Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@manjima068

Merhaba arkadaşlar! Bu uygulamadan paylaşma gibi bir düşüncem aslında yoktu ama sonra dedim ki, neden olmasın?

Oy verip yorum yapın lütfen

Ellerimi saçlarımdan çekip aynadaki aksime baktım. Kumral, uzunluğu belime yaklaşan saçlarım yine hemen yağlanıvermişti. Sebebi belliydi tabii.

Sürekli ellerim saçlarımda dolandığı için, normalden daha hızlı yağlanıyordu, yani ilk günden!

Oflaya poflaya üstümdekileri çıkarıp odamda bulunan banyoya ilerledim.


Küvet için suyu ayarladığımda ayaklarımın ucunu hafifçe içine daldırdım. Isıya hafiften alıştığımda ise aceleye getirmeden içine bıraktım kendimi. Vücudumun ürperdiğini hissediyordum lakin tam olarak alışana dek hareket etmedim. Duşumu kendim hazırlamaya başladığımdan beri (yani annemin ölümünden sonra) hafif soğuk su ile yıkanıyordum. Sebebi ise yok. Sadece öyle yapıyorum ve bir neden bulamıyorum. Vücudum ısıya alıştığında kafamıda suyun içine gömdüm...


Yeşil elbisemi düzelttiğimde artık hazırdım. Bugün bayramdı. Benim için yeşil elbise günüydü. Tabii bayram dışında da giyerim ama bayramları özellike yeşil elbise ile geçiririm benim için bir rutin gibi bir durumdu bu.


Kahvenin en koyu tonuna sahip olan gözlerime çok hafif makyaj yaptım ve son olarak nemlendirdiğim dudaklarıma

Kahve tonlarında olan rujumu sürdüm.


Dalgalı olan saçlarıma hiç dokunmadan (benim için çok zor)

Odamdan çıktım. Seke seke her bayram ilk olarak yaptığımı yapmak için dedemin odasına yöneldim. Öncelik dedemindi. Sağa döndüğüm gibi bir bedene çarptığımda ise günümün kötü başlayacağını anlamış oldum. Kafamı kaldırıp çarptığım kişiye baktığımda bana bakan halam ile amcamı gördüm. Ağzımı yaya yaya gülümsediğimde ise onlardan da sıcak bir gülümseme aldım.


Amcam bana elini uzatıp "öp bakayım amcanın elini" dediğinde ise öpmeyeceğimi üçümüzde biliyorduk.


"Maalesef halacığım ve amcacığım sizleri sonra öpeceğim. Önce en büyüğe gitmeliyim."


Halam saçımı hafif çekiştirip "hadi git kızım" dedi. Başımı sallayıp yanlarından ayrıldım. Halamın huyu buydu saçımı çekerek seviyordu.


Dedemin kapısına yaklaştığımda bu sefer durmamı sağlayan başka bir etken oldu. O karşımdaydı. Ezeli düşmanım...


Beni gördüğünde o da duraksamış ve bana bakıp kalmıştı. Aramızda dedemin odasının kapısı vardı ve biz öylece birbirimize bakıyorduk.


İlk konuşan ben oldum, "Yağmur..."


Şeytan görse korkacağı gözlerini kısıp bana daha dikkatli baktı. Üzerimdekileri inceledi. Açık bir kısmı olmayan yeşil elbiseme fazlasıyla uzun baktı, nedenini anlamadım. Hayır anladım ama anlamamak daha çok işime gelirdi işte bu yüzden anlamadım.


Bu sefer küçücük ama dolgun duran kırmızı dudaklarını oynatan Yağmur karısı oldu. Karı, evet.


"Ahter..." 


Şimdi ise gözlerini kısıp süzme sırası bendeydi. Dizlerinin biraz üstünde bitip vücudunu saran kırmızı elbise çok güzeldi. Ama bu karıya hiç mi hiç yakışmamıştı. Çirkin karı.


Bir süre daha birbirmize baktık.

Ve gözlerimiz aynı anda dedemin kapısına yöneldi. Yine Yağmura baktım, o da aynı anda bana baktı.


Eğer koşarsam ondan önce kapıya varmış olucaktım. Bunu biliyorum.

Fazla düşünmeye gerek yok diyerek koşmaya başladım. Yağmur karısı da koşmaya başladığında ben zaten kapıya varmıştım. Koluma kapı kulpuna atıp indirdiğim an bir kocakarı bana çarpmış gibi yana savruldum ve kırmızı bedenin benden önce girdiğini gördüm. Dengemi sağlayıp içeri en kızgın halimle girdim. Beni itip benden önce girmişti. Dedemin yanına doğru gittiğinde ondan önce ben şakıdım.


"Günaydııın dünyanın en sevdiğim dedesi!"


Dedemin gözleri onun elini tutup bayramını kutlayan Yağmur'dan ayrılmadığında kaybeden olduğumu anladım. Dedemin kendi çocuklarıyla oynadığı bir oyun vardı. Ve bu oyunu torunları ile de oynuyordu. İlk giden torun çikolatayı kapardı. Tabii bu çikokata almanya çikolatasıydı ve sadece bayramlarda ortaya çıkıyordu. İlk olarak dedem kazanan torununa verirdi sonra da evdeki hizmetliler herkese bir parça dağıtırdı. Bu oyunu eskiden her zaman ben kazanırdım, ama son yıllar da hiç kazanamadım.


Yağmur çikolatası alıp babaannemin yanına gitti. "Hayırlı bayramlar anneanne..." diye devam etti ama onu dinlemedim. Yağmur, halamın kızıydı. Babası kan davalı olduğumuz aşiret tarafından öldürüldüğünde bizim konakta yaşamaya başladılar.


Ben gözlerimi dedem'den ayıramıyordum ama onun gözleri eşindeydi. Yavaşça dedeme doğru adımladım. Tam önünde durduğumda boğazımı temizleyip,

"Dedeciğim elini uzatır mısın?" En kibar ses tonumu kullanıyordum ona karşı. Bu her zaman böyleydi.

