
Unutmaya çabaladığım adam bana kendimi unutturmuştu.
Onu oraya tıkmak tam bir sene üç ayımı almıştı. Hemen unuturum sanmıştım, normal hayatım neyse ona dönerim sanmıştım. Bu yaşadıklarımı hiç tahmin etmezdim. İçimde paramparça bir parça bırakacağını bilemezdim.
Orada üşüyüp üşümediğini merak etmem sandım. Hasta olup olmadığını, çıkıp çıkamayacağını, beni unutup unutmadığını...
Bana yüzüğü çıkar at demişti. Atamadım.
Hâlâ parmağımda. Neden çıkarmadığımı bilmiyorum, parmağımı da sıkıyor aslında. Canımı yakıyor, hatta bazı yerleri kesti. Ama çıkaramadım.
Elim bir çok kez gitti ama oynayıp durmaktan öteye geçemedim.
Abim her eve gelişinde parmağımı saklıyordum. Çıkarmadığımı o da biliyordu ama sanki buna tahammül edemiyor gibi her gördüğünde burnundan soluyordu. Şimdi hastanede yatarken başladığım yere geri dönmüştüm. Saatlerdir aynı pozisyonda durduğum için sırtım ağrıyordu ama umursamadım. Ağrılara da alışmıştım, artık farklı bir şey gibi gelmiyorlardı.
Bu yüzden kollarımı bacaklarımın etrafına sarmış yatağın içinde bir santim bile oynamadan oturuyordum.
Gelen yemeği istemediğimi söylemiştim. Zaten kilo kaybından da dengem iyi değildi. Parmaklarım, yüzüm, bedenim, hepsi süzülmüştü. Bir tek yüzük parmağım canımı yakarcasına şişip duruyordu. Dedim ya, çıkaramıyorum.
Orada olduğunu hiç unutturmuyordu bana. Arada bir vicdanımı yokluyor, iz bırakarak gidiyordu.
Pencereden yayılan koku yabancı değildi. Hava buz gibiydi ama nefes almak istediğim için pencereyi sonuna kadar açıp yatağa oturmuştum. Şimdi de gelen kokuyu uzun uzun soluyup ciğerlerime çekiyordum.
"Unuturum sandım. Seni yakarken beraberinde kendimi de yakabileceğimi hesap edemedim." Kafamı yan çevirip dizlerimin üzerine koydum. Günden güne erimek bu olsa gerekti. Bir gün bile merak etmediğim adamı şimdi deli gibi merak ediyor, haber almak için insanların gözlerinin içine bakıyordum.
Magazin de dahil her yerde biz vardık. Artık herkes onu ihbar edenin ben olduğumu biliyordu. Nazife Hanım ise ortadan kaybolmuştu, kadını şahit olarak görmüş bir daha da haber alamamıştık.
Neler olduğunu artık bilmiyordum. Artık hiçbir şey benim kontrolümde değildi. Belki de ben kontrolü elime aldığımı zannettiğimde bile aslında bende değildi. Bu da bir ihtimaldi ve korkunçtu. Hülya artık resmen avukat olmuştu. Onu da bana söylememişlerdi çünkü ben o sırada hastanede sakinleştiricilerin etkisiyle uyuyordum.
İki ay olmuştu. Tam da bugün, iki ay olmuştu. Ve artık sadece sakinleştiricilerle uyuyabiliyordum, kabuslar peşimi bırakmıyordu. Yatıyor kalkıyor ve tekrar yatıyordum. Hayatım bundan ibaretti.
Yine uykudan uyanmış yatakta oturuyordum ki kapım çalınınca kafamı kaldırdım. Abim ya da yengem olmalıydı.
"Gel abi." Kapı açıldı. Kafamı tekrardan dizlerimin üzerine koydum.
"Abin değilim ama bende içeri girebilir miyim?" Kafamı bir çırpıda kaldırıp kapının önündeki kadına baktım.
