
Selamunaleyküm canlarım. Artık bölüm yazmam gerekiyordu ve gereken yapıldı😌 Bana kızmayın lütfen, takdir edersiniz ki iki yılın ardından tekrar sınava hazırlanmak kolay değil. Sizleri de boş bırakmak istemiyorum, bu yüzden 'Bir Dua Gibi' dahil olmak üzere iki kitabıma da bölüm atmaya devam edeceğim. Sizleri seviyorum canlarım🖤
...
Aynanın karşısındaki yüze bakmaktan çekinip yavaşça yatağımın üstüne yığılır gibi çöktüm. Başımı ellerimin arasına aldım. Biraz soluklandım. Kendime biraz zaman tanıyıp başımdaki sesleri susturmaya çabaladım ama neyin işe yarayıp yaramadığını çözemedim. Sadece zaman bırakmak bir şeyleri çözer miydi onu bile bilmiyorum. Onu ardımdan bırakmaya çalıştığım her an, her adım bana zarar olarak geri dönüyordu ve artık sıkılmıştım, yorulmuştum. Yaşadığım şeye hayat denmezdi. Sakladığı şeylerin ne olduğunu bilmeden ona güvenmeye hazır bir ben vardı içimde. Bunca zaman, yitip giden onca güne, yıla değer miydi ki ona güvenmek?
Artık zamanı gelmedi mi? diyordu. Geldi. Ben beklemesem de geldi.
Artık onu dinlemeli, konuşmayacaksa bile konuşturmalıydım onu. Bir suçlu varsa, onunla yüzleşmeye hazırdım.
Bugün çıkıyordu.Eğer güçlü olup ayağa kalkamazsam abimin karşısına çıkamazdım. O da beni hayatta göndermezdi. Hoş, dimdik dursam dahi gönderecek miydi meçhul. Ne hissedeceğimi bile bilmiyordum. Mahkemeye nasıl gidecektim? Hele öğrendiğim şeyden sonra nasıl bakardım yüzüne onu da bilmiyorum. Ama o bakarsa bende kaçırmayacaktım gözlerimi. Bu defa yapmayacaktım.
Allah'ım yardım et. Onun yanından çekip gidebilme gücü ver bana. Gözlerine bakarken, dolmasın gözlerim. Titremesin dudaklarım. Kesilmesin soluğum. Sapasağlam çıkabileyim bugün oradan.
"Piraye?" Odamın kapısı çalınınca kızaran gözlerimi yere indirip gelmesini söyledim. Kapım yavaşça açılınca abim önce kafasını çıkardı, müsait olduğumu görünce de komple odama girip benim gibi yatağımın ucuma oturdu. Şimdi ikimiz de karşıya bakıyorduk. O bana gitme dese de gidecektim. Dün olanları duysa hayatta izin vermezdi ama bunu ondan saklamaya kararlıydım.
"Abim, ben sana ne desem şu an beni dinlemeyeceksin. Ama senden tek isteğim bu Baybars'ın son yanına gidişin olsun. O adamla tek bir bağın bile kalmasın." Parmağımı kesip, paramparça eden yüzüğü gösterdi. Gözü sürekli ondaydı.
"Bunu çıkarıp ver artık. Durumu ikiniz içinde daha fazla zorlaştırma." Yavaşça yanımdan kalkmaya çalışınca burnumu çekip bende ayağa kalktım. Ellerimi gergince pantolonumun üzerinde gezdirip hayatımda ilk defa abimin karşısına dikildim. İlk defa ona karşı gelecektim.
"Abi. Ben mahkemeye gideceğim ama bu son olmayacak. Ben Baybars'ı görmeye devam edeceğim." Karşımda an be an çatılan kaşları ve sıktığı yumruklarıyla sinirlendiğini biliyordum ama benden duyacakları bunlardı. Ellerini beline dayayıp şişen göğsüyle yüzüme odaklandı.
"Ne demek o?"
