Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@manjima068

Oy ve yorumları unutmayalım lütfen


Yatağımda oturmuş ders videoları izliyordum. Dört gündür Soylu konağında kalıyordum. Bu dört gün boyunca bir kez bile Ares ile iletişimde bulunmadık. Ne o sordu ne de ben sordum. Şu an Şahkar konağında değilde Soylu konağında olduğumdan bile bi haberdi bence. Bir türlü kendimde Şahkarların konağına dönecek cesareti bulamadım. Hoş, kimse de beni çağırmadı.


Ders videosunun son 10 dakikasında kapım hiç çalınmadan açıldı. Gözlerimi telefondan ayırdığımda Yağmur'u gördüm. Bu dört gün boyunca hep yaptığımız gibi yine tartışmıştık. Dedem ilk geldiğim gün yüzüme bakmadan hoşgeldin deyip, sonra varlığımı kendisi için silmişti.


"Yağmur?" Diyerek şaşkınlıkla iki kaşımı havalandırdım. Gecenin üçünde yanıma gelmesini beklemiyordum. Ama farklı bir şaşkınlık daha üzerimdeydi. Yağmur yıllardır odama girmezdi. Onun benden gerçekten nefret ettiğini hissettiğim zaman odama girmeyi de bırakmıştı. Peki ben nefret ediyor muydum? Hayır. Sinir bozucu olabilirdi, ama o da ailemdi.

"Ahter, oturabilir miyim?" kaşlarım daha da kalktığında şaşkındım. Yağmur ve rica etmek?


Başımı aşağı yukarı salladığımda yatağa değil karşımdaki koltuğa oturdu. Belliydi bir haller vardı üstünde, hadi hayırlısı. Telefonumu kapatıp bedenimi ona doğru çevirdim.


"Ne yapıyordun Ahter?" Diye sorduğunda üstünde ufak bir rahatsızlık gördüm. Bundan dolayı

Gıcıklık etmemeyi karar aldım.

"Ders çalışıyordum, Kpss için."

Başını hafifçe salladı ve elleriyle oynamaya başladı. Birkaç dakika oda da sessizlik oldu. Sonra sessizliğini bozacağını belli edercesine derin bir nefesi içine çekti. "Sana bir şey soracağım Ahter, ama ciddi ol."


Aşırı rahatsız çıkan sesi ile oturduğum yerde dikleştim.

İki elim ile ayak bileklerimi tutup

Başımı onaylarcasına salladım.

Yağmur onayımı aldığında yerinde kıvrandı ama en sonunda benim bocalamama neden olan o soruyu sordu. "Gerdek gecen nasıldı?"

Bir süre üzerimdeki şaşkınlığı atamadım. Kaşlarım hafiften çatıldığında böyle utanç verici bir soruyu neden sorduğunu düşündüm,

Ama hiçbir mantıklı cevap bulamadım. "Bilmem," diye bir cevap verdim. Bana bön bön baktığında dudaklarından "nasıl bilmem?" Sorusu çıktı.


"Sana bir şey diyeceğim, ama kimseye söylemeyeceğine namus sözü ver." Üstündeki gerginlik hâlâ devam ediyorken sertçe yutkunup namus sözü verdi. "Ben ve Ares hiç beraber olmadık," dedim düz bir sesle. Gözleri yerinden çıkarcasına açıldı. Boğazını temizledi ve "anladım," dedi. Neyi anladın ki yağmur? Sonrasında başka bir şey konuşmadık birkaç dakika sessizce oturduk ve bana kötü geceler dileyip çıktı. Acaba aklından neler geçiyordur? 'Kocası bile dokunmadı ona, beğenmedi onu.' İç çekip telefonu elime aldım. Videoyu başlatacaktım ki sessizde olan telefonuma whatsApp'tan gelen bildirimi gördüm. Bildirime tıkladığımda Ares'in bana yazmasını beklemiyordum. Hele de bu saatte.


20 dakika önce çevrimiçiymişsin,

Uyudun mu?


'Çevrimiçiysem başkasına çevrimiçiyim sana ne oluyor canım?'


Uyumadım ve sana değil başkasına çevrimiçiydim.


Bunu neden yazdığımı bile bilmiyordum. Aniden oluverdi.

Silip silmeme arasında kaldığımda

Dudaklarımı dişledim. Tam bu an aklımda iki kelime yankılandı 'kuduz karım' silmeye karar verip mesajı görüldü olmadan sildim. Lakin geç kalmış olmalıyım ki yazıyor görüntüsü ile kendime sövdüm.


Kime çevrimiçiymişsin? Hem de bu saatte?


Yanlış anladı, kesin yanlış anladı.


Zeynep için çevrimiçiyim. Ve evet bu saatte. Peki sen neden çevrimiçisin?


Mesaj atması biraz uzun sürer sandım ama anında görüldü oldu ve yazdı.


İşler falan. 


Bu mesajın çok kaçamak olduğunu düşündüğümde huzursuzca yerimde kıpırdandım. Parmaklarım klavyenin üzerinde hareketlenmeye başladığında ekran değişti ve parmağım yeşil bir tuşa bastı.

"Siktir," Dedim kendime engel olamadan. Kimin aradığına bakmak için bakışlarım biraz yukarı kısma değdi ve 'iblisin oğlu' ile karşılaştım.

Telefonu usulca kulağıma götürdüm.


"Ares?" 


"Ahter, ne yapıyorsun?"


Sevişiyorum, tabii sen bilmezsin.


"Oturuyorum," dedim sessiz tutmaya çalıştığım ve başarılı olduğum sesim ile.


"Çok açıklayıcı oldu Ahter," dediğinde kaşlarımı çattım. Sorduğu sorunun ne olduğunu bilmiyordu bu adam.


"Neden aradın Ares?"


Odunluğunda bu kadarı.


"Karımı arayamaz mıyım?"


Karısıymış!


"Bir karın olduğu daha yeni mi aklına

Geliyor?" 


Karşı taraftan birkaç homurtu duydum lakin ne olduğunu anlayamadım.


