Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm

@manjima068

oylar ve yorumlar gelebilir di mi? gelebilir...


Odamızın kapısının kapatılması ile anlık olarak gitmiş mi diye baktım. Karım ile olan özelimi kimse bilsin istemiyorum sonuçta.

Gözlerim tekrar yatakta benim dışımda her yere bakan karımı buldu. "Ahter'im..."

Bana bakmadı. Yine mi yapıyordu? Yine mi beni yok sayarak sorunlarından kaçacağını sanıyordu? Sabır istercesine iç çektim. Onunla işim zordu, hele de bu konuda çok zordu. Yatakta hemen yanına oturduğumda benden sakladığı yüzünü biraz daha görebildim. Ona bakmak adamı divaneye bile çevirebilirdi. Şimdi gönlümü kaptırdığımı bildiğim bu kadına divane olur muydum?


"Seninle konuşabilir miyiz? Lütfen." Umutla bakıyordum ona, ama o varlığımı kendince silmiş gibiydi. Tıpkı dedesinin ona yaptığı gibi... bana karşılık vermeyeceğini anladığım için en azından belki dinler diye kendimi açıklamak istedim. "Ahter, ben sana kızmadım. Seni bırakıp gittiğim falanda yok zaten. Buradayım, senin yanındayım."


Ahter yorganı kendine sardığında sebebini anlayamadım. Yine saklanmak için miydi?

Üşüyor muydu? "Ahter'im, üşüyorsan klimayı kapatayım." Ona karşı nasıl bu kadar alımlı olabiliyordum? O her böyle yaptığında canım sıkılıyordu hemen bana baksın, benim Ahter'im olmaya devam etsin istiyordum.


Ahter dediklerime karşı bana sessizliğini sundu. Sözlerimi duymuyor muydu? Duymuyormuş gibi mi yapıyordu? Anlamıyordum. Ben Ahter'in kafasının içinde ne olup bittiğini anlayamıyordum. Anlamadığım her an ise onu öğrenmek, tüm kötü düşüncelerinin sahibi olup onu rahatlatmak isteği ile doluyordum.


Elimi Ahter'in koluna attım. Belki biraz sarsam bana bakardı. Canını yakmamaya özen göstererek biraz sarstım. Bu yaptığıma

Verdiği karşılık ise içimde bazı şeylerin ezildiğini hissettirdi. Hışımla yataktan kalktı ve bir kez bile arkasını dönüp bana bakmadan çıktı. Aslında ben hak ediyordum bunu ama yine de içimdeki ezilme duygusuna

Engel olamadım.


Sırtımı yatak başlığına yaslayıp başımı da geriye attım. İlk gördüğüm Ahter'in astığı çerçevemiz oldu. Odada onunla beraber olduğumuz tek fotoğraf buydu, ve benim en sevdiğimdi. Ahter'i belinden tutup kendime çektiğim bir düğün fotoğrafıydı. Belki o gün ona asla söylemedim ama o gördüğüm en güzel gelindi, benim gelinimdi.


Gözlerimi odadaki tüm fotoğraflarında gezdirdim. İlk gün pek istememiştim çünkü onu görmek, ona alışmak demekti. Sonra kendimi rahat bıraktım, ve işte sonuç bu; odada yalnız olan, karı tribi çeken adam.

Gerçi Ahter'in yaptığı trip değildi. İşte canımı sıkan da buydu. Keşke her gün normal trip atsa da, bu görmezden gelme durumundan vazgeçse. Onun bana bakmadığı, duymadığı her an kafayı yeme sebebiydi. Yine de sabır diyordum. Sabır etmezsem güzelliğime kavuşamazdım.


♤♤♤


Aradan geçen iki gün boyunca kendimi sürekli onun gözlerine sokmak istedim, olmadı.

Şimdi ise elimde en sevdiği çiçek olan açelya vardı, ve benim en sevdiğim olan çiçek manolya. İki çiçek tek bir bukette buluşuyordu. Açelyasına kavuşamayan manolya; en azından benim hikayemde buluşmalıydı. Yatağının üstünde oturup ders çalışan Ahter'in yanına oturdum. Çiçekleri ona uzatamadan yönünü diğer test kitabına doğru çevirdi. Uzanır pozisyona gelerek test çözmeye başladığında, anladım ki çiçekleri beni kabul etmediği süre görmeyecekti.


Duymuyormuş gibi yaptığını düşünerek konuştum. "Sana bir bukette manolya ve açelya getirdim. Almayacak mısın?"

Cevap olarak d şıkkını işaret etti. Tabii bu aslında bana bir cevap değildi. Ders çalıştığını bu iki gündür sürekli görüyordum. Eğer benimle konuşuyor olsaydı bu konu hakkında da konuşurduk ama o beni yok sayarken onun dersine bir şey diyemezdim.


Bir iç çektim, ardından gülümsedim. Pes etmeye pek niyetim yoktu. "Biliyor musun Ahter? Manolya çiçeği aşkın asilliğidir. Aynı zamanda haysiyet, alçak gönüllülük, huzur ve sadakattir. Ben sana bunun hikayesini anlatmak istiyorum." Ahter'de biraz bile duraksama, dinlediğini belirten bir hareket göremedim. Beni duyduğuna dair olan inancım git gide azalıyordu. Yine de anlatmaya devam ettim. "Manolya çiçeğinin hikayesinde bir gün; bir gün, bir manolya çiçeğinin yanında başka bir çiçek türü yetişir.

Manolya çiçeği yanında yetişmekte olan açelya çiçeğine aşık olur. Açelya çiçeği ile aşk yaşamak ister monalya çiçeği. Tüm asilliği ile saf duygularını, sadakatini ona vermek ister.

Açelya çiçeği ile aşkın şekillendirdiği bir ömür ister."


Eğer beni duyuyorsa ona yaptığım itirafı anlardı. En azından anlayacağını düşünüyordum. Bu benim için; manolya çiçeğinin, açelya çiçeğine olan bir itirafıydı...


"Fakat manolya çiçeği içinde an ve an yükselen aşkına karşılık alamaz. Bunun sonucunda manolya bitmek bilmeyen bür aşk acısı çeker. Hatta o kadar acı çeker ki zamanla kalbi ikiye ayrılır ve vücudundan kopar. Bunun sonucunda da iki ağaç meydana gelir. Bu ağaçlar uzun ve kuvvetli manolya ile beyaz kırılgan çiçekleri ile parıldayan yıldızlı manolyadır.

Bu hikayenin ardından manolyanın iç bölümünün bitkinin kalp ve ruhunu temsil ettiği inancı yayılmıştır."


Bir de açelyanın hikayesi vardı; beni ümitsizliğe kaptıran...


"Açelya ise çiçeği aşık olunan kişiye duyulan özlemi ve kavuşamama durumunda hissedilen acıyı sembolize eder.

Açelya çiçeğinin hikayesi ise şöyledir;

Açelya birbirine aşık olan iki insanın kavuşamamalarını anlatır. O iki kişinin birbirine olan sonsuz aşkı, tutkusu sonrasında yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen direnmesi fakat sonunda umutsuzca ayrılmalarını anlatır. Bu yüzden açelya çiçeği

Sevgiyi, tutkuyu ve hasreti simgeler."


Eğer açelya, manolyayı sevseydi ayrılık olmazdı. Manolya tüm imkansızlıklara rağmen onun yanında dururdu, gerekirse kendisi solmayı göze alırdı, ama yine de aşkının elinden alınmasına izin vermezdi.

Peki ben imkansızlıklara rağmen yapabilecek miydim? Açelya, bu hikayede manolyayı sevecek miydi.