"O demek abi. Sana hiç karşı gelmedim gelmem de, lakin bu konuya açıklık getirmeden öylece kestirip atamam. Sende beni anla." Kızar, sinirlenir, surat asardı ama anlardı. Eninde sonunda anlardı. Çünkü benimde anlamam gereken şeyler vardı ve bunlar öylece ardımda bırakabileceğim şeyler değildi. Abimin karşısında durmayı bırakıp masanın üzerindeki çantamı aldım. Telefonumu pantolonumun cebine sokup kapı önünden geçerken yengemi görüp duraksadım. Bana gözleriyle git diyordu, ama olayı alevlendirmemek için sadece bununla kalabildi.
Onlardan tam anlamıyla beni destekleyip anlamalarını bekleyemezdim. Çünkü hiçbir şey bilmiyorlardı. Bu yüzden onlara kızamazdım. Hakkım yoktu. Diğer hiçbir şeye olmadığı gibi.
Kapı önündeki sporlarımı giyinip omuzumdaki çantamı düzelttim. Yukarı merdivenleri hızlı hızlı çıkıp abimin son dakika beni tutmasının önüne geçtim. Her an evden çıkıp beni kolumdan tuttuğu gibi eve sokabilirdi. Sakin bir adam olması sinirlenmeyeceği anlamına gelmiyordu ve ben bugün onun karşısında bir adam için çıkıp karşı gelmiştim. O kotayı çoktan aşmıştım ben.
Merdivenleri çıktığımda karşı yolda beni bekleyen adamlara doğru yürüdüm. Dün olduğu gibi bugün de beni almaya gelmişlerdi. Aralarında en rahat konuşabileceğimi düşündüğüm kişi Yavuz'du. Ben de dün eve girdikten bir kaç saat sonra Yavuz'a yarın beni de mahkemeye götürüp götüremeyeceklerini sordum. Tabi ki götürürüz deyince buradaydım. Götürmeseler bile kendim giderdim ama ilk onlara sormak istemiştim. Onların ve benim aramızdaki sessiz savaştan memnun değildim. Özellikle de arada bana sinirle bakan Turgut'un bakınışlarından hiç değildim.
Yavuz beni görünce el sallayıp tebessüm ederken içimdeki bir parça gerginlikle el salladım. Yolu hızlıca geçip arabanın yanına gelince Ayhan ve Turgut elleri ceplerinde bana bakıyorlardı. Pek memnun ettiğim söylenemezdi elbet. Birinin kuzenini, ikisinin arkadaşını hapse tıkmıştım.
Turgut bir adım öne çıkınca alaylı bakışları beni esir alıyordu. "Bugün bir kargaşa çıkacaksa bu senin sayende olacak. Kabul ediyor musun?" O bana öyle dik dik bakınca kafamı biraz eğme ihtiyacı hissettim. Benim hakkımda ne düşünüyordu bilmiyorum ama hoş olmadığı belliydi. Yine de evet deyip kafamı salladım.
"Peki o halde. Kendini korumak zorundasın."
"Turgut!" Yavuz, Turgut'a dönüp onun gibi dik dik bakmaya başladı. "Her ne olursa olsun ağzından çıkanlara dikkat et. Baybars burada olsaydı böyle konuşamazdın, ne sen, ne ben, ne de bir başkası fark etmez. O şu an burada olmasa bile ben izin vermem, bu halini de şu anki sinirine bağlıyorum." İkisini hiç kavga ederken görmemiştim. Yavuz sinirliydi ama arkadaşını da kırmak istemiyor, kelimelerini seçerek ağzından çıkarıyordu.
"Herkesin doğrusu kendine Yavuz. Her neyse, geç kalamayalım binin hadi." Ayhan araya girdiğinde neredeyse gitmekten vazgeçecektim. Ama sadece ellerimi sıkıp Yavuz'un bana açtığı kapıdan koltuğa oturup bekledim. Turgut'un söylediği her bir kelimeyi hak etmiştim. Şu an kızgın ya da sinirli olmasa bana bunları söylemezdi. Dün ağladığım için bana teselli verip, bir abi gibi omzumu sıkmasaydı bu halleri tuhaf gelebilirdi belki. Ama onun ne için böyle davrandığını bilmek ona anlayış göstermemi sağlıyordu.
