
Gözlerimin içine saf nefretle bakıyordu. Beni öldüreceğini iddia ederken sesi titrememişti bile. Karşımda kendini parçalıyor ama onu anlamadığımı düşünüyordu. Oysa onu en iyi ben anlardım, bu yüzden onu yalnız bırakacaktım. Duruşum değişmezken benden tekrar nefret edeceğini bilsem de renk veremezdim. Benden her halükarda nefret edecekti zaten, ben iyi bir adamda olsam, kötü bir adamda olsam.
O beni sevmemek için nedenler ararken ben her defasında onu affedeceğim noktalar bulacaktım.
...
"Defol git!" Gömleğinin yakasına yapışıp içimde ne varsa hepsini ortaya döktüm. Benim dilimde zehir olacağına onun omuzlarında yük olsunlardı!
"Sen sıranı çoktan kaybettin Baybars Turan! O silah şimdi benim ellerimde, o namlunun ucunda artık sen varsın. Ve seni temin ederim ki," Biraz daha yakınına girip kokusunu duyumsayan ciğerlerimi nefessiz bıraktım. Farkında olmadan onda alışmış olduğum ne varsa hepsini onunla beraber bırakacaktım.
Gömleğini saran parmaklarım sızlayınca daha da çok sıktım. "Ben senin gibi öldürmeden bırakmam. O kalbinin her santimini silahımdan çıkan kurşunlarla deleceğim. Beni yaşarken öldürmenin bedeli bu! Cesedine bile saygım olmayacak. Tükürüp geçeceğime emin olabilirsin." Yakasını itip bıraktım. Gözlerinde bir şeyler yerinden oynamıştı. Cümlenin yarısında gözlerine bakmayı bırakmıştım. Kalbimle oynayamazdı, buna izin vermezdim. Bende uyandıracağı ve diri tutacağı tek duygu her zaman ve her zaman nefretti ve öyle kalacaktı.
...
"Şimdi daha iyi misin peki?" Hülya elindeki su dolu bardağı masaya bırakıp gözlerini bana çevirdi. "İyiyim, bir şeyim yok zaten, abim ortalığı gereksiz velveleye verdi. Bayılmışsam ne olmuş? Alırsın koltuğa yatırıp kolonya koklatırsın biter gider." Hülya sen akıllanmazsın der gibi bakıp yanımıza gelen yengeme döndü.
"Sen ne yaptın Lale abla?" Sıkıntıyla yanımıza gelip aramıza oturdu. "Valla nasıl olayım Hülya, aynı." Hülya ne oluyor der gibi bakınca omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bir şey olmuşsa bile benim haberim yoktu. O da benden umudu kesip yengeme döndü. "Lale abla iyi olduğuna emin misin? Dalgın gibisin." Yengem derin bir nefes verip saçlarını sırtına attı.
"Ya bende bilmiyorum ki, Karun bu aralar o kadar düşünceli ki, geçen gün mutfağa su doldurmaya diye gitti, bir saat gelmeyince merak ettim dedim bu adam ne yapıyor, yanına gittiğimde öylece tezgaha yaslanmış halıya bakıyordu. Koluna dokununca da irkilip sürahiyi yere düşürdü. Kesinlikle iyi değil, artık buna eminim." Abimdeki bu değişiklikleri bende fark etmiştim elbet. Olur olmadık yerde transa geçiyordu. Sigara içmesi çoğalmıştı. Bu onda çok büyük bir değişiklikti.
"Piraye sen bir şey biliyor musun? Sana söylemiştir." Kafamı salladım. "Bana da söylemedi yenge." Durup gözden geçirdim.
"Ya bu adamın ne derdi varda ben bilmiyorum, kafayı yiyeceğim." Hülya da bir elini çenesine yaslamış yengeme bakıyordu. "Abla konuştuğu hiç arkadaşı falan yok mu Karun abinin? Belki onlara söylemiştir?" Hülya'nın lafıyla durup biraz daha düşündüm. Abimin arkadaşlarını tanımazdım, ama en son Baybars'la konuşuyordu. Hemen öne atılıp,
"Abim geçen gün Baybars'la konuşuyordu. Ama abim onunla en fazla beni konuşmuştur. Zaten o gün de eve gelmediğim için konuşmuşlardı." Demiştim çünkü aklıma başka bir şey gelmiyordu. Yoksa abim Baybars'la ne konuşacaktı ki?
Hülya bana dönüp elini salladı "E o zamana arsana kızım adamı. Hem öğrenmiş olursunuz?" Olmazdı. Kesinlikle olmazdı. O konuşmanın üzerinden bir gün anca geçmişti. Yerimde doğrulup ayağa kalktım.
"Şu an müsait olmayabilir. Akşam ararım ben onu." bir kaşını kaldırıp bana baktı. "Aramadan nasıl öğreneceksin müsait olup olmadığını. Kaldı ki sen onun sözlüsüsün, aradığında da açsın bir zahmet." Hülya'ya ne desem beni zorlayacaktı. Aramadan asla rahat bırakmayacaktı beni.
"Akşam eve gelince ararım, bu saatlerde işleri yoğun oluyor. Hem saat daha sabahın körü." Hülya yememişti ama yengemi daha fazla strese sokmamak için kafasını sallayıp benimle de sonra konuşacağını belirten bakışlarını da esirgemedi. Ondan kaçamazdım, nihayetinde o bir avukat adayıydı.
Gece olunca Hülya ve ben onların evinin bahçesindeki çardakta oturup sohbet ediyorduk. Pınar abla eve anca gelince her ne kadar yorgun da olsa o da bize katıldı. Kısa süreliğine eve girip iki büyük battaniyeyle yanımıza oturdu. Sohbetin ortasında yengem de elleri dolu bir ton atıştırmalık getirirken keyfimize diyecek yoktu. Hatta öyle ki bir ara eski günlere geri dönmüş, bunların da birer hatıra olacağını bilerek önce onları sessizce izlemiş, bu anın keyfini çıkarmıştım.
"Kızlar o bu değil de biz bu Piraye'nin düğününde ne giyeceğiz ya?" Pınar ablanın ortaya attığı bomba büyük ses getirirken yengem elindeki çikolatayla bana baktı. Anlaşılan topu bana atmıştı.
"Şu an için daha erken Pınar abla. Bir yıl kadar var, rahat rahat bakarsınız." Açtığım içeceği masaya bırakıp battaniyeye daha çok sarıldım. "O zamana kadar da ne olacağı belli olmaz. Hem bakalım olacak mı?" Pınar abla kafasına diktiği cips paketinden sıyrılıp bana döndü. "O ne demek kız öyle? Tövbe yarabbim, duyan da ayrılıyorsunuz sanacak." Hülya çaktırmadan yandan yandan bana bakıyordu. Beni dürtüp durması da cabası. Zaten biraz daha dürterse düşecektim.
"Zamanın ne getireceğini bilemeyiz. O yüzden öyle dedim." Yarım bıraktığım içeceğimi yudumlayıp sorulardan kaçmaya çalıştım. Yengem bacaklarını toplayıp üzerindeki battaniyeyi kucağına topladı.
