@majdafan
|
Fiziksel baskı ve korkunun yarattığı şok, çalışma masasına dayadığı ellerinin titremesine neden oluyordu ve kuruyan boğazı yüzünden defalarca ve defalarca öksürürken bedeni de onlara eşlik ediyordu. Saçlarının artık çoğu, firketelerden kurtulduğu için, masanın üzerine eğilmiş yüzüne perde perde iniyordu. "Kızımı nereden tanıyorsunuz?" Warwall Dükü'nün uğursuz sesi, İsabella'nın hem titremesini hem de öksürmesini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Bu soruyu az önce elinin güçlü baskısı hala boynunun üzerindeyken de sormuştu. O zaman İsabella boğuk bir sesle, ancak, "Ne?" diyebilmişti. Dükün yanıtı, "Kı...zı...mı... nere...den... tanıyorsunuz?" diyerek sorusunu, sözcüklerin üzerine basa basa yinelemek olmuştu. Sesindeki zorlayıcı baskı, ilk sefere göre çok daha kuvvetlenmişti. "Be... Ben onu tanımıyorum!" İsabella, sesinin en az hissettiği kadar kulağa zavallı geldiğini ürpererek fark etmişti; aynı zamanda verdiği cevaba erkeğin bir an olsun inanmadığını da. Zaten hemen, neredeyse dişlerini hiç ayırmadan, "Yeniden deneyin Madam!" diye emretmişti. Yüzünü yalayan sıcak nefesi, İsabella'nın kendini iyice kıstırılmış hissetmesine neden olmuştu ve bu, dükün fiziksel baskısından çok daha zorlayıcıydı. Bu yüzden ancak boğulur gibi, "Ekselansları..." diyebilmişti. Adam bu boğuk seste duyduğu belki korku, belki çaresizlik yüzünden ellerini geri çekmişti ve şimdi aynı ellerle içi su dolu bardağı, öksürüğü bir türlü dinmek bilmeyen, İsabella'ya uzatıyordu. "Alın, için bunu!" İsabella önce bardağa, sonra da erkeğe baktı. Elinin ne vakit kalkıp da bardağa doğru savrulduğunun farkında değildi belki ama şiddetle duvara çarpan camın tuzla buz olmasını büyük bir keyifle seyretmişti. Ama çok kısa bir süre. Hırsla erkeğe döndü. "Siz ne cüretle..." Cümlesi, yeni bir öksürük kriziyle yarıda kesildi. On saniye geçmeden yeniden uzatılan bir başka bardağı bu sefer mecburen kabul etmek zorunda kaldı. Bir yudum, sonra bir yudum daha... Kendini birkaç kelime konuşabilecek kadar iyi hissedebilmesi için aradan bir, iki dakika geçmesi gerekti. İşte o zaman yüzünü soylu erkeğe çevirip korkusuzca gözlerinin içine baktı. "Gidin!" Sesindeki nefret kendini bile şaşırtmış olsa da durmadı. "Burada istenmiyorsunuz!" Sebastian, yerinden bir adım bile kımıldamadan kadının mağrur ve öfkeli ışıltılarla parlayan mavi gözlerine baktı. Sonra bakışları yavaşça boğazına, ellerinin baskısı yüzünden kızarmış boğazına, kaydı. "Lanet olsun!" dedi içinden kendine küfrederek. "Lanet olası!" Böyle bir şeyi nasıl yapabildiğini aklı almıyordu. Nasıl olmuştu da gözü bu kadar dönebilmişti. Nasıl olmuştu da asla tahammül edemediği o aşağılık adamlar gibi bir kadın üzerinde gücüyle egemenlik kurmaya çalışmıştı? Pişmanlık bir kor gibi içini yakarken ciddi ve bir o kadar samimi biçimde eğilerek, "Özürlerimi kabul edin lütfen Madam!" dedi. Kadının konuşmak için Sebastian'ın doğrulmasını beklediği o kadar belliydi ki! Sırf gözlerinin içine bakarak tiksinti dolu bir sesle, yeniden, "Gidin!" demek için beklediği. Sesi çığlık atmanın sınırında geziniyordu. Sebastian, bir an olsun ona kızmadı tersine alttan almaya çalışarak, "Özür dilerim Madam!" dedi. İsabella tavizsizdi. "Özrünüzü kabul etmiyorum!" İşaret parmağıyla kapıyı gösterdi. "Şimdi, gidin!" Sebastian St. James'in ne statüsü, ne gücü ne de başka bir şeyi umrundaydı İsabella'nın. İki dudağının arasından çıkacak tek bir sözcükle hayatını mahvedebilecek olması da hiçbir şey ifade etmiyordu. Şu anda tek düşündüğü Warwall dükünün bu odadan, bu mekandan çıkıp gitmesiydi, mümkünse bir daha geri dönmemek üzere gitmesi! Adam, onunla acımasızca oynamıştı. Kadınlığını etkileyerek İsabella'yı bir yanılsamanın içine çekmişti. Ve İsabella... Utanç verci olsa da onun oyuncağı olmaya hazır gibiydi. Ne düşünmüştü ki? Ya da... Düşünmüş müydü? Kendinden ve dükten nefret ettiği o anda adamın, "Kızım benim her şeyimdir Madam! Kanım, canım, her şeyim!" diyerek konuşmaya başlamasını dinlemek dahi istemedi. "Onu ben büyüttüm! O benim! Ona dokunan, bana dokunur!" Ne kadar dinlemek istemese de Sebastian St. James'in kızına düşkünlüğünün itirafı olan sözcükler İsabella'nın dikkatini çekti. Adam, basit sözcüklerle çoğu insanın başaramayacağı şekilde gözdağı veriyordu. Dük, "Ona yönelecek her tehdidi, bana yönelmiş sayarım Madam!" diye devam ettiğinde; İsabella dayanamayıp, kafa tutar gibi, "Burada tehdit ben miyim ekselansları?" diye sordu. "Evet!" Hiç düşünmemişti bile, tereddüt dahi etmemişti! İsabella şaşkınlıkla, "Nasıl?" diye sordu. "Ben kızınız için nasıl bir tehdit olabilirim? Onu tanımıyorum bile!" Sebastian, kadının samimiyetle büyüyen gözlerinden ve şaşkınlığından hiç etkilenmeden, "Bayılmadan önce ne yaptığınızı hatırlıyor musunuz?" diye sordu. "Anlamadım?.." "Dün... Siz... Bayılmadan önce, kızıma bakıyordunuz!" "Bakmamam mı gerekiyordu?" diye soran İsabella, sorusunun kulağa ne kadar küstahça geldiğini irkilerek fark etti. Başını hafifçe geriye doğru atmasından dükün de fark ettiği anlaşılıyordu ama o, her nedense, sakin bir biçimde, "Aynı zamanda yüzünüz de bembeyaz olmuştu." diyerek fark etmemiş gibi davranmayı seçti. "Hastaydım ekselansları!" "Evet, bu kabul edilebilir Madam ama kendinizden geçmeden önce kızımın adını fısıldamanızı nasıl açıklayacaksınız? Hastalığınızla mı?" İsabella gözlerinin büyüdüğünü, ellerinin titrediğini hissediyordu. Dehşetle, bu adamın karşısında bir kez daha bayılabileceğini düşündü. Yine de cesaretle, "Sizin de az önce kabul ettiğiniz gibi hastaydım ekselansları ve bu yüzden bayıldım." dedi. "Kızınızın adını söylediğimden emin misiniz?" "Hatırlamadığınızı mı ima ediyorsunuz?" "Etmiyorum, söylüyorum!" Dük tam konuşacakken İsabella elini ileri uzatıp, "Durun lütfen!" dedi. "Yeni bir suçlama duymadan önce kızınızı düne kadar hiç görmediğimi söylemek isterim. Kendisini tanımıyorum ve resmi olarak tanıştırılmadığımıza göre hala tanıdığımı da söyleyemem!" Adamın şüpheli bakışları karşısında kararlılıkla, "Üstelik kendisinin takdiminin bu sene yapılacağını siz söylediniz ekselansları." diyerek devam etti. "Bu durumda onu sosyal ortamlarda da görmüş olamam öyle değil mi? Ayrıca kızınızın bulunacağı özel davetlere çağrılacak kadar bir yakınlığımız olmadığı gibi sosyal pozisyonlarımız da buna uygun değil." İsabella, kedisinin de mümkün olduğunca davetlere katılmadığını söylemenin şu an için gerekli olmadığını düşündü. Sebastian, kadının sözlerinin akla yatkın olduğunu kabul ediyordu ama... "Sözleriniz oldukça mantıklı Madam. Yine de kızımın adını söylemenizin tam bir açıklaması sayılmaz. Üstelik bayılmadan önce söylemenizin açıklaması hiç sayılmaz!" İsabella, sabırla, "Ben Leydi St. James'in ismini bilmiyorum ekselansları!" dedi. "Bu gerçekse..." "Gerçek!" "O zaman neden bayılmadan önce 'Elizabeth' diye fısıldadınız?" İsabella, adamı yine bir fısıltıyla taklit ettiğinin farkında olmadan, "Elizabeth" dedi. Bir anlık sessizliğin ardından, "Kızınızın adı mı?" diye sordu. "Elizabeth?.." Sebastian St. James, İsabella'nın sorusunu başıyla onaylayarak yanıtladı. İsabella, bir babaya sahip olmamıştı. Olsaydı onun Sebastian St. James gibi koruyucu olmasını isterdi. Bu yüzden hiç istemese de içinde erkeği takdir etti. Dükün kızına olan düşkünlüğünün boyutları düşünülecek olursa kuşkularını yok edecek, en kötü ihtimalle yatıştıracak ne söyleyebileceğini doğrusu hiç bilmiyordu. Tek bildiği, kabul edilir bir şey sunmazsa adamın tüm cevaplar için sonuna kadar gidebileceğiydi. Bu yüzden sakin çıkmasına dikkat ettiği sesiyle, "Ekselansları" diye başladı. "Biliyorsunuz... Siz, İngiltere'nin hakkında en çok konuşulan erkeklerden birisiniz." Sebastian, gözlerinin istemsizce kısıldığını hissetti. Bunun, yani Madam'ın söylediğinin, kadınca bir şaşırtmaca olup olmadığından emin olamadığı için idare eder bir yanıt vermekle yetindi: "Öyle mi?" "Kesinlikle!" "Neden?" "Yani neden sizin hakkınızda konuşulduğunu mu soruyorsunuz?" diyen İsabella, erkeğin başıyla onaylaması üzerine gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. İçinden geçenleri hissettirmeyen bir sesle, "Bu hiç şaşırtıcı değil ekselansları." diyerek açıklamaya başladı. "Sizin konumunuzda biri her koşulda konuşulur ama konumunuzla birlikte genç, bekar ve oldukça çekici olmanız dedikoducuların iştahını daha da kabartıyor." Sebastian; bu konuşmanın nereye gideceğini merak etse de bakışlarındaki ifadeyi hiç değiştirmeden, "Bunların konumuzla ne ilgisi olduğunu doğrusu anlamış değilim Madam." dedi. "Bir mantık kurmaya çalışıyorum ekselansları: Birileri sizin hakkınızda konuşurken belki kızınızın ismini de duymuşumdur ve belki de, her ne kadar hatırlamasam da, bilinçaltımda yer etmiştir ve belki..." Dük, öylesine alaycı bir kahkaha attı ki İsabella sözlerinin devamını getiremedi. "Tanrı aşkına Madam! Bunun mantık neresinde? Sözleriniz, kulağınıza anlamlı geliyor mu?" İsabella, çaresizlikle ellerini iki yana açtı. "Ne söylememi istediğinizi bilmiyorum ekselansları ama benim söyleyebileceklerim bu kadar!" Sebastian, kadının samimiyetini ölçmeye çalıştı ve bu arada onun güzelliğine dalıp gitmemeye de. Şu dakikada konuyu uzatmanın bir faydası olmayacağı çok açıktı. Sonuçta elinde ispat edebileceği somut bir şey yoktu. Tabii bir çeşit önsezi ve belki bir parça abartılmış gözlemi, sağlam kanıtlar olarak saymazsa. Belki de Drako'nun dediği gibi Elizabeth'le ilgili her konuda endişe etmeyi bir kenara bırakmalıydı. İçinden gelen gülme isteğini bastırdı. Bu mümkün değildi. Elizabeth her zaman Sebastian'ın bir numaralı endişe konusu olmaya devam edecekti. Onun minik bedenini ilk kez kollarına aldığından beri bu hep böyle olmuştu. Kabul etmeliydi ki gururla çenesini kaldırmış; eşsiz mavi gözleriyle içten gelen bir cesaretle bakan şu kadın, Madam Mercier, konusunda aceleci bir karara varmış olabilirdi. Dün, karşılaştıkları anda, kendine o çok güçlü trenlerden biri çarpmış gibi hissetmişti. Sebastian, muhakeme yeteneğini de etkilemiş gibi görünen bu histen hiç hoşlanmamıştı. Ve belki de bu yüzden kadının Elizabeth'i bir yerden tanıdığına, Elizabeth'le tanışmanın onun için çok ama çok önemli olduğuna kendini ikna etmesi zor olmamıştı. Ardından kadının sebeplerini bulmak için düşünmeden harekete geçmişti. Yanılmış olma olasılığı Sebastian'ı rahatsız etmiyordu. Yanıldığında, yanlış karar verdiğinde bunun bedelini ödemekten asla çekinmezdi. Ama bugün burada, bu kadınla ilgili olarak sadece yanlış karar vermemiş; yanlış eylemlerde de bulunmuştu. Bu yüzden, "Pekala Madam. Kızımı tanıdığınız konusunda yanlış bir karar vermiş olabilirim." diyerek geri adım attı. "Özür dilerim." O esnada, kadının büyüyen gözlerini umursamadan, onun elini yakaladı ve dudaklarına götürerek öptü. Avcunun içinde titreyen el, onun heyecanına mı yoksa korkusuna mı işaretti anlamadı ama gönlü heyecanına işaret olmasını diledi çünkü Sebastian heyecanlıydı. Dudaklarını çekti ama kadının elini bırakmadan, hatta daha doğrulmadan, bakışlarını onun masmavi gözlerinin içine dikti. "Lütfen, tekrar özürlerimi kabul edin!" İsabella, bir kez daha dükün ayaklarının dibine yığılacağından korktu. Heyecandan. Kalbi, göğüs kafesini hiç bu kadar zorlamamıştı. Yutkunup, "Sizi anlıyorum, ekselansları." dedi. "Kızınızı seviyorsunuz." Sebastian, artık doğrulmuş olsa da, kadının eli üzerinden ona bakmaya devam ederek, "Evet" diye itiraf etti. "Bazen bu sevgi, Elizabeth'in şikayetçi olmasına neden olacak kadar koruyucu bir şeye dönüşebiliyor ama bana inanın, hiç bugünkü kadar mantıksız, acımasız ve kaba davranmama yol açmamıştı." Erkek, bu seferki öpücüğünü İsabella'nın avcunun içine kondurdu ve İsabella içinin dağlandığını hissetti. Hayatında hiç böylesi mahrem bir yakınlığı yaşamamıştı. Titredi ve erkek tekrar, "Özür dilerim." dediğinde ağzını açıp cevap dahi veremedi. "Size davranışım haksızca ve kabul edilemezdi. Telafi etmek için ne yapabileceğimi bilmiyorum. Emrinizdeyim." İsabella, şaşkınlıktan iyice irileşmiş gözleri ve kızarmış yanaklarıyla olduğu yerde sessiz ve çaresiz dikilmeye devam ediyordu. Kadının her halinden belli olan dehşetli şaşkınlığı, Sebastian'da gülme isteği uyandırdı ama elbette gülmedi. Onun yumuşak, kadınsı elini bırakıp doğruldu. Başını muzip bir ifadeyle yana eğdi ve "Demek, hakkımda konuşuluyor... Öyle mi?" diye sordu. İsabella, konunun birdenbire değişmesi karşısında, "Efendim?.." diyebildi. "Az önce hakkımda konuşulduğunu söylemiştiniz ve çekici olduğumu." "Şey, evet." diyen İsabella, alelacele kendini düzeltme ihtiyacı hissetti. "Yani ben değil tabii! Yani herkes. Herkes!" Dükün kıvrılan dudakları, İsabella'nın utançla orada sessizce ölmeyi dilemesine neden oldu. "Demek herkes?.." "E... Evet ekselansları." "Bu durumda sormam gerekiyor: Peki siz?" "A... Anlamadım?" Dük; soğuğun, rüzgarın ve güneşin esmerleştirip sertleştirdiği yüzünde beyazlığı daha da belirginleşen dişlerini göstererek güldü. "Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce ben çekici miyim?" İsabella, şaşkınlığını hem elini göğsünün üstüne koyarak hem de, "Ekselansları!.." diye feryat ederek belli etmiş oldu. Yanakları kızarıyordu, bunu hissedebiliyordu ve erkeğin bakışlarından bu tepkinin onun ne kadar hoşuna gittiğini de görebiliyordu. "Kendini beğenmiş, küstah canavar!" diye düşündü kızgınlıkla ama o kızgınlıkla çelişecek kadar yumuşak bir sesle, "Ben bir terziyim ekselansları." dedi. "Benim gibi bir kadının ne düşündüğünün önemi olmamalı!" Kaşlarını kaldıran erkek, "Ya önemliyse?.." dedi. "Ya bilmek istersem?" İsabella, kalbinin atışına paralel bir hızda gözlerini kaçırdı. Delirmiş miydi bu adam? Daha on dakika önce gırtlağına sarıldığı kadınla flört mü ediyordu? "Ya..." diye devam etti dük, boğuk bir sesle. "Benim için önemli olduğunu söylersem?.." Evet, delirmişti kesinlikle! Ve evet, kesinlikle İsabella'yla flört ediyordu. İsabella heyecanlandı ve bunun için hem düke hem de kendine kızdı: Düke, onunla oynadığı için kendine de dükün onunla oynamasına izin verdiği için. Bu yüzden kararlılıkla ellerini elbisesinin önünde birleştirdi, bakışlarını dükün göğsüne dikti ve sakin bir sesle, "Leydi St. James'in kıyafetleriyle ilgili kararınızı bana bizzat bildirmeniz büyük bir incelik." dedi. "Teşekkür ederim. Siz çok meşgul birisiniz, daha fazla vaktinizi almak istemem." Kadının küstahça onu kapı dışarı etmeye çalışması karşısında şaşıran Sebastian, lafı hiç dolandırmadan, "Benden kurtulmaya mı çalışıyorsunuz Madam?" diye sordu. "Cevaplarını almaya geldiğiniz soruları sorduğunuzu düşünüyorum." dedi İsabella. Eli, istemsizce boğazına gitti. "Her şekilde cevabını da aldınız." Kadının hareketlerini takip eden Sebastian'ın bakışları karardı. "Sizden o konuda az önce özür diledim Madam." dedi. Kadının sessizliği Sebastian'ı sinirlendirdi. İçinde onun pasif direnişini yok etmek için inanılmaz bir öfke yükseldi. Kendine hiç yakıştıramadığı bir kibirle, "Benim kim olduğumun farkında mısınız?" diye sordu. Farkındaydı ama farkında olmasaydı bile o anda kesinlikle farkına varmış olurdu İsabella. Kısılmış, soluk mavi gözlerdeki soğuk ve keskin bakış; kesinlikle yeri geldiğinde çok acımasız olacağı kuşku götürmez bir adama aitti: Warwall Dükü Sebastian St. James'e. İsabella, korkuyla dolup taşsa da, "Bir dük olmanız, beni boğazlamanızı gerektirmezdi ekselansları!" demekten geri durmadı. "Ben sizin yerinizde olsam kelimelerimi doğru seçmeye çalışırdım Madam." Sıkılı dişlerinin arasından konuşan erkeğin sesi, İsabella'ya bir kaya misali çarptı. Fakat aynı adam, bir bendin kapağını düşüncesizce açtığı için İsabella kendini, "Ne fark eder ki?" diye sorarken buldu. "Ha boğazlamışsınız ha boğazımı sıkmışsınız! Sonuçta, biri diğerinden ancak bir adım uzakta." "Ama aynı şey değil!" "Farkını nasıl açıklayacağınızı doğrusu merak ettim. Şiddet, şiddet değil midir? Siz; Tanrı'nın size verdiği gücü, sizden güçsüz olanlar üzerinde kullanıyorsunuz!" Kadının suçlamasındaki doğruluğa tahammül edemeyen Sebastian, "Dikkatli olun Madam!" dedi. İsabella, dükün şakağındaki ve boğazındaki damarların şiştiğini görecek kadar ona yakındı. Buna rağmen, daha sonra bu anları düşündüğünde içine şeytan girmiş olabileceğini düşünecekti, hırsla tısladı: "Ne olur ekselansları? Ne? Dikkatli olmazsam bu kez beni gerçekten boğazlar mısınız? Ya da..." Güçlü kollar, bedenini sarmalayıncaya; soğuk dudaklar, dudaklarının üstüne kapanıncaya kadar İsabella şiddetin yaklaştığını hissedememişti. Ve bu, korkutucuydu. Daha önce hiç öpülmediği; dudakları bir erkeğin dudaklarının baskısını, tadını hiç bilmediği için daha da korkutucuydu. Kimi zaman mağazayı ziyaret eden leydilerin kimi zaman da caddede yanından geçtiği kadınların kıkırdamaları arasında kulağına ulaşan fısıltılar, şu an yaşadığı şeyin bir zevke hizmet etmesi gerektiğini düşündürmüştü İsabella'ya. Acımasız, hele de bu kadar amansız olmamalıydı! Elleri, erkeğin göğsünü yumruklamaya çalışırken tutsak edilmemeli; kurtulup kaçmaya çalışan bedeni, çelikten bir kafese hapsedilmiş hissi vermemeliydi. Tüm çabalarının çaresizliğe dönüşmesi uzun sürmedi. Çok şükür ki dükün de dudaklarından ayrılması uzun sürmemişti. Tir tir titreyen bedeni hala onun kolları tarafından sımsıkı çevriliyken başını geri atıp adamın öfkeyle dolup taşan gözlerine aynı öfkeyle karşılık verdi. "Bu da mı bir cezaydı?" "Bir şey demesine gerek yoktu." diye düşündü Sebastian. Kadının yüzü, incinmişliğin resmi gibiydi. Dolu dolu gözleri karşısında kendine lanetler okurken, "Böyle olmamalıydı!" diye düşündü. Bir kadın öfkeyle öpülmemeliydi. Bir erkek dudaklarını bir kadının dudaklarıyla ceza vermek amacıyla birleştirmemeliydi. Bu ilk defa olsa bile olmamalıydı! Kadın küstahlığıyla, durdurulamaz cesareti ve akılları baştan alacak güzelliğiyle erkeği kışkırtsa da olmamalıydı! Sebastian, daha görür görmez, Madam Mercier'e karşı hissettiği çekimin kendini ondan uzak tutamayacak kadar güçlü olduğunu anlamıştı ama yakınlaşmalarının, elbette buna yakınlaşma denebilirse, bu şekilde olacağını düşünmemişti. Öptüğü kadınların gözlerinde harlanmaya hazır ateşin gizli kıvılcımını görmeye alışkındı; sitem, korku veya acı görmeye değil! Bir çeşit kibir ve kadının gözlerindeki kırgınlık; ilk öpücüklerinin anısının pişmanlık, keder ve öfkeyle kirlenmesine izin vermektense ölmeyi istmesine neden oldu. Başını yeniden Madam Mercier'nin yüzüne yaklaştırırken o, yüzünü kaçırmaya çalıştı. Sebastian, kadının çenesini hafif ama kararlı bir dokunuşla yakaladı. Şefkatle, "İzin ver!" dedi. Sesinin kulağa bir yakarış gibi gelmesini umursamadı. Kollarının arasında kaskatı olan bedenin az da olsa gevşemesi kadının kararsızlığının bir işaretiydi ama Sebastian'ın harekete geçmesi için bu kararsızlık bile yetti. Dudakları, az önce, hareketlerini öfke yönetirken fark etmediği kadar yumuşaktı ve tatlı. Ağzını o kadar sıkı kapatmamış olsa daha da tatlı olabilirdi. "Yavaş yavaş..." diye düşündü Sebastian. "Onun için de vaktimiz olacak." Aslında böylesi daha bile iyi sayılırdı. Bedeni, sadece bir öpücükle rahatlamaya bir adım uzaktayken fazlası, acı dolu bir sınavdan başka bir şey olmazdı. Üstelik elbisenin ince kumaşından kadının neredeyse tenini hissedebiliyordu; hatta her zerresini, her dokusunu, her titreyişini... Bu yüzden bedenini geri çekerken kendini bir kefareti ödüyor gibi hissetti. Sebastian; kadının yarı yarıya açık ve öpülmekten kızarmış dudaklarının sessiz davetini kabul etmemek için bakışlarını yukarı kaldırdı. Madam'ın gözleri kapalıydı. Büyük bir telimiyeti yansıtan bu görüntü karşısında, erkeksi bir tatminle, "Güzel!" diye düşündü. Sonra bakışları yeniden onun dolgun dudaklarına indi ve bu kez kızarıklığın yanında ufak bir morluk da gördü. "Kahretsin!" diye düşündü. Madam Mercier'de Sebastian'ı aşırılığın sınırlarına iten; bir an öfkeden kudurtup fiziksel baskınlığını su yüzüne çıkardıktan sonra, tutkularının kölesi olmaya iten ne tür lanetli bir büyü olduğunu bilemiyordu ama her koşulda böylesi hayvansı duygularla yönetilmek kabul edilemezdi. Kadının dudaklarına bakmaya devam ederken, "Sonuçları, asla kabul edilemez!" diye düşündü. İsabella, kirpikleri titreyerek gözlerini yavaşça açtığında erkeğin inceleyen bakışlarıyla karşılaştı. Gözlerini kaçırmadan hemen önce, utançla, "Ekselansları..." diye mırıldandı. Erkeğin eli, artık her ne kadar yumuşakça bir kavrayışla çenesini yukarı kaldırsa da İsabella, sıradaki ithamı bekleyen bir mahkum gibi hissetmekten kendini alamadı. Dük, sessiz kalınca İsabella mecburen gözlerini onunkilere çevirdi ve erkek o zaman, "Sebastian" dedi. "Benim adım Sebastian." Kadının masmavi gözlerinin iyice büyümesi, dudaklarının titremesi o kadar baştan çıkarıcıydı ki Sebastian, teslim olmamak için kendini zor tuttu. Eğer, "İsabella! İsabella!.." diye bağırarak yaklaşan kadının sesini duymamış olsa kendini daha fazla tutabilir miydi, hiç öğrenemeyecekti. "İsabella..." diye tekrarladı içinden. "İsabella!" Böyle egzotik bir yaratık için ne uygun bir isimdi bu böyle! Aralarına kabul edilebilir bir mesafe bırakırken ancak kendinin duyabileceği bir biçimde, "İsabella..." diye mırıldandı ama irkilmesi ve göğsünün şiddetle inip kalkmasından anladığı kadarıyla İsabella'nın da duyduğunu varsaydı. Sebastian, yaklaşan ayak seslerini dinlerken gözlerindeki bakışı perdelemek istemedi. Kadının, İsabella'nın, tüm açlığını ve isteğini görmesini istedi ve bilmesini. Özellikle ne kadar kararlı olduğunu bilmesini! İsabella'nın elinin sanki korumak ister gibi kendi boynuna kapandığını görünce de büyük bir tatmin hissetti. Ayak sesleri yaklaştı, yaklaştı ve Sebastian'ın dün mağazada gördüğü kadın apar topar içeri girerek, "Buldum, buldum İsabella! Onu buldum! Tam senin istediğin yumuşaklıkta ve en az senin istediğin kadar parlak! Tanrı'm! Hem de o yaşlı açgözlü, bugün kendine göre tersinden kalkmış olmalı ki, düşündüğümüzün çok altında bir fiyat verdi. Hemen alıp geldik. İsabella... İsabella?.." Kadın, İsabella'nın bakışlarının sabitlendiği kenarda bir noktayı takip edip de Sebastian'ı görünce elindeki boncuklu çantayı düşürüverdi. "Ek... selansları!" derken reverans yapmaya çalıştı ve neredeyse yüzüstü yere düşecekti. Sebastian, onu sadece başını hafifçe eğerek selamladı. Kadının adını hatırlamıyordu ve önemsemiyordu. Mesafeli duruşunu koruyarak gözlerini yeniden İsabella'ya çevirdi. Onu baştan ayağa, içer gibi, süzdü. Keskin ve titrek nefesini kollarındaymış gibi hissetti ve sonra hiçbir şey, hiçbir şey demeden keskin bir baş hareketiyle selam verdi ve geldiğinden daha da sessiz, çekip gitti.
|
0% |