Dedemin gözü ilk olarak kapalı olan elbisemi buldu. Bir benimkine bir de Yağmurunkine baktı. Ben hiçbir zaman dedemin yanında biraz bile açık giyinen biri olmadım, dedemin hoşuna gitmeme ihtimalinden dolayı.


Gözleri hâlâ elbisemi süzerken elini uzattı. Elini tutup hafiften okşayarak

Öptüm ve alnıma değdirdim.


"Hayırlı bayramlar dedeciğim."


Başını salladı ve "sana da hayırlı bayramlar canımın içi"


Yüzümde tebessüm oluşunca geri çekildim. Dedem sadece bana böyle seslenirdi.


Başımı yana çevirdiğimde babaanneme sarılıp onu boğmak üzere olan Yağmur'u gördüm. Kaşlarımı çatıp onlara doğru yürüdüm. Elimi Yağmur'un beline koyup onu çektim ve kulağına "az yemek yesene be! Seni çekmekte bile zorlandım şişko karı." Deyip hemen babaannemin benim için uzattığı elini tuttum.


"Hayırlı bayramlar babaannem"


Yağmur ile beraber odadan çıktığımız gibi bana sağlam bir omuz atması aynıanlarda oldu. Yanımdaki duvara çarptığımda ağzımdan bir inleme çıkıverdi.


Saçımı geriye attım ve onun üzerine doğru yürüdüm.


"Bana bak Yağmur seni mahvederim!"


Bir elimi omzuna vurup onu iteklediğimde, ayı yerinden bile kımıldamadı. Pis pis sırıttı buna karşılık.


"Ee ahter karısı beni yerden yere vurdun şimdi di mi?"


Kahrolası karı!


"Bana karı deme be"


Beni bir kez daha itip karı diye bağırdı. Yine kafamı kaldırdığımda ise ayaklarını götüne vura vura kaçan bir adet yağmur gördüm.


Sinirle soluyup bende aşağı inmek için hareketlendim. Bu tartışmaya sonra devam edecektim.


Aşağı indiğimde yine benden önce davranan Yağmur'u görmem gözlerimi devirmeme neden oldu.

Böyle olacağını bilsem yağlı saç demem sabahın köründe herkes ile bayramlaşırdım. Normalde herkesten önce uyanan ben bugün ne hikmetse geç uyandım.


Yanlarına yaklaştığımda Yağmur annesine, yani halama sarılıyordu. Onları öyle gördüğümde dudaklarıma samimi bir gülümseme kondu.


"Sana da hayırlı bayramlar annesinin

Prensesi." Hah işe bak. Koca karı prenseste olurmuş.


Kendi kendime kıkırdadığımda başımda bir el hissettim.

Amcam bir eliyle saçlarımı okşuyordu.


Onun elini tutup hızlıca öptüm ve alnıma değdirdim. Daha amcam ağzını açıp bir şey diyemeden ona sıkıca sarıldım, ve neşe ile şakıdım.


"Hayırlı bayramlar amcacığım!"


O da bana sarılıp benim bayramımı kutladı. Tam gidiyordu ki kolundan yakaladım. Elim ile para istediğimi belli ettiğimde de gür bir kahkaha atıp "senden kurtuluş yok di mi?" Dedi ve elini cebine attı.


İlk olarak 200 uzattığında somurttum ve başımı çevirdim. Zaman, pazarlık zamanı. Yine gülüp 400 uzattığında, yandan bir bakış atıp yine başka bir noktaya baktım.


"600 olur mu?"


"Cık olmaz, amcacığım benim değerim 600 mü?"


"Senin değerin bende dünyalar eder yeğenim."


Kalbim hafiften yumuşadığında ona tekrar sarılıp parayı alıcaktım lakin kendimi tuttum. Bugün pazarlık günüydü canım, öyle hemen salmak yok.


"1000?"


"Cık"


"1500?"


"Belki biraz daha fazla olabilir?"


"3000?"


Gözlerimde parıltılar geçince elindeki parayı kapıp sarıldım.


Bacağıma ufak bir şey dokunduğunda kendimi amcamdan geri çektim.

Amcamın tek çocuğu kollarını açmış ona sarılmam için bekliyordu.

Onu kucağıma alıp onunda bayramı kutladım ve onu kucağımdan indirmeden herkesle bayramlaştım.


Şimdi aile üyelerim ile beraber kahvaltı ediyordum. Halam kızı Yağmur (karı) ve oğlu Mehmet ile sohbet ediyordu. Yağmur benden 1 yaş büyüktü ve sürekli bana bulaşıp duruyordu. Çekemiyordu beni.

Kardeşi Mehmet 14 yaşında ergenliğin başlarında olan kendi halinde bir çocuktu. Severdim Mehmet'i. Ben tüm ailemi severdim.


Başımı bu sefer amcama doğru çevirdiğimde o da oğlunun kahvatlı etmesine yardım ediyor ve bir yandan da dedem ile bugün olacak toplantı hakkında konuşuyordu.

Amcam genç bir adamdı. Yaşının 34'ünde dul bir adam. Karısı hastaydı ve doğumda öldü. Amcam canı ne kadar yanarsa yansın karısının tek emaneti olan oğulları için dimdik kaldı.


Oğlu, yani Poyraz, 4 yaşında ve dünyalar tatlısıydı. Ona bakınca dayanamayıp yanağından bir ısırık aldım. Poyraz benden kurtulmaya çalışırken bir tane de öpüverdim ve çekildim.


Bu masada bir de dedem ile babaannem vardı. Biz 8 kişilik bir aileydik. Parçalanmış olan ama yine de bir aile olan 8 kişi. Benim anne ve babam, ben 10 yaşımda iken araba kazasında öldüler. Hayır kaza değil.

Cinayet. Kan davası. 


Bu kan davası bizden çok şey aldı.

Ama bana sorucak olursanız en çok dedem ve babaannemden aldı.

3 oğul, 1 kız, 3 gelin ve bir damat.

Tabii bu liste böyle uzayıp gidiyor.

Yeğenler mi dersiniz? Kardeşler mi dersiniz? Bugün kan davası için yapılacak bir topanlantı var. Ramazan bayramında hayırlı bir iş olması için dün gece çokça dua ettim.

Bu kan davası bitsin diye her şeyi yapabilirdim, ama benim elimden gelen hiçbir şeyde yoktu. Sadece dua edebiliyorum.


Kahvaltımız bittiğinde Yağmur ile beraber topladık, tabii bol tartışmalı oldu.


Artık zamanı gelmişti. Dedem ile amcam konaktan aşiret toplantısı için çıktılar. Derin bir iç çekip babaannemin yanına gittim.


"Babaanneciğim"


Dua eden babaannem gözlerini açıp bana baktı ve başıyla konuşmam için hareket yaptı.


"Ben arkadaşlarım ile bayramlaşmak istiyorum. Çıkabilir miyim?"


"Çık kızım, çık. Ama sakın ola geç kalma. Konağa birçok misafir gelecek."


Babaannemi onaylayıp konaktan çıkıyordum ki kocakarının sesini duydum.


"Nereye Ahter?" 


Yağmur'a baktığımda o da elinde çantası ile çıkmak üzereydi.


"Şeker toplamaya gitmeyeceğim kesin," dedim çantasını gözlerimle işaret ederek. Onu görmezden gelmeyi tercih ederek konaktan çıktım. Öfkeyle yere vurulan adımlardan peşimden geldiğini anladım. Pek kimsenin olmadığı bir alana girdiğimizde ise sesini duydum.


"Aman dikkat et! Köşelere girip adını kirletme sen."


Adımlarım durduğunda arkamı döndüm. Ne ima ediyordu? Karnım kasılmaya başladığında bedenim titredi. "Sen ne demeye getiriyorsun Yağmur?" Omuzlarını silkip ara yollardan birine girdi ve uzaklaştı.


Bir süre olduğum yerde öylece bekledim. Sonra başımı sallayıp kendime gelmek istedim. Altıüstü yağmur işte başka ne olacak ki?

Kahrolası karı.


Ben de yoluma devam ettim.


Bir erik ağacı gördüğümde durdum.

Yeşil erik benim en sevdiğim meyveydi. Belkide yeşil aşkımın nedenide buydu. Elimi uzatıp erik toplamak istedim. Eskiden ellerim yetişmezdi ama artık öyle değil. Ben büyüdüm!


Bu düşünce muzip bir şekilde sırıtmama neden oldu. Birkaç tana erik toplarken sırtımda bir izlenme hissiyatı oluştu. Arkamı döndüğümde ise sadece bir araba dikkatimi çekti.

Siyah bir araba. Şahkarların arabası.

İçimde birçok duygu uyandı o esnada. Tedirginlik, endişe, korku, hüzün, ve nefret.


Şahkar aşireti kendini belli etmek için arabalarının bir kısmına damga Şahkar damgasınu vururlardı. Bu sayede herkes onların nerede olduğunu bilirdi.


Gözüm hâlâ siyah Şahkar arabasına takılı iken 40'lı yaşlarda bir adam o arabanın arkasına bindi. Saniyeler sonra araba harekete geçti ve gitti.

Büyük ihtimalle toplantıya gidiyorlardı. Biz Soylular aşireti için önemli bir gündü, tıpkı Şahkarlar'a olduğu gibi. İki düşman aşiret.

Bugün son toplantı yapılacak ve son bir karar alınacaktı. Ya barış ya da asla durmayacak ölümler.


Derin bir iç çektiğimde kalbimin üzerindeki elimi fark ettim. Bazen fark etmeden elimi kalbimin üzerine koyuyor ve nefes almaya çalışıyordum. Bir sorunum yok ama bazen nefesim sıkışır bu zamanlarda kendimi sakinleştirmem zor olur. Elimi kalbime koymam bundan bir alışkanlıktır belkide.


Yoluma devam ettim ve en yakın arkadaşımın evinin önünde durdum.

Evlerinin kapısını çaldığımda çok geçmeden zeynep kapıyı açtı. Ben daha bir şey diyemeden bana sarıldı ve bende ona karşılık verdim.


"Seni çok özlemişimmm Ahter."


Kısa bir süre önce istanbuldan mardine döndüm. 4 yıllık bir üniversite sürecinden geçmiştim, ve bu 4 yıl boyunca bir kez bile mardine dönmediğim bir süreçti. Mezun olduğumda ise konaktan neredeyse hiç çıkmadım. Ailemi o kadar çok özlemiştim ki...


Dudaklarımı biraz büktüm. "Bende seni çok özledim Zeynep. Ama sana konaktan bir süre ayrılmayacağımı ailem ile özlem gidermek istediğimi söylemiştim. Üzgünüm."


Benden ayrıldı ve yanaklarımı öptü.

"Sorun değil Ahter. Ama aradan haftalar geçti artık bol bol çıkarsın di mi?" Ona tebessüm edip onayladım.

Evet artık bol bol çıkardım. Bi de bu kan davası barış ile sonuçlansa benden mutlusu olmazdı.


Zeynep ile 1 saat geçirdim. Bu vakitte ailesi ile bayramlaşmış ve hemen zeynebin odasına geçmiştim.

Şimdi ise sıkıla sıkıla Zeyneb'in birileri ile yazışmasının bitmesini bekliyordum.


"Kiminle yazışıyorsun Zeynep?"


Gözünü telefondan ayırmadan,

"Arkadaşlar, kuzenler falan işte bayramlaşıyoruz," dedi.


Birkaç dakika sonra telefonu kapatıp bana döndü. "Ahter dayım beni çağırıyor onların yanına gideceğim gelicek misin?"


Başımı hayır anlamında salladığımda ofladı.


"Yani canım kardeşimle hasret bile gideremeyecek miyim ya? Bir kezde benim yakamı bir bıraksalar vallahi bıktım şu akrabalardan."


Kardeş diye söylediği ben oluyordum.


