@manjima068
|
Merhabalarr Oy ve yorumu unutmayınızz ♤♤♤ Şahkar konağı... Şahkar ailesinin üzerinde bir kasvet vardı. Kimileri kan davası son bulduğu için buruk bir mutluluğa sahipti, kimileri düşmanlarından kız aldıkları için öfkeliydi. Bugün yüzük takılacaktı lakin kimsede bunun stresi yoktu. Normal bir günmüş gibi davranıyorlardı. Onlar için kan üzerine kurulan bu evliliğin heyecan verici bir yanı yoktu. Genç çocuk herkesin aksine heyecanlıydı. En azından kendisi böyle olursa ailedekilerde belki bir umut biraz neşelenirdi. "anne yüzükleri getirdim! Ağabeyim nerede?" Diye bağırdı genç çocuk. "Hele şuna bakın! Sanki gönlümüzdeki gelini alıyoruz." Diye iğneledi oğlunu Melike hanım. Bu evlilikten en şikayetçi olanı Melike hanımdı. Büyük oğluna o aileden bir kız almak şu zamana dek aklının ucundan bile geçmemişti. Durum böyleyken dün kız istemeye gitmişlerdi. Üstelik kız onları bekletip geldiğinde yüzlerine dahi bakmamıştı. Sevmemişti melike hanım müstakbel gelinini. Genç çocuk annesini boşverip yengesine döndü. "Yengem sen gördün mü ağabeyimi?" Makbule hanım, Melike hanımın eltisiydi. Her iki kadında kocalarını kan davasında kaybetmişlerdi. "En son odasına çıktığını gördüm Fatih. Hayırdır sen niye böyle neşelisin. Ağabeyin evleniyor sırada sana geliyor diye mi?" Fatih utanıp biraz bekledikten sonra devam etti. "Yok be yengem ne evliliği daha yaşım 19, ben de ağabeyim gibi 28 yaşında evlenirim. Daha bana çok var." Her anlamda ağabeyinin izinden gitmek isteyen genç kendini bu konuda da belli etmişti. Yengesine ona biraz güldüğünde melike hanımında yüzü yumuşamıştı. Melike hanım ve Makbule hanım için hayat sadece çocuklarından ibaretti. Sevdiklerinin kayıplarını çocuklarına sığınıp gidermeye çalışıyorlardı. Fatih avludan ayrılıp konağa girdi. Hızlı adımları ile ağabeyinin odasının olduğu kata çıktı. Kapıyı aralık görünce çalmadan girmeyi düşündü. Kapıyı hafif çekip girdiğinde abisine seslenecekti lakin kulaklarını dolduran ses ile duraksadı. "...Akşam olur karanlığa kalırsın Akşam olur karanlığa kalırsın Derin derin sevdalara dalarsın Oy gelin gelin Sevdalı gelin Öldürdün beni Derin derin sevdalara dalarsın Oy gelin gelin Sevdalı gelin Öldürdün beni..." Fatih'in biraz daha dinleme gibi bir niyeti olsa dahi ağabeyinin sesi kesilmişti. Gözlerini balkona çevirdiğinde ona bakan bir çift yeşil göz ile kalakaldı. "Ağabey, ben özür dilerim. Öyle kapı dinler gibi dinledim." Ares ağa elindeki sigarayı söndürdü ve balkondan çıktı. Kardeşinin yanına gidip saçlarından öptü. "Özür dilemene gerek yok oğlum. Ne oldu? Yüzüklerini aldın mı?" Fatih mutlulukla ağabeyine baktı. Ağabeyine olan saygısı bu dünyadaki herkese olan saygısının toplamından çok daha fazlaydı. Sonsuz saygıya sahipti ağabeyine karşı. Başını sallarken anlatmaya başladı. "Evet ağabey, yüzüklerinizi aldım. Ama satıcı biraz zorluk çıkardı. Yahu adama diyom ben kardeşiyim bana verebilirsin. Diyor ki yok ağam benim dışımda kimseye verme demiş. Azıcık tartıştık. Seni aradım ama telefonun kapalıydı. Bir şekilde aldım ondan yüzükleri." Ares ağa kardeşinin anlatırken yaptığı mimikleri gülerken onu pür dikkat dinliyordu. Asla kardeşi konuşurken dikkati farklı bir noktaya vermezdi. Kardeşi fatih'in hiçbir konuda güvensiz olmasını istemiyor ve bunun için çabalıyordu. Her ne kadar fatih 19 yaşına gelmiş olsa dahi, ares'in gözünde tek kardeşi bir çocuktu. Fatih içinde durumlar pek farklı değildi aslında. O da bu ilgiyi seviyordu. Kendisi 11 yaşındayken babasını kaybettiği için, ağabeyine ve ilgisine çok bağlıydı. "Ha bu arada ağabey, ne ara gideceğiz yüzük takmaya?" Bu soru ile ares ağa derin bir iç çekti. Bu konu onun canını çok sıkıyordu. "4 saate gideriz." Deyip konuyu kapatmak istemişti. İki kardeş odada sohbet ederken, ares ağanın dedesi hamit ağa öfkeyle daldı odaya. Odaya girme anı iki karseşi dumura uğratırken sessiz lakin etkisi büyük sesi onları tedirgin etti. "Ares!" Ares bir iki adım attığında dedesi hiç durmadan konuştu. "Arabana bin derhal soyluların konağına gidiyoruz. Kardeşinde gelecek. Sadece üçümüz gideceğiz." Ares ağanın gün boyu üstündeki huzursuzluk her an daha da artarken dedesinin yanına yaklaştı. Sigara kokan dolgun dudaklarını araladı. "Dede ne oluyor? Sorun ne?" Hamit ağa öfkeyle burnundan soluyordu. Bu olanlar onun ve torununun adını kirletecekti kimse duymadan halletmeliydi. "Sözlün kaçmış!" Diye sert sesiyle aniden söyledi. "Ne?" Diye bağırdı fatih. Hamit ağa elindeki bastonu ile bir defa vurdu torununa. "Bağırma kimsenin haberi olmayacak. Bu işin ipi kopmadan o kız bulunacak. Ha eğer ki adımıza leke gelmiş olursa o kızı kimse elimdem kurtaramaz. Hadi yürüyün arabaya derhal gidelim!" Üçü beraberar arabaya binip soylu konağına yol aldılar. Ares ağanın içi içini