"Valla bana sorarsan abinin bu dalgınlığı da bu sebepten. Adam haklı, bir kız kardeşi var o da evlenecek." Olabilirdi. Ama bu işe evet deyip izin veren de oydu. Üstelik şükür ki daha nişan bile yapılmamıştı. Başka sebepleri de olabilirdi. Hülya çekirdek dolu elini kendine çekip bana döndü.
"Sen aradın mı Baybars'ı?" Ona dönüp kafamı salladım. Yemin ediyorum bu kızın gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Pınar abla heyecanla bacaklarını toplayıp çekirdeği kafama attı.
"Kız arasana. Biz de enişteyi değerlendiririz. Ay valla çok eğlenceli olur." Pınar ablacığım eğlenceli olmaktan çok eziyet olacak haberin yok. Zaten sabah da zor kurtulmuştum. Kafama atılan çekirdekleri silkelerken son çare yengeme baktım ama o da omuzlarını kaldırıp ben bilmem der gibi indirdi.
"Kız arasana, hala bakıyor." Allah'a sığınıp hırkamın cebindeki telefonumu çıkardım. "Mesaj atsam? müsait olmayabilir." Hülya oflamaya başlayınca daha fazla direnmedim. Ne olacaksa olsun. İsmine tıkladığımda ilk aramaya cevap vermedi. Kızların ısrarı üzerine ikinciyi aradığımda da hemen açtı.
"Baybars, meşgulsen sonra da arayabilirim?" Kısa bir süre ses gelmedi. Ya telefona bakmadan açmıştı ya da ilk kelimemin bu olacağını beklemiyordu. İki ihtimalden biriydi.
"Meşgulüm, ama ara verebilirim. Seni dinliyorum." Hışırtı sesi hoparlörden her yere yayılınca kağıtlara baktığını anlamış oldum. Ben telefonu masaya bırakacakken Pınar abla koluma vurup gülmeye başlayınca telefonu zor tuttum.
"Şey diyecektim. Abim sana yakın zamanda herhangi bir şey anlattı mı?" Kapı açılıp kapanmıştı. Galiba sigara içmeye bahçeye çıkıyordu.
"Karun bana hep bir şeyler anlatır Piraye. O bir şeyin ardına saklanma da sormak istediğin soruyu sor." Bir de her şeyi anlamaz mı. Deli ediyor beni. Telefonu biraz daha kendime çekip boğazımı temizledim.
"Abim bu aralar fazla dalgın, fark etmişsindir. O gün de seninle konuşunca bende sana bir şeyler anlatmıştır diye düşündüm." Bilse söyler miydi meçhul. Asla rengini belli etmezdi.
Bir kaç nefes sesinden sonra durdu. "Baybars?"
"Piraye senin yanında kim var?" Kızlarla aynı anda şok olurken bunu belli etmemeye karar verdim. Yalandan bir kaç kere öksürüp durumu toparlamaya çalıştım.
"Kimse yok. Abimi sormak için aradım işte." Yengem çekirdekleri ikişerli yemeye başlayınca işin ciddiye bindiğini fark ettim. Yengem sadece çok heyecanlandığında çekirdeği ikişerli yerdi.
"Demek öyle. Benim hatam güzelim, affedersin." Pınar ablayı tutamıyorduk artık. Kendini yerlere atıyordu. Ona bakmayı bırakıp kendime gelmeye çalıştım.
"Tabii, sorun değil. Sen şimdi bırak onu bunu da bir şey biliyor musun bilmiyor musun?" Hafif gülme sesi gelince durdum. Fırsata çevirmeyecekse bende Piraye değildim.
"Gülüyor musun?" Bir müddet ses gelmeyince güldüğüne kesinlikle emin oldum.
"Baybars cevap verecek misin?" Hülya koluma vurunca omuzlarımı kaldırdım.
"Size gülmek ne mümkün Piraye Hanım. Madem yanınızda kimse yok, rahat rahat konuşabiliriz." Boğazımdaki yumru beni sıkarken kızlara bakamıyordum.
"Zaten yeterince rahat konuşuyoruz. Daha neyin rahatı?" Pınar abla iyice yanıma gelirken hepimiz toplanmış telefona bakıyorduk. Allah'ım ağzını kitle de konuşamasın.
"Yok yok, rahat değiliz. Sen her telefonu açtığında hayatım bugün seni çok özledim diye açardın. Bugün yapmadın, kesinlikle rahat olamayız." Pislik herif, bilerek yapıyordu! yanımda birileri olduğunu biliyordu!
"Baybars ben her zaman öyle açmak zorunda değilim ama değil mi? Demek ki bugün o kadar da özlememişim?" Ay ateş bastı! Bu adam beni kanser ediyordu.
"Hadi onu da geçtim bir tanem diye de cevap vermiyorsun. Sen değil miydin geçen gün arabada bir tanem deyip öpen? Deli miyim ben?" Deli değildi! Deli olur muydu hiç? o anca beni deli ederdi. Kızlar suratıma değişik ifadelerde bakarken kendimi aklamaya çalışıyordum.
"Valla olmadı öyle bir şey" Yengem hadi oradan deyip elini salladı. İyice renkten renge girmiştim. Şu an patlıcan moruydum.
"Efendim güzelim? Bir şey mi dedin?" Allah belanı versin dedim duydun mu? Gözlerimi sıkıp sabır diledim.
"Yok demedim! Ne diyeceğim?" Diyecek şey mi bıraktın?
"Anlıyorum hayatım. Yoruldun tabii sende, sonuçta-" Ne diyeceği hiç belli olmazdı. Hemen araya girip konuşmasını engelledim.
"Baybars! Sen bugün niye böyle konuşuyorsun he? Sen de yoruldun belli ki, Hadi Allah rahatlık versin!" Yoksa ben belasını verecektim!
"Uykun mu geldi? Sen bu saatte uyumazsın ki." Elimle kendimi boğmaya çalışmıyorsam daha çok zamanım olduğu içindi. Ama onu gebertecektim.
"Uykum geldi Baybars. Benim erkenden uykum gelemez mi? Yatacağım."
"Yat tabii canım. Ben seni merak ettiğimden sordum. Yoksa erkenden uyumadığını iyi biliyorum." Ay şimdi baygınlık geçirecektim. Yüzüm renklerden şekillere transfer oluyordu. Her saniye yeni bir şekle giriyordum. Hülya, Pınar ablanın ağzını kapatırken yengem çekirdeği bitirmişti bile! Ben yiyemedim ama yengem maşallah.
"Hadi yat Piraye. Yarın sabah şirkete geçerken ararım ben seni. İyice dinlen." Telefonu kapatmasını bekledim ama kapatmadı. Sessizlik uzayınca ben kapatmak için elimi uzatmıştım ki elim öylece havada kaldı.
"Seni seviyorum Piraye." Ben dahil herkesin nutku tutulmuştu. "Ama senin söylemene gerek yok. Bildiğim şeyler zaten. Üzerini iyi kapat bu arada, bugün hava daha soğuk, dün gece üşümüştün bir daha üşürsen hasta olursun sen." Telefon kapandı. İlk bir kaç saniye kimseden ses çıkmazken birden yükselen gülme ve kahkaha sesleri kulaklarımı çınlattı.