"Ahter, sence başka bir evrende manolya aşkına kavuşabilecek mi? Açelya ayrılığı simgelemeyi bırakacak mı? Manolya açelyasına kavuşsun, açelya hasret çekmesin isterim. Sen de ister misin?" Benim sana karşı olan duygularımı kabul eder misin Ahter'im?


Dakikalarca dediklerime bir tepki vermesini bekledim ama o soru çözmek dışında hiçbir şey yapmadı. Buketi yanına bıraktım. Beni kabul etmese dahi en azından onları kabul etsindi. Çünkü bu bukette açelya ile manolya beraberlerdi. Yataktan kalkmadan hemen önce ona yaklaştım, saçlarından öpsem kızar mıydı? Aramız böyle kötüyken ona yaklaşmaya cesaret edemedim. Ufacık bir ışık görseydim cesaret edebilirdim. Kendimi dizginleyerek kalktım yataktan. Bir uğraşım daha boşuna gittiği için yenilgi ile duşa girdim. Belki duş iyi gelebilirdi. Belki ben çıkana dek çiçekleri görürdü.


Çıktığımda ne Ahter oradaydı, ne de kitapları... yatakta kalan sadece bir buketti.


.

.


Yatakta bana sırtını dönen kadına yüzümü döndüm. Evlendiğimizden beri bir kez bile bana yüzü dönük uyumayan kadının bana yüzünü dönmesini sabırsızlıkla bekliyordum.

Aslında ilk günler ben de ona sırtımı dönerdim, ama mardine döndüğümden beri

Bir kez bile sırtım dönük uyumadım. Olur da bir gün arkasını dönerse, ona sırtımı çevirdiğimi düşünmesin istedim.


Şirket diye psikolog hocasının yanına gittiğim vakitler, bana bunları hoca söylemişti. Ben arada kaldığımı, eğer yaklaşırsam kendimi kaybedip ona dokunabileceğimi söylemiştim.

Ama her şeye rağmen onu mutsuz görmek istemediğimi de söylemiştim. Hoca da buna karşılık; davranışlarımı düzeltmem gerektiğini, biraz daha arkadaş gibi yaklaşmamı istedi. Ben de bunun üzerine Ahter'e içimden geldiği gibi davranmaya başladım. Tabii yine sınırları korumak istiyordum, her ne kadar koruyamamış olsam dahi...


♤♤♤


Hamit ağanın kendisine sarılmasını istediğinde içimdeki sinir arttı. Günlerdir tüm uğraşlarıma rağmen beni görmemişti. Şimdi de onu görmeyen birinden sevgi bekliyordu,

Bu kadar mı yalnızdı? Onu istemeyecek birine muhtaç olacak kadar mı kimsesiz olduğunu düşünüyordu? Ben vardım. İsterse her an yanında olabilirdim, ne isterse verirdim. İstediği sevgi olsa tüm benliğimi ona adar, aradığı sevgiye yetmek için çabalardım.


Hamit ağa istemeye istemeye Ahter'e sarıldığında, buna bile mutlu oldu. Geri çekildiklerinde Ahter gülümsüyordu.

Onun bu çaresizliğini ben de günlerdir yaşıyorum, ve bu hissin ne denli berbat bir şey olduğunu Ahter bana öğretti. Benim birkaç gün yaşadığım çaresizliği kendisi yıllardır yaşıyordu, ve buna rağmen bazı şeyleri anlamamak için uğraşmaya devam ediyordu. Onları birkaç saat gören biri bile Hamit ağanın, Ahter'i kendi yanında görmek istemediğini anlayabilirdi.


Ahter tüm Soylular ile vedalaştığında bana bakmadan yanıma geldi. Beraber avludan çıktığımız an içimde oluşan sinirin verdiği sertlikle onu kolundan tuttum. Ahter'i burada görmek istemiyordum, buranın yakınında görmek istemiyordum. Onu buradan uzaklaştırma niyeti ile hızlıca çekiştirdim. Arabanın kapısını açıp hafifçe itip koltuğa oturttum. Ahter'e karşı uyguladığım sabırı kapıya uygulayamadığımdan sertçe kapattım.


Kendi koltuğuma geçmeden önce yine sabır diledim. Ahter'i yaralamak istemiyordum, zaten yaralı bir kadındı...


.

.

.


Sol gözümden bir damla düştüğünü hissettim. Şu an onun karşısında ağlamak umrumda bile olmazdı. Söylediği sözlerden sonra ağlamak umursayabileceğim en son şeydi. Hiçbir şeyim bile olamazsın diyordu.

O değil miydi kocam diye hitap eden? Hayatının yanından bile geçemezmişim, bu kadar mı kötü biriydim onun için? Beni asla sevmezmiş, biliyordum... beni sevmezdi, ama en azından biraz da olsun o da bana değer verseydi, vereceği beş kuruşluk değer bile bana paha biçilmez gelirdi. Lakin anlaşılan ben onun iyi olan hiçbir duygusunu hak etmiyordum onun için.


Kaybetmişliğin verdiği hisle kendimi geri bıraktım. Artık Hamit ağanın torunu olan Ahter'e değil, yola bakıyordum. Yaşlarla dolu olan gözlerim yolu pek iyi görmüyordu. Bu durumda araba kullanmam iyi olmazdı ama ben yine de çalıştırdım. Sessiz yolun tek sesi Ahter'in ağlama sesiydi. Ben ise işittiğim sözleri sindirebilmekte zorlanıyordum. Boğazımda bir yumru vardı. Gözlerimdeki yaşları akıtmadığım her an daha da acı veriyordu.


Arabadan indiğimizde Ahter koşarak içeri girdi. Bana da arkasından onu izlemek düştü.

O gözden kaybolana dek baktım. Her zaman hızlı olan adımlarım bu sefer yavaştı. Ağır adımlarla terasa çıktım.


Yere çömelmeden önce cebimden sigaramı çıkardım. Bu gece kendimi tutamadığım için içecektim. Onu kıran sözler söylediğim nefeslerimi zehirleyecektim. İlk sigarayı yakıp dudaklarıma yerleştirdiğim. İlk nefesimi

Onun kolunu tutup çekiştirdiğim için zehirledim. İkinci nefesimi ona karşı sabırlı olamadığım için zehirledim. Birkaç dal sigarayı da ona söylediğim her bir kelime için kullandım. Dudağımdaki kaçıncı olduğunu bilmediğim sigaranın son bir nefesi kalmıştı.

Son nefesi de Ahter'i sevdiğim için içime çekmek istedim, yapamadım. Ahter'i sevdiğim için kendimi zehirleyemedim. Ahter'e olan sevdamı zehirleyemezdim.

Kalan son nefesi sevdam yerine, adam olamadığıma içtim. Bugün karım onun için hiçbir anlama gelmediğimi söyledi. Kocası olduğumu söyleyecekken sözümü kesti. Ve ben anladım ki; sadece bu konağın adam olamamış ağası değilim, Ahter'in kocası olamayı hak etmeyen kişiyimde.


Pakette kalan son sigarayıda yakıp dudaklarıma götürdüm. Bu sefer içtiğim her zehir; aptal olan kendimeydi. Anne ve babası tarafından sevgiyle büyütülmüş olan Ahter'i göreceğini sanan aptallığımdı bana bunu yapan. Onu bayram günü erik toplarken gördüğümde hâlâ aynı kız olduğunu düşündüm. Ufacık boyuyla erik toplamaya çalışan kız sandım onu. Oysaki şu an odamızda olan kadın; Hamit ağanın eseri olan bir kadındı. Benim onunla olan meselesem; bir erik meselesiydi...


Güneş ışınları yüzüme vurana dek o terasta kaldım. Ayrı ayrı geçirdiğimiz bu gecede anladım ki; manolya hiçbir yaşamda açelyasına kavuşamıyor. Her manolya, açelyasız olduğu için parçalanacak, bölünecekti...