Ayhan arabayı çalıştırıp da yola çıktığımızda kimse konuşmadı ya da konuşmak için bir harekette bulunmadı. Herkesin derdi kendine yetiyordu. Ve o derdi başlarına salan bende şu an onların yanındaydım. Yüzüm kızarıp kendini saklama gereği duyduğunda saçlarım hemen imdadıma yetişti. Bir gölge olup yanaklarımın üstüne kapandılar ve beni bir çaresizlikten daha kurtardılar.
O kırk dakika bir şekilde bitti ve hepimiz arabadan indik. El yordamıyla üzerimi düzeltip Ayhan, Turgut ve Yavuz'un arkasından binaya ve ardından mahkeme salonuna girdim. Etraf çok kalabalıktı. Bir iki tane magazincinin yanı sıra bir sürü polis vardı. Onları görmek yutkunmama neden olurken gözlerimi kaçırdım. Bir suçlu gibi hissediyordum. Belki de bu duyguyu hissetmesi gereken ilk kişi ben olmalıydım. En başından beri. Ama ben onun haklı olma ihtimali olan tüm yolları tıkamış, kapıma geldiğinde bile hiç düşünmeden o kapıyı suratına kapatmıştım. O zamanlar ne hissedeceğimi bilmediğim için doğru ve yanlış birbirine karışmıştı ama şimdi susup beklemeye hazırdım.
"Bu taraftan." Ayhan arkasını dönmeden, benim duymam için sesli söyledi. Hepimiz uzun koridordan sağa dönerken işte herkes buradaydı. İlk gözüme çarpan Süheyl Hanım oldu. O kadar bitap düşmüştü ki buradan bile çökmüş omuzlarını ve bembeyaz kesilmiş suratını seçebiliyordum. O bakımlı güzel kadın yerine enkaz olmuş bir anneye bırakmıştı. Ve bunun tek sorumlusu bendim. Yutkunmamla beraber kafamı aşağı indirmem bir oldu.
Umarım Baybars bu sefer beni haksız çıkarırdı ve tüm bunları açıklayabilirdi. İlk defa haksız çıkmak için yalvarıyordum. İlk kez onun için dua ediyordum. İlk kez bana bir şeyler anlatmasını istiyordum. İlk kez... Ve bir çok ilkler.
O kadar ilk kezler vardı ki bu bir yılı aşkın sürede onunla hiçbir şey yapmadığımı fark etmek, suratıma yediğim bilmem kaçıncı tokadı yemek gibi olmuştu. Onu o kadar ittirmiştim ki söyleyecek bir şeyi varsa bile artık söyler miydi emin değilim.
"Senin burada ne işin var? Götürün şu kadını!" Orhan Bey üzerime yürürken beni arkasına alan ilk kişi Turgut olmuştu. Ben kafamı yerden dahi kaldıramazken onun bu hareketi gözlerimin dolmasına yetmişti. Ama su koyveremezdim. Bugün, en azından bu gün güçlü olmak zorundaydım. Ayhan ve Yavuz da diğer tarafıma geçip beni arkalarına alırken Ayhan öne atılıp sinirini göstermekten çekinmedi.
"Dede! O hâlâ Baybars'ın nişanlısı, bizim de ailemizin bir parçası. Ona göre konuş." Orhan Bey kendisine diklenen torununun yanına varıp hızlıca elini yanağına geçirdi. Hepimiz şok olurken Ceren çoktan abisinin önüne geçmiş, Orhan Bey'in de karşısına dikilmişti bile.
"Burada bu kadar insanın içinde konuşulmayacak konuyu açan sensin dede! Nasıl olur da o tokadı atabilirsin?" Orhan Bey ellerini sıkıp karşısında dikilen iki torununa da baktı. Gözlerindeki şey alaydan başka bir şey değildi.