"Bir de diyor ki bir yıl daha var. Kız ne bir yılı adam hemen bu gece alacak ya seni." Kulaklarıma kadar ateş basmıştı. "İnanmıyorum Piraye, bende zannediyorum ki Baybars dümdüz birisi. Adam seninle konuşurken Romeo'ya dönüşüyormuş." Yengem ve Pınar abla yerlere yatarak gülerken Hülya ağzını kapatmış onlara eşlik ediyordu. Ve daha niceleri. Aklınca hastanedeki konuşmanın acısını çıkarıyordu. Ben bunu senin yanına bırakır mıydım?
...
"Bende şimdi çıkıyorum. Okulun oradaki pastanede buluşuruz" Uzun, küçük yırtmaçlı siyah elbisemin altına siyah topuklu çizmelerimi giyinip kapının önünde saçımı düzelttim.
"İyi olur valla, bende kahvaltı yapmamıştım zaten, birer börek yeriz." Hülyayla anlaşıp vedalaştıktan sonra telefonu kapattım. Üniversitedeki sınıfımızla buluşacaktık. Her sene yapmaya çalışırdık, hem öğretmenlerimiz için hem de bizim için eskileri hatırlamak iyi geliyordu. Hep beraber gülüp eğlenmeyi özlemiştik. Kapının önünden hemen taksiye atlayıp üniversitenin önünde indim, hepimiz burada buluşacaktık. Telefonuma bakıp erken geldiğimi anlayınca üniversitenin önündeki banka oturup biraz zaman öldürdüm.
Biraz gelen mesajlara, biraz da sosyal medyada gezinmiştim. Aklıma çevirmem gerek bir metin olduğu gelince tam mesajı açacaktım ki adımın seslenmesiyle durdum.
"Piraye?" Yakıma yaklaşan adamı görünce gözlerimi kısıp ayağa kalktım. Kim olduğunu çıkaramamıştım.
O da yüzümdeki ifadeden bunu anlamış olacak ki gülümseyip gözündeki güneş gözlüğünü çıkardı. "Benim, Emir?" adını söylemesiyle bir şeyler kafamda oturunca bedenimden bir ürperti geçti
Emir'i sevdiğim söylenemezdi, hoş bir diyalogumuz yoktu çünkü. Yine de bozuntuya vermeden tebessüm edip ayağa kalktım. "Şimdi hatırladım. Seni hiçbir buluşmada görmediğim için tanıyamadım, kusura bakma." Emir öne çıkıp koyu sarı saçlarını karıştırdı. "Yurt dışında olduğum için gelemiyordum. Ama işlerin başına geçmem lazım artık, sürekli git gel olmuyor." Kafamı salladım. "Haklısın, zor oluyordur senin için." keşke birisi gelse de şu anlamsız konuşmayı sonlandırsa diye beklerken Hülya resmen bağırarak yanımıza geldi.
"Bende seni bekliyorum, pastaneye geldin sanıyordum." Hülya bana bakmayı kesip karşımdaki Emir'i görünce o da benim gibi gözlerini kısıp kim olduğunu çözmeye çalıştı. Emir oldukça değişmişti, ilk an tanıyamamıştık.
"Sen. Emir?" Emir gülümseyip el sallarken Hülya da benim gibi pek memnun olmamıştı. Ama yine de şöyle bir tebessüm edip, "Sen grupta var mıydın ki? Bugün buluşacağımızı nereden öğrendin?" diye laf çarpmaya çalıştı ama Emir hiç oralı olmadı. Hülya'nın sorusuyla uzun bir muhabbet olacağını anlayıp ayakta durmayı bırakarak hep beraber okulun karşısındaki pastaneye girdik. Hülya nezaketen bizimle oturmak isteyip istemediğini sormuştu ama Emir bu fırsatı resmen havada kaptı.
Emir hepimiz için bir şeyler sipariş ederken bir türlü rahat olamıyordum. "Ya Piraye sen hatırladığımdan daha da utangaç birine dönüşmüşsün." Hülya'nın şu an gözlerini devirmemek için verdiği çabayı hissedebiliyordum. Soruyu da görmezden gelmişti. Masanın üzerindeki üç içecekten çay olanı önüme alıp
"Utangaç değilim Emir, dinlemeyi seviyorum." dedikten sonra çayımdan bir yudum alıp arkama yaslandım. Onunla konuşmak istemiyordum çünkü hiç de iyi sayılacak şeyler yaşamamıştık. Hem de hiç. Hülya onunla konuşmak istemediğimi fark edip devreye kendisi girmişti. Konuşuyorlardı ama Emir beni de konuya dahil etmek için sürekli konu değiştiriyordu. En sonunda gruba pastanede olduğumuzu söylemiş ve herkesi buraya çağırmıştık. Öğretmenlerimiz de gelince Arabası olanlar diğerlerini de alıp buluşma yerine geçmiştik.
Meşgul olmayanlar, eşleri izin verenler ve bir de bekarlar katılabildiğimiz için bu sefer çok kalabalık değildik. Hepi topu otuz kişiydik. Herkes yerlerine geçip otururken Emir benim oturacağım sandalyeyi çekince tedirgin olsam da herkes oturunca bende oturdum. Hülya bir yanıma, Emir de bir yanıma oturunca Hülya yer değiştirmeyi teklif etmişti. O da en az benim kadar hoşlanmıyordu Emirden.
"Ben bu dümbüğün yanında otururum, sen benim yerime geç." Kafamı sallayıp tam yerimi değiştirecekken gelen sesle herkes kapıya döndü.
"Ya inanmıyorum, resmen yıllar sonra tekrar buluştuk" Büşra ve en yakın arkadaşı Tülay en son mezuniyette birbirlerini görmüşlerdi. Biz üniversitedeyken bu ikisi arkadaşlığını hiç bozmaz sanıyorduk. Lakin büyüdüğünde o işler öyle olmuyormuş. Tülay bir sene sonra evlenip Kanada'ya yerleşince Büşra da çok meşgul bir insana dönüşmüştü. Tülay gözleri dolu dolu Büşra'ya sarılınca onlarla beraber biz de duygulandık.
"Çok özledim seni. Gelecektim yanına, vallahi gelecektim. Ama oğlum son dakika sürprizi yaptı" Büşra kocaman siyah gözleriyle arkadaşına bakarken dili tutulmuş gibiydi "Anne mi oldun?" Tülay kafasını sallayınca Büşra tuttuğu tüm göz yaşlarını arkadaşının omzuna boşalttı. Büşra'nın tepkisine kimimiz gülerken kimimiz de onunla beraber ağlamıştık. Öğretmenlerimiz masaya oturunca ilk önce Tülay'ı tebrik etmiş ardından gelen yemeklerimizi bol kahkahalı bir sohbet eşliğinde yemiştik.
