7. Bölüm

-İŞLENMİŞ ÇİÇEKLER-

Özge
malihulya_

 

Sevmek için görmeli mi göz? İnsan sevmek için yaşayamaz mı? Aşık olmak ilk bakışa mı bakar yoksa kalpler'de tanır mı birbirlerini? Basittir cevabı, ne sevmek için göz gerekir, ne de aşık olmak için bakış. Aşık olan beden değil ruhtur nihayetinde. Ruhunuzun eşini bulmaktır mesele...

...

Evde kimse yokken elimde telefon bir oraya bir buraya gidip geliyordum. Ruhum rahatsızdı. İçimde bir yerlerde bir yanlış vardı ama çözemiyordum. Şimdi de Baybars'ı arayıp aramamak arsında gidip geliyordum. Arafta kalmıştım ve mantığımdan başka konuşan da yoktu. Onu ararsam gerçeği asla öğrenemezdim. Öğrenmek istediğim şeyleri de bir daha asla öğrenemezdim. Baybars neyin peşinde olduğumu anladığı an öğrenmemem için her yolu denerdi biliyordum.

Bu yüzden elimdeki telefonu yatağın üzerine fırlatıp kapının arkasından kabanımı aldım. Süheyl Hanımla buluşacaktım ve eğer bir şeyler öğrenmek istiyorsam elimi çabuk tutmalıydım. Haki yeşili eteğimin ve beyaz kalın bluzumun üzerine siyah kabanımı giyinip herhangi bir çanta alıp odadan çıktım. Bir kaç eşyayı çantama koyduktan sonra koşarak portmantodan botlarımı aldım.

Süheyl Hanım çok fazla kalamayacağını, oradan bir arkadaşıyla daha buluşacağı için onun da yanına gitmesi gerektiğini söylemişti. Anlayışla karşılayıp kısa bir süre olsa dahi buluşmayı ertelememiştim. Evden çıkıp taksiye bindim ve içimdeki huzursuzluğa rağmen yolumdan dönmedim. Evet, elbette bugün her şeyi öğrenemezdim, lakin adım adım hakikate varmam için bir adım atmam şarttı. On dakika sonra ücreti ödeyip taksiden indim. Kafeden içeri girip etrafa bakındım. Buram buram kahve kokuyordu. Gözlerim Süheyl Hanım'ı ararken onu tam bana bakarken gördüm. Gülümseyerek ayağa kalktığı zaman bende ona doğru yürüyüp sarılışına karşılık verdim.

"Hoş geldin canım. Bende seni bekliyordum." Geri çekilip sandalyeye oturdum ve çantamı da kucağıma alıp saçlarımı düzelttim. "Umarım çok beklememişsinizdir." Hayır manasında kafasını sallayıp dalgalı olan perçemini geriye attı. "Ne içmek istersin pek bilemediğim için bir şey söylemedim. İstersen siparişleri verip rahat rahat konuşalım?" Olur dedim ve yanımıza gelen garsondan iki Türk kahvesi ve iki tatlı söyleyip siparişlerin gelmesini bekledik. O zamana kadar gayet sıradan konulardan sohbet açtık ve bir kez daha Süheyl Hanımla sohbet etmenin ne kadar doyulamayacak bir keyif olduğunu anlamış oldum. Gayet akıcı ama asla sıkmayan, aksine tane tane bir diksiyona sahipti.

"Tabii seni tenzi ederek söylüyorum lakin olan buydu. Yani demem o ki, Asya iyi kadın, hoş kadın ama diliyle insan öldürür. Dün akşam olanları bile ancak bu sabah öğrenebildim. Evden çıkarken bile Asya'yla konuşmaya çalıştım ama son anda bu sinirle onu kırabileceğimi düşünüp vazgeçtim." Süheyl Hanım kendi penceresinden bakıldığı zaman haklıydı. Diğer herkes gibi. Ama unutulan şey, olan bitenin sadece bununla sınırlı olmayışıydı. Siparişler gelince asıl sorulması gerekenleri, asıl konuşulması gerekenleri konuşma zamanı gelmişti. Süheyl Hanım artık sadece elindeki fincana odaklanmış beni dinliyordu. Elimi uzatıp masanın üzerindeki kahveyi aldım. Hülya'nın da dediği gibi önce öğrenmemiz gerekenleri öğrenecek ve yavaş yavaş ilerleyecektik.