"Siz kim oluyorsunuz da benim önüme geçip böyle konuşabiliyorsunuz? Baybars buradan çıkar çıkmaz bu saçma işte son bulacak." Kafasını eğip bana bakarken,
"Herkes ait olduğu yere gidecek." Dedi. Yerine geçip otururken kimseden çıt çıkmıyordu. Sadece Süheyl Hanım ve Asya Hanım Ayhan'ın yanına varıp yanağına baktılar.
"Bir şey yok. Geçin yerinize. Hala sende çok fazla ayakta durma." Zira Süheyl Hanım her an devrilecek gibi oradan oraya sendeleniyordu. Cahit Bey eşine yardım ederken Süheyl Hanım'ın gözleri arada bana kaysa bile yanıma yanaşmadı ya da yanaşmak için bir harekette bulunmadı. Burada bana gönül koyma hakkına sahip birisi varsa o kişi hiç şüphesiz Süheyl Hanımdı. Baybars onun evladıydı ve beni de ondan hiç ayırmamıştı ama ben bu insanı sırtından bıçaklamıştım. Tıpkı Baybars'ı bıçakladığım gibi.
Bir saat sonra mahkeme salonuna girebildiğimizde hepimiz uzun sıralara kurulduk. Ben en arkaya geçtiğimde diğer herkes ön sıralara oturmuştu. Yanıma gelmek için ayaklanan Yavuz’un yerine oturmasını istedim. Kimse gelmezse olandan daha az dikkat çekerdim. O bile bu kalabalığın arasında göremezdi beni.
Hakim geldiğinde hepimiz ayağa kalktık ve sonra yerimize geri oturduk. Teker teker içeri avukatlar ve o geldi. Elleri kelepçeli ve kolunda iki askerle beraber...
Bu sefer beni göremeyeceğine o kadar emindim ki gözlerimi yüzünden indirmedim bile. Her bir santiminde gezinen gözlerim aradığı şeyi bulmuş gibi sabırsızdı. Avuçlarım ona atılmak için yanarken onları iki yanımda yumruk yaptım. Dudaklarımdan bir şeyler çıkmasın diye ısırmak zorunda kaldım. Ama yine de o beni fark etti. Salona geçerken hiç çekmedi gözlerini. Tıpkı o gün yanımdan geçerken yaptığı gibi hiç ayırmadı. Ağzımın içinde bir metal tadı baş gösterirken aynı anda dudağımdan sıcak bir şeyler aktı. Dişlerimin kanattığı dudağımı fark edip elimi alt dudağımın üstüne bastırdım.
O bunu gördü mü bilmiyorum ama yerinde sabırsızdı. Bir an önce özgür olmak istiyordu. Ortadaki kürsüye geçerken bize sırtını dönüp dimdik durdu. Süheyl Hanım dahil hiç kimsenin yüzüne bakmadan avukatıyla konuşmaya başladı. Bunun nedenini şimdilik bilmesem de yakında kokusu çıkardı.
Şu an tek istediğim doğru olanın yapılmasıydı. Olması gerekenin olmasıydı...
Hâkim yüzündeki kırışıklara dolan ciddiyetle karşısındaki avukata ve Baybars’a bakındı.
“Sanık Baybars Turan hakkında, maktul Hasan Küpçü’nün vurulduğu geceye ilişkin savunmalar ve toplanan yeni deliller dosyaya girmiştir. Duruşmaya devam edilecektir. Savunma hazır mı?”
Avukat elindeki dosyayı masaya uzatarak geri çekildi. “Hazırdır sayın hâkim.”
Savcı da ellerini önüne bağlamış ama ukala bir tavırla, “Hazırız.” dedi.
Hâkim kendisine uzatılan dosyayı önüne çekti. Sayfaların çevrilme sesi bile salondaki duvarlarda yankılandı.