Hülya bana yanaşıp fısıldadı "Görüyor musun? Yasemin nasıl da gerim gerim geriliyor. Aklınca bana nispet yapacak salak." Yasemin ve Hülya'nın kavgasını ise bilmeyen yoktu. Hatta öyle ki Hülya bu sene yeni stajyerlik yapmaya başlamıştı. Anlaşılan Hülya'nın nefreti hala sıcaktı. "Bu kızı gördüğüm yerde boğasım geliyor. Diğer seneler bu gelmiyordu, ne oldu da bu sene gelmeye karar verdi anlamıyorum." Aslında cevabı basitti, Emir.
Yasemin üniversitenin başından beri Emir'i seviyordu. Üstelik aileleri de yakındı ama Emir Yasemine hiç o şansı vermemişti. "Sence nereden çıkmış olabilir Hülya?" Gözlerimle Yasemini ve yanımdaki Emir'i işaret ettim. Arkadaşıma son anda jeton düşerken sinsice gülmeye başladı. "Bu Emir senin sözlü olduğunu biliyor mu?" Bilse bu kadar sakin durur muydu emin değildim. Emirden hoşlanmamamın altında büyük sebepler yatıyordu, mesela hiç hakkı olmamasına rağmen her zaman çok karışırdı. Kaldı ki biz onunla hiç sevgili de olmamıştık ama Emir takıntı boyutunda bir şey taşıyordu.
"Bence kesinlikle bilmiyor. Ve bilmesi de gerekmiyor Hülya, çok fazla zaman geçti, unutmuştur bile." Öyle olmasını umut ediyordum. Emir şu aralar uğraşmak isteyeceğim en son kişi bile değildi. Herkes yemeğini bitirince sigara içenler restoranın bahçesine çıkmış, masada oturanlar ise kalan bir kaç öğretmenle sohbet etmeye başlamışlardı.
"Oysa her şey daha dün gibiydi. Size demiştik bu günlerinizin kıymetini bilin çabuk geçiyor diye." Hepimiz Semra Öğretmene katılırken o bana dönmüştü. "Piraye sen neler yapıyorsun? Diğer sene sende yoktun buluşmada. Sonradan öğrendik ki Büşra'nın doğum gününe gitmişsiniz." Bedenimden bir ürperti geçince dudaklarımı gülmeye zorladım. Nasıl unutabilirdim ki? Gittiğim her yere lanet gibi peşimden geliyordu.
Peçeteyle dudaklarımı silip nefesimi seslice dışarı verdim. "Öyle oldu Öğretmenim. Büşra bizi davet edince kıramadık tabii. Açıkçası bu sene buluşmak için geç kalınca olmaz diye düşündüm." Bir seneden fazla oluyordu. Koca bir seneyi arkamda bırakalı çok olmuştu. Selma Öğretmenim kafasını sallayıp dirseklerini masaya yasladı.
"Senin için hayat nasıl gidiyor peki? Beş yıl seni dilediğin noktaya getirdi mi?" Getirmedi öğretmenim. Bilakis, kendimden çokça geri gitmiştim. Olduğum noktada ise karanlıktan ve belirsizlikten başka hiçbir şey yoktu. Kendimi kaybetmiş, bu da yetmezmiş gibi bir cinayette de sessiz tanığı oynuyordum.
Düşüncelerimden sıyrılmak zordu, her ne kadar kaçarsam kaçayım, nereye gidersem gideyim benim konumum buydu. Ben bir katilin gölgesiydim. Ne o beni bırakmak istiyor ne de ben kalmak istiyordum. Ama sonuç; aynı yerde duruyorduk. Hülya beni dürtünce masadaki insanlara döndüm. Hepsi uzun bir müddet beni beklemiş gibiydi. Boğazımı temizleyip ayağa kalktım. "Selma öğretmenim izninizle benim biriyle konuşmam gerek. Sabah da arayamadım." Selma Öğretmen şüphe ve endişeyle kafasını sallar sallamaz masadan ayrıldım.
Biraz yalnız kalsam toparlardım kendimi. Restoranda koridoru hızlı hızlı yürüdüm ve kadınlar lavabosunu bulup resmen kendimi oraya attım. Ellerim mermerle buluşunca bir kaç kez derin nefesler alıp verdim. Aynada gördüğüm bembeyaz yüzümü toplamam gerekiyordu. Musluğu açıp avuçlarıma doldurduğum soğuk suyu yüzüme çarptım. Üşüsem bile bir kaç kez daha yüzümü yıkayıp havlu peçeteyle yavaşça sildim. Zihnimi bulandırmamalıydım. Bu gün olmazdı. Peçeteyi çöpe atıp elbisemi ve saçlarımı düzelttim. Hiçbir şey yoktu. Bu geceyi güzel bitirip güzel anacaktım. Lavabodan çıkıp koridoru dönüyordum ki önüme çıkan adamla hemen geri çekilip çarpmamayı başarabildim.
Ben kafa karışıklığı ile karşımdaki adama bakarken o da bana öyle bakıyordu. "Piraye? Senin burada ne işin var?" Yavuz yere düşen ceketini eğilip alırken bende aynı şeyi ona sordum. "Biz iş yemeği için geldik. Baybars hemen soldaki lobide. Sen ne iş?" Ellerimi kollarıma sabitleyip karşısında dikilmeye devam ettim. "Şu tesadüfe bak ki biz de her yıl olduğu gibi bu yıl da üniversite hocalarımız ve arkadaşlarımızla burada buluştuk. Açıkçası saçma bir tesadüf Yavuz." Elindeki ceketi koluna asıp yanındaki duvara yaslandı. "Yani Piraye nereden bilebilirdik ki? İma ettiğin şeyi anladım ama seni takip ettirecek de değiliz elbet." Bir kaşımı kaldırıp sinirle etrafıma bakındım. "Valla Yavuz ben onu bunu bilmem, Baybars'ın haberi olmasın yakarım. Şu geceyi düzgünce atlatıp evime gitmek istiyorum." Yanından geçerken yüzümü buruşturup tiksintiyle konuştum. "Bir de takip ettirir miyiz diyor. İş adamları ne zamandır adam öldürüyor? Yemeyin beni." Topuklarımı yere vura vura uzaklaştım yanından. Koridor bitiminde açık olan lobilere göz attım. Ortalıkta gözükmüyordu.
Arkamı dönüp bizim için ayrılmış uzun masaya yürüdüm. Diğerleri de bahçeden gelip yerlerine geçmişlerdi. Emir'in etrafa bakıp durması iyi değildi. Masaya yaklaşınca bana değen gözleri parladı ve anında ayağa kalkıp sandalyemi çekti. Yanına geçerken Hülya da bana bakıyordu. "Bunu yapmana gerek yok Emir. Ben kendi sandalyemi kendim çekebilecek bir yaştayım. Nezaketen yaptığının farkındayım ama dediğim gibi, hiç mi hiç gerek yok." Özellikle salağa yatıp nezaketten yaptığının altını çizmiştim. O da biraz bozulsa da renk vermeden yanımda oturmaya devam etti. Yemin ediyorum bir insan yedisinde neyse yetmişinde de o oluyordu. Hala yüzsüzün tekiydi.