"Süheyl Hanım, sizi asıl çağırma nedenimi biliyorsunuz. Çok uzatıp vaktinizden çalmayacağım, bu yüzden izninizle bir kaç şey sormak istiyorum." Süheyl Hanım elindeki fincanı tabağına bırakıp tüm dikkatini bana verdi. Onunda izin vermesiyle en merak ettiğimle başladım. "Baybars'ın bir rahatsızlığı mı var? varsa nedir? Üstelik gördüğüm kadarıyla da benden başka herkesin haberi var. Ne zaman söylemeyi planlıyordunuz, ya da gerçekten söyleyecekmiydiniz? yoksa evlenince mi öğrenecektim?" Süheyl Hanım'ın mahcup olduğunu görebiliyordum lakin bu benim sorularıma yanıt değildi.

"Piraye. Senden tek bir şey isteyeceğim. Bu söylediklerimden Baybars'ın haberi olmasın olur mu?" Baybars öğrenemezdi zaten ama açıkçası o ana kadar Süheyl Hanım'ın tedirgin olduğunu anlayamamıştım. Biraz da olsa suyuna giderek onu sakinleştirmeye çalıştım.

"Süheyl Hanım, bu konuda içiniz rahat olsun. Bugün burada konuşulanlar sadece sizin ve benim aramda kalacak. Yemin ederim." Ellerini nereye koyacağını bilemeyişi beni de tedirgin ediyordu. En sonunda derin bir nefes alıp elini boynundaki fulara götürmüştü.

"Piraye, belki de bu ailede Baybars'tan sonra en çok güvendiğim kişisin. Bak bunu inkar edemem. Lakin Baybars bana abimden kalan tek şey, dışarıdan nasıl göründüğünü inan ki biliyorum. Belki herkes bizi iyi, hiç bir sorunu olmayan bir aile olarak görebilir. Ama gerçeğin öyle olmadığını ben biliyorum, O evin içinde ben yaşıyorum. Her Allah'ın günü ben şahidim o kavgalara. Ve hepsi Baybarsla alakalı. Haberi bile yok. Çünkü bu olanlarda bir masum varsa o da Baybars'tır." Elindeki büyük kahve fincanını bırakıp dolan gözlerini kırpıştırdı.

"Baybars böyle biri değildi. Anne ve babasının ölümünden sonra aniden bize düşman kesildi. Zaten aklı da eriyordu. Yani tüm olanlar onda büyük bir yara açtı. Herkesi uzaklaştırdı kendinden, kimseyle konuşmadı, bir dönem okulu bıraktı yalvar yakar zorla tekrardan gitti. En sonunda ortaya böyle bir adam çıktı." Nefes alışları zorlaşıyordu.

"Abim ve Feride yanarak öldü." Süheyl Hanım o kadar çok ağlamaya başladı ki o sessizce göz yaşı dökerken bende şaşkınca yüzüne bakıyordum. Uzun bir süre Süheyl Hanım'ı sakinleştirmeye çalıştım ve hiçbir şey sormadım. Kolay değildi. Ne anlatması ne de yaşaması.

"Dağ evine biraz kafa dinlemeye gitmişlerdi, yaz zamanı olduğu için piknik yapacaklardı. Babam, abimi yanına çağırmıştı. Onlarda bir gün sonra geleceklerdi ama cesetleri geldi eve." Süheyl Hanım'ın elini tutarak kendimce destek olmaya çalıştım. "O akşam evde yangın çıkmış. Ne oldu bilmiyoruz ama oraya vardığımız zaman Baybars'ı dışarıda dizleri üzerinde bulduk. Birkaç dakika sonra orası kıyamet yerine döndü Piraye. Abim ve Feride'yi çıkardılar ama hepsi de ağır yaralıydı. Anne, babası yanından geçerken de bakmadı Baybars. Sedye yanından öylece geçip giderken Baybars tek bir yaş bile dökmedi. Biz ondan sonra Baybars'ı iyileştiremedik. Hep aynı kaldı. Hep aynı surat ifadesini takındı. Biz sanki o gün Baybars'ı orada bıraktık Piraye." Anlamıyordum. Tekrardan Süheyl Hanım'a dönerek sakince,