"Süheyl Hanım?" Ardındaki kapıyı kapatıp elindeki çantasını koluna astı. Yüzünü bana döndüğünde benim gibi gözlerinin yanlarından yaşlar aktığını gördüm. Bacaklarımda derman bulduğum an üzerimdeki örtüyü kaldırıp ayağa, tam karşısına dikildim. Yüzümü eğip bir kaç adım attım. Süheyl Hanım'a karşı çok mahcuptum. Bana yaptığı onca şeye hiç beklemediği bir darbe vurup savurmuştum.
"Hoş geldin demek yok mu?" Sesi titrese de duruşundan taviz vermeden karşımda duruyordu.
Cevap vermediğimi görünce, "Şu geldiğin haline değdi mi? Olduğum yerde kemiklerini sayıyorum. Yüzün süzülmüş, bembeyaz olmuşsun. Şu haline değdi mi Piraye?" Dedi. Dudaklarımı ısırıp hıçkırıklarımı susturmaya çalıştım. Değer sanmıştım, doğrusu bu sanmıştım. Ama benim için doğru olan bu değilmiş.
"Otur şuraya da konuşalım." Yatağın yanındaki koltuğa oturup benim de oturmamı bekledi. Daha fazla ayakta duramayacağım için yatağın kenarına çöktüm. Kafamı bir türlü kaldıramıyordum.
"Baybars şu halini görse çok kızardı. O yüzden eğme kafanı. En azından bunu yap." Gözlerim yanarken kafamı kaldırdım.
"Ben iki aydır ağlıyorum Piraye. Öğrendiğimden beri kendime gelemedim. Yapmaz dedim, bir yanlışlık vardır dedim. Onca şeyi bilip de Baybars'ı arkadan vurmaz dedim, herkes yapar dedim de sana yakıştıramadım." Hıçkırıklarım arasında nefes alabildiğimde içimde yanan yangını söndürmek için konuşmaya çalıştım.
"Süheyl Hanım-" Sorduğu soruyla dumura uğrayıp susmak zorunda kaldım. Sonradan yüreğimin üzerine koyacağı yükün ağırlığı tahmin ettiğimden de fazlaydı. Nefesimi kesecek kadar.
"Onu hiç sevmedin mi? Bunu gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Onca zaman sonra ben onda hırstan başka bir şey gördüm Piraye. Yaşıyor gibiydi, onca sene sonra. Sen gözünü kırpmadan o umudu nasıl aldın? Nasıl vurdun da bir daha kalkamadı, konuş Allah aşkına."
Ne söylesem olmayacaktı. Onun içindeki ateşi ben söndüremezdim.
Ellerimi sıkıca tutup ona bakmamı sağladı. "Ben Baybars'ı oğlum gibi görürken seni de kızım gibi gördüm, olmayan evlatlarımın yerine koydum ben sizi. Ne yanlış yaptı da onu bu denli cezalandırdın? Anlat Piraye, anlat yoksa ben cevap aramaktan kafayı yiyeceğim." Onunla beraber bende artık tutamadım kendimi. Onca lafına rağmen bana sarılıp anne şevkatiyle sırtımı okşamasına dayanamadım.
"Özür dilerim, Süheyl Hanım ben çok özür dilerim. Ama size anlatamam. Sadece haklı nedenlerim olduğunu bilin." Bir süre öylece sarılıp ağladık. Biraz sakinleştiğinde ise uzaklaşmasına izin vermeden onun yaptığı gibi yapıp ellerini tuttum. Bir can simidi bulmuştum, öylece bırakmak istemiyordum.
Bir iç çekişle yanan gözlerimi yüzüne çevirdim.
"Süheyl Hanım. Beni birazcık tanıdıysanız yaptığım şeyin alelade bir şey olmadığını bilirsiniz. Ben ne desem şu an içinizdeki yangın sönmez, bunun da farkındayım. Ama şunu bilin ki ben suçsuzum. Onu da kendimi böyle bir şeyin içine sokmak istemedim. Ama olaylar böyle gelişti ve ben doğru olanı yapmak zorundaydım." Baybars'ı bir yeğenden fazla oğlu olarak görüyordu. Şu an karşımda oğlunu kurtarmaya çalışan bir kadın vardı, bir anne.