Yüzümde içten bir tebessüm ile söylenip hazırlanmasını bekledim.

Evden beraber çıkıp ayrı yollara saptığımızda artık kendimle başbaşaydım. Konağa doğru yolumu aldım.


Pek kimsenin olmadığı bir yoldan geçiyordum. Başımı gökyüzüne çevirip derin bir nefes aldım.

Kolum tutulup bir yere çekildiğimde neredeyse aldığım nefeste boğulucaktım. Beni tutan kişiye baktığımda Serdar'ı gördüm.


"Serdar ne yapıyorsun ya?" Diye fısıltı ile bağırdım.


Serdar ince dudaklarını, dolgun dudaklarıma değdirip beni susturduğunda öylece kalakaldım.


"Sessiz ol gülüm biri bizi görsün mü istiyorsun?"


Sesimi olduğundan da daha fazla kısıp ondan biraz uzaklaştım.


"Serdar seni çok kez mardin'de böyle davranma dedim!"


Ellerini uzatıp ellerimi tuttu.


"Ne yapayım he gülüm sen söyle?

Haftalardır seni göremiyorum."


Serdar 2 yıldır beraber olduğum adam. Üniversite için istanbulda olduğum vakitler tanışmıştık.

O da mardinliydi ve toprak aşiretindendi. Babasından sonra ağa olacak kişi Serdar'dı. Ama Serdar ağalığı çok umursayan bir adam olmadı hiçbir zaman. O daha çok okumaya meraklı biriydi. Zaten istanbulda da üniversiteden dolayı tanıştık.


"Ama serdar dikkat etmeliyiz kimse bizi bilmiyor." Dedim hâlâ kısım tuttuğum sesimle.


Serdar ellerimi bırakıp benden uzaklaştı.


"Tamam gülüm. Ama sadece birkaç gün daha olucak bu ayrılık."


Anlamsızca kaşlarımı çattım. Ne demek istediğini anlayamadığımı anladığında ince dudaklarını araladı.


"Seninle evleneceğiz."


Kalbimin son bir kez sertçe attığını hissettim. Sonra bir daha kalp atışı hissedemedim. O ne demişti?

Doğru mu duymuştum?

Tek nefeste söyledi o iki kelime bende donma hissi yaşatırken dudaklarım sadece biraz aralandı.

Başka bir harekette bulunamıyordum. Şu zamana dek evlenmeyi hiç düşünmedim.

Serdar'ı seviyordum, ama evlilik bana her zaman çok ciddi bir mesele gibi geliyordu. Zaten çok ciddi bir mesele. Çok dikkatli düşünülmeli ve öyle konuşulmalı. Şu ana dek hiç düşünmediğim bu meseleyi sevdiğim kişiden duymak benim şoka uğramama neden oldu.


Serdar aniden üstüme doğru gelip dudaklarımı öpmeye başladığında ancak kendim gelebildim. Ellerim ile Serdar'ı itmeye çalışsam dahi izin vermedi. Beni tutup istediği kadar öptü. Geri çekildiğinde ise ona en sert bakışlarını gönderen beni buldu.


"Biri. Görücek. Dedim. Sana." Diye tane tane sert bir dil ile kızdım ona.


O ise sırıtıp "onu boşver gülüm. Seni ne zaman istemeye geleyim onu söyle sen."


Birkaç saniye düşünmek için kendime zaman tanıdım.


"Bilemiyorum Serdar ben şu zamana dek evliliği hiç düşünmedim. Yapabilir miyiz ki?"


Başını sallayıp bana sarıldığında her ne kadar biri görür diye korksam dahi bende kısaca karşılık verip çekildim.


"Bunu akşam telefondan detaylıca konuşalım serdar olur mu?"


"Olur gülüm, olur."


Ona gülümseyip vedalaştım.


Yol boyu Serdar ile olacak evliliği düşündüm. Olabilirdi aslında. Bu yıl evlenebilirdim. Dudaklarımda hafif bir tebessüm ile konağa girdim.


Konağın kalabalığı yüzümün asılmasına neden olsa dahi kendimi hemen düzeltip misafirlerin yanına hızla ulaştım.


"Hoşgeldiniz" dedim yüzümdeki kocaman gülümsemem ile.


Tüm kadınlar hoşbulduk dediler ve bayramlaştık. Hepsine şeker ikram ettiğimde ise her birinden ayrı ayrı övgü alıyordum. Kimileri şakasına(!) Beni oğluna alacağını söylüyor kimileri de benim gibi bir güzelliğin erkek elinde harcanacağını ve evlenmemem gerektiğini söylüyorlardı.


Aradan saatler geçti. Misafirler gitmiş sadece aile olarak kalmıştık.

Tabii amcam ve dedem yoktu. Avluda onları bekliyorduk. Tabii sadece beklemiyorduk en azından ben ve yağmur. Yine tartışıyorduk.


Artık ev halkı ikimizin bu hallerinden bıkmıştı. Ama ben ne yapabilirim ki? Yağmur rahat durmuyordu. Tamam belki bende birazcık rahat durmuyor olabilirim ama azıcık minnacık.

Yağmur ise o tam bir kocakarı.


Ne ben ne de zeynep onu hiçbir zaman sevmedik. Ne zaman Yağmur ile Zeyneb'i görsem hep tartışıyorlardı. Hadi ben kendimi anladım. Peki o ikisi niye tartışıyorlar onu hiçbir zaman anlamadım.


En sonunda bahçenin kapısı açıldığında hepimiz susuverdik.

Dedem ile amcam geldiğinde ortamdaki gerginlikle kilometreler öteden belli olacak durumdaydı.

Karnım kasılıyor, kalbim şiddetle çarpıyordu. Dedem ve amcam gelip yanımıza oturduklarında bile hiç ses yoktu. Dakikalar sonra babaannem o soruyu sordu.


"Bey bir şey demeyecek misin? Ne oldu? Ne kararı alındı?"


Dedemin bakışları ben dışında tüm aile üyelerinde gezindi. Baktığı herkes yerinde kıpırdanırken ben bakmadığı halde kıpırdanıyordum.