"Neyse ne, sana sadece iki gün demiştim. Neden dönmedin?"


Anlaşılan beyefendi bunu yeni öğreniyordu.


"Canım öyle istedi."


Ares'in tarafında sert nefes sesleri duydum. Ardından sesini duyurdu.


"Senin canını sike-"


"Hooşt öküz! Terbiyesizlik etme. Ayrıca senin benim canımla ne alıp veremediğin var? Takmışsın canıma.

Niyeti bu kadar mı bozdun?"


Ciddi değildim. Zira kendisinin ben ve benimle ilgili konulara karşı olan tavrını biliyordum.


"Ahter. Konağa. Geri. Dön." Tane tane ve bastıra bastıra söyledikleri ile biraz ürktüm ama geri çekilmedim.


"Sen. Kocam. Olarak. Beni. Alırsın," dedim tıpkı onun söylediği gibi.


"Ben seni nasıl alayım kuduz kadın?

Eğer mardin'de olsam emin olabilirsin, seni alırdım. Mardin'de olmadığıma göre de kendin gideceksin." Kuduz kadın dişlerini sana geçirdiğinde görüceksin iblisin oğlu.


"Tamam işte kocacığım. Ne vakit mardine dönersen gelir beni de alırsın." Sesim bu defa oldukça tatlıydı.


"İyi geceler," dedi ve suratıma kapattı. Şaşkınlıkla telefona baka kaldım. Hızla mesaj yazmaya başladım. Parmaklarım telefonu kırarcasına ekrana vuruyordu.


Sen kimsin de benim suratıma telefon kapatıyon Ares ağa?

Vallahi kocamdır, Ağadır demem

Döverim seni. Benim güzelim suratıma telefon kapatılmaz,

Ama hata sana telefonu açan bendeydi. Sen şimdi engellenmeyi hak etmedin mi? Gece gece insanın sinirini bozuyorsun ya. Gözüne uyku girmesin tamam mı? Kombinini yaptıktan hemen sonra üstün kirlensin. Oturduğun kanapeden ses çıksın. Yemek yerken içinden kıl çıksın, ama sen çoktan ağzına koymuş ol. Aminnnnnnnn


Telefonu kapatıp yatağın yanına fırlattım. Resmen suratıma telefon kapattı. Yatağıma uzandım ve gözlerimi yumdum. Bu moral ile ders çalışamazdım. Adam dört gün sonra sırf konağa dönmedim diye arıyor sonra da moralimi bozup suratımı kapatıyordu, şaka gibiydi.


♤♤♤


Dün gece canım kocam (!) Bana görüldü bile atmamıştı. İnşallah söylediklerim tutmuştur da görmüştür belasını. Hayatım boyunca öfkelenmediğim kadar bu birkaç günde öfkelendim. Ben sakin bir insandım. Kibardım. Bazen yağmur ile kavga etsem dahi Ares'e olduğu gibi saf bir öfke duymazdım.


Bugün Zeynep yanıma geleceği için odamdan çıkmaya hazırlanıyordum.

Odamdan çıkacağım sıra da, odamın kapısının girişinde duran Yağmur ile iti an çomağı hazırla diye geçirdim içimden. Kapının girişinde bekliyor girmiyordu. Oysaki dün girmişti. "Yine mi o kız geliyor?" Dedi

Gıcık bakışları ile. O kız diye bahsettiği Zeynep'ti. "Evet geliyor," dedim. Yağmur, Zeynep'ten hiç mi hiç haz etmezdi. Sürekli beni onunla konuştuğum için eziklerdi. Ve ben de arkadaşımı savunurdum. Yağmur'un arkadaşlıklarıma karışmaya hakkı yoktu. Kimsenin yoktu.


Yağmur burnunu kırıştırıp, "Aptal karı," dedi bana. Ben kendimi bildim bileli Yağmur ile böyle laf ederdik birbirimize. Ben ona karı derdim. O da bana öyle derdi. Sebebi yoktu, bu hep böyleydi. Kapıya doğru yürüdüm ve onu biraz itekledim. "Çekilsene be koca karı!" Diye çirkefçe konuştum.

Bu hayatta çirkefliğimi en çok Yağmur'a gösterirdim. E Bizim de içimizde yatan bir çingene vardı.


Kapıdan çıktığımda Yağmur'da peşimden geldi. "O kız tam bir cadı.

Yüzünü gördüğüm gün lanet gibi geçiyor," diye diye söylendi, ama ben kulak arkası ettim. O hep böyle söylenirdi.


Avluya çıktığım gibi yeni gelen Zeyneb'i görmem bir oldu. Kocaman gülümseyerek ona doğru koşmak için hareketlendim. Ki dedemin avluda oturduğunu gördüm. Kendime çekidüzen verip kibar adımlar ile Zeyneb'in yanına gittim. "Zeynep," deyip boynuna sarıldım. O da bana sıkıca sarıldığında onu salladım.

Gülüşüp çekildiğimizde yanaklarımdan bir makas alıp koluma girerek beni konağa yönlendirdi. "Ee nasılsın Ahter? Evlilik nasıl gidiyor? Çok zorlanmıyorsun ya." Heyecanlı çıkan sesine yüzümü buruşturdum. Evlilik

Kötüydü. Önereceğim bir mesele değildi. "Hiç sorma, o kadar güzel gidiyor ki sinir hastası olacağım."

Zeynep dedem'in duymaması için eliyle ağzını kapatıp sessizce gülmeye çalıştı.


Odama girene dek ikimizden de başka ses çıkmadı. Beraber koltuklara oturduğumuzda üzerimizde ani bir sessizlik peyda oldu. Zeynep boğazını temizlediğinde yerde olan bakışlarımı ona gönderdim. "Ares sana kötü davranıyor mu?" Diye sorduğunda derin bir iç çektim. Bu soru benim için fazlası ile zordu. Benden rahatsız oluyordu, buna edecek lafım yoktu.