“Sayın hâkim, olay gecesi sanığın maktulle fiziksel temas kurduğu sabittir. Tanık ifadelerinde sanığın olay yerinden koşarak uzaklaştığı belirtilmiştir. Bu nedenle kuvvetli suç şüphesi devam etmektedir.” Ben bayıldıktan sonra ne olduğunu bilmiyordum, ama emin olduğum bir şey varsa o da Baybars’ın oradan kaçmayacağıydı. Onu da oradan alır, ve ya gömerdi. Ama kaçmazdı.
Savcının savunması salondaki herkesi germişti. Orhan Bey gömleğindeki bşr düğmeyi açarken Süheyl Hanım kendinde değil gibiydi.
Bu konuşma üzerine avukat anında devreye girerek ayağa kalktı.
“Sayın hâkim, biraz önce dosyaya giren balistik raporunda bulunan mermi çekirdeğinin, müvekkilimin silahıyla eşleşmediği açıkça belirtilmiştir. Ayrıca müvekkilim olay sırasında ağır şekilde yaralanmış olup, kaçtığı iddiası soyut ve çelişkili tanık ifadelerine dayanmaktadır.”
“Tanık beyanlarında çelişkiler olsa bile sanığın o bölgede bulunması—”
“Sanığın o bölgede bulunması, maktule yakın olması otomatik olarak fail olduğunu göstermez. Yeni gelen kamera görüntülerinde, olay saatinde bölgede üçüncü bir şahsın olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Kaldı ki görüp incelediğimiz kayıtlarda bir yerden sonrasının silinmiş olduğu da açıkça görülmektedir .” Biliyordum... Üçüncü bir kişi vardı. İster istemez ön sırada oturan herkese baktım. Olabilir miydi? Salon bir anlığına fısıltılarla doldu. Hâkim dosyayı kapatıp savcıya döndü.
“Savcılık makamı, görüntülerle ilgili görüşünü sunsun. Savcım bu savunmaya karşın söyleyeceğiniz bir şey var mı?” Savcının yüzü ifadesizliğini korurken dosyada olan eli sıkmaktan bembeyaz olmuştu.
“Görüntüler henüz teknik incelemeden geçmiştir, avukat Bey’in savunduğu üzre bir kıpma veya kesik yoktur.” Vardı! Yalan söylüyordu. Hülya bile stajyer olmasına rağmen bunu çözmüşse bu adam bir şeylerin üzerini örtüyordu. Ama kimi kollayacaktı ki? Neler dönüyordu? Nasıl bir sarmaldı bu?
Baybars’ın avukatı gayet sakin cevaplar veriyordu. “Sayın hâkim, delillerin tamamı müvekkilim lehine gelişmiştir. Tutukluluk tedbirinin devamı, ölçülülük ilkesine aykırıdır. Üstelik görüntülerin tekrar incelenmesini talep ediyoruz.”
Hâkim gözlüğünü çıkarıp dosyayı kapattı. Salon tamamen sessizleşti. Nabzımın gürültüsünden sesleri duyamaz olmuştum.
“Dosyada mevcut delillerin değişmesi, balistik incelemenin sanık lehine sonuçlanması ve olay yerinde üçüncü kişiye dair yeni görüntü kayıtlarının elde edilmesi nedeniyle; tutukluluk halinin devamını gerektirecek kuvvetli suç şüphesinin artık bulunmadığı kanaatine varılmıştır.” Yüreğim ağzıma geldi. Hakim karar dediği an uyuşan bacaklarım bunu bekliyormuş gibi ayaklandı. Herkes bir nefesle Hakimin kararını bekliyordu.
Hâkim devam etti: “Bu nedenle, sanık Baybars Turan hakkında uygulanan tutukluluk tedbirinin kaldırılarak derhâl tahliyesine karar verilmiştir.” Salona çığlıklar ve şükürler havada uçuşurken ben elimi ağzıma dayamış ağlıyordum. Üç aydır içimde bulunan boşluk bir anda dolarken yerime geri oturdum. Omuzlarımdaki yükün ağırlaşacağını düşünmüştüm ama hafiflemişti. Hem de çok.