En sonunda ise tekrardan babaanneme döndü ve dudaklarını araladı.


"Karar alındı. Barış sağlanacak.

Biz o aşiretten bir kız alacağız ve onlarda bizden bir kız alacak."


Ben rahatlamamız gerektiğini düşünürken, ortam daha da gerilmişti. Sebebini anlayamıyordum.

İki aşiret aralarında düğün yapıcaktı işte. Ben umuyorum ki gönlü olan kişiler evlenir.


Ortamdaki sessizlik dedemin sesi ile kesildi. Ama sanki o sessizlik artık çok daha bir sessizlik gibi geldi bana.

Ölüm sessizliği gibi.


"Ahten'i yarın akşama hazırlayın, Şahkar aşiretinin ağası, Ares Şahkar

Yarın istemeye gelecektir."


Hayır. Barış sağlansın diye her şeyi yapamazdım. Kesinlikle yapamazdım. Ben yapamazdım.


Dedemin her bir kelimesi kafamın içinde yankılanırken başımın döndüğünü hissettim. Dedemin yanına gitmek için ayaklandığımda Sendeledim. Bazı kollar bana sarıldı. Ben görmedim. Kimdi bana sarılan?

Neler diyorlardı? Hiçbirini anlamıyordum. Tek anladığım kurban olarak seçildiğim. Ama benim gönlüm yoktu ki? Neden ben? Gönlü olan kızlar illa ki vardır bizim aşirette. Ben yapamazdım.


Bu düşünceler ile beraber dedemin kelimeleri zihnime vuruyor gibiydi.

Gözlerim kararıyor, kalbim çarpıyor, Sanki son çarpıntıları gibi şiddetle çarpıyordu.


Yüzümün ıslatıldığını hissettiğimde ise yavaş yavaş zihnim açılıyordu.

Beni konakta kanapeye oturtmuş ve yüzüme su serpiyordu halam.


Dakikalarca, belki saatlerce? Bilmiyorum. O an zaman kavramımı yitirmiş gibiydim. Tek bildiğim bana uzunca gelen bir süre o kanapede oturduğum. Olayları kavrayıp kendimde güç bulduğumda kalktım o kanapeden. Hızlı adımlar ile dedemin odasına yöneldim.

Arkamdan kadınların sesini duyuyordum. Ama umursamadım.

Bu bana yapılamazdı. Bu hiçbir kadına yapılmamalıydı. Belki şehir dışı gözünü açmış töreyi unutmuş derler ama umurumda değil.


Dedemin odasının önünde durduğumda ise derin bir nefes alıp sakinleştim. Ve kendime bu kelimeleri söyledim birkaç kez.


"O senin deden. Terbiyeli ol. Haddini aşma."


Kapıyı çalıp içeri girdiğimde dedem yalnızdı. Pencerenin önünde dışarıyı izliyordu. Dönüp bakmadı. Kimin geldiğini gayet iyi biliyordu. Ona biraz yaklaştım.


İstemesem dahi kısık çıkan sesimi ona duyurdum. Tabii o duydumu bilemem. Asla bilemedim.


"Dedeciğim..." dönmedi, bakmadı bana. Ama ben sesimi duyurmak için devam ettim.


"Bir şey yapamaz mısın? Ben o adamla evlenmek istemiyorum.

Hem ben daha 20 yaşındayım kendimi evlilik için hazır hissetmiyorum. Ben kendimi evlilik için hazır hissetmiyorken hiç tanımadığım biri ile nasıl evleneyim.

Hem o adam benden büyük değil mi?

28 yaşında olduğunu duymuştum.

Dedeciğim sen istersen bunu durdurabilirsin. Torununu o acımasızlara, kanları öfke ve kin ile kaynayan kişilerin yuvasına göndermezsin değil mi? Ben orada nefes alamam biliyorsun."


Sesim artık titriyordu. Ben yabancı ellerde yaşayamazdım. Hele de o yabancı eller sevdiğim çoğu insanı benden almışsa hiç yaşayamazdım.


Dedem sessiz kaldı. Ama ben sessiz kalmadım. Ona biraz daha yaklaştım ve elimi koluna attım. Bir elim ile kolunu tutuyorken diğeri kalbimin üzerindeydi. Kalbim ağrıyordu.


"Dedeciğim. Gönder beni buradan. Yine istanbula gideyim. Vallahi bir daha gelmem. Ama yeter ki beni onlara verme. Bana bunu yapma.

Duy beni dede lütfen!" Son sözlerimi bağırarak söylemiştim. Ama dediklerimi yine duymadı. Belki duymak istemedi. Gözlerimden yaşlar birer birer akarken dedeme yalvardım.

Ama yine de dönüp bir kez torununa bakmadı. Canının içine bakmadı.


Dedemin dizlerinin önünde yere çöktüm. Hıçkırıklarım dudaklarımdan firar ederken öylece yere baktım. Ben daha sevdiğim insan ile evlenmeyi bile bugüne kadar hiç düşünmemiştim. Bugün bana benimle evleneceğini birkaç güne beni isteyeceğini söyledi. Ama şimdi ben töreye kurban olacağım bir yoldaydım. Bir kan davasının sonlanması için benden vazgeçtiler,

Annemi ve babamı benden alan kan davası için.


Ben orada içim çıkarcasına ağlarken bile dedem dönüpte bakmadı bana.

Amcam geldi, aldı beni o odadan.

Beni yatağıma bırakıp yorganımı üzerime örttü.


"Amca..." gözyaşlarım usul usul yastağıma damlarken kısılan sesim ile bir kez daha kendimi duyurmak istedim.


Amcam başıma bir öpücük bıraktı.

Gözlerinde keder vardı. 


"Elimden bir şey gelmiyor yeğenim. Elimden hiçbir şey gelmiyor."