Aile ile aramda kalmak istemiyor olmasına da laf edemezdim. Ondan istediğim gururumu incitmemesi ve karısı olduğumu aklından çıkarmamasıydı. Ama o hem gururumu incitiyor, hem de karısı olduğumu aklından çıkarıyordu.


"Bilmiyorum Zeynep," bir nefes daha içime çekip devam ettim. "Kafam gerçekten çok karışık." Zeyneb'in yüzü düştüğünde daha da üzüldüm.

Arkadaşımı sorunlarım ile üzmek istemiyordum.


Saatler geçmiş artık akşam olmuştu.

Zeynep bizimle beraber akşam yemeği yemiş şimdi de gidiyordu.

"Zeynep," dedim o arkasını dönmek üzereyken. "Efendim?"


"Ben Şahkar konağına döndüğümde benim yanıma arada gel olur mu? Sorun etme o aileyi." Burada başka arkadaşlarımda vardı, ama hiçbiri Zeynep kadar yakın değildi bana.

Onunla arama mesafe girmesini hiç istemiyordum. Zeynep bana gülümseyip, "tabii gelirim," dedi ve gitti. Ben de acele etmeden önce konağa girip, sonra merdivenlerden çıktım. Odamın olduğu alana doğru giderken dedem ile karşılaştım. Adımlarım duraksadığında o da beni fark etti. Konuşmak istiyordum dedem ile. Ama o yüzüme bakmıyor konuşmuyordu. İlk adımı ben mi atmalıydım? Kalbim kırıktı. Kalbim çok kırıktı. Ama o benim dedemdi.

Bu yüzden babam affetmesin istedim, çünkü ben affederdim.


Dudaklarımı aralayıp kendime konuşmaya hazırlıyordum. Ki dedem

Yanımdan hızla geçip gitti. Ve benim dudaklarım öylece kaldı.


Bir süre. Bana uzun gibi gelen bir süre orada dikili kaldım. Boynum bükük, gözlerim yaşlı bir vaziyetteydim. Daha fazla ayakta kalabileceğimi hissetmediğimden ötürü sarsak adımlar ile ilerledim odama. Elimi kapının kulpuna götürdüğümde inderecek güç yoktu. Gücüm çekilmişti. Vücudumdan destek alarak kulpu indirdim. Odama girip kapıyı kapattığım gibi çöktüm.

Ben yok muydum? Varlığım belli olmuyor muydu? Sesim çıkmıyor muydu? Kimse benim boynumu kolay kolay bükemezdi. Dedem dışında.

Onun karşısında benim boynum her zaman büküktü. Bunu bana neden yaptın dede?


♤♤♤


1 ay 1 hafta. Ben 1 ay 1 haftadır evli bir kadındım. Lakin bu 1 ay 1 haftanın sadece birkaç gününü kocamın evinde geçiren bir kadındım. Ares henüz mardine dönmemişti. Tabii aynı zamanda benimle de konuşmamıştı. Arada Fatih arıyor halimi hatrımı soruyor, konağın dedikodusu yapıyordu ve gelmek isteyip istemediğimi soruyordu. Ama ben kararlıydım. Bu konağa kocam bıraktıysa, yine o almalıydı.


Konağın hemen yanlarında olan bir erik ağacına doğru yürüyordum. Erik zamanı bitmeden bol bol yemek istiyordum. Ağaç'tan toplamak zevk verdiği için almak yerine böyle yoldan geçerken hırsızlığa baş vuruyordum. Tabii pek hırsızlık denmez bizim konağa yakın olanlar

Bu hırsızlık sevgimden haberdarlardı. Bir erik ağacının altında durduğumda çantamı yere bıraktım. Birkaç dakikadır altında olduğum erik ağacının meyvelerini sömürüyordum. Koparır koparmaz ağzıma atıyor, hijyeni umursamıyordum.


Başımı tekrar kaldırdığımda, göz alıcı bir büyüklükte olan o eriği gördüm. Beni çağırıyordu. Dudaklarımı yalayıp o eriğe uzandım. Yüksekteydi. Parmak uçlarıma yükselip daha da zorladım, ama olmadı. Ben bu erikten vazgeçmek istemiyordum. O eriğin olduğu dalı tuttum. Bir iki kez salladım. Lakin o erik bana gelmeden bir el uzandı.

Aniden arkamda beliren beden ile korkuyla arkamı döndüm ve çarptım.

Ağzımdaki ufak şaşkınlık nidası ile başımı tuttum. "Eğer o dalı öyle sallarsan kafana erik düşer," dedi uzun zamandır duymadığım ses.


Başımı usulca kaldırdığımda, erik yeşili gözler ile karşılaştım. Eli omzumun üzerinden, benim ulaşmak istediğim eriğe uzanıyordu. Aramızda çok az bir mesafe vardı.

O bana üstten, ben ona alttan bakıyordum. Ne o hareket ediyordu ne de ben. Aramızda ki bu yakınlığın bana hatırlattığı anılardan dolayı rahatsız oldum. Ve boğazımı temizleyip yandan uzaklaştım. Ona tekrar baktığımda istediğim eriği koparmış bana uzatıyordu. Dudaklarımdan titrek bir nefesi zorla verdim. Sağ elimi onun sol elindeki erik için uzattım. Eriği alır almaz biraz daha uzaklaştım ondan.

"Teşekkür ederim," dedim.


Biraz şoktandır belki de düşüncelerimi toplayamıyordum. Onu aniden burada görmeyi beklemiyordum. Hele de ben erik toplarken. "Kocana bir hoşgeldin demeyecek misin?" Demeyeceğim.


"1 ay sonra mı aklına geldi bu?"

Sesim düşündüğümden daha sert çıktı ve o an yerin dibine girmek istedim. Aramızda bazı sınırlar vardı, Ve ben bu sınırları geçmek istemiyordum. Ben ondan uzaklaştıkça kaşları hafif çatılıyor ardından hemen düzeliyordu.

"İşlerim vardı Ahter. Peki sana ne demeli? 2 gün deyip ben gelene kadar

Dönmedin." Omuz silktim.