♤♤♤


Yine bir akşam vaktiydi. Yine odada yalnız olduğum bir akşam vakti. Ares ile olan kavgamızdan beri bir haftadır bu oda sadece benimdi. Ares'in konağa gelmediği bu günlerde bana söylediklerini asla unutmadım. İlk defa gerçekler yüzüme böyle çarpıtılmıştı. Bu çok ağır geliyordu. Yıllardır içimde tuttuklarımın çekilip bana vurulması

Hiç beklemediğim bir zamanda olmuştu.

Canımı yakmış olsa dahi dedikleri doğruydu,

Ben beni görmek istemeyen birinden bunca zaman sevgi bekledim. Dedem, anne ve babam öldükten sonra beni bir daha istemedi. Gerçekler bunlardı. Dedem bir daha asla beni sevmeyecekti. İlk defa bunu açık açık düşünüyordum. Düşüncelerimden bile sakındığım bu konu Ares yüzünden beynimin tam orta yerindeydi.


Derin bir iç daha çekip çekildim pencerenin önünden. Bir gece daha yalnız geçirecektim anlaşılan. Aslında böylesi daha iyiydi. O akşamdan sonra Ares'in yüzünü görmek istemiyordum.


Yatağa geçip oturduğumda yine uyuyamayacağımı biliyordum. Bazı şahıslar yüzünden düşünmediğim her şeyi düşünür oldum. Uykularım kaçıyor, zar zor uyuyabiliyordum. Bu durumun sorumlusu ise kim bilir neredeydi? Aslında Fatih'e sorabilirdim, ama sormadım. Nereye gittiği beni ilgilendirmiyordu. Yine de içimde bir merak vardı. O günden sonra gelmeyip ne yapıyordu? Aç mıydı? O da benim gibi uykusuz muydu?


Yatakta bacaklarımı uzatıp, uzanır pozisyona geldim. Belki görmek istemiyorum ama halini de merak ediyordum. Beni sevdiğini söylemişti. Gerçekten seviyor muydu? İnanamıyordum. Bu inanılır bir durum değildi. Gözünden akan o yaş ise aklımı karıştırıyordu. Onun beni kırdığı gibi ben de onu kırdım. O da düşüncelerle boğuştu mu günlerce?


Her ne kadar istemesemde o haklıydı. Gerçekleri benim yüzüme vurarak belki canımı yakmak, belki de uyanmamı istedi.

Peki, ben neden o sözleri söyledim? O an tek istediğim içimdeki acıyı ona da yaşatmaktı.

Yaşattım mı? Evet. Bazen ileriye gittiğimi düşünüyordum, sonra onun bana söylediklerinden dolayı hak ettiğini savunarak vicdanımı rahatlatıyordum.


Onu sevmeyecektim, bunu benden açık açık duyması ona nasıl hissettirmiş olabilirdi? Sürekli aklımda bunlar dolanıyordu. Keşke bir kez olsa onun zihnine girebilseydim. Aslında eskiden böyle bir şansım olsa, istemezdim.

Lakin bir hafta da düşüncelerim değişti.

Birikenleri yüzüme saçarak daha fazla kaçmamı engelledi. Ben onun zihninden bile kaçmak istiyordum. Ben, canımı yakabilecek her şeyden kaçıyordum. Ahter Soylu korkak bir kadındı. Ben korkak bir kadındım. Sorunlarından kaçarak halledebileceği zanneden bir kadın.


Ben günlerdir olduğu gibi yine düşüncelere dalmışken kapının açılma sesini duydum.

Hızla yataktan doğrulduğumda karşımda o vardı, Ares vardı. Yataktan kalkıp yanına gitmeye teşebbüs ettiğimde aniden durakladım. Ne yapıyordum ben? O adam beni ilgilendirmiyordu. Tekrar yatağa uzanıp yorganı da üzerime örttüm.


Artık gözlerim onun üzerindeydi, bu sefer yok saymacaktım ama benim için bir anlam ifade etmediğini de saklamayacaktım. Zaten açıkça yüzüne söylemiştim. Peki, cidden benim için bir anlam ifade etmiyor muydu?


Bunları düşünmeyi bırakıp odanın içine giren adama baktım. Üzerindeki gömlek oldukça kırışmış, ilk düğmeleri açılmıştı. Hatta kopan bile vardı. O odaya girer girmez aldığım alkol kokusu ise yüzümü buruşturmama neden oldu. Sarsak adımlar ile giyinme odasına doğru gittiğinde her an düşecek gibiydi.

Saçları fazlasıyla kırışmıştı. Pantolonunda ise çokça leke vardı. Onun yüzü ile görebildiğim tek şey de gözleri oldu. Erik yeşillerinin etrafı kıp kırmızı, göz altı mos mordu. Bir hafta da bu adama ne olmuştu böyle?


Giyinme odasına girdiğinde içimdeki dürtü peşinden gitmem için beni zorluyordu. İçimdeki dürtüye küfür edip gitmedim.

Ne olmuşsa beni ilgilendirmezdi.


Yatakta onun uzanacağı kısma sırtımı dönmek istedim, ama yapamadım. Benim dediklerimin onu bu hale sokmuş olabileceği düşüncesi ile içimde bir yerlerde sızı hissettim. Bu sızı kalbimden geliyordu.

Gözlerimi giyinme odasının kapısına diktim.

En azından iyi olduğunu görüp, öyle sırtımı çevirebilirdim. Uzun dakikaların ardından kapıdan Ares çıktı. Üstünde hiçbir şey yoktu, altında ise siyah dizde biten şortu vardı. Bunca zaman sadece bunu mu yapabilmişti?


Yine sarsak adımlar ile yatağa doğru geldi. Gözleri geldiğinden beri ilk kez gözlerimi buldu. O bakışların altında ezildiğimi hissettim, yine de yüzümde mimik oynamadı.

Ares yatağa geçmeye başladığında ben de ona arkamı döndüm. Yanıma çöken ağırlık ile en azından bu sarhoş haliyle ayakta dolaşmayıp başına bir şey gelmeyeceğini bildiğimden rahatladım.


Gözlerimi yumup uyumayı denedim, olmadı.

Bu gece de bana uyku haram gibiydi. Yanımda arada hissettiğim hareketliklerden Ares'in de uyumadığını anlıyordum. Onun aksine ben hiç hareket etmiyordum ve emindim ki hareket etmiyor olmama rağmen benim de uyuyamadığımı o gayet iyi biliyordu. Tüm gece Ares yatağın içinde dönüp durdu, ben ise hiç kıpırdamadan onun

Hareketlerini ezberledim.


Yatağa sinen alkol kokusu çok rahatsız ediciydi. Güneş kendini gösterdiğinde bu kokudan kurtulma amacı ile çıktım yataktan.

Ben çıktığımda Ares'in gözleri benim üzerimdeydi. Ona ters ters baktım. "Git duş al. Kokun beni fazlası ile rahatsız ediyor."


Gözlerime birkaç saniye baktı. Başını aşağı yukarı sallarken kısık sesi ile de "tamam." Dedi. Yataktan kalkıp duşa girdiğinde ben de pencereyi açtım. Yaz artık bittiği için havalar serinliyordu.


Arkamı dönüp giyinme odasına yöneldim.

Aşağı inmek için giyinmem gerekiyordu. Şu an üstümde yeşil ve bol olan bir pijama takımı vardı. Giyinme odasına girdiğimde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu odada danalar mı koşturmuştu? Her şey dağınıktı. Benim kıyafetlerim dahil. Hadi kendi dolabının içinden geçmesi yine normaldi, benim kıyafetlerim neden yerlerdeydi? Odada gözlerimi gezdirdiğimde bir şaşkınlık daha içimi doldurdu. İç çamaşırlarımın olduğu kısım bomboştu. Çünkü hepsi yerlere dağılmıştı.


İç çamaşırlarıma ne yapmış olabilirdi? İleri atılıp hiçbirini katlamadan çekmecelere yerleştirdim. Kıyafetlerimi ise ütülemek için

Ayrı bir köşeye bıraktım. Gözlerim Ares'in kıyafetlerine takıldığında onun da birkaç iç çamaşırı yerdeydi, ama benimkiler kadar değil.


İstemeye istemeye onun kıyafetlerini de topladım. Kıyafet giymek için dağınık olmayan kıyafetlerde göz gezdirdim.

Açık mavi kot pantolon ve süt beyazı bir bluz giydim üstüme. Banyonun kapı sesi geldiğinde odaya geri girdim. Üstündeki siyah bornozu ile daha iyi görünüyordu. Gözleri ise hâlâ aynı yorgunlukla bakıyordu. "Ares! O odanın hali ne öyle?" Sesim sertti. Çünkü odaya tecavüz etmiş gibiydi. Anlamsızca bana baktı yorgun yeşilleri. "Hangi oda?"


"Giyinme odası, içinden geçmişsin resmen!"


"Öyle mi? Hatırlamıyorum."


Şaka mı yapıyordu? O odayı bir gören, bir daha unutamazdı. "Hadi kıyafetlerini geçtim, iç çamaşırlarım ve kıyafetlerim neden yerdeydi? Benim kıyafetlerime ne yaptın?"


Bana boş boş bakmaya devam etti.

Bir süre sonra usulca "iç çamaşırların mı?"

Diye de sordu. Başımı sinirle aşağı yukarı hareket ettirdim.


"Kendimkileri ararken karıştırmışımdır."

Umursamazca söyledikleri ile ona dişlerimi geçirip kafasını ısırmak istedim, sinir ediyordu insanı. Ağzımın içinde "iç çamaşırların benimkilere benzdiyordur zaten!" Deyip çıktım odadan.


Ben sinirle merdivenlerden inerken Heval hanımın aşağıdan sesini duydum. "Hayırdır gelin hanım? Ne bu hiddet?"


Bir de bununla uğraşma seansları vardı tabii.

Bu bir hafta boyunca Ares gelmediği için beni suçlayıp, üstüme gelmişti. Ben saygı dedikçe daha çok üstüme geliyordu. Sınırda olduğumu hissettiğim için kadının yanından geçip gittim. Eğer kalıp laflarını dinleseydim bu sefer ciddi bir karşılık alırdı benden.


Mutfağa geçtiğimde konağın çalışanları kahvaltı hazırlıyorlardı. Yemekleri çoğunlukla çalışanlar hazırlardı, sadece arada konağın kadınları kendileri yapmak isterlerdi.

Bir bardak su içtim, yetmedi. İkinci bardak, üçüncü bardak derken yandan bir çalışan

"Hanımağam çok su içiyorsunuz," dedi.


Haklıydı, su içme alışkanlığı olan biriydim.

Bunun için şikayetçi değil, memnundum.

"Evet, su içmeden yapamam."


"Keşke ben de içebilsem, bir bardağı bile zor bitiriyorum."


"Yavaş yavaş alıştır kendini. Su içmenin faydalarından yararlanmak gerekir."


"İnşallah alışırım."


"Amin."


(Bol bol su için)


Biz konuşurken mutfakta oturup bizi dinleyen kadınlardan haberim vardı. Son zamanlarda konuşmuyor olsalar dahi, ben çalışanlarla konuşurken beni dinliyorlardı. Oysaki tamamen görmezden gelmeleri gerekiyordu.

Onlara döndüm. Elti ikilisi ve Beritan oturuyorlardı. Maksat adet yerini bulsun diye

"İstediğiniz bir şey var mı?" Diye sordum.


Diğerleri yine konuşmadığında, Melike hanım konuştu. "Yok gelin, gel otur."


Onun yanına gitmekte bir sorun görmediğim için yanındaki sandalyeye oturdum.

Beritan, yengesine ve annesine hitaben "Leyla halam daha uyanmadı mı?"


Normalde o da onlarla takılırdı, ama daha çok etli ikilisi beraber olurdu. Tabii konaktan nadiren çıkan Beritan'da can sıkıntısını eltilerle geçiriyordu. Melike hanım "odalarından çıkmamışlardır," dediğinde Makbule yenge ve Beritan güldüler. Neye güldüklerini anlayamadığım için anlamak istercesine baktım onlara. Beritan anlamadığımı anlamış olacak ki bir bana, bir de iki büyüğüne baktı. Ben de onlara baktığımda başlarını salladıklarını gördüm. Ne için başlarını sallamışlardı ki?


Beritan "Leyla halam ve Hozan eniştem sabahları bazen geç çıkarlar odadan. Bence sebebini anlarsın, açık açık demeye gerek yok." Kıkırdadığında ben utandım. Cidden bunca yıl evli kalıp hâlâ oynaşıyorlar mıymış?

Aslında bu çok iyi bir şeydi. Benim anne ve babam da asla birbirlerinden sıkılmazlardı.

Sanki ilk evlilik günleriymiş gibi eğlenirlerdi.

Onların mutlu oldukları anılar geldiği için yüzümde özlem dolu, buruk bir gülümseme belirdi. Leyla hala, Hozan enişte gibi seven biriyle beraber olduğu için çok şanslıydı.


Yanımdaki üç kadın sohber ederken ben ailemi düşündüm.


                                  ...


Babam, beni ve annemi kucağına aldığında aynı anda çığlık attık. Ama korktuğumuz için değil, babam bizi çok şımarttığı için.

Babam kendi ile beraber yataklarına doğru yürürken biz de ona sayısız öpücükler konduruyorduk.


Babam aniden ikimizi de yatağına bıraktığında şaşkınlık nidası döküldü annem ve benden. Ben uzanırken babam, annemin yanında yerini alıp onu öpmeye başladı. Annemin yanaklarını sulu sulu öperken, annem kıkırdıyordu. Ben de onların bu hallerini eksik olan dişlerime aldırmadan kocaman bir gülümseme ile izleyerek sıramı bekliyordum.


Bekledim, bekledim ama sıra bana gelmedi.

"Hani bana, hani bana?" Diye sesimi isyan ederek yükselttiğimde anne ve babamın gözleri beni buldu. Anne ve babam uzandıkları yerden kalktıklarında yavaşça bana yaklaştılar. "Benim meleğim sırasını mı beklermiş," diyen babama karşılık başımı hızla aşağı yukarı kaldırıp 'hıhım' sesini çıkardım. Anne ve babam bana gülümseyip aniden üstüme atladıklarında güldüm. Beni hem öpüp, hem de gıdıkladıklarında bağıra bağıra kahkahalar attım.


"Poposunu da yiyeceğim," diyen annem ile "hayır!" Diye kelimeyi uzata uzata sahte bir korku ile çığlık attım. Annem beni dinlemeyip popomu ısırdığında, babam da kahkahalar atmaya başladı...


                                     ...   


"Gelin!" Melike hanımın sesi ile anılarımdan çıktığımda kadınların ayaklandığını gördüm.

"Efendim?" Diyerek sulu gözlerimi umursamadan ben de ayağa kalktım.


"Kahvaltı hazırdır, gel de avluya çıkalım."

Başımı sallayıp peşlerine takıldım. Biz dört kadın avluya girdiğimde herkesin orada olduğunu gördüm. Başını eğerek tabağı ile oynayan Ares'e gözlerim takılınca sıkıntılı bir nefes verdim. Ses fazla çıkmış olacak ki üç kadın bana bakıp tekrar önlerine döndüler.