"Peki sonra ne oldu? Baybars'ın hastalığı o zaman mı çıktı?" diye sordum. Kafasını salladı. Eline aldığı bir peçeteyle gözlerini sildi. Anlatırken o kadar zorlanıyordu ki bazen kesik kesik nefesler alıp veriyordu. "Baybars zaten sessiz bir çocuktu. Abimleri kaybettiğinde on sekiz yaşına yeni girmişti. Hiç unutamam o geceyi, geç bir vakit olmuş herkes yatmıştı. Bende susayıp aşağı mutfağa inerken gördüm Baybars'ı, elinde bir tane bavul dikiliyordu kapının önünde. Hemen gittim yanına dedim oğlum nereye, hala ben gidiyorum dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm Piraye, neye uğradığımı şaşırdım. Yalvardım yakardım ama asla ikna olmadı, biliyorsun zaten aklına bir şey koyduğu zaman onu yolundan döndürmek imkansız." Bilmez miydim. İnadıyla beraber yaşıyordu.

"Sonra ne olduysa o anda oldu. Babam geldi, sonra tüm ev ahalisi. O zaman Pusat daha ayrılmamıştı evden. Baybars'ı ikna etmeye çalışacakları yerde onu azarlamaya başladılar, daha fazla dayanamadı. Zaten kaybımızın üzerinden daha iki gün geçmişti. Babamla kavgaları ta o zaman başladı. Tuttu kolundan hiç bir yere gidemezsin dedi babam. İçeri çekiştirmeye başladı Baybars'ı. Tutamadık. O zaman bile kalıplı bir çocuktu. Birden babamın elini tutup herkese baktı. Ben Baybars'ı hiç böyle görmemiştim. Sanki karşısında düşmanı varmış gibi öyle yeminler etti ki neye uğradığımızı şaşırdık. Bir hışımla bıraktı Babamın elini, ardından çekip gitti. Bir daha da eve adım atmadı. Kaç sene sonra seni tanıştıracağı zaman getirdi eve bir de..." Son sözü ağzının içinde yuvarlanırken söyleyeceği her ne ise vaz geçtiğini anladım. Çabucak toparlayıp,

"Babamın gözlerindeki mutluluğu ben gördüm. Yani Baybars seni tanıştırmaya getirdiğinde. Akşamında herkesten önce çekildi odasına babam. Kapıya vuracağım zaman ağlama sesini duydum. Baybars babam için de önemli, bu her zaman böyle olmuştu. Lakin babam asla sevgisini gösteren bir adam olmayı beceremedi. O da içten içe, kendince böyle korudu, böyle sevdi Baybars'ı." Sanki Süheyl Hanım uzun zamandır bu anı bekliyor gibi hiç susmadan her detayını hatırlamaya çalışarak anlatıyordu.

"Evden çıktığı gece Baybars rahatsızlanmış. Otele gitmiş evden ayrıldığı gece. Oteldeki resepsiyonu aramak aklına gelmiş çocuğumun, hatta beni hastaneden aradılar, atak geçirmiş. Kimseye görünmeden apar topar çıktım evden. Doktoruyla konuşurken bunun sinirden olduğunu söyledi. İçinde tutmuş ne var ne yoksa. O zamandan beri Turgut ve Yavuz'dan öğrendiğim bir kaç tane daha atağı oldu. Hep onu tetikleyecek bir insan ya da olay olması lazım. Bir şeyler tetikliyor ama ne olduğunu biz de bilmiyoruz. Neyse işte." Gözündeki yaşları silip devam etti Süheyl Hanım. "Bir hafta abimin Baybars'a miras bıraktığı evde kaldık. Reşit olduğu için üzerinde ne varsa tüm payını aldı. Sadece babamın üzerine bırakacağı şeyleri hiç bir zaman talep etmeyeceğini söyledi. Öyle böyle derken o yaralı çocuk gözümün önünde eksik, bir kanadı kırık büyüdü. Büyüdü ve kocaman bir adam oldu. O kadar çok abime benzedi ki onu her gördüğümde sarılmadan, kokusunu içime çekmeden yapamaz oldum. Benim hiç çocuğum olmadı ama Baybars'ı çocuğum gibi sevdim Piraye. Annesinin yerini tutamam elbet ama hep bağrıma bastım onu. Sarılmak için hep kollarım açık bekledim ben Baybars'ı"

