ilk ismiyle erkeğe veda etmişti:

"Hoşça kal Sebastian!"

O güne dek bir kadına bile ısrar etmemiş olan Sebastian, Francine'e de etmemişti. Soluk ve soğuk gözleriyle kadına bir süre bakmış, sonra başını ancak saygıdeğer bir leydi karşısında yaptığı gibi eğerek selam vermiş ve ardından arkasını dönüp çekip gitmişti.

Ve... Kadınlarla olan ilişkilerinde kendini adi bir pislikmiş gibi hissetmeye alışkın olmadığı için berbat bir gece geçirmişti. Kendine, "Seni ahmak! On bir yıl evli kalmış bir kadının hayatına giren ikinci erkekten ne bekleyeceğini sanmıştın ki?" diye sormuş ve sorusuna verebildiği mantıklı cevaptan hiç hoşlanmamıştı. Defalarca, "Lanet olsun!" diye homurdanmıştı. "La-net olsun!"

Yine de Francine'in Sebastian'ın onunla evlenebileceğine kendini nasıl inandırabildiğini anlayamamıştı. Otuz yaşındaydı ve hiç çocuğu olmamıştı. Lord Radcliff'in ilk evliliğinden iki çocuğu olduğu için herkes Francine'in doğurgan olmadığını biliyordu.

Sebastian; evlenmeyi düşünse bile, ki son birkaç yıldır düşünüyordu, ona bir varis veremeyecek durumda olan bir kadınla asla evlenmezdi. Aslında evlenmeden bu işi halledebilecek olsa bir daha asla evlenmezdi ancak evlilik dışında doğan çocuklar yasal varis olarak kabul edilmiyordu. Kahrolası kurallar, Sebastina'ın elini kolunu sımsıkı bağlamıştı ve bir dük olması ne yazık ki tam da işe yaraması gereken yerde, hiçbir işe yaramıyordu.

Aslında Warwall'a karşı sorumlulukları olmasa ve en önemlisi Elizabeth olmasa, "varis edinme" meselesine "Canı cehenneme!" diyebilirdi. Warwall'ı da bir kenara bırakabilirdi ama Elizabeth'i...

Sebastian, sürprizlerden hoşlanmayan bir adam olarak hayatındaki en büyük sürprize tapıyordu. Kızı için yapmayacağı, yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Mecburi bir evlilik de buna dahildi. Yasalara göre bir varisi yoksa, ki kızlar varis sayılmıyordu, unvanıyla birlikte taşınamaz tüm varlıkları veraset sırasındaki ikinci kişiye geçerdi.

Warwall'ın halihazırdaki varisi, Sebastian'ın hiç tanımadığı ikinci derecede kuzenlerinden biriydi. Sebastian adamı iyice araştırmış, peşine hafiyeler takmıştı. Biraz mızmız olması dışında adamın bir kusuru yoktu. Gerçi Sebastian'a göre, "mızmızlık" bir erkekte var olabilecek en büyük kusurlardan biriydi.

Koşullar ne olursa olsun; Sebastian bu konuda işini şansa bırakamazdı, hiç bırakmamıştı. Kızına bir erkek kardeş vermeliydi. Ne de olsa bir kardeş; her zaman bir kuzenden, hele de uzak bir kuzenden, çok daha iyiydi.

Sebastian, tüm bunları ve daha başka birçok şeyi dün gece sabaha kadar düşünmüş ve en sonunda kendini bir daha Francine gibi bir kadının yanına yaklaşmayacağına dair yeminler ederken bulmuştu. Tabii o arada kendine epeyce sövüp saymayı da ihmal etmemişti. Ve nihayet gün ışırken koltukta bir iki saatlik uykuya teslim olmuştu.

Kahvaltıyı geçiştirmişti. Saat onda limanda Hall'la Amerika'daki şirketleriyle ilgili konuşmak ve mümkünse karlı bir iş anlaşması yapmak üzere buluşmuştu. Uykusuzluktan olacak, bunalmış; dikkatini konuşulanlara verememiş; yine de karşısındakilere bir şey hissettirmemeyi başarmıştı.

Toplantının ardından Hall'la bir şeyler içmek için kulübe uğramışlardı. Hall, o gün kaçıncı defadır, "Madam Mercier" derken ilgiyle genç dostuna bakmış ve Fransız kadına, ufak çapta olsa bile, çarpılmış gibi görünen Dominic'le alay etmişti. Hall rahatsızca kımıldanmış ve kız kardeşinin giysilerinin ödemesi için öğleden sonra Madam'ın yanına uğramak zorunda olduğunu söylemişti. Sebastian, bu işi yapacak onlarca adamı olduğunu Dominic'e hatırlatmamayı tercih etmişti. Ve sonra, ani bir kararla, son bir yıldır Londra'da büyük yankı uyandıran Madam'ı görmeye karar vermişti.

"Yarım saat gecikmeyi göze alabilirsen, Elizabeth'le size eşlik etmek isterim." demişti Dominic'e. "Biliyorsun, Elizabeth'in takdimi bu sezon yapılacak ve 'Madam Mercier', 'Madam Mercier' diye diye başımın etini yiyor."

Hall garip bir gülümsemeyle, "Sorun olmaz ekselansları..." demişti. "Caroline'a ve Leydi St. James'e haber göndeririz. Onlar hazırlanırken biz de bir parti oyun oynarız. Ne dersiniz?"

"Kaybeden bir adamın teklifine asla 'Hayır' demem!"

Dominic Hall sırıtmış ve "Ben de ekselansları, ben de!" demişti.

Oyun masasına otururlarken Sebastian, en azından iki büyük sorununu çözdüğünü düşünüyordu: Gerçekten de Caroline'ın etkisiyle aylardır, "Madam Mercier, Madam Mercier" diye sayıklayan Elizabeth, sonunda isteğine kavuşacaktı ve Sebastian da onun dilinden kurtulmuş olacaktı.

Bu düşüncenin verdiği keyifle, "Kağıtları getirin!" diye bağırdı.

 

 

Loading...
0%