Yatağımdan kalkıp kapıma doğru yürüdü. O sırada kapıda öfkeli bakışlarını bana dikmiş Yağmur'u gördüm. Amcam kapıyı kapatmadan hemen önce yağmurun bana iğrenerek baktığı fark ettim. Sadece öfke değildi, iğrenme de vardı.

Ama şu an onu umursayabilecek durumda olduğumu hissedemiyordum. Vücudum fazlası ile yorgundu. Kendimi bildim bileli değerleri düşük bir kızdım. İlaç tedavisi alsam dahi psikolojim ile tetiklenebiliyordu. Şu an değil konuşup tartışmak, gözlerimi bile açık tutsam benim için büyük bir güç örneği olurdu. Ama düşen değerlerim buna izin vermedi. Gözlerim kapanırken, aklımdan birçok düşünce geçiyordu.

Bu bayram benim için hayır değil felaket oldu. Telefonumun arama müzik sesini duydum. O ses git gide azalırken bilincim de kapanıyordu.


                           ♤♤♤


Yatağımdan kalkacak mecalim olmadığı için yarım saattir uzanır vaziyette telefonuma gelen aramalara ve mesajlara bakıyordum.

Zeynep ne çok aramıştı. Benim için endişelendiğini biliyorum. Evlilik kararı tüm mardine duyulmuştur bu vakite dek. Zeynep hiç mesaj atmamış ama 36 kez aramıştı.


Serdar ise 14 kez arayıp. Birkaç mesaj atmıştı. Bu evlilik kararını sorguluyor, benimle buluşmak istediğini yazıyordu. Onunla buluşmalıydım. Hakkıydı.


Yatağımdan vücut ağrım ile kalktım.

Aynanın önüne geçip yansımama baktım. Gözlerim şişmiş, kızarmıştı.

Solgun ve yorgun görünen yüzüm ile ne de berbat duruyordum böyle.

Dolgun dudaklarımın pembe rengi gitmiş beyazlayıp kurumuştu.

Her ne kadar üşeniyor olsamda kendimi banyoya atıp soğuk duşumu aldım.


Soğuk duşun verdiği rahatlama ile daha iyi hissediyordum. Siyah kumaş pantolonumun üzerine, krem rengi bluzumu giyip aşağı indim.


Herkes kahvaltısı etmişti. Bu çok normaldi çünkü sürekli en erken uynanan ben bugün 12'de uyandım.

Oysaki en geç 6'da uyanırdım.


"Hala"


Halam bana doğru geldi.


"Günaydın kızım. Nasılsın?"


İçime bir nefes çektim.


"Bilmiyorum. Hala alışverişe çıkacak mıyım?" Bu sorum üzerine halam şaşırdı. Anlayabiliyorum. Böyle bir durumda akşam beni istemeye gelecek insanlar için alışverişe çıkmak istemem benim içinde şaşırtıcı olurdu. Ama ben bu yüzden istemiyordum. Hava almaya ihtiyacım vardı, ve sadece bu sebeptende değil.


Dedemin emri üzerine evimizde hizmetli olan aynur abla ve şoförlerden biri olan osman abi ile evden çıktık. İlk olarak kıyafet mağazasına girdik. Sedat gelene dek oyalandıkça oyalandım. Bana 2 saate gel demişlerdi ama daha ilk sokakta 2 saat kadar oyalandım. Çokça kıyafet deneyip hep bir zorluk çıkardım.


"Aynur abla bu kıyafet'in turkuaz rengini istiyorum." Aynur abla sıkıldığını belli eden bir nefes bırakıp

Konuştu.


"Küçük hanımım ben size nasıl bu kıyafetin turkuaz rengini bulayım?

Ha alın bu da turkuaz." Deyip önüme kıyafetin açık mavisini bıraktı.


Kafamı sallayıp kıyafeti elime aldım ve askılığa geri koydum.


"Hayır Aynur abla bu kıyafet açık mavi. Ben turkuaz rengi istiyorum.

Osman abi bir şey yapar mısın?"


Osman abi ve Aynur abla ile aram her zaman diğer hizmetlilere göre daha iyi olmuştur. Bu yüzden onlara mızmızlanmaktan asla çekinmedim.


"Tamam küçük hanımım, tamam. Ben gidip konuşayım bu kıyafetin turkuaz rengini istediğinizi söyliyeyim."


Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim ve bekledim.


Aynur abla bana çaktırmadan ters ters bakıyordu.


"Ne oldu abla? Neden öyle bakıyorsun?"


"Hanımım daha kıyafet bakıcak mısınız?"


Sahte bir kahkaha atıp ona baktım.

Aslında epey samimi gibi göstermeye çalışmıştım. Ama benim durumumda bu çok zordu.


"Tabii ki bakacağım Aynur ablacığım.

Ben bugün tüm çarşıyı alacağım.

Malum beni istemeye geliyorlar.

Her dakika farklı bir kombinle kendimi beğendirmeliyim Ares ağaya."


Aynur ablanın gözünde bir hüzün geçip gittiğinde benimde içim burkuldu.


En sonunda Serdar bana buralarda olduğunu yazdı. Bende Aynur ablaya giyinme kabinine giriyorum deyip aradan sıvıştım.


Kimsesin olmadığı bir alan bulup oraya girdiğimde serdar hemen peşimdeydi. Arkamı dönüp ona baktığımda ise acı ile yutkunmak zorunda kaldım. Gözleri ağlamaktan kızarmış serdar şu ana kadar gördüğüm en acı şekilde karşımdaydı.


"Gülüm..." 


Bir şey diyemedim. Dilim tutulmuş gibi kaldım.


"Ben daha dün evlenelim diyordum.

Bayramdan hemen sonra aileme haber edip seni isteyecektim.

Ama ne diyorlar biliyor musun?

Soylu aşiretinin küçük hanımı Ahter soylu, Şahkar aşiretinin ağası Ares ile

Sözlenmiş." 


Sesi kısık kısık geliyordu. Canım yanıyordu. Canım benim için yanıyordu. Canım sevgilim için yanıyordu.


"Serdar ben asla evlenmem." Dedim net bir sesle.