"Ben nereden bileyim senin orada bir ay kalacağını? Beni senin alacağını düşünerek gelmiştim buraya. Bana kaç gün kalacağını söyleseydin böyle olmazdı." Yalan. Öyle mi? der gibi başını eğdi ve kirpiklerinin arasından baktı bana. "Senin ki bahane. Sen de sorabilirdin Ahter. Ama senin umrunda olmadığı için sormadın. Daha hangi şehire gittiğimi bile bilmiyorsun."

Mantıklıydı. Buna verebilecek bir cevabım olmalıydı. Saksıyı çalıştırmalıydım, böyle mi avukat olacaktım? Dudaklarımı birbirime bastırdım ve kendime düşünmek için zaman tanıdım. Saniyeler sonra bastırdığım dudaklarımı araladım, "Her şey de Ahter'in kabahati di mi? Sen kendin söylemeyince sormak istemedim. Malum sana zaten yeterince rahatsızlık veriyorum."

Dedim ve gözlerimi gözlerinden çekmeden erikten bir ısırık aldım.


Başını olumsuzca iki yana salladı ve mırıldandı, belki duymadığımı düşündü, ama ben duydum.

"Asıl mesai şimdi başlıyor," dedi bıkkın gibi çıkmayan bir sesle.

Biraz şaşırdım çünkü bu tür durumlarda genellikle bıkkın bir ton kullanırdı. "Ahter, milletin eriklerini çalmayı bıraktıysan gidelim mi?"


İstemeye istemeye onun önüne geçip konağa doğru yürüdüm. Arkamdan homurtu seslerini duyuyor ama kulak arkasına atıyordum. Konağın yakınlarında Şahkar damgalı siyah arabayı buldu gözlerim. Adımlarım yavaşlarken Ares'te benim yanımda durdu. Benim baktığım yöne baktığını hissettim, lakin gözlerimi o damgadan çekmedim.


"Ne oldu Ahter?" Diye sordu Ares.

Sesi kulaklarıma masaj hissi veriyordu. Önce yutkundum sonra konuştum. "Bir şey olmadı. Güzel arabaymış, dikkat çekici."


Ares beni onaylarcasına bir ses çıkardı ve beraber konağın avlusuna giriş yaptık. İlk olarak Yağmur ile karşılaştığımızda şeytan görse korkacağı bakışları ben ve Ares arasında mekik dokudu.


Ares ağzının ucunda bir şeyler mırıldandığında dikkat kesildim.

"Tövbe bismillah. Senin bu kuzenin niye böyle bakıyor. Bak, düğün alışverişinde de herkese böyle pis pis bakıyordu. Sorunlu mudur nedir?"


İstemsizce kıkırdadım. Zamanında müneccim boku yemiş olmalıydım.

Yağmur bize doğru yaklaştığında, Ares bir adım geri gidip hafiften arkama geçti. İşte bu beklenmedik bir hareketti. Aralık duran dudaklarım ile bu sefer ikisi arasında mekik dokuyan bendim. Aralarında beni bile geren bir enerji oluştuğunda istemsizce ben de arkaya bir adım attım. Benimle eş zamanlı olarak Ares'te arkaya bir adım attı. Ve bu durum birkaç adım devam etti. En sonunda yerimde durdum ve yağmurun bize ulaşmasına izin verdim. Bir şey olduğunu belliydi, ama ne?


Yağmur tam karşımda durduğunda,

Bakışlarını arkamda duran Ares'e çevirdi ve, "hoşgeldin enişte," dedi enişte kelimesini bastırarak. Ares, "hoşbuldum," dediğinde yağmur bakışlarını bana çevirdi. "Ahter, annem seni çağırıyor."


"Neden çağırıyor ki?"


"Ben ne bileyim? git bekletme annemi," dediğinde haklıydı. Halamı bekletmek istemezdim. Başımı salladım. Hâlâ arkamda duran Ares'e baktığımda, gitme der gibi kaşlarını kaldırıyordu. Onu umursamadım.

İkisini gerimde bırakıp halamın yanına gittim. Yağmur'un, ve Ares'in bu hareketlerini çok sorgulamadım. Dediğim gibi şeytan görse korkardı yağmur'u. Bu yüzden iblisin oğlu olan kocamın bu hareketi çokta garip gelmedi bana.


Salonda oturmuş olan halamı gördüğümde yanına oturdum.

"Beni çağırmışsın halacığım," dedim

Tebessüm ederken. Halam da bana gülümseyip elini yanağıma koydu.

"Ares ağa seni almaya gelmiş. Seninle konuşacaklarım var. Evlilik sürecinde odandan çıkmadığın için konuşamadık, ama bu konuşma anne kız arasında gerçekleşir. Seninle bu konuşmayı yapmak ya bana ya da babaannene düşüyor."


Her bir kelimesinde gülümseyen yüzüm soldu. Anne ve kızın yaptığı bir konuşma mı vardı? Boğazımda bir yumru oluştu. Yutkunamadım.

Benim annemle yapmam gereken konuşmayı, bana halam yapıcaktı.

Boğazımdaki yumru ağrı yapmaya başladığında zorla konuştum.

"Hala, ben bunu annemle yapmak istiyorum," dedim bir çocuğun çaresizliği ile. Halam hiç beklemeden beni kolları arasına aldığında ben de başımı onun omzuna yatırdım. Ama kollarımı sarmadım. Bir elim kasığımın üstündeki yara izimde, diğer elim annemin kolyesinde oldu.


"Hala, sen bana anlatsan. Ben de annem söylüyormuş gibi düşünsem olur mu? Sana haksızlık etmem değil mi? Üzülmesin." Boğazımda bir yumru vardı. Burnumun direği sızlıyor canımı yakıyordu. Gözlerim dolu olmasına rağmen yaş akmıyordu. Ben zaten annem için çok ağlamıştım. Bir gün bazı ölülerin sevdiklerinin rüyalarına girdiğini duymuştum. Çok bekledim rüyama girsinler diye, tabii bu süreçte hiç dinmeyen gözyaşlarım da vardı. Ama asla rüyama girmediler. Sonra ben de bunu ağladığım için bana kızdıklarına yordum. Ben bir daha kolay kolay ağlayamadım onlar için.

"Olur kızım, olur. Sen istediğin gibi düşün." Dedi halam saçımı okşuyorken. Oysa ki eskiden anne ve babam okşardı...


Aynur abla ile vedalaştıktan sonra, küçük valizim ile avluya çıktım.

Herkes avludaydı. Mehmet, poyrazı oynatıyordu.Babaannem, dedem, amcam, halam, Yağmur ve Ares beraber oturmuşlardı. Ama konuşmuyor gibiydiler. Aslında konuşmalarını da beklemiyordum. Kan davası bitmiş olabilirdi, ama verilen canların öfkesi ve acısı geçmezdi. ben de onların olduğu tarafa doğru yöneldim. Hemen yanlarına geçtiğimde Ares usulca oturduğu yerden kalktı. "Biz de artık gidelim," dedi. Başımı sallayıp onayladığımda dedeme doğru yürüyordum. Hemen önünde durduğumda elini vermesi için elimi uzattım. Bana doğru bakmadan elini uzattı. Elini tuttuğumda baş parmağım ile okşadım ve öptüm, alnıma değdirdiğimde elini yavaşça çekti. O sırada üzerimde keskin bakışlar hissettim dahi umursamadım.


Bu sefer babaannemin elini tuttum ve öptüm. Bana gülümsedi ve elini başıma koydu. Ben de ona gülümseyip geri çekildim. Arkamı döndüğümde amcam bana doğru adımladı. Ben de onu bekletmeden hızla yürüyüp ona sarıldım. Beni öpücüklere boğarken kulağıma, "eğer bir sorun olursa beni arayabileceğini biliyorsun yeğenim," dedi ve ayrıldı benden. Hemen amcamın yanında duran halam bana dolu gözleri ile baktı. Onun kolları arasına girdim, beni sıkıca sardı. Geri çekildiğimde benim saçlarımı öptü ve bıraktı.


Son olarakta poyraz ile Mert'i kucakladığımda, Poyraz gözleri dolu dolu baktı bana. Onu masum gözlerinden öpüp çekildim.


Aileme arkamı döndüm, 3.kez.

Ares ile beraber avludan çıktık.

Elimde sürüklediğim valiz ile beraber sessizce Ares'in yanında ilerliyordum, ki elime bir el dolandığında duraksadım. Anlamsızca baktım yanımdaki adama. Bir eli valizi tutan elimi tutarken diğer eli ile de valizi tuttu.

Elimi valizden ayırıp kendisi ile ilerletti, hem valizi hem de beni.

Bocalamış bir ifade ile onu izliyordum. Ne yapıyordu Allah aşkına? Elimi çektiğimde ise izin vermedi. Daha da sıkıp çekmeme engel oldu. "Ares, bırak elimi," diye adeta dişlerimin arasından tısladım.

İstediği zaman yaklaşıp istediği zaman uzaklaşamazdı.


Dinlemedi beni. Olduğu gibi ilerlemeye devam etti. Elimde hissettiğim ısı çoğalırken bunu görmezden gelmeye çalışmak zorlaşıyordu. Bırakmalıydı elimi.

Elimi kendi avucunun içine hapsettiği için tırmalayamıyordum.

"Ares ağa! Eğer bırakmazsan ısırırım," dedim ve anında bıraktı.


'Heh böyle adam ol!'


"Sen ve dişlerin ile başım büyük belada," diye isyan etti Ares.


"Asıl benim senin gibi bir adamla başım belada, tutarsız mahlukat!"

Yandan bana bir bakış attı.

"Mahlukat öyle mi?" Diye sordu yan yan bakmaya devam ederken. Dönek, iki yüzlü, kaba, suratsız demek vardı, aüma ben yuttum. Burnumu kırıştırıp Hıh dedim ve hemen önümüzde olan ve Ares'in az önce açtığı arabanın ön koltuğuna oturdum. Kendisi de valizi

Bagaja koyduktan sonra yanıma, yani

Şoför koltuğuna oturdu. 


Dakikalardır sessiz geçen yol beni sıktığı için şarkı açtım. Şarkının müziği arabanın içine doldururken kendimi kaptırdım.


"Geçiyor günler," diye ben de şarkı ile beraber devam ettim. "Hiç bakmaz ardına." Ares'in bakışlarını üzerimde hissettim ama Umursamadım, utanmadım.


"Hayat çark misali ,Ne çıkarsa bahtına

Takma kafana gelir geçer zaman

Boş ver aldanma..."


Ben şarkıyı söylerken, şarkı yarısına kadar gelmişti. Tekrar başlayacağım sıra da başka bir ses ile şaşkınlık ile yanımda duran adama baktım.

O da şarkıya eşlik ediyordu.

Üstümdeki tatlı şaşkınlığı attığımda eşlik ettim. Ares'in dudağında ufak bir gülümseme vardı, iç ısıtan. Bu benim için yeniydi. Benim de dudaklarım istemsizce kıvrılmıştı.


"Dün dünde kaldı, sıra yine yarına

Hayat çark misali, ne çıkarsa bahtına..." trafik ışıklarında durduğumuzda başını bana doğru çevirdi. Başını arkasına yaslamış ve hâlâ dudaklarında olan gülümseme ile eşlik etmeye devam ediyordu.

Ben de onun gibi başımı arkaya yaslayıp onun erik yeşillerine bakarak devam ettim. Yol boyu kulaklarımızı seslerimiz ile okşadık.


♤♤♤


Konağa geldiğimizde Fatih dışında hiçkimse bizi karşılamadı. Ares'in bu duruma hafif bozulduğunu hissedebiliyordum. Çünkü sadece benlik değildi bu. Ares mardine gelir gelmez beni almaya gelmiş, ailesine görmemişti. Yani beni değil, kendi oğullarını da karşılamamış oluyorlardı. Şimdi kendi odamızda, yatağımızda uzanıyorduk. Ben ondan önce uzanıp sırtımı ondan tarafa çevirdiğim için ne yaptığını göremiyordum. Ben ve Ares ilk günler hep birbirimize sırtımız dönük uyurduk. Bu böyle devam edecekti.


Bilincim uykuya dalmanın sınırındayken, Ares'in boğuk sesini duydum. "İyi uykular kuduz karım."

Mayışık bir gülümseme sundum yastığıma. "İyi uykular iblisin oğlu,"

Dedim mırıldanır gibi, ve gerisi gelmedi.


Gözlerimi usulca araladım, ve kendimi Ares ile olan odamızda buldum. Bu duruma derince bir iç çektim. Bir kez esnedikten sonra usulca arkamı döndüm. Ares'in bana dönük olan yüzüne baktım bir süre.

Sadece uyurken güzeldi benim gözümde. Tabii uyanıkken de güzeldi, ama gönlüme sorsak sadece uyurken derdi. Gevşemiş ve huzurlu olan yüzü uyuma isteğimi arttırıyordu.

Saçları fazlası ile dağınık, alnına düşüyordu. Hafif aralık olan dudakları biraz kurumuş gibiydi.

Dudaklarında çok oyalanmadan tekrar saçlarını buldu gözlerim.

O an yaşadığım bir farkındalık oldu,

Benim göz rengim ve Ares'in hafif dalgalı saçları aynı tondaydı.


Benim göz rengim ailemizde olan en koyu kahveydi. Küçükken buna çok dikkat eder, başka kimsenin öyle var mı diye teker teker herkesin gözünün içine bakardım dakikalarca. Ama sadece babamın gözleri benim göz rengim gibiydi. Göz rengimi babamdan almıştım. Küçükken renkli göz istesem dahi şu an koyu kahvelerimi çok seviyordum.


Ben düşüncelere dalıp giderken, Ares'in uykulu sesi beni daldığım yerden çıkardı. "O yara izinin değil, senin sevgiye ihtiyacın var."


O bunu söyleyene dek yara izimi okşadığımın farkında bile değildim.

Bir şey diyecek gibi dudaklarımı araladım, ama hiçbir şey diyemedim.

Bu da nereden çıkmıştı? Neden demişti bunu bana? Ben daha sorgulayamadan yataktan kalkıp hızla banyoya giriverdi.


Beni düşünmeye mi zorluyordu? Ama ben bunu istemiyordum. Aklımı böyle karıştırıp gitmesi ise tam ona yakışır zalimce bir hareketti.


'Düşünme Ahter, düşünme'


Farklı şeyler düşünmeliydim.


'Gergedanlar ile dans eden koca karılar.'


'Birbirine saç baş girmiş yağmur ile

Goriller.' Yağmur'u ancak goril yere serebilirdi. Manyaktı bu koca karı.


'Mezdeke oynayan Fatih, Yağız ve Ares.'


İşte sonuncu düşünce ile yankı yapacak güçte olan bir kahkaha attım.

Banyonun kapısını açmış bana bön bön bakan Ares ile daha da güldüm.

İşaret parmağımı ona kaldırıp, konuşmaya çalıştım. Ama tükürüğüm boğazımda kalınca öksürüklere boğuldum. Ben öksürürken, meymenetsiz kocam başucuma gelmiş halime kahkaha atıyordu.


Öksürüklerimin kesilmeyince ise kahkahası aniden soluverdi. Komidinin üstünde duran su bardağını alıp yanıma eğildi.

Elinden suyu alıp içtiğim sıra da, Ares yanıma çömelip sırtımı okşuyordu. En nihayetinde sakinleştiğimde dirseğimi sert olmayacak şekilde Ares'in karnına geçirdim. Başımı ona doğru çevirdiğimde, bana karşı farklı bir bakış ile baktığını gördüm. Lakin ben ona bakar bakmaz eski suratsız haline döndü. Ve ben o bakışın ne olduğunu anlayamadım.


"Teşekkür ederim, Ares."


"Rica ederim, Ahter."


Hızlı adımlar ile banyoya girip ardımdan kapıyı kapattım. Musluğu açıp birkaç kez yüzüme su serptim.

Derin nefesler alıp verdim.

Bu kadar çok gülmemeliydim, hemen ardından çarpılıyordum.


Dişlerimi fırçaladım, yüz bakım rutinimi yaptım, ve çıktım. Bu benim her sabah yaptığım sıkıcı rutinimdi.


Odaya girdiğimde Ares yoktu.

Ben de giyinme odasına girip, üstümdekileri çıkarttım.

Siyah bilekte biten etek ve sarı bedenimi saran crop gömlek giydim.


Sadece banyo alırken boynumdan çıkardığım annemin kolyesine dokundum. Bu kolyenin varlığı beni rahatlatıyordu. İstediğim rahatlamayı aldığımda odadan çıktım. Tekrar koridorda Fatih ile karşılaştığımda ikimizde durduk.

Birbirimize öylece baktığımızda aynı anda ikimizi de gülme tuttu.

Yine her sabah olduğu gibi beraber indik o merdivenlerden.


"Yalnız yenge sen de var ya inatsın."


"Niye öyle söyledin ki şimdi?"


"Yahu ağabey'im beni arıyordu tamam mı?"


Konunun Ares ile ne alakası olduğunu

Merak ettiğim için başımı sallayıp devam etmesini istedim.


"Diyordu ki; ara şu yengeni beni deli etmesin dönsün. E ben de biricik yengem ile öyle konuşamayacağım için senden kendim rica ediyordum."

Daha buradan kaşlarım saçlarıma kadar ulaşmıştı. "Sen diyorsun ki gelmeyeceğim. Sonra ben de bunu ağabey'ime söylüyorum. Tonla küfür sayıyor havaya. Sonra bir kez daha konuş gelsin diyordu." Bu sefer kaşlarım çatılıverdi. Çocuğu aramızda kullanmasına ne gerek vardı? Zavallı Fatih.


Elimi Fatih'in omzuna koyup sıvazladım. "Oy yengen sana kıyamaz. Keşke o vakit söyleseydin bunları." Aramızda kafası karışmıştır. Peki o adama ne demeli?

Bana görüldü bile atmayıp kardeşini kullanıyordu. Pislik.


Fatih masumca başını aşağı yukarı salladı. "Kıyama yenge, kıyama. Sen kıyınca dişliyorsun." İşte bunu Fatih'ten beklemezdim. Güvendiğim dağlara kar yağması sebebi ile depresyona girmeliydim bence.

"Fatih!" Diye cırladığımda kahkaha atarak uzaklaştı benden. Bu zamanda kimseye güvenemiyorduk.


Beraber avludaki masaya ilerlediğimizde herkes kahvaltı etmeye başlamıştı. Günaydınlarımızı dilediğimizde hepsi Fatih'e karşılık verdi. Lakin bana vermediler. Ne olmuştu onlara böyle? Oysaki ilk gün

Sevinçle olmasa dahi kuru bir karşılık vermişlerdi. Bozuntuya vermek istemesem dahi canım sıkılmıştı. Ares'in yanına geçip oturduğumda onun bana baktığını hissediyordum. Ama ben önümdeki kahvaltı masasına odaklanmayı seçtim. Ares'in nefeslerini kulağımda hissettiğimde içimden bir ürperti dalgası geçti. "Günaydın Ahter," dedi ve benim bakışlarımın kendisine çevrilmesine neden oldu. Burunlarımız birbirine değdiğinde

Fazlası ile yakındık. Ne o geri çekildi ne de ben. Bir boğaz temizleme sesi duyduğumuzda çarpılmış gibi uzaklaştık birbirimizden. Önüme döndüğümde hozan eniştenin bize baktığını gördüm. Rezil olduk. Rezil olduk.


Utanç ile kahvaltımu yemeye başladım. Yine her kahvaltıda olduğu gibi geçti. Leyla hala, Hozan enişteye aşkla bakıp konuşuyordu. Ares ile dedesi iş hakkında konuşuyor ve birbirlerine fikir sunuyorlardı.

Beren, ablası ile annesine arkadaşları ile olan oyunlarını anlatıyor, bazen gülüyor, bazen kızıyordu. Melike hanım, Fatih'i kendi elleri ile yedirip,

Şımartıyordu. Aile ortamları kendi aralarında sıcaktı, bunu ilk günden anlamıştım.


Sofra toplandığında, Ares konaktan çıktı. Ben de odamıza geçmek için merdiven çıkıyordum. Aniden önümde birinin durması ile duraksadım. Kim olduğuna bakmak için başımı kaldırdığımda Hozan enişte'yi gördüm. Bana gülümsediğinde ben de ona gülümsedim. "Bir şey mi oldu enişte?" Diye sordum gülümsemem

Hâlâ dudaklarımda iken.

"Aslında seninle biraz sohbet etmek istiyordum. Evin en küçük gelinini henüz tanıyamadık." Aldığım yanıt ile ben de başımı salladım.

"Olur konuşabiliriz. Nerede konuşalım?" Kolu ile ileriyi gösterdiğinde ona ayak uydurdum.


Bir odanın önünde durduğumuzda kapıyı açtı ve çekildi. Ben odaya girdiğimde bir çalışma odası olduğunu anladım. Muhtemelen kendisine aitti. Beni koltuklardan birine oturmamı söyledi ve kendisi de yanıma oturdu. "Öncelikle ben Hozan. Leyla'nın kocasıyım." Diye tanıttı kendini. Ona gülümsedim.

"Biliyorum, enişte."


"Ee Ahter, nasıl hissediyorsun burada?" Diye sordu. İlk defa bu konakta olan biri bana bu soruyu sordu. Hayır, ilk defa biri bana bunu sordu. Her an duvaların üstüme üstüme geldiğini hissediyordum.

Ben yoktum. Ben Şahkar konağında yoktum. Fatih'ten sonra ilk kez biri

Benim varlığımı gördü.


Yüzümdeki gülümseme daha da derinleştiğinde, o da gülümsedi.

"Bilmiyorum. Pek alışabildiğim söylenemez. Ama alışırım zamanla."

Asıl hissettiklerimi bu konakta yaşayan birine anlatamazdım.


Başını salladı ve geniş dudaklarını araladı, "evet, zamanla alışırsın."

Zamanla alışırdım, belki...


Yaklaşık yarım saatlik sohbetin ardından kendi odama geçtim.

Samimi bir adamdı Hozan enişte.

Yaşı 39'du, buna rağmen çocukları yoktu. Ağzımdan neden çocukları olmadığını kaçırdığımda, Leyla halanın çocuk doğuramadığını öğrendim. Ve o an aşklarının gerçekten büyük olduğunu düşündüm. Kimse kolay kolay böyle bir duruma rağmen sevmezdi. Eğer hâlâ yanyana durup birbirlerine destek veriyorlarsa gerçekten seviyorlardır. Leyla hala'nın ona olan aşkını anlayabiliyordum.


Bir saat geçti, iki saat geçti, üç saat geçti, ve ben her dakika daha da sıkıldım. Üç saat boyunca ders çalışarak oyaladım kendimi. Lakin şu an kafam artık daha fazla dersi basamayacak kadar doldu. Fatih evde olsaydı onunla takılırdım, ama o da yoktu. Ares ile beraber şirket için gitti. Artık o da şirkette çalışacakmış.


Daha fazla dayanamacağımı hissettiğimde odadan çıktım.

Merdivenleri adım adım bitirdiğimde

Ailenin kadınlarını yerde oturmuş bir halde buldum. Biraz yaklaştığımda ne olduğunu bilmediğim, ama ağır olduğuna emin olduğum bir hamur işi ile uğraşıyorlardı. Hizmetliler yoktu, sadece ailenin kadınları vardı. Beren bile vardı.


Ufakta olsa yardımım olabilirdi. Hem

Ben de sıkılıyordum. Onların yanına gittiğimde tepeden bakıyordum.

Samimi çıkarttığım sesim ile, "yardım edebilir miyim?" Diye sordum.

Hiçbiri dönüp bakmadı bana. Beren bile. Boğazımı temizlediğimde, yine bana bakan olmadı. "Melike hanım?"

Dediğimde bu sefer bana dönmüştü.

"Senin bize yardım edeceğin bir şey yok. Yine odana git."


Hiçbir tepki veremedim ilk başta.

Utanç ile başımı aşağı yukarı salladım. Beni istemiyorlarsa zorlayamazdım ya. Geldiğim gibi geri döndüm, merdivenlerin her bir basamağını. İndiğimde sıkılan bir kadın olarak iniyordum. Döndüğümde ise bu konaktaki hiç olarak. Zordu görülmemek, zordu yok sayılmak, yine zordu duyulmamak, tüketirdi istenmemek...


♤♤♤


Ares, ofisinde Yağız ile oturmuş öylece bekliyorlardı. Yağız'ın bir soracağı vardı, biliyordu Ares.


Yağız derin bir nefesi içine çekti.

"Nasıldı bu 1 ay?" Diye sordu en merak ettiği konuyu. Lakin anında yüzünü ovuşturan dostu ile pişman oldu sorduğuna. Ares yutkunup cevapladı Yağız'ı. "Her zaman ki zırvalıklar işte. Değişen bir durum yok. Sanırım daha fazla gitmeyeceğim. Hatta yıllardır gitmeyi bırakmış olmama rağmen, gitme kararı aldığım için pişmanım."


Yağız ümitliydi aslında. Yine de bunu Ares'e belli etmek istemedi. "Haklısın," dedi dostuna. "Sen gitmeyi bırakmıştın. Ama gittin?"

Diye devam etti sorarcasına. 

Ares başını aşağı yukarı ağır hareketler ile salladı. "Ama gittim,"

Dedi. 


Yağız geri durmadı. "Gitme sebeb'inin yenge'm ile ilgisi var mı?"

Ares bu soru karşısında tepkisiz kaldı. Direkt olarak sebep olan karısıydı zaten. "Hadi ama Ares.

Senin izmir'de işin yoktu. Son dakika kararı alıp kendin gittin. Oysaki görüntülü olarak halledecektin işleri."


Dostunun anlayacağını tahmin ediyordu Ares. Daha fazla susmak istemediğinden dudaklarını araladı.

"Yapamıyorum Yağız. Ben bu duruma dayanabileceğimi düşünmüyorum. İki ucu boklu değnek gibi. Nereye baksam batıyorum. Ben Ahter'in yanında duramıyorum." Diye bitirdi sözlerini.


Yağız'da başını hafif eğip düşünmeye başladı. Dostu için bir çıkış yolu aradı. Lakin bulamadı. Aklına başka bir soru takıldığında başını eğdiği ağırca kaldırdı. "Ares, yenge'm o kız mı? Hani şu erik ağac-" devamını getirmesine gerek yoktu. Ares ne sorduğunu anlamıştı. "Evet oydu," dedi sadece. Yağız bakışları ile anladığını belirtti. Tekrar başını eğdiğinde, artık iki adam da çözüm yolu arıyordu.


Dakikalar geçti, iki adam yine sessiz kaldı. Yağız daha fazla bu sessizliğe dayanamayınca, "yengemi sevdim," diye ortaya söyleyiverdi.


Ares başını ellerinin arasından çıkartıp, sen ne ayaksın bakışları ile baktı Yağız'a. Bunu gören adam kahkahısının duyulmasına izin verdi.

Çok gülerdi Yağız. Olur olmadık şeylere bile gülerdi.


Burnu kızarmaya başlayan Ares'in keskin bakışları Yağız'ın üzerindeydi.

Tabii gülmeye dalmış olan Yağız bunun farkında değildi.


Sert sesi ile, "Sen niye seviyorsun Ahter'i?" Diye sordu Ares.

Daha kendisi sevmiyorken, arkadaşı mı seviyordu? Bazen Yağız'a çok sinir olduğunu düşündü o an. İşte şu an da, o anlardan biriydi.


Yağız, Ares'in sorusu üzerine gülmeyi bırakmış ciddileşmek için çabalıyordu. Ama ciddiyetini kaybedince geri kazanmazı Yağız için çok zordu. Ares, Yağız'ın halini görünce kızmaktan vazgeçti. O an üşendi kızmaya, belki sonra kızardı dostuna.


Kapısı tıklatıldıktan saniyeler sonra Fatih, önce başını gösterdi Ağabeylerine. Sonra tüm bedenini içeri aldı. "Aranıza katılabilir miyim?" Diye sordu. Aslında biliyordu cevabın evet olacağını.

Yağız yanına vurarak gelmesini işaret etti. Fatih'te aralarına katıldığında, Yağız kendi için konuşabilecek bir arkadaş bulmanın sevincindeydi.


Kardeşi ve dostu şakalar yapıp gülüyorken, Ares yine derin düşüncelere dalmıştı. Bir çok konu vardı konuşulması gereken. Ama bir o kadar isteksizdi konuşmak için.

Konuşmak zorunda hissediyordu, ve bu his oldukça canını sıkıyordu.

Bu evlilik hiç beklemediği bir an da oluverdi. Hazır değildi evliliğe. Aslında kendisi evliliğe asla hazır olmayacaktı. Lakin dedesinin onun için farklı planları olduğundan bihaberdi. Aslında dedesi, Ahter'i bir nevi kullanmıştı. Hayır basbaya kullanmıştı. Ares, evliliğinden hemen bir gün önce anlamıştı dedesini.

Öğrendiği an tüm gururunun yerle yeksan edildiğini hissetti.


Artık omuzlarını dikleştirmekte zorlandığını hissettiğinde, başını masaya dayadı. Ve omuzları çöktü.

Ares Şahkar'ın omuzları çöktü.

Ve bunu sadece iki kardeşi gördü.


Bölüm sonu <3


Nasıl bir bölümdü?


Eksik olduğunu düşündüğünüz şeyler var mı?


tt ve ins: manjima068

Loading...
0%