Yüreğime çöreklenen ağrıyla ne yapacağımı bilemedim. Kalbim bana ağır geliyordu sanki. İçimdeki ağlama isteğine karşı koyarak gözlerimin dolmasına izin verdim. Süheyl Hanım da anlatırken o günlere dönmüş, tekrardan yıpranmıştı. Bir süre sadece kahvelerimizi içerek sessizliğe gömüldük. Ben içimdeki mahkemeyi sonlandırırken son bir soru sordum Süheyl Hanım'a. "Süheyl Hanım, yaşadığınız şeyler hiç kolay değil. Bende anne babasız büyüdüm. Zor, çok zor hem de. Eğer izniniz olursa son bir soru soracağım?" Süheyl Hanım elimi tutup yorgunca gülümsedi. "Sen Baybars'ın eşi olacaksın. Tabi ki de Baybars'ı merak etmen çok normal. Bu konuda çekinceni görebiliyorum ama çekinme lütfen, bana aklındaki her şeyi sorabilirsin Piraye." Bende onun gibi gülümseyip sorumu sordum. "Bildiğim kadarıyla Orhan Bey her torunu için evinde oda bulunduruyor. Ama ben Baybars'ın odasını hiç göremedim. Kaldı ki, evin bir odası oldukça eski ve simsiyah. Orası yanmış gibi. Süheyl Hanım o oda-"

Süheyl Hanım'ın nutku tutulmuştu. Ellerini masanın üzerinde birleştirip "Bu kadar dikkatli olmanı beklemiyordum" dedi. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Ansızın "Sen Baybars'ı gerçekten seviyorsun Piraye" dedi.

Şaşırma sırası bendeydi. Tam olarak ne dediğini kestiremeyen aklım bana oyunlar oynuyordu. Süheyl Hanım ne söyleyecekse vazgeçmiş, parmaklarının ucuyla gözlerindeki biriken yaşları silmişti.

"Geçmiş her zaman huzur vermez insana. Hele o geçmiş tüm yaralarının sebebiyse. Baybars da böyle Piraye, onu sen bu şekil kabul ettin. Ben hiç ümitlenmemiştim. Baybars o kadar zorlandı ki, o kadar çok şeyi tek başına aşmaya çalıştı ki dedim bu çocuk kimseyi almaz hayatına, kimseyi sevemez dedim. Kimsede onu sevmez dedim..." Çantasından çıkardığı bir kaç işlenmiş mendili masanın üzerinden bana uzattı.

"Bunları Feride işledi. Akşamları onu sürekli bahçede bulurdum, ne yaptığını sonradan sonradan öğrendim. Kendince Baybars için bir şeyler hazırlıyordu. İkisi de ilerisi için o kadar hazırlanmıştı ki şimdi bile kendilerini hatırlatıyorlar." İşlenmiş mendillerden üzerinde nergis çiçeği olanı aldım. Nergis çiçeğini çok severdim. Bu nedenle işlenmiş mendillerden en çok o ilgimi çekmişti.

"Süheyl Hanım, her şeyi anladım fakat bunları neden bana verdiniz?" Çantasını kapatıp ayağa kalktı. Gideceğini anlayıp onunla beraber bende ayağa kalktım.

"Çünkü bunları sana vermemi isteyen Baybars'tı. Ne zaman veririm bilemiyordum, kısmet bugüneymiş. Onlar sana ait Piraye. Daha fazla söz edip de gözünü perdelemeyeceğim."

Bana yaklaşıp sıcacık ve içten bir sarılma sundu Süheyl Hanım. Ardından hiçbir şey söylemeden kafeden çıktı. Bende orada öylece kaldım.

...

"İyi de Hülya bunca olaydan sonra nasıl hiç bir şey olmaz? En ufak bir hata olmaz mı?" Kafeden ayrılmadan önce Hülya aramış önemli şeyler söyleyeceğini haber vererek neredeysem geleceğini söylemişti. Benimde bugün öğrendiğim şeyleri anlatmam gerektiği için kabul edip kafenin konumunu göndermiştim. Yarım saat geçmiş geçmemiş Hülya gelmişti. Şimdi de öğrendiğim şeyleri ona da anlatarak, deyim yerindeyse resmen beyin fırtınası yapıyorduk.

"Bu işte garip Piraye. Yangın'ın çıkma sebebi her ne ise mutlaka üzeri örtülmüş. Seni bilmem ama kesinlikle çok tuhaf bir olay." Tuhaf olduğunu bende biliyordum ama asıl garip olan ailedeki kimsenin bu olayın üzerine gitmeyişiydi. Kollarımı masaya yaslayıp sesimi biraz daha kıstım.