yiyordu. Düşman kızı ile nikahlanmak zaten zor iken birde üstüne kız kaçıp adlarına leke sürecekti. Eğer kız bulunursa ve yanında bir it varsa kimse onları kurtaramazdı. Bizzat kendisi öldürürdü beraberinde götürdüğü iti. Fatih arabada olduğu için hız kullanamıyordu lakin arabayı soylu konağının önünde durdurduğu gibi bir hışımla çıktı. Peşinden giden Fatih'te koşuyordu. Ares ağa, sözlüsünün dedesi olan Kasım ağanın karşısına geçti. Sesininin tonunu umursamadan "Nasıl kaçar lan? Ufacık kızı tutamıyor musunuz siz?" Diye hiddetle bağırdı kasım ağaya. Bu konuda boynu bükük olan kasım ağa sesini çıkartamıyordu. Canının içi olarak bildiğini torunu kaçarak boynunu bükmüştü. Umuyordu ki yanında bir erkek olmadan gitmiştir. Yoksa bu işten kurtulamazlardı. Ahter'in amcası olan Yakup ağa, Ares ağanın kolundan tutup babasının önünden çekti. "Sesinin ayarına dikkat et ağa. Karşında senin yaşıtların yok." Bu uyarı karşısında sinirleri daha da bozulan Ares ağzını açıp tekrardan bağıracak iken, dedesi Hamit ağa araya girdi. "Kasım ağa! İnşallah kızınız namusumuzu kirletecek bir şey yapmamıştır. Kaçanlar yalnız kaçmıyorlar. Dua edin de yalnız olsun. Eğer öyleyse kimse bu olanları duymaz sineye çekeriz. Gençtir yaptı bir aptallık deriz. Ama olaki yanında bir puşt ile beraber yakalanırsa o vakit ölümlerden ölüm beğensin ikiside." Deyip avludaki kanapelere oturdu. Rahatı yerindeymiş gibi davransa dahi Hamit ağanın da içinde ateş yanıyordu. Eğer o kız bulunmazsa olacaklar onu da tedirgin ediyordu. Kasım ağa sessizliğini bozmaya karar verip Hamit ağanın karşısına oturdu. "Adamlara pek malumat vermeden gönderdik. Onu bulacaklardır inşallah." Hamit ağa mırıldanarak amin demişti. Ares ağa "bizden de adamlar aramaya çıksın. Bende şimdi çıkıyorum." Dedi ve hiç dinlemeden çıktı. Arabasına binerken bir yandan da telefondan adamlar ile konuşuyordu. "Soyluların kızı, evet. Sözlümü bulun. Başı belaya girmiş olabilir. Kimsenin bundan haberi olmayacak eğer olursa sizden bilirim." Telefonu kapatıp yan koltuğa fırlattığında arabayı süratle sürmeye başladı. İlk olarak hava alanına gitti. Eğer kaçmışsa ilk işi şehirden çıkmak olur diye düşündü. Tabii diğer adamlarda böyle düşünüyordu. Kimiler mardini ararken kimileri otobüslere, uçaklara bakıyordu. ♤♤♤ Bomboş yollarda yürümekten ayaklarımın karalarbağladığı bir haldeyim artık. Saatlerdir yürüyor ara ara dinleniyordum. Ama artık içim rahattı çünkü biliyorum ki beni bulamazlar. Hepsi anayollara bakarken ben farklı bir yoldan gidiyordum. Hemde yürüyerek. Bilet alıp bir araçla gitmek açıkça gelin beni bulun demekti. Hava kararmaya başlarken biraz dinlenmek istedim. Ve yolda öylece oturdum. Bu 2 günde başıma gelenler akıl işi değildi. Töre, dedem, evlilik, serdar... Serdar, ondan asla beklemeyeceğim Hamleyi yapması can yakıcıydı. Hançer gibi sözleri ve beni yalnız başıma bırakması asla affedilecek olaylar değil. Hiçbir insan benim için gururumdan daha önemli değil. Dedemin karşısında çok kez diz çökmüşlüğüm var, yalan yok. Ama o benim dedemdi. Babamdan sonra, baba gözüyle baktığım adamdı. Serdar ise sadece aşktı... Aşkım için gururumdan vazgeçecek değildim. Canım yanmalıydı değil mi? Ama canım serdar için yanmıyordu. O sözler ve terk ediliş benim için bir bitişti. Bu kadardı benim için erkekler. Hiçbir erkek bende daha fazla bir etki bırakamaz. Ben böyle düşünürken gözlerimden akan yaşlar ise çok ironi bir durumdu benim için. Her dakika burnumu çekiyordum. Dakikalarca orada oturup gözyaşı döküp burun çektim. Bir kez daha burnumu çekicekken başka bir burun çekme sesi ile başımı kollarımın arasından kaldırdım. Karşımda en fazla on yaşında olabilecek bir erkek çocuğu duruyor ve ağlıyordu. Bu çocuğu gözüm bir yerlerden ısırıyordu ama nereden? "Çocuk?" Sesi titrerken "Ahter abla?" Beni tanıyordu. Demek ki gözüm cidden bir yerlerden ısırıyormuş. Bizim aşiretten miydi? "Soylu aşiretinden misin?" Başını salladığı an göt korkusu ile ayağa fırladım. Bulmuşlar mıydı beni? Ne yapacaktım? Topuklasam yakalanır mıydım? Ölmüş numarası mı yapsam? Ben bu tür birçok düşünce arasından tercih yapmaya çalışırken çocuk yine konuştu. "Abla kayboldum." Çocucuğun kaybolmuş olması içimi rahatlatırken bu seferde ağlayan çocuğa üzüldüm. Yanına gidip yanaklarını avuçladım ve gözyaşlarını sildim. "Kaç yaşındasın sen ve ismin ne?" Burunlarımızı aynı anda çektiğimizde ikimizinde ağzından kıkırtı döküldü. "10 yaşındayım, ismim Ömer." "Pekala tatlı Ömer. Sen nasıl kayboldun?" Dediğimde gözlerini kaçırdı. "Ben babamın yanına gidicektim. Annem yalnız gitmemi istemediği için haber vermeden çıktım. Sonra kayboldum." Çocuğun bu masum haline tebessüm edip alnından öptüm. "Baban nerede canım?" Diye sorduğumda yüzümdeki tebessüm daha da genişlemişti. Bende küçükken sürekli babamın peşinden gitmek ister ve kaybolurdum. Çocuğun titrek bir nefes aldığını duyduğumda dikkatimi tekrardan ona verdim. "Abla, benim babam toprağın altında. Mezarda." Başparmağım Ömer'in gözyaşını silmek için hareket ediyordu ama çocuğun cümlesi ile durdu. Tıpkı zaman gibi. O an benim için zaman ilerlemiyordu. Zamam işliyordu, tepemizde uçan kuşlar için, evinde yemek yapan kadınlar ve çocukları ile oyun oynuyan babaları için işliyordu. Ben ve Ömer için zamanın durduğu bir andı. Babasız iki insan. İçimde kopmaya hazır olam o düğüm çözüldü. Ömer'i kendime çekip sarıldım. Bunu yaparken artık içli içli ağlıyor hıçkırıyordum. İsyan etmek istiyordum. Kendim için, ömer için, töre uğruna kıyılan canlar, kırılan çocuklar için isyan etmek istedim. İkimizinde içimizin biraz rahatladığını düşündüğümde ne ara çöktüğümüzü bilmediğim yerden kendimle beraber Ömer'i de kaldırdım. Burnumu bir kez daha çektim. Bunu yaptığımda ömer bana bakıp gülümsedi bende ona öyle karşılık verdim. "Ömer, gidelim mi? Babanın yanına." Gözlerinde mutluluk belirdiğinde bende onunla beraber mutlu oldum. Ömer bana babasının olduğu mezarlığın ismini söyledi ve ben onunla beraber o mezarlığa gittim. Beraber babasının mezarlığının yanına oturduk. Bu adamı tanıyordum. Ömer'i de tanıyordum. 4 sene önce üniversiteye gitmeden hemen önce şahkarlar ile olan bir olayda ölmüştü. Bizde ailecek babasının mezarına gelmiştik. O vakit görmüştüm ömer'i. Ömer, babasının öldüğünü söylediği an onun kimin oğlu olduğunu hatırladım. Ömer, babası ile uzun uzun sohbet etti. Bir ara sessizleşti bende bir şey demedim onunla sessizliği paylaştım. Bir süre sonra ömer benimle konuştu. "Abla." "Efendim Ömer?" "Kan davası biticekmiş, öyle dedi annem. Sen, Ares ağa ile evlenecekmişsin. Bu sayede barış sağlanacakmış." Gözlerimi Ömer'e çevirdim ama bir şey diyemedim. Lâl gibi hissettim. Ama ömer durmadı canımı yakmak istercesine devam etti. "Artık kimse ölmeyecek mi? Kimsenin canı yanmayacak mı? Yanmasın abla. Özellikle babaların canı yanmasın. Benim babamın canı çok yanmıştır. Bunu her düşündüğümde," dedi ve elini kalbine koydu. Eş zamanlı olarak bende onunla beraber elimi kalbimin üzerine koydum. Kalbini sıkıp devam etti konuşmasına. "Çok acıyor, sıkışıyor. Sanki benimde babamla beraber canım yanıyor gibi. Biliyorum 4 yıl geçti ama benim canım hâlâ çok yanıyor. Babalarıyla oynayan çocukları gördüğümde ağrıyor. Geceleri annem ağladığında da çok acıyor. Abla bu kalp sürekli böyle acır mı?" Acır. O kalp hep öyle acır. Nasıl benim acım geçmemişse onunki de geçmez. Bazı yaralar asla kapanmaz. Sürekli üzerine tuz dökülürmüş gibi olur. Ama bunları Ömer'e söyleyemedim. "Ömer... annen senin için endişelenmiştir." Konuyu değiştirmem gerekiyordu. Daha fazla ağlamamalıydım. "Gidelim abla. Beni sen mi götürüceksin?" Onu ben mi götürücem? Gözleri hâlâ dolu olan çocuğa baktım, ve yapamadım. Bu davanın kurbanı bendim. Ayağa kalktım. Ömer'in elini tutup onu mezarlıktan çıkardım. Bulduğum ilk taksiye binip konağın yolunu aldım. Taksi konağın önünde durduğunda ömer ile beraber indik. Onu konağa götürücektim ne de olsa adamlar annesine bırakırdı. Avluya girdiğimde karşılaşacaklarıma kendimi hazırlamak için derin bir nefes aldım. Onlarda buradaydılar. Şahkarlar. Dedemlere doğru yürüdüm. Arkası dönüktü dedemin. Sesimi bulabildiğimde "dedeciğim..." Dedem anında arkasını döndüğünde onunla beraber diğer herkesin gözleri beni buldu. İşte ancak o vakit Gördüm onu. Sözlendiğim adam erik yeşili gözleri ile kim olduğunu haykırıyordu. O gözleri nerede görsem bilirdim. Yeşil gözlü Ares Şahkar. Bu kalabalık Ömer'i ürkütmüş olmalı ki elimi sıktı. Ben de onun elini daha sıkı tutup dedeme daha çok yaklaştım. Dedemin arkasında ki Yağmur beni onaylamaz bir hareket ile başını sağa sola sallıyordu. Dedem dudaklarını aralamıştı ki bir kadının Ömer'e sarılması ile dudakları tekrar kapandı ve odağı o ikisi oldu. Tıpkı herkesin odağı onlar olduğu gibi bende de öyle oldu. Ömer elimi bırakıp kadına sarıldığında, kadının boğuk bir sesle oğlum dediğini zar zor anlayabildim. Ömer'in annesiydi bu kadın. Anlaşılan oğlunu bulamadığında dedemden yardım istemiş olmalı. Ben ve ömer bugün arananlan listesinde başı çekmişiz. Kadın Ömer'e sarılmayı bırakıp bedenini kontrol etti. "Sen neredeydin oğlum? Nereye gittin?" İşte bu vakit tüm gözler yine bana döndü. Onu getiren bendim. Ama konuşabilecek gücü kendimde bulamadım. Benim yerime ömer konuştu. "Babamın mezarındaydım anne." Bana bakıp gülümsediğinde yine ona karşılık verdim. Hamit ağa bana doğru geldi ve bakışlarını Ömer'e çevirdi. "Ahter ablan seninle miydi çocuk?" Bu soruyu sorması içimde bir yerlerde öfke kıvılcımlarının oluşmasına neden oldu. Bana sormaları gereken soruyu Ömer'e soruyorlardı. Dudaklarımı aralayıp "ba-" Devamını getiremedim çünkü hem dedemin hem de Ares ağanın sesi beni susturdu. Dedem susmamı söylerken. Ares ağa 'karışma' diye sert bir ses ile konuştu. Dudaklarımı geri kapatıp öfkeli olduğunu düşündüğüm bakışlarımı Ares ağanın erik yeşili gözlerine diktim. Ben kendimkine öfkeli diyordum ama onun gözleri öyle bir bakıyordu ki sanki bedenimin arkasında ne var ne yok görüyormuş gibi keskindi. Ömer'in sesi ile gözlerimi Ares ağadan çektim ve Ömer'e çevirdim. "Evet benimleydi. Beraber mezarlıktaydık." Dedi ve sanki bir şeylerin yolunda olduğunu ona söylemem için bana baktı. Gözlerimi kırpıp sorun olmadığını söyledim. Bir sonraki soruyu Ares ağa sordu Ömer'e. "Ahter'in yanında kimse var mıydı?" Bu sorunun çıktığı anlamın beni öfkelendirmesi gerekirdi ama hayır öfkelendirmedi çünkü eğer Serdar beni yüzüstü bırakmasaydı tam da Ares ağanın sorduğunu yapmış olacaktım. Sevgilim ile beraber töreden kaçıcaktım. (Eski sevgilim.) Ürkmüş olan Ömer annesinin arkasına saklandıktan sonra Ares ağaya baktı. "Hayır yoktu. Ben kaybolmuştum. Sonra onu bir kaldırımda otururken gördüm. Tanıdığım için yanına gidip yardım istedim. Benide aldı ve mezarlığa beraber gittik. Sonra da buraya geldik zaten." Ömer konuşmasını bitirdiğinde birkaç kişinin rahat ve derin nefesler aldığını duydum. Biriyle kaçmadığımı anlayanlar şimdi benim kaçmaya çalıştığım için tekrar öfkeli gözlerini bana yönlendirdiler. Dedem, Ömer ve annesini bir adam ile beraber kendi evlerine gönderdi ve karşıma geldi. "Bunu nasıl yaparsın?" Bunu nasıl mı yapardım? Eğer Ömer ile karşılaşmasam bunu herkes anlayacaktı. Ama Ömer ile karşılaştım ve vicdanım beni bırakmadı. Yabancıların içinde dedeme cevap vermek istemediğimden sustum lakin boynumu bükmedim. Başım dik haldeyken dedeme baktım. Konuşmayacağımı anlayan dedem Elini kaldırdı, eli bana doğru geldiğinde gözlerimi kapatıp kendimi bu darbeye hazırladım. Ama olmadı. Gözlerimi açtığımda amcamın önüme geçtiğini gördüm. Benim yüzüme gelmesi gereken darbe amcamın yüzüne geldi. Benim yüzümden... Eğer amcam önüme geçmeseydi dedem bana vurucaktı. Dedem ilk kez bana vurucaktı. Tam o an kalbimde sıkışma kendini yine belli etti. Elim kalbime doğru gittiğinde zorlanıyordum. Amcam önümden çekilip kolumu tuttu ve beni kendisiyle beraber bir iki adım geriye doğru çekti. Konuşmak istedim. Amcamdan özür dilemek istedim. Ama sesimi yine bulamadım. Amcam benim sesim oldu. "Ne yapıyorsun sen baba? Torununa mı vuracaktın? Ne için? İstemediği bu evlilikten kaçmaya çalıştığı için mi? Eğer olurda yeğenime bir ceza vermeyi düşünen varsa onun yerine bana verilsin." Boğazıma oturan yumru ile dinledim amcamı. Çenem titredi ama ağlamadım. Ben bu 2 gün çok ağladım. Dedem gözlerini yumup kendine biraz zaman verdi. Artık yapmam gerekeni yapmalıydım. Kolumu amcamdan kurtardım. Amcam sorgularcasına bana baksa dahi umursamadım. Dedemin yanından geçtim. Bir adım, üç adım , dört adım, beş adım. Şimdi onun karşısındaydım. Sözlümünün karşısında. Yüzük parmağımı ona gösterdim. Tüm gözler üzerimdeydi, rahatsız ediciydi. Ares Şahkar bir parmağıma bir bana bakarken sonunda konuşabildim. Hayatımı tamamen değişterecek bir karar olmasına rağmen bizzat kendi sesimle onayladım kaderimi. "Yüzüğümü vermeyecek misin Ares ağa?" Sesimde biraz bile titreme olmadı. İçimden her yeri dağıtmak, bağırmak, çağırmak, zarar vermek geliyordu. Ama bunu dışıma yansıtmadım. Hissizce söyledim. Yan taraftan bir kadın itiraz etti lakin Ares ağa onu dinlemedi ve eli ile susturdu. Elini kardeşi olduğunu düşündüğüm kendisine pek benzemeyen çocuğa doğru uzattı. Çocuk cebinden bir yüzük kutusu çıkardı ve Ares ağaya verdi. Yüzük kutusundan kırmızı kurdeleye bağlı iki alyans çıkardı. İnce ve küçük olanı eline aldı. Sinir bozucu bir yavaşlık ile elimi tuttu. Yine aynı yavaşlığı takınarak alyansı parmağımdan geçirdi. Bu sefer kendisi için olan alyansı eline aldı ve kendi parmağını bana uzattı. Benim onun parmağına takmamı istiyordu. Ona da tamam. Alyansı elime aldım. Bende onun elini tuttum ama onun yaptığı gibi yavaşça değil oldukça hızlıydım. Hiç oyalanmadan alyansı parmağından geçirdim ve elini bıraktım. Birileri makas istiyordu ama benim tüm odağım bana erik yeşilini anımasatan gözlerindeydi. Anladı. Neden geri döndüğümü, neden hiç ses etmeden kabul ettiğimi anladı. Sadece çocuklar için. Biri kırmızı kurdeleyi kesti ama ben bakmadım. Bir an olsun gözlerimi gözlerinden almadım. Biri omuzuma dokunduğunda başımı çevirdim, halamdı. "Efendim hala?" Halam yerine dedem cevapladı. "Odana git yarına kadar o odadan çıkmayacaksın." İlk defa bana karşı bu kadar mesafeliydi. İlk defa bana karşı böyle sertti. Ben ne diyorum ki? Benim baba diye görmek istediğim dedem bugün bana el kaldırdı. Yavaşça uzaklaştım. Bu sefer gözlerim dedemdeydi. Ama o bana bakmıyordu. Onu gerimde bıraktım ama olmadı, yapamadım. Durdum. Elim yine kalbimin üzerindeyken aklımdan geçenleri söylememek için kendimi ikna etmeye çalıştım ama ikna edemedim. Arkamı dönüp dedeme baktım. Bana baksın istedim. Torununa baksın istedim. Sadece bana canımıniçi derdi. Canınıniçi olan bu kızın yüzüne baksın istedim. Bakmadı. Ona yaklaştım, tam dibinde durdum. İçimden haykırdım. 'Gör beni dedeciğim, gör' ama bakmadı. Yaklaşık bir dadika bana bakması için dibinde bekledim, ama o yine bakmadı. Beni yok saydı. Bir kaç adım geriledim. Gideceğimi düşündüğü için nefeslendi ama gitmeyecektim. En azından içimdekileri söylemeden gitmeyecektim. "Dedeciğim..." Titreyen kısık sesimden dolayı yine üzerimde bakışlar hissettim. Herkes bana bakıyordu biliyorum. Bir tek dedem dışında. Kafasını çevirmiş başka bir yöne bakıyordu. "Eğer kaderimde senden önce ölmek varsa," bu söylediğim kelimeler ile başının bana çevrilmesi bir oldu. Artık onunda gözleri benim üzerimdeydi. Yapma diye yalvarıyordu gözleri. "Söyleyeceğim. Babama ve anneme beni yok saydığını söyleyeceğim. Emanetlerine sahip çıkmadığını onlara bizzat ben anlatacağım. Onlar gittikten sonra her zaman yalnız olduğumu öğrenicekler. Hep ilk beni gözden çıkardığını ama asla iyi bir şey için beni ilk sıraya koymadığını da bilecekler. Beni görmek istemediğin için memleketimden gönderdiğinide öyle." Dedemin ağladığını pek görmezdik şimdi ise gözleri buğulanmış benden başka bir yöne bakmıyordu. "Babam seni affetmesin." Deyip hızla arkamı döndüm ve koşarak odama çıktım. Kendimi yatağıma bıraktığımda tuttuğum gözyaşlarım yanaklarım ile buluştu. Bu zamana dek hep anlamıyormuş gibi davranırdım. Bu sayede dedemden sevgi beklemeye yüzüm varmış gibi olurdu. Ama farkındaydım. Dedem beni görmeye bile dayanamıyordu. Bu yüzden 4 yıl istanbulda geçirdim. Ben yine de her şeye rağmen babamın dedemi affetmemesini söyledim. Çünkü ben affederdim. Ben beni sevmese dahi, azıcık bir tebessümünde affederdim dedemi. Bir yandan ağlıyor diğer yandan çantamı kollarımdan çıkarıyordum. Üstümdeki kıyafetleride çıkarınca yorganın altına girip yorganı üzerime sardım. Bugün daha önce hiç yapmadığım şeyler yaptım. Kaçtım, anne ve babamsan sonra birine sarılıp ağladım, dedeme aptal olmadığımı yaptıklarının farkında olduğumu gösterdim. Bu geceden sonra ağlamak istemediğim için, gece boyunca uyuyana dek ağladım. Bazen bağırdım, bir şeyleri devirdim. Tırnaklarımı kendi vücuduma geçirdim. Ama sonunda yorgun düşüp uyuya kaldım. ♤♤♤ İki hafta. İki haftadır odamdan çıkmıyorum. Kimseyle konuşmuyor, İhtiyacım olduğu kadar içip yiyorum. Düğün işini tamamen damat tarafına bıraktım. Gelin alışverişine bile gitmedim. Halam beni çok zorladı ama ben gitmedim. Benim zevkime uyar diye yağmur gitti. Eminim en sevmediklerimden almıştır. Gelin alışverişinde yağmurun aldıklarınada bakmadım. Bugün kınam, yarın düğünüm olucaktı. Ve ben artık bir soylu değil, ailemin katili olan Şahkarlardan biri olacaktım. Ben yarın Ares Şahkarın gelini olucaktım. Odamda kurulmuş mini kuaföre boş gözlerle baktım.Sonra oturdum. Makyajım yapıldı, yeşil bindallımı giydim ve son olarak saçlarım yapıldı. Aynadan aksime yüzümdeki buruk tebessümüm ile baktım. Çok güzeldim. Bindallıyı kimin seçtiğini bilmiyordum. Sadece ailemin bileceği gibi en sevdiğim renk yeşildi. Ama yağmurun benim için seçmeyeceği kadar güzeldi. Halam gelip beni aldığında avluya inmek için çıktık odamdan. Yavaş yavaş ilerliyorken Artık yasımın bittiğini kabullenmek için kendimi teskinlendim. Benim iki haftalık yasım bugün son buldu. Bu bir ölüm yassı değildi. Ölen yok ya sonuçta. Sadece yas tutmam gerektiğini hissettim ve tuttum. Ama bugün bu yas son bulacak. Başım dikleştirdim ve avluya girdim. Etrafta bir çok kişi vardı. E tabii Şahkarlılar ile Soyluların kınası değil mi? Benim için ayırtılmış sandalyeye oturdum. Kına yakma zamanı geldiğinde Ares ağa yanıma geldi. Kayınvalidem elindeki cumhuriyet altını ve kına ile yanıma yaklaştı. Avucumu açmadım. Ben Ahten soylu tek bir cumhuriyet altınına avucumu açmayacaktım. İkinci altını getirdiğinde avucumu açıp kınayı sürmesine izin verdim. Hemen yanımdaki adamın serçe parmağınada kına yaktılar. Ve böylece kına gecesi bitene dek oturdum. Kına gecesi bittiğinde ve herkes dağıldığında sadece aile olarak kalmıştık. Tabii bu aileye Şahkar aileside dahildi. İmamı alıp geldiklerinde ben ve Ares ağa odada yanyana oturmuş imamın karşısında bekliyorduk. Mehir sorulduğunda hiçbir şey istemediğimi söylediğimde Ares ağanın bakışlarını üzerimde hissettim ama umursamadım. Ares'te bunun üzerine ses etmedi ve önüne döndü. İmam nikahımın kıyıldı ve ben artık dinen evli bir kadın oldum. Ares'in karısı. Bir kanapenin üzerinde bacaklarımı kendime çekmiş oturuyordum ki onun sesini duydum. "Yine ağlamayasın. Ağlayan insanlardan hoşlanmıyorum ahten. Ve sen çok ağlıyorsun. Bu sinirimi bozuyor." Bakışlarımı Ares ağaya çevirdiğimde kaçmaya çalıştığım günden sonra ilk kez benimle konuştuğunu fark ettim. Aslında ben ve o hiç konuşmamıştık ki. "Pekala ağam. Sen nasıl istersen. Bir de gözlerime söyle ağlamasınlar. Malum benim kontrolüm sende ya." Ne ciddi ne de alaylı bir uslüp ile söylemiştim ama bu onun kaşlarını çatmasına sebep oldu. Aslında ona vücudumun kontrolünü sağlayamacağımı söylemek istemiştim. "Senin önünde ağlamam. Odanda ağlayan bir kadın görmeyeceksin Ares ağa. Canını sıkmam ben." Hiçbir şey demeden yüzümü inceledi. Gözleri bir kez olsun yüzümden farklı bir noktaya değmedi. En nihayetinde bir şey demeden odadan çıkıp gitti. Bende duşa girip çıktıktan sonra uyudum. ♤♤♤ Gelin ve damadın kaldığı odada yalnız başımaydım. Ares ağa beni buraya bırakıp çıktı. Düğün salonundakiler inmemi bekliyorlardır ama ben inmemekte inat etmeye devam ediyordum. O adam buraya gelip benimle beraber inmek zorunda. Kendi düğününde gelin damat olmadan indi dedirtmem. Halam başımda bekleyip neden inmediğimi sordu. "Damadınıza söyle hala. Gelsin ve gelinini alsın. O vakit ineceğim." Halam inatlarımıza kızıp tekrardan çıktı odadan. Dakikalarca bekledim. Kapı açıldığında yine halamı görmeyi bekleyip gözümü o yöne çevirdim. Ama damatlık içindeki kocamı gördüm. Eğer o inatsa ben daha inattım en sonunda dediğime böyle gelmeliydi. "Bensiz inemiyor musun kadın?" Diye kızarcasına sordu. Başımı hayır anlamında salladım. Bir süre kaşları çatık halde bana baktı. "Ee gelmek için ne bekliyorsun? Gelip elinide mi tutayım?" Başımı sallayıp, "bir zahmet öyle yap." Dedim. Dün yasımı bitirmiştim. Bugün her şey normalmiş gibi davranıcaktım. Bu normal bir düğündü. Töre düğünü değil. En azından o izlenimi vericektim. Sol kaşını kaldırıp beni iyice süzdü. Bende onu inceledim. Yakışıklı bir adamdı Ares ağa. Siyah damatlığın içinde çok ayrı bir karizma oluşturmuştu. Gerçi bu adam gecelik giyse o bile yakışırdı. Alınmış gibi duran kaşları, kavisli burnu, dolgun dudakları, sakalsız yüzü, hafif çekik gibi duran bana göre erik yeşili olan gözleri ile gördüğüm en güzel adam olabilirdi. Güzel diyorum çünkü gördüğüm çoğu kadına bile taş çıkarırdı. Onu süzmeyi bıraktığımda onun hâlâ beni incelediğini gördüm. Boğazımı temizleyip elimi ona doğru uzattım. Yüzüme sen ciddi misin der gibi baktı. Ciddiydim. Uzun adımlar ile yanıma gelip çöp kaldırır gibi elimi tutup kaldırdı beni. Bu duruma bozulmuş olsam dahi üstünde durmadım. Elim elindeyken odadan çıktık. Beraber çıktığımız gibi tüm odağı üzerimize topladık. Dikkatli adımlar ile merdivenlerden indim. Tabii yanımdaki iblisin oğlu zorlanmalarımı sırıtışı ile izliyordu. O sırıtışı gördükten sonra iblisin oğlu olduğunu düşündüm. Bugün sonra ya beni dedem gibi yok sayacaktı, Ya da iblisin oğlu gibi davranıp canımı yakmak isteyecekti. Düğün salonunun ortasına geçtiğimizde ilk dansımızı etmemiz gerekiyordu. Elini elimden ayırdı. Her iki elini belime yerleştirdiğinde bende ellerimi onun boynuna doladım. Kendisi ölü gibi sallanırken onun yaptığını yapmadım. Neşeliymişim gibi sallandım ve onun bana ayak uydurmasına sağladım. Böylece etrafta bize bakan gözlere laf vermeyecektim. Eğer laf edeceklerse dahi gelin ölü diye bahsetmesinler. Güzelliğimden ve mutluluğumdan bahsetsinler. Dişlerimi göstererek gülümseyip karşımdaki adama baktım. Gözleri ilk olarak dudaklarımı buldu. Ardından koyu kahvelerime tırmandı. "Eğer kaçmaya çalıştığını bilmesem bu kadın evleneceği adama hayran olmuş derdim." Hmm diye bir ses çıkarttım ve daha çok gülümedim. "Ama bu kadın asla evleneceği adama hayran olmayacak." Öyle mi der gibi başını eğip bana baktı. Bende öyle der gibi başımı salladım. Şu an dışarıdan izleyen biri ne güzel bir çift bile diyor olabilirdi. Ama gerçek asla bu olmayacaktı. Dansımız bittiğinde kendi yerimize geçip oturduk. Gelen gidenle konuşmak derken vakit biraz geçmişti. Ve ben sıkıntıdan patlıyordum. Daha fazla dayanamadığımda ayağa kalktım. Ares ağa bana baktığında ona cevap verme gereğinde bulunmadan halay oynayanların yanına gittim. Halay oynayanlar ikiye ayrılmıştı. Soylular ve Şahkarlar olarak. Ben soyluların yanına gidip en ortada yerimi aldım. Karşıma baktığım an ise beklemediğim bir görüntü gördüm. Benim tam karşımda Şahkarların ortasında Ares ağa yerini aldı. Ona samimiymiş gibi görünen ama kendisinin samimi olmadığını bildiği bir gülümseme gönderdim. Bir süre karşılıklı halay oynadık. Nikah memuru geldiğinde ise masaya geçtik. "Siz Ahten soylu, Ares Şahkarı... eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" "Evet!" Aynı soru Ares ağayada sorulduğunda gür sesi ile "evet!" Dedi. Resmi nikahımızda kıyıldığında İçimde kalmasın diye tüm gücümde ucu sivri olan topuğumu Ares ağanın ayağına batırdım. Hiç beklemediği bu hareketim ile ağzında boğuk bir inleme kaçtı. Tabii bu sırada mikrofon onun yanında olduğu için o boğuk inlemeyi tüm salon duydu. Herkes donakalmışken Ares ağamın Burnu kızarmaya başladı. Burnu... Utandı mı sinirlendi mi bilmiyorum ama bu adamın yüzü değil burnu kızardı. Şaşkınca yüzüne bakarken kendisi ürkütücü bir yavaşlıkla bana çevirdi yüzünü. Gözlerinde gördüğüm alevler yerime sinmeme neden olurken birinin beni bu adamdan kurtarması için dualar ettim. Ve geldi 34 yaşında olan yakışıklı amcam geldi. Beni masadan kaldırdı. Benimle çifte telli oynamak istediğini söylediğinde Ares ağa ses etmedi. Tüm karizması ile amcam karşıma geçti. Onunla beraber çifte telli oynadığımızda bir süre sonra başkalarıda bize katıldı. En sonunda Ares ağa karşıma geçti. Onunla beraber oynamaya başladığımızda herkes durmuş bizi izliyordu. Yüzümden eksik etmediğim gülümsemem ile çifte telliyi bitirdik. Düğünün sonlarına geliyorduk artık. Takı merasimi bitmiş, boyun ağrısından şikayet ediyordum. Düğün bittiğinde hiç oyalanmadan düğün arabasına bindim. Ares ağa hemen yanıma oturduğunda araba hareketlendi. Şahkar konağına geldiğimizde Ares ağa benden önce indi. Bende kendi kapımı açtım inmekte zorlansam dahi iblisin oğlu bana yardım etmedi. Beraber odamıza geçtik. Yeni odama. Yatağın üstüne oturup tüm takılardan kurtulmak istedim ilk olarak bileziklerden başladım. Önüme düşen gölge ile başımı kaldırdım. Ares ağa elinde bir kutu ile tepemde dikiliyordu. Bana doğru eğilip yüzümü açtı ve elindeki kutudan iki bilezik çıkardı. Yüz görünümlüğü olarak göz kamaştıran iki bilezik. O iki bileziğide diğer takıların yanına bıraktım. Dakikalar sonra tüm takılardan kurtulmuş yatağın üzerinde oturuyordum. Bunun devamında ne olacağını düğünürken Ares ağa yine bana yaklaştı. Yutkanmakta zorlandığım bir andı çünkü bana yaklaşırken gömleğinin düğmelerini açıyordu. "Ares ağa..." Tam önümde durup önünü tamamen açtığı gömleğin düğmelerini bıraktı. Ellerini kollarımı bulup sıktığında acı ile yüzümü buruşturdum. Fiziksel acıya dayanıklı değildim bana bunu yapmamalıydı. Kollarımı ellerinden kurtarmak istediğinde daha da sıktı. "Cık...cık...cık.. biraz rahat dur." Yüzüne öfke ile baktım. Beni bırakacağı yoktu. Ve ben bu gece onunla aramda hiçbir şey olsun istemiyordum. En azından şimdilik hazır olmadığımı hissediyordum. O beni bırakmayınca yüzüme çokça olan yüzüne doğru yaklaşıp burnunu ısırdım. İnleme ile beni yatağa serttçe fırlattığında tüm vücudumda bir çarpıntı hissettim. Dirseklerim üzerinde doğrulduğumda Ares ağa burnunu tutup alev alan gözleri ile bana bakıyordu. "Seni kahrolası... sen kaşındın." Dedi ve üzerime atıldı. O üstüme gelmeden yan dönüp ondan kurtuldum. Yataktan kalkmaya çalıştığımda bir şeyin yırtılma sesi geldi başımı çevirdiğimde ares ağanın altında kalan gelinlik parçamı gördüm. Benim seçmediğim güzelim gelinliğim... bu sapıktan kurtulduğumda senin için 5 dakikalık yas tutacağım. Yataktan uzaklatığımda Ares ağa daha da sinirlenmişti. O da yataktan kalkıp bana doğru geldiğinde yarısı yırtılmış olan gelinliğimi tutup kaldırdım. "Ares ağa arkanda iblis var!" Dediğimde bir anlık afalladı lakin arkasını dönmedi. O afallama bile onun arkasına kadar koşmama yetmişti. Şimdi o yatağın sağında ben de solundaydım. Şimdi kovboylar gibi bakışıyorduk. Eğer karşımdaki kişi kocam olup bana tecavüz etme niyetinde olmasa dalga geçebilirdim. Bu düşünce ile anlık olarak yağmur aklıma gelsede onu hemen düşüncelerimden tekmeledim. "Ares ağa sakın ola bana yaklaşayım deme!" Hiç dinlemeden yatağın çevresinden dolanıp yanıma gelmeye başladığında yatağın üstünden onun eski yerine ben geçtim. Diş izlerimin olduğunu burnundan soluyup bu sefer o yatağın üstünden yanıma gelmek istedi ve bende onun az önce yaptığını yapıp yatağın etrafında dolandım. Birkaç kez bunu böyle tekrarladığımızda artık karşımda Gerçek bir iblisin oğlu vardı. Burnu fazlasıyla kızarmıştı, gözleri deli bakıyordu. Zorlukla yutkunduğumda son kez yer değiştiricektim ki kolları beni yakaladı ve tüm gücüyle yatağa fırlattı. Ben daha hareket edemeden üstümdeki ağırlık ellerimi başımın üstünden birleştirdi. Gözlerimi açtığımsa Ares ağa tek eliyle ellerimi tutuyordu. Diğer elide usulca boğazıma dolandığında boku yediğimi anladım. "Ares ağa bırak beni!" Beni hiç duymuyormuş gibi boğazımı tutuyor ama canımı yakmıyordu. Zavallı bileklerim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Kemiklerim birbirine girmiş gibiydi. Birkaç kez sert nefesler alıp verdi. Ve dudaklarını aralıp dişlerini sıka sıka konuştu. "Senin benden kurtuluşun yok bu yaptıklarının bir bedeli olmalı." Başımı iki yana salladım. "İstemiyorum! Kendimi gerdeğe girmek için hazır hissetmiyorum çekil üstümden!" Altında kıvrandım lakin nafile. "Ares ağa senin bu yaptığına tecavüz derler. Bu kadar mı düşeceksin?" Gözlerini yumdu açtığında ise daha öfkeli bakıyordu. Boğazımı hafif sıkıp tekrar gevşetti. Bunu birkaç kez tekrarladı. "Karımla beraber olmam mı tecavüz oluyor kadın?" Başımı onaylarcasına salladım. "Karın olsam dahi benim bu işe rızam yoktur. Ben kendimi hazır hissesene dek bunu yapamazsın. Eğer yaparsan tecavüzdür." Bir kez daha boğazımı sıktığında canım fazlası ile yanmıştı. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıp fısıldadı. "Ama sen hakettin..." Devamında ise dudaklarımdan acı dolu bir çığlık koptu. İblisin oğlu bunu cidden yaptı mı? Altında acı çekerken onu üzerimden itemiyordum. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında dişlerini usulca burnumdan çekti. Beni tutmaya devam etti, bırakmadı. Gözleri gözlerime tırmandığında artık sırıtıyordu. Gözlerimden düşen iki yaşı takip etti. Gözlerimden daha da yaş akmadı zaten. "Çok narinsin kadın. Sadece ısırdım o çığlığa ve bu gözyaşlarına ne gerek vardı? Bu hiç hoşuma gitmedi." Bunları derken yüzündeki sırıtma kayboldu. "Ben senin gibi ısırmadığıma eminim iblisin oğlu!" Son iki kelimeyi çok bastırmıştım. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. Birkaç kez kırpıştırıp masum bir ifadeye büründü. Normalde bunu tatlı bulabilirdim ama şu an onu boğazlamak istiyordum. Gerçekler ise beni şu an boğazlayan oydu. Son kelimelerimi duymamış gibi yaptı ve "dişlerinin ne çok sivri olduğunu bilmiyorsun anlaşılan. Burnumu deldin." Hiç durmadan cevap verdim. "Oh olsun!" Kaşlarını çatıp birbirine yapışmış vücutlarımıza baktı ani bir hareketle üzerimden kalktı. Arkasını dönecek gibi oldu ama durdu. "Ha bu arada şunuda söyleyeceğim. Kendini hazır hissetmene falan gerek yok. Benim seninle ilişkiye girip midemi bozma gibi bir niyetim yok. Ayrıca bu hayatta her şey olabilirim ama bir tecavüzcü ASLA!" Ben bana söylediklerini sindirmeye çalışırken o banyo olduğunu düşündüğüm kapıdan girdi. Ne demişti o? Benimle ilişkiye girip midesinin bozulmasını istemiyormuş... mutlu olmam gerekirdi. Bana dokunmayacaktı. Ama benim midesini bulandırdığımı söylemesi bende herhangi bir mutluluk belirtisi olmasına engel oldu. Ne olursa olsun o benim kocam oldu. Ve bana bu kelimeleri kullandı. Bileklerimi ve burnumu ovuşturarak yataktan kalktım. Giyinme odası olduğunu düşündüğüm odaya girdim. Şoka girmiş gibi olan suratımdan dolayı kendime kızdım. Ama yine de söyledikleri kalbimde ağrı oluşmasına neden oldu ve ben... ben bundan nefret ettim. Yırtılmış olan gelinliğimi üzerimden çıkardım. Önceden yerleştirildiğini bildiğim kıyafetlerim için odayı karıştırdım pijamaların olduğu kısmı bulduğumda ise ikinci bir şok dalgası vücudumu sardı. Düşündüğümün aksine burada en kaliteli ve çokta güzel pijamalar vardı. Ben yağmur'un seçtiğini sanıyordum. Eğer o seçseydi sırf inadıma şalvar alırdı. Çok düşünmemeye çalışarak beyaz pijama takımını giydim. Odaya döndüğümde Ares ağa banyodan çıkmış ve beline sarılı havlu ile karşımdaydı. Kısa havlu her an belinden çözülüp düşücekmiş gibi duruyordu. Çok hafif bir utanç hissedip vücudunu süzdüm. Kaslı ve uzun bedeni epey heybetliydi. Beni bu andan kurtaran onun sesi oldu. "Bir tecavüzcünün bedenini böyle arzu dolu izlememelisin karım. Bundan cesaret alıp sana dokunabilirler. Uyarmadı deme." Kelimeleri hançer gibiydi. Benim tüm utancımı söküp aldı. Yerine burukluk kaldı. Ona cevap vermeden banyoya girdim ve yüzümü yıkadım. Banyodan çıktığımda Ares ağa yatakta uzanıyor elinde sigarası ile tavanı izliyordu. Boğazımı temizlediğimde gözlerini bana çevirmedi ama beni dinlediğini belirtircesine mırıldandı. "Ben nerede yatayım?" Derin bir nefesi aldı. Gözlerini usulca bana çevirdiğinde bu karanlık oda da bile parlayan yeşilleri dikkat çekiciydi. "Senin bu günden itibaren benim yanım dışında bir yerin yok karım. Buna sende, bende alışacağız." Hiç istemiyordu. En az benim istemediğim kadar o da istemiyordu. Yatağa ilerleyip gergince uzandım. Sırtımı ona çevirip yorganı üzerime örttüm ve gözlerimi yumdum. Ben artık yabancı ellerdeydim. Yabancı olan ama aynı zamanda kocam olan adamla bir yatağı paylaşıcak, onun ailesi ile yemek masasına oturucaktım. Bunlar bana fazlasıyla ürkütücü geliyordu. Nasıl davranmam gerektiğini düşündükçe düşündüm. Bilincimin kapandığını hissettiğimde bile bir yabancının arkamda uzanmış olmasının verdiği rahatsızlık üzerimdeydi... Bölüm bitti <3 Lütfen oy yapmayı unutmayın Ve bölüm nasıldı? Damadımız nasıl biri sizce? Peki damadımızın ailesi ile nasıl olacağız? Bu sürece karşı dirençli olabilecek miyiz? |
0% |