@majdafan
|
Yedi yaşındayken bir atın doğumuna şahit olmuştu. Sonunun ağır bir cezayla biteceğini bile bile Latince dersinden kaçmış, mutfaktan cebine doldurduğu kurabiyeleri yemek için ahıra gitmişti. Çocukça bir umursamazlıkla günün o saatinde seyislerin neden etrafta koşturup durduğunu hiç merak etmemişti. Sadece Bay Thomas'ı gördüğünde hayvanlardan birinin hastalanmış olabileceğini düşünmüştü çünkü ne zaman atlardan birine bir şey olsa Bay Thomas hokkabazın şapkasından çıkan tavşan gibi aniden malikânede beliriverirdi. Ağzına kurabiyelerden birini atarken Bay Thomas'ı da yerde yatan atın etrafındaki diğer adamları da çoktan aklından çıkarmıştı. Amacı; öğretmeni Bay Craig'e yakalanmadan önce ceplerindeki, bir kısmı ufalanmış, kurabiyelerin tamamını mideye indirmekti. Herkes o kadar telaş içindeydi ki hiç kimse, bir taraftan kapıya doğru kaçamak bakışlar atarken diğer taraftan ağzına doldurduğu kurabiyeleri acele acele yemeye çalışan çocuğu fark etmemişti. Çocuk da bir anlığına kapıdan ayırdığı gözleri yerde yatan, ilk başta hasta olduğunu düşündüğü, ata kayıncaya ve hayvanın hayatta aklına gelmeyecek bir yerinden küçük bir baş, peşine de ayakların çıktığını görünceye kadar neye şahit olduğunu fark etmemişti. Ahırın ortasında; kurabiyenin yarısı ağzından dışarı taşmış, gözleri yuvalarından fırlamak üzereymişçesine açılmış bir biçimde kalakalmıştı. Adamların çocuğun varlığını keşfi, oraya varıncaya kadar yediği kurabiyelerin tamamını öğürerek çıkarmamış olsa belki de hiç gerçekleşmeyecekti. Kendine gelir gibi olunca, oturtulduğu saman yığınının üzerinden yavrunun titrek bacaklarıyla ayağa kalkmaya çalışmasını izlemişti. Tanrım! O nasıl bir inat, nasıl bir sabırdı! Hayvan sonunda ayaklarının üzerinde, bacakları hafif hafif titrese de, durmayı başardığında; çocuğun yüzünde kocaman bir sırıtış belirmişti. Sebastian, Warwall'ın muhteşem atlarının çektiği geniş ve rahat arabasında kızıyla birlikte Londra'nın en meşhur terzisinden eve dönerken yirmi dokuz yıl önce bir tayın dünyaya gelişine ilk kez şahit olduğu o anların neden gözünün önünde canlandığına bir türlü anlam veremiyordu; üstelik o gün, Latince Öğretmeni Bay Craig tarafından bulunmasının ardından iki sayfa yeni sözcük ezberleme cezasıyla hiç de iyi bitmemişken. Belki sebebi bugün öğleden sonra da tıpkı o günkü kadar karmaşık ve sarsıcı duyguları bir arada hissetmesiydi: korku, dehşet, şaşkınlık, hayranlık... Sabahki toplantının ardından Madam Mercier'nin mağazasına uğramaya kararlı olan Dominic'e eşlik etmeye aniden karar vermiş; durumu Elizabeth'e bildiren notta ona acele etmesini, eğer acele etmezse Madam Mercier'e onsuz gideceklerini eklemişti. Bunun kızı için ne büyük bir teşvik olduğunu bilerek de oyun masasına oturmuştu. Yine de Elizabeth ve Caroline'ın onlara katılması için üç parti oynamaları gerekmişti. Gerçi bu bir zorluk değildi. Yönetici; Leydi St. James ve Leydi Hall'un kadınların asla giremediği kulübün önünde, arabalarında, onları beklediğini söylemese büyük bir keyifle dördüncü partiye de başlayabilirlerdi. Eldiven ve şapkalarını alırken Hall kontluğuna ait arabadan dışarı taşan genç kız kahkahaları kulübün görkemli fuayesine kadar ulaşmıştı. Sebastian, Elizabeth'in olgun bir genç hanıma dönüşmesi için birkaç senesi daha olduğuna inanıyordu. Bu süreçte; ondan iki yaş büyük, sakin ve ılımlı tabiatıyla