Yeni Üyelik
13.
Bölüm

8. Bölüm

@majdafan

 

"Hadi anlat artık!"

 

Mathilda, bütün bir öğleden sonrayı oturma odasındaki kanepede neredeyse hiç kımıldamadan geçirdikten sonra artık sıkıntıdan patlamak üzereydi. Hatta, bayıldığını öğrendiğinden beri yanından hiç ayrılmayan Samuel yüzünden çığlık çığlığa bağırmaya daha çok yakındı. Mahalle doktorunun, ciddi bir muayenenin ardından, endişelenecek bir durum olmadığını açıklamasının Samuel için en ufak bir değeri yoktu ve bu dündü.

 

Geçen yirmi dört saat Mathilda için bir çeşit kabusa benziyordu. Samuel'in neredeyse dakikada bir nasıl olduğunu sorması, her seferinde aynı yanıtı alıyor olmasına rağmen ısrarla sorması, en sonunda Mathilda'nın sinirden kızarmış bir suratla, "Git, o zaman başka doktor getir!" diye bağırmasına neden olmuştu. Ve Samuel ne yapmıştı? Hiç üşenmeden gidip başka doktor getirmişti.

 

Mathilda; davranışından ötürü ona bağırsa mı, yoksa kocaman bedenini güzelce saran gömleğinin yakasından çekip dudaklarına sımsıcak bir öpücük mü kondursa karar verememişti.

 

Adam, şakadan biraz olsun anlamıyordu. Bu tartışmasız bir biçimde ispatlanmıştı. Samuel'in aksine Mathilda, senelerdir bir kez olsun başı bile ağrımamış iki kadının aynı hafta içinde birkaç gün arayla bayılmalarını oldukça komik buluyordu. Onların durumunda başka kadınlar olsa kendisi kahkahalarla güldükten sonra, kümese dadanan horozun kim olduğunu sorardı ama kalkıp da herhangi biri aynı soruyu İsabella ve kendisi için sorsa, bir an bile düşünmeden, soranın saçını başını yolardı ve bunun onu nasıl bir insan yaptığı umurunda olmazdı. Böyle bir konuda İsabella'yla alay edilmesine dayanamazdı.

 

"İsabella..." diye düşündü. "Ah, İsabella!"

 

Mathilda artık birkaç gün önce onun, gözlerinin önünde, yere yığılmasının nedenini öğrenmişti.

 

Her zaman İsabella'yla karakter olarak çok farklı olduklarını biliyordu ama bu farklılık, suratına hiç dünkü kadar acımasızca çarpmamıştı. Dün öğrenmişti ki sadece karakterlerinin ötesinde hayatta olmaları gereken yerlere dair de aralarında derin farklılıklar vardı.

 

"Bir terzi ve bir düşes!" diye düşündü, hala inanamayarak. Yine de buradaydılar işte! Bir terzi ve bir düşes, beş yıldır aynı binada yaşıyor ve aynı işi yapıyorlardı.

 

Mathilda, İsabella'yı ilk gördüğü anı dün gibi hatırlıyordu çünkü onun cama astığı ilan için geldiğini düşünmemişti, ortalama bir terzi arayan ortalama bir müşteri olduğunu düşünmüştü. Karşısında kusursuz güzelliğiyle dikilen bir parça ürkek genç kadının kıyafetleri böyle bir işe başvurmak için fazla kaliteliydi ve tavırları... Tavırları; geldiğini iddia ettiği köye göre çok, çok zarifti. Aslında her haliyle dudaklarında şekillenenden farklı bir hikaye anlatmıştı Mathilda'ya ve Mathilda bunu hiç umursamamıştı. Verdiği paraya çalışacak birini bulması gerçek bir mucizeyken birkaç yalanı göz ardı etmek onun için hiç zor olmamıştı.

 

İsabella, daha ilk yılında, fikirleri ve o fikirleri besleyen inanılmaz zevkiyle Mathilda'ya gerçek bir mücevher olduğunu kanıtlamıştı. O kadar yetenekliydi ki bu yeteneği kullanmamak düpedüz aptallık olurdu ve Mathilda, kendini "aptal" olarak düşünmekten hoşlanmazdı.

 

Bir gün İsabella'ya, "Sana bir isim bulmalıyız." demişti.

 

İsabella'nın kaşları havalanmış ve "Bir ismim var sanıyordum." diyerek Mathilda'yla dalga geçmişti.

 

"Zekisin. İşin nereye gittiğini görmemen mümkün değil! Önümüzdeki birkaç yıl içinde muhteşem olacağız! Londra'yı giydireceğiz ve bu işin çoğu senin sayende olacak! Bu yüzden ismini parlatmalıyız çünkü içimden bir ses, yaptığımız işin mağazamızdan çok senin isminle anılacağını söylüyor."

 

"Mağazamız?.."

 

Mathilda, son derece sıradan bir olaymış gibi, "Bugünden sonra seninle ortağız İsabella!" diye açıklamıştı.

 

Güzel, mavi gözleri kocaman olan İsabella, "Beni... Beni öylece ortağın yapamazsın!" diye itiraz etmişti.

 

"Neden? Mağaza benim değil mi?"

 

"Evet, senin ama..."

 

"Ama, falan duymak istemiyorum İsabella! Sen olmasaydın asla bu kadar müşterimiz olmazdı. Onlar olmasaydı burayı kiralayamaz, yanımızda birkaç terzi çalıştıramazdık ve belki de ne yiyeceğimizi hiç düşünmeden birkaç yıl yaşayamazdık."

 

"Evet, ama..."

 

"Sana 'ama' duymak istemediğimi söylemiştim! Ortağımsın, diyorum; o kadar!"

 

"En azından kardeşlerine bir sorsaydın!"

 

"Neden? Onlar buradan yüzlerce mil uzakta yaşıyorlar. Benim ne yapacağımla ilgileneceklerini hiç sanmıyorum. Hem... Seninle çalışarak ne kadar kazandığımı bilseler muhtemelen beni teşvik ederlerdi. Sonuçta ölürsem miras onlara kalacak."

 

İsabella, başını iki yana sallamış ve "Delisin!" demişti. "Tanrı şahidimdir ki delisin!"

 

O gün, Fransız kanını ve soyadını kullanarak bundan sonra mağazalarına gelen müşterilerine İsabella'yı "Madam Mercier" olarak tanıtmaya karar vermişlerdi.

 

Bizzat İsabella'nın kendisi "Madam" unvanını teklif etmiş olsa da Mathilda, onun hiç evlenmemiş olduğundan emindi. Hayatında onun kadar dokunulmamış görünen bir kadın daha tanımamıştı. Emin olmadığı, soyadının gerçekten "Mercier" olup olmadığıydı ki bunu da zerre kadar önemsememişti. Egzotik güzelliği, zarafeti onu bir Fransız'dan daha Fransız gösterdiği için kimsenin farklı düşüneceğini sanmamıştı ve haklı çıkmıştı. Ayrıca Mathilda; her zaman az ya da çok, hiç fark etmez, gizemli olmaya herkesin hakkı olduğuna inanan bir kadın olmuştu.

 

Şimdi İsabella'nın kendine sakladıkları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamışken Mathilda, bu düşüncesini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine inanıyordu. Henüz detayları bilmiyordu. İsabella'nın Warwall düküyle evli olup da nasıl böyle bir hayat sürdüğünü, kocası olduğunu söylediği adamın nasıl olup da onu tanımadığını bilmiyordu. Bilmek istemediğinden değil, sadece bayıldığı andan itibaren Mathilda olaylar üzerindeki kontrolünü yitirmişti.

 

Samuel, onu bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Mathilda, erkeğin bu tavrından ne kadar memnun olduğunu gizleme gereği duymayan İsabella'nın niyetinden kuşku duymuş, bunu anlatacaklarını elinden geldiğince ertelemenin bir yolu olarak kullandığını düşünmüştü. Ve... Onu kim suçlayabilirdi ki?

 

Sabah; beraberce kahvaltı, ardından Samuel'in yeni bulduğu doktorun muayenesi derken İsabella'yla baş başa kalmaya hiç fırsatları olmamıştı. Sadece Warwall konağına gitmeden önce çok kısa bir süre yalnız kalabilmişlerdi. O zaman da Mathilda; İsabella'yı baştan ayağa süzmüş, "Demek savaşa gidiyorsun." diyerek onunla alay etmişti.