"Hadi bakalım gençler tatlılar da geliyor. Başlayın bakalım oyuna." Hülya ile aynı anda birbirimize dönünce Büşra bizi görmüş olacak ki gülüp "Hocam bence Piraye ve Hülya bu oyundan muaf olsunlar. Onlar bu guruptan kimseye bir şey hissedemezler." Büşra patavatsızın tekiydi ama ilk defa bir işe yaramıştı. Bir kaç kişi de gülüp Büşra'ya katılınca Uğur öğretmenimiz de dikkati kendisine çekti. "Zaten oyunun amacı bu Büşracığım. Belki de kimseden hoşlanmamıştır ama siz bunu bilemezsiniz. Gruptaki bekarlar aralarında oynayacak, geçen yıl bu oyunu oynayan Enes ve Gamze evlendi, bakarsın bu sene de grubun gözde bekarı evlenir?" Tüm gözler bana dönünce yok olmak istedim. Her yıl oynanır Hülya ve bende gülüp eğlenirdik. Ama iş bize dönünce komik hiçbir tarafı yoktu. Selma öğretmene dönü "Öğretmenim ben oynamasam? Yani sonuçta bu gruptan kimseye de o şekil bakmıyorum." dediğim doğruydu. Burada tanımadığım bir kaç insanda vardı ama onların da bizim üniversiteden olduğunu biliyordum. Mesela Hülya da avukatlık okuyordu ama bir yıl kadar bizim bölümde olduğu için her yıl o da gelirdi.
"Pirayeciğim tabii ki istemiyorsan oynama, sadece her yıl buluştuğumuz ve arada da bir çok tanımadığınız insan olduğu için tanışırsınız diye oynuyoruz. Evlenmek işin şakası, çok iyi arkadaşta olabilirsiniz." İçimdeki rahatlamayla yavaşça arkama yaslandım. "Hocam ama Piraye hiç oynamadı ki. Zaten eğlencesine oynuyoruz, yoksa buradan sonra kimse çıkıp o kişiyle geri konuşmaya mecbur değil. Kimin senden hoşlandığını bilsen yeter" Yasemine bakıp kaşlarımı çattım. Bu ne arsızlıktı? O kişinin sevgisine geri cevap vermeyeceğimi biliyorsam ne diye burada söyleyip onu rezil edecektim ki? "Hadi ama Piraye. Korkma, zaten bir kaç saatlik buluşmada kimse sana aşık olmaz. Rahatla biraz, keyfini çıkart." Şu an Yaseminin üzerine atlamıyorsam öğretmenlerim olduğu içindi. Yirmi beş yaşına kadar düzgünce gelip bundan sonra rezil olmamak için yapmıyordum. Bilirdim ben ona yapacağımı. "İyi o zaman bende oynuyorum, madem eğlencesine oynuyoruz?" Hülya da oyuna dahil olurken beni kurtardığı için ona sevgi dolu bakışlarımı yolladım. Canım arkadaşım her zaman bir yolunu buluyordu.
Masanın başından başlayarak ilk kişinin kimden hoşlandığını çözmeye başladık. Sadece evet, hayır ve susma hakkı vardı. Herkes için beş dakikalık bir süre vardı ve kimse isimleri sayıp cevap vermesini bekleyemezdi. Herkes teker teker soracak ve o kişiyi bulmaya çalışacaktık. Kimseden hoşlanmama ihtimali de vardı ve bence bu oyunun en zevkli kısmıydı. "Tamamdır, o zaman ilk ben soruyorum. Hakan bu kişi senin yakından tanıdığın bir kız ve sarışın?" Hakan kafasını sallayıp diğer sorulara da cevap verirken onun kimden hoşlandığını bulamamıştık. Böyle böyle sıra Yasemine gelmiş ve ilk soruyu da Hülya sormuştu. "Yasemin sen kendinden başka kimseyi sevmezsin ama ayıp olmasın diye sorayım, Bu kişiyi çok iyi tanıyorsun ve şu an burada?" Yasemin hiç düşünmeden kafasını sallayınca herkes büyük bir o çekmişti. Kaç yaşına gelirsek gelelim bu o çekilirdi. Sıra bana gelince bende sordum. "Yasemin bence sen bu adamı çocukluğundan beri tanıyorsun?" Bu kadar ayrıntıyı kimse bilemezdi. Bu yüzden bunu sormuştum. Yasemin sevinçle kafasını sallarken Emir anlamıştı bile. Anlamasa aptal derdim. Yasemin de oyunu sonuç olmadan tamamlarken sıra Emir'e gelmişti. Bu sefer Tülay sormak istemişti. "Emir bence sen esmer bir kızdan hoşlanıyorsun?" Emir hayır anlamında kafasını sallarken Hülya bana bakıp gözlerini devirmişti bile. "Başlıyoruz" Bende derin bir nefes alıp sonraki soruyu dinledim. Bu sefer Kağan sormuştu. "Kardeşim seni en iyi ben tanıdığım için direkt isim söyleyeceğim. Yasemin!" Masadaki herkes donup kalırken Yasemin de bu ani ifadeyi beklememişti ama yüzünde güller açıyordu. Bir taraftan Emir'e umutla bakarken bir taraftan da bana bakıp beni kıskandırdığını zannediyordu. Yani onun için üzülmüyorum desem yalan olurdu.
Emir, arkadaşı Kağan'a bozulurken kafasını hayır anlamında salladı. Bir kaç kişi gülerken bazıları da ortamdaki gerginliği fark etmiş gibi pür dikkat izliyordu. Telefonuma mesaj gelince ortamın havasından sıyrılıp kucağımdaki telefonu açtım.
-Gideceğin zaman haber ver, Ben bırakacağım sizi.-
Arkama dönüp lobilerin olduğu mekana baktım ama görünürde yoktu. Sıra bana gelmezdi çünkü masada çok fazla kişi vardı, bu yüzden mesaj attım.
-Sen benim burada olduğumu nereden biliyorsun? Yavuz söyledi değil mi?-
Onun söylediğine adım kadar emindim. Ağzında bakla ıslanmıyordu maşallah. Bir kaç dakika sonra yeni bir mesaj gelirken hemen açtım.
-Evet Yavuz söyledi, ayrıca o yanındaki lavuk sandalyesini biraz daha sana yanaştırırsa onun ellerini kopartmak zorunda kalacağım.-Yanıma iyice yanaşmış olan Emir'e bakıp telefona geri döndüm.
-Sana ne Baybars? Ben sana yanındaki kadını soruyor muyum- Yanında kadın olmadığına emindim. Ama lafları kendi aleyhime kullanmam lazımdı.
-Hangi kadın? Piraye benim yanımda dişi sinek bile yok sen neyden bahsediyorsun?- Mesajını öylece bırakıp telefonu kapattım ve geri kucağıma koydum. Ben nerede nasıl davranması gerektiğini bilen bir insandım. Emir yanaşıyorsa ben pekala onu uyarabilirdim.