Beraber kahvaltı masasına oturduğumuzda ben Ares ile fatih'in arasındaydım. Biraz yan. Tarafıma kayıp Fatih'e itafen "günaydın ispiyoncu unicorn," dedim. Ona hâlâ kızgındım. Fatih'te bana yaklaşıp "günaydın çingene yenge'm." Sinirle dirseğimi karnına geçirdiğimde iki büklüm oldu ve ben anladım ki onun da Ares gibi karnından hassaslığı vardı. Bu bilgiyle tebessüm edip önüme döndüm. Ki bana üstten bakan bir kadın gördüm. Leyla hala ona baktığımı fark edince

Gözlerini devirip aşkla kocasına döndü ve Hozan eniştenin ağzına haşlanmış yumurta koydu. Yuh! Resmen gözümün önünde birbirlerinin ağzına veriyorlardı.


Eğer bunu yapan ben ve Ares olsaydık hepsi bize kınayıcı bakışlarını atardı. Bana üstten bakan kadına gözlerimi kısıp bir süre baktım. Kadının gözlerinden kocasına karşı resmen kalp çıkıyordu. Neyse diyerek yanıma döndüm. Gözleri kahvaltı tabağından ayırmayan Ares ile içim bir kez daha ezildi.

Kendini bu kadar harap etmesine ne gerek vardı ki? Sonra ponçik kalbime bir şeyler oluyordu. Elim kalbimin üstünde kendi kahvaltı tabağıma göz gezdirdim. Tekrar başımı kaldırdığımda resmen şoka uğradım.

Niye masadaki herkes ikimize bakıyordu?

Bir bana, bir de Ares'e bakan kişilerle utandım. Resmen oğullarını bu hale getiren kişi yanlarındaydı. Masadan kalkıp gitsem daha az rahatsız hissederdim.


Masadakiler aramızda geçenleri anlamak istiyor gibiydiler. Gözlerim Melike hanımı bulduğunda yüzündeki acıyla oğlunun kızarmış gözlerine bakıyordu. Ares ise hâlâ

Tabağı ile oynuyordu. Bizimle alakasını kesmiş gibiydi. İşte bu yeniydi. Normalde bu masadakilerin dışında kalan bendim, daha doğrusu kalmak zorunda kalıyordum çünkü kimsenin muhattabı değildim. Melike hanım acı ve endişe barındıran gözlerini bana çevirdiğinde daha da ezildim. Aklıma bana dedikleri doluşmaya başladı.


                                  ... 


Bu kadın bana ne diyecekti? Boğazını temizleyip bir kayınvalide gibi bakmaya başladı bana. "Gelin, sana diyeceklerim aramızda kalacak." Meraklandırma da söyle be ablacım! Başımı usul usul aşağı yukarı salladığımda memnun olmuş gibi baktı bana.

"Karı kocasına girmek huyum değildir lakin siz kendi kendinize bir şey yapmayacak gibisiniz."


"Anlamadım?" Anlamadım. Ben cidden anlamadım. Bizim ne yapmamız gerekiyordu ki? Oturduğum yerde omuzlarımı dikleştirerek karşımdaki kayınvalidemi dinlemeye başladım.


"Biliyorsun ki sizden çocuk bekliyorlar."

Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki elini kaldırıp beni susturdu. "Oğlumun sana söylediklerinden haberim vardır."

Ares cidden bir ana kuzusuydu. Diyeceklerine devam etmesi için sustum.


"Sizden bir çocuk gelmediği sürece sizi sıkmaya devam edecekler. Bu baskılar oğluma zarar veriyor. Senden isteğim artık

Beraber olmanız." Anlamsızca kaşlarımı çattım. Ne istediğinin farkında mıydı acaba?

Ben ve Ares beraber olursak, adamın beni her gördüğünde tiksinme ihtimali vardı.


"Bana öyle bakma gelin. Senin de bu kelamlardan rahatsız olduğunun farkındayım.

Siz beraber olmadıkça senin de üstüne gelirler, hatta daha da ileriye gidip üstüne kuma alırlar." Melike hanımın söylediklerinden sonra beynimden vurulmuşa döndüm. Üstüme kuma getirirler miydi?


Güvensizce "Ares izin vermez," dedim. Oysaki emin olamıyordum. Yapmam demişti. Sen hayatımdayken başka kadınla aramda bir şey olamaz, demişti. Ona en azından bu konu da güvenebilir miydim?


Melike hanım kaşlarından birini kaldırıp bana baktı. "Millet siz çocuk sahibi olmayınca bir kusur arayacaklardır. O vakit Hamit ağa, sorunu torununa değil, sana kitleyecektir.

Senin kısır olduğunu söyleyecektir. Bunları mı istersin?" İstemezdim. Olmadığım halde kısır diye anılmak istemezdim.


"Ama beraber olmamızda olacak iş değil ki!

Benim elimde olan bir durum yok." Yoktu işte.

Evet, belki ilk gece istemeyen bendim. Çünkü hazır değildim, ama şu an olanlar benim ile alakalı değildi. Eğer Ares'in durumu ortada olmasaydı onun ile beraber olurdum. Yani önceden olurdum. Şimdi onu yok saymakla meşguldum.


"Ben, oğlumun senin ile beraber olup'ta aynı şeyleri yaşayacığını düşünmüyorum."


"Anlamıyorum Melike hanım, bunu düşündürten nedir?" Beni oyuna getirmeye falan mı çalışıyordu? Benim ile bu kadar sakin konuşması bile olağan dışıydı. Evet, kesinlikle olağan dışıydı. Melike hanım derin bir nefesi dudaklarından dışarı verip başını iki yana salladı. "Bir insan, sevdiğinden ne olursa olsun iğrenmez gelin."


İşte bu noktada kafam karıştı. Bu kadın ne diyordu Allah aşkına? Ben ve Ares'in konusu nerede, sevgi nerede? "Sevginin bizim ile ne alakası var Melike hanım?"


Aslında ne ima ettiğini anlıyordum lakin ihtimal vermiyordum. Böyle bir şeyin olabilme düşüncesi bile içimdeki gücü benden alıyordu.


Melike hanım geldiğinden beri ilk defa sert bir ses tonu kullandı. "Ne alaka olduğunu ayan beyan ortada gelin! Kendini aptala yatırma."

İşte asıl şimdi tüm gücümün benden alındığını hissediyordum. Kendimi dik tutamadığım için arkama yaslandım.

Ares, beni seviyor olabilir miydi? Karşımdaki kadının dediklerine göre öyleydi. Elim kalbimi bulurken bir süre nefes almak için kendime zaman tanıdım.


"Şimdi diyorsundur ki; bu kadın bana bunları neden anlatıyor?" Sahiden, neden anlatıyordu? Oğlunun beni sevdiğini söyleyip aramızı yapmak isteme sebebi neydi?


Başımı zorlukla aşağı yukarı usulca salladım.

"Benim oğlul da bazen poh yiyebilir," diyerek

Türkçesini bozarak konuştu. O 'poh' dediği beni sevmek mi oluyordu?


"Öyle, o poh seni sevmek."


Ben daha konuşmadan kadın beni anlamıştı resmen!


Kaşlarımı çatıp ona baktığımda, o da bana kaşlarını çattı. "Hatta yediği en büyük poh sensin," e ama bu kadarı da abartı oluyordu.


"Beni henüz yemed-"


"Sus, hemen de hazır cevap verirsin! Hele önce dinle. Bir ömür böyle olamazdık,"

Diye başladığında susarak onu dinledim.

"Aslında oğlum sana gönül vermese uzak kalabilirdim senden. Ancak gel gör ki; oğlum kendini sana kaptırdı. Bu durumda bazı buzların erimesi gerekti. Ben de el mecbur senin kayınvaliden olmayı kabul ettim."


İçimden kıkırdamak geldi o an. Resmen bir çocuk gibi nazlanıyordu. Ancak her gönül kaptırmak dediğinde içim titriyordu. Ares bana gönül mü vermişti? Ares bana gönül vermişti!


"Beni anladığını düşünüyorum gelin. Sevenler, sevdiklerinden uzak kalamazlar. Bu yüzden oğlumun sana yaklaştıktan sonra, uzaklaşmayacağına eminim. Oğlum endişelendiği için asla sana yaklaşmayacaktır. Eğer hakkınızda konuşulacakları önemsiyorsan, adım at. Evliliğinizi ileriye taşı.

Sana diyeceklerim bu kadardı. Ben şimdi gidiyorum, sen de düşün ve kararını ver."


Melike hanım ayağa kalktığında, ben de onun ile kalkmak istedim lakin gücümü hissedemiyordum. Kalbim içinde sumo güreşçileri oynuyormuş gibi atarken, zar zor ayağa kalkıp peşinden kapıyı kapatabildim.


                                     ...


Melike hanım bana öyle bir bakıyordu ki bir işi batırmışım gibi hissettim. Onun gözünde ki endişe sadece Ares için değil gibiydi. Bu durum bana çok garip geliyordu. Sanki ikimizin arasının düzelmesini istiyordu.

Gözlerimi Melike hanımdan çektiğimde, Heval hanımın sinsice sırıtıp bana baktığını fark ettim. Muşmula suratlı bu halimizden zevk alıyor olmalıydı. Onun eline koz vermek istemesem dahi bu sefer Ares ile aramı güzelmiş gibi gösteremeyecektim.


Üzerimizdeki bakışları tek fark eden kişi olarak ben de umursamamaya karar kıldım.

Çatalımı elime alıp haşlanmış yumurtadan ağzıma atacakken gözüm yanımdaki enkaza takıldı. Hâlâ yemiyor, sadece oynuyordu. Ağzıma atmak üzere olduğum yumurtayı geri bırakıp çenemi büzüştürdüm. Bunun gibi biri yanımda iken iştah falan kalmazdı ki.

Biraz ona yaklaşıp "yesene," diye biraz kızarcasına söylendim. Söylediğimi üzerine alınmayan Ares ile iştahım tamamen kaçtı.

Abartıcak ne vardı yahu? Altı üstü onu sevmeyeceğimi söyledim. Resmen boşa drama yapıyordu. Böyle bir şey için bu hale girip, üstüne kendini aç bırakmasına hiç değmiyordu. Ben onu asla sevmeyeceksem, o hep böyle mi takılacaktı? Yok canım. Bana olan sevgisi hemen biter giderdi.


Kahvaltı faslı bitince ne ben, ne Ares, ne de Melike hanım tek bir lokma yemedi. Ana yüreği işte, oğlu yemiyorken kendisi de yiyemiyordu. Ben masadan kalktığımda Ares hâlâ oturuyordu. Bu duruma el atıp ağabeyine ağaya kaldıran Fatih'e minnet ile baktım. Ares senkronize olmuş gibi ilerlerken

Kravatını bile düzgünce bağlayamadığını gördüm. Şirkete böyle mi gidecekti bu adam?

Ares giderken arkasında olan Fatih'in kokunu tuttum. "Onun kravatını arabadayken düzelt olur mu?"


Fatih bana başını aşağı yukarı salladığında "kolay gelsin," dedim.


"Sağ ol yenge'm."


Konağın dört adamı beraber çıktıklarında, biz kadınlar baş başa kaldık. Rahatça bir nefesi dudaklarımdan saldım. Onu böyle görmek

Beni geriyor, rahatsız ediyordu. Umarım ki en yakın zamanda beni sevmeyi bırakırdı, yoksa hali yamandı. Arkamı döndüğümde bana bakan kadınları gördüm. Bu cidden rahatsız ediciydi. Onları takmadan içeri girdim.

Tam merdivenlerden çıkmak için ayağımı kaldırdığım sıra da hayırsızın sesini duydum.

"Bekle hele." Sesi fazlasıyla keyifliyfi.


Ona bu keyfi yaşattığım için kendime kızdım.

Sinirle soludum ve devam etme amacı ile havada kalan adımımı ilk basamağa yerleştirdim. Ben devam edemeden kolumdan tutulup sertçe çevirildiğimde, bunu beklemiyordum. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Çocuk gibi bana sataşmayı ne zaman bırakıcaksınız?!" Sabrımın sonlarında olduğunu bildiğimden onun ile muhatap olmak istemiyordum. Düşündüğüm gibi de oldu. Bağırarak söylediklerim ile bana 'sen kimsin?' Der gibi baktı.


Kolumu ondan kurtarmaya çalıştığımda izin vermeyip, o da bana bağırdı. "Seni hadsiz!

O anan erkeklere kuyruk sallamaktan sana terbiye öğretmemiş!"


Duyduklarım ile hiç düşünmeden onu boşta olan elim ile itmeye çalışarak bağırdım.

"Senin o ağzını sikerim!"


Onu itmeye çalışmam ile bir eli saçımı tutup kafamı geriye attı. "Sen çok oldun. Seni

O soysuz ailenin yanına göndermek zamanı geldi de gidiyor!" Aileme hakarer etmeye devam etmesi ile içimdeki sinir çığlık atarak dışa vurdu. Bir elim ile onun boğazına yapıştığımda aynı zaman da çığlık atmaya devam ediyordum. Gözlerimden akan yaşlar ise annem içindi, babam içindi, birbirlerine olan sevdalarına edilen iftira içindi.


Bir ikimiz birbirimizi hırpalarken 'yeter!' Diye ekliyordum çığlıklarıma. Yeterdi. Bana ettiği hakaretleri yine sineye çekebilirdim. Anneme edilene ise asla göz yumamazdım. Gerekirse öldürsündüler. Ben bu kadın kılıklı pisliğe daha fazla dayanamazdım. Kimse kollarımda ölen kişilere laf edemezdi. Kimse öldüklerinde bile el ele tutuşan insanların sevdasına laf edemezdi.


Çığlıklarımın arasında farklı çığlıklar duydum ama kim olduklarını anlayamadım. Gözüm dönmüştü, belki de yine bir krizin eşiğindeydim. Tek bildiğim şu an yaptıklarımın benim elimde olmadığıydı.

Saçımı tutan ve boynuma tırnaklarını geçiren kadını benden çekmeye çalıştıklarını anımsadım. Tam benden çekiyorlardı ki tüm gücüyle beni itti. Ben daha ne olduğunu anlayamadan karnıma ve başıma aldığım darbe ile bir kez de acı içinde inleyip iki büklüm oldum. Merdivenlerin üstüne düştüğünü fark ettiğimde anladım ki başım da, karnım da merdivenlerin kenarlarına çarptı. Nefes alamadığımda öksürmeye başladım. Karnımda ki ağrı devasaydı.


Ben olduğum yerde nefes almaya çalışırken diğerlerinin sesini duydum. Melike hanım annesine bağırıyor, Makbule Hanım da siktiğimin şerefsizini tutmaya çalışıyordu.


"Şu kızdan ne istersin ana? Bana yapmadığın analığa bir şey demiyorum. Bari oğlumu ve gelinime zarar verme!" Melike hanımın sesi ağlıyor gibi geliyordu. Üstüme düşen gölgeye baktığımda bana endişeli gözlerle bakan Beritan'ı gördüm. Nefes alamadığımı anlayınca "su getirin! Nefes alamıyor!" Diye bağırdığını anımsadım. Beritan bağırmaya devam ederken farklı bir ses yükseldi.


"Yenge!" Gözlerimi sabit tutmakta zorlanırken sesin geldiği yöne baktım.

Dakikalar önce çıkan adamlar bize doğru geliyordu. Bana doğru koşan Fatih ile Ares'i bile zar zor ayırabiliyordum. Nefessizlikten

Morarmaya başladığımı hissettim. Ares yanıma yaklaşıp kendini yere bıraktı. Endişeli ve kırmızı gözleri benim üzerimdeyken kolları ile beni sardı. "Ahter'im," dedi titrekçe.

Sesler daha da buğulu geliyordu. Ares'in gözü korkakça bacak aramda takıldığında ben de gözlerim ile onu takip ettim.


Bacak aramda gördüğüm kanla yüzümü buruşturdum. Daha da fazla dayanamadığımda gözlerim kapandı. Kapanmadan önce son gördüğüm gözlerinden yaşlar düşen Ares'ti...


.

.

.


Gözlerim açıldığında vücudumda hissettiğim ağrılar ile zorlukla inledim. Nefes almakta zorlandığımı fark ettiğimde yaşananlar bir bir aklıma geldi. Heval kahpesinin söyledikleri,

Geçirdiğim kriz, Melike Hanım ile Makbule yengenin araya girmesini, itildiğimi ve ardından ağlayan Ares'i...


Etrafıma baktığımda odamda olduğumu, yatağımda uzandığımı gördüm. Etrafıma biraz daha göz gezdirdiğimde kolumda bir serum olduğunu, hatta komidinin üstüne buhar makinesi olduğunu gördüm. Yatağın yan tarafında duran aynadan kendime baktığımda ise berbat halde olduğumu

Gördüm, keşke görmeseydim bu halimi.

Alnımda bir sargı vardı. Boynumda ki kızarıklık ve yanma hissi de cabası. Lakin anlamadığım bir şekilde saçlarım düzgündü. Oysaki saman süpürgesi gibi olması gerekirdi.

Taranmış gibi duran saçlarıma elimi götürdüğümde derimdeki acı ile inleyip geri çektim.


Saniyeler sonra da banyonun kapısında beliren Ares'i gördüm. Elinde duran tarak ile saçlarımın düzgün olmasının sebebini kavradım. "Ne oldu?" Diye sorduğumda yine acı ile yüzümü buruşturdum. Konuştuğumda boğazım fazlası ile yandı.


Ares bana doğru hızla gelerek bana sarıldı.

Ben öylece dura kalırken beni sıktıkça sıktı.

"Çok korktum... yemin ederim senin başında bekleyip iyi olduğunu duyana dek canımdan can gitti." Sesinden bile belliydi zaten.

Sanki bir ah desem ağlayacak gibi çıkan sesi ile zorlukla yutkundum. Yutkunmam ile tekrar boğazım yandığında ses çıkarmamak için özen gösterdim. Şu an bana sarılan adamı endişelendirmek istemiyordum.


Aslında onu itmem gerekirdi, yapamadım.

O bana böyle sarılıyorken ellerim onu itemezdi. Onun geri çekilmesini bekledim.

Bir süre sonra geri çekildiğinde tüm bedenimi süzdü. Tekrar yüzüme baktığında "su," dedi.

Başını bir şeyi onaylamak ister gibi aşağı yukarı sallayıp komidine uzandı. "Sana su sevmem lazım."


Komidinin üstünde duran sürahiden elleri titreye titreye bardağa su doldurup zorla bana verdi. Elinden hızla bardağı alıp başına diktim. Şu an suya fazlası ile ihtiyacım vardı.

Bardaktaki su bittiğinde bana pek yetmedi.

Ares'ten istemek, istemediğim için ses çıkarmadım. O çıkıp gittiğinde kendim doldururdum, lakin düşündüğüm gibi olmadı. Ares yetmediğini anlamış gibi elimdeki bardağı benden alıp tekrar doldurup bana verdi. Minnet ile suyu içtiğimde bu sefer iyi gelmişti. Bardağı uzanıp komidine bırakmaya çalıştığımda yine elimden alıp kendisi bıraktı.


Gözleri gözlerimi buldu. Kızarık olan gözleri artık daha da yorgundu. Gözleri elimi bulduğunda ben de elime baktım. Eli elime doğru gelirken aniden durdu. Gözlerimi ellerimizden çektiğimde yüzüme baktığını gördüm. Gözlerimde her ne gördüyse ellerimi tutmak isteyen elleri kendi kucağına düştü.

"Nasılsın Ahter?"


Boşalmış, yorgun, bitik ve ağrılıydım ama bunları karşımdaki adama söylemeyecektim.

Omuzlarımı kaldırıp indirmekle yetindim.

"Hastaneden çıktığımızda doktor eğer nefes almakta zorlanırsan diye buhar makinesi aldırdı. Eğer zorlanıyorsan ayarlıyayım, kullan. Ve o kan ise önemli bir şey değilmiş."


Kan... bacak aramda kan vardı. Korkuyla Ares'e sordum. "Neden olmuş?"


"Aldığın darbeden dolayı erken regl olmuşsun. Bunun dışında bir şey yok."


Rahatlayarak üstüme baktığımda kıyafetlerim değişmişti. Üstümde siyah penye bir takım vardı. Daha ben sormadan Ares beni cevapladı. "Beritan değiştirdi üstünü."


Başımı yorgun olduğumu belli ederek usulca salladım. İçime çekeceğim derin bir nefes ile öksürdüğümde Ares anında bana uzandı.

"Ne oldu? Nefes alamıyor musun?"


Öksürüğüm durduğunda kısıkça "zorlanıyorum," diyebildim. Kolumu ve sırtımu tutan elleri beni bıraktı. Yataktan kalkıp buhar makinesine bir şeyler koydu.

Ardından bana yaklaştı. Makineyi yatağın kenarına bırakıp fişini komidinin üstündeki prize taktı. Makineyi çalıştırıp maskesini bana uzattı. Onun eline değen ellerimi umursamamaya çalışarak aldım maskeyi.

Yüzüme tutarak süresi dolana dek bekledim.


Yüzümden çektiğimde Ares elimden alıp toparladı. Kendimi tutamadığım için sırtımı yatak başlığına dayadım. Artık üstüne bir kılıf uyduramadığım kişinin sözleri aklıma geldikçe öfkelenedim. Tüm öfkemi harcamışım gibiydi. Öfke yerine hüzün üstüme çöktüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Ares'in "Ahter," diyen sesini duyduğumda titreyen çeneme rağmen konuştum. "Çıkar mısın lütfen? Yalnız kalmak istiyorum."


Ares tekrar yatağa oturup başını iki yana salladı. "Seni yalnız bırakamam."


"Bırakabilirsin, çık lütfen!" Yakarışıma karşı başını eğip elleriyle yüzünü kapattı. Birkaç kez derin derin nefesler aldı. Ben de onun gibi bir kez derin nefes aldığımda artık daha kolaydı. Pozisyonunu bozmadan sordu. "bana ne olduğunu anlatır mısın?"


Beni anlamak mı istemiyordu? Yoksa kaale mi almıyordu? Şu an yalnız kalmak istiyordum.

"Ares çık artık!" Sesim sert çıktığında yüzüme bakmadan başını sallayıp arkasına döndü. Ağır adımlarla çıkıp kapıyı ardından kapattığında rahatladım. Şu an yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Düşünmek için gözlerimi yumdum. Aslında düşünmek istemiyordum, yine her şeyi saklamak istiyordum. Ancak yapamıyordum.

Olanları düşündüm, bu konakta gördüğüm muameleyi düşündüm. Ares'in bana karşı tutumunu bile düşündüm. Kaç dakika orada öyle düşündüm bilmiyordum.


Konakta yankılanan anırma sesi ile irkilip gözlerimi açtım. O anırma sesi hangi öküze aitti öyle? Bir kez daha o sesi duyduğumda yerimde daha fazla duramadım. Tüm ağrılarıma rağmen yataktan kalkmaya çalıştığımda karnım beni epey zorladı. Umuyordum ki kalıcı bir hasar olmasındı.


Odadan çıktığımda sesler arttı. Hızla tutuna tutuna indim aşağıya. Tam ortada dedesinin karşısında duran Ares'i gördüğümde anıran kişinin kim olduğunu anlamış oldum.

Beni ilk fark eden kişi Makbule yenge olunca hızla yanıma gelip kolumu tuttu. "İyi misin Ahter?"


Başımı aşağı yukarı sallamakla yetinirken gözlerimi karşı karşıya duran dede torun ikilisinden alamıyordum. "Neden tartışıyorlar?"


Benden uzak oldukları için konuşulanları duyamıyordum. Hamit ağa cebinden telefonunu çıkarıp kulağına yasladığında Ares elini saçlarına geçirdi.


"Sen kafanı bunlarla yorma, dinlenmen gerekiyor." Gözlerimi ikiliden alıp Makbule yengeye verdim. "Ben iyiyim, gerçekten."


Diğer kolumda bir el hissettiğimde sağıma baktım. Melike hanım kolumu tutmuş ayakta durabilmem için bana destek veriyor gibiydi

Ama ben cidden bu kadar da kötü değildim.

Eltilerin bana halim ile ilgili sordukları birkaç soruyu cevaplarken etrafımızda bir harekerlilik hissettik. İlerimizde duran kişilere baktığımda bir adamın Ares'in eline silah verdiğini gördüm. Benim işe beraber eltilerde meraklanırken beraber yanlarına ilerledik.

"Ne oluyor oğlum? O silahı neden alırsın?"


Ares kapıya yöneliyordu ki duyduğu annesinin sesiyle durdu. Fatih dahil diğer adamlar çıkmak için gidiyorken Melike hanım kolumu bırakıp Fatih'i de duraklattı. Cevap vermeyen Ares'e ilerlemek için Makbule yengeden kolumu kurtardım. "Ares, ne oluyor?"


Annesi ve kardeşinden gözlerini çekip bana çevirdi. Erik yeşilleri çaresizce bana baktı.

"Ares? Söylesene."


"Bir işimiz var."


Elimi alnıma bastırdım. "Ben de onu soruyorum ya! Ne işiniz var?"

Elindeki silahı arkasına yerleştirdikten sonra

Konuştu. "Sipan ağa biraz sorun çıkarıyormuş, onun yanına gidiyoruz."


Başka bir şey demeden arkasını dönücekti ki

"Gitme!" Diye telaşla konuştum. Tekrar bana dönüp "geleceğim," dedi. Gelmezdi. Kapıya doğru birkaç adım attığında hızla koluna atıldım. Elim elini tuttuğunda eş zamanlı olarak tekrar "gitme," diyebildim çaresizce.

Bana dönmeden "geleceğim, dedim ya Ahter."


O görmese dahi başımı aceleyle sağa ve sola salladım. "Hayır, sen gidersen gelmezsin. Bırakıcaksın beni, değil mi?"


Elini elimden çekip son kez "geleceğim," deyip koşarak çıktı. Ares giderse gelmezdi. Ona asla güvenmiyordum. Fatih'te arkasından koştuğunda biz kadınlar yine baş başa kaldık, tabii bir kişi dışında tamdık. O da ismini anmak istemediğim kişiydi. Şu an nerede, ne yapıyor bilmiyordum. Esasında şu an önemli olan o değildi, Ares'ti.


Tedirginlik içinde kanapelerden birine oturdum. Yanıma oturan Beritan, "endişelenme Ahter, iyi olacaktır," Diyerek beni teselli etmeye çalıştı. Bir şey demeyerek önüme döndüm. Beritan elini sırtıma koyup biraz ovaladı ve annesi ile beraber mutfağa doğru gittiler. Saat öğlen saatleriydi.


Bir inleme sesi duyduğum önümde olan bakışlarımı sese doğru yönelttim. Melike hanım taşıdığı biraz büyük bir kutu ile kitlenmiş gibiydi. Ağrılarımı umursamayıp hızla yanına ilerleyip elinden aldım kutuyu. Biraz ağır bir kutuydu, ama inletecek kadar değildi. Bir kolunu tutan Melike hanıma bakıp "ne oldu? Bir sorun mu var?" Diye sorularımı yönelttim. Bana bakıp başını iki yana salladı.

"Yok gelin, sadece kolum biraz rahatsızlandı."

Bunu söylerken bakışları çok garipti. Çünkü uzun zamandır bakmadığı gibi bakıyordu.

İlk geldiğim gün baktığı gibi...


Ona anlamsızca baktığımı fark ettiğinde bakışlarını değiştirdi. "Şu kutuyu yere bırak, Hizmetliler gelir kaldırır."


Bir şey demeden kutuyu yere bıraktım. "İçinde ne var ki?" Diye sormadan edemedim.


"Birkaç dosya var, odama götürmem gerekiyor." Daha da bir şey demeden ayakta öylece dikildim. Bir çalışan abla gelip kutuyu taşıdığında Melike hanım ile beraber merdivenleri çıktılar. Ben boş boş ortada dururken bir an dostumu arayıp dert dökmek istedim lakin yapamadım. Bunun yerine uzun zamandır gitmediğim bir yere gitmeyi tercih ettim. Çalışanlardan birine gittiğimi haber edip konaktan yaya olarak çıktım.


Tüm yolları yürüyerek aştım. Belki de saatler geçti. Çünkü öğlen havası ikindiye yaklaşıyordu. Gitmek istediğim yere ulaştığımda ise tam olarak ikindi vaktiydi.

Uzun zamandır gelmediğim bu alana bakarak anılarımı canlandırdım. Ne de çok anı vardı bu yerde...


Buranın havası da bir başkaydı aslında.

Özeldi burası, çok özeldi. Buluşmaydı burası, ayrılıktı burası. Kahkahaları gölgelerine saklar, akıttığım göz yaşlarını yüzüme vururdu.


Bir süre kocaman gölgesinin altında ayakta dikildim. Arkamdan gelen adım seslerini duyduğumda kim olduğunu biliyordum.

"Bu erik ağaç sayesinde tanışmıştık..."


Arkamı dönüp onun erik yeşillerine baktım.

"Evet, bizi tanıştıran bu ağaçtı. Ayrıca bu ağacın altında geleceğim deyip beni bıraktın. Bir daha da asla gelmedin." dedemi beklediğim kadar olmasa da, seni de bekledim ben, erik yeşillerine sahip olan çocuk...


bölüm sonu <3


Ahter'in, Ares'e bağlanmak istememe sebebini de öğrenmiş oluyoruz, ayrıca geçen bölüm ki tavırlarının sebebini de...


Beğendiniz mi bölümü???


Bu bölüm birazcık kızmış olabilirsiniz bana, ama çok kızmayın olur mu?


Sizin için gece gece usanmadan yazıp erken bölüm attım, oyları alabilirim değil mi? Kesinlikle ajitasyon yok.


Tiktok ve instagram hesabım; manjima0680


Ve 


Ares'in modeli olarak Alexandar zanozayı düşünüyorum. Okumadışım ve bilinen başka bir kitapta model olarak kullanıldığı için linç yer miyim sizce? Bir de eğer linç yersem bahsettiğim modele benzeyen bir tip biliyor musunuz? Çünkü ben Ares'i, Alexandar'a benzetiyorum.


Ve Ahter'e model bulamıyorum ya. Sizin Ahter'e uyabilebeğini düşündüğünüz modeller var mı? Aslında ben birini buldum pintten lakin kişinin ismini bir türlü bulamadım.


Hadi size iyi günler, ve bir daha ki bölüme kadar kendinize iyi bakın. Görüşürüzz...


Loading...
0%