Ona ne denir bilemezdim ben. İçi soğumazdı. Anlattıklarım doğru olsa da yine bana cephe alırdı. Bu yüzden susup Süheyl Hanımı dinledim.
"Yani onun, Baybars'ın birini öldürdüğünü mü söylüyorsun? Yapmaz. Yapmaz benim oğlum. Sen de biliyorsun, onu hiç tanımadın mı Piraye? Yapmaz." Sesinin ve ellerinin titremesiyle yerime daha da sinip aklındakileri düzene sokmasını bekledim. Ama sessizlik her geçen saniye büyüyordu, Süheyl Hanım koltuğa oturmuş öylece bana bakıyordu.
"Peki sen nereden biliyorsun?" Sözleriyle dilim kitlenmiş gibi oldu. Ona üstü kapalı nasıl anlatabilirdim ki? Elim ayağım birbirine karışmış, dilim damağım kurumuştu. Elimi koyacak yer bulamıyordum. Benim sessizliğime dayanamamış gibi hızlıca ayağa kalktı.
"Madem bir cevap veremiyorsun kalk, gidiyoruz." Gözlerimi açıp karşımdaki kadının sözlerini anlamaya çalıştım.
"Nereye Süheyl Hanım?" Çantasını kolundan alıp bana yukarıdan göz gezdirdi. Elini koluma sarıp ayağa kaldırdı beni. O nazik kadın bir anda tanımayacağım, evlat acısıyla yanıp kavrulan bir kadına dönüşmüştü.
"Siz ikiniz bir işler çeviriyorsunuz. Baybars her ne olursa olsun o mahkeme salonunda ilaç almadığı müddetçe o kadar sakin kalamazdı." Beni kolumdan çekerek odadan çıkarınca dışarıda koltukta oturan abim ve yengem bizi görmesiyle anında ayağa kalktı. Gözleri kolumdaki ele kayınca kaşları çatıldı. Abim hemen öne çıkıp,
"Süheyl Hanım hayırdır inşallah? Böyle bir hışımla çıktınız dışarı, üstelik kardeşimi de peşiniz sıra sürüklüyorsunuz." Süheyl Hanım başını dik tutarak abimin karşısında durdu. Ortamı aniden saran gerginlik yengemin de dikkatini çekmiş olacak ki bana bakıp kafasını ne oluyor dercesine salladı.
"Karun Bey oğlum, algılayamadınız sanırım ama Piraye hâlâ benim gelinim. Onu bir yere götürüyorsam bir bildiğim vardır." Bu kibarca kenara çekil demekti. Ama abim buna asla izin vermezdi. Öyle de oldu.
Abim burnundan soluyarak beni yanına çekti. "Süheyl Hanım size saygım sonsuz, bunu bilirsiniz. Ama izin vermeyeceğim şeyler vardır, bunun gibi. Ben sizin ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum. Ama o iş artık yaş!" Süheyl Hanım bu sözlere kırılmak yerine daha çok hırslandı. Bir abime bir yengeme göz çevirip,
"Lale ben seni Karun'dan ayırsam gitmek için çaba sarf etmez misin?" Deyiverdi. Yengem aceleyle kafasını sallayıp abime baktı. Abim hiçbir şekilde duruşunu bozmuyordu. Anlaşılan bu sefer hiçbir şey kolay olmayacaktı. Eskiden ne kadar sevmiyorsa şimdilerde nefret ediyordu.
Süheyl hanım daha da öfkelenmiş gibi yengeme döndü. "O zaman ne diye bu kızın nişanlısıyla görüşmesine izin vermiyorsunuz? İki ay oldu yahu! İki ay taş olsa çatlardı, bu kız günden güne eriyor görmüyor musunuz?" Abime bakamıyordum. Onun bakışlarını üzerimde hissetsem bile bakamadım. Bunun doğruluğunu sorguladığından adım kadar emindim.
Abim konuşacakken yengem sözünü kesti. "Süheyl Hanım söylediklerinizde haklısınız. Ama şunu kabul edelim ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Biz Baybars'ın zaten sinirli bir adam olduğunu biliyorduk ama bunu sorun etmedik çünkü bununla başa çıkabiliyor sandık. Ama o bir insanı öldürme ihtimalinden şu an hapiste. Siz de bize hak verin, Piraye benim sadece görümcem değil. O benim arkadaşım, sırdaşım. Şimdi bunca şeye rağmen ben nasıl derim size alın götürün diye? Onun mutlu olmasını en çok ben isterim. Ama gözümü kapatıp da onu ateşe atamam." Süheyl Hanım'ın yüzündeki yumuşamayla nereyse ağlayacaktım. Beni götürmeyecekti.
Sıkıntılı bir nefes verip bana döndü. Gözlerindeki kararlılığın kırılmış olduğu iki kilometre öteden seçilirdi.
"Baybars'ın sana söylediğini yapma sakın, o yüzüğü parmağından çıkarma Piraye. Geri dönmek için nedenin olsun o yüzük. Sana tek söyleyebileceğim şey bu." Süheyl hanım çenesi titreye titreye ayrıldı hastaneden. Onunda beni götürmek istediğini biliyordum.
Ama bizim için son buydu.
İstediğim olmuştu. Ondan kurtulmuş, doğru olanı yapmıştım.
Onu beklemek de, merak etmek de faydasıydı. O da şu saatten sonra gelmezdi. Bende gelsin diye bekleyemezdim.
...
Bugün iki buçuk ay olmuştu.
Odamda Hülyayla beraber halının üzerine oturmuş kahve içiyorduk. Onunda beni neşelendirmek için gelip gittiğini biliyordum ama zaten bütün gün adliye koridorlarında dolaşıp yorulduğu için akşamında bir de benimle uğraşması beni üzüyordu.
Kahvesinden bir yudum daha alıp ceketini çıkardı ve yatağımın üzerine attı. "Bugün o kadar yorulmuştum ki şu bir yudum bile çok iyi geldi. Laleyle Karun abi nerede?"
Duvara bakmayı bırakıp elimdeki kahveyi halını üzerindeki tepsiye koydum. "Evlilik yıldönümleri bugün. Abim de dışarı yemeğe çıkardı yengemi. Bütün gün onu ikna etmek için uğraştım zaten." Göğsümü şişirip geriye yaslandım.
"Niye? Küsler mi?" Kaşlarımı kaldırdım. "Benim yüzümden. Seni bırakıp nereye gideyim dedi, yok olmaz dedi, söylendi de söylendi. Anlayacağın zar zor ikna oldu." Kafasını salladı.
"O da kendince haklı. Bırakmak istemiyor seni."
"Allah aşkına çocuk muyum Hülya ben." Omzunu silkip bağdaş kurdu. "Sen bana bir şey diyecektin."
Elimi alnıma dayayıp yatağa yaslandım. "Ne söyleyecektim?"
"Ne bileyim Piraye, dedin ya telefonda. Çok önemli dedin." O an kafama dank eden şeyle omurgamdan bir soğukluk geçtiğini hissettim. Bedenimi dikleştirirken elimi de alnımdan çektim. Hülya tedirgin olduğumu anlayıp tedirginlikle kıpırdandı.
Yutkunup boğazımı ıslattım. "Hülya nişandan önce biri bana yazdı. Kim olduğunu bilmiyorum, numarada sonradan engellenmiş." Hülya pür dikkat beni dinlerken sonda gözleri kocaman oldu.
"Ve sen bana bunu şimdi mi söylüyorsun?" Bir süre beni azarlamasına izin verdim. Ona daha önce hatta mesaj geldiği an söylemem lazımdı ama her şey o kadar hızlı olmuştu ki ona söyleyene kadar çoktan iki buçuk ay geçmişti bile.
"Hastane, kontroller falan derken zamanım olmadı. Ancak aklıma geldi de söyleyebildim." derin bir nefes verip sıkıntıyla elini beline attı.
"Ne yazılmış?" Telefonumu açıp mesajlar kısmından gelen mesajı ona gösterdim. Hülya numarayı ve mesajı kopyalayıp kendine gönderirken ben onu izliyordum.
"Bu numaraya yarın bakarım. Onun dışında bu kadar içten bir bilgiyi ancak Baybars'ı çok iyi tanıyan birisi vermiş olabilir. Ve bizim planımızı bilen biri." Alnımı ovalayıp Hülya'yla beraber düşündüm. Kim olabileceğine dair en ufak fikrim yoktu, zaten planı bilen bir tek Nazife Hanım vardı.
"Sadece Nazife Hanım biliyordu. O da zaten bu işin içinde, neden kendini ifşa etsin ki?" Hülya bilmiyorum dercesine kafasını salladı.
"Bilmiyorum Piraye, her şey olabilir. O gece Nazife Hanım'ın yanına gittiğimizde hal ve hareketleri bir zamandan sonra değişti, bir şeyler dönüyor."
"Döndüğü kesin. Sadece kimin yapmış olabileceğini bilmiyorum. Baybars'dan haz etmeyen biri olmalı." Hülyanın gözleri parlayınca kafamı çevirdim.
"Ve senin de Baybarsla uğraştığını bilen biri. Düşmanımın düşmanı gibi." Resmen aydınlanma yaşıyorduk. "İyi de bunu kim yapar ki?"
"Bilmiyorum. Ama bu iş bizden çıktı, birileri gerçekten Baybarsla uğraşmak istiyor. Hatta sana anlattığım gibi bir ikinci silah patlamasıyla hedef bile şaşırtıyorlar." Aklımı kaçırmak üzereydim.
"Hülya ben neyin içine düştüm? Tam bitti diyorum başka bir şey çıkıyor."
"Sen her şeyi bir kenara at, şimdilik sadece unuttuğun şeyi hatırlamaya çalış. Her şey o düğümde saklı. Eğer o düğümü çözebilirsek her şey yerine oturacak. Hatırlamaya çalış."
"Kolay mı sanıyorsun Hülya? Her gece kafamı yastığa koyduğumda bir kere bile rahat uyku uyuyamıyorum. Şu bir senedir ne yediğimi, ne içtiğim, nasıl uyuduğumu bilmiyorum."
"Peki şimdi daha mı kolay?" Kaşlarımı çatıp ona baktım.
"Ne daha mı kolay?"
"Hayatın Piraye, hayatın. Baybars artık yok. O çok korktuğun evlilik de olmadı, onu sevmedin de. Hatta onu o yeminler ettiğin dört duvara bile hapsettin. Söyle arkadaşım, her şey şimdi daha mı kolay?" Bir tokat misali suratıma çarpan bu sözlerle afalladım. Karşımda benden bir yanıt bekleyen arkadaşıma tek kelime edemedim. Ne diyecektim ki? Ne söylesem ağzımdan doğrular çıkmayacaktı.
"Kolay." Demekten öteye geçemedi sözlerim. O da beni zorlamadı zaten. Çünkü o da sadece vicdanımı susturacak şeyler söyleyeceğimi biliyordu. Bununda yanlış olduğunu bildiği gibi...
"Kolaysa senin için mutlu olurum. Ama günden güne çöken bedenini gördüğümde de hiç ikna edici olmuyorsun Piraye." Ayağa kalkıp üstünü düzeltti ve yatağımın üstündeki ceketini alıp kapının önüne geldi.
"Yarın yine geleceğim. İlaçlarını al ve uyu." Bende ayağa kalkıp onu kapıya kadar geçirdim ve söylediği her bir sözüne kafa salladım. İçi rahatlayınca birbirimize sarılıp onu yolcu ettim. Kapıyı kapattığımda evdeki sessizlik yine canımı sıksa da odama girip kapımı kapattım ve evdeki her bir odanın ışığını yaktım. Abimler bu gece geç gelecekti. İkisini daha fazla yormak ya da endişelendirmek istemediğim için en çok da yük olmak istemediğim için ilacımı alıp yatağıma yattım. Uzun bir müddet uyuyamasam bile bir süre sonra gözlerim kapandı.