Oyun sürüp giderken yavaş yavaş neşelenmeye başlamıştım ki Emir sandalyemin arkasına kolunu koymaya çalışıyordu. Ondan önce davranıp hem sandalyemi hem de kendimi geri çektim. "Emir rica ediyorum biraz kenara çekilir misin? Ben seni uzakta olsan da duyuyorum." Dedim. Bu da sinirlerimi iyice tepeme çıkarmıştı. Sevdiğim bir ortamdan beni soğutacaktı.
Hülya en sonunda sandalyesini çekmiş beni kendi yerine oturturken o da benim yanıma oturmuştu. "Oyuna adapte olamıyordum, Kusura bakmıyorsun değil mi Emir?" Emir hiçbir şey söylemezken kafasını da masadakilere çevirmiş, keyfi kaçmıştı. Hülya buna karşın bana bakıp gülerken bende ona minnetle gülümseyip oyuna döndüm. Gece sonunda oyunda kimse kimseyi bulamamış, en son saatin geç olduğunu fark edip ayaklanmıştık.
Herkes mont ve kabanlarını alıp restoran dışına çıkmış biraz da ayaküstü sohbet edip evlere dağılmak için hareketlenmiştik. Büşra ve Tülay yanımıza gelip bize sarılırken Tülay'ı bir kere daha tebrik ettik. Bu esnada Büşra bana bakıp, "Piraye seni burada yakaladığım iyi oldu. Ben sana şeyi soracaktım, benim doğum günümün olduğu gece sen nereye kayboldun? Sonradan da seni göremedim. Sadece dışarıya çıktığın zamanı hatırlıyorum. Selma hoca sorunca aklıma geldi, sen kalkıp gidince de konu değişti soramadım." Kanım damarlarımda donarken ne diyeceğimi şaşırmıştım. Hülya da sıkıştığımı anladı ama ikimiz de birden böyle bir soruyla muhatap olmayı beklemiyorduk. Kendimi toparlayıp bir şeyler uydurmaya çalıştım.
"Ben birden kötüleştim Büşra. Gece mahvolmasın diye de taksi çağırıp eve gittim, sana da gittiğimi söyleyip vedalaşamadım. Kusura bakma lütfen." Büşra önemi olmadığını söyleyip bizimle vedalaşarak Tülay'la beraber arabaya bindiler.
Hülya bana dönüp bir şey söylememi bekliyordu ama ne diyebilirdim ki? İyiyim demek istemiyordum artık. Ne zamandır iyi değildim ama soranlara iyiyim demekten de yorulmuştum, bu yüzden sadece elimi sallayıp boş vermesini istedim ve gitmek için kaldırımda yürümeye başladık.
"Piraye!" Arkamı döndüğümde Emir'in bana doğru koştuğunu görmemle durdum. Kaşlarımı çatmış ona bakarken o gülüyordu. Nefes nefese kalmıştı.
"Bu saatte tek gitmeyin. Eve kadar bırakayım." Hülya yanımda oflamaya başlayınca benimde ondan kalır yanım yoktu. "Teşekkür ederiz Emir. Ama biz yürümeyi tercih ederiz, sağ ol sorduğun için." Bir kaç adım atmıştık ki Emir kolumu tutup aceleyle konuşmaya başladı. "Piraye saat çok geç oldu. İnat etme işte" Ağzımı açmaya fırsat kalmadan Emir'in elinin üzerine sertçe gelen elle neye uğradığımı şaşırdım.
"Bana inat eden sensin gibi geldi aslan parçası, indir bakayım elini." İndir diyordu ama adamın elini sıkıp kendisi çekmişti bile. Emir sinirle kolunu Baybars'ın elinden kurtarınca küfür edip üzerine yürürdü.
"Sen kimsin lan? Ne diye karışıyorsun? o benim arkadaşım. Yanlış bir şey yok kaybol hadi." Baybars gülüp ellerini beline koydu. Şu an yanlış bir şey yapmaması için içimden o kadar çok dua ediyordum ki.
"Arkadaşsınız demek. Kusura bakma kardeş ben olayı çok yanlış anlamışım." Emir'in siniri yerini korurken sadece kafasını salladı. Ardından tekrar bize dönüp elimi tutacaktı ki Baybars, Emir'in ensesinden tuttuğu gibi kafasını yanımızdaki arabanın kaputuna vurdu. Ben ve Hülya bir anlık şaşkınlıkla bağırırken, dağılmamış bir kaç erkek grubu olaya dahil olmak istedi ama restorandan çıkan Yavuz buraya gelmelerine izin vermedi. Önümüzde durup ellerini ileriye uzatırken, "Sorun yok beyler. konuşuyorlar." dediyse de buna kimse inanmamıştı ama üstelemeden gittiler. Ben içimden sayıp sövdürürürken Hülya atılmak istedi. Anında arkadaşımı durdurdum. Başı yanacak biri varsa o olmayacaktı.
"Bana bak orospu evladı. Seni ilk ve son kez uyarıyorum, hareketlerinden gram haz etmedim, seni bir daha nişanlımın yanında görürsem seni buraya gömerim. Bırak elini kolunu tutmayı aynı ortamda bulunduğunu görürsem senin elini kolunu felç ederim duydun mu?" Emir'in ensesini öyle bir sıkıyordu ki beynine kan gittiğinden şüpheliydim.
Emir morarmaya başlayınca ne olacaksa olsun deyip hızla Baybars'ın koluna yapıştım. Öldürecekti adamı. "Baybars bırak Emir'i! Herkes bize bakıyor, rezil olduk bırak." Biraz daha sıkınca endişeyle yüzüne baktım. "Bırak! Öldüreceksin!" Emir'in konuşabilmesi için bir nefeslik alan bırakırken yüzüne doğru eğildi. Beni duymuyor muydu bu herif?
"Bak Emir, güzellikle soruyorken he de. Sabrımın son demlerindeyim. Seni bir daha Piraye'nin yanında görmeyeceğim, anlaşıldı mı?" Emir konuşmaya çalışırken Baybars kulağını ona yaklaştırdı. "Doğru düzgün söyle lan!" Emir korkuyla yeminler edip elinden kurtulmaya çalışırken Baybars sertçe bıraktı ensesini.
Emir yerde ensesini ovalayıp Baybars'a bakarken kafamı aşağı eğdim. Rezil olmuştum, şu an şu saniye yerin dibine girmek istiyordum. Bir kaç sesin geldiği yöne bakamıyordum bile. Bir daha da asla buluşamazdım bu insanlarla.
"Gidiyoruz." Elimi tutmasıyla birlikte kafamı çevirip ona tiksintiyle baktım, şu durumda nasıl olurdu da elimi tutmaya kalkışırdı? Bir sinirlenen o muydu? Elini ittirip parmaklarımı ondan kurtarmaya çalıştım. Elimi çekmeye çalıştığımı fark ettiği an iyice avcunun içine alıp arabanın etrafından dolandırdı. O kadar insanın arasından geçerken başımdan aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissediyordum.