 

İsabella, başını yana eğip, "Savaş mı?" diye sormuştu.

 

"Eski zamanlarda insanlar yüzlerini boyayıp savaşa giderlermiş ya, sen de böyle..." Çenesiyle İsabella'nın derin göğüs dekolteli kıyafetini işaret etmişti. "Giyinerek bence savaşa gidiyorsun!"

 

İsabella, başını iki yana sallayarak gülmüştü.

 

"Her zamanki gibi hayal gücün inanılmaz!"

 

O ne derse desin Mathilda, arkadaşının savaşı olmasa bile cephelerden birini olsun kaybetmeden geri dönmesi için dua etmiş ve geçmek bilmeyen iki saat boyunca İsabella'yı beklemişti. Nihayet on dakika kadar önce Carol, verdiği talimata uygun olarak, Madam'ın döndüğünü söylediğinde; üst kattaki çalışma odasının şöminesine büyük kütükler attırmıştı. Doğal olarak Samuel'e. Ardından onu kovmuştu, alenen kovmuştu çünkü kovmadan adamın bir yere gideceği yoktu.

 

Aslında Mathilda, Samuel'in üzerine bu kadar düşmesini seviyordu. Galiba adamın kendisini de seviyordu ama henüz duygularını ona söylemeye hazır değildi.

 

İsabella; gündelik giysileriyle yanına geldiğinde, Mathilda herhangi bir girizgaha gerek görmeden sabırsızca, "Hadi anlat artık!" demişti. "Burada meraktan çatlamak üzereyim!"

 

İsabella, içindeki karmaşayı yansıtmadan, "Boşver şimdi!" diye karşılık verdi arkadaşına. "Sen nasılsın? Nasıl oldun?"

 

"Fizyolojik sağlığımı soruyorsan, çok iyiyim ama ruh sağlığım konusunda ciddi endişelerim var."

 

"Neden? Ne oldu?"

 

"Ne mi oldu? Yavrucuğum, dün kucağıma bir bomba bıraktın ve bir de 'Ne oldu?' diye soruyor musun? Yetmezmiş gibi sen bugün ekselanslarının emrini yerine getirirken beni burada Samuel'le baş başa bıraktın!"

 

Mathilda'nın suçlaması, İsabella'nın alaycı bir gülümsemeyle bakmasına neden oldu.

 

"Sevgili Sam'imiz seni yeterince pamuklara saramadı mı yoksa?"

 

Mathilda, hızla elini salladı.

 

"Oh, kes şunu! Burada fazla dozda ilgiden zehirlenmek üzereyim! Ayrıca..." Başını yana doğru eğdi. "Hiç dikkatimi dağıtmaya çalışma, bana anlatacakların var! Önce bugünden başlayalım. Dökül bebeğim!"

 

İsabella güldü.

 

"Senin bu kenar mahalle ağzına bayılıyorum."

 

"O zaman tekrarlayayım: Dökül! Hemen!"

 

İsabella omuzlarını silkti.

 

"Dökülecek pek bir şey yok, Leydi St. James'le görüştüm ve işte buradayım."

 

Mathilda, arkadaşına kuşku dolu bir bakış attı.

 

"Bu kadar yani?.."

 

"Bu kadar. İlgi çekici birkaç detay vardı tabii. Konağın kelimelere sığmayacak görkemi, sonra kapıyı açan başuşak. Sanırım adı Dawson'dı."

 

"Lawson, değil miydi o?"

 

"Lawson, vekilharç; Dawson, uşak."

 

Mathilda kıkırdadı.

 

"Daha neler!"

 

"Carol'u görmeliydin, uşağı görünce sapsarı oldu. Hani böyle burnunun üstünden bakan adamlar vardır ya... Bu adam, öyle işte. Gözlerini yukarıdan üzerimize bir dikişi vardı ki ben bile geri adım atmamak için kendimi zor tuttum."

 

"Böylelerini bilirim." diye ahkam kesti Mathilda. "Kraldan çok kralcı olurlar."

 

"Haklı olabilirsin. Onun geri dönmesini beklemeden konağa girdiğim için bana aşağılayıcı bir öfkeyle baktı."

 

"Hıh! Boşver onu! Efendisi neredeydi?"

 

"O ve vekilharç çalışma odası sandığım bir odanın önündelerdi."

 

"Lawson?"

 

İsabella, başıyla onaylarken Mathilda kahkahalarla gülüyordu; öyle ki en sonunda durulduğunda gözünden akan yaşları mendiliyle silmesi gerekti.

 

"Ah, hayatım; kusura bakma! Ama kabul et, çok komik!"

 

İsabella da arkadaşını gülerek onayladı.

 

"O an aklıma gelmedi ama, evet, komik. Neyse... İlgileneceğin bölüme geleyim: Dük hazretleri lütfedip iki kelime konuştuktan sonra beni başından savmak istedi."

 

"Anlamadım?.."

 

"Bildiğin, beni başından savmak istedi Mathilda."

 

Mathilda, açık kalan ağzını kapattıktan birkaç saniye sonra yeniden açtı.

 

"Ama neden?"

 

İsabella omzunu silkti.

 

"Önemli mi? Saygılı, nazik ve soğuktu. Sanırım, kendi hiç karışmadan büyük düşesin eşliğinde Leydi St. James'in kıyafetlerini şekillendirmemizi istiyordu ama olmadı."

 

"Neden?"

 

"Ufak bir kriz çıktı. Düşesin evde olmadığı anlaşıldı ve dük, annesinin kasıtlı olarak programını sabote ettiğini düşünerek sinirlendi. Sonra Leydi St. James geldi. Ölçüsünü aldım ve bazı modeller üzerinde konuştuk, hatta bazıları üzerinde de anlaştık."

 

Mathilda, İsabella'nın devam etmesini boş yere bekledi.

 

"Bu kadar mı?"

 

İsabella, yüz kaslarına hakim olmaya çalışarak, "E... Evet, bu kadar!" dedi.

 

Dikkatli gözlerini arkadaşının üzerinden bir an olsun ayırmayan Mathilda, koltuğa elini vurdu.

 

"Gel, otur İsabella."

 

İsabella, sakince yaklaşıp oturdu. Mathilda, onun elini şefkatle okşadı ve gözlerinin içine bakarak, "Asıl, şimdi dökül bakalım!" dedi. "Bir şeyler olmuş ve sen bunu benden saklayabileceğini mi sanıyorsun?"

 

İsabella, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

 

"Sana inanmıyorum Mathilda! Senin bu yaptığına, 'Sağ gösterip sol vurmak' derler!"

 

Mathilda omzunu silkti.

 

"Ne dedikleri umurumda mı sanıyorsun? Burada hayatımın dedikodusunu kaçırmak üzere olabilirdim!"

 

"Tanrı aşkına! Benden kendi kendimin dedikodusunu yapmamı mı istiyorsun?" İsabella güldü ve elini havada salladı. "Bu ne saçma bir cümle oldu böyle?"

 

Mathilda, İsabella hiç konuşmamış gibi, "Sana kalırsa hiçbir şeyin dedikodusunu yaptığın yok!" dedi. "Ayrıca şu anda seninle ilgilendiğim de yok. Sadece kız kıza ekselanslarının dedikodusunu yapmak istiyorum." Mathilda, bir anda işaret parmağını havaya kaldırdı. "Ama bir dakika! Ekselanslarının yanında sen de olduğuna göre ikinizin dedikodusunu yapmak daha makul. Evet, şimdi seni dinliyorum!"

 

İsabella, yeniden güldü. "Anlatacak bir şey yok ve..." Mathilda, tek kaşını kaldırınca, "Tamam..." diyerek pes etti. "Belki bir şeyler bulabilirim."

 

Mathilda, yavru köpek kadar hevesli, "Anlat yavrucuğum, anlat!" dedi.

 

"Annesi olmadığı için dük bana kabul salonuna kadar eşlik etti ve orada Leydi St. James'in yanımıza gelmesini bekledik."