takdir toplayan Leydi Caroline'ın iyi bir arkadaş, iyi bir rehber olacağına da inanıyordu. Yine de Leydi Caroline'ın da tıpkı şu an olduğu gibi henüz genç bir kız olduğunu hatırlatan davranışları, Sebastian'ın bu inancına ufak da olsa gölge düşürmüyor değildi. Bir leydinin arabanın dışına taşacak kadar yüksek sesle gülmesinin ne kadar yakışıksız olduğunu hem Elizabeth hem de Caroline biliyordu. Sebastian, onların yanına ulaştığında, yüzlerine yansıyan mutluluğu bozmaya kıyamayarak bu konuda Elizabeth'i uyarmayı daha sonraya bırakmıştı. Dominic'le kızlara selam verdikten sonra, Warwall Dükalığının armasını taşıyan arabayla onları takip edeceklerini söylemişlerdi. Böylece iki araba Londra'nın en meşhur terzisine doğru yola çıkmıştı. Oraya vardıklarında Sebastian ve Dominic arabadan inmiş, kızların Hall Kontluğunun arabsından inmesine nezaret etmişlerdi. Sebastian kolunu Dominic'in kız kardeşi Leydi Caroline'a uzatmış genç kız da gülümseyerek bu sessiz daveti kabul etmişti. Bu durumda Elizabeth de mecburen Dominic'in koluna girmişti. Yalnız bu esnada kızının yüzünde oluşan kızarıklık Sebastian'ın dikkatinden kaçmamıştı. Elizabeth'in genç ve çekici bir erkeğin koluna girerken verdiği tepki, Sebastian'a kızının hiç de o kadar küçük olmadığını açıkça kanıtlamış olmasına rağmen; erkek, dehşete kapılmaktan kendini alamamış ve içinden, "Yüce Tanrı'm!" diye feryat etmişti. "O benim kızım! O benim minik kızım!" Bu mekana Elizabeth'in takdimi ve ilk sezonu için kıyafet ısmarlamaya gelmiş olsalar da Sebastian o ana kadar kızını bir erkekle flört edebilecek kadar büyük görmemişti. O daha on altı yaşındaydı. On altı! Hatta on altıya daha yeni adım attığı için on beş sayılırdı. Çoğu genç kızın bu yaşlarda evlendiğini düşünmek, Sebastian'ın midesinin altüst olmasına sebep oluyordu. Elizabeth'i pamuklara sarıp sarmalamanın bir işe yaramayacağını, elbette, biliyordu; tıpkı birkaç yıl içinde onun yanına yaklaşan her erkeği öldüreceğini bildiği gibi! Kesinlikle sinsi ve acımasız bir katil olurdu! Birkaç adım önünde ilerleyen çifte bakarak en azından şimdilik böyle bir şeye gerek olmadığını düşünmüştü. Dominic, gerçek bir dost ve hayatta güvenebileceği nadir adamlardan biriydi. Üstelik, yaşı küçük genç kızlara göz dikmeyecek kadar da onurluydu. Gülümseyerek Elizabeth'in babasından başka bir koruyucusu daha olduğunu düşünse de yaklaşan sezonun hayatının en sıkıntılı dönemlerinden biri olacağını hissetmekten kendini alamamıştı. Elizabeth ve Dominic mağazadan içeri girmek üzereyken birinin, "Ekselansları! Ekselansları!" diye seslenmesi üzerine geriye dönen Sebastian, koşarak yaklaşan vekilharcı Lawson'ın orada ne aradığını merak etmişti ve gözlerini genç adamdan ayırmadan, "Dom..." diye seslenmişti hala kapının girişinde bekleyen diğer adama. "Sen kızlarla içeri geç, ben size sonra katılırım." "Ekselansları..." diyerek başını eğen Dominic Hall, diğer kolunu da kız kardeşi Leydi Caroline'a uzatarak mağazanın kapısında gözden kaybolmuştu. Sebastian, gözlerini kısarak vekilharcının yaklaşmasını beklemişti. Lawson, hukuk eğitimini başarıyla tamamlamış bir gençti ve ailesinin kendinden önceki erkekleri gibi o da bir Warwall Düküne hizmet ediyordu. Bunun ne kadar büyük bir onur olduğunun ataları gibi o da çok iyi farkındaydı. Genç Lawson, henüz babası kadar deneyimli değildi ve kimi zaman tereddütler yaşıyordu fakat onda da, babasından farklı olarak, gençliğin hevesi ve kıvrak zekası vardı. Üstelik görevine, daha da önemlisi Sebastian'a sonsuz bir bağlılığı vardı ki Sebastian için bu bağlılık, delikanlının diğer tüm erdemlerinin kat be kat üstündeydi. Lawson sonunda yanına vardığında, genç vekilharcının koşmaktan kıpkırmızı olmuş suratı ve göğüs kafesini yırtmaya çalışan soluğu karşısında; mağazanın önündeki kaldırım taşını işaret eden Sebastian, "Geç otur şuraya!" demişti. "E... Ekselans... Ekselansları..." Soluğu Lawson'a cümlesini tamamlaması için fırsat vermeyince, Sebastian onu kolundan tuttuğu gibi taşın üzerine oturtturmuştu. "Sakin ol ve nefes al!" Lawson nefes alıp ağzını açtığında, "Ve konuşma!" diyerek onu uyarmıştı. "Adam gibi konuşmaya başlamadan ağzını bile açma!" Lawson ağzını alelacele geri kapatmış, bir iki dakika sonra nefesi konuşabilecek kadar düzelinceye kadar da açmamıştı. O zaman anlaşılmıştı ki Lawson'ın koşusu iki sokak ötedeki kardeşinin hukuk bürosunun önünden itibaren başlamıştı. Sebebini de kendini tutmasa kahkahalarla gülmek yerine, ciddi ve asık bir suratla dinlemişti Sebastian: Lawson; sabah limanda yapılan toplantının ardından araştırması için talimat aldığı birkaç hukuki detayı hiç vakit kaybetmeden ayrıntılarına varıncaya kadar araştırmış ve sarılı siyahlı rengiyle dört muhteşem beyaz atın çektiği büyük Dükalık arabasını uzaktan görür görmez de elde ettiği bilgileri bir an önce ekselanslarına sunmak istemişti. Sebastian'ın onun bu işgüzar çabasına gülmemesinin sebebi, çalışanlarına karşı ciddiyetini asla bozmamasıydı. Bu asla değiştirmediği kurallarından biriydi. Lawson, göreviyle ilgili raporunu sokak ortasında da en az Warwall Konağında olacağı kadar özenle sunduktan sonra onu görevine bağlılığından ötürü takdir etmiş ve vekilharcına eve gidip dinlenmesini söylemişti. Lawson'ın ardından bakarken genç adamın memnuniyetinin yürüyüşüne bile yansıdığını düşünerek gülümsemiş ve İngiltere'nin en meşhur terzisinin kapısına doğru ilerlemişti. İçeri girmeden önce garip bir an yaşamıştı: Bir çeşit tereddütle ayakları bir adım olsun ileri gitmek istememişti. Anında silkinmişti çünkü Sebastian'ın hayatında tereddütlerin yeri yoktu, asla olmamıştı. Bu yüzden, tuhaf hislerini dün geceki uykusuzluğuna bağlayıp kararlı adımlarla içeri girmişti. Mağaza çok büyük değildi. Hatta sahibesinin ünü düşünüldüğünde küçük bile sayılabilirdi. Geniş pencerelere rağmen içeriye loş bir aydınlık hakimdi. Işıktan en çok payını alan, kat kat kumaş toplarının yığılı olduğu köşeydi. Yerden tavana kadar uzanan raflara yerleştirilmiş onlarca kumaş vardı ve bazılarının rengi o kadar canlıydı ki Sebastian yüzünü buruşturarak bakışlarını kaçırma ihtiyacı hissetmişti. Bir kenarda tarlatan olduğunu tahmin ettiği yuvarlak kasnaklar üst üste yığılmıştı. Onların az ilerisindeki küçük paravanın arkasında iç çamaşırlarının sergilendiği bir bölüm olabileceğini düşünmüştü. Önündeyse, rengarenk kurdelelerin olduğu bir masa vardı ve tuhaftır ki orada ne Elizabeth ne de Caroline'dan bir iz vardı. Sebastian, yaşam karşısında kararsızlıklar yaşayan bir adam değildi. Kimi konularda görüşleri ise diğerlerine oranla daha bile netti: Bütün bu kadınsal ıvır zıvırlar onu yormuştu ve bir kez daha dünyaya bin kere bile gelse birinde bile kadın olmak istemeyeceğini düşünmüştü. Belki kaderin cilvesi, belki de tamamen bir tesadüf; tam o sırada bir kadının genizden gelen gülüşünün hafif ama büyüleyici tınısını kulağına taşımıştı. Gözleri, kör bir ihtiyaçla, buğulu sesin sahibini bulmak için mağazanın içlerine doğru kaymış ve ancak genç dostu Hall'un bir kadının elini öpüyor gibi eğilmiş yapılı bedenini görebilmişti. Ne yazık ki o yapılı beden, Sebastian'ın kadını görmesine engel olmuştu. Çok beklemesi gerekmemiş, Dominic doğrulurken bir parça yana kaymıştı. Ve Sebastian... Sebastian, ömründe ilk defa çarpıldığını hissetmişti. Madam Mercier, son birkaç yıldır çeşitli ortamlarda adından söz ettiren bir kadındı. Mükemmel elbiseler tasarlaması ve dikmesi bir yana, o elbiseleri giymek için sıraya giren leydilerin sayısının bile başlı başına bir konuşma konusu haline geldiğini bu tip şeylere hiç kulak asmamasına rağmen Sebastian bile duymuştu. Ayrıca Madam'ın eşsiz güzelliğini de duymuştu ve bir kez hariç onun neye benzediğini, nasıl bir şey olduğunu hiç merak etmemişti. Geçen kış kulüpte bir grup centilmeni, büyüleyici bir kadın hakkında konuşurken yakalamıştı. Büyüleyici ve inanılmaz güzel bir kadın hakkında. Söz konusu "kadınlar" olduğunda, bu tarz sohbetler son derece sıkıcı olduğu için Sebastian, oturduğu köşede gazetesini daha da yukarı kaldırarak parlamentoda ertesi gün oylaması yapılacak yeni yasa tasarısının detaylıca değerlendirildiği makaleyi okumaya devam etmişti. Aynı anda centilmenlerin kadının güzelliği konusunda fikir birliğine varmış olmasının bir şeyi değiştirmeyeceğini de düşünmüştü. Sonuçta bu kulüpte Durry Lane'de yeni sahneye çıkan bir aktrisin güzelliği de kabul görür ve günlerce konuşulurdu ancak Sebastian bilirdi ki bu güzellik, çoğunlukla, bir erkeğin uzun süre bakmaya gerek duymadığı yüzünü ifade etmezdi. En temel ihtiyaçları düşünüldüğünde; bir kadının güzelliği, bir erkek için içine gömülebileceği sıcak bir bedenden başka bir şey değildi. Genellikle çok güzel ya da çok arzu edilen kadınlar söz konusu olduğunda kulüpteki bahis defterinde yeni bir sayfa açılır, kadını kimin ya da kimlerin elde edeceğiyle ilgili iddialar buraya yazılırdı. Sebastian böyle bir bahse hiç katılmamıştı ve katılmaya da niyeti yoktu fakat bir iki kez zor elde edilen kadınlarla ilgili girilen iddiaları kimlerin kazandığını merak etmemiş değildi. O gün, Madam Mercier'e ve onun güzelliğine ilgi duymuşsa bile kadının bu bahis defterine ilk defa iki sene önce adı yazılmış olmasına rağmen kimse tarafından fethedilmediğini öğrenir öğrenmez o ilgi de yok olmuştu çünkü böyle kadınlar ya gerçekten fazlasıyla namus düşkünü veya iyi bir av peşinde olurlardı. Sebastian'a göre her iki olasılık da bir kadından uzak durmak fazlasıyla yeterli sebeplerdi. Bugün öğleden sonra mağazada, uzaktan bile olsa, Madam Mercier olduğunu düşündüğü kadının şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı güzelliğine bakarken bu düşüncesinin derinden sarsıldığını hissetmiş ve bundan hiç hoşlanmamıştı. Üstelik kadının sanki kendi evindeymişçesine gevşekçe toplanmış simsiyah saçlarından kurtulmuş uzun bukleleri ensesine ve yüzünün her iki yanına düşüp başını her hareket ettirdiğinde tenini bir sevgilinin dokunuşu gibi okşarken kendini fikir değiştirmeye çok ama çok yakın hissetmişti. Hele de saçlarıyla aynı renkte biçimli kaşlarının altındaki mavi gözlerini gördüğünde... O gözler Sebastian'ı dehşete düşürürken, "Olamaz!" diye düşünmesine neden olmuştu. "Böyle bir güzellik olamaz! Bu, gerçek olamaz!" Düşüncelerine uyumlu bir biçimde başını, belli belirsiz, iki yana sallaması şaşkınlığının tek belirtisiydi fakat tam o sırada kadın yeniden gülmüş ve Sebastian özdenetimini yitirmişti. Şaşkınlık hayranlıkla karışarak tüm yüz hatlarına yayılmıştı. Daha da kötüsü kendini ay ve yıldızlarla ilgili bir şeyler söylemek isterken bulmuştu, onların parlaklığının bir kadının gülüşünün yanında ne kadar sönük kaldığıyla ilgili. Başını yeniden iki yana sallamasının nedeni, zihnini bulandıran büyülü perdeyi kaldırmak içindi. Pencere altında sevgilisine şiirler okuyacak yaşı çoktan geçmişti ve kaldı ki o yaşlarda bile böyle şeyler yapacak kadar romantik olmamıştı. Gerçi ne o yaşlarda ne de bugün bir kadınla flört ettiği için bir başka erkeğe, özellikle de bir dostuna da kızmamıştı. Ama o anda Hall'a, dostuna, kızdığını hissediyordu hem de çok kızdığını; sabahki toplantıyı ilgili bir şey söylerken bile kadına gönderdiği hayranlık dolu bakışlarından nefret ettiğini. Bu yüzden kendini; Dominic'in bakışlarını henüz tanımadığı, kimliğinden bile tam olarak emin olmadığı kadının üzerinden çekmek için, "Siz, hiç, kurnaz; üstelik de sizden çok daha tecrübeli biriyle iş yapmaya kalktınız mı?" sorusuna yanıt verirken bulmuştu. Üstelik soruyu soran Dominic'ten başkası değildi. "Bence bu bir hanımefendiye asla sorulmaması gereken sorulardan biri olabilir ve ayrıca... Teşekkür ederim. İltifatlarınla beni onurlandırıyorsun Dom." Dominic'le kadın aynı anda başlarını Sebastian'dan yana çevirmişlerdi ama Sebastian'ın dikkati sadece kadının üzerinde toplanmıştı. Ve... Buna alışabileceğini düşünmüştü: Ona bakmaya, onu görmeye. Ve... İçinde şimdi aptalca bulduğu bir istek büyümüştü; kadın tarafından, bu kadın tarafından her anlamda bir erkek olarak görülmeye, dünyadaki tek erkek olarak görülmeye dair. Kadının gözlerinin hafifçe kısılması; Sebastian'ın orada, durduğu yerde avantajlı bir konuma sahip olduğunu anlamasına neden olmuştu. Güneş arkasından vurarak hem yüzünü görülmez kılıyor hem de karşıdan bakanların gözünü rahatsız ediyordu. Sebastian, bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmişti: Kadının saçları kadar belki daha bile siyah kaşlarına, eşi benzeri olmayan mavi gözlerine, küçük ve biçimli burnuna inat geniş ve şehvetli dolgunluktaki ağzına kadar yüzünün her bir parçasına özen göstererek bakmıştı. Daha da bakabilirdi; eğer ağırlığını diğer ayağının üzerine vermeye karar vermiş olan Dominic'in neden hala hareket etmediğini merak eden bakışları dikkatini dağıtmamış olsaydı. Kasıtlı bir yavaşlıkla onlara yaklaşırken kadının daha da güzelleşmesi şaşırtıcıydı. Üstelik aralarındaki mesafenin azalması, yüzünün bazı kadınların sürmekten hoşlandığı türlü türlü boyalardan nasibini almadığını da açığa çıkarmıştı. Bu demekti ki dudaklarının az önce öpülmüşçesine kızarıklığı da gerçekti. Sebastian'ın karşısındakini inceleyenin sadece kendisi olmadığını fark etmesi çok kısa sürmüştü. Bedeni birkaç farklı tepkiyi aynı anda vermişti: Ürpermiş, heyecanlanmıştı ve kraliyet spor kulübünde geçirdiği zamanların ürünü uzun, ince kaslı bedeni; daha da iyi görünmeye çalışırcasına dimdik bir duruşa geçmişti. Kadının süzdüğü bedenin formunu beğendiğini gösteren bakışları karşısında da kendini büyük ödülü kazanmış biri gibi hissetmişti. Aslında Sebastian, hayranlık dolu bakışlara alışkındı ama ilk defa bir bakış karşısında bu kadar heyecanlanmış, içinde yükselen ateşin bir lav gibi damarlarında dolaştığını hissetmişti ve göz göze geldikleri ana kadar hepsinin keyfini çıkarmıştı. Sebastian; o ilk temasta kadının irkildiğine neyi varsa, o çok değer verdiği dükalığı da dahil, bahse girebilirdi. Bazı kadınlar için bir dükle tanışmanın sersemletici olduğunu daha önceki deneyimlerinden öğrenmişti. Oysa daha Dominic'in tantanalı takdiminden önce, kadının gözleri şaşkınlıkla irileşmişti. Sonra... Kadının buz gibi elini dudaklarına götürürken o elin hafifçe titrediğini fark etmişti. Çok kadını titretmişti Sebastian ama korkuyla değil! Düşündüklerinin yüzünden anlaşılmayacağının çok iyi farkında olan bir adamın özgüveniyle Dominic'e bir bakış atmış ve genç dostu umduğu gibi, "Madam Mercier... Sizi akıl hocam, dostum Warwall Dükü'ne takdim etmek isterim. Ekselansları... Madam Mercier" diyerek tanıştırmayı tamamlamıştı. Dominic'in takdimi bir çeşit seremoniye dönüştürdüğü o kısacık anda bile Sebastian gözlerinin yeniden kadının üzerine dönmesine engel olamamıştı. Madam Mercier'nin beyaza doğru renk değiştiren yüzüne karşın kendine hakim olma çabası, Sebastian'da kadının onu birine benzetmiş olabileceği düşüncesini doğurmuştu çünkü geçmişte onunla bu kaçamak bakışları hak edecek bir karşılaşmaları olmamıştı, bundan emindi. Böyle bir kadını bir kez görüp de unutmuş olabileceği ihtimali, cehennemin buz tutması ihtimalinden bile daha azdı. Sebastian, Fransız kadınlarını İngiliz kadınlarına göre her zaman daha cazip bulmuştu. Konuşurken ve hareket ederken bedenlerini inanılmaz kullanırlardı. Daha egzotik olmaları bir yana, daha cazibeli, daha çekici olurlardı. Sebastian'ın gözleri, Madam Mercier'nin Fransız kanını gösteren elmacık kemiklerinin üzerinde takdirle dolaşmış, sonra aşağı inmişti. Hafifçe büyük ağzını çevreleyen dolgun dudaklarının üzerinde durduğunda, kadının cazibesinin merkezinin o dudaklar olduğuna karar vermişti. Öyle ki kendini tadının da görünüşü kadar mükemmel olup olmadığını merak ederken buluvermişti. Ve gülümserken görünen bembeyaz dişleri. Hall'e gülümserken... O anda garip bir his ele geçirmişti Sebastian'ı. Öyle bir şeydi ki bu; tüylerini diken diken etmiş, düşüncelerini bulandırmış, zihnine amansızca saplanmıştı. Adını koyamasa da kadına karşı acımasız olmayı istemesine neden olmuştu. Madam Mercier'nin geç kalmış reveransı zarifti, hem de çok! Ama Dominic'e sunduğunun ancak silik bir kopyası olabilirdi. Bunun farkına vardığında Sebastian daha da sinirlendirmişti. Kendini kadının tüm hareketleri üzerinde hak sahibi olmak ister gibi hissetmesi, durumu daha da beter hale getirmişti. Bu... Kabul edilemezdi! "Madam Mercier?.." Dominic'in ilgi ve kaygı dolu sesi düşüncelerini bölmüştü. Anlaşılan o da sevgili Madam'ının yüzünün hafiften de olsa hastalıklı bir hal aldığını anlamıştı. Kadın hemen ona dönmüş ve "Bir emriniz mi vardı lordum?" diye sormuştu. Gülümseyerek. Lanet olası kadın; böyle bir sorunun, aklında yatak yoksa, asla bir erkeğe sorulmaması gerektiğini bilmiyor muydu? Gülüşünün sadece Dominic'i değil, kendini erkek kabul eden herkesi serseme çevireceğinin farkında değil miydi? Dominic, Sebastian'ın aklından geçenlerden habersiz, Elizabeth ve Caroline'dan bahsetmeye başladığında; Sebastian da zihnini Madam Mercier'den bir parça olsun uzak tutmak için kızlarla ilgili gereksiz gevezelik yapmıştı. Ama gözleri, kadından bir an olsun uzak durmaya dayanamıyormuş gibi onun üzerinde sabit kalmış ve az önceki solgun halinin aksine şimdi gereğinden fazla canlı görünen yanaklarına bakarak, "İyi misiniz?" diye sormuştu. "İyiyim, teşekkür ederim." Dominic de kaygılı bir ifadeyle benzer bir şeyler sormuş ve Sebastian, kadının iyi olduğuna dair verdiği yanıta bir an olsun inanmamıştı. Ne olduğunu anlamıyor olsa da Madam Mercier'nin iyi olduğunu düşünmüyordu. Tabii böyle bir durumda üstelemek çok manasız olacağı için, "Kızım Leydi St. James, bu sene on altı yaşına giriyor Madam." diye başlayarak orada olmasının sebebini açıklamaya başlamıştı. O esnada bile gözlerinin kadının tüm bedeni üzerinde dalaşmasına engel olamamıştı. Ve kadın gerilmişti. Sebastian, onun hasta olduğunu düşünüyor olsa da ruhundaki karmaşanın sorumlusu olarak yine onu gördüğü için kelimelerini de acımasızca kullanmıştı. En sonunda, "Her neyse... Madam, kızımın sezon giysilerini siz hazırlıyorsunuz." diye buyurduğunda; kadının "Tüm gardırop mu?" diye sormasını hiç beklememişti. Ne istediği o kadar açıkken böyle bir soruyu çok saçma bulduğu için sert bir sesle, "Anlamadım?" demişti. "Yani elbiseler, ayakkabılar, çamaşırlar, şapkalar, mendiller..." Sebastian, neye daha çok sinirlendiğinden emin olamamıştı: Kadının saçma detaylarla uğraşmasına mı, yoksa bu sırada bir kez olsun gözlerinin içine bakmamasına mı? "Size 'Sezon kıyafetlerini siz hazırlayacaksınız!' derken bunları kastetmiş olmuyor muyum?" Ah! O gözlerdeki mavi ateş! Sebastian, kadının ağzını açtığında o ateşin sözcüklerde vücut bulacağını biliyordu. Tabii izin verilmiş olsaydı. Bir çeşit bibloya benzer bir kadın, tombul bir biblo olması çok daha uygun, "Lord Hall!.. Bu ne şeref!" diye şakıyarak beklentilerini un ufak etmişti. Dominic kadınla çene çalarken Sebastian, Madam Mercier'in kendini toparlama konusundaki gayretini bir kez daha izleme fırsatı bulmuştu. Dominic, "Ekselansları, size Bayan Mathilda'yı takdim edebilir miyim?" diye sorduğunda ona dönerek başıyla onaylamıştı. "Ekselansları... Bu çok tatlı ve güzel hanımefendi, Madam Mercier'nin ortağı Bayan Mathilda." Bir düke takdim edildiğini anlayan kadının kocaman olmuş gözleriyle bayılmamaya çalışması; Sebastian'ın hiç ama hiç ilgisini çekmemişti. Dikkati çabucak ve kolayca yeniden Madam'a dönmüş ve muhtemelen bu yüzden Elizabeth'le Caroline'ın seslerini duyduğunda onun nasıl gerildiğini görebilmişti. Kızlar göründüğünde kadın gözlerini Elizabeth'e dikmişti. Bunda tuhaf bir yan yoktu. Madam Mercier bir terziydi, Elizabeth de onun muhtemel müşterisiydi. Dolayısıyla kadının müşterisini tanımak istemesi son derece normaldi; bu sırada gözlerinin normalden daha fazla büyümesi ve dudaklarının titremesi ise hiç normal değildi. Sebastian, bu yüzden, kendi kızına merakla bakmış ama olağanın dışında bir şey görememişti. Yeniden Madam'a dönmesiyle ileri doğru atılması bir olmuştu. Kadın ayakta sallanıyordu. Neyse ki yere düşmeden önce onu kollarının arasına almayı başarmıştı. Madam'ın kendinden geçmeden önce dudaklarının bir duayı mırıldanır gibi kımıldadığını görüp yüzüne doğru yaklaşmıştı. Ve... Yetişkin hayatında ilk kez korkmuştu.
|
0% |