"Hülya ben bir şey düşündüm ama. Her ihtimal verişimde tüylerim diken diken oluyor." Hülya da kollarını masaya yaslamış pür dikkat beni dinliyordu. "Söyle de çatlatma insanı." Aslına şöyle bir düşünüldüğü zaman cevap kolaydı.

"Sen bir şeylerin ters olduğunu söylediğinden beri ben bir kişiden şüpheleniyordum aslına. Ama ne olursa olsun ihtimal vermeden önce iyice bir düşünüp taşındım. Hülya ben Pusat Bey'den şüpheleniyorum." deyiverdim. Çünkü şüphelenmemek için hiçbir sebebim yok ama şüphelenmek için fazlasıyla vardı. Bir insan yeğenine hiç böyle davranır mıydı? Onu da geçtim kavgası gürültüsü bitmiyordu. Ve bunlar hep Baybars'a olan tavrıydı. Hülya da elini çenesinin altına almış dalgınca beni dinliyordu. Kafasında bir şeyleri yerine oturtmaya çalıştığını görüyordum. Belki o yapardı çünkü ben düşünmekten kafayı yiyecektim.

"Aslında mantıksız değil. Sadece korkunç bir ihtimal. Sen ne yaptığından şüpheleniyorsun?" Aslında bende bilmiyordum. Sadece Pusat Bey'de beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ve emindim, kesinlikle bir şeylerle bağlantısı vardı. Bunun için sadece omzumu silkip kafamı salladım. "Bilmiyorum Hülya. Ama o adamda beni rahatsız eden bir şeyler var. Yani kavga etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. İlk başlarda sadece çocuklarını öne çıkaran bir baba olarak gördüm yalan yok, ama her geçen gün tavrı netleşiyor sanki. Ayrıca Orhan Bey de öyle. O ikisinde kesin bir şey var." Bunun için herhangi bir kanıtım olmasa bile onlarda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ve bu kesinlikle bizimle alakalıydı. Baybars ve benimle alakalı.

Sonrasında Hülya ve ben biraz daha kafa yormuş ardından eve gitmek için taksiye binmiştik. Mahallede birbirimize veda edip evlere dağıldık. Yengem eve gelmiş abim ise balkonda çay içiyordu. Abim eve geldiğinden beri üzerinde bir haller vardı. Yüzü düşmüş bana bakmıyordu. Sorup sormamak arasında kalsam da soracaktım elbet. Zaten benimle konuşmak istediğini de söylemişti. Yengem içeride benimle sohbet ederken çayları tazelemek için kalkmıştı, fırsat bu fırsat deyip balkona abimin yanına gittim. Kapı ağzından ona bakarken, abim sandalyeye kurulmuş elindeki sigarayı içiyordu. Abim çok fazla sigara içen bir insan değildi. Bugün kesinlikle bir şeyler olmuştu. Hemen yanındaki sandalyeye oturup yüzüne baktım. Ama o fark etmemişti. Hatta yanında olduğumu bile görmemişti. Artık bu hali korkutucu olmaya başlamıştı. Koluna dokunup dikkatini çektim çünkü başka türlü olmayacaktı.

"Abi? Sen iyi misin?" Sonunda beni fark etmiş, yüzünü bana çevirmişti. Oturduğu sandalyede dikleşip elindeki sigarayı söndürdü. "Piraye'm, sen ne zaman geldin?" Sandalyeyi biraz daha abime çekip, "Şimdi geldim ama beni fark etmedin, bir sorun mu var dalgın gibisin?" Kafasını diğer tarafa çevirip derin bir nefes aldı. Canını sıkan bir şeylerin olduğuna emindim. Abimdi o benim, fark etmemem imkansızdı.

"Abi inkar etme, geldiğinden beri neşen yok. Bir sorun var belli. Neden anlatmıyorsun?" Kafasını çevirip siyah gözleriyle sarıp sarmaladı beni. Abim gözleriyle bile şevkât verirdi. Yüreği geniş, mükemmel bir adamdı o.

"Bir sorun yok güzelim. Merak etme sen. Sadece annemle babamı düşünüyordum, yaşlandık bizde öyle aklıma geliyor arada." Burukta olsa güldüm. Abim Baybars'tan bir yaş büyüktü sadece. Ama yaralar aynı olmuyordu işte. Hayat kime ne kadar şey yaşatırsa ruh o kadar büyük, beden de o kadar çökmüş oluyordu. Ve abim çok yorgun görünüyordu.

Baybars'ta yorgun muydu? Çünkü yüreğindeki lekelere bakmaktan gözlerine bakmaya hiç fırsatım olmamıştı. Bugün öğrendiklerimden sonra bunu düşünmeden edemedim. Gözlerimi sıkıca yumup hemen geri açtım. Aklımın dağılmasına izin vermemeliydim, böyle olmazdı.

Abimin kolunu okşayıp bana bakan kederli yüzüne gülümsedim. "Yaşlanmak kim sen kim Karun bey? Daha genceciksiniz." Abimin yüzündeki gülümseme öyle bir hâl aldı ki boğazımda acı bir yumru hissettim. "Yaş genç daha tabii. Ama insanı yaşlandıran şey yaş değil, yaşadıklarıdır Piraye'm." Saçlarımı okşayıp bana baktı. "Sen o yaşanmış yaşlılığı hiçbir zaman yaşamazsın inşallah." Beni kendine çekip sıkıca sarılmasına karşın bende ona sıkı sıkıya sarıldım. Ben yirmi üç yıllık ömrümde abimi hiç böyle görmemiştim. Bir şeyler olduğuna emindim, ama bugün daha fazla üstelemeden sadece sarıldım. Çünkü buna ikimizin de ihtiyacı olduğunu biliyordum. Abimle biraz öyle kaldıktan sonra kafasını eğerek içeri geçti. Onu ağlarken görmemi istemiyordu belli ki. Derin bir nefes alıp gecenin karanlığında geri verdim. İçimdeki burukluğu tarif edemiyordum, bir şeyler vardı, beni benden alan. Ama ne olduğunu bilmiyorum. Sadece zamana bırakmam gerektiğini biliyordum o kadar.

...

Evdeki işleri bitirip çevirmem gereken bir metni çevirmek için masanın başına oturdum. Evden çalışmayı seviyordum. Hem sevdiğim şeyi yapıp hem de para kazanmak hoşuma gidiyordu. İtalyan Dili ve edebiyatı okuyup mezun olduktan sonra hem bir kursa gitmiş hem de ufak tefek işlerde çalışıp paramı kazanmıştım. Zor olmuştu lakin şimdi geriye dönüp baktığımda üniversitenin beni çok yıpratmıştı ama bir şekilde başa çıkıp mesleğimi elime almanın mutluluğunu da yaşıyordum. Masanın başından kalktığımda saat öğlen vaktiydi. Erken kalkmak için bir sebebim yoktu ama uyuyamamıştım. Dün gece hem abim, hem de Hülya ile olan sohbet kafamda sürekli kendini tekrar etmişti. Hâliyle bende uyuyamamış, sabahta yorgun kalmıştım.

Ayağa kalkıp biraz esnedikten sonra üstümü değiştirmek için dolabımın kapağını açtım. İlk gözüme çarpan şey dün Süheyl Hanım'ın bana vermiş olduğu işlemeli mendiller oldu. Farklı farklı çiçekler işlenmiş dört mendili elime alıp yatağıma oturdum. Birinde çok sevdiğim nergis, gül, zambak ve sümbül vardı. Hepsi o kadar güzel gözüküyordu ki bir an elimi uzatıp işlemelerin üzerinde gezdirmekten alıkoyamadım kendimi. İnce ince işlenmiş çiçekler o kadar zarif duruyordu ki Feride Hanım'ın zevkine ve yeteneğine hayran kaldım. Bu zaman kadar kimse Feride Hanımdan bahsetmemişti. Sadece Süheyl Hanım arada bahseder, gözleri dolduğu zaman da kapatırdı konuyu. Dün ilk defa istekle Feride Hanımdan bahsedince onu hiç durdurmamam bu yüzdendi. Ne kadar bilgi alırsam o kadar iyiydi. Bir an için tüm bu olanlar bitince Süheyl Hanım'ın bana olan tutumunun nasıl değişeceğini düşündüm. Süheyl Hanım sevdiğim ve saydığım bir insandı, ama mecbur bırakıldığım hayatı da hak etmiyordum.

Mendilleri özenle katlayıp odamda bulunan ahşap oymalı kutuyu açıp içine koydum. Onlar şimdilik bana emanetlerdi. Fakat vakti geldiğinde onları verecektim. Ve yemin ederim ki, o gün dönüp asla arkama bakmayacaktım.

 

                                                                                                                                                               ...

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 20.02.2025 22:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...