"Allah belanı versin Baybars." Kapıyı açıp bana baktı. "Versin Piraye." Arabaya binerken ayağına basıp koltuğa yerleştim. Sabır dileye dileye sertçe kapıyı kapatıp Yavuza bağırdı. "Yavuz, Hülya'yı evine bırak." Yavuz tamam deyince yanıma gelip arabaya bindi. Tek kelime etmeden arabayı çalıştırıp sürmeye başladı.
Bu yolun sessiz geçeceğini sanıyorsa yanılıyordu. Ağzının burnunun içinden getirecektim. "Sana artık ne diyeceğimi bilmiyorum, orada benim öğretmenlerim vardı! Sen kimsin ki o kadar insanın içinde birine saldırabiliyorsun? Eşkiya mısın sen he!"
Sustu ve ben daha çok çıldırdım. "Orada Emir'e bağırıp çağırıyordun, yine bağırsana. Orda o kadar insanın içinde yaptığın iş miydi senin? Allah'ım çıldırmak üzereyim!" Kendi tarafındaki camı açıp gözünü kısa süreliğine yoldan ayırdı ve lafı yine evirip çevirip saçma bir yere getirdi.
"Sen niye bana onu savunuyorsun? Ben o yavşağa az bile yaptım." Ona hayretler içerisinde baktım.
"Az mı yaptın? öldürecektin adamı Baybars dalga mı geçiyorsun?" Elimi alnıma koyup sakinleşmeye çalıştım. Bende neye şaşırıyorsam? Elimi alnımdan çekip yüzümdeki saçlara götürdüm. "Ama sende haklısın, öldürmeden bırakmazsın sen. Senin azındı o." Araba yolunda ilerlerken yavaşça sağ şerite çekince nefesimi dışarı verdim. Başlıyorduk.
Araba durur durmaz emniyet kemerini çözüp iyice bana döndü. "Derdin ne Piraye? Ben O piçi dövünce niye bu kadar bozuldun?" Saçlarımı karıştırıp sakinleşmek için kendi kendime telkin verdim. Ama o gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
"Ne ima ediyorsun? Orada olay Emir değil! Orada olay benim orada bir sürü arkadaşımın olması. Ben bir daha oradaki hiçbir insanların yüzüne bakamam, anlayabiliyor musun?" Başıma ağrı girmişti. Beni anlamamakta ısrar ediyordu. Ellerini direksiyondan çekip tam olarak bana döndü.
"Ben seni anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun. Herif resmen seni zorluyordu, yüzüne bakamam dediğin insanlarda tiyatro izler gibi sizi izliyordu. O ortamda bir tane aklı başında insan olsaydı böyle olmazdı." Bana doğru eğilip arabanın kaputunu açtı ve içinden sigara paketini alıp kapatarak benden uzaklaştı. Sanki kendisi çok aklı başında davranıyordu da.
Hâlâ ona baktığımı görünce, "Bakma, böylesi iyi oldu." deyip sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırdı.
"Şu lafı söyleyen sen olmasan inanırdım. Sanki sen çok aklı selim davranıyormuşsun gibi."
"Ne yapmışım bir söylesene?" Bitmezdi ki. Nasıl anlatayım?
Bende onun gibi emniyet kemerimi çıkardım. Saçlarımı geriye attım ve üzerimdeki kıyafeti düzeltip ağzıma ne geliyorsa söyledim. "Emir beni zorladıysa sen de bunu bir yıldır yapmıyor musun? Aynısını yapıyorsun. Beni Emirden koruyacağına kendinden koru. En azından Emir'in ne yapacağı belli, senin ne yapacağını kestiremiyorum bile. Bu yüzden endişe etme, ben ne yapar eder Emirden kurtulurum, ama senden bir türlü kurtulamıyorum. Onun da zamanı gelir, az sabır etmek gerek sadece, çünkü benim sana verecek bir yılım daha yok. "
Cebindeki zippoyu çıkarırken ona bakmadım. "Onu benim yanımda asla içemezsin, git nerede yakıyorsan yak." Kendi tarafındaki kapıyı açıp çıkarken,
"Yakmam zaten, ne zaman senin yanında yaktığımı gördün." Deyip arabadan indi. Bomboş yolda sadece arabanın farları yanarken o da arabaya yaslanıp arkasını bana döndü. Elini sigaraya siper edip ucunu ateşe verdiğinde sadece yükselen dumanları görebiliyordum, ama sinirli olduğunu da biliyordum. Sinirli olması da beni ayrıca deli ederken çantamda titreşen telefonumu elime alıp cevapladım. "Alo, Hülya eve varabildin mi?"
"Geldim Piraye merak etme, sen neredesin?" Ben hala yolun ortasındaydım. Otobüse ya da taksiye binsem şimdiye eve on kere gitmiştim. Yine de Hülya'ya belli etmek istemedim.
"Geldim az kaldı. Yarın erkenden işimiz var unutma." Hülya ile anlaşıp telefonu kapattım. Yarın ikinci adımı atacaktık, bu hayatımı geri alma yolundaki ikinci adımımdı. Baybars sigarasını içmiş yine de biraz dışarıda bekleyip sonunda arabaya binebilmişti.
"Çabucak evime gitmek istiyorum. Ve bir daha benim olduğum ortamda belirip benim işlerime burnunu sokma Baybars. Çok ciddiyim. Git iş yemeği mi ne zımbırtıysa başka yerde yap." Elleri direksiyonda dururken bıkkınlıkla nefesini dışarı verdi. "Bende ciddiyim Piraye. O sana orada dokunacak bende arkamı dönüp gideceğim öyle mi? Gavat değilim ben, unut onu." Elimdeki çantayı sinirle ortamıza bırakıp hızla yakasına yapıştım. Şaşırıp bana bakarken ellerimi ittirmek için hiçbir çaba sarf etmedi. Sadece durup ne yapacağımı izledi.
"Şimdi sen beni iyi dinleyeceksin, ben seni yeterince dinledim. Sen benim hiçbir şeyim değilsin, ben sana mecburum o söylediğin şey olmazsın yani merak etme. Ne sen beni, ne de ben seni seviyorum. Eli kanlı bir adama mı düştü benim güvenliğim? O adam sen değilsin Baybars, bunu sakın unutma." Anlaması için daha ne yapabilirdim? Hayatımızda normal olan hiç bir şey yokken nasıl benden normal davranmamı bekleyebilirdi? Benden hayatımı çalmıştı. Ötesi yoktu.
Bu saatten sonra iyi olan şeylerin hiçbiri aslında iyi değildi. Sadece omzumuza bir yük daha yükleyip yola öyle devam ediyorduk. Ama ben bu şekilde yaşayamazdım. Kalbimi ellerimle sökerdim de onu oraya almazdım. Gerekirse acımasız olur, onun yaptığı gibi bende onu vururdum, onu öldüredebilirdim, ama ona bakınca atan kalbime izin vermezdim. Kalbimin böyle bir söz hakkı yoktu. Bu ihaneti kendime yapamazdım.
"Hastanede ne söylediysem aynen arkasındayım. Elini çabuk tutsan iyi olur, çünkü bu sefer silahı olan bir tek sen değilsin." Gözlerimin duygu yoğunluğu yüzünden dolduğunun bilincindeydim. Ama yediremedim kendime.
Baybars bu süre zarfında hiçbir tepki vermeden beni izlemiş, konuşmam bittiğinde ise kafasını sallayıp aniden belinden çıkardığı silahı elime tutuşturmuştu. Ben endişeyle elimdeki ağır metale bakarken onun gözleri duman altıydı. İşte bu hareketini hiç tahmin edemezdim.
"Bitir işimi. Madem bu kadar çok istiyorsun ölmemi, sık gitsin." Silahı şakağına iyice yaslarken beynim birden olan şeyi anlayamıyordu. Ellerim titrerken parmaklarımı elleriyle destekledi.
"Sakın elin titremesin. Bunu burada bitir, bu nefretle ne sen yaşayabilsin ne de ben buna katlanabilirim. Son ver bu acıya." Kaşlarım çatılırken gözümden düşen bir damlaya engel olamadım.
"Emniyeti açık. Sadece ateş edeceksin." Kafamı salladım. Silahı iyice şakağına yasladı. "Hadi, sık Piraye! Sana beni öldürmen için bir şans veriyorum." Gözlerimi gözlerine diktiğimde içimde bir yerlerde bir şeyler yanıyordu. Ruhum acı içindeydi ama ben hiçbir şey yapamazdım. Çünkü buna ne cesaretim ne de gücüm vardı.
"Ben yapamam." Sesim aramızda bir dumandan ibaretti. Elimi tetikten çekecekken son anda parmaklarımı tutup silahın kabzasına bastırdı. "Sık, her şeye son ver. Eğer sen yapmazsan ben seni bırakamam Piraye, bunu sakın göz ardı etme. Sen benden sadece beni öldürerek kurtulabilirsin. Çek tetiği." Elimi çekmeye çalışıyordum ama asla izin vermiyordu. Gözyaşlarım dur durak bilmezken tüm çıkışlarım kapanmıştı.
"Bırak! ben yapamam, seni vuramam." Sesimin çıktığından şüpheliydim. Elimin altındaki silah bile tüm bedenimi titretmeye yetiyorken onu nasıl vururdum? Sözlerimi bir silahla icraata geçirmek istemiyordum. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalışırken eliyle çenemi tutup gözlerimizi birleştirdi. "Neden yapamıyorsun Piraye? Her fırsatta beni ölümle tehdit eden sen değil misin? Her fırsatta sözlerinle beni öldüren sen değil misin? Sadece bu sefer bunu kurşunla yapacaksın." Elimi tüm gücümle çekiyordum. Ama bir anda bedenimdeki tüm güç bitmiş gibi elim kolum kalkmıyordu.
"Yüzüme her baktığında katil olduğumu haykıran sen değil misin Piraye? Beni hiç bir zaman dinlemeyen sen değil misin konuşsana. Doğru olanı söylesem bile beni yalancı çıkarmak için her şeyi yapacak sen değil misin?" Arabada hıçkırıklarım yankılanırken, elimin altından onun eline düşen silah omzumdaki yükleri alacağına, daha da ağırlaştı. Kafasını aşağı eğip gözlerimi yakaladı.
"Ben sana arkamı dönemiyorum. Sende benim gibi bir adama yüzünü dönmüyorsun zaten. Bir kere dönüp neden yaptın demedin, bana o olay hakkında hiç ağzımı açtırmadın. Kapına kadar geldiğimde bile her seferinde kapıyı suratıma kapattın, olsun dedim. Bir gün sorar ve ben anlatırım. Ben hep o kapının dışında seni bekledim Piraye. Seni hiç tehdit ettim mi? Yaptım mı bunu? Ama sen onu bile yapmışım gibi muamele ettin bana. Canın sağ olsun, senin canın hep sağ olsun. Zaten bu saatten sonra sorsan da anlatmam. Ben senin gözünde damgalandım, ben senin kapında bekledim, ben senin gözünün içine baktım. Ben senin bana yaptığın tüm yanlışlara eyvallah çektim. Sırf seni bırakayım diye ortaya attığın aldatmaya bile sesimi çıkarmadım. Beni aldattığını onca insan bilirken, o adam kürsüye çıkıp da elini tuttuğunda bile kendimi değil, seni düşündüm. Hakkımda yaptıkları her habere kulaklarımı tıkadım Piraye. Sana denileni ise affetmedim. Tüm hatalarını yok saydım, hepsine gözlerimi kör ettim. Suratıma haykırdığın damgayla bütünleştim, senin sayende onunla yaşamayı öğrendim." Elindeki silahı arabanın önündeki yere koyup yorgunlukla omuzlarını düşürdü. İlk defa, ilk defa ona karşı söyleyebileceğim her şeyi yuttum. Bu sefer ben yandım. Dilimin ucundaki zehir bu sefer onu değil, beni yaktı.
"Şimdi sen söyle Piraye, kim kimin katili? Ben içimdeki çölü seninle yeşertmeye çalıştım. Doğru, bu benim hatamdı. Herkes benim karşımdayken sen yanımda ol istedim, bu da benim hatamdı. Bir tebessüm de beklemedim senden, sende sağ ol hep esirgedin. Sadece yaralı olan tarafımı sana yaslayabilirim sandım, iyileştirmeni beklemedim. Ama helal olsun, o yaralı tarafla yaşamak zordu, sende onu oradan kesip attın. Beni bir damgayla, yarım, şerefsiz bir adam olarak yaşamaya mahkum ettin. Onu aldatan kadınla beraber olmaya devam eden bir şerefsiz olarak. Yemin ederim bu hiç canımı yakmadı, yüzüme haykırdıkların beni küle çevirirken bu bana hiçbir şey yapmadı Piraye. Söylesene kim kimi öldürdü?" Kafamı kaldıramıyordum. Bu yolda suçsuz ve masum yoktu. İkimizde batmıştık, ama ben kimseyi öldürmemiştim. Öldüren de oydu, birinin hayatını çalan da. Benim yaptıklarım savaşımızın içinde mübahtı.
Yanaklarımın üzerindeki yaşları elimin tersiyle silip gözlerimi gözlerine diktim. Orada yıkılmış bir adam oturuyordu, harabe bir evin önünde ve dizleri üzerinde
"O adamı o gece öldürmeyi sen seçtin ben değil. Ben ne yaparsam yapayım senin yaptığının yanına bile yaklaşamam. Çünkü ben nefret de etsem, sebebi ne olursa olsun asla kimseyi öldürmem. Tıpkı senden ne kadar nefret etsem de öldüremeyeceğim gibi." Alayla gülüp bir kaşını kaldırdı.
"Büyük şeyler söylemeye devam ediyorsun. Ben siyahsam sen ak mısın? Benim sana söyleyeceklerim bunlardan ibaret, beni dinlediğinde yok, anladığında. Her zaman kafana eseni yapacaksın. Ama bir gün, sadece bir saniyeliğine bile tüm bu söylediklerinden pişman olursan ben seni affetmek için tam arkanda olacağım. Ama sen kendini affedebilir misin bilemem Piraye. Bununla yaşayabilir misin bilemem."
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |