Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm

@manjima068

Oylar ve yorumlarını unutmayın please


Ahter, minik adımlar ile avluya çıktı. Çünkü babasının yüksek sesini duyuyordu. Ne olduğunu merak ettiği için de uyandığı gibi o sersem hali ile hemen kendini odasından dışarı attı. Bir eli ile görüşü bulanık olan gözünü ovuyorken. Diğer gözü ile babasını ayırt etmeye çalıştı. Görüşürü düzeldiğinde "babam," diyerek dikkatleri üzerine topladı.


Karşısındaki adama bir kez daha sesini yükseltmek üzere olan Awir ağa, küçük kızının sesini duyduğunda duraksamak zorunda kaldı. Gözleri, uykudan yeni uyanmış çocuğuna döndüğünde içtenlikle gülümsedi.


Sanki az önce konağı ayağa kaldıran kendisi değilmiş gibi kollarını açıp kızını bekledi.

Kızı varken yüksek ses kullanmaktan sakınırdı.


Babasının kucak davetini gören Ahter, zıplaya zıplaya babasına koştu. Yanına ulatşığında son kez zıpladı ve kendisini babasının kucağında buldu. Babası ayağa kalktığında başını güvenli yeri olan, babasının omzuna yerleştirdi. "Babacığım, neden bağırıyordun?"


Bu soruyu bekleyen babası aklındakileri içtenlikle söyledi. "Bağıracağım!" Diye sahte bir hiddet gösterdi. "Benim kızım bu saatlere kadar uyuyup kendini özletiyor, ben bağırmayayım da kim bağırsın?"


Babasının sahte siniri karşısında kıkırdayan Ahter, etrafındaki insanları çok sonradan fark etti. Halasının diyarbakırdan geldiğini gördüğünde gülümsedi. Tabii sadece halası değildi, kuzeni Yağmur, ve halasının kayınları da buradaydı.


Kızını gergin olan ortamlarda tutmak istemeyen adam, diğerleri ile başka hiçbir kelam konuşmadan içeri geçmek için adımladı. Arkasından eniştesinin "bizi de içeriye buyur etmeyecek misin Awir ağa?" Dediğini duydu lakin cevap vermedi. Kendisi buyur etmese de geleceklerdi.


Konağın içine girmeden önce gördüğü çocuk ile kaşları çatıldı Ahter'in. Babasının omzunun üzerinden o çocuğa dil çıkarttı ve tam o esnada içeri girdiler. Ahter sevmezdi o çocuğu. Kuzeni Yağmur'un: amca oğlu olan o çocuk, sürekli Ahter'in saçını çekerdi.


Beraber içeri girdiklerinde peşlerinden gelen kişilerin farkındaydılar. Awir ağa, ablası için sessiz kalıyordu bu duruma. her iki aile de salonda otururken sessizdiler. Çocukların yanında konuşmak istmiyordu Soylu ailesi.


Ahter, sıkıldığını hissettiğinde babasının kucağından inip odasına yol aldı. Odasına henüz giremeden saçında hissettiği acı ile gelen kişiyi anladı. "Rohat, bırak saçımı!"


Küçük kızın inleyerek söyledikleri üzerine çocuk gülerek ellerini çekti.


"Bugün de çok güzel olmuşsun, beraber oynayalım mı?" Diyen çocuğa ters ters baktı Ahter. Sevmiyordu işte. Hem onu acıtıp, hem de iltifat ediyordu. "Sevmiyorum seni!" Diye bağırıp odasına koştu Ahter. Kapıyı kapattığında hâlâ sinirliydi. O çocuğu her gördüğünde böyle yapıyordu.


Odasında olan oyuncaklarına baktığında tüm siniri uçup gitti. Pıtı pıtı adımlar ile oyuncaklarına ilerledi Ahter. Ahter tüm oyuncaklarını çok severdi, ama yine de bazılarını biraz daha çok severdi. En beğendiklerini tekerlekli sepetine koyup peşinden sürükleyerek odadan küçük adımlar ile çıktı. Merdivenlerden indirirken zorlansa dahi en nihayetinde indirmeyi başardı.


Merdivenlerin sonuna ulaştığında yorulduğunu belli eden bir nida döküldü dudaklarından. Buna rağmen eksik dişlerini göstere göstere kocaman gülümsedi.


Sepetini de kendiyle ilerleterek salona göz ucuyla baktı. Birkaç çocuk vardı, lakin aradığı kişi yoktu. Malikeneyi geze geze aradığı kişiyi buldu. Yağmur, boş bir odada yere çökmüş sessizce oturuyordu.


Eğik olan başından dolayı yüzü görünmüyordu Yağmur'un. Ahter birkaç adım daha yanına yaklaşıp kuzeninin, kendisini fark etmesini bekledi. Ancak istediği gibi olmadığında biraz çekinerek "Yağmur," diyebildi. Yağmur, kendisini pek sevmediği için Ahter şu an çekiniyordu. Her konuştuklarında bir şekilde kavga ediyorlardı.


Yağmur, kuzeninin sesini duyunca küçük elini sol gözüne götürüp hızla göz yaşını sildi.


Başını kaldırdığında, arkasında tuttuğu bir sepet ile ona bakan Ahter'i gördü.


"Oyuncaklarımı getirdim, beraber oynayalım mı?" Ahter'in sorduğu soru ile kaşları çatıldı Yağmur'un. Ayağa kalkıp kuzeninin karşısına dikildi. Oyuncaklarda uzunca göz gezdirip yüzünü ekşitti. "Iy, ben bunlar ile mi oynayacağım?"


Ahter'in yüzündeki gülümseme kuzeninin söylediği cümleden sonra yavaşça soldu. Safça "sevmedin mi oyuncaklarımı?" Diye sordu. Yağmur kibirli bir surat ifadesi takındı.


"Beğenmedim. Benim oyuncaklarım çok daha güzel. Bir de gelmiş oyuncaklarım ile oynayalım diyorsun, aptal karısın işte."


Söyledikleri bitince Ahter'e omzu ile vurup çıktı odadan. Ahter ise şaşkınlık ile kaldı.


Dudakları titrediğinde arkasını dönüp oyuncaklarına baktı. Eline kahve saçlı bebeğini alıp öptü. "Ben sizi seviyorum, tamam mı? Ağlamayın..."


Son söylediği kelime ile kendisi ağlamaya başladı Ahter. O oyuncaklar, Ahter'in oyuncaklarıydı. Onlara çirkin denilmesi üzmüştü Ahter'i. Ağlaya ağlaya odadan çıktığında bir eli ile sepeti de peşinden sürüklemeye devam ediyordu.


Koridordan geçen Boran Soylu, burnundan soluyordu. Şu an onun sinirini düzeltebilecek tek bir şey yoktu. Okullar kapandığı için memleketine dönmüştü. Ailesi ile güzel vakit geçirme gibi hayalleri vardı ama hayallerinin içine edilmişti. Çünkü hazin ailesi konaklarına konmuştu!


Hızla koridordan dönecekken bir şeye çarpması ile dengesini bozdu. Lakin hem çarptığı şeyi hem de kendisini tutmayı başardı. Ellerine baktığında küçük yeğenini görmeyi beklemiyordu. Ahter, korku ile en küçük amcasına baktı. Neyse ki düşmemişlerdi. Ahter, "Amcam!" Diye seslendi. Hemen ardından ağlaması biraz daha şiddetlendi.


Boran, yeğeninin ağlayan gözlerini gördüğünde hiç beklemeden onu kucağına aldı. "Ne oldu benim küçüğüme?"


Ahter bir kez burnunu çekip "amcam, benim


Oyuncaklarım çok mu çirkin?" Diye sordu masumca. Oysaki Ahter'in gözünde çok güzellerdi.


Boran duyduğu soru karşısında kaşlarını kaldırdı. "Hayır tabii ki, neden böyle düşünüyorsun?"


Ahter, bir kez burnunu çekip istemeden kendini amcasına acındıracak ses tonunu kullanarak "Yağmur öyle dedi. Benim oyuncaklarım çok çirkinmiş, oynamazmış."


Boran bu durum karşısında sıkıntılı bir nefes verdi. Yağmur'u da çok severdi, o da canıydı.


Ancak Ahter farklıydı. Ahter, onun gözleri önünde emeklemiş, konuşmuş ve koşmuştu...

Ona kıyamadığı için "Madem öyle ben küçüğüme yeni yeni bebekler alırım. Hatta sen de gelirsin benim ile olur mu?" Diye bir teklif sundu.


Ahter aldığı teklif karşısında kocaman gülümseyip amcasına sarıldı. Hiçbir oyuncağını atmaya kıyamazdı, ama elbette bu yenilerine kucak açmayacağı anlamına gelmezdi.


Amcası kıkırdayıp Ahter'i öptüğünde ikisinin de morali düzelmişti. Öncelikle sepeti eski yerine bıraktılar ardından beraber salona geçtiler. Ahter gözünü salonda gezdirdiğinde anne ve babasını göremedi. "Amcam, ben anne ve babamın yanına gitmek istiyorum."


Amcası onu birkaç kez öpüp kucağından indirdi. Ahter, anne ve babasının odasına gittiğinde öncelikle kapıyı çaldı. Çünkü Boran amcası daha önceden bir kez onu uyarmıştı, anne ve babanın odasına habersiz girilmezmiş, ayıp şeyler yapıyor olabilirlermiş.


İçeriden onun gelmesini isteyen bir ses yükseldiğinde usulca kapıyı açtı. İlk olarak başını çıkardığında anne ve babasının yalnız olmadığını gördü. Halası, Yağmur, Yakup amcası, anne ve babası ona bakıyordu.


Gülümseyerek onların yanına gitti. Babası onu kucağına aldığında kocaman sarıldı.

"Benim bebeğim babasını hemen de özlemiş mi?"


Ahter başını aşağı yukarı sallayarak sakalı yeni çıkmış olan babasını öptü. Sakalları dudaklarına batınca kıkırdadı. "Babacığım sakalların batıyor!"


Awir ağa kızına gülümseyip yanaklarını Ahter'in yanaklarına sürtmeye başladı.


"Demek öyle, şimdi seni sakallarımın işkencesine uğratacağım!"


Ahter gülerek geri çekilmeye çalıştıkça babası daha çok bastırıyordu. "Baba yaa! Anneciğim yardım eder misin? Babam yanaklarımı acıtıyor!" Ahter'in tatlı isyanına annesi tebessüm ile karşılık verdi.


Awir ağa karısına baktığında Mihriban'ın yüzündeki gülümseme soldu ve gözleri ile bir yeri işaret etti. Awir ağa onun gözlerini takip ettiğinde onlara bakan yeğenini yakaladı. Yağmur anında gözlerini çektiğinde adam anlaması gereken mesajı anlamıştı.


Küçük kızı öpülmeyi sevdiği için son kez öperek kardeşine verdi. Ahter "babacığım, neden bıraktın beni?" Diye sorunca bir kez daha yanaklarından öptü. "Yakup amcan seni özlemiş," diyerek bir bahane uydurdu. Kızının ilgisizliğe gelemediğini bildiğinden kardeşinin kucağına bırakması daha uygun görünüyordu.


Ahter başını sallayarak Yakup amcasına baktı.


Yakup, alındığını belli ederek Ahter'e bir soru yöneltti. "Ne o? Yeğenim artık beni istemiyor mu?"


Ahter hızla başını iki yana sallayıp "istiyorum istiyorum," dedi. Yakup, ona gülüp kanapeye oturdu. Ahter kollarını amcasına sarıp odaya baktı. Ancak gördüğü görüntü ile kaşlarını çattı. Babası, Yağmur'u kucağına almış, bu da yetmemiş ona hediye veriyordu.


Yakup, yeğeninin kıskançlığını bildiği için kulağına yaklaşıp "ben ve Boran amcan nasıl ki senin ile ilgileniyor isek ağabeyim de kendi yeğeni ile ilgilenebilir. Bu çok normal bir durum." Bunu söylerken Ahter'in anlayacağını umuyordu.


Ahter öfkeyle amcasına dönüp okulda öğrendiği gibi kollarını çiçek yaptı. "Ama sen bana hediye almamışsın!"


Çıkan yüksek sesli isyan ile herkesin gözü Ahter'e döndü. Halası onun bu hallerini yadırgamıyordu. Biliyordu ki yeğeni hem kıskanç, hem de şımarıktı. Ayrıca Ahter 6 yaşında bir çocuktu...


Yakup, yeğenini yatıştırmak için dudaklarını aralamıştı. Ki Ahter hızla kucağından indi.


Babasının yanına gidip "bana da hediye ver!"

Diye öfkeyle söylendi. Babasının, kendisinin oyuncakları ile alay etmiş bir kıza hediye vermesi, üstelik o hediyenin uzun zamandır istediği bir oyuncak bebek olması Ahter'in zoruna gitmişti. Sadece oyuncak bebekte değil, o, Ahter'in babasıydı. Babasını, annesi dışında kimse ile paylaşamıyordu.


Yağmur, elindeki bebeği Ahter'e uzattığında Awir ağa öfkeyle bir nefes verdi. Siniri kızına değildi. Mihriban, kızını kucağına alıp tüm itirazlarına rağmen odadan çıkardı.


"Anne, ben o bebeği istiyorum. Gidip alalım.

Zaten bana verecekti, neden izin vermediniz ki?"


Mihriban, kızının bu hareketlerini çocukluğuna ve bilgisizliğine veriyordu.


"Sus kız! Vallahi yapışırım saçına görürsün. Şimdi odana geçiyoruz, baban birazdan gelir yanımıza."


Ahter kollarını tekrardan göğsünde birleştirip gözlerini annesinin mavi gözlerine sabitledi.


"Size küstüm, Yakup amcama da küstüm."


Mihriban kucağında kızı ile odaya girdiklerinde hiç konuşmadan Ahter'i kendi yatağına oturttu. Derin bir nefesi içine çekip


Hemen yan tarafına oturdu.


"Kızım, bu konaktaki tek çocuk zaten sensin.


Kuzenin arada geliyor, ve geldiğinde diğerlerinin onun ile ilgilenmesi çok normal. Böyle kıskançlık etmemelisin. Yağmur da tıpkı senin gibi bir çocuk. Amcanlar ve baban onun dayısı. Amcaların bir gün evlendiklerinde sadece kendi çocukları ile mi ilgilenirler? Öyle olursa üzülmez misin?"


Annesinin narin sesi ile yumuşadığını hisseden Ahter kollarını çözüp annesine yaklaştı. "Ama anne, o bebeği ben istiyordum.


Bana alacaktınız, söz vermiştiniz. Ama bebeği gidip Yağmur'a almış babam."


Kızından gözlerini aldı Mihriban. O oyuncağın aslında kendisine hediye olarak alındığını söyleyemezdi. Eğer söyler ise Ahter gidip bunu kuzenine söylerdi.


"Kızım, babana söyleriz aynısından bir tane daha alır." Kızının kabul etmeyeceğini az çok tahmin ediyordu. Yine de şansını denemek istemişti. Ahter sinirle annesine baktı. "Hayır! İstemiyorum. O bebek artık yağmur'da var. Aynısını istemiyorum."


Küçük kızın sahiplenici kişiliği buna neden oluyordu. Etrafında olan biri ile aynı kıyafetleri giymek istemezdi. Aynı oyuncağa sahip olmakta istemezdi.


"Zaten o oyuncağı hiç sevmedim. Benim olmadı, kemik karının oldu. Ona da küstüm işte."


Mihriban, dudakları titreyen kızına gülümsedi. Kolları ile küçük kızını sardı.


"Öyleyse sana yenilerini alırız. Hatta baban ile beraber çıkarız çok güzel bebekler alırız."


Ahter, başını annesinin göğsünden kaldırıp "ben de gelecek miyim?" Diye sordu.


Mihriban, kızının başına küçük bir buse kondurdu. "Tabii ki! Bebeğim gelmeden gidip oyuncak alamayız ki."


Ahter'in morali düzelmeye başladığında kapıları önce tıklanıldı, ardından onlar cevap vermeden açıldı. Awir ağa, karısı ile kızının birbirlerine sarıldıklarını gördüğünde gülümseyip kapıyı kapattı.


Ahter başını tekrar annesinin göğsüne gömdü. Babasına biraz daha naz yapmaya devam edebilirdi.


Awir ağa gülümsemesine aldığı karşılık ile


Mesainin başladığını anladı. Hayat ona iki tane nazlı güzel vermişti. "Bebeğim, babaya küsmüş mü?" Ahter, annesinin göğsüne daha da sinerek yanıtını verdi.


Mihriban, kızının bu nazlı haline gülümseyip onu iyice sarıp ayaklandı. Kocasının yanına ilerlediğinde kucağındaki kızını çekti.


Awir ağa kolunu açmış kızını almaya çalışırken Ahter direniyordu. Annesine iyice yapıştığında gitmek istemediğini belli ediyordu. Aslında gitmek istiyordu, lakin

Trip atması gerekiyordu.


Gücü anne ve babasına yetmediğinde kendini babasının kollarında buldu. Küçük dolgun dudaklarını büküp alttan alttan babasına baktı. "Neden aldın beni?"


Awir ağa, Ahter'in boynundan öptüğünde ister istemez kıkırdadı. "Annen biraz rahatsızmış, bundan sebep ile seni ben aldım." Awir ağa, kızının vicdanı ile oynadığında başarılı olmuştu. Ahter, annesinin kucağından çekilmiş olduğu için rahatlayarak "öyleyse yere bırakır mısın babacığım? Ben kendim yürüyebilirim," dedi.


"Olmaz, benim kızımın yanında babası varken ayakları yere değemez." Ahter, babasının söylediği sözden sonra iyice yumuşadığını hissetti. İlgiyi seviyordu. Babasına sarılıp tribinin bittiği gösterdi. Evli çift onun bu haline gülümseyerek sohbet etmeye başladılar.


.


.

.

.

.


Ahter, yeşil kabarık eteğini ve beyaz askılı üstü ile sokaklarda küçük bir prenses gibiydi.


Fazlası ile sallanan küçük bir prenses...


Hem canı sıkıldığı, hem de canı çektiği için erik toplamaya çıkmıştı, başka bir deyiş ile ağaçlardan erik çalmaya.


Çenesinde biten saçlarındaki melek sembollü


Çıtçıtlı tokanın gevşediğini hissettiğinde oflayarak düzeltmeye çalıştı. Elinden geldiğince düzelterek tekrar kıvırta kıvırta ilerledi. Birkaç gündür bunalıyordu. Çünkü Rohat sürekli onun giydiklerine karışıp bir de canını yakıyordu Ama sevdiğini de söylüyordu. Ahter, o çocuğu anlayamıyordu.


Biraz daha yürüdüğünde pek fazla insanın olmadığı bir alanda göz alıcı bir erik ağacı gördü. Üstündeki yeşil erikler Ahter'in ağzını sulandırdığında öncelikle etrafına baktı. Pek fazla insan olmadığına ve sorun teşkil etmeyeceğine emin olduğunda ağaca doğru ilerledi. Kocaman bir ağaçtı...


Ahter elini uzatmak istese dahi boyu asla izin vermiyordu. En sonunda zıplaya zıplaya bir tane dalı yakalayabildiğinde gülümsedi.


Daha şimdiden sallayarak düşecek eriklerin hayalini kurdu.


O dalı sıkı sıkı tutup tüm gücüyle sallamaya başladı. Bunu yaparken o ağacın üstünde olan çocuktan habersizdi...


Tıpkı Ahter gibi erik toplamak isteyen çocuk ayağını başka bir dala atacakken kendisi de


Ağacın altındaki kızdan bihaberdi.


Ahter, dalı tüm gücüyle salladığında kocaman gülümsedi. Etrafına düşecek olan erikleri görmek için başını kaldırdığında hiç beklemediği bir şey oldu. Acı ile yere yapıştı ve dudaklarından büyük bir inleme koptu.


Korkusundan dolayı gözlerini açamıyordu lakin emindi ki üstüne düşen bir daldı. Evet, kesinlikle bir daldı. Ahter acısını unutup daldan kopartacağı erikler için sevindi. Akıllanmazdı bu kız çocuğu.


Gözlerini usul usul araladığında gördüğü yeşillikler ile dona kaldı. Bu bir çift eriğin yeşili ne de güzeldi böyle, diye geçirdi içinden. Şaşkınlıktan kavrayamadığı olay, titreşen erikler ile kafasına oturdu.


Baktığı şeyler erik değildi, erik yeşili gözlerdi...


Ve bu demek oluyordu ki şu an üstünde biri vardı. İçinde olduğu durumun utancı ile


"Çok ağırsın, kalk üstümden," diye bağırdı. Yani en azından bağırdığı sandı.


Yaşadığı şoku küçük kızın kısık sesi ile atlatan çocuk hızla kalktı. Oysaki ağır değildi, hatta yaşıtlarına göre sıska bir çocuktu.


Ahter, o çocuğun oturur pozisyona gelmesi ile rahat bir nefes aldı. Kendisi hâlâ uzanmaya devam ederken yüksek bir ses ile irkildi.


"Tuttuğun dalın üstünü göremeyecek kadar kör müsün çocuk?"


Hızla kendisi de oturur pozisyona gelmeye denediğinde kolunda hissettiği acı ile inledi.


Sağ dirseğini kendine çekip baktığında ise hafif morardığını gördü. Dudaklarını büzerek karşısında ki çocuğa baktı. "Ne yaptığına bak," diye üzgün bir tonda söylendi. Tabii bunu yaparken dirseğini çocuğun yüzüne doğru tuttu.


Çocuk karşısındaki kızın üzgün bakışlarını gördüğünde yumuşadığını hissetti. Anlamsızca içine dolan merhamet ile elini kızın dirseğine götürdü. Moraran dirseğinin bir kısmında gördüğü çizik ile içi acıdı.


Ufacık bir kızın canı kendisi yüzünden acımıştı. Peki, bu durum onun canını neden yakıyordu? Ailesi dışında kimseyi umursamayan bu çocuğun içine yerleşen merhamet nedendi? Üstelik bu küçük kızı hayatında bir kez bile görmemişti.


Gözlerini yaradan kaldırıp küçük kıza baktı.


Ahter, çocuğa aynı üzgün bakışları gönderirken esas üzüldüğü bu kol ile erik toplayamayacak olmasıydı. Burnunun aktığını hissettiğinde bir kez çekip "senin yüzünden erik yiyemeyeceğim!" Diyerek yakındı.


Çocuk içinde beliren merhamete rağmen suçun kendisine atılmasına izin vermedi.


Sesini çok yükseltmemeye özen gösterdi. "benim yüzümden mi yiyemeyeceksin? Birazcık tuttuğun noktaya baksan böyle olmazdı!"


Bu haklı suçlama karşısında öfkelenen Ahter


"Sus!" Diye bağırdı. Normalde kendinden büyük biri ile böyle konuşmak istemezdi.

Lakin çocuk çok haklı konuşuyordu ve bu haklılık Ahter'in zoruna gidiyordu. Üstelik hem yaralı hem de eriksizdi.


Çocuk, bir süre küçük kızın ani verdiği tepki ile kala kaldı. Çatılan kaşlarına baktı öncelikle. Sırayla minik burnuna, büzülmüş küçük dolgun dudaklarına ve en son olarak ise buruşmuş çenesine... hepsini bir araya getirdiğinde oluşan tatlı ve komik görütü ile kıkırdamaya başladı. Kıkırdarken bir yandan da "ne yaparsın, ailene mi ağlarsın?" Diye söyleyip küçük kıza bulaştı.


Birkaç saniye daha süren gülmesi ayak bileğinde hissettiği acı ile kesildi. Küçük diye nitelendirdiği kız ayak bileğini kopartırcasına ısırırken, kendisi de eriklerin olmadığı ile kızın başını itmeye çalışıyordu.


"Ulan kuduz musun? Bırak!"


İşittiği laf ile ısırmayı bırakan kız anında itildi.


Boncuk gibi gözlerini birkaç kez kırpıştırıp, yüzünü buruşturan çocuğa baktı. Çok mu acıttım acaba? Diye geçirdi içinden.

Oysaki alttan 2 tane süt dişi yoktu. Çok acıtmamış olsa gerekti.


Yaptığı şeyden dolayı utandığını hissettiğinde


Gözlerini ellerine indirip bir de elleri ile oynamaya başladı.


Çocuk ise küçük kızın bu ani değişimi karşısında acısını es geçti. İçinde oluşan merak ile kızı izlemeye karar verdi.


Ahter, bir süre elleri ile oynadıktan sonra başını kaldırmadan gözlerini kaldırdı. Lakin tanımadığı çocuğun ona baktığını gördüğü an tekrar ellerine çevirdi bakışlarını. Bu hareketi birkaç dakika ara ile birkaç kez tekrarladı. Her seferinde kendisine bakan çocuk ile daha da fazla artıyordu utancı.


Utanmaya bir son vererek başını dikleştirerek gözlerini hiç ayırmadan erik yeşillerine sabitledi. Her geçen an o gözlere daha da hayran olduğunu hissediyordu.


Çocuğun hareketlendiğini hissettiğinde bakmaya daldığı gözlerinden odağını aldı.


Çocuk elindeki yeşil erikleri yere bıraktı. Bıraktıktan sonra da elini cebine koyarak içinden yara bandı çıkardı. Ahter ne yapacağını izlerken çocuk hiç beklemediği bir hareketi yapıp onun kolundan tutarak kendine çekti.


Yara bandını açarak nazikçe Ahter'in dirseğine yapıştırdı. Her ne kadar hata küçük kızın olsa dahi yaşından dolayı alttan almaya çalışacaktı.


Ahter utana sıkala "teşekkür ederim," deyip minnetini sıcak bir gülümseme ile gösterdi.


Çocuk, küçük kıza gülümseyip ayağa kalktı.


"Bak çocuk, şu eriklere sakın dokunma tamam mı?" Diyerek yere bıraktığı erikleri işaret etti. Ahter anlayamasa da başını sallayıp onayladı. Tam o an boynunda hissettiği bir ağrı oldu lakin aldırış etmedi.

Çünkü tüm odağı karşısındaki çocuktaydı.


Çocuk ağaca doğru yönelip çıkmaya başladı.


Dalı tutup bedenini çektiğinde bir yandan da kıza hitaben konuştu. "Ben biraz daha erik toplayacağım. Sen de uslu uslu otur."


Ahter sessizce ağacın ortalarına girip gözden kaybolan çocuğu bekledi. Gözleri bazen yerde duran eriklere kaysa dahi aldığı uyarıdan dolayı dokunmamaya kararlıydı.


Bir süre sonra derin bir iç çekip emekleyerek eriklere ilerledi. Birazcık yese fark edilmeyeceğini düşünerek ilk eriği eline aldı. Yıkanmasını düşünmeden ısırdı. Aldığı ekşi tadın hoşnutluğu ile gülümsedi. Bir yedi, iki yedi, üç yedi... saymayı bırakmıştı.


Bir erik daha almak için elini yere doğru götürdü. Ki eline gelmeyen erikler ile endişenin verdiği histen dolayı yutkundu.


Bitirmiş miydi? Eğer arkasını dönüp koşup kaçmayı dener ise yakalanır mıydı?


Oturduğu yerden ayaklanıp hızla arkasını döndü. Henüz ikinci adımında iken bir şeyin yere çarpma sesi geldi ve hemen ardından bir ses daha kulaklarına ulaştı."çocuk nereye?"


Ahter duyduğu sesten sonra adımlarını durdurmak zorunda kaldı. Yüzüne ailesinde işe yarayan masum surat ifadesini yerleştirip arkasını döndü. İki eli arkasında birleşik iken, bir ayağını da diğer ayağının önüne geçirip çapraz bir görüntü yarattı ve yerinde hafif sallandı.


"Yanında mı kalayım?" Diye sordu annesinden öğrendiği cilve ile.


Çocuk, küçük kızın bu tatlı hareketine karşılık kaşlarını kaldırdı. Lakin bir halt yediği için böyle davrandığını anlaması sadece saniyeleri aldı. Gözleri anında yeri bulduğunda umduğu bıraktığı erikleri bulmaktı. Bulamadı. Başını sıkıntı ile iki yana salladı. "Siz çocuklar asla söz dinlemezsiniz değil mi?" Aslında bunu soran da bir yetişkin değildi. Ancak ona çocuk demeye dil varmazdı.


Ahter dudaklarını büzüp hatasını kabul etti.


"Özür dilerim, canım çok çekiyordu."


Karşısındaki çocuğun, tıpkı diğer çocuklar gibi ona kızmasını bekliyordu. Ama öyle olmadı. Çocuk, Ahter'e gülümseyip yere oturdu ve eli ile yanına vurup kendisininde gelmesini istediğini belirtti. Ahter onun dediğini yapıp pıtı pıtı yürüyüp onun yanına oturdu. Merakla yanındaki çoçuğa bakıyordu.


Çocuk yere birçok erik bırakınca Ahter'in canı tekrardan erik çekti. Kasalarca yeseydi doyamazdı yeşil eriğe. Ancak her ne kadar canı çekse dahi istemekten utandı.


Çocuk, küçük kızın utandığını anlayınca onun önüne yarısını bıraktı. Bunu neden yaptığını bile bilmiyordu. Tek hissettiği kalbini ele geçiren merhametin varlığıydı. Ve bu onu oldukça şaşkına çevirmişti. Kardeşi ve kuzeni Beritan dışında kimseye hissetmezdi bu duyguyu.


Ahter, önüne bırakılan erikler ile gülümseyip teşekkür etti. Hiç beklemeden erikleri yemeye başladığında çocuk onun bu haline kıkırdadı.


Kendisi de bir eriği ağzına atıp yedi.

"Kaç yaşındasın çocuk?"


Ahter, ağzına atmak üzere olduğu eriği bırakıp avuçlarını açtı. Dört parmağını avucuna içine koydu. Yanında oturan çocuğa dönüp ellerini kaldırdı. Ve tabii aynı zamanda "6 yaşındayım" Diye sevinçle konuştu.


"Kardeşimden bir yaş büyükmüşsün. Oysaki biraz daha küçük duruyorsun."


Ahter, çocuğun konuşmasından istifade ederek çaktırmadığını düşünüp biraz yanına kaydı. Ardından kendi merak ettiğini sordu. "Kardeşini konuşma. Senin yaşın kaç?"


Çocuk öncelikle yanına yaklaşan kız ile aralarında olan mesafeye baktı. Ufacık bir kızın herhangi bir niyetinin olabileceği ihtimali aklından bile geçmediği için gülümseyerek karşılık verdi. Kardeşi de kendisine böyle yakın durmayı severdi.


"Ben 14 yaşındayım. Bir de senin ismin ne çocuk?" İsmini öğrenip çocuk demeyi bırakmak istiyordu.


Ahter, eksik dişlerini hiç umursamadığı için kocaman gülümsedi. "İsmim Ahter. Ama okulda Soylu da oluyor. Çünkü öğretmenlerim sürekli Ahter Soylu diyor."


Çocuk duyduğu isim ile dumura uğradı. Lakin Ahter bunu fark etmedi. Hatta konuşmaya devam etti.


"Biliyor musun ben 2.sınıfa gidiyorum. Hem de birinciyim!"


"Ve, ve öğretmenler en çok beni seviyor. Ama beni başkan yapmıyorlar. Sorduğumda diyorlar ki; arkadaşların seni çok yoruyor."


"Aslında doğru. Bir defa başkan oldum hep yaramazlık yaptılar. Sonra ben de onları dövdüm!"


Çocuk, bir yandan küçük kızın duraksaya duraksaya anlattıklarını dinliyor, bir yandan da bir Soylu çocuğu ile konuşmuş olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Onlar kan davalı iki aşiretin bireyleriydi. Şu an konuşmamaları gerekiyordu.


Gidip gitmeme arasında kaldığında başını önüne çevirdi. Küçük kız eriklerini yediğinde gitme kararı alıp usulca bekledi.


Ancak Ahter'in susma gibi bir niyeti yok gibiydi. "Ee senin adın ne?"


Başını önünden çevirip tekrar kıza çevirdi.


Acaba töreleri biliyor mu diye düşündü.


"Benim ismim Ares, Ares Şahkar."


Ares, kendini tanıttığı an Ahter şaşkınlık ile açılan dudaklarına ellerini yerleştirdi.


Hızla tüm bedenini Ares'e çevirip onun üstüne emekledi. Ares kendini çekse dahi Ahter neredeyse üstüne çıkmıştı.


Ahter, ellerini onun kollarına sarıp dizlerinin üstüne çıkarak yüzlerini yaklaştırdı. Şaşkınlık ve korkuyla fısıldadı. "Senin babanın adı ne?"


Ares gelecek olanı tahmin ederek cevapladı Ahter'i. "Roni Şahkar."


İşte tam o an Ahter'in korkusu doğrulandı.


Daha ne kadar şaşırabilirdi ki? Ares'i bir kez dürtükleyip "sen o iblisin oğlusun!" Diye bağırdı. Tabii Ares daha fazla bağırmaması için bir eli ile kızın dudaklarını kapattı.


"Şeytan olmasın o?"


Bu civarlarda babasını öyle tanıtırlardı. O bir şeytandı. Birçok çocuk Roni Şahkar ismine şeytanı duymuş gibi tepki verirdi. Ahter'de onlardan biriydi. Söylenen söylentiler elbette Ahter'in de kulağına ulaşıyordu. O adam tam bir şeytandı. Kendi babasının bile onu sevmediğini duymuştu. Bir insanı babası sevmez miydi? Demek ki çok kötü bir adamdı Roni ağa. İşte bu Ahter'in düşüncesiydi.


O, nefret edilen çocukları bilmezdi. Tek bildiği yaramazlık yapınca ailelerin o çocukları sevmeyeceğiydi. Bunları da okuldan duyuyordu. Çünkü kendisi ne kadar yaramazlık yaparsa yapsın babası

onu severdi.


Ahter, şaşkınlığını üstünden atıp kaşlarını çattı. "Hayır, iblis!"


Ares, kızın takıldığı yere olumsuzca başını salladı. Ellerini kızın ellerine yerleştirip kendinden çekti. Artık gitme zamanı geldiğini hissediyordu.


Ayağa kalkacağı sıra da Ahter tekrar konuştu.


"Ares bekle."


Ares başını hafif yana eğip "Ares mi?"


Acaba Ahter boyunun farkında mıydı?


Ahter başını hızla aşağı yukarı salladı. "Evet, adın Ares ya."


"Ahter, kardeşim yaşındasın. Bana ismim ile seslenmen ne kadar uygun? Ares ağabey demelisin."


İşte bu vakit Ahter'in kaşları çatıldı. Ona asla ağabey demeyecekti. Çünkü annesi, babasına ağabey demiyordu. Ve Ahter'in dakikalar içinde kafasında kurduğu bir dünya vardı.


"Hem kardeşinden bir tane yaş büyüğüm. Hem de kardeşin değilim ki. Kardeşin desin sana ağabey. Ben Ares diyeceğim. Sen de bir daha benden böyle bir şey istemeyeceksin!"


Sesi itiraz istemeyen bir tondaydı.


Ares, Ahter'in boyuna baktı öncelikle. Sonra da düşündü, bunları söyleyen bu çocuk muydu cidden? Küçük bir çocuk gibi davranmıyordu. Hem hareketleri, hem de konuşmaları pek masum değildi. Bunu az çok anlasa dahi aklı Ahter'in niyetinin ne olduğunu tam olarak düşünmesine izin vermiyordu. Çünkü o ufacık bir çocuktu!


Bu cilveli haller, yaklaşmalar hayra alamet değildi.


Ares tekrar yere oturdu. Nedense biraz daha kalmak istiyordu burada. Ahter de hiç oyalanmadan tekrar onun dibine kadar girip


Oturdu. "Anladın mı Aresciğim? Ağabey demek yok!" Şirince söylediklerinin altında bir tilki yatıyordu. Bu çok bariz bir şekilde ortadaydı.


Ares üç kez cıklayıp "dilin de pabuç gibi,"


Diyerek söylendi.


Ahter birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Sonra da düşünmeye başladı. Dili pabuca mı benziyordu? Yüzünü kırıştırıp anlamsızca baktı Ares'e. "Ama," dedi ve dilini dudaklarının arasından çıkarıp Ares'e uzattı.


Ares, Ahter'in ne yaptığını anlayamadığı için bir gözlerine, bir de diline bakıyordu.


Ahter, dilini tekrar ağzının içine koyup konuşmasına devam etti. "Benim dilim pabuca benzemiyor ki. Çok güzel. Sen de gördün di mi? Dilim çok güzel di mi?


Pabuca benzemiyor di mi? Hadi benzemediğini söyle!"


Ares, kendisine gelen üst üste sorular karşısında mala döner gibi oldu. Bir çocuğa laf anlatamayacağı kafasına çok geç düştü.


Cidden, bir çocuk ile konuşup ne halt ediyordu ki? Ancak kendine engel olamadığının da farkındaydı. Ahter'in bu halleri Ares'i hem şaşırtıyor, hem de içindeki sıkıntıya ilaç gibi geliyordu. Tabii Ares bunun henüz farkında değildi. Sadece konuşmak istediğini düşünüyordu.


"İyi, öylesine demiştim zaten. Senin dilin pabuca hiç benzemiyor Ahter." Kesinlikle pabuç dilliydi. Ancak bunu küçük kıza söyleyip kalbini kırmak istemedi.


Ahter, huzurla bir nefes verdi. Ancak tekrar yükselmesi uzun sürmedi. Tekrar Ares'in kollarını tutup ona iyice yaklaştı. "Ben sana bir şey diyecektim!"


Ares bu ani hareket karşısında irkildi.


Sonra olduğu ortamı ve onu tutan küçük elleri idrak edip rahatladı. "Ne diyecektin Ahter?"

Resmen kalbi ağzında atıyordu. Ahter böyle ani yükselmeler yapmayı bırakmalıydı.


Ahter, sanki bir sır veriyormuşçasına Ares'in kulağına yaklaştı. Fısıltı ile "sen Sülfür'e benziyorsun," dedi.


Ares, küçük kızın bu hareketine karşı hiç bozuntu vermedi ve kendisi de pozisyonlarını bozmadan fısıldayarak sordu. "Sülfür mü? Bildiğimiz asit mi?"


Ahter, duyduğu soru ile ilk defa heyecanlanmadı. Çünkü şu an yanında olan çocuk, Sülfür'ün verdiği etkiden çok daha fazla etkiliyordu Ahter'i. Ama buna rağmen


"Hayır asit olan değil. Benim aşkım olan Sülfür," diyerek Ares'in kafasını daha da karıştırdı.


"Adamın ismi sümüklü böceği andırdı. Hangi aile çocuğuna böyle bir isim verir ki?"


"Ya! Deme öyle. Sülfür, melek okulunda bir iblis. Bu yüzden tanımıyorsundur sen."


Artık fısıldama gereği duymayıp dudaklarını kulağının yanından uzaklaştırıp tekrar yüzlerinin karşılıklı durmasını sağladı Ahter.


"Sülfür... tamam şimdi anlıyorum. Kuzenim de o çizgidiziyi izliyor. Ve iblis değil, şeytan."


Ahter dudaklarını aralayıp konuşacak iken Ares araya girdi. "Ayrıca benim nerem o adama benziyor?" Bu kız onu neye benzetmişti öyle? Ares'in gönlü isterdi ki Tsubasa animesinde ki Kojirōya benzetsindi.


Ahter, utana utana benzerliklerini anlattı.


"Sülfür'ün gözleri de çok güzel. Senin gözlerin de çok güzel. Bir de o bir iblis, sen de iblisin oğlusun. Yani tam olmuyor ama olsun sonuçta sen iblisin oğlusun."


Ares, gözlerine hayranlıkla bakan kıza anlam veremiyordu. "Peki, başka neyimiz benziyor?"


Ve tabii bu sorunun karşılığını anında aldı.

"Çok sorgulama! Benziyorsun işte sus."


"Tamam, sustum."


Ahter, memnuniyetle gülümsedi. "Ben kimim biliyor musun?"


"Ahter?"


Ahter başını sağa sola sallayarak karşılık verdi. "Ben bir meleğim. Hem de Raffım."


O çizgidiziyi izleyen neredeyse her çocuğun hayalini dile getirdi Ahter.


Ares az çok bildiği çizgidiziden dolayı Ahter'in kimden bahsettiğini anladı. Böyle hayal kurması Ares'in içini ısıtmaya başladı.


Umuyordu ki bu küçük kız hayallerini kaybetmezdi. Her zaman böyle masum olurdu.


"Şimdi ne olacak biliyor musun Sülfür?"


Ahter'in dudaklarında ki sinsi gülümsemeyi tatlılığa yoruyordu Ares. Oynadığı oyuna dahil olup Sülfür karakterini kabullendi.


"Ne olacak?"


Ahter'in yüzünde ki gülümseme daha da genişledi. İşte şimdi kafasında kurduğu dünyanın içindeydiler. Ahter, Ares'in yüzüne usulca yaklaşıp dudaklarına doğru fısıldadı.


"Benim dudaklarımı öpüceksin aşkım."


Ares, duydukları karşısında bozguna uğradı. Kızın dediğini idrak edemiyordu. Ta ki küçük kız dudaklarına yapışmaya çalışana dek. Hızla kızı üstünden itip "ne diyorsun be?!" Diye bağırdı. Kafayı mı yemişti bu kız?


Bu yaşta neler diyordu? Ares kendi içinde kızı sorguya çeker iken farkında olmadan burnunun kırmızıya dönüşmesine neden olmuştu. Düştüğü durumdan fazlası ile utanıyordu.


Ahter, poposunun üstüne düştüğünde ufacık bir inledi. Neden itildiğini merak ediyordu.


Bu yaptığının yanlış olmadığını düşünüyordu.

Gözlerini ayakta dikilen kişiye çevirip baktı.

İlk dikkatini çeken Ares'in kırmızı burnu oldu.

Palyaçoya benzediğini düşündü ilk olarak. Sonra ise tekrardan içinde oldukları durumu düşündü. "Neden ittin beni Ares? Sadece bir tanecik öpücektim."


Ares inanamayarak Ahter'e baktı. "Sana bu şeyleri kim öğreriyor çocuk?" Özellikle yaptığı vurguyu Ahter anlamamıştı. Tabii bundan dolayı safça ayaklanarak anlattı.


"Annem ve babamı gördüm. Bence çok güzeldi." Bunu anlatırken yüzünde açan güller Ares'in yumuşamasını sağladı. Küçük bir çocuğa anlatabileceğini düşünerek tekrar yerine oturdu ve ardı sıra Ahter'de karşısına oturdu.


"Dinle Ahter, senin gördüğün yetişkinlerin yapabileceği bir hareket. Senin gibi çocukların yapması çok yanlış." Elinden geldiğince ılımlı konuşursa Ahter'in anlayacağını düşünüyordu.


Ahter, başını onaylar biçimde sallayarak tekrar konuştu. "Ama babam, annemi öptüğünde dedim ki beni de öp, o da dedi ki


Sadece karı kocalar böyle öpüşebilirmiş. Yani eğer babamdan korkuyorsan, korkma. Beni öpebilirsin, bir şeycik olmaz." Arada duraksayıp nefes alma ihtiyacını gidererek anlattı. Ahter, sanıyordu ki babası bunu öğrendiğinde aferin diyecekti. E sonuçta Ahter'in hayaline göre Ares onun kocası olmuştu bile.


Ares bir elini alnına götürüp ovuşturdu. Anladığı kadarı ile hayalleri ile yaşayan bir çocuktu Ahter. Durumu izah edebilmek adına yeşillerini Ahter'in koyu kahvelerine verdi.


"Ahter, baban haklı. Karı kocalar yapabilir bunu. Biz, karı koca değiliz. Yani seni asla öpmeyeceğim. Ayrıca kendinden bu kadar büyük birine bunları söylemen ahlaki değerlere hiç uymuyor."


Ahter, bakışlarını ellerine çevirdi. Ares'in kendisini beğenmediğini düşünerek kendini üzüyordu. Çünkü Ares'in dedikleri arasında tek bir noktaya takılmıştı. Bu yüzden o konuyu tekrar ele alarak üzüldüğünü belli ederek sordu. "Yani, biz şimdi evli değil miyiz?"


"Heh, aynen öyle! Biz evli falan değiliz.


Öyle bir şeyin olma olasılığı bile yok. Evlilik için fazla küçüksün." Ares, söylediklerini bitirdiği an ani bir hareket ile tekrar kalktı. Cidden şu an ne yapıyordu böyle? Konuştukları konu yüzünden kendinden utandı. Gideceğini söyleyip arkası dönüyordu. Ki Ahter, onun koluna sarılıp durdurdu. "Neden gidiyorsun?"


Ares, derin bir nefesi içine çekerek kızı kendinden uzaklaştırdı. "Bu konuyu konuşmak istemiyorum. Hatta böyle bir şeyi senin gibi bir çocuk ile konuşmamalıyım, bu çok yanlış." Tekrar gitmeye çalışacağı sıra da


Ahter tekrar koluna sarılıp durdurdu. Telaşlı hali ile yükseldi. "Tamam tamam gitme!"


Ares, ne var dercesine baktı Ahter'e.


Ahter öncelikle yutkundu. Ne diyebileceğini düşündü ve onayladı. "Tamam, şimdi evlenmeyelim. Seni öpmeye çalışmayacağım, bu yüzden gitme. Ben büyüdüğümde evleniriz. O zaman küçük olmayacağım için gitmezsin."


Ares sabır çekerek Ahter'in umut ile bakan gözlerine odaklandı. Ahter ise ikna olmadığını düşünerek tekrar konuştu. "Hem bak, eriklerimiz daha bitmemiş. Onları yiyelim, nimet yazık olur vallahi. Sonra annem saçlarımıza yapışır, görürüz."


Ares kıkırdayarak tekrar oturdu. Bu küçük kız rahatsız edici şeyler söyleyip, yapmadığı sürece yanında kalabilirdi. Ahter'de heyecan ile oturup kalan erikleri eline aldı.


Ellerinde ki erikler bittiğinde Ares tekrar topladı ve tekrar beraber yediler. Bu sıra da Ahter okul anılarını anlatıyor, Ares'te büyük bir ilgi ile içini yumuşatan kızı dinliyordu.


Artık iki kişininde gitme zamanı geldiğinde Ahter, Ares'ten ayrılmak istemiyordu.


"Ares."


Ares, sıkıntı ile ismini zikir eden kıza baktı.


Ahter, Ares'in konuşmasını beklemeden devam etti. "Benim elim eriklere hiç yetişmiyor biliyor musun?"


Ares, bu konunun nereye varacağını merak ederek "biliyorum," dedi.


"Bir de ben ağaçlara senin gibi çıkamıyorum.


Senin hem elin yetişiyor, hem de ağaçlara çıkıp kendini acıtmadan iniyorsun."

Duraksayıp Ares'in onu dinlediğinden emin olmak istedi.


Ares "evet, dediğin gibi oluyor Ahter. Peki, ne demek istiyorsun?" Dedi ve Ahter'in devam etmesine yardımcı oldu.


Ahter, reddedilmekten korktuğu için bir kez derince yutkundu. Gözlerine masumluğunu ekleyerek, kibarca konuştu. "Şey, acaba bazen yanına gelsem, bana da erik verir misin?" Aslında erikten çok, yüzüne hayranlık duyduğu çocuğu görmekti niyeti.


Ares, bu teklif karşısında düşündü. Her ne kadar tanıştıklarından beri kendisini epey şaşırtmış olsa dahi içinde oluşturduğu duygu


Hoşuna gitmişti. Huzur gibi hissettiriyordu yanında durmak. Bir deli saçmalığı gibi gelse dahi ufacık bir kız kendisinin düşüncelerini ona unutturuyordu. Ahter, kendi anılarından bahsederken etrafına saçtığı enerjiyi Ares'e de hissettiriyordu.


Tabii bu hissin yanında içinde an geçtikçe çoğalan merhamet duygusu da vardı. Durum böyleyken bu küçük kızı reddedebilecek miydi? Aslında olması gereken buydu. Onlar kan davalı iki aşiretin çocuklarıydı. Ancak Ares düşündü ki eğer gizlice buluşursa sorun olmaz. Bu düşünce ile gülümsedi. "Pekala, iki gün sonra yine bu saatlerde burada olacağım.


Gelmek istersen, seni bekleyeceğim."


Bu karar ile Ares ilk defa sonucunu düşünmeden hareket etti. İşin sonu nereye varacaktı bilmiyordu, açıkçası bilmekte istemiyordu. İlk defa sadece anı yaşamak istiyordu.


Ahter ise aldığı yanıttan memnun olarak ellerini arkasında birleştirip hafifçe sallandı.


"Ciddi gelecek misin?"


Ares'in gözleri ilk olarak Ahter'in eksik dişlerine kaydı. Komik duruyordu.


Sonra tekrardan yeşilleri, ışıldayan gözleri buldu. Başını aşağı yukarı sallayıp "geleceğim Ahter," Dedi.


Ahter, aldığı yanıt karşısında gülerek arkası döndü. Artık gitmesi gerekiyordu. Birkaç adım ilerlemiş iken arkasını döndü.


"Burada olucaksın, tamam mı? Sakın unutma!" Diye şakıyarak uyardı hayallerini süsleyen çocuğu. Oysaki şu zamana dek her zaman çizgidizi karakterlerine karşı hoşlantı duyardı.


Ares, Ahter'in gitmesini bekliyor iken tekrar arkasını dönüp onu uyarması ile içi yumuşacık oldu. Bu kız fazla mı tatlıydı? Yoksa Ares'in gözüne mi öyle geliyordu?


Çenesinde biten hafif dalgalı saçları onu bir prenses gibi gösteriyordu. Minik burnu, küçük dolgun dudakları ve şişkin yanakları ile çok mıncırılası görünüyordu. Ares, hayatı boyunca gördüğü en tatlı ve kaçık kızın Ahter olduğunu düşündü o an.


"Söz veriyorum Ahter, geleceğim."


Ahter, el sallayarak tekrar arkasını döndü. Anında arkasını döndüğü için kendisine karşılık olarak el sallayan çocuğu göremedi.


Ahter, tekrardan birkaç adım attı lakin yine arkasını döndü. Ares, bu sefer şaşırarak baktı Ahter'e. Saat bir çocuk için geç oluyordu ve bu kız hâlâ oyalanıyordu.


Ahter, son kez uyarmak istediği için kaşlarını hafif çatarak seslendi. "Bak, eğer gelmezsen üzülürüm. Hatta belki de ağlarım ve hasta olurum. Bu yüzden gel tamam mı? Unutma beni!"


Merak ile Ares'in cevabını beklerken Ares'in kahkaha atarak gülmesini beklemiyordu. Komik bir şey mi demişti sanki? Dalga mı geçiyordu kendisi ile? Bu düşünceler ile üzülmeye başlıyordu. Ki Ares'in kahkahası sonlanmış ve ciddiyetle kıza bakıyordu.


"Emin ol geleceğim Ahter. Yani üzülüp, hasta olmana gerek yok."


Ahter, bu sefer geleceğinden şüphe duymayarak arkasını döndü. Tabii bunu yapmadan önce uzata uzata neşe ile 'baybay' demeyi ve el sallamayı unutmadı. Hatta bu sefer kendisine karşılık veren Ares'i de görmüş daha da mutlu olmuştu. Sallana sallana konağın yolunu tutarken gülümsemesi yüzünden asla eksik olmadı.


O gün kaderi beraber yazılmış iki insanın arkadaşlığı başlamıştı. Ares, içindeki duygulardan ve düşüncelerden kendisini kısa süreliğine de olsa kurtaran kız olarak hayatına dahil etti Ahter'i.


Ahter ise çocukluğun verdiği hayranlık ile Ares'ten hoşlandı. Kendi dünyasında onun ile evlenme hayalleri kurdu.


Ne Ares merhamet duyduğu ve kardeşi yaşında olan kız ile evleneceğini biliyordu. Ne de Ahter büyüdüklerinde severek değil de, zorunda kaldıkları için evleneceklerini....


♤♤♤


Yanımda duran Ares'e göz ucu ile baktım.


Dakikalardır yanımda duruyor, benim yaptığım gibi erik ağacını izliyordu. Ona beni bırakıp giderken de bu ağacın altında olduğumuzu söyledim, herhangi bir şey demedi. İçten içe istiyordum ki bir şey desin.

Neden bir daha asla gelmediğini söylesindi işte. Ama sormayacaktım. Anlatacak bir şey olsaydı söylerdi.


Küçük Ahter kırgındı, kızgındı. Şu zamana dek kırgınlıktan çok kızgınlık olduğunu düşünürdüm. Ancak anlıyorum ki kırgınlık daha fazlaymış. Onun ile evleneceğimi öğrendiğim an karşımdaki kişinin bir yabancı olacağını düşünmüştüm. Ares bana sırtını dönüp gittiği gün yabancılaşmıştı. Peki, yabancılaşan bu adam da gider miydi?


Gidebilirdi. Bu yüzden ben asla ona yüzümü dönmemeliydim. Eğer yüzümü dönersem her an sırtını çevirmiş birini görebilirdim.


Belki de sırtını çevirmezdi. Çünkü küçük Ahter'in hayallerini süsleyen bu adamı, şu an ki Ahter sevmiyordu. Küçük Ahter'e arkadaş, belki de kardeş gözü ile bakan bu adam ise şu an ki Ahter'i sevdiğini söylüyordu. Bir insan seviyorsa gider miydi? İşte bunu bilmiyordum.


Garipti işte. Hayat çok garipti. Hiç beklemediğimiz şeyleri yaşattırıp, sonra da güçlü durmamız zorunluluk haline geliyordu. Bize de sorunların üstesinden gelmek düşüyordu. Kaçmak değil, üstesinden gelmek...


Bir karara varmam gerekiyordu. Ancak ben yorgundum. Bu yüzden oluruna bırakacaktım.


Hayat beni nereye sürükleyecekti? Bilmiyordum. Bilmediğim bu yola ilk adımlarımı atıyordum.


"Konağa dönelim mi?" Diye soran bendim.


Ares'e kalsa hep burada duracak gibiydi.

Ancak ağrılarıma daha fazla dayanabilecek gibi değildim.


Ares'in gözleri de erik ağacından bana döndü.


"Gidelim Ahter, gidelim," diyerek vücudunu arkama çevirdi. Ben de onun gibi arkamı dönerek peşinden ilerledim. Araba yakın olduğu için bir dakika bile sürmedi yürüyüşümüz. Ares şoför koltuğuna, ben de yanına oturdum. Hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdı. Merak ediyordum, ne olmuştu? Sipan ağa ne yapmıştı? Ares iyi miydi?


Gece boyu ikimizde uyumamıştık. Üstelik o alkollü gelmişti. Ardından bana olanlar ve hemen sonra Sipan ağanın olayı... çok yorulmuş muydu? Esasında ona soğuk yapmaya devam etmem gerekirdi. Çünkü gerçekleri yüzüme vurarak canımı yakmıştı.


Ama onsuz geçirdiğim bir hafta, bir haftadan sonra onu ilk görüşüm içimi yakmaya yetmişti. Vicdanım beni rahat bırakmıyordu. Direnmeye çalışıyordum ama çok zordu. Çünkü o haklıydı. Gerçekleri yüzüme vurması beni kırmış olsa dahi uykudan uyanmama yardımcı olmuştu. Ben bana yapılanı, ona yapıyordum. Kendi acımı, ona yaşatıyordum. Haksızdım...


Başımı Ares'e çevirdim. Her zaman çok sevdiğim erik yeşilleri yorgundu. Ben yorgundum, Ares yorgundu. Şu an ki Ahter, küçük Ahter gibi onu sevemezdi. Aslında küçük Ahter'de sadece hoşlanıyordu. Ama yine de kocam olduğu için bu böyle yürümezdi. Hayatımız bir kez birleşmişken ayrılması zordu. Ayrılması demek, kan demekti. O zaten yanımda durmaya çalışıyordu. Ben de onun bu çabaları için ufakta olsa bir adım atacaktım.


Eğer beraber yaşayacak isek somurtarak, bağırarak, kırarak, yok sayarak devam etmezdi. Hem acısı görünüyordu. Yanımda bu kadar bitik birini görmekte istemiyordum.


Tüm bu haklı sebepler için o ufak adımı atarak "nasılsın?" Diye sordum.


Yolda ki bakışları bunu beklemediğini belli ederek birkaç saniye üstümde durdu. Sonra araba üstünde olduğunu hatırlar gibi hemen önüne döndü. Konuşmadan önce dudaklarını birbirine bastırdı. "İyiyim Ahter. Asıl sen nasılsın? Ağrın var mı?"


İlgi ile sorduğu soruya tabii ki doğru yanıt verecektim. Ağrım varken şu an reddetmek istemiyordum. "Var ağrım."


"Doktor, ufak ağrılarının olabileceğini ve ilaç içerek gidebileceğini söyledi. Eğer şiddetli ise hastahaneye gidelim." Çok sakindi. Hatta dokunsam ellerimde uyuya kalacak gibi de duruyordu. Ağrım şiddetli miydi? Belki biraz.


Ama onu bu hali ile uğraştırmaya gönlüm el vermedi. "Biraz uzansam geçer gibi," diyerek baştan salma bir cevap verdim.


Yolun geri kalanı sessiz geçti. Ben onun bir hafta da çökmüş halini izlerken, o birkaç saniye bakıp önüne dönüyordu. Genel olarak odağı yoldaydı. Tabii olması gerekende buydu.


Ben arabadan iner inmez odamıza çıktım. Zaten kimseciklerde yoktu etrafta. Herkes odasına çekilmiş olmalıydı. Ve ben hâlâ Heval hanımın nerede olduğunu bilmiyordum. Ancak şu an onu düşünemeyeceğin için şimdilik boş verdim.


Odaya girdiğimde arkamdan gelen adamdan dolayı kapıyı açık bıraktım. Üstümde siyah eşofmanlar olduğu için anında kendimi yatağa bıraktım. Bir adım daha atıcak gücüm yoktu. Ares'in uyuduğu kısma sırtımı dönüp gözlerimi yumdum. Çok geçmeden kapının kapanması sesi geldi. Ve dakikalar sonra yanıma ağırlık çöktü. Kendi ile beraber benim de üstümü örtüp bana yaklaştı. Vücutlarımız değmiyordu ama yakındık. Tepki vermedim.


Kaç dakika geçti bilmiyorum ama uyamıyordum. Ben neden uyuyamıyordum? Şu bir haftadır uyku çok zordu. Acaba Ares uyudu mu diye düşündüğüm an belime uzanan el ile cevabımı aldım. Bedenim kas katı kesilirken eli belimin başlangıcında durdu. Sesini duymam ise saniyeler sonra oldu. "Ahter, sarılabilir miyim?"


Dediğim gibi, oluruna bırakıcaktım. 'Ne yaparsan yap' der gibi omuzlarımı silktim.


O da aldığı cevabı anlayarak belime iyice sarıldı. Bu sarılma ile de vücutlarımız artık birdi. Rahatsız olmuyordum. O ne isterse yapabilirdi. Benden böyle bir sevgi karşılığı alması ise imkansızdı. Ya da belki de değildi.

Ben korkuyordum. Ona bağlanmaktan, sevmekten korkuyordum. Bu yüzden imkansız olsun istiyordum. Eğer imkansız olursa korkularım doğrulanmazdı.


Ben bunları düşünürken zihnim bulanıklaşmaya başladı. Bunun devamı ise


Rüyalar alemine olan bir yolculuktu.


Bölüm sonu <3


Ay bittiii


Tiktok ve instagram hesabım: manjima068


Eğer instagram da takipçi sayım olursa grup açabiliriz, tabii isterseniz.


Şimdi de bölüm yorumuna gelelim.


Tanışmalarını nasıl buldunuz???

Kitabın ismi tam olarak bu geçmişten geliyor.

Bir gün aklıma Ares'in, Ahter'in üstüne düşmesi geldi ve dedim ki 'bir erik meselesi mi?' Ve sonuç olarak şu an beraberiz.


Bundan sonra ki bölümlerde ara ara geçmişlerinden kesitler yazacağım.


Küçük Ahter ile Ares'in sahneleri nasıldı sizce?


Ay yalnız ben de baya yorgunum he. Şu an bu cümleyi yazarken uyku ile savaşıyorum resmen.


Yıldıza basmadan çıkmayın olur mu? Yoksa üzülür ve hasta olabilirim...

 

 

 

 


Loading...
0%