Gardiyan kelepçeye uzandı. Kilidin açılma sesi salonu doldururken ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Salonda bir şenlik havası vardı ama ben yenilmiştim. Ama öyle hissetmiyordum. Bir tarafım bu habere kan ağlasa da bir tarafımdan sevinç çığlıkları yükseliyordu.
Elimi yüreğimin üstünden çekip diğerleriyle sarılmasını izledim. Ayaklanıp burada daha fazla durmanın anlamı olmadığını düşünerek çantamı da alıp salondan çıktım. Sadece dönüp son kez baktığımda onun da bana baktığını gördüm.
O bakış, salondaki tüm resmi havayı bir anda dağıtan tek şeydi.
---
Eve gidince abim de yengem de evdeydi. İkisi de beni bekliyordu. Ama salondan geçerken de odama girince de tek kelime etmedim. Abimin ne söyleyeceğini zaten biliyordum. Bunun için kendime biraz zaman tanımam gerekecekti. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp bir pantolon ve kazak giyinip odamdan çıktım. Abim tekli koltukta, yengem de üçlü koltukta abimin elini tutuyordu. Belli ki ben gelmeden önce bir konuşma gerçekleşmişti. Ortamdaki kasvete aldırmadan abimin karşısındaki koltuğa oturdum. Lale bana bakıp cesaretlendirmek için gülse de şu an bundan daha fazlasına ihtiyacım vardı.
"Piraye-"
"Abi ne söyleyeceğini biliyorum."
"İyi. O zaman ne yapman gerektiğini de biliyorsundur." Bakışlarımı ellerimden kaldırıp abime çevirdim. "Ne yapmam gerekiyormuş?"
Abimin göğsü şişerken bunu söyleyecek bir kıvılcım aradığı her halinden belliydi. "O yüzüğü at Piraye."
Yüzüğün üzerini kapattığım elim gerilirken yerimden kalktım. Abim de benim gibi ayağa kalkarken Lale aramıza girmişti.
“At ne demek abi? Nasıl atayım?”
“Bildiğin çıkarıp at Piraye! Yeter artık. O herifle daha fazla yan yana durmanı istemiyorum.”
“Abi-”
“Sus ve beni dinle Piraye. O adam sağlam pabuç değil, o zaman da sırf sen istiyorsun diye sustum, tamam dedim. Ama artık işler değişti. Şimdi yalan söylemeden gerçekleri anlat, Baybars seni zorladı mı? Zora mı koştu? Sakın yalan söylemeyi deneme bile. Ben senin kaşının gözünün oynamasından anlarım.” Bana parmağını sallayarak konuşması ağrıma gitse de benim için endişelendiğini biliyordum. İki dudağımdan çıkacak bir kelimeye bakıyordu.
“Abi... Ben.” Bu anın geleceğini ölsem tahmin edemezdim. Bir zamanlar arzuladığım o soru şimdi karşımda, abimin ağzından çıkıyordu. Ama ironiye bakın ki bu sefer bu sorudan kaçan bendim. Baybars’a soracak çok fazla sorum varken şimdi olmazdı. Şimdi değil. Yengeme bakıp ondan yardım dilendim. Lale beni anlardı. Abimin şu an beni anlayabileceğini sanmıyordum. Lale bakışlarımı fark ederek abime döndü. Eliyle abimi geri çekerken tamamen benim önüme geçmişti. Sarı saçları sırtını döverken abimin kendi isteğiyle geriye çekildiğini ikimiz de biliyorduk.
“Karun böyle yapma ne olur. İkisi daha hiç konuşup görüşmedi bile. Aradaki sorun neyse konuşularak çözülür. Zaten baktık çözülmüyor Piraye’yi zorla verecek değiliz ya. O senin kardeşinse benim de en yakın arkadaşım. Onu ateşe atmayı senden önce ben istemem.” Beni her zaman anlamasına bayılıyordum. Abimin ve benim hayatıma dokunan bir kadındı o. Bizi tekrardan aile yapan insandı Lale.
“Bu konu burada kapanmadı. Ben daha o şerefsize yapacaklarıma başlamadım bile. Senin ağzın söylemiyor ama bu işte bir bokluk olduğu her halinden belli. Bende Karunsam bunu onun yanına bırakmam.”
...
Herkes etrafıma toplanıyor halimi soruyordu. Ama benim de halini merak ettiğim biri vardı. Bir kadın. Ve o kadın benim hayatımı mahvetse dahi ondan vazgeçemezdim. Çünkü onun da hayatı benim yüzünden mahvolsun istemezdim.
“Oğlum, iyi misin halam?” Süheyl Halam boynuma sarmaya çalıştığı küçük elleriyle beni sarmaladığını zannediyordu. Ona yardımcı olmak için eğilip sarılmasına izin verdim. Omzumda ağlayıp sızlaması beni yaralarken ben az önce giden kadının peşinden Yavuz’u yollamıştım. Onun güvende olduğunu bilmek kanayan ruhuma iyi geliyordu.
“Evimize gidelim Baybars. Yeter bu kadar.”
“Orası benim evim değil hala. Ben kendi evime gideceğim.” Bana kırgın bakan gözlerine daha fazla bakamazdım. Yarın tahliyem gerçekleşecekti. Bu yüzden bu kalabalığı şimdilik terk ettim. Askerler koluma girmeden arkamdan gelirken geçtiğim koridorda bile onu arayan gözlerime lanet okudum.
---
“Karun abi bu sefer ciddi Piraye. Bu olan şey eskisi gibi bir şey değil, bu sefer ortada yargılanan bir Baybars ve zorlandığını düşündüğü kardeşi var. Karun abiyi biraz tanıdıysam bu işin peşini kolay kolay bırakmaz.” Haklıydı ve ben bir şey söyleyemiyordum. Abim olanları öğrenmeden bu işin peşini bırakmazdı. Artık şüphelendiyse onu durduracak bir Allah’ın kulu yoktu. Elimi dayadığım başımdan çekip tamamen Hülyaya döndüm. Her şeyden çnce ona anlatmam gereken şeyi anlatmamıştım. Ve bu konunun daha fazla içimde kalmasını istemiyordum.
“Hülya ben sana bir şey söyleyeceğim.” Hülya benim ciddileştiğimi görür görmez elindeki çayı masaya bıraktı.
“Hoppala Bayram. Anlat bakayım ne oldu?” Nasıl söylenirdi ki böyle bir şey? Hülya benim nefret ettiğim adam bana aşık olmuş, birde bunun üstüne bunu görüş günü haykırdı mı diyecektim?
Parmaklarım acı içinde kıvranırken onları rahat bıraktım. Söylemeliydim. Bu tek başıma sırtlanacağım bir itiraf değildi.
“Hülya, Ben Baybars’ın görüşüne gittim ya,”
“Ee? Piraye çabuk olsana çatlatma insanı.” Soluğum boğazıma tıkanıp kalmadan önce bir nefesle söyleyiverdim.
“Hülya Baybars bana aşıkmış!” Söylediklerim aramızda bir çığ etkisi yaratırken Hülya karşımda far görmüş tavşan gibi kalakalmıştı. İçtiği sıcak çay ağzından dökülürken bir yandan da eliyle ağzının kenarını silmeye uğraşıyordu, ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Her yere dökülmüştü.
“Hülya? Bir şey söyle ne olur.” Karşımda taş kesilmişti. Nefes alıyordu ama tepki yoktu.
“Piraye, sık kolumu. Hemen kolumu sık! Allah’ım bunlar gerçek mi?” Ayağa kalktığı gibi kendi kendine konuşmaya başlamıştı. Aramızdaki tek akıllıyı da kaybetmiştik.