 

İsabella susunca, "Bu kadar mı?" diye sordu Mathilda bir kez daha. "Burada durmuş adamın seni en karanlık arzularının nesnesi yaptığını duymak istiyorum, senin şu yaptığına bak!"

 

İsabella, "Mathilda!" diye haykırdı.

 

Mathilda, "Ne!" dedi ve hemen ardından, "Kızardın!" diye bağırdı. "Kızardın! Kesinlikle bir şeyler olmuş!"

 

"Beni öptü, tamam mı? Öptü!"

 

Makul bir biçimde başını yana eğip, "Seni öptü? Anladım. Öptü." diyen Mathilda, dayanamayıp "İyi de bu eski haber!" diyerek isyan etti. "Adam seni sürekli öpüyor! Daha başka bir şey yapmadı mı?" İsabella'nın her an alev alacakmış gibi görüntüsüne bakıp ellerini çırptı. "Yapmış! Yapmış!"

 

"Kes şunu Mathilda!"

 

"Neden?"

 

"Çünkü ben ne kadar ona yaklaşmak istemiyorsam o da bana yaklaşmayı o kadar istemiyor."

 

"Neden?"

 

"Çünkü o bir dük Mathilda ve ben de bir terziyim!"

 

"Ama... Ama daha dün onunla evli olduğunu söyleyen sen değil miydin İsabella? Bu, seni bir düşes yapmaz mı? Üstelik onun düşesi? "

 

İsabella, Mathilda'nın bir anlığına durup düşünse bu konuşmanın elle tutulur bir yanı olmadığını anlayacağını biliyordu. Her şey o kadar karmaşıktı ki ve anlatması da bir o kadar zor; bu yüzden ayağa kalkıp pencereye doğru gitti. Sessizce dışarıyı seyretti. Neredeyse akşam olmasına rağmen dışarıda hala koşuşturan insanlar vardı. Hayat, her zamanki olağanlığıyla devam ediyordu.

 

İsabella'nın bir anda büründüğü sessizlik ve bedenini ikinci bir deri gibi saran hüzün karşısında kaygılı bir bakışlarını onun sırtına dikmiş olan Mathilda, arkadaşının, "O, bunu bilmiyor Mathilda." demesine hazırlıksızdı.

 

"Tahmin ettiğim bir şey ama nasıl?"

 

İsabella, pencerenin pervazında parmağını dolaştırırken, "İnanmazsın." diye mırıldandı. "Asla inanmazsın! Gerçeğin ne olduğunu bildiğim halde ben bile inanamıyorum!"

 

"Anlat o zaman! Belki bir şeyleri değiştirebiliriz."

 

"Her zaman umutlusun değil mi?" diye sordu İsabella, omzunun üzerinden Mathilda'ya alaycı bir bakış atarak. "Hiçbir şey senin iyimserliğini bozamaz mı?"

 

Mathilda bir an bile düşünmeden, "Asla!" dedi.

 

İsabella, bakışlarını yeniden pencereye çevirdi ve görmeyen gözlerle dışarıyı seyrederken; bu anlatılması, aradan geçen bunca yıla rağmen, acı veren hikayeyi Mathilda'ya borçlu olduğunu anladı. Her zaman sırlarının kendisiyle toprağa gideceğini düşünmüştü ve her zaman başka bir seçeneğinin olmadığını. Fakat bugün önünde ilk defa bir umut ışığı görünür gibi olmuştu. Elbette o ufacık ışığa bel bağlayamayacağını biliyordu ama... Ama elinde olmadan, ancak bir delinin sahip olabileceği cesaretle o ışığın peşine düşmek istiyordu.

 

"Annemle babamın ölümünü hatırlamıyorum. Onlardan bir parça bile hatırlamıyorum. Bir an, bir hareket, bir yüz... Hiçbiri yok! Hiçbir şey yok! Beni büyükannemle büyükbabam büyüttü. Kendilerine ait bir dünyaları vardı ve o dünyayı bir kayanın sertliği ve bir ordu komutanının kuralcılığıyla yönetiyorlardı." Dönüp usulca yanına gelmiş olan arkadaşına baktı. "Beni de hiç sevmiyorlardı."

 

"Sevmiyorlar mıydı? Nasıl? Sen onların torunu değil miydin?"

 

"Bazen kan bağı hiçbir şey ifade etmez Mathilda. Özellikle 'sevgi' söz konusu olduğunda insanın bu tip bağlara ihtiyacı yoktur ama seni çok iyi anlıyorum: İnsanın kendi canından, kanından olan birine diğerlerinden daha yakın olacağını düşünüyorsun, o yakınlığın içgüdüsel olacağını..." Gülümsedi. "Büyükannemle büyükbabamda bu tarz içgüdüye dair bir şey olduğunu hiç sanmıyorum."

 

"Annenle baban... Onlara ne olmuş? Ölmüşler mi?"

 

"Bir soygun. Yolda haydutlar arabalarını durdurmuşlar ve her şeylerini aldıktan sonra onlara hiç acımamışlar."

 

"Üzgünüm İsabella!"

 

"Evet, ben de." diyen İsabella, kollarını üşür gibi bedeninin etrafına sardı. "Ölmek için çok gençlermiş. Birkaç aylık bebeklerinin büyüdüğünü göremeyecek kadar genç."

 

"Birkaç aylık mı? İyi de..."

 

Mathilda susunca, "Devam et!" dedi İsabella. "Aklına bir şey takıldığı belli."

 

"Önemli değil! Hiçbir şey senin üzülmene değmez!"

 

"Mathilda... Üzülüyorum ama canım acımıyor. Lütfen sor!"

 

"O kadar küçük bir bebeği o iki duygusuz ihtiyara bırakıp nereye gidiyorlarmış? Yani şey demek istemiyorum... Yani onlar senin annen ve baban, tabii ki seni çok sevi..."

 

"Mathilda, lütfen!.." derken İsabella gülümsüyordu. "Kendini bana açıklamak zorunda değilsin. Ben seni biliyorum. Ayrıca için rahat olsun, beni bırakmamışlar. Yanlarındaymışım."

 

Mathilda, gözleri kocaman, "Nasıl?" diye sordu.

 

"Bilmiyorum." diyen İsabella omzunu silkti. "Belki de haydutlar bir bebeği öldüremeyecek kadar yufka yürekliydiler, kim bilir?" Derin bir nefes aldı. "Büyükannem sık sık o kazada benim de ölmem gerektiğini söylerdi. Beni doğuran kadınla aynı kaderi paylaşmam gerekiyordu çünkü oğlu o kadın yüzünden ölmüştü. Bu kadar şaşırma!" diyerek elini ağzına kapatmış arkadaşının omzunu ovdu. "O, öyle bir insandı."

 

"Aman Tanrı'm!" diye yutkunan Mathilda, "Lütfen bir kez daha ondan insan olarak bahsetme!" diye yalvardı.

 

İsabella ufak bir kahkaha attı.

 

"İnan bana, bu isteğini yerine getirmek benim için hiç zor olmaz."

 

"O senin büyükannendi! Büyükannen! Bu nasıl bir iş?"

 

"O, benim hiçbir şeyimdi. O, beni hiçbir şeyi olarak görüyordu ve ben de onu böyle görmeye başladığımda her şey kolaylaştı."

 

"Nasıl yani?"

 

"Aramızdaki yakınlığı yok farz ettiğimde, bana yaptığı hiçbir şey canımı çok fazla yakamadı."

 

"Aman Tanrı'm! Böyle bir kadının annene neler yapmış olabileceğini düşünemiyorum!"

 

"Sanırım bir şey yapamamıştır çünkü babam onların tek çocuğuydu ve karısına delicesine aşıktı. Aşıktı, biliyorum. Büyükannem her zaman babamın bu zayıflığının en sonunda ölümüne neden olduğunu söylerdi."

 

"Ne ilgisi var?"

 

"Annem bir Fransızmış. Öldükleri sırada ailesini ziyaret etmek için yola çıkalı ancak birkaç saat olmuş. Büyükannemle büyükbabam doğal olarak oğullarının onunla evlenmeseydi o yolculuğa hiç çıkmayacağını ve ölmeyeceğini düşünüyorlardı. Annem; babam gibi bir İngiliz soylusunu kandırıp onu evlenmeye ikna ettiği için zaten gözünü yükseklere dikmiş, görgüsüz para avcısının tekiydi ve en sonunda kocasının ölümüne neden olarak ne büyük bir lanet olduğunu herkese kanıtlamıştı."

 

Mathilda, elini hızla İsabella'nın koluna koyarak, "Dur bir dakika! Dur bir dakika!" dedi. "Sen... Senin baban soylu muydu?" İsabella başıyla onaylayınca, heyecanla, "Sen bir leydi misin?" diye sordu.

 

İsabella; arkadaşının heyecanını hiç paylaşmayan bir sesle, "Evet..." dedi. "Fark eder mi?"

 

"Sen deli misin? Tabii ki fark eder!"

 

İsabella, büyük bir ciddiyetle Mathilda'nın gözlerinin içine baktı.

 

"Gerçekten, fark eder mi?"

 

"Anlamıyorum?.."

 

"Sen ve ben için, arkadaşlığımız için fark eder mi Mathilda?"

 

"Elbette fark etmez ama..."

 

"Burada 'ama'lara yer yok Mathilda! Fark eder mi, sen onu söyle!"

 

Mathilda, şaşkınlığından sıyrıldığı için İsabella'nın sesinde ancak o zaman hiç sevilmemiş masum bir çocuğun korkusunu hissedebildi. Gözleri dolarak İsabella'ya sarılırken, "Fark etmez!" dedi. "Hem de hiç fark etmez!"

 

İsabella da derin bir nefesle arkadaşına sarıldı. Ne kadar rahatladığını gizlemek istemiyordu.

 

"Bunu hep bir yük gibi taşıdım." diye itiraf etti titrek bir sesle. "Bir leydi olmanın hiçbir faydasını görmedim, hatta..." Cümlesini tamamlamak istemeyerek durdu ve geri çekilip Mathilda'nın ellerini elleriyle kavradı. Fısıltıdan fazla olmayan sesiyle, "Seninle arkadaşlığımı da mahveder diye öyle korkuyordum ki!" diye itiraf etti.

 

Mathilda, yemin eder gibi, "Seninle arkadaşlığımızı hiçbir şey bozamaz İsabella!" dedi. "O güzel kafan bunu anlıyor mu? Şışş!.. Ağlaman için söylemedim. Bu bir gerçek!"

 

"O kadar güzel bir gerçek ki Mathilda! O kadar güzel!"

 

İsabella hıçkırınca, Mathilda onu koltuğa doğru çekti. İsabella, Mathilda'nın eline tutuşturduğu mendille burnunu sildi, bir an sonra da kıkırdadı.

 

"Aman Tanrı'm! Bana mendil olarak kumaş kırpığı mı verdin?"

 

Mathilda da kıkırdadı.

 

"Pratikliğimle tanınırım."

 

"Kesinlikle pratiksin!"

 

"Şimdi..." dedi Mathilda. "Anlatmak istemezsen anlarım ama dükle nasıl olup da evlendiğini merak ediyorum."

 

"Anlatmak istiyorum! Hatta anlatmalıyım! Bir kez olsun birine anlatmalıyım!"

 

"Tanrı'm!" dedi Mathilda. "İçinde ne çok şey taşımışsın sen İsabella! Hem de bir başına!"

 

"Üzülme! Aradan yıllar geçti. Hepsi için ve..."

 

Tam o sırada kapı tıklatıldı ve Carol elinde çay ve taze çöreklerden oluşan tepsiyle içeri girdi.

 

"Carol?.. Bunlar da nereden çıktı?"

 

Carol; tepsiyi işverenlerinin önüne çektiği sehpaya yerleştirirken, "Bay Samuel sağlığınızı kazanmanız için bu aralar ara öğünlere ihtiyacınız olduğunu söyledi Bayan Mathilda." dedi.

 

İsabella kıkırdarken Mathilda homurdandı.

 

İkisine de şaşkınlıkla bakan genç kıza, "Tamamdır Carol. Gerisini biz hallederiz." dedi İsabella.

 

"Emredersiniz Madam."

 

Carol, dizlerini büküp selam verdikten sonra odadan çıktı.

 

İsabella, uzanıp sıcacık çörekten küçük bir parça koparıp ağzına attı.

 

"Nefis! Tam da sevdiğin gibi!" Çayından bir yudum aldı. "Hadisene Mathilda! Sağlığın için bu ara öğünler çok önemli, biliyorsun!"

 

Mathilda kızgınlıkla, "Sen de en az onun kadar tahammül edilmezsin!" diye homurdandı.

 

İsabella güldü.

 

"Bu surat asma numarasıyla beni kandırabileceğini sanma! Adamın senin için ölüp bitmesine bayılıyorsun!"

 

Mathilda, ciddiyetini daha fazla koruyamayarak sırıttı.

 

"Biraz daha devam etmesinde hiç sakınca yok."

 

İsabella, "Acımasız Mathilda!" diye ilan etti.

 

Gülüşerek atıştırmaya devam ettiler ama konuşulmayanların ağırlığı kısa sürede üzerlerine karamsarlık çökmesine neden oldu. İsabella, ikinci fincan çayını alıp sandalyesinde arkaya yaslanırken, "Artık soylu olduğumu biliyorsun." dedi.

 

"Leydim..." diyen Mathilda, İsabella'nın ne kadar rahatsız olduğunu görünce, "Affedersin!" diyerek özür diledi.

 

"Leydi olmanın hiç faydasını görmedim, demiştim ve bu doğruydu. Küçüklüğümde, annem yüzünden, büyükannem ve büyükbabam tarafından itip kakılırken zaten bir leydi olduğumun farkında değildim. Aslında 'leydi' olmanın tam olarak ne demek olduğunu anladığımı da sanmıyorum. Son derece tecrit edici bir yaşamımız vardı. Konağa hiç kimse gelmezdi, biz de kimseyi ziyarete gitmezdik. Sadece büyükbabam yılda birkaç kez işleri için Londra'ya gider, gelirdi."

 

"Komşularınız yok muydu?"

 

"Büyükbabamın arazisi Warwall'la sınırdı. Senin Warwall'ı gördüğünü hiç sanmıyorum Mathilda."

 

Mathilda başını iki yana sallayınca, "Görsen bile Warwall'ı tam olarak yine göremezsin." dedi İsabella. "Öyle bir arazinin bir eşinin daha olabileceğini sanmıyorum. O kadar büyüktür ki sınırlarını efendilerinin bile bildiğinden emin değilim. Bu yüzden Warwall'a komşuysanız, başka bir komşunuz olamaz."

 

"Ve sen, o kocaman araziye hükmeden adamla evlendin."

 

"Tam olarak değil. Henüz yaşlı dükün dinç ve sağlıklı olduğu zamanlardı. Zaten evliliği planlayan da o ve eşiydi."

 

"Ya dük? Yani şimdiki dük? O, bu evliliği istememiş miydi?"

 

Derin bir nefes alan İsabella, "Emin değilim." dedi.

 

"Bu durumda bunun bir formalite evliliği olduğunu tahmin edersem yanlış mı olur? Yasal takipçiler tarafından taraflara sunulan kağıtların imzalanmasından ibaret bir evlilik. Kimsenin kimseyi görmediği."

 

İsabella, sakince baktı Mathilda'ya ve sonra, "Senin bu olumlu bakış açını seviyorum." dedi. "En iyiyi düşünmeye olan eğilimini de seviyorum."

 

Mathilda, kuşkuyla, "Yani ekselanslarıyla görüşüp evlendiğini mi söylüyorsun?" diye sordu. "Eğer öyleyse onun seni tanımamasını açıklaman biraz zor olacak."

 

"Açıklaması her koşulda zor ama haklısın onunla görüşmedim, hatta tanışmadım. Ama elbette onun kim olduğunu biliyordum." Gülümsedi. "Bazen kasabaya giderken, yolda, uzaklardan görünen kocaman malikanenin bir varisi olduğunu herkes bilirdi. Fakat biz ölümlüler onu nasıl görebilirdik ki?"

 

"Ama yine de onunla evlendin?"

 

"Evet, evlendim."

 

"Nasıl?"