O an gözlerinde geçen parıltılara şahit oldum. Ona yaklaşmamaya dikkat ederek konuştum.


"Serdar kaçalım."


Bu sözlerim ile vücudunda bir titreme geçtiğine şahit oldum. Ama buna takılmadan devam ettim.


"Bak senin kız kardeşin falan yok. Bizi bulsalar dahi kimsenin başı yanmaz. Hatta kimse bizi bulamaz.

Ben kimsenin bizi bulamayacağı bir yol biliyorum Serdar. Zaten aramızdaki ilişkiyi Zeynep dışında kimse bilmiyor. Kimse senden şüphelenmez. İşin olduğunu söyler gidersin. Bende peşinden gelirim.

İkimizde okumuş insanlarız uzaklara gider mesleğimiz ile ayakta kalırız. Kimseye muhtaçta olmayız. Sadece sen ve ben kalırız. Bu akşam sen git bende yarın sabah gelirim."


Bunların hepsini ardarda söylemek beni yorsa dahi büyük bir ümit ile Serdara bakıyordum. Konuşurken fark etmedim, lakin şimdi fark ediyorum ki Serdar dumura uğramış gibi bakıyordu bana.


"Serdar?"


Birkaç saniye tepki vermedi. Her bir saniye canımdan can gitti gibi hissettim.


"Gülüm... sen ne diyorsun böyle?"


Bu sefer dumura uğrama sırası bendeydi. Ne diyordum ki ben?

Kimseyi tehlikeye atmadan kaçabileceğimizi söylüyordum.


"Biz buradan nasıl gideriz? Burası bizim memleketimiz. Hem ben bir aşiretin ağası olacağım. Nasıl terk edeyim burayı."


Her bir kelimesi sırtıma bir hançer yarasıydı. Ama o durmadı devam etti.

Canımı yakacak son sözlerini söyledi.


"Hem sen neden ilk tercih olarak kaçmak istiyorsun ki? Git dedene evlenmek istemiyorum de. Deden sana hayatta kıyamaz. Sen onun yetim ve öksüz torunu değil misin?

Sen dememiş miydin babam ölmeden önce beni dedeme emanet etti diye?

Senin gözyaşın akmasın diye neler neler yapar."


Şok dalgaları beynime vururken Serdar'ın dediklerini anlamaya çalışıyordum.


"Serdar sen ne diyorsun?"


Eğer kekeleyen bir insan olsaydım şu an konuşabileceğimi sanmıyorum.

Ne kadar canım yanarsa yansın asla kekelemezdim. Belki sesim titrerdi, ama kekelemezdim.


"Ne diyorum gülüm? Deden sana kıyamaz diyorum. Kimsesi kalmayan tek torunu sensin. Eğer istemediğini gösterirsen seni rahat bırakır. Hem Yağmur ne güne duruyor? Onu verir."


Sevdiğimi söylediğim, 2 yılımı verdiğim erkek mi söylüyordu bana bunları? Kimsesizliğimden dem vurup bana uğraşmadığımı söylemek...


"Serdar sen..." artık sesim titriyordu.

Bunları söyleyen o olamazdı.

Ağalık için burada kalması gerektiğini söyleyen, kimsesiz olduğumu söyleyen, beni istemediğimi göstermemekle suçyalan... elim ne ara havaya kalktı, ve ne ara Serdar'ın suratına indi bilmiyorum.


"Yazık, çok yazık. Seninle yaşadığım anlara yazık."


Arkamı döndüğümde beni tutmaya çalıştı lakin izin vermedim. Koşarak uzaklaştım oradan. Bundan böyle onunla konuşmayı kendime haram kıldım. Karşımdaki kim olursa olsun

Benim kimsesizliğimi böyle kullanmamı söyleyemezdi. Evet kimsesizdim. Yoktu anne babam

Ama yinede bu onları kullanıp bazı şeylerden kurtulacağımı göstermezdi. Kimsede bunu söyleyemezdi.


Mağazaya girip, Aynur abla ile Osman ağabey'e baktım. Hâlâ turkuaz kıyafet için tartışıyorlardı. Güçsüz düşebilecek bir anda değildim. Şu an güçlü durmalıydım. Eğer ben kendi kendime yaslanıp güçlü durmazsam yıkılırdım. Zamanı vardı. Ağlamanın zamanı vardı. Kimseye görünmeden giyinme kabinine girdim.


Tüm kıyafetleri denedim. Gün boyu gezdim. Belki çarşıyı almadım ama arabanın her yeri poşetlerle dolu oldu. 2 saat diye çıkılan alışveriş 7-8 saat sürdü. Şimdi arabadaydım ve konağa doğru gidiyorduk. Aynur abla ve Osman ağabey korkuyorlardı. Dedemin edeceği lafları bende az çok düşünebiliyordum. Ama onların korkusu boşaydı, dedem sinirini bende boşaltıcaktı.


Araba konağın önünde durduğunda evin diğer çalışanları poşetleri aldılar hepsi sırayla avluya doğru gittiğinde bende sağım Osman ağabey, solumda Aynur abla ile avluya girdim. Tüm çalışanlar arkasından çıktığımda dedemi ve amcamı gördüm. Ve arkası dönük olan birçok kişiyi. O kişileri görmek istemediğimden gözlerimi dedeme sabitledim. Osman ağabey ve Aynur abla ile oraya doğru yürüdük. Dedemin tam karşısına geçip elini öptüm.


Ve o soru geldi.


"Bu saate kadar neredeydiniz?"


Aslında haklıyd. Misafirler gelmişlerdi ama gelin yoktu.

Gelin olmayacaktı.


Tam dudaklarımı aralamış savunma yapacaktım ki (ne diyeceğimi bilmiyordum, muhtemelen saçmalayacaktım) Osman ağabey beni böldü.


"Ağam, arabada bir sorun olduğu için geciktik."


Biraz şaşırmış bir ifade ile ona döndüğümde bu sefer ikinci şaşkınlığımın nedeni Aynur abla'ydı.


"Hazır arabada sorun varken bizde çeyizlik bakalım dedik. Gidip nerede ne iyi diye kontrol ettik. Öyle olunca da o kadar çok mağaza gördük ki küçük hanım dayanamadı her birinden bir şeyler alıverdi. Malum bi de gelin olucak her genç kız yapar böyle şeyler."


Dedemin gözünün içine baka baka yalan söylüyorlardı. Yalanları belli olmasın diye bu sefer sözü ben devraldım.


"Evet her genç kız evlilik heyecanından böyle şeyler yapabilir.

Özür dilerim dedeciğim."


Arada belki biraz iğnelemiş olabilirim ama dedem inanmış olacak ki derin bir nefesi içine çekip başını salladı ve beni yanına oturmam için çağırdı.


Kesinlikle çeyiz falan bakmıyordum. Tüm gün sadece kıyafet bakıp, bile bile oyalandım. Amacım geç kalıp misafirleri umursamadığımı göstermekti. Eğer Osman ağabey ve Aynur abla kendilerini dahil etmeseydi. Bol bol gezdiğimi söyleyecek ardından kendimi kurtarmak için birçok bahane uydurucaktım. Her ne kadar aklımda olmasalarda zaten ağzımı açtım mı bir şekilde geliyordu bahaneler.


Dedemin yanına oturup bakışlarımı yere sabitledim. Ne konuştular dinlemedim. Kim var kim yok bakmadım. Hele de ares ağayı görmeyi hiç istemedim. Bir ara bakışlarımı sağıma çevirdiğimde yağmurun kaşları çatık bir vaziyette bana baktığını görüp yine yere baktım.


Yağmurun beni böyle bir konuda kıskandığını düşünmeyi hiç istemiyordum. Beni çoğu konuda kıskanıyordu ama böyle bir konuda kıskanmak onun gibi bir kocakarıya bile yakışmazdı. Ayrıca evlilikte zaten ona göre değildi. Zamanında benim gibi şehir dışında üniversite okumak için çok çabalamış ama izin alamamıştı. Üniversiteyi açıktan okuyup her zaman mardin'de kalmıştu. O vakitler bana ne de çok nefret dolu olmuştu. O her zaman kendi ayakları üzerinde durmak isteyen biri gibiydi benim gözümde.

Bu yüzden evliliği kıskanmış olma ihtimalini aklımdan silip attım.


Üzerimde hissettiğim yoğun izlenme hissi ile kendime geldim. O vakit konuşulanlar kulağıma doldu.


"Kızınızı oğlumuz Ares'e istiyoruz."


Sadece bu kısmı bile elimin kalbimin üzerine gitmesine neden oldu. Nefesim sıkışıyordu. Ama yine de zorladım kendimi. Bu kalabalıkta güçsüzlük göstergesi yapamazdım.


Ve dedem beni onlara verdi...


Ayağa kalktım el öpmem gerekiyordu. Önce dedemin elini öpmek için eğildim tam o esnada yanımda bir beden hissettim. Yoğun bir koku vardı baş döndürecek çekicilikte. Vücuduma hafiften değen kol tüm bedenimin ürpermesine neden olduğu için biraz yan kayıp öyle el öptüm. Sıra sıra herkesin elini öptük. Arada bana değip titrememe neden olan vücudu ve baş döndüren kokusu dikkatimi dağıtsa bile inadım inattı. Bakmayacaktım pisliğin yüzüne. Belki haksızlık ediyordum.

Belki o da istemedi ve vazgeçirmek için uğraştı. Ama yine de içimde onlara karşı bir öfke vardı.


En sonunda tüm misafirler kalkıp gittiğinde rahatlamıştım. Tabii bu rahatlama oldukça kısa sürdü çünkü dedem yanıma geldi ve bana yarın yüzük takmaya geleceklerini söyledi.

Yarın parmağımda Ares Şahkar'ın yüzüğü olacaktı. Ben o yüzüğü bir kez parmağıma takarsam bir daha çıkaramazdım biliyorum. Çünkü evlilik işleri her zaman benim için böyleydi. Bir kez söz verildiyse ait olurdunuz. Ben ona, o bana. Sadakat ise çok ayrı bir takıntıydı. Sevmesem bile sadakat'in vereceği hislerden dolayı bağlı hissederdim. Bu yüzden ne olursa olsun o yüzüğü parmağıma takmazdım. Herkese iyi geceler dedikten sonra odama çıktım.

Kararım belliydi. Evlenmeyecektim.

Ben şahkarların kan ile aldıkları gelinleri olmayacaktım.


Yatağıma uzandım. Gözyaşım akar sandım ama öyle olmadı. Gün boyu tuttuğum gözyaşlarım şu an yoktu. Bu bile ağlamama gerek olmadığını gösteriyordu bana. Serdar ise benim için artık yoktu. O gözyaşı dökmeye bile değmezdi. 3 yıldır tanıdığım erkek, dakikalar içinde bir yabancıya dönüşüverdi. Ne için? Ağalık için mi?

Ağalığı batsın, boynu kopsun. Amin.


Yatağımdan kalktım ve en rahat çantamı aldım. İçine kıyafetlerimi doldurdum. Dolabıma doğru yöneldim. İçinden şu zamana dek biriktirdim demet demet parayı aldım. Onu da çantama yerleştirdiğimde başka bir eksiğim olmadığını biliyordum. Elim boynuma gittiğinde hissettiğim eksiklik ile çekmecelerimi karıştırdım. Gözüm parlak taş ile kesiştiğinde ise dakikalar sonra rahatça nefeslendim. Kolyeyi alıp boynuma götürdüm. Annemin kolyesini kaybedemezdim. Her an benimle olmalıydı.


Her ne kadar bu kolye annemin kanı koksa dahi annemden bana kalan emanet bu kolye. Ölmeden saniyeler önce verdiği kolye.


Artık sadece gitme zamanımı beklemek kaldı bana...


Bölüm sonu <3


Oy vermeyi unutmayın lütfen


Nasıl bir başlangıçtı?


Loading...
0%