“Hülya bak sakin ol-”
“Asıl sen sakin ol. İyi misin sen?”
“Neden iyi olmayacakmışım? İyiyim tabii. Sadece inanamıyorum. Ve bence yalan söylüyor.”
“Salak salak konuşma! Bundan bunu mu çıkardın? Gidip onunla konuş, hemen!” Kolumu tutup beni sürükleyen arkadaşımı son anda durdurdum.
“Hülya saçmalama! Bugün yeni tahliye oluyor. Öyle çıkıp da karşısına ne diyeceğim?”
“O sana bir adım atmış işte. Bu sefer bunu geri çevirme Piraye. Ne olur, lütfen, bu sefer anlatmasına izin ver.” Her sözünden sonra birleşen kaşlarım başımı ağrıtmaya başlamıştı. Kolumu elinden kurtarıp karşısına dikildim.
“Hülya ne biliyorsun?” O zaman bu konuyu kapatmamalıydım. Anlaşılan hata etmiştim. Karşımda an be an değişen suratıyla yanılmadığımı anladım. Benden bir şey gizliyordu.
“Ne bileceğim canım?”
“Hiç yalan söylemeyi beceremiyorsun Hülya. Tekrar sormayacağım, benden ne gizliyorsun Hülya? Anlat!” Göz kapakları pişmanlıkla kapanınca ilk defa yanılmak istedim. Beni arkamdan vurmazdı.
“Piraye sakin ol. Anlatacağım. Oturalım.”
“Hayır! Oturmayacağım, burada her şeyi, şimdi anlatacaksın Hülya.” Onun benden benimle ilgili bir şeyler gizlediğini sindiremeden bir de söyledikleriyle resmen sırtımdan bıçaklanmıştım. Hem de hiç beklemediğim biri tarafından.
Kardeşim tarafından...
“Piraye sandığın gibi bir şey değil lütfen bakma bana öyle. O gece takip edildiğimizde Baybars bizi kurtardığı gece öğrendim, yani o evde. Gece herkes uyurken niye kalktım hatırlamıyorum ama galiba seslere uyandım. İçeride Baybars ve diğerleri kavga ediyordu. Kapı arkasından onları dinledim. Senin hakkında konuşuyorlardı. Baybars’a seni koruyamaz dediler o da kafayı yedi. O Turgut mudur nedir, onun üzerine yürüyüp yakalarından tuttu. Kavga edecekler sandım ama hepsi onun iyiliği için konuşuyordu. Kimsenin kötü bir niyeti yoktu Piraye yemin ederim!”
“Anlat Hülya!” Gözlerimden yaşlar boşalınca kafasını eğdi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra yutkunup devam etti.
“Baybars her zaman seni koruyacağından bahsetti. Diğeri, bırakır seni, toparlanamazsın dedi. Baybars da... Bıraksın, yanımda, güvende olduğunu biliyorum ya sevmesin beni dedi. Piraye ben-”
“Devam et Hülya.” Artık sesim çıkmıyordu. Kime güveneceğimi şaşırmıştım. Kime arkamı dönsem bir darbe yemekten yorulmuştum. Ve bu kervana Hülya’nın katılabileceğini de hiç düşünmemiş, ihtimallerden bile çıkarmıştım. Ama şimdi karşımda benim bilmediğim ama bilmeyi hak ettiğim şeyleri söyleyen kızı tanımıyordum.
Hülya hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarken anlatmaya çalıştığı şeylerin altında eziliyordum.
“Hiçbir zaman beni sever ümidiyle yaklaşmadım ben ona, canı sağ olsun dedi.” Ona arkamı dönüp açtığım kapıdan hızla dışarı çıktım. Arkamdan bağıran arkadaşımı bu defa görmezden geldim. Ben ona da güvenemeyeceksem kime güvenecektim? Bunu benden nasıl saklardı? Böyle bir şey nasıl saklanırdı? Bunu bana nasıl yapardı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |