Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@manjima068

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın


                           ♤♤♤


Kaç saat oldu hiç bilmiyordum.

Son zamanlar da, zaman kavramım pek iyi değil gibiydi. Sırtımı yatağa yaslamış, başımı da geriye atmış bir vaziyetteydim saatlerdir. Belki de dakikalardır. Kendime doğru çektiğim dizlerimin etrafındaydı kollarım. Böyle durmaktan yorulmuş gibiydi. Sahi benim yorulmadığım ne vardı? Kaçıncı kez aldığımı bilmediğim derin bir nefesi daha aldım içime. Sanki nefes almakta zorlanıyordum. Bazı şeyler artık ağır geliyordu, taşmak istiyordu, kimse bilmiyordu lakin çok acıtıyordu.


Ben susturmak istedikçe daha da zorlanıyordum. Cevabını merak ettiğim sorular vardı mesela. Ama sorduğumda canım daha çok yanar diye hesap soramıyordum. Ben böyle arada kalmış bir kadındım işte. Ne geriye gidebiliyor, ne de ileriye gidebiliyordum. Halbuki benim sözde hayat felsefem; geriye gidemiyorsan, ileriye git. Her zaman bunu uygulardım. Bazı konular dışında. Asıl uygulanması gereken konular dışında.


Yok saymak. 


Evet benim. Yaptığımda buydu. Ben de yok sayıyordum zihnimin en ücra köşösinde yer edinenleri. Ben bu sayede yıllardır yaşıyordum ya.

Gerçekten yaşıyor muydum?


Gözlerimi tavandan bir an olsun ayıramıyordum. Bugün ne de çok düşündüm bu tavana bakıp. Ve yine bugün ne de çok, ne de çok dedim.


Çok uzaktan bir tıklatılma gibi bir ses geldi. Belki tıklatılma değildi, emin değildim. Çok uzaktı. Yanıma doğru yaklaşan bir gölge hissettim. Gölge gibiydi. Bakmak istemedim. Bir el değdi başıma. Saatlerdir tavandan ayırmadığım gözlerimi ağrısına rağmen usulca yanımda duran adama çevirdim. Üstündeki ceketi çıkarmıştı. Kravatı boynunun iki yanında dağınık duruyordu. Siyah gömleğinin düğmelerini Açmıştı.


Şu an Ares'in başımda duran elini iteklemem gerekiyordu. Yapmadım.

Bakışlarımı tekrar usulca tavana çevirdim. Bir süre beni sessizce izledikten sonra önce elini başımdan çekti. Sonra yanımdan uzaklaştı.


Belirsiz bir sürenin ardından yanıma çöken ağırlık ile derin bir nefesi daha aldım içime. Yine bakışlarımı ona çevirmedim. Bir elinin bedenimde gezindiğini hissettiğimde içimde herhangi bir duygu belirmedi. O el belimi bulduğu vakit durdu. Sonra bir diğer eli tekrar başımı tuttu. Saniyeler içinde beni kendine çekip, tavandaki gözlerimin kırmızı tişörtüne bakmasına neden oldu. Bu yaptığına rağmen tepki vermeye üşendim. Onun istediği gibi onun kollarının arasında kaldım.

Ne o konuştu, ne de ben konuştum.


Bir eli usulca kasığımın üzerini okşuyordu. Farkında mıydı bilmiyorum, ama tam olarak yara izimi okşuyordu. İlk defa benim dışımda biri yara izime dokundu.


Şu an bencillik ediyordum. Ares benden uzak kalmalıydı. Silkelenmeli ve onu itmeliydim. Belki de acımıştır bana? Acıdığından mıydı bu şefkati?


"Ares, miden bulanıcak."

Saatler sonra ilk kez sesimi çıkardığım için zorlanmıştım.

Bir anlığına kasığımın üzerindeki eli duraksadı, lakin okşamaya devam etti. "Cık... bulanmaz midem," dediğinde sesi boğuktu.


Bulanmaz mıydı midesi? Ama vücudumu açık görmesi bile onu kusturmuştu. Biraz bile bu konuyu uzatabileceğimi hissedemedim.

Üşengeçliğim üzerimdeydi.

Ares beni sıkmadığı için rahatça ona sırtımı çevirdim. "Uyuyacağım," dedim kısık çıkan sesimle.


Beni tutan kolları bedenimden ayrıldı. Sonra yataktan kalktı ve saniyeler içerisinde oda karanlığa gömüldü. Tekrar yatakta ağırlığını hissettim, ama sadece bu değildi.

Kolları tekrardan vücudumu sardığında, bunu gerçekten neden yaptığı sorgulamak istedim. Üşendim.


Ares, yara izimi seviyormuş gibi yapmaya başladığında gözlerim usulca kapandı. Zihnim tüm meseleleri kapatmak istercesine uykuya hazırlandı. Yine olucaktı, yine yapıcaktım. Bir uyku ile kapatacaktım. Hiç düşünmemiş, hiç yaşanmamış gibi. Uykuya tamamen dalmadan önce, arkamda varlığını koruyan bedenin, dudaklarından kulaklarıma bir melodi üflediğini hissettim. Lakin o an uykuya dalmamın eşiğinde olduğum için ne olduğunu anlayamadım.


.

.

.

.


Yaklaşık iki dakikadır yatakta uzanıyor, arkamdaki mendebura ne yapacağımı düşünüyordum. Kollarını belime, başını saçlarıma gömmüştü.

Ben bu sapığı dövmeliydim. Tutarsız bir pislik oluyordu iyice. İki dakikadır vücudumda hissettiğim rahatsızlığın derecesini anlatamazdım bile. Ama hata bendeydi. Onun yanında zayıflık göstermemeliydim. Dün dışarıdan bakacak olan birinin gözünde nasıl bir haldeysem, Ares bana acımıştı.

Evet, iliklerime kadar bunu hissediyordum.


Kendime saydırma işini sonraya bıraktım. Şu an Ares'in kaslı kollarından kurtulmam gerekiyordu. Sahi bu kadar kası nasıl yapmıştı bu adam? Yerimden kıpırdandığımda, önce bir homurtu duydum, ardından popoma Çokta sert olmayan bir diz geçirildi. "Yerinde dursana be kadın," diyen Ares ile başımı ona çevirdim. Aralıklı gözleri ile bana bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Ama buna rağmen beni bırakmıyordu. "Ne yapıyorsun Ares? Bırak beni, hemde hemen."


Sağ dudağının köşesi usulca kıvrıldı.

"Neden, kollarımda olmaktan hoşlanmadın mı? Oysaki b-" devam etmesine izin vermedim ve karnına en sert yumruğumu geçirdim. Acı ile iki büklüm olduğunda yataktan kalktım. Karnı konusunda çok hassastı. Tüm morali bozulmuş olan Ares öfkeli gözlerini bana gönderdi.

"Seni kuduz kadın! Bana şiddet uygulamayı kes artık," dedi hırıltılı olan sesi ile.


Haklıydı aslında, ona şiddet uyguluyordum. Bi de avukat olacaktım. Gerçi şu an tamamen avukatlara zıt bir hayatın içindeydim. "Ares, bir daha sakın bana yaklaşma. Ben, senin keyfin ve kahyanın oynatacağı bir kukla değilim." Omzum, başım ve burnum dikti. O yatakta hafif uzanır bir pozisyonda otururken, ben ayaktaydım. Tepeden bakabildiğim kadar kibirli bakıyordum ona.

Söylediklerimden sonra baştan aşağı izledi beni. Ani bir hızla ayağa kalktığında şimdi ben onun göğüsü ile omuzları arasında bir yerde duruyor ve ona alttan bakıyordum.


Dudaklarında zevk aldığı belli olan sinir bozucu sırıtması vardı. Bu mimikler benim için yeniydi.

"Sen zaten öyle bir kadınsın ki değil ben, hiç kimse seni kuklası yapamaz.

Ama bence ben bir ayrıcalık olmalıyım. Sonuçta kocanım değil mi? Arada oyunlar oynarız."

İma ettiği neydi bilmiyorum, ama benim aklım çok farklı çalışıyordu.

Kızardığımı hissettiğimde kulağıma eğilip nefesini vererek fısıldadı.

"Mesela sen dişlerini bana geçirirsin,

Ben de seni yakalar ve sana geçiririm. Çok iyi bir oyun olmaz mı?

Benim kuduz karım çok sever bu oyunu." Bu adam iyi değildi.

Gittiğinde kocamı klonlayıp göndermiş olabilirler miydi?

Peki bunu kim yapacaktı?

Ares döndüğünden beri bir garipti,

Ama bu sabah daha da garip.


Ares kulağımdan uzaklaştığında, tuttuğum nefesimi bıraktım. Ares bana zarardı. Her anlamda zarardı.

İçimde yanan ateş, öfkesini tekrar kusturmak istercesine yaktı beni.

İki elimi kaldırdım. Ares'i göğüsünden itekleyip banyoya hızlı adımlar ile ilerledim. Arkamda nasıl bir surat ifadesi bıraktığımı umursamadım. Çünkü o da beni umursamadı.


Banyoya girdiğimde her zaman olduğu gibi ilk işim aynadan aksime bakmak oldu. Saçlarım fazlasıyla dağılmış, gözlerim hafiften kızarmıştı. Kuru olan dudaklarımda dilimi gezdirdim.


Banyoda ki işlerimi bitirdiğimde sadece benim ihtiyacım olmadığı için oyalanmadan çıktım. Oysaki eskiden

Banyoda oyalandıkça oyalanırdım.


Ben çıkar çıkmaz, Ares elinde kıyafetleri ile banyoya girdi.

İkimiz sıra sıra girdiğimizde zaman çok fazla geçiyordu. Gönül isterdi ki sevdiğim ile evlenip her gün beraber duş almak...


Ben de oyalanmadan giyinme odasına girdim. Rengi yeşil olan kumaş palazzo pantolonumu giydim. Ve üzerime crop tarzı tişörtümü giydiğimde hazırdım. Daha fazlasına gerek yoktu. Ben kendimi her halimle beğenirdim. Beğenmesini istediğim biri olmadığı için de bu kadarı ile yetiniyordum. Son olarak dudaklarımı nemlendirdiğimde, odaya girdim. Ares kısa duşundan çıkmış, havlu ile saçlarını kurutuyordu. "Makine diye bir icat vardır, bilir misin ağam?" Diye dalgasına sordum. Başını bana döndürdüğünde havluyu saçlarından ayırdı. Ben ne diyeceğini merak ediyorken, suratıma ıslak havlunun çarpmasını hiç beklemiyordum. Yüzüme çarptığında çıkardığı sesin rezilliği ise çok farklı bir olaydı. Peki acısına ne demeli?


Büyük bir sakinlik ile havluyu elime aldım, ve yüzümden çektim. Eğer bir gözüm seğirmeseydi, gerçekten sakinmişim gibi görünebilirdi.

Sadece dört saniye bakıştık.

Kendisi beni pişkin pişkin izliyor, üstüne sırıtıyordu. Onun üstüne atlayıp havluyu sırtına vurmam ise çok ani oldu. Sırtına aldığı darbeden kaçamayan Ares, beni üstünden itip geri geri gitti. O geriledikçe ben ilerledim. Bir kez daha vurmak istediğimde kaçtı. Ben kovaladım, o kaçtı. Bu süre içerisinde üç kez vurabilmiştim. İkisi sırtına, biri koluna gelmişti.


Ares banyoya koştuğunda hâlâ peşindeydim. "Dur! İblisin oğlu, sana yapacağımı biliyorum ben," diyerek bağırdım ona. Banyoya girdiğinde kapıyı kapatıp kilitledi. Kapının önünde bekledim. O çıkana kadar gitmeyecektim. "Seni burada bekliyorum Ares."


Ares'ten hiç ses gelmedi. Bir dakika sonra kapının kilit sesi duyuldu. Hazır pozisyona geçtiğim an kapının açılması, ve suratıma bir darbe daha almam çok hızlı oldu. Yaşadığım acı ve bocalama ile geri geri gittim.

İblisin oğlu acımamış, iki havluyu ıslatıp gelmişti. Kaçmak için arkamı döndüğümde bu sefer de popoma yedim bir havluyu. Acı ile bağırıp "hayvan," dedim.


Bunu onun yanına bırakamazdım.

Bu müsabakadan kaçmamaya karar kıldım. Onun beklemediğini bildiğimden arkamı döndüm ve havluyu rastgele salladım.


Bir iki defa ona çarpan havlu ile gülümsedim. Onun hemen karşısında havlumu döndürerek şov yapmaya başladım. Kızarmış boynuna ve kollarına rağmen gülümsedi. Elinde olan iki havluyu benim gibi döndürdüğünde, bunun anlamı üstünlüğün onda olduğunu göstermekti. Ama yoktu üstünlük, Ben daha iyiyidim. Hem de tek havluya rağmen.


Ben ona vurmak için hareketlendiğimde sol gösterip sağ vurdu bana. Bu tür hareketleri birkaç kez tekrarladığımızda ben yatağın üstünde ayakta duruyordum.

Hafif hafif zıpladım. Ares hemen karşımda yatağın ucunda duruyordu.

"Allah Allah imanın gücü için, yok ol iblis'in oğlu." Diye bağırdım ve üstüne atladım. Bu hareketim ile bocalayan Ares benimle beraber düştü. Dizlerim ile kollarına bastığımda artık savunmasızdı. O bana bön bön bakıyorken, havluyu göğsüne vurdum. Bir kez daha, ve bir kez daha. Aslında ödeşmek için güzel yüzüne vurmam gerekirdi. Ama zavallım işe gidecekti.


Ödeştiğimizi düşündüğümde havluyu bir kenara attım. Onun da havlularını aldığımda bana hiç zorluk çıkarmadı. Derin bir nefesi alıp gözlerimi yerde uzanan Ares'e çevirdim. Ona vurduğumda nasıl ki hiç tepki vermediyse hâlâ da tepkisizdi. Sadece gözlerime bakıyordu. Onun iyi olduğuna emin olmak için, yüzümü yüzüne doğru eğdim. Saçlarım yüzüne düştü, ama umursamadım. "Ares, iyi misin?"


Başını sağa sola salladı. "Hiç iyi değilim Ahter," dedi fısıltılı çıkan bir sesle. Bir süre birbirimize baktık.

Ben onun karnının üzerinde oturuyordum, ama o an önemli değil gibiydi. Kızarmış kolları, boynu, ve göremesem dahi kızarık olduğuna emin olduğum sırtı...


O da beni izledi. Yanan yüzümü inceledi. Gözleri usulca kollarıma değdi. Görünmeyen yerlerimde de kızarıklar olduğuna emindim. Özellikle popomda. Ares dudaklarını birbirine bastırdığında, kıkırtı çıktı ağzımdan. Ve bu patlama noktasıymış gibi aynı anda kahkaha attık. Çocuk gibi birbirimize vurmuş, bağırmış ve koşuşturmuştuk. Hadi ben böyle şeyleri kendimden beklerim, ama Ares ağa'dan beklemezdim. Hele de bunu benimle yapmasını hiç beklemezdim.


Kahkaha atarken ellerimi göğüