Yeni Üyelik
7.
Bölüm

5. Bölüm (1. Kısım)

@majdafan

 

İsabella; bir günlük dinlenmenin ardından, sanki hiçbir şey olmamış gibi, işinin başına dönmüştü. Sezon öncesi teslim edilmesi gereken, çoğu da bir gardırobun kapsadığı, o kadar çok kıyafet ve aksesuar vardı ki iş, sadece İsabella'yla Mathilda'nın üzerinden yürüyor olsa bu bir gün bile ciddi gecikmelere neden olup her şeyi mahvedebilirdi. Neyse ki dört terzi ve onların ayak işlerini yapan iki becerikli kızdan oluşan çalışanları, uzun zamandır beraber iş yapan insanların uyumu ve pratikliğiyle hareket ediyor ve bu tip ufak aksaklıkların bütün işleyişi etkilemesine izin vermiyordu.

O sabah İsabella; ilk önce Baş Terzi Mary'yle Leydi Hall'un tüm kıyafetlerini Hall konağına göndermişti. Teslimatın gecikmesinden ötürü duydukları üzüntüyü dile getiren nazik bir özür notu yazmayı da ihmal etmemişti.

Peşinden Leydi Swift'in dikilmekte olan iki elbisesinin kontrolünü yapmış, tasarımı tamamlanmış olan içinse uygun kumaşları seçmeye başlamıştı. Ne yazık ki elbisenin kollarında ve dekolte çevresinde kullanmak istediği lavanta rengi ipekli dokumayı bir türlü bulamamıştı. Bu yüzden; sabahtan beri anne tavuk edasıyla etrafından hiç ayrılmayan, yanına yaklaşanları kanatlarını çırparak uzaklaştıran, daha da olmadı bazılarını neredeyse gagalayan Mathilda'dan limana gitmesini rica etmek zorunda kalmıştı.

Mathilda elbette dehşet içinde kalmıştı çünkü limana yakın yerde büyükçe bir dükkanı olan kumaş tedarikçileri Bay Mathias'la yıllardır iş yapmalarına rağmen bugüne kadar sezon öncesi o dükkanın yanından bile geçmemişlerdi. Bay Mathias'ın paraya olan düşkünlüğü efsaneydi ve sezon yaklaşırken fırsatçılığı bir tefecininkini gölgede bırakabilirdi.

Mathilda sert ve kesin tavrını, "Kesinlikle olmaz!" diyerek ortaya koymuştu. "Mutlaka buralarda bir yerde lavanta rengi kumaş vardır!"

Söylediğini ispat eden lavanta rengi en az on top kumaş çıkarmıştı da. Ne yazık ki hiçbiri İsabella'nın istediği parlaklığa ve yumuşaklığa sahip değildi.

Mathilda, İsabella'nın zevkine ve bir çeşit sanata dönüştürdüğü tasarımlarına güvenmese kesinlikle o öğleden sonra Samuel'le birlikte limana doğru yola çıkmazdı. İsabella bunu çok iyi biliyordu. Ve bir de bu ortaklıkta ticaretten anlayan tarafın Mathilda olduğu defalarca ispatlanmıştı. Rakamlar ve onlarla yapılan oyunlar İsabella'nın hiç ilgisini çekmiyordu. Sırf bu yüzden geçmişte birkaç kez Mathilda'nın, sonu uzun bir söylevle biten, öfkesine katlanmak zorunda kalmış ama İsabella açısından değişen pek bir şey olmamıştı.

Mathilda, bu gerçeği çok iyi bildiği için arkadaşının sağlığıyla ilgili endişelenmeyi geçici süreyle erteleyip Bay Mathias'la pazarlığa oturmaya gitmişti. Çıkmadan önce, "Gidiyorum!" diye homurdanmıştı. "Çünkü seninle o üç kağıtçının karşılaşma olasılığı bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. O adam seni çamaşırına kadar soyar!"

"Mathilda!"

"Mecazen." diye ekleyen Mathilda, İsabella'yı süzdükten sonra kararını değiştirmişti: "Gerçek de olabilir."

"Mathilda!"

Arkadaşının kızgınlığı Mathilda'yı sadece güldürmüştü.

"Seni her gördüğünde salyaları yere damlamasın diye gidip çenesini silesim geliyor."

"Mathilda!"

"Ne? Aynı sözcüğe takılmış gibisin. Hem... Önümden çekil de yola çıkabileyim."

Mathilda, İsabella'nın kapının önünden çekilmesiyle Samuel'le karşı karşıya kalıvermişti ve kızaran yanakları, en az Samuel kadar İsabella'ya da büyük bir zevk vermişti.

İsabella, her zaman Samuel'in avcı kedilere has bir kararlılığa sahip olduğunu düşünürdü. Çaresizce arzuladığı avı için sabırlıydı o kadar ki tüm gücüyle ona en son ve geri dönülemez darbeyi indirmek için ne kadar beklemesi gerekiyorsa o kadar beklerdi.

İsabella, arabaya doğru uzaklaşan ufak tefek kadınla onun yanında koruyucu bir dev gibi yükselen erkeği izlerken Samuel'in bekleyişinin artık sona yaklaşmış olabileceğini düşünmüştü. Eğer avı gönüllü teslimiyetini sunmazsa Samuel'in onu teslim olmanın sandığı kadar kötü bir şey olmadığına inandıracağı günler sonunda gelmişti.

Yüzünde arkadaşlarının yaklaşan mutluluğuna dair umutlu gülümsemeyle kapıyı örtmüş, akşam olmadan istediği kumaşın önüne konulacağından adı kadar emin olarak atölyeye dönüp terzilerin çalışmalarını kontrol etmişti. Üst kata, Mathilda'yla paylaştığı hem oturma odası hem de çalışma odası olarak kullandıkları genişçe salona geçtiğinde aradan birkaç saat geçmişti.

İsabella, bu havadar odayı seviyordu. Çoğunlukla dağınık olan çalışma masasını, genellikle Mathilda'nın oturmayı tercih ettiği köşede duran yığılı kumaşları ve dikişe dair diğer her şeyi seviyordu. Çoğunlukla dinlenmeye ya da huzura ihtiyaç duyduğunda bu odadan içeri adımını atması yetiyordu.

Ne yazık ki bugün bu oda, istediği rahatlığı ve huzuru ona vermekten uzaktı. Yalnız kaldığında kendini oyalama çabası pek işe yaramıyordu. Zihni kaçınmak istediği tek konuya ısrarla dönüyordu: St. Jameslere. Ve... Dükün onu yatağa taşıdıktan sonraki soğuk ve uzak tavrını her hatırladığında, işi alamadan kaybettiğini düşünerek üzülüyordu.

Zihninde kendine, "Garip tavırlı, küstah ve ayaklarının dibine yığılacak kadar duygusal dengesizlikleri olan bir kadını kim kızına terzi olarak tutmak ister ki?" diye sordu. Renklendirdiği eskizdeki elbisenin etek uçlarının nasıl olması gerektiğine bir türlü karar veremediği o anda, "Kimse!" diye mırıldandı. Sesli düşündüğünün farkına vardığında da gülerek başını iki yana salladı ve dikkatini bir kez daha önündeki kağıda vermeye çalıştı.

Elbisenin iç eteğinin uçlarının alttan görünüp görünmemesine bir türlü karar verememiş olması kendine bile inandırıcı gelmiyordu. Böylesi basit detaylar onun için üzerinde durulacak, daha kötüsü kafa yorulacak meseleler olmamıştı. Öylesine zarif, Tanrı vergisi bir yeteneği vardı ki renkleri, desenleri ya da parçaları yan yana getirirken üzerinde düşünmezdi bile!

Başını iki elinin arasına alıp "Off!." dedi. Bu esnada birkaç tutamın daha ensesinden aşağı kaydığını hissetti. Çalışırken derli toplu kalabilen o talihli insanlardan değildi. Genelde saçlarıyla oynuyor, firketelere rağmen, kimi tutamları yerinden çıkarmayı başarıyordu. Hatta bazen, şu an olduğu gibi, dudaklarını ısırıp duruyordu. Mathilda'ya göre ise bunu "ısırma"dan çok, "kemirme" diye adlandırmak daha iyi olurdu.

İki eliyle birden yüzünü ovuştururken, "Mathilda!" diye düşündü. "Benim tatlı, sadık arkadaşım!"

"İyileşemediniz mi Madam?"

İsabella'nın elleri yüzünde bir anlığına donmuş gibi kaldı, hemen ardından masanın üzerine "pat" diye iniverdi. Kapının pervazını kaplayan uzun boylu adama bakan gözleri yaşadığı şokun derinliğini hissettirircesine irileşmişti.

"Ek... Ekselansları?.."

Warwall Dükü içeri girerken, "Roberts'a göre endişelenecek bir durum yokmuş." dedi. Bakışlarını, hızlıca etrafta gezdirdikten sonra donup kalmış gibi görünen İsabella'nın üzerine dikti. "Yani... Sağlığınızla ilgili olarak."

Adamın buzdan kristaller kadar soğuk ve keskin gözlerinin etkisiyle kendine gelen İsabella apar topar ayağa fırladı. Masanın arkasından çıkarken o kadar telaşlıydı ki dükün gözlerinin tüm vücudunu baştan ayağa süzdüğünü fark etmedi.

Masanın önüne geçip dizlerini kırarak zarif bir reverans yaptı. Adamın bakışlarının teninde yarattığı sert ve ürpertici hissi yok sayarak cesaretle başını kaldırıp ona baktı.

Dük; kısa kesilmiş saçları, keskin yüz hatlarını belirginleştiren aristokrat burnu ve siyah bir pelerinin altında olmasına karşın yine de şeklini hissettiren yapılı bedeniyle yeterince korkutucu görünüyordu. İsabella; kendinden emin, dik duruşunun da bu etkiyi güçlendirdiğine karar verir vermez kendiyle içten içe alay etti: "Ne olmasını bekliyordun ki? O bir dük!"

Adamı göz ucuyla süzerken, muhtemelen ona daha ilk adımlarını atmadan nasıl durması gerektiğinin öğretilmiş olabileceğini düşündü.

Düke iyi olduğunu ve Doktor Roberts'ı göndererek ne kadar nazik davrandığını söyleyecekti ki kapının oradaki ufak kıpırtı İsabela'nın dikkatini dağıttı.

Carol; önünde kavuşturduğu titrek elleri ve kocaman olmuş gözleriyle bir korku abidesi kapının yanında dikiliyordu. Dükün buraya onun eşliğinde geldiğini anlayan İsabella, Carol'ı içinde bulunduğu durumdan azat etti. Genç kız, İsabella'nın baş hareketini görür görmez kapıdan çabucak kayboldu.

İsabella'nın bakışlarını takip eden dük, "Bana engel olmak istedi." dedi. "En azından gözleriyle. Sanırım dilsiz."

İsabella gözlerini Carol'ın kaybolduğu kapıdan düke çevirdi. Hissettiğinden çok daha sakin bir sesle, "Konuşabiliyor." dedi. "Ama korktuğunda..." Cümlesini suçlayıcı bir ifade kullanmadan nasıl bitireceğini bilmediği için oluşan sessizlik karşısında erkeğin dudakları hafifçe kıvrıldı.

"Yani, onu korkuttum mu?"

İsabella, dükün kendisinin de çok iyi bildiği bu apaçık gerçeği söylemekten çekinerek gözlerini kaçırdı. Bir taraftan da artan bir endişeyle dudaklarının içini ısırmakla meşguldü. "Bu adam, haber vermeden buraya nasıl gelebilir?" diye düşünüyordu. "Yanında uygun bir eşlikçisi olmayan saygın bir kadınla nasıl başa başa kalabilir?"

Warwall, bir dük olarak canının istediği her şeyi yapmaya alışmış olabilirdi ama İsabella, onun bile, bir kadının itibarını yerle bir edebilecek böylesi cüretkar bir davranıştan kaçınacak kadar sağduyu sahibi olması gerektiğini inanıyordu.

Zihninde tokat gibi bir sesle "Kendine gel!" diyerek İsabella'yı uyaran, yine İsabella'nın kendisiydi.

O bir terziydi, bir çeşit iş kadınıydı. Mavi kanlı kadınlar için uydurulmuş saçmalıklar, onu hiçbir şekilde ilgilendirmemeliydi. Elbette ilgilendirmemesi, İsabella'nın umursamaz olduğu anlamına gelmezdi; özellikle de dikkatsiz olduğu anlamına gelmezdi. Dikatliydi, hem de çok. Bir leydi tarafından tehdit unsuru olarak görülmemek için davranışlarında daima ölçülü olmuştu. Mathilda'nın her zaman söylediği gibi cüzdanların sahibi, erkeklerdi ama en nihayetinde o erkeklerin sahibi, kadınlardı.

Başını dikleştirip soğukkanlı ve ölçülü bir tavırla, "Sizin için ne yapabilirim ekselansları?" diye sordu.

Dükün bakışlarında ufak bir alev parlar gibi oldu ama tepeden bakan tavrında değişen bir şey yoktu.

"Dünkü mesele için gelmiştim madam."

İsabella, onun tam olarak neyi kastettiğini anlamamıştı: Neredeyse ayaklarının dibine düşerek bayılmasını mı yoksa kızının sezon kıyafetlerini İsabella'nın dikeceğini buyurmasını mı?

Gerçeği öğrenmek için, hemen, "Tam olarak neyi kastettiğinizi anlamadığım için özür dilerim ekselansları." dedi. Bunun erkeği açıklamak için teşvik edeceğini umuyordu. Oysa dük sessizdi. Bakışlarını İsabella'nın dudaklarına dikmişti. Soluk, soğuk mavi gözlerinde az önce parlayan ufak alev sanki daha bir büyümüştü.

İsabella, adamın bakışları karşısında kızarmadığını ummaktan başka bir şey yapamayarak onun konuşmasını bekledi. Oysa Warwall, konuşmak yerine sessiz ve tekinsiz adımlarla İsabella'ya yaklaştı; o kadar yaklaştı ki İsabella, kendini koruma dürtüsüyle, ayaklarının bir adım geri gitmesine engel olamadı. Ama bu; Warwall'ı durdurmadı, İsabella'nın adımına karşılık bir adım daha attı.

İsabella'nın gözleri, onun bu cüretkarlığı karşısında kocaman oldu. Yine de adamın yakınlığını umursamamaya, bu yakınlıktan ötürü hissettiği tehdidi umursamamaya kararlı bir biçimde olduğu yerde kalmaya çalıştı ama bir kol mesafesinden daha yakın olan dükün gözlerini ısıtan ateş karşısında kalbi çoktan göğsünü delecek kadar hızlı atmaya ve solukları hızlanmaya başlamıştı. Boğulur gibi bir sesle, "Ekselansları!" dedi.

Dük İsabella'nın itiraz yüklü sesini hiç duymamış gibi daha da yaklaşıp büyük ve güçlü ellerinden biriyle uzandı ve İsabella'nın başını ensesine doğru kavradı.

"E... Ekselansları!.." derken İsabella'nın sesi korku doluydu. Adamın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Burada, hiç tanımadığı bir erkeğin önünde tamamıyla savunmasız, tamamıyla onun insafına kalmıştı. Garip bir biçimde zihninin bir yanı, sonradan onun zihninin sapkın yanı olduğuna karar verecekti, heyecanlandı ve asla açıklayamacağı bir beklenti içine girdi.

Duygularının yoğunluğundan, daha çok da karmaşasından, dükün diğer elini kaldırdığını geç fark etti ve o elin içindeki beyaz şeyin bir mendil olduğunu daha da geç.

Yumuşak kumaşı İsabella'nın dolgun alt dudağına bastıran Sebastian St. James, Warwall Dükü, kadının yüreğini hop ettiren bir bakışla, "Kanamış." diye fısıldadı. Sesi boğuk ve tarazlıydı.

İsabella'nın gözleri, titreşerek, istem dışı kapandı. Dudağını yeniden ısırmamak için kendini zor tuttuyordu. "Tanrı'm!" diye yakardı sebebini tam olarak bilmeden. "Tanrı'm!"

Kadının kapanan gözlerinde, pembeleşen yanaklarında bakışlarını gezdiren Sebastian; hayatı boyunca bundan daha davetkar bir şey görmediğini düşündü. Kontrolsüzce baştan çıktığını hissediyordu, o kadar ki neredeyse yüzünün kadının güzel yüzüne doğru tek bir amaçla yaklaştığını fark edemeyecekti. Hem elini hem de kadının teninden yayılan gül yapraklarını andıran kokuyu alacak kadar ona yaklaşmış bedenini hemen geri çekti. Kararlı bir tavırla dönüp gidecekti ki Madam gözlerini açıverdi ve Sebastian'ın zihni yeniden puslu bir belirsizliğin içinde kayboldu.

Biraz geç olsa da bu ziyaretin tamamen bir hata olduğunu anlamaya başlamıştı. Çok önemli bir nedeni olsa da buraya gelmesi, ötesinde dün ilk defa görmüş olamasına rağmen aklından bir türlü çıkaramadığı kadınla yalnız kalması hem çok uygunsuz hem de tekinsizdi. Madam Mercier'de Sebastian'ın efsanevi kontrolünü sarsan bir şeyler vardı.

Sebastian'ın geri çekildiğini biraz geç fark eden Madam Mercier gözlerini yavaşça açtı.

"Ürkek bir ceylan gibi bakıyor." diye düşündü Sebastian. Onu ürkütenin kendisi olduğunun farkındaydı ve bu çok can sıkıcıydı. Bu kadına birçok şey hissettirmek istediğini kendine itiraf ediyordu ama ürkütmek seçeneklerden biri değildi.

Tedirgin ve titrek bir sesle, "Teşekkür ederim ekselansları." dediğinde, Sebastian'ın gözleri onun dolgun dudaklarına kaydı ve bir noktadaki daha fazla kızarıklık sayesinde kadının ne için teşekkür ettiğini anlayabildi.

Başını hafifçe eğip teşekkürü kabul etti. Aralarında oluşan sessizliği ani bir kararla başını eğip, "Madam..." diyerek selam vererek kendisi bozdu.

Erkeğin kapıya doğru ilerleyişini dehşetle izleyen İsabella, "Gidiyor!" diye düşündü İsabella, panikle. "Gidemez!"

Henüz bir şey konuşmamışlardı! Hiçbir şey konuşmamışlardı!

Dük tam bir kararlılıkla kapıya ulaştığında; İsabella bunun son şansı olduğunu düşünmenin getirdiği çaresizlikle, "Ekselansları!" diye seslendi. Aslında seslenmekten çok bağırmıştı.

Dükün kararsızlığı, eli kapı kolunda duruvermesine rağmen yüzünü İsabella'ya dönmemesinden belli oldu. İsabella bunun üzerinde durmadı. Çıkıp gitmemesi bile yeterdi. Çok daha sakin bir sesle yeniden, "Ekselansları..." diye seslenerek şansını denedi.

Erkek yavaşça döndü. Başını hafifçe yana eğip kaşlarını soru sorar gibi kaldırdı.

Onun tavrından cesaret alan İsabella, "Beni bağışlayın ekselansları!" diye başladı ve kendini tam anlamıyla bir dalkavuk gibi hissetse de çabucak devam etti: "Mekanımızı onurlandırmanızın sebebini lütfetmemiştiniz ve... ve..."

"Ve..?"

"Ve... Aca... Acaba konu Leydi St. James'in bu kış sezonu için diktirmeyi düşündüğü kıyafetlerle ilgili olabilir miydi, diye merak ettim."

"Evet, kısmen öyleydi."

"kısmen"le ilgilenmedi İsabella.

"O zaman... O zaman bunu... Bunu; hazır siz buradayken, zamanınızı daha fazla almamak adına, şimdi konuşabiliriz."

Sebastian; Madam Mercier'nin cüretkar tavrına şaşırdı. Normalde yönlendirilmekten hoşlanmaz ve bunu yapmaya çalışanları sert bir şekilde sustururdu ama Madam Mercier'nin davranışını oldukça cesur bularak takdir etti ve güzelliği dışında karakterine karşı da içinde hiç istemediği bir hayranlığın oluşmaya başladığını hissetti. Yine de bu, "Konuşacak bir şey yok!" diye kestirip atmasına engel olmadı. "Size sezon için kızımın ihtiyacı olan her şeyi sizin hazırlamanızı istediğimi söylemiştim ve kararım değişmedi."

"Ö... Öyle mi?"

Sebastian cevap vermedi ama bakışlarını, kadının heyecanla parlayan gözlerinden hiç ayırmadı. Keşke bu parıltının nedeninin sadece soylu ve paralı bir müşteri yakalamaktan kaynaklandığına inanabilseydi. O zaman kadının sadece hırslı bir iş kadını olduğunu düşünürdü. Dün yaşanmamış olsa gerçekten de öyle düşünürdü. Ama yaşanmıştı.

Madam Mercier, "Tamam." derken, ellerini dün giydiğine benzer garip ve bir şekilde kışkırtıcı elbiseye aşağı-yukarı sürtüyordu. "Leydi St. James'in ne tarz giysiler istediğini biliyor musunuz?"

"Hayır."

Sebastian; son derece net yanıtı karşısında ne diyeceğini bilemeyerek bocalayan kadına, "Bunu kendisine sormalısınız." dedi.

"Burada mı kendisi?"

Fazla hızlıydı, fazla heyecanlı! Sebastian kendine engel olmaktan vazgeçti.

İsabella, bir kez daha büyük kedilere has bir zarafetle kendisine doğru yaklaşan erkeğe temkinli gözlerle baktı. İçinden, "Nesi var bu adamın böyle?" diye soruyordu. Ne yapacağı ya da ne diyeceği bu kadar bilinmez biriyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Kalp atışları daha yeni düzene girmişken şimdi ne diye neredeyse sinsi olarak adlandırılabilecek bir tavırla yeniden üzerine doğru geliyordu?

Rahat ve uysallığa varan yavaşlığına rağmen, İsabella bir an olsun onun rahat ya da uysal olduğunu düşünmedi. Aksine tehlikeli derecede gerilmiş gibi görünüyordu.

Warwall Dükü tam önünde durdu, "Leydi St. James benimle gelmedi Madam." dedi. "Sizinle önce ben konuşmak istedim."

İsabella, "Anlıyorum ekselansları." derken erkeğin soğuk sesi ve tavrı karşısında ürpermesi gerektiğini biliyordu, sanki hiçbir tepkisini kaçırmak istemiyor gibi bir an olsun üzerinden ayrılmayan gözleri karşısında da. Dükün bedeninden yükselen sabunla karışık erkeksi kolonya kokusu duyularına bu kadar nüfuz etmese ürperirdi de.

Londra'da geçen beş yılda çok erkekten ilgi görmüştü İsabella, bir o kadarı da ona ölümsüz aşklarını ilan etmişti ama hiçbiri, hiçbiri ruhunun tek bir zerresine dahi dokunamamıştı. Neden şimdi en olmayacak adamın karşısında -üstelik yüzünü kaplayan ve İsabella'nın nedenini bilmediği alaycı gülümsemeye rağmen- değil bir zerresi, tüm ruhu ele geçiriliyormuş gibi hissettiğini anlamakta zorlanıyordu.

"Anladığınızı sanmıyorum." diyen Sebastian St. James, ona bir adım daha yaklaştı ve İsabella'nın geri adım atmasına fırsat vermeden bugün ikinci kez uzanıp İsabella'nın başını kavradı. "Madam Mercier..." diye mırıldanırken; bakışları, başını geriye doğru atmak zorunda kaldığı için İsabella'nın tüm güzelliğiyle ortaya çıkan yüzünde, her halinden hiç hissetmek istemediği belli olan, hayranlıkla dolaştı.

Tedirgin bir gerginlikle, "Ne... Ne yapıyorsunuz?" diye soran İsabella'ya yanıtı, az önce kanını sildiği dudağın üzerinde başparmağını okşayarak gezdirmek oldu.

İsabella, onun hareketine mi yoksa kendisinin verdiği tepkiye mi daha çok şaşırdığını bilemediği o anda, "Ekselansları!" diyebildi. Sesi neredeyse ağlamak üzereymiş gibi titreyerek çatlamıştı.

Dük, pervasızca parmağını İsabella'nın dudağından boynuna doğru kaydırdı. Sonra kadının başını kavrayan elinin tersi, tüy gibi bir dokunuş olarak onun yanında belirdi.

İsabella; erkeğin serin ve güçlü avcunu boğazının tam üstünde hissetmesiyle uzun parmaklarının genişçe açılıp altındaki yumuşak teni kavraması arasında geçen birkaç saniyede, dokunuşunda efsunlu bir şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştı. Sonra kavrayış sıkılaştı ve sıkılaştı, o kadar hızlı sıkılaştı ki İsabella az önce hissettiklerinin, erkeğin ona hissettirdiklerinin bir rüyadan kabusa ne zaman evrildiğini hiç anlayamadı. Adamın bir yılanın hesapçılığını taşıyan gözleri yeterince korkutucuydu. Üzerine doğru eğilen yüzü de öyle.

Dük, ağzını İsabella'nın kulaklarına dayadı ve sordu: "Söyleyin bana Madam: Kızımı nereden tanıyorsunuz?"

 

 

Loading...
0%