...
Okumaktan kaçındığımız ön söz, basmaktan gocunmadığımız yerdeki çiçek, Islanmaktan nefret ettiğimiz yağmur... Hayatımı anlatmamı isteseydiniz bunlar benim hayatım derdim.
Ben heves etmezdim. Çünkü kursağımda takılıp kalacağını bilirdim.
Ya da ummazdım, umduğum şeylerin başıma yıkılacağını bilirdim.
Sevemezdim... Sevdiğim ne varsa kaybedeceğimi bilirdim.
...
Son bir gün...
Yarın mahkeme vardı. Yine uyuyamamış sabahın çok erken bir saatinde yine pencere önüne kurulmuştum. Abim işteydi, yengem arkadaşının yanında. Onunda biraz dışarı çıkmasını istediğim için ite kaktıra dışarı sürüklemiştim. Evde benimle bir kaç saat daha geçirirse o da depresyona girecekti. Ve Leyla asla böyle şeylere gelemezdi.
Buğulanan camı elimin tersiyle silip dışarıyı görmek için ayaklarımı altımda topladım. Üzerimdeki yeşil hırkaya daha çok sarınıp eteğimin uçlarını üşüyen ayaklarımın üzerine kapattım. Hava her geçen gün daha çok soğuyordu. Evde olmama rağmen hasta bile olmuştum. Tüm hafta evin içinde kırmızı bir burun ve ceset torbası gibi göz altlarıyla gezmiştim.
Abim yine hastane diye tuttursa da uzunca bir süre hastane görmek istemiyordum. Bu yüzden reddettim. Ama şimdi tüm kemiklerim ağrıyıp sızlarken teklif gözüme cazip görünmüştü.
Yine de gitmek istemiyordum çünkü sanki hastaneye her gittiğimde üzerime kokusu siniyor ve çıkmıyor gibi geliyordu. Kaldı ki pek hoş anılarım da yoktu o koridorlarda.
Elimi kuruyan boğazımın etrafına sarıp yutkundum. Sanırım masamdaki bardak koleksiyonlarına bir tane daha eklemem gerekecekti. Bu gün bu içtiğim kaçıncı bitki çayıydı bilmiyorum. Eteğimi çekiştirip çay yapmak için ayağa kalktım.
Koridordan mutfağa geçerken öyle büyük bir gürültü koptu ki neye uğradığımı şaşırdım. Daha şaşkınlığım geçememişti ki kapı aynı gürültü de çalmaya başladı. Ardı ardına gelen yumruklarla koridorun ortasında durmayı bırakıp şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalıştım.
"Piraye!" Kulağıma gelen ses yabancı değildi. Kapıya yaklaşıp hırkamın eteklerini avuçlarımda topladım.
"Kim o?" Yüreğim ağzımda atıyor gibiydi.
"Benim, Yavuz." Elim anında kapıyı açmak için hareketlendi. Kapıyı açtığım an karşımda nefes nefese üç adam vardı.
Elim kapı kulpunu sıkarken bir adım öne çıktım. "Sizin burada ne işiniz var?" Ayhan ikisinin arasından çıkıp yüzündeki değişik ifadeyle bana baktı. Hatta öyle ki sinirini saklama gereği bile duymuyordu.
"Sen Baybars'ı görmek istiyor musun, istemiyor musun?" Sorduğu soruya mı şaşırayım yoksa sorma şekline mi bilemedim. O kadar sinirlenmiş görünüyordu ki esmer teni kızarmıştı.
"Ayhan sorduğun soru-" Sabırsızca nefesini dışarı üfleyip, "Çok basit bir soru bu. Çok vaktimiz kalmadı, görüş saati iki saat sonra bitiyor. İstiyor musun sen onu söyle." Dedi ve kolundaki saati gösterdi.
"Düşünme Piraye. Vaktin yok, geleceksen şimdi seni alıp-"
"Geleceğim."
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |