Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15.Bölüm

@manjima068

Merhabalarr!

Biraz geç geldi ama uzun bir bölüm oldu.
Bir de geçmişleri hakkında kısa kısa bölümler atmayı düşünüyorum, G1, G2 gibi.
Tabii onları da yazmak var daha...

Eh ben yazarım, siz okur, yorum yapar ve oy verirsizin değil mi?

Okumaya başlamadan önce oyunuzu verin de öyle okuyun. Şey derlerdi eskiden parayı veren düdüğü çalar, diye. Bizimki de o mesele işte. Oy ve yorum ne kadar çok olursa, ben de o kadar motive oluyorum.

Hadi bölüme geçelim

♤♤♤

Sabahın ilk ışıkları ile günler sonra uyuyabildiğim huzurlu uykumdan uyandım.
Görüş açıma anında giren balkona bir süre baktım. Uykudan uyanınca anında kendime gelemiyordum. Balkonun açık olan kapısı, havalar hafif soğumaya başladığı ve sabah olduğu için esen hava, esen hava ile hareketlenen gri perde...

Gözlerimi balkondan alıp kendime çevirdim. Bacaklarımın arasında topladığım yorgan, normalde yüzümü örten lakin şu an arkamda olan saçlarım, saçlarıma gömüldüğünü hissettiğim yüz, düne göre beni daha da saran kollar... işte böyle uyanmaya hiç alışık değildim. Bir de bunların yanında hem belimi hem de bir elimin üstünde olan elleri vardı. Hatırladığım kadarı ile sadece belimi tutuyordu, elimi değil.

Alışık olmadığım bu durum beni hoş ediyordu. Etmemeliydi. Ben uzak durmaya çalıştıkça her bir temasının beni hoş etmesi, hiç hoş değildi.

Yerimde biraz kıpırdandım, kalkabilmek için.
Ancak Ares beni kolları ile sarıyorken bu zordu. Sadece biraz kımıldayabilmiştim. Ve bu kımıldayışım ile ensemde dudaklar hissettim. Bu da durmam için yeterli bir sebepti. Sıcak nefesi ensemi okşuyordu ve İçim gidiyordu işte... o, bana yakın oldukça vücudum tepki gösteriyordu ve ben bunu kontrol edemiyordum.

Onun etkisinden çıkabilmek için zorlana zorlana yüzümü ona çevirdim. Şimdi vücutlarımız birbirine bakıyordu, gözlerimiz birbirine bakmıyordu. Derin bir iç çektim bu manzaraya. Evet, yüzü güzeldi ama gözleri kapalıydı.

Hâlâ onun kolları arasındayken başımı bir kolumun altına koydum. İçimde beliren ve engel olamadığım histen dolayı bir elimi de onun yüzüne değdirdim. Çoğunlukla ağır olan uykusundan dolayı rahatlıkla parmaklarımı hafif sakalı çıkmış yanağında gezdirdim. Konağa gelmediği bu süreçte sakallarını kesmemiş olsa gerekti.

Benim için uzun denilebilecek bir süredir erik yeşillerine doyasıya göremedim. Her göz göze geldiğimizde genellikle bir sorun oluyordu.
Ve ben onun gözlerini özlüyordum.

Onun gözlerine kendi isteğin ile bakmadın.

Onun gözlerine kendi isteğim ile mi bakmadım?

Özlediğim halde neden böyle bir şey yaptım ki? Ama ben gözlerine değil, kendisine bakmak istemiyordum.

"Sen gitsen, gözlerin bana kalsa olmaz mı Ares?" Çok güzel olurdu. Gözleri benim olurdu. Ama...

"Ya da sen de kal. Dur burada bir yerde. Her istediğimde bakabileyim sana." Kafamı nasıl karıştırdığını görüyor musun Ares?

"Cık cık cık, neden gözlerin açık değil?"

"Sen de gözü açık uyuyan insanlar olsaydın, ölür müydün?"

Uyuyan Ares, uyanık Ares'e göre daha huzurlu görünüyordu. Buna rağmen gözlerinin açılmasını istemem bencillikti. Yine de istiyordum. Ben, yıllarca onun gözlerini görmeden özlemine nasıl dayanmışım? Bu gözleri bir kez görüp, etkisini unutmam nasıl mümkün olabilirdi?

Şu an Ares'in gözleri kapalıyken anladığım bir şey varsa, o da onun gözlerini görmeden hayatıma devam edemeyeceğimdi. Kavgalı olsakta, öfkeli olsam da hatta kırgın dahi olsam... bu gözleri istiyordum. Ares'in gözleri benim yaşamımın bir parçası gibiydi. Belki de gibi değildi, öyleydi. İnsanı hiç fark ettirmeden içini çekiyordu. Ve bir bakıyorduk ki: biz artık onun gözlerinin esiriydik.

Ben Ahter Soylu Şahkar: Ares Şahkar'ın gözlerine meftun olmuştum. Bana gönül veren adamın gözlerine gönül vermiştim. Her şeyden önce gözlerine...

Ona her çekildiğimde şikayet ederken, gözlerine hasret oluşuma şikayet edemiyordum.

Benim haddime değildi, o güzel gözlerine olan özlemime şikayet etmek.

Haddime değildi, onun bir yaşamı içinde saklayan gözlerini sevmemek.

Kimsesinin haddi değildi, bu gözlere acıyı göstermek. Ancak yine ben Ahter Soylu Şahkar: sevdiğim gözlerden yaş akmasına neden oldum.

Öfke işte bu kadar güçlü bir duyguydu. Sakin bir kafa ile meftun olduğumu bildiğim gözleri, öfkeliyken ağlatmış bir de bunu hiç umursamamıştım. Öfke tüketirdi, kırardı, en çokta pişmanlık yaşatırdı. Pişmandım, onun gözlerinden yaş düşerken hiç umursamadığım için pişmandım.

"Ne olurdu Ares? Bana sırtını dönüp gittiğin günden sonra, söz verdiğin gibi geri gelseydin ne olurdu?"

Birkaç gündür bunu düşünmeden edemiyordum. Eğer Ares ile olan iletişimimiz kesilmeseydi nasıl ilerlerdik? Ben küçükken benim ile neden konuştuğunu az çok tahmin ediyordum aslında. Eskiden nazlandığını düşünüyor olsam dahi, şu an öyle olmadığını biliyordum. Belki Fatih gibi görüp, bir ağabey gibi sevmişti beni. Belki de erik toplarken yalnızdı ve benim varlığım ile bu yalnızlık hissi az çok geçiyordu.

"Keşke neden gittiğini söyleseydin. En azından yıllarca her aklıma geldiğinde bir bilinmezlik içinde kalmazdım. Hatta şu an bile bilinmezlik içindeyim ve sen hâlâ sessiz kalıyorsun."

Gelecekte ne olacağı belirsizdi, ve benim içimde her zaman geçmişte yaşayabileceğimiz ama yaşamadığımız anlar olacaktı. Bizim sadece geleceğimiz değil, yaşayamadığımız geçmişimizde bir bilinmezlikti. Belki de onun yanında büyüyecek, yaşım müsait olduğunda köşelerde buluşan sevgililer olacaktık.
Bu ihtimalleri düşündükçe kırgınlığım kendini biraz daha belli ediyordu.

Ben böyle böyle düşünceler ile boğuşurken elim hâlâ Ares'in yanağındaydı. Esas mevzu ise Ares'in kıpırdanmasıydı. Hem nefesi düzensizleşiyor, hem de hareketleniyordu.
Beynimde uyarı sinyalleri çalarken ben elimi kaldıramıyordum. Ta ki Ares gözlerini açmak üzereyken ani bir endişe hissi ile ayaklarımı onun karnına vurup kendimi geri itene kadar.

Henüz gözlerini açamamış Ares, iki büklüm olup boğukça inledi. Ben ise, ben...
Ne yapacağımı bilemediğim için hiç düşünmeden hareket etmemin bedeli olarak kıçımı parkeye verdim. Ares'in boğuk inlemesinin yanında ufak bir çığlık attım.
Uyanmak zorunda mıydı sanki?!

Popomu tutup yerde yan uzandım. Bir yandan elim ile ovuyorken, diğer yandan acı ile mırıldanıyordum.

Ares sonunda karın ağrısını geride bırakıp yatağın üstünden bana baktı. Bir süre poposunu ovalayan beni izleyen Ares'e ben de sessiz ve rezil olmuş birinin bakışları ile karşılık verdim. Gözlerimden akmak isteyen yaşlar vardı, tutmak zorundaydım. Zaten yeterince rezil bir görüntü veriyordum adama.

Kendine gelmekte zorlanan Ares, ne olduğunu anlamak ister gibi olan bakışlarının bir boka yaramayacağını anlamış olacak ki konuşmaya karar verdi. "Bana ne olduğunu söyler misin Ahter?"

Heh gel de seni dikizlerken yakalanma korkusu ile götüm tutuştu diye açıkla.

Sızlayan popomu bırakıp diz üstü durdum. "Söylerim tabii. Niye söylemiyeyim?"

Ares tek kaşını kaldırıp bana baktı. Bir başı omzuna düşerken "tamam Ahter, hadi söyle. Seni dinliyorum." Deyip beni mala çevirdi.
Ben ne diyecektim.

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Hazır cevap bana ne oluyordu? Dudaklarımı aralayıp, açıklamak için ellerimi de havaya kaldırdım.
Bir elim sanki bir şey diyormuş gibi hareket ederken dudaklarımdan ses çıkmıyordu. Diyecek bir şey bulamıyordum!

Ben konuşamıyordum ama ellerim dillenmiş gibiydi. Bir yatağı, bir Ares'i gösterip en sonunda da yeri gösterdiler. Her geçen saniye utancım daha da artıyordu. Ares'in 'sen ne yapıyorsun?' Bakışları altında olmam da durumu hiç kolaylaştırmıyordu. Çaresizlik ile ellerimi indirdim. Bakışlarım parkelere kaydığında bir şey fark ettim. Bizim parkeler biraz fazla mı güzeldi ne? Bu çizgiler, bu sertlik, siyahımsı tonda olan renginin güzelliği... bizim parkeler ciddili güzeldi.

Ben parkeler ile aşk yaşıyorken Ares'in uykudan dolayı daha da sertleşen sesi aşkımızın arasına girdi. "Anladın mı, diye sormayacak mısın?" Sert sesinde hissettiğim alay ile parkelerde olan bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarımın altından öfkeli öfkeli bakıyordum. Onun, benim ile alay eden dudaklarını ısırırsam görürdü! Ama ısıramazdım. Çünkü bu benim zararıma olurdu.

Benim, ona olan bakışlarım ile dudaklarını birbirine bastırdı. Bir an gülecek gibi oldu ama kendini tuttu. Ben ise bu sırada onun gözlerine bakmak ile meşguldum. Ares'te bir süre sadece yüzümü izledi. Ne oldu bilmiyorum ama her geçen saniye yüzü donuklaştı.

Oluruna bırak. Onun gibi hiçbirşey yaşanmamış, o gitmemiş gibi davran. Elbet bir gün sebebini söyler. Olacaklara engel olma.

Zordu işte. Biliyordum ki hiçbir şey sonsuza dek saklı kalmazdı. Bu düşünce ile olması gereken anlara engel olmak istemiyordum. Lakin zorlanıyordum. Ona güvenmek istiyordum. Sanki daha önce beni bırakıp gitmemiş gibi...

Ares'in mırıltısını duyduğumda ona kulak verdim. "Bir sabahta sakin uyanabilsem," gibisinden bir şeyler diyerek yataktan kalktı.
Ben, kendim kalkmak için hareketleniyordum. Ki Ares aniden kollarımdan tutup beni kaldırdı.
Hiç beklemeden geri çekildiğinde "teşekkür ederim," dedim.

Ares, yüzüme bir kez bakıp başını hafifçe aşağı eğdi. Beklentim neydi bilmiyorum, ancak arkasını dönüp direkt banyoya girmesini beklemediğimden emindim.

Odanın ortasında öylece beklerken, acaba bir hata mı yaptım, diye düşündüm. Çünkü bir garipti. Aniden ifadesizleşen yüzü, benim ile konuşmaması...

Sancılı karnımdan dolayı derin bir nefesi zorlukla içime çektim. Ellerim karnımı bulup okşarken bir yandan da giyinme odasına gittim. Eşofmanımı çıkartarak, kıyafet bakınmaya başladım.

Siyah kıyafetlerimin arasında rahat bir şeyler giymek istiyordum. Bu yüzden saten kumaşı olan bol ve belden olan bir pantolonu altıma geçirdim. Ares banyodan çıktıktan sonra pedimi de değiştirmem gerekiyordu.

Üstüm için kumaşı ince olan uzun kollu, kına yeşilinde olan bir bluz giydim. Pantolonumun altına sıkıştırıp çıktım giyinme odasından.
Sabah bakımım Ares'in çıkacağı vakite kalmıştı. Bu yüzden sadece saçımı tarayak odadan çıktım. En azından konakta ki durumu görmek istiyordum.

Ben henüz merdivenlere ulaşmışken arkamdan omzuma sarılan bir kol ile durdum.
Başımı yanıma çevirdiğimde Fatih'i gördüm.
Ufak kavgamızdan sonra bana olan tavırları birazcık değişmişti. Aramızda biraz resmilik vardı, onu da çingeneliğimiz sayesinde kaybettik.

"Günaydın Fatihko."

Yağız'da eksikti falan ama kafa dengiydi de.
Arada saçma sapan şakaları ve olmadık gülüşleri dışında iyi gibiydi. Yine de pek emin olamıyordum gerçi.

"Günaydın yengem."

Fatih ile beraber merdivenleri inerken aklıma gelenler ile dudaklarımı aralamıştım. Ki Fatih
Benden önce davranıp konuştu. "Dün olanları merak ediyorsun di mi?"

Aslan unicornum tam da üstüne basmıştı. Başımı usulca sallayıp merakımı onayladım.
Dünden sonra o kadın ile nasıl yüz göz olabileceğimi düşünüyordum. Eğer dedemin beni kabul edeceğini bilsem, hiç beklemez ailemin yanına giderdim. Ancak beni istemeyeceklerini anlıyordum. Amcam ve halam için geçerli değildi aslında. Ama yine de onları zora sokmak gibi bir isteğim yoktu.
Önemli olan dedemin isteğiydi. Ki ben de onun isteğinin ne olduğunu biliyordum.

Soylu konağına gidemeyeceğim için geriye bir tek Ares kalıyordu. Ares, benim ile beraber bu konaktan çıkar mıydı? Peki, ben onu ailesinden uzak tutabilir miydim?
Her şeyden önce Ares ile sadece benim olduğum bir ev nasıl olurdu? Anlaşabilir miydik?

Ben yine ve yine düşüncelerime engel olamadığım için Fatih tarafından dürtüldüm.
Dürtülmesi ile başımı ona çevirdim.
"Yenge sen, beni dinlemiyorsun ki!"

Kafasına ufak bir tokat geçirdim. "Öyleyse sen de dinlediğim zaman anlat!"

Ben bir şeyler düşünürken konuşması çok ayıptı!

Tam Fatih küsüp gidiyordu, ki onu tuttum.
"Tamam, tamam. Hadi anlat, tüm odağımı sana veriyorum."

Öncelikle bana bakıp emin olmak istedi. Onu dinlediğime ikna olmuş olacak ki anlatmaya başladı. Tabii bu sıra da merdivenleri bitirmiş
Onun kontrolü ile ilerliyorduk.

"Senin kontrollerin bittikten ve seni odaya bıraktıktan sonra konakta savaş çıktı resmen.
Ağabeyim, anneanneme baya baya yüksek ses kullanarak kızıyordu. Sadece kızmak ile de kalmıyor, konaktan gitmesini söylüyordu.
Konaktan gitmesini söylediğinde dedem, ağabeyime kızdı, karşı çıktı." Biraz durup bana baktı. Ben ilgiyle onu dinliyordum. Açıkçası Ares'in, benim için konaktaki herhangi biri ile arasını bozacağını düşünmüyordum. Ama Ares herhangi biri ile değil, Heval hanım ile tartışmış, üstüne de konaktan açıkça kovmuş...

Fatih devam ettiğinde dikkatimi toplamakta zorlanıyordum. "Ancak ağabeyim, dedemi nadiren yaptığı hareketlerden birini yaparak onu hiç dinlemedi. Anneannemi konaktan göndertti. Zaten sonrası yine bağırışmalar çağırışmalar... devamını da zaten biliyorsun, Sipan ağa kendince sıkıntılar çıkardığı için beraber konaktan ayrıldık."

Rahatça nefeslendim. O şahıs ile aynı çatı altında kalmayacaktım.

"Peki, Sipan ağa ne yaptı?" Bu da ayrı bir sorundu işte.

Fatih ağzını yaya yaya konuştu. "yav öyle küçük insanlar bize ciddi bir sorun çıkaramaz. Sen rahat ol yenge."

Yüzümü buruşturup Fatih'in kolunun altından çıktım. "Mıymıy konuşmayı da nereden öğrendin sen?"

Sıkkınlık ile sorduğum soru karşısında bana kaşlarını çattı Fatih. "Delikanlı adama mıymıy konuşuyorsun demeye mi getiriyorsun yenge?!"

Fatih? Delikanlı? Adam? Delikanlı Fatih adam???

Benden cevap bekleyen çocuğa kahkaha atarak yanıt verdim. Ben kahkahalarımı durdurmuyorken, Fatih homurdana homurdana yanımdan ayrıldı. Ufacık çocuğun kendini delikanlı adam ilan edip racon kesmeye çalışması da komik oluyordu.

Ben kahkahama bir son verirken olduğumuz alana göz gezdirdim. Beni salonun ortasında bırakıp gitmişti. Su içmek için mutfağa doğru adımladım. Konakta ki herkes uyanıktı.
Öncekikle aşık çifte günaydınlar diledim.
Hozan enişte halimi sorarken, Leyla hala burun kıvırıp geçti. Anladığım kadarı ile Leyla hala benden cidden haz etmiyordu. Kayınvalidem ve Makbule yenge bile beni kabul etmeyi deniyorken, kendisi bana karşı tavırlıydı.

Onu umursamamaya çalışarak yoluma devam ettim. Konak büyük olunca böyle oluyordu işte. Mutfağa girdiğimde sadece çalışanların olacağını düşünüyordum ama Melike hanım da buradaydı. "Günaydınlar," diyerek giriş yaptım.

Öncelikle çalışan ablalar bana karşılık verdi. Ardından Melike hanım başını sallamak ile yetindi. Karnımdaki sancıdan dolayı derin bir nefes aldım. Regl dönemlerim zaten sancılıydı. Ancak bu sefer hepsinden daha da fazla sancı vardı.

Dolaptan ağrı kesici aldım. Su ile beraber içerken kendini tezgaha yasladım. Bir süre orada öyle beklerken mutfakta göz gezdirdim.
Bakışlarım Melike hanıma döndüğünde ellerine birkaç dolu poşet aldığını gördüm.
Tezgahın üzerine bırakacakken acılı bir nefes alarak bir kolunu düşürdü. Diğer elindeki poşetleri tezgaha bırakabilmişti lakin düşen kolundaki poşetler yere yapıştı. Ben ise hızla Melike hanımın yanına ilerleyip koluna baktım. "İyi misiniz?"

İyi olan eli ile kolunu ovalıyorken yüzü oldukça buruşuktu. Canı yandığı ortadaydı.
Onu kendim ile beraber yürütüp oturttum.
Çalışan kadınlar yanımıza geldiğinde ben biraz geri çekildim. Aniden onun yanına ilerlediğim için karnımda devasa bir sancı oluştu. Ellerimi karnıma yerleştirip tezgaha tekrardan yaslandım. Çalışan kadınlardan biri
"Hanımım kendinizi böyle yormamalısınız!"
Diye endişeyle konuşuyordu. Dün de aynı kolundan zorlanmıştı, bugün de.

Melike hanım "ben iyiyim, iyi. Siz işinizi yapın. Misafirler gelmeden kahvaltımızı edelim hele," dediğinde karnımdaki ağrıya rağmen yerimden doğruldum. "Misafir?"

Gözleri beni buldu. Başını aşağı yukarı sallayıp aynı zaman da konuştu. "Birkaç adam gelecek. Yanlarında ağalar da gelebilirmiş."

"Yani, bugün şirkete giden olmayacak mı?"

"Yok olmayacak. Sen de git oğluma söyle, gelsin aşağı oyalanmasın. Ne zaman gelecekleri belli olmaz."

"Anladım Melike hanım," diyerek mutfaktan çıktım. İndiğim merdivenleri usul usul çıkarken aklımdan bana iş düşüp düşmeyeceği geçiyordu. Bu sancılar ile bir de iş yapmak imkansız olurdu. Baya baya imkansız.

Odamın kapısını hafif tıklatarak girdim. Malum, beyefendi çıplak falan olabilirdi.
Neyse ki düşündüğüm gibi bir durum yoktu.
Siyah pantolonunu giymiş, gömleğinin düğmelerini kapatıyordu.

Benim girmem ile bakışları kısa bir an bana değdi. Benim ile pek oyalanmayıp işine geri döndüğünde ben de odanın ortasına adımladım. "Misafirleriniz gelecekmiş," diyerek başladım.

Ben onaylası için beklerken kendisi hiç bir tepki vermeden ceketini üstüne geçirdi.
Ben de bu vakitte ona iyice yaklaşıp aramıza üç adımlık mesafe bıraktım. Bana bakmayan erik yeşillerine bakarak. "Annen diyor ki gelsin aşağı oyalanmasın. Misafirleriniz her an gelebilirmiş."

Beni hiç görmeyip yanımdan geçti. Lakin ben izin vermedim. Kapıya doğru giderken kolundan tutup durdurdum. Bugün bir haller vardı onda.

"Bir şey soracaktım," diyerek gerçekten merak ettiğim bir konu için başlangıç yaptım.
Kolunu çekmese dahi yüzüme bakmadı.
"Annenin kolunda bir rahatsızlık mı var? Biraz zorlanıyor gibi."

Ares dediklerime bir cevap vermeyince kolunu bırakmadan önüne geçtim. Dilini mi yutmuştu bugün? Sabah birkaç kelime dışında hiçbir şey de dememişti. Oysaki dün gece bana sarılmak istediğinde bir sorun yoktu.

"Ares?"

Sorgulayıcı bir ton ile seslendiğim de kapı da olan gözlerini bir kez sıkıcı yumup açtı.
Sevdiğim gözleri bana değdirmeden "bir ara
Kolundan sakatlık yaşamıştı. Zorlayınca ağrıyabiliyor," deyip hızla odadan çıktı.
Aniden çıktığı için onu tutan kolum öylece havada kaldı. Zorlanarak bir kez yutkundum. Gözlerim açık bıraktığı kapıya kaydı. Bugün hiç iyi değildi.

Kapıyı kapatıp banyoya geçtim. Pedimi değiştirip günlük rutinlerimi yaptım.
Diş fırçalamasından başlayıp, son olarak güneş kremimi uyguladım.

İçtiğim ağrı kesici hafiften etkisini göstermeye başladığı için nefeslerim biraz daha düzgündü. Odamızdan çıkıp kahvaltı için avluya geçtim. Tüm Şahkar ailesi oradaydı.
Ben de yanlarına gidip Ares'in yanına oturdum. Sadece bir defa başımı kahvaltıdan kaldırıp Ares'e baktım. Uzunca bir süre baktım. Fark etsin ve bana dönsün istedim.
Ancak istediğim gibi olmadı. Beni fark ettiğini anladığım halde gözleri bana değmedi.

Tüm kahvaltı vakti boyunca kendimi diğerlerinden soyutlayıp yediklerime odaklandım.

Ares ve Hamit ağa birbirleri ile pek iletişimde bulunmadan salona geçtiler. Fatih ve Hozan enişte ise ufak bir süreliğine şirkete bakmaları gerektiğini söylerek konaktan çıktılar. Ben ve Beritan mutfağa geçip kendimiz için kahve yaptık. Aslında ben değil, Beritan yaptı.

Kahvelerimizi içerken bir yandan da konuşuyorduk. "Şu misafirler de hemen gelip gitseler keşke," diyerek şikayetini belirtti.

Sebebini anlayabiliyordum. Özellikle bugün konakta yoğunluk vardı. Çalışanlar sürekli gidip geliyordu. Ve Beritanın isteğinin aksine akşam yemeğine kadar onları ağırlayacakmışız. Bu yüzden şimdiden yemekler hazırlanıyordu.

Beritan'a gülümsedim. Fatih'in dediğine göre ben evlendiğimden beri Beritan bana karşı kötü bir duygu beslememiş. Sadece büyüklerinin dediklerini dinleyerek uzak kalıyormuş. Bu durumdan dolayı onu pek yadırgayamıyordum.

Biz okuldan sohbet etmeye başladıktan dakikalar sonra bir abla içeri girdi.
"Az önce misafirler geldi. Hamit ağa da bu yüzden diyor gerekmedikçe ortalıkta dolaşmasınlar." Ablanın bize hitaben söylediklerine baş sallayarak yanıt verdik.

Mutfağa giren Makbule yenge gelip bizim yanımıza oturdu. Beritan'a bakıp isteğini söyledi."kızım, bana da bir kahve yapta içeyim."

Beritan tezgaha doğru gittiğinde Makbule yengenin bakışları bana döndü. "Sen nasıl oldun gelin hanım?" Ses tonundan ve bakışlarından sormak için sormadığı anlaşılıyordu. Gerçekten merak ettiği için soruyordu. Ona da tebessüm edip "biraz (!) Sancılarım var. Onun dışında iyiyim."diye cevapladım.

.
.
.

Saatler birbirini kovalaya kovalaya ikindi vakitlerine yaklaştırdı bizi. Ara da sıra da yaptığım ufak işler dışında genellikle oturuyordum. Şimdi ise saatler sonra ilk defa elimde Ares'in ne işe yaradığını bilmediğim bir dosyası ile onların yanına gidiyordum.

Salonun girişine yaklaşıyorken sesleri netleşiyordu. Adımlarım usul usul ilerliyorken durmama neden olan bir kelime kulaklarıma ulaştı. Salon girişinin birkaç adım uzağında bekledim ve konuşulanları duymak istedim.

"... kanımız yerde mi kalacak Ares ağam?"

Tanımadığım adamın söyledikleri üzerine Ares sertçe çıkıştı. "Töre kararı budur! İki ayı geçti berdel olalı ama siz hâlâ kan peşindesiniz. Yetmedi mi sevdiklerinizin, dostlarınızın yıllardır döktüğü kanlar?!"

Ölüm istiyorlar...

Bu hep böyleydi zaten. Dedem ve Hamit ağa ilk evlat acılarını yaşadıktan sonra bu davayı sürdürmek istememişlerdi. Bunu biliyorum çünkü babam anlatırdı. Kendisinden bir büyük olan amcam ben daha doğmadan önce bu dava uğruna vefat etmişti. İki aşiretin
Birbirlerine girdikleri bir vakitte orada bulunmuş, şu an kim olduklarını bile bilmediğim kişiler yüzünden onu hiç tanıyamamıştım.

Aşiretin büyükleri durdurmak istedikçe devam etmiş. Böyle böyle bizim ailemizden de kan dökülmüş. Şu zamana dek ne benim ailem, ne de Ares'in ailesinden kimse birbirinin canına kast etmedi. Hamit ağa ile dedem bu duruma asla izin vermedi. Kendi ailelerine söz geçirebilen bu iki ağa geniş aşiretlerine söz geçirmekte zorlandı. Çünkü hepsi kana susamıştı.

İsterdim ki dedemin sözü amcam içinde geçerli olsun. Eğer öyle olsaydı Boran amcam ve yengem hâlâ bizimle beraber olurlardı.
Her aklıma geldiklerinde burnumun direği sızlardı. Neden derdim, neden? O gün neden gittin amca? Hiç korkmadan ölüme gidip beni neden bıraktın?

Gözlerimde ki yanma geçsin diye yukarı kaldırdım bakışlarımı. Bu sıra da içeridekileri dinlemeye devam ediyordum. Bir başka adam Ares'e "berdel olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Onlar bizden, biz de onlardan kız aldık. Durumlar yine aynı olmuyor mu? Peki, bizim berdelden önce verdiğimiz kana ne olacak?" Deyip yerinden hiddetle kalktı.
Onun bu ani çıkışına karşılık Ares sadece bakmak ile yetindi. Ki o bakışları adamı yerine tekrar oturtmaya yetmiş de artmıştı.

Herkes sustuğunda kendisi sözü tekrardan aldı. "Bizim onların aşiretine gelin olarak verdiğimiz kadın ile onlardan aldığımız kadın aynı mı? Bizzat kendi kızları şu an Şahkarların gelini."

Haklıydı, aynı değildik. Onların berdel için verdikleri kadın mutluydu. Bunu da Beritan dedikodu niyetine söylemişti. Gizliden yaşadıkları bir ilişkiyi berdel kararı ile fırsata çevirerek kendilerini öne sürmüşlerdi. Ben de zaten böyle olmasını uygun buluyordum. Birbirini isteyecek insanlar berdel ile evlenseydi, en azından huzurlu bir aile olabilirlerdi.

Ares'e karşılık olarak bir başka adam konuşmaya başladığında bakışlarım bu sefer o kişiyi buldu. Bunu tanıyordum. Bir defasında aşiret toplasında ağalarla beraber görmüştüm. Büyük ihtimalle onların oğullarından biriydi. Gerçi pek gençte durmuyordu. 30-40 yaşlarında gibiydi. Belki de bir ağa bile olabilirdi. Her gün ağa sayımı yapamadığım için tanıması zor oluyordu.

"Şahkarların gelini demişken, ağızlarda dolanan bir konu var."

Ares'te tıpkı benim gibi merakla adama baktı.
Bize böyle bakmaz, lakin elin adamına bakar.
Kim olduğunu bilmediğim adam Ares'in ilgisinin üzerinde olduğunu görünce devam etti konuşmasına.

"Senden soyunuzun devamı için bir oğul beklerler Ares ağa. Bir sen, bir de kardeşin varsınız. Ağa olan da sensin, bu ağalığın devamının senin soyundan olması beklenir. Birçok kişi bunları konuşuyor, hatta hiç olmadık iftiralar bile atıyorlar."

Daha ilk cümlesinden canımı sıkan konuşma son cümlesi ile odaya dalıp bağırma isteği uyandırdı bende. Ancak kendimi zor da olsa tuttum. Bu yapacağım şu an hiç etik olmazdı.
Ares oradayken bir şey söylememe gerek olacağını düşünmüyordum.

Adamın söylediklerine rağmen tepkisiz kalan Ares son cümle ile öfkelendiğini belli eden çene kaslarını sergiledi. Dişlerinin arasından konuşarak "ne iftirası bari ağa?!" Dedi ve benim bile içimin ürpermesine neden oldu.
Aslında ne iftirası olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Ares, o soruyu sırf sormak için sormuştu.

Bari ağa diye seslendiği kişi yerinde dikleşti.
Önce ince dudaklarını yaladı ve ardından söylenen iftiraları sıraladı. "Kimileri karının kısır olduğunu söyler durur. Kimileri de hadlerini aşarak senin çocuk sahibi olamadığını söylerler. Bir de Ares ağa, Soyluların kızına el sürmez, tez vakitte kuma alır, diyenleri de duydum."

Tez vakitte kuma alır...

Kuma alır mıydı, almaz mıydı bilmiyorum. Şu an tek bildiğim bu konuşmayı daha fazla duymak istemediğimdi. Bari ağa söyleyeceklerini bitirdiği an boğazımı temizleyerek içeri adımladım. Ares dahil tüm gözlerin üstümde olduğunu bilerek ilerledim.
Ares'in önünde durup dosyasını ona uzattım.
Bir süre gözlerimin içine bakıp dosyayı elimden aldı. Elimin boşalması ile kimseyi umursamadan arkamı dönüp hızla oradan ayrıldım.

Yatağımda uzanıp tavanı izlerken orada konuşulanları düşünüyordum. Ares üstüme kuma getirir miydi? Getirmezdi. Sonuçta beni sevdiğini söylemişti. Beni seviyorken üstüme kuma getiremezdi.

Peki, onu sevmeyen ve sevmeyeceğini söyleyen biri ile devam edebilir mi?

Yüksek sesle oflayıp yatakta yüz üstü çevirdim kendimi. Kollarımı başımın altına geçirip yatağın üstündeki tabloya baktım.
Gözlerim tablodaki ben de değil, Ares'in üstündeydi.

"Altı üstü sevmeyeceğimi söyledim. Hemen triplere girip üstüme kuma getiremezsin iblisin dölü!"

Sadece sevmeyeceğimi söylemedim ki.
Benim için bir hiç olduğunu söyleyip, üstüne hayatımın onun ile mahvolduğunu söyledim.
Abartmış mıydım? Belki. Pişman mıydım? Evet. Ancak o an kendime engel olamazdım. Tıpkı onun da kendine engel olamadığı gibi.
İkimiz de birbirimize patlamış, kırmış ve dağıtmıştık. Şimdi ise nasıl toparlanır bilmiyordum. Toparlanması için bir şey yapmakta istemiyordum. Konu bana söyledikleri de değildi. Ona güvenmiyordum.
Güvenmediğim birine özellikle bağlanmak ise bile bile canımın yanmasına müsaade etmekti.

Her şeyi oluruna bırakacak, hayat bana neler sunuyorsa kabul edecektim. Tıpkı ilk evlendiğim zamanlar düşündüğüm gibi.
Onun artık kocam olacağını, ve ona göre davranacağıma kendimi ikna etmiştim. Öyle de yapmıştım, en azından bir süre. Lakin geçmiş kendini unutturmayıp tartışmalara ve kırgınlıklara sebep oldu.

Peki, şimdi ne olacaktı? Ben oluruna bırakayım derken üstüme kuma gelir miydi?
Zaten Ares'te yüzüme bakmıyordu. Belki de söylediklerimden sonra benden vazgeçmişti.
Eğer birini seviyorsak vazgeçebilir miydik?
Sevgi neydi? Ölümün eşiğindeyken bile son kez babamı ellerinden öpen annem sevmişti.
Defalarca kez dedemden red yemesine rağmen bıkmayıp annemi isteyen, sadece bir kolyeye bakıp annemi düşleyen babam da sevmişti. Hasta karısına kendi elleriyle yemek yedirip bir kez bile oflamayan, rengi solduğu vakit gözlerindeki sevgiden bir gram eksilme olmayan, doğum da karısını kaybettikten sonra emanetine sarılıp gözünü başka kadına değdirmeyen Yakup amcam da seviyordu.

Peki, Serdar seviyor muydu? Hayır...
Ben birbirine gönülden bağlı insanların yanında yaşamıştım. Görmüş, bilmiş, hissetmiştim. Özellikle düşününce anlıyordum ki Serdar'ın bana karşı olan duygularında saflık yoktu.

Peki, benim ona karşı olan duygularım saf sevgiden mi oluşuyordu? Oluşmuyordu.
Serdar yalnızlık çektiğim bir dönem de hayatıma girip ilgi alanlarımla ilgilenen biriydi. Toydum, cahildim. İlgisini sevmiş ve heyecan duymuştum. Lakin asla sevmiyorum dediğim Ares'in hissettirdiği kadar bile hissettirememişti. Sevmiyor olsam dahi Ares'e karşı hissettiğim çekim akıl almaz değildi. Oluruna bırakacağım dedim halde
Bana bakmadığı an canım sıkılıyordu. Ben bakmasam dahi, o baksın ve ilgilensin istiyordum. Ben Serdar olmadan yapabiliyordum, ancak Ares'in varlığını hissedemediğimde eksiktim. Belki de çoktan bağlanmak gibi bir aptallık etmiştim. Yoksa bu hallerimin başka açıklaması olamazdı.

İşte şimdi de korkuyordum. Eğer ona zaten bağlanmışsam ne yapacaktım? Ares beni sevmeliydi. Sevmek zorundaydı. Serdar'ın sevdiği gibi değil, büyüklerimin eşlerini sevdikleri gibi sevmeliydi. Belki, belki o vakit
Beni bırakmazdı. Melike hanım bile demişti:
Seven, sevdiğini görmeden duramaz, diye.
Şu an Ares'in içinde bana karşı saf bir sevgi var mıydı? Olsun istedim şu anda. Bencillikti istediğim ama yine de olsundu. Olsun ki üstüme kuma getirmesin, olsun ki bir gün bana yine sırtını çevirip gitmesin.

Hatta belki de bir gün bu sayede onu sevmekten korkmaz, kalbimi açmak için bir şans verebilirdim. Ama bunun için beni sevip sevmediğini anlamalıydım. Bu ise zordu.
Büyük sevgiler zor anlarda belli olmaz mıydı?
Ben nasıl anlayacaktım bana karşı olan sevgisini?

Bir kez daha oflayıp sırt üstü yattım ve bakışlarımı tavana diktim. Tavan ile bakışırken kendi içimde bir yemin ettim.
Büyük bir yemindi bu. Yeminimi anında zihnimin en derin bölgelerine kazıdım. Kolay kolay gün yüzüne çıkmayacak, kazdığım tüm her şey ile beraber orada olacaktı. Ancak asla ama asla unutmayacaktım.

Ellerim ile yüzümü kapatıp düşüncelerimi farklı noktalara çekmeye çalıştım. Bir konu üstüne çok fazla düşününce bu sefer de sıkıntı oluyordu bana. Ya hiç düşünmez ya da çok düşünür kendimi kahrederdim.
Düşünebilecek şeyler ararken kan davası aklıma geldi. Sahiden ne istiyorlardı hâlâ?
Boşuna mı evlenmiştim ben? Kan diye diye hayatlarımızın içinden geçtiler.

Töre kararına rağmen kimseyi dinlemeyip benim aşirete bulaşırlar mıydı acaba? Benim aklım bir felaketi daha kaldırır mıydı? Peki, Ares'i dinlemeyip tekrar kan dökecek olsalar berdel bozulur muydu? Bozulurdu. Ben de tekrardan bekar bir kadın olarak yaşardım. Tabii buna yaşamak denirse. Yavaş yavaş evliliğin bozulma düşüncesi bana hiç olumlu gelmemeye başlıyordu. Seçenek sunsalar evli kalmayı tercih edecek gibi hissediyordum.
İşte bağlılık bu kadar da kötü bir duyguydu.
Mutlu olmadığımız yerlere bağlandığımızda,
Mutsuzluğu kabullenerek orada bekliyorduk.

Kapının tıklatılması ile ben kendi düşüncelerimden sıyrıldım. Ares'in gelmediğini kapı tıklatılmasından anlayarak oturur pozisyona gelip "gelebilirsin," diye seslendim. Eğer Ares olsaydı tıklatmadan girerdi.

Ben seslendikten saniyeler sonra kapı aralandı ve sarı, parlak saçlar saçlar görüş açıma girdi. Yağız, kahve gözlerini bana dikerek sırıtmaya başladı. "İçeri gelebilir miyim?"

Gelebilir miydi? Yağız'ı seviyordum ancak Ares'in olmadığı bir ortamda yapa yalnız kalmakta biraz garipti. Benim için sorun yoktu. Düşündüğüm kişi tamamen Ares'ti. Sonuçta en yakın arkadaşı ile eşinin aynı odada baş başa kalması onu rahatsız edebilirdi.

Hâlâ benden cevap bekleyen Yağız'a "ağamız sorun etmeyecekse buyur," diyerek kararı kendisine bıraktım. Açıkçası Yağız'ın bu dediğime alınacağını düşünmüyordum. Ki öyle de oldu. Sırıtışı daha da büyürken kapıyı tam kapatmadan hafif aralık bırakarak içeri girdi. "Valla sorun eder mi, etmez mi bilmem.
Pek umrumda olduğu da söylenmez."

İlk olarak dikkatimi çeken şey bugün biraz farklı oluşuydu. Her zamanki enerjisinde gibi dursa dahi bugün ayrı bir hava vardı onda. Çünkü gülümsemesi piç veya aptalca değil de, hayaller kuran bir çocuk gibi duruyordu.

Elleri ensesinde birleşik bir vaziyetteyken soytarı gibi yürüyerek kanapeye oturdu.
Ben de vücudumu ona doğru çevirip kendisini süzdüm. Sarı saçları ile yana doğru taranmış beyefendi görüntüsü yaratıyordu. Tıpkı Aresinki gibi sakalsız olan yüzü buğday tenindeydi. Kolları ise yüzüne göre biraz daha beyazdı. Ne çok büyük, ne de çok küçük denilebilecek ve hafiften kemerli olan burnu ona çok yakışıyordu. Ares'in dudakları ile kıyasladığımda pekte fark etmeyen dolgunluktaki dudakları, yumuşak çenesine uyum sağlıyordu.

Boyunun ne kadar olduğunu bilmesem de Fatih'ten uzun, Ares'ten ise bir parmak boyu kadar kısa olduğunu söyleyebilirdim. Gerçi Fatih'te kısa biri sayılmazdı. Aralarında çok mesafe yoktu işte. Son olarak giydiklerine göz gezdirdim. Şirketten buraya gelmiş olacak ki siyah gömlek ve ceketi üzerindeydi.
Onu inceleme işini bırakıp tekrar yüzüne odaklandım.

"Ares, şu an burada değil. Ne zaman geleceğini de bilmiyorum. Salona gidip bakarsan bulabilirsin." Sesim istemsizce moralsiz çıktığında içimden sabır çektim. Zaten karnım ağrıyordu bir de sesim ile mi uğraşacaktım?

Benim konuşmam ile Yağız'ın yüzündeki gülümseme biraz söndü. "Hayıdır yengem, Birileri canını mı sıktı? Geldiğimden beri suratın zaten beş karış. Güzel kadın olmasan
Bu somurtmaların çok berbat görünürdü. Dua et annen ile baban senin için özen göstermişler."

Dalga geçercesine söylediklerine karşılık benden, Ares'in yastığını aldı. Attığım yastığı bana geri postalayıp "pasaklı mı olacaksın bir de ağamın başına? Hem somurtkan, hem de pasaklı. Oh ne âlâ!" Diye çemkirdi.

Ona kaşlarımı çatıp sesimi yükseltmeden yükselttim. "Sana ne be! Oda benim, yüz benim. Beğenen böyle beğensin, beğenmiyorlarsa cehenneme kadar yolları var."

Yağız, benim söylediklerim ile gözlerini kısıp dudaklarını öne çıkararak bana baktı. Yarattığı görüntü karşısında gülmeden edemedim. "Keşke sen de güzel olsaydın Yağız. Senin aksine benim göz zevkim sayende ağlamaya başladı."

Tabii ki ciddi değildim. Yağız, kocam kadar olmasa da yakışıklı bir adamdı. Ama tabii bundan bana neydi? Benim ilgi alanımda çok başka bir kişi vardı.

Benim sahte beğensizliğimden sonra Yağız alınmış gibi yaparak gözlerini belertti ve başını birazcık yanlamasına çevirdi. Şimdi de
Mimikleri ile konuşuyordu. 'Sen ne diyorsun be, lanet karı!' Diyor gibiydi. Hem de mahalle karısı ağzından. Ben de omuzlarımı silkip arkama yaslandım.

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından Yağız konuştu. "Ares'in işi olduğunu biliyorum. Hem senin ile sohbet etmek, hem de Ares'i beklemek için gelmiştim. Olayları duydum ve geçmiş olsun demek istedim."

Kolay kolay bulunmayan ciddiyeti ile gülümseyip başımı hafif eğip kaldırdım.
"Teşekkür ederim Yağız."

Canım sıkkınken yanıma geldiğin için teşekkür ederim.

Benim teşekkürümün ardından tekrar ciddiyetini bozup sırıttı. Ellerini ensesinde birleştirip başını da kanapeye yasladı. Bir şey diyecek sandım ama o hiçbir şey demeden gülümseyerek tavanı izlemeye devam etti.
Normal bir gülümseme değildi bu. Yağız'a özel olan aptal gülümsemelerde değildi.
Yağız'ı az çok tanıyan herkes bu halinden bir şey olduğunu anlardı.

"Hayırdır Yağız? Bir farklı duruyorsun. Bir şey mi oldu?"

Bakışlarını tavandan bana döndürüp birkaç saniye baktı ve derin bir nefes alarak tekrar
Tavana baktı. "Oldu yengem, oldu. Bu zavallı kayınına çok büyük bir şey oldu." Hem isyankar, hem de memnun gibiydi konuşması.

İstemsizce kıkırdadım. "Peki, bu çok büyük şey ne Yağız? Söylesene çocuğum merak ettim ne oldu?" Vallahi merak etmiştim. Zaten canım sıkılıyordu bir iki sohbet iyi gelirdi.

Yağız tavana bakmaya devam ederek beni şaşırtan o kelimeleri söyledi. "Aşk oldu yengem, aşk oldu!"

Aşk olmuş lan, Yağız'a da aşk olmuş!

"Ciddi mi?!" Diye bağırmam ile Yağız yerinden sıçradı. Ben de onun gibi yerimden kalkıp seke seke yanına ilerledim.

"Ne ciddi mi?" aptala yatar gibi sorması hiç önemli değildi. Bir kez ağzından kaçırmıştı zaten.

"Aşık mı oldun?" Diye sordum parıldayan gözlerle. Neden bu kadar heyecanlandığımı az çok anlayabiliyordum. Bu konularda sıkıntıda olduğum bir an da Yağız'ın da aşık olması iyiydi. En azından onu dinleye dinleye ben de biraz aydınlanabilirdim. Ya da Ares ile konuştuğu vakitler, beni düşünmesini sağlayabilirdi. Sonuçta ortamda sevda konusu varsa herkes kendi kalbindekini düşünürdü.

"Kim?" uzata uzata söylediği kelimenin ardından aynı tonlamalar ile devam etti.
"Ben mi? Kim demiş Yağız aşık oldu?"

Her bir kelimesi ile odanın kapısına doğru adımladığı için peşinden gidiyordum. "Ya inkar etme etme. Kaçarak kurtulamazsın."
Bir yandan gülüyor bir yandan da peşinden gidip kolunu tutarak içeri çekmeye çalışıyordum.

Yağız, ellerimden kurtulmaya çalışarak bir de kapının kulpuna uzanıyordu. "Sen kendine bak önce! Kaçarak kurtulamazmışım. Dinime küfreden müslüman olsa!"

Yüzümdeki gülümseme solunca kaşlarımı çatarak devam ettim konuşmama. "Şu an konu ben miyim Yağız?"

Biraz daha konuşma niyetim olsa dahi Yağız kapıyı açıp çıktı. Peşinden giden ben ise bir başka bedene çarpıp durmak zorunda kaldım. Yağız bundan istafade ederek kahkaha eşliğinde koşa koşa kaçtı.

Ben de bana çarpan kişiye, yani arkadaşım olan Zeynep'e iri gözlerim ile baktım. "Zeynep?"

Zeynep, utana sıkıla konuştu "habersiz geldim, umarım soru-"

Onun boynuna atılmam ile susmak zorunda kaldı. "Hoşgelmişsin!" Sevinçle konuşmam onu güldürdüğünde odama çekip kapıyı kapattım.

"Ahter, evlendiğinden beri resmen doğru düzgün konuşamadık. Evlilik dostluğu bitiriyor anlaşılan." Zeynep'in ciddi bir tonlama ile konuşması üzerine göz devirdim.

"Saçmala. Evlilik dostluğumuzu falan bitiremez. Sadece biraz karmaşık bir dönemdeyim ve telefona vakit ayıramıyorum."

Söylediklerim bahane değildi. Hem sıklıkla ders çalışıyordum, hem de biriyle konuşacak kadar iyi hissetmiyordum. Hayır. Birileriyle konuşmaya ihtiyacım vardı ve bu kişi sevdiklerim olsun istemiyordum. Ne dostum ne de ailem sorunlarımı bilsin istemiyordum.
Durum böyle olunca da normal konulardan sohbet etmekte bunaltıcı oluyordu. Ancak Beritan, Yağız veya Fatih ile konuşmak pekte bunaltıcı değildi. Çünkü onlardan saklamam gereken bir şey yoktu. Zaten her şey ortadaydı.

Zeynep ile beraber kanapelere oturduk. Zeynep bana yandan bir bakış atıp imalı imalı "Tabii ki evlilik dostluğumuzu bozamaz!
Nerede görülmüş erkek milleti için dostunu ihmal etmek" dedi. Bu söyledikleri karşısında sadece alaycıl bir gülüş sergiledim.

"Neyse neyse sen ne ara geldin?"

"Az önce geldim. Hemen yanına gelecektim ama Ares'in annesi ile karşılaştım biraz oturup sohbet ettik konaktakilerle."

Kıkırdayıp "konaktakilerle ne konuşmuş olabilirsin ki?" Diye sordum. Genellikle dışarıdaki insanlara karşı soğuk olurlardı.

Zeynep havadan sudan konuştukları şeyleri anlatırken ben de onu dinliyordum. Anlattıkları bitince aşağı inmeyi teklif ettim.
Çünkü acıktığımı hissediyordum ve reglken açlık çok daha zordu.

Beraber odadan çıkarken Zeynep "yalnız her şeyi bir kenara bırak. Şahkar konağı sizinkinden bile büyük. İnsan içine girince hayran oluyor." Dedi büyülenircesine. Onun bu haline güldüğümde başımı yana çevirip bakma hissayıtı doldurdu içimi.

Yüzümdeki gülüş ile yana baktığımda onu gördüm. Merdivenlerden çıkmış, buraya doğru geliyordu. Ancak benim ona bakmam ile adımları duraksadı.

Başımı Zeynep'e çevirdiğimde, Zeynep'te bana baktı. "Sen aşağı in. Benim Ares ile konuşmam gerekiyor. Sonra gelirim yanına,"
Dedim ve Zeynep'in meraklı bakışlarına aldırış etmeden gönderdim. Zeynep merdivenlere doğru giderken, Ares'te bana doğru geliyordu. Daha doğrusu odaya doğru geliyordu.

Ben de kapıyı tekrardan açıp içeri girdim. Saniyeler sonra kapının kapanma sesi geldiğinde Ares karşımdaydı. Ancak gözleri bana değmiyordu. Yandan geçip gitmeye kalkıştığında kollarımı açıp karşısına geçtim.
İşte şimdi gözleri bana bakıyordu. Tek kaşını kaldırarak 'ne yapıyorsun' sorusunu konuşmadan sordu.

Kaşlarımı olabildiğince çatıp en tehlikeli ses tonumu kullandım. "Hele o aklından üstüme kuma getirmek geçsin yemin ederim dava mıdır mava dır demem seni de, o orospuyu da bizzat senin silahınla tararım!"

Aferin Ahter, aferin. Sorunlara bulduğun çözümlerde en az senin kadar mükemmel.

Ares tip tip bana bakmaya devam ederken ben hâlâ kaşlarımı çatıyordum. Dudaklarını birbirine bastırıp başını göğsüne doğru eğdi.

Kollarımı indirip yakasını kırıştırmayacak şekilde tuttum. Bu hareketim ile Ares'in dibine girdim. Şimdi benim başım yukarı, yani Ares'in eğik olan başına doğruydu. Yüzlerimiz arasında santimler varken birbirimeze bakıyorduk. İçimdeki azgın kadın bayram ediyor olsa dahi onu dinlememeliydim. Çünkü içimde kıskanç bir kadın da vardı. Kıskanç kadın ağır bastığı için
Ares'in etki alanında değilmişim gibi
"Hiçbir kavgamız üstüme kuma getirmen için bir sebep olamaz," dedim. Çünkü Ares'in dedikodular için böyle bir şey yapmayacağına inanıyordum. Ancak kavgalardan emin değildim...

Ares'in bakışları git gide yumuşuyorken sert çıkmak zor geliyordu. Konuşmaya devam edip iyice uyarmak istiyordum. Ancak Ares hem yoğum bakışları ile beni susturuyordu, hem de başını usulca iki yana sallayıp kısık ama etkili bir tonla konuştu.

"Hiçbir kavga, hiçbir dedikodu senden başka bir kadını düşünmem için bir neden olamaz.
Hiçbir reddin, hiçbir sözün içimdeki seni benden alamaz. Beni sevmeyebilirsin, ama bana ait olan seni sevmeme engel olamazsın.
Ha bir de benim de bir uyarım olacak. O küçük aklından geçen saçma düşüncelere bir son ver. Eğer bu tatlı yüzün ve bakışlarından olmasa bu kadar sakin konuşabileceğimden emin değilim. Aldatmak için nedenler olmaz, bahaneler olur. Bugün aramızda bir tartışma çıkmadığı için tehlikeli olduğunu düşünüpte
Tatlı bir görüntü sağlamış olan kendine teşekkür et Ahter..."

Etkileyici ses tonu ile söylediği kelimeler içime içime işlerken azgın kadın daha fazla dayanamadı. Hem azgın kadın, hem de çocuk Ahter beni yönetti. Parmak uçlarıma yükselip onun yakalarını bırakmadan dudaklarımı
Ares'in yumuşak ve biçimli dudaklarına bahşettim.

Ares anlık olarak şaşırsa dahi bir süre sonra belimi tutup beni kendine bastırdı ve dudaklarımı okşayarak benim de hareketlenmeme yardımcı oldu.
Yakalarını kendime çekerek başını biraz daha eğdim. Onun yumuşak hareketlerine karşılık sert çıkıştığımda belime cimcik atarak dudaklarının içine inlememe sebep oldu.
Ben inat ederek daha sert öpecektim ki beni aniden çevirip kapıya vurdu. Kapı ile kendi arasında sıkıştırıp hareket alanımı kısıtlarken bir yandan da yumuşak öpüşlerini sertleştirdi. Onun bu hareketi karşısında içimde engel olamadığım hisler oluştu. Hoşuma gitmişti. Kontrolü bana bırakmak istemiyordu.

Ellerimi boynuna doğru götürüp kollarımı sardım. O da belimi kendine daha da çekerek tamamen bütünleşmemizi sağladı. Bir eli belimden bacağıma kaydı. Soluksuzca birbirimizi öpüyorken Ares bacağımı ve belimi okşuyor, ben de saçı ile oyalanıyordum.
Sertti, serttim. Kavgamızın hıncını çıkartmak istercesine serttik. Biz birbirimizi sömürürken
İçimde kavgamıza dair hiçbir kırgınlık ve kızgınlık kalmadı. Ben kavgayı unutarak değil, yumuşayarak sineye çektim. Ares, ona söylediğim kelimelerden sonra öpmeme engel olmayarak kucağında benim için hâlâ yer olduğunu gösterdi.

Dakikalarca süren öpüşümüze dillerimizde dahil olmak istiyordu. Alt dudağımda gezinen
Ares için dudaklarımı araladım. Onun dili dudaklarımın arasından girdiğinde içimdeki hoşnutluk artıyordu. Ne olursa olsun vücudumun sevdiği vücut Ares'inkiydi.
Belki kalbim değildi ama bedenim ona aitti.
Her bir hücremin onunkilerle birleşmesini istiyordum. Birbirini arzulayan bedenlerimizin ayrı kalması benim korkaklığımdan dolayıydı.

O benim kocamdı. Sevmesem dahi kocamdı.
Benim aksime bedenim onu seviyordu. Ve ben bedenimi engellemek istemiyordum.
Dudaklarımı ona sunduğum gibi dilimi de ona sundum. Hem ellerimiz, hem dudaklarımız hem de dillerimiz uyum içinde dans ediyordu.

Ares'in saçı ile oynayan ellerimden birini çekip bacağıma götürdüm. Ares'in elinin üzerinde yer edinen elim ile isteğimi anladı.
Elini bacağımdan çekerek elimi tuttu.
Parmaklarımız birbirine kenetlendiğinde dudaklarımda istemsizce tebessüm belirdi.
Ellerim kısa falan değildi. Bu yüzden asla bir erkeğin elini tuttuğumda bir bebek gibi hissetmeyeceğimi düşünürdüm. Ancak Ares'in uzun parmakları ve elimi okşaması
Beni memnun ediyordu.

Nefes alma ihtiyacım arttığında başımı geri çekip kapıya yasladım. Ares, kendimi çekmeme izin verse dahi ne elimi, ne de belimi bıraktı. Yüzlerimiz arasında santimler varken nefes nefese birbirimize baktık. Ve ben o an istedim ki bu erik yeşillerine her zaman böyle bakabileyim. Çekinmeden, arzuyla, hissederek ve tutkuyla...

Ares usulca yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kapatıp dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı.
Dudakları yanaklarıma özellikle değerek kulağıma ulaştı. Ona karşı aklımı kaybetmeme neden olan ses tonunu kullanarak "dokunduğum her bir bölgen benimdir," dedi.

Anlamadığımı belli edercesine sadece "hı?" Diye mırıldanabildim. Aklım tamamen onun etkisiyle uyuşmuştu.

"Ne benim, ne de senin sinirin dokunduğum bölgelere tekrardan yaklaşmama engel olamayacak. Tabii buna senin küsmelerin, triplenmelerin ve redlerin de dahil. Senin izninle dokunduğum her bir parçan benim oluyor ve artık iznine ihtiyacım kalmıyor.
Farkında olmadan yavaşça kendini bana sunuyorsun. Benim oluyorsun..."

Anlamıyordum. Evli insanlar zaten birbirlerinin değiller miydi?
Benim sessizliğimden dolayı hâlâ anlayamadığımı anlamış olacak ki dudaklarında munzur bir tebessüm oluştu.

"Benim bahsettiğim aitlik, senin düşündüğün gibi değil. Bu yüzden sana bir uyarım daha olacak. Bunu ciddiye al Ahter. Her ne kadar biraz geç kalmış olsan dahi dokunmadığım bölgelerin var. Benim olmamış alanlarına yaklaşmama izin verme. Kendi bütünlüğünü bana adama. Çünkü o zaman, sevmediğini söylediğin vakit sessiz kalmış kişiyi bulamayabilirsin. O kişi senin için çıldırıyor ve sen bunu anlamıyorsun. Yapma, sevmediğin bu kişiye ait olarak pişmanlık duyacaksın. Sevmediğin insanlara bu kadar yakın olup bir gün şikayet edecek olursan ağzına biber sürerim. Çünkü bu andan sonra olabileceklerin sorumlusu sensin."

Titrek bir nefesi dudaklarımdan bırakmak zorunda kaldım. Ares'in düşünceleri nasıldı? Neler istiyordu? Kafasının içine girip her şeyi görmek istiyordum.

Benim bedenim onun için yaşıyordu. Benim bedenim bu andan sonra o olmadan yaşayamazdı. Ve gelmiş diyordu ki kendini sakla. Oysaki daha fazlasını istiyordum.
Her bir uzvum, onun uzuvları ile birleşsin ve
Asla unutamayacığım anlar yaşatsın istiyordum. Ares'in söyledikleri önemli değildi. Yani en azından şu an bana hiç önemli gelmiyordu. Aksine bir sorun vardı ve ben bunu dile getirmek için dudaklarımı araladım. "Ares, istesekte beraber olamayız ki. Unuttun mu? Sen birliktelik yaşadıktan sonra kötü oluyordun." Sesim hâlâ titrek ve kısıktı. Ares'in, bedenim üstündeki etkisinin bu denli büyük olduğunu yeni yeni fark etmek
Kendimi aptal gibi hissettiriyordu. Onu deli gibi arzuluyorken uzak kalmaya çalışmak aptallıktı. Kalbimi siktir edip sadece bedenimin isteklerini göz önünde bulundurmalıydım. Tabii tek sorun kalp değildi, ancak şu anda geçmişi düşünerek moralimi bozmayacaktım.

Benim söylediğim gerçek ile Ares'in bedeni kasıldı. Onun verdiği etki kadar en az ben de onu etkiliyordum. Melike hanım haklıydı. Ares, benim ile beraber olursa kaçmazdı.
Diğer cinsel ilişkilerinden sonra ne oldu, durumu ne kadar kötüleşti tam olarak bilmiyordum, ancak emindim ki benim ile aynı şeyleri yaşamayacaktı.

Önce belimdeki elini geri çekti. Vücudunu benden uzaklaştırdığında tek temasımız birbirine kenetli olan ellerimiz oldu. Uzaklaşmasının nedenini bildiğimden alınmadım. Geçen defa da alınmamam gerekiyordu ama duygusal bir anıma denk gelmişti. Ares uzaklaşıyordu çünkü kendini kaybetmek istemiyordu. Beni kaybetmek istemiyordu. Düşünmek iyiydi. Düşündükçe ona da empati kurabiliyordum.

Elini çekmek istediğinde parmaklarımı sıkıp izin vermedim. "Sürekli kaçamazsın ki. Biz evliyiz ve bu elbet bir gün yaşanacak. Biz beraber olmadan bu evliliği tamamlayamayız Ares. Bana diğer kadınlara baktığın gibi bakma, ben onlar değilim. Ben, senin karınım."

Bunları rahatlıkla söyleyebiliyordum. Çünkü az önce yaşadığımız tensel anlar özeldi. Ben, onu arzulayarak söylediğim kelimeleri yalanlamış oldum. O da bunu zaten anlamıştı. O, benim için bir hiç falan değildi. O, her yaşta Ahter'i heyecanlandırabilen adamdı. Çocuk Ahter hayranlıkla heyecanlanırken, şimdi ki Ahter bedenini hiç düşünmeden ona teslim edebilirdi.
Aslında bunlar bile bazı şeyleri kanıtlardı.
Bu bazı şeyleri benim gibi Ares'te anlamıştı, her ne kadar dile dökmesek dahi.

Anlamsızca mutluydum. Her şeyi unutarak
Heyecanlanıyordum. Zaman bana istediğim şeyleri gösterdiğinde anlamsızca diye geçiştirdiğim konu gün yüzüne çıkacaktı, Bunun için kaç zaman geçmeli bilinmezdi.

Ben Ahter, bugün terk edilişimi bir kez daha sineye çektim. Bunu yapmamdaki sebep ise söylediğim gurur kırıcı sözlere rağmen beni bozmayan adamdı. Evet, o da beni kırmıştı.
Ancak haksız değildi. Onu görmezden gelerek kendi yaşadığımı yaşatmaya hakkım yoktu.
Bunu bugün çok daha iyi anlamıştım. Gün boyu Ares'in mesafeli oluşu bile benim canımı sıkıyorken, beni tamamen silseydi ne yapacağımı bilemezdim.

Bir gün içimi burkan gidişi yine gün yüzüne çıkacaktı. Buna fazlasıyla emindim. Ancak o güne kadar bağlandığım bu adamdan uzak kalmayacaktım. Ares'ten uzak kalmak kendi kendime yaptığım bir işkenceydi. Günlerdir yaşadığım bunaltı şu an yoktu. Çünkü Ares vardı. Ne kendime, ne de Ares'e bu sorunu yaşatmayacak, her şeyin zamanını bekleyecektim.

İçimdeki duygu sevgi miydi? Sevgiydi. Ben Ares'i seviyordum. Peki, bu sevgiye aşk denilir miydi? Denilmezdi. Benim içimde oluşan sevgiye aşk denilmezdi. Hissettiğim sevginin türünü tam olarak anlamasam dahi aşk olmadığına emindim. Asla sevmeyeceğimi söylediğim adamı sevdiğimi kendime itiraf etmek bile güzeldi. Korkularım hâlâ yerinde dursa da artık yanlarında bir de sevgi adında bir duygu daha vardı. Sağı solu belli olmadığı söylenen kadın bir de hiç olmayacak, ama onun dışında birinin olması imkansız olan bir adamı sevmişti.

Ben Ares'in gözlerine bakıp kendi içimde bazı itirafları ve görmezden geleceğim anıları düşünürken, o da benim gözlerime baktı. Ne düşündü, ne karar verdi anlamadım. Ancak elini çekip arkasını döndüğünde gülümsedim.
Geçmişin hesabını bir gün verecek olsa dahi artık gitmesine izin vermeyecektim. Madem dokunduğu her bir bölgem ona aitti, ben de dokunduğum o kısıma sarıp bırakmayacaktım. Ben, Ares'in kalbine dokunup kendime ait kılmıştım. Yani en azından şu an öyle görünüyordu. Ve bu yüzden sırtını çevirse bile benden kurtulamazdı. Üstüne üstüne giden bir Ahter istemişti, istediğini misliyle de alacaktı.

Banyoya girmeden hemen önce "aklımın küçük olduğunu düşünmen çok kırıcı, daha olmasın kocacığım," diyerek bir anlık duraksamasına neden oldum. O an onun da benim gibi gülümesediğini hissettim.

Kararsızlıkla girdiğim odadan güle oynaya çıktım. İçimden bir ses ben ve Ares için her şeyin çok güzel olacağını söylüyordu. Bırak geçmişi ve anın tadını çıkar diyordu. Ben de hem anın, hem de kocamın tadını büyük bir zevkle çıkaracaktım.

Her şeyin güzel olacağını düşündüren hislerimden dolayı seke seke ve 32 diş sırıtarak ilerliyordum. Merdivenlere ulaştığımda aynı tempoyla ilerledim.
Merdivenin basamaklarını bitirip sağa döndüğümde yüzümdeki mutluluk yerini endişe ve şaşkınlığa bıraktı.

Zeynep duvar kenarına çökmüş ağlıyordu ve tepesinde dikilen Yağız öfkeli gözleriyle ona bakıyordu. Bir an yaşadığım duygu karmaşası ile tepki veremesem de bedenimin çalıştığını hissettiğim an koşarak yanlarına ilerleyip bir elim ile Yağız'ı hafif itekledim. "Ne oluyor burada?!"

Yağız, beni gördüğü gibi öfkeli olan bakışlarını değiştirdi. Artık hiçbir duygu göstergesi olmadan bana baktı. Zeynep aniden bana sarıldığında gözlerimi Yağız'dan ayırdım.
Ağlayan arkadaşıma sarılıp bir kez daha ne olduğunu sordum. İkisinden de yanıt gelmediği için konuşabilecek olan kişiye baktım.

"Yağız, ne olduğunu sordum. Cevap versene bana! Zeynep neden ağlıyor?"

Yağız yine bir şey demedi. Yüzünü omuzuna doğru çevirip bize bakmayı reddetti.
Zeynep'in göz yaşları sinirlenmeme neden olduğu için Yağız'ı omzundan bir kez itekledim. Hiçbir güç kullanmayıp iteklememe izin vererek birkaç adım geriye gitti. Sesimi hafif yükselterek "Yağız bunu nede-"

"Ahter!" Beni bölerek araya giren ses ile yerimden sıçradım. Ares, az öncenin aksine bize öfkeyle baktı. Aramızda birkaç adım varken Yağız'ın yanına geçti. "Are-"

"Konuşma," diye kızarcasına söyleyip susturdu beni. Daha az önce neler yaşadık, şimdi ise bana öyle bir bakıyordu ki üşüdüğümü hissettim.

Başımı bana sarılan Zeynep'e çevirdiğimde ise sinirim tekrar kendini belli etti. Şu an konu ben ve Ares değildik. Yağız bir şey yapmıştı.
Eğer Zeynep'i ağlatan kendisi olmasaydı böyle susmazdı. Ares'te, Yağız'ın yanında olarak daha da sinir ediyordu beni.
Ares'e yönelik "arkadaşına söyle ne yaptığını söylesin," dedim. Benim sesimde az öncenin aksine soğuktu. Tavrım özellikle Ares'e karşı değildi. Ne olduğunu anlamak istiyordum ve kimsenin bir şey dememesi nasıl davranmam gerektiğini anlamam için hiçte kolay değildi.

Ares'in şişmiş ve kan toplamış dudakları aralanıp kelimeleri ortaya dökmesi ile keşke sessizlik devam etseydi de bunları duymasaydım diye düşündüm. "Yağız'ın yaptığı bir şey yok. Arkadaşına söyle gitsin buradan."

Kocam, benim arkadaşımı yargısız bir şekilde kovuyordu. Hayır, yargı olsun olmasın Zeynep'i kovamazdı. Kendi arkadaşını sorgulamak yerine bilip bilmeden bunları söyleyemezdi.

Zeynep kolumdan çıkıp çıkışa yönelik koştuğunda arkasından baktım. Gitme, diyemezdim. Ares, onu kovduktan sonra asla burada durmazdı. Bu yüzden suçlayıcı bakışlarımı iki dangalağa gönderdim.
Bu sefer iki elimi kullanarak Ares'i göğsünden ittirip aynı zamanda sertçe konuştum. "Bunu yapmaya hakkın yoktu! Yağız, senin arkadaşın olduğu kadar Zeynep'te benim arkadaşım.
Hiçbir bok bilmeden onu kovamazdın.
Ben de aynı şeyi senin arkadaşına mı yapmalıyım?!"






Bölüm sonu <3

Yıldıza basmadan geçmeyin bir zahmet!!!

Yalnız hikayenin benim kalemimden çıkıp kendi kendine devam etmesi nedir?
Bu bölüm Ares öyle şeyler deyip hem benim, hem de Ahter'i eritmeyecekti. Ve o yakınlaşmanın yaşanmayacaktı. Ares ile Ahter odaya girdikleri an benim kontrolüm dışında oldu her şey. Son sahneye kadar kendi aralarında yaşadılar.

Yağız hakkında neler düşünüyorsunuz?

Beritan hakkında bir düşünceniz var mı?

Bir de Zeynep var tabii. Bu bölüm biraz ağlattık Zeynoyu. Zeynep karakterini nasıl görüyorsunuz?

Ahter ve Ares'e ne demeli?

Zaten dengesiz bir kızdı Ahter. Şimdi ise hem korkuları olan, hem de o korkuya sebep olan kişiyi seven bir Ahterciğimiz var.

Tiktok ve instagram hesapları: manjima068

Bir sonraki bölümde görüşürüzz



Loading...
0%