 

"Biraz sabırlı ol!" diyen İsabella, ayağa kalktı ve şöminenin önüne gidip koruyucu ızgarayı çıkardı. Demirden bir çubukla ateşi karıştırdıktan sonra, için için yanmaya devam eden kütüklerin yanına birkaç parça ince odun attı. Koruyucuyu yerine yerleştirdikten sonra yeniden Mathilda'nın yanına geldi.

 

"Biraz fazla ateşten kimseye zarar gelmez." Mathilda'nın bakışlarını görünce, "Kaçmaya çalışmıyorum." dedi. "Sadece anlatmak zor geliyor."

 

"Anlatmayabilirsin."

 

İsabella, arkadaşının teklifini görmezden gelerek, "Az önce de söylediğim gibi Warwall Malikanesi ve onun binlerce hektarlık arazisi, büyükbabamın arazisiyle komşuydu fakat iki aile birbiriyle hiç görüşmezdi." diyerek anlatmaya devam etti. "Bunun nedeni sadece bizimkilerin toplumdan tecrit edilmiş bir yaşam sürmeleri değildi, iki aile arasında derin bir statü farkı vardı. Büyükbabam bir barondu ve dük de düktü. Biri asalet sıralamasında en altta, diğeri kraliçeyle ayda en az bir kez aynı yemek masasını paylaşacak kadar üstte olan iki komşunun görüşmesi için bir neden yoktu. Bu yüzden sıradan bir günde dükün zarif bir mektupla büyükbabamı malikaneye davet etmesi büyük olay oldu. Büyükbabamın heyecanlandığını, daha çok da korktuğunu çok iyi hatırlıyorum."

 

Derin bir nefes alan İsabella, gergin bir gülümsemeyle devam etti.

 

"Ertesi sabah malikaneye gitti ve akşamüstü eve dönünceye kadar bizi merakta bıraktı. Diyebilirim ki büyükannemi ne öncesinde ne de sonrasında bu kadar tedirgin gördüğüm bir zaman hiç olmadı."

 

Elbisesindeki ince bir ipi dalgın bir uzanışla alıp sehpaya koyarken, "Büyükbabamın yüzündeki ifade tek kelimeyle 'şaşkın' olarak tanımlanabilirdi." dedi. "Dük, benim oğluyla evlenmemi istiyordu ve ertesi gün evlilik şartlarını görüşmek üzere büyükbabamı yine Warwall Malikanesi'ne bekliyordu."

 

"Emrediyordu yani?" diye tahmin yürüttü Mathilda.

 

"Doğal olarak ama aslında dükün bilmediği buna hiç gerek olmadığıydı. Büyükbabam, bu evliliğin statüsüne değilse bile sosyal ve siyasi çevrelerde saygınlığına yapacağı etkinin tadını çıkarmaya başlamıştı bile."

 

Nefretle, "Pis çıkarcı!" diyen Mathilda'ya, "Evet, öyleydi ama ben hiç önemsememiştim." diye karşılık verdi. "İlk defa büyükbabamın bana kıymetli bir şeymişim gibi davranmasının keyfini çıkarıyordum."

 

"Büyükannen de sevinmiştir. Ne de olsa seni başından alacak birileri çıkmış." Mathilda, iki eliyle birden ağzını kapattı. "Özür... Özür dilerim İsabella! Öyle demek istemedim!"

 

"Sevgili Mathilda, onlarla ilgili hiçbir şeyin beni artık üzemeyeceğini sana söylemedim mi? Ayrıca büyükannemin tepkisi konusunda yanılıyorsun. O, bu durumdan kelimenin tam anlamıyla nefret etti."

 

"Nefret mi etti? Neden?"

 

"Annemi mavi kana sahip olmadığı için hep aşağılamıştı ve bunu bana karşı yapmaktan da geri durmamıştı. Dükün oğluyla evlendiğimde; o hep aşağıladığı kadının kızı olarak ben, gelecekte bir leydinin ötesinde sayıları elle sayılacak kadar az olan dükalıkların düşeslerinden biri olacaktım. Onun kat be kat üstünde yer alacaktım. Belki gerektiğinde sosyal ortamlarda bana reverans yapmak zorunda kalacaktı. Sanırım tüm bunlardan daha aşağılayıcı bir şey olamayacağının çok iyi farkındaydı."

 

Elini şaşkınlığının bir delili gibi kendi boynuna sarmış olan Mathilda, "Bu... Bu benim bugüne kadar duyduğum en habis düşünme biçimi olabilir." dedi.

 

"O böyle biriydi Mathilda. İçinde iyilik ve sevgi adına ne varsa hepsini oğluna vermiş; oğlu da bunları alıp asla kabul etmeyeceği biçimde kullanmıştı."

 

"Rica ederim, bana onu anladığını söyleme!"

 

"Anlıyorum ama yaptıklarını asla kabul etmiyorum."

 

"Böyle bir kadının yanında, evlilik teklifi sana ilaç gibi gelmiş olabilir."

 

İsabella başını salladı.

 

"Evet, geldi ama gelmese de ne yapabilirdim ki? Kimse bir şey yapamazdı. Küçük olsam da bir dükle ters düştüğünde neler olabileceğini tahmin edebiliyordum. Hayatımın daha da çekilmez hale gelmesine hiç ihtiyacım yoktu."

 

Alacağı yanıttan korksa da Mathilda kendini, "Kaç yaşındaydın?" diye sormaktan alamadı.

 

"On beş!"

 

"Yüce İsa! Çocukmuşsun!"

 

"O da çocuktu. On dokuz yaşındaydı."

 

"Tanrı'm! Tanrı'm!"

 

İsabella, yeniden ayağa kalkıp köşedeki dolapta sakladıkları şeriyi çıkardı ve birkaç parmak doldurup Mathilda'ya uzattı.

 

Mathilda, bardağı kaptığı gibi tek seferde kafasına dikti.

 

"Yavaş! Çarpacak!"

 

Mathilda dudak büktü.

 

"Şeri bu İsabella, viski değil! Bir tane daha istiyorum!"

 

Arkadaşı ikinci kadehi içerken İsabella sessizce onu izledi.

 

"Nasıl böyle sakin kalabiliyorsun?" diyerek isyan etti Mathilda. "Bir şeyleri kırıp dökmen lazım!"

 

İsabella gülümsedi.

 

"Bunca yıl sonra mı? Hiç sanmıyorum."

 

Mathilda; kadehte kalanları bitirince, "Anlamıyorum!" dedi başını iki yana sallayarak. "Bir dük, varisini neden böyle saçma bir biçimde evlendirir ki?"

 

"Emin değilim ama bir tahminim olabilir: Evlendiğimizde Sebastian St. James neredeyse kördü."

 

Mahilda, gözleri kocaman açık, bakakaldı. En nihayetinde, "Yani, 'Şaşırmayacağım.' diyorum ama mümkün değil!"

 

"Rahat ol! Ben de öğrendiğimde şaşırmıştım." derken İsabella'nın gözlerinin önünde kapıya doğru yalpalayarak giden delikanlının bedeni canlanmıştı.

 

"Yani bu saklanan bir şeydi?"

 

"Sanırım. En azından biz duymamıştık."

 

"İyi de ekselansları bana oldukça sağlam göründü."

 

İsabella, başını iki yana salladı.

 

"Bilemiyorum. Neden o zaman görmediğini bilemiyorum." diyen İsabella suskunluğa büründü. Şömineye dikilmiş bakışlarındaki boşluk onun hiçbir şey görmeden baktığını açıkça anlatıyordu.

 

Mathilda, "Zavallı yavrucak!" diye düşündü. Hep gizemliydi, hep ketum ama bu kadar çok şeyi kendisine saklamış olması inanılır gibi değildi. "Taş olsa çatlardı." diye düşünen Mathilda; arkadaşının aniden, "Nikâh, malikanenin şapelinde kıyıldı." demesi üzerine irkildi.

 

"Öyle garipti ki! Her şey! İstisnasız her şey! Üzerimde büyükannemin anneme ait olduğunu iddia ettiği; krem rengi brokar kumaştan, etekleri taşlarla işli bir gelinlik vardı. O çocuk aklımla bile üzerimdeki eğreti, emanet görüntüyü sezmiştim ve bir an bile annemin öylesine zevksiz bir elbiseyi giyebileceğini düşünmemiştim."

 

İsabella'nın kuru kupkuru bir sesle anlattığı küçük gelin, odasındaki aynaya son bir kez bakarken Mathilda'nın gözlerinin önünde canlanıyordu.

 

"Yedi kişiydik. Onun annesi ve babası, benim büyükannem ve büyükbabam, rahip ve tabii biz, gelin ve damat."

 

O anda dikkatinin sunakta çoktan yerini almış delikanlıda olduğunu hatırlıyordu İsabella. Söylenildiği gibi kendinden ancak birkaç yaş büyük gibi görünüyordu, buna rağmen ilk bakışta İsabella'nın gözünü korkutacak kadar uzun boyluydu. Bir kez olsun dönüp gelinine bakmasa da profilden yakışıklı bir yüzü olduğu söylenebilirdi. Oldukça ince, delikanlı çağına uygun bir bedeni vardı.

 

İsabella, derin derin içini çekti ve acı dolu gözlerini Mathilda'ya çevirdi.

 

"Bir kez bile dönüp bakmadı bana! Gözleri karşıdaki Bebek İsa heykeline dikili ve en az onun kadar hareketsiz yanımda dikildi. Aslında kimse kımıldamıyordu. Şimdi düşünüyorum da düğünden çok cenaze töreninde gibiydik. Şapelin yapıldığı taşlar kadar soğuk ve en az onlar kadar sessizdik. O kadar ki sonunda gereken sözler söylenip yeminler edildikten sonra oradan kurtulduğum için kendimi mutlu bile hissetmiştim. Komik olan neydi biliyor musun?" diye sordu Mathilda'ya. "Artık kocam olan yabancıyla şapele nasıl geldiysek oradan yine aynı şekilde ayrıldık: Kendi ailelerimizle."

 

"Demek o gün ayrıldınız." diyen Mathilda, İsabella'nın konuşmasına fırsat vermeden, "Şimdi anlıyorum onu görünce ne kadar büyük bir şok yaşadığını." diyerek devam etti. "Sözde bile olsa insanın kocasını yıllar sonra karşısında görmesi, üstelik onun tarafından tanınmaması çok acı bir tecrübe olmalı."

 

İsabella acı acı güldü. "Bu, olaya oldukça romantik bir bakış açısı katmış olsa da gerçek olan bu değil Mathilda. Gerçekte ne olduğunu öğrenmek ister misin?"

 

Mathilda, duyacaklarından korksa da başını 'evet' anlamında salladı.

 

"Gerçek; akşam olup da hizmetime verilen yeni hizmetçinin yardımıyla üstümü değiştikten sonra, yine onun eşliğinde götürüldüğüm odada beni bekleyen adamdır. Yatağın içine çoktan yerleşmiş, şömineye doğru bomboş gözlerle bakan adam. Birkaç saat önce taştan bir soğuklukla beni seveceğine ve koruyacağına dair yemin eden kocam."

 

Sesi, hala ordaymışçasına dehşet doluydu.

 

"Bizim evde kıkırdayan genç hizmetçiler yoktu. Hepsi yaşı geçkin kadınlardı. O güne kadar erkeklerle ilgili olarak ağızlarından homurtu dışında çıkan bir şey duymamıştım. Hiçbir şey bilmiyordum."

 

İsabella'nın ne demek istediğini o anda anlayan Mahilda'nın ağzından, "Ah!.." gibi bir ses çıktı.

 

"Düğün sabahı büyükannem malikaneden ayrılmadan hemen önce benimle yalnız vedalaşmak istediğini söyleyince şaşırmıştım. Hatırlıyorum da benimle vedalaşmak istemesinin çok güzel olduğunu düşünmüştüm."

 

Başını yana eğip Mathilda'ya baktı.

 

"Bana ne dedi biliyor musun?" Yüzünü arkadaşınınkine iyice yaklaştırdı ve konuştuğunda sesi, yaşlı bir kadınınki kadar kısık ve titrekti: "Kocan ne yaparsa yapsın, asla sesini çıkarma! Öylece yat!'"

 

İsabella, geri çekilirken Mathilda söylenebilecek sözlerin tükendiğini düşünüyordu. Sadece, "Sana ne yapmışlar böyle çocuğum?" diyebildi ama İsabella onu duyamayacak kadar anılara dalmıştı.

 

"İşte ben, kımıldamadan yattığım o geceden sonra bir daha kocamı hiç görmedim Mathilda."

 

"Hiç mi?"

 

"Hiç."

 

"Neden görmedin ya da neden bir daha hiç görüşmediniz?"

 

"Bak işte bunu da hiç bilmiyorum Mathilda!" diyen İsabella, histerik bir kahkaha attı. "Hayatımı kökünden değiştiren ne çok şeyin sebebini bilmiyorum! Sence de bu komik değil mi?"

 

Mathilda'nın gülmeyen suratına baktığında, "Yüce Tanrı'm! Mathilda! Seni üzmek istememiştim!" diye inledi.

 

Mathilda sert bir sesle, "Sus çocuğum!" diyerek İsabella'yı azarladı. "Bütün bu anlattıklarından sonra benim için üzülemezsin! Buna dayanamam!"

 

İsabella da sustu. Yaşadıkları, tek bir şey hariç, yaşarken o kadar korkunç gelmemişti İsabella'ya. Belki çocuk olmanın getirdiği vurdumduymazlıktı. Sebebini hiç bilemeyecekti.

 

Şömineden fırlayan kıvılcımlar dikkatini dağıtınca, ne durumda olduğunu anlamak için Mathilda'ya kaçamak bir bakış attı ve Mathilda'nın da aynı endişeyle üzerinde gezinen bakışlarıyla karşılaştı.

 

"Ben hala..." dedi Mathilda. "Dükün seni nasıl olup da tanımadığını anlayamıyorum."

 

Üstünden ona bakan soluk mavi, puslu ve odaklanamayan gözleri hatırlayan İsabella, "Sana göremediğini söylemiştim." dedi. "Hem, aradan on altı sene geçti. O da ben de değiştik."

 

"Sen ne kadar değişsen de unutulacak kadın mısın İsabella? Ama benim demek istediğim bu değildi. Bu adam; seni gördüğü yerde öpmeden duramayan, ellerini üzerinden çekemeyen bu adam nasıl olur da bu kadar etkilendiği kadının tenini hatırlamaz? Öpüşlerini hatırlamaz?"

 

İsabella, bu soru üzerine kızaran yanaklarını gizlemek için başını öne eğdi.

 

"İsabella?"

 

"O zaman... O zaman... Be... Beni hiç öpmemişti."

 

İyice şaşıran Mathilda, "Yavrucuğum, bu adam senin kocan oldu mu olmadı mı?" diye sordu.

 

"Oldu."

 

"Ama 'Beni hiç öpmedi.' diyorsun. Nasıl olur da..." Birden nasıl olduğunu anlayan Mathilda, kendini tutamadan, "Canavar!" diye haykırdı, sanki Sebastian St. James karşısındaymış gibi. "Duygusuz canavar!" Üzgün ve şefkatli gözleri İsabella'nın üzerinde dolaştı. "Kim bilir nasıl canın yanmıştır!"

 

Konuşmadı İsabella, bir şey demedi çünkü diyecek bir şeyi yoktu. Acıdan dişlerini sıkıp ses çıkarmamaya çalışırken üzerinde devinen bedeni anlatmanın kimseye bir yararı olmayacaktı. Utanmaya ya da sıkılmaya fırsat bulamadan her şey olup bitmişti ve bunun için de Tanrı'ya şükretmişti. Dayanıklılık sınavı çok daha uzun sürebilirdi.

 

İşini bitirir bitirmez yataktan inip kapıya doğru giden kocasını dehşetle izlemişti. Sebastian St. James, o ana kadar tek kelime etmemişti ve İsabella bu yüzden ona minnettardı. Az önce yaşananların ardından ne konuşulabilirdi, bilmiyordu.

 

Kocası, kenardaki koltuktan düşmüş yastığa takılıp sendeleyince İsabella hiç düşünmeden yataktan fırlayıp onun kolunu tutmuştu ama o, "Çekil!" demişti emretmeye hazır sesiyle. O ses sanki hata yapmış bir hizmetçiyi kovar gibiydi.

 

İsabella reddedilmeye, ayak altında olmamaya o kadar alışıktı ki onun terslemesine hiç alınmamıştı. Sadece, "Nasıl olur da bu kadar genç birinden bu kadar sert ve soğuk bir ses çıkar?" diye düşünmüştü. Ve o sırada kapı kolunu rasgele bulmaya çalışan eli fark etmiş, işte o zaman dehşetle kocasının görmediğini anlayıvermişti.

 

"İsabella?.."

 

İsabella, geçmişin acı veren anlarından sıyrılıp sakince, "Nerede kalmıştım?" diye sordu Mathilda'ya.

 

"Artık... Artık anlatma bence."

 

"Yoruldun değil mi? Yorucu bir hikaye çünkü."

 

Mathilda tahammülsüz bir biçimde, "Mesele ben miyim sanıyorsun İsabella?" diye isyan etti. "Tükendin artık! Seni böyle görmeye dayanamıyorum!"

 

Mathilda haklıydı, gerçekten tükenmişti ama İsabella, "Bitirmek istiyorum!" dedi kararlı bir sesle.

 

Mathilda, gönülsüzce, "Tamam canım, sen nasıl istersen." diye karşılık verdi. "Ama ne zaman durmak istersen dur."

 

İsabella başıyla onayladıktan sonra, "Düğün gecemizden mağazaya adım attığı güne kadar bir daha Sebastian St. James'i görmedim." dedi. "O gecenin sabahında İtalya'ya doğru yola çıkmış olduğunu oda hizmetçimden tesadüfen öğrendiğimde nikah günümüzün üzerinden iki ay geçmişti."

 

"Bu durumda dük ve düşesle mi yaşamaya başladın?"

 

"Öyle sayılır. Dük, nikahın ardından hemen Londra'ya dönmüştü ama düşes malikanedeydi. Yine de onu pek fazla görmüyordum ve gördüğümde de ağzından sert ve soğuk birkaç sözcükten fazlasını duymamıştım."

 

"Dul düşesi hiç görmedim fakat hakkında çok şey duydum. Herkese tepeden bakan, içi buz tutmuş, acımasız biri olduğunu söylüyorlar."

 

"Gerçekten de öyle biriydi ama benim için değişen bir şey yoktu Mathilda. Zaten o güne kadar hep benzer şekilde muamele görmüştüm. Üstelik o bir düşesti." İsabella elini havada salladı. "Her neyse! Eğer... Eğer aylık döngüm gecikmemiş olsaydı o şekilde de yaşardım diye düşünüyorum."

 

Mathilda gözleri kocaman, "Gerçekten mi?" diye sordu. "Tek bir gecede mi?"

 

"Üstelik tek seferde!" diye alay etti İsabella.

 

"Aman Tanrı'm!" Olasılıkları düşünen Mathilda, "O zaman Leydi St. James... Leydi St. James senin kızın İsabella!" diye fısıldadı derin bir şaşkınlıkla.

 

"Evet. O benim... O benim kızım, Mathilda! Elizabeth St. James, benim kızım!"

 

İsabella, yıllar sonra bu değiştirilemez gerçeği sesli olarak dile getirmenin ruhuna merhem gibi geldiğini hissetti.

 

"Ama... Ama..."

 

"Neden ondan ayrı olduğumu merak ediyorsun. Nasıl olup da onu bırakabildiğimi."

 

Mathilda başıyla onaylayınca; hayatının en büyük günahını bir rahibe bile anlatıp rahatlayamamış İsabella, "Hamileliğim ortaya çıkınca düşesin davranışlarında inanılmaz bir değişim meydana gelmişti." diye açıklamaya başladı. "Şefkatli ve ilgiliydi. Rahat etmem için elinden geleni yapıyordu. Ve ben, hayatımda ilk defa her şeyin yolunda gideceğini düşündüm." Başını iki yana sallayan İsabella, yüzünde buruk bir gülümsemeyle, "Bir düşten daha fazlası değildi tabii." dedi. "Ve her şey Elizabeth doğduğunda sona erdi. Düşes, erkek değil de kız bebek dünyaya getirdiğim için içindeki tüm nefreti kustu. Benim gibi alt tabakadan bir soyluyla oğlunu bir erkek çocuk doğuramadıktan sonra evlendirmesinin anlamsızlığını uzun uzun anlattı ve ben de onu dinledim. Bir varis doğuramamıştım ve beş para etmez çapulcunun tekiydim."

 

"İyi de bu çok saçma! Zaten oğulları bir varis! Neden böyle bir beklentisi olsun ki?"

 

"Bilmiyorum Mathilda, bilmiyorum! St. Jamesler ve onların lanet olası sırlarından nefret ediyorum!" diyen İsabella, o zamana kadar ağzından bir kez olsun kaba sözcük çıkmamış İsabella, ne söylediğinin farkına bile varmamıştı.

 

"Hem önemli de değil. O günlerde düşes ne düşünürse düşünsün, ne derse desin ben çok mutluydum. Tanrı bana, her zaman bana ait olacak bir varlık bağışlamıştı ve ben de yaşamımda ilk defa birine ait olduğumu hissediyordum: Kızıma. Bir yıl boyunca düşesin beni küçümsemesi, aşağılaması hiç umurumda olmadı. Ne yaparsa yapsın, benim Elizabeth'im vardı. Onu çok seviyordum."

 

İsabella, sesindeki titremeyi hissedebiliyordu ama buna istese de engel olamazdı.

 

"Dük, malikaneye ancak yılda birkaç kez gelirdi. Benim onu son görüşüm de bunlardan birinde oldu. Çalışma odasına çağırıp bana açıkça çekip gitmemi söylediğinde; ilk başta çok korktuğumu hatırlıyorum, sonra şaşırdığımı ve en sonunda da rahatladığımı. Hiç sevmediğim o evden kurtulacağım için içim mutlulukla dolmuştu. Vakit kaybetmeden ertesi gün için hazırlanmaya başladım. Düşes kollarında Elizabeth'le odama geldiğinde, eşyalarımın çoğunu valize yerleştirmiştim bile. O kadın, Elizabeth'i bir kez olsun kucağına almamıştı ve bu yüzden yavaşça yaklaşıp kızımı kucağıma bırakıncaya kadar yüreğim ağzımda beklediğimi hiç farketmemiştim.

 

Bana, 'Nereye gideceksin İsabella?' diye sorduğunda sesi o kadar farklıydı ki! İlk defa tüm o kibirli ve üstten tondan arınmıştı. Belki de bu yüzden onun soruyu samimiyetle sorduğunu düşündüm. Ve sahi, nereye gidecektim?"

 

İsabella; dolu dolu gözlerini, titreyen sesini, hatıralarla daralan yüreğini umursamadan devam etti.

 

"Buna hiç kafa yormamıştım. Doğal olarak büyükannemle büyükbabamın yanına giderdim. Ama düşesin sorusuyla onların yanına gidemeyeceğimi anlamıştım çünkü düşes de ben de onların beni ve çocuğumu kabul etmeyeceklerini biliyorduk. Hem ayrıca kendi yaşadıklarımı çocuğumun da yaşayabilme olasılığı bile içimin korkuyla dolmasına yetmişti.

 

Bilmiyorum, dedim düşese ve o bana... O bana, 'Elizabeth'i bırakmalısın İsabella.' diye karşılık verdi. Öylesine dehşete kapılmıştım ki bebeğimi göğsüme sımsıkı yapıştırdım."

 

İsabella, iki elini de kucağında sanki bir bebek varmış gibi bağrına yaslayınca Mahilda artık dayanamadı, hıçkırdı.

 

İsabella bunu duymadı.

 

"'Hayır!' dedim ona, hatta bağırdım! Buna rağmen, 'Söz veriyorum bir dükün kızı nasıl olması gerekiyorsa onu öyle yetiştireceğim.' dedi. Ben yine, 'Hayır!' dedim. 'Sen onun için ne yapabilirsin İsabella? Ona verebileceğin hiçbir şey yok!' "

 

Düşesin katı sesi hala kulaklarında çınlarken, "Haklıydı." dedi İsabella. "Ama... Ama kabul etmemekte direniyordum. 'Sevgim var!' dedim ona ve o, öyle tüyler ürpertici bir sesle güldü ki kanımı dondurdu. 'Sevgi ona hak ettiğini veremez. O bir dükün kızı olacak! Sen onu alırsan o iki yaşlı bunağın insafına kalacaksınız, istediğin bu mu? Diyelim onu da seni de kabul ettiler, sonra ne olacak? Onlar öldüğünde ne olacak? Miras ve ünvan en yakın erkek akrabana kaldığında ne olacak?' "

 

İsabella ağlarken, "Hepsi doğruydu Mathilda." dedi. "Hepsi! Ve ben bile bile kızıma... Bile bile kızıma bunu yapamazdım!"

 

Mathilda; İsabella'nın sel olup akan gözyaşlarını kendi de ağladığı için göremiyordu. Sadece, "Anlatma!" diye yalvardı. "Ne olur, sus artık!"

 

"Ben ona hiçbir şey veremezdim! Ne bir ev ne eğitim ne ünvan ne gelecek garantisi... O gece sabaha kadar kızımı koynumda uyuttum. Sabaha kadar minik bacaklarının teptiği örtüyü üzerine örttüm. Sanki sezmişçesine beni arayan ellerini öptüm. Tenini kokladım. Ve sonra ertesi gün, onu bırakıp git... git..."

 

İsabella artık ağlamaktan konuşamadığında Mahilda uzanıp bir mendille arkadaşının yüzünü sildi ve sonra tıpkı İsabella'nın kızını bağrına bastığı gibi o da İsabella'yı bağrına bastı. Biri ayakta, diğeri sandalyede oturan iki kadın birbirlerine sarılıp sessiz sessiz ağladılar.

 

İşte Samuel kapıyı açıp da "Nasıl oldun Mathilda?" diye sorduğunda onları bu halde buldu ve sonra bir yanıt beklemeden hemen geri gitti.

 

İsabella, başını yavaşça Mathilda'nın yumuşak göğsünden çekerken, "Bu adamla evlenmen şart Mathilda." dedi burnunu silerek. "Evlen ki seni bir an olsun gözünün önünden ayırmasın."

 

Isabella'nın yüzündeki buruk gülümsemeye bakan Mathilda kendini gülmeye zorladı. "Yok, daha var ona. Şeytan azapta gerek!" Sonra kendini iyice geri çekip iki eliyle İsabella'nın saçlarını sıvazlayarak arkaya itti ve yüzünü ellerinin arasına alarak gözlerinin içine baktı. "İyi misin?"

 

İsabella'nın kirpikleri bir, iki kez kırpıştı.

 

"Olacağım."

 

"Ne olursa olsun ben yanındayım. Bunu biliyorsun değil mi?"

 

İsabella, bildiğini anlatırcasına başını salladı ve sonra sordu: "Sence bu yaptığım... Bu yaptığım beni kötü bir anne mi yapar?"

 

Ona bir kez daha sımsıkı sarılan Mathilda, "Sana seni nasıl bir anne yaptığını söyleyeyim mi?" diye sordu. "Fedakâr bir anne yapar! İnanılmaz fedakâr bir anne! Benim çocuğum olmadı fakat olmuş olsaydı senin gibi yapıp kendimi feda edebilir miydim bilmiyorum. Sen muhteşem bir kadınsın İsabella! Eğer burada kötü olan birileri varsa bunlardan biri kesinlikle sen değilsin! Ama dük, düşes ve Elizabeth'in babası sıralama için yarışabilirler, tabii büyükannenle büyükbabanı da bunun dışında tutmuyorum."

 

Mathilda'nın elini minnettarlıkla sıkan İsabella, "Sen çok iyi bir arkadaşsın." dedi. "Ve sana bir şey söyleyeyim mi? Yılarca kızımı terk ettiğimi düşünerek kendimden nefret ettikten sonra ilk defa bugün içim biraz daha rahat." Gözlerinde ışıltılarla, "Çünkü bugün onunla konuştum." dedi. "Onu görmelisin Mathilda! Mükemmel bir genç leydi olmuş! Cana yakın, sevimli, kıpır kıpır bir genç kız."

 

"O büyükanneyle bu gerçekten büyük bir başarı!" diye homurdandı Mathilda.

 

"Bunun onunla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Emin değilim ama babasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Dükün ona düşkünlüğünü görmelisin!"

 

"E, olsun o kadar!" diyen Mathilda'ya birkaç gün önce Sebastian'ın kızını korumak adına ne kadar ileri gidebileceğinin, bir tehdit olarak gördüğü birini konuşturmak için neler yapabileceğinin ortaya çıktığı o tatsız anlardan bahsetmediğini hatırlayan İsabella, sessiz kalmaya karar verdi. Detayların Mathilda'nın Sebastian St. James'in boğazına yapışmasından başka bir işe yaramayacağı çok açıktı.

 

"Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu Mathilda. "Gerçeği ekselanslarına söyleyecek misin?"

 

İsabella, dehşetle, "Deli misin Mathilda?" diye feryat etti. "Nasıl söylerim? Onu doğru dürüst tanımıyorum bile! Bugün de geçmişte de neyi, neden yaptığını bilmiyorum. Düşünsene adam benim kocam ama bunun farkında bile değil! Gerçi hala karısı mıyım, onu da ben bilmiyorum ya."

 

"Ne demek istiyorsun İsabella?"

 

"İtalya'dan döndükten sonra, düşes ve dükün ona ne söylediklerini bilmiyorum; umursayıp sordu mu onu da bilmiyorum. Sonrasında evliliğin feshine ya da böyle bir şeye dair bir kağıt çıkarttırıp çıkarttırmadığını da bilmiyorum."

 

"Madem gerçeği söylemeyeceksin, o zaman ne yapmayı planlıyorsun?"

 

"Bir planım yok. Şimdilik Elizabeth'in kıyafetlerini hazırlayacağım." Gözleri parladı. "Bu zamana kadar Londra'nın gördüğü en güzel elbiseleri dikeceğim ona! O bilmese de kızıma yakın olmanın tadını çıkaracağım!"

 

"Sonra?"

 

"Bilmiyorum, şaşkınlıktan düşünmeye fırsatım olmadı pek."

 

Ona endişeli gözlerle bakan Mathilda konuşmayınca İsabella dayanamayıp, "Ne var?" diye sordu.

 

"Bir şey yok. Sadece, kızına olduğu kadar onun babasına da yakın olacağının farkında mısın acaba, diye düşünüyordum. Buna hazır mısın?"

 

"Evet, hazırım!" dedi İsabella kendinden son derece emin bir biçimde. "Ben onun on altı sene önce bırakıp gittiği o çaresiz çocuk değilim, o da benim tanıdığım henüz erkekliğin başında olan o delikanlı değil. Nasıl ve ne şekilde değiştiğini bilmiyorum. Sadece kızımıza davranışlarına bakarak da yorum yapmak istemiyorum."

 

"Seninle yakınlaşmak isteyecektir."

 

"İstesin. Dediğim gibi ben de büyüdüm. Bu defa sadece onun istemesi yetmez!"

 

"Peki sen istemeyeceğinden emin misin?"

 

İsabella, umursamazca omzunu silkti.

 

"Değilim. Belki de yıllar evvel istediğini aldıktan sonra beni bırakıp giden erkekle dükün aynı adam olduğunu kendime daha sık hatırlatmalıyım."

 

"Kırıldığını görmek istemiyorum İsabella!"

 

İsabella, "Merak etme, kırılmam Mathilda!" dedi kararlılıkla. Ve sonra ayağa kalktı. "Kırılacağım kadar kırıldım ben. Şimdi, öyle ya da böyle, kızımı bulduktan sonra ona yakın olmak için her şeyi yaparım!"

 

"Her şey mi?"

 

"Her şeyi. Gerekirse dükün metresi bile olurum." dedikten sonra, Mathilda'nın şaşkın yüzüne bakmadan kapıya doğru gitti. "Sanırım sıcak bir kakao ikimize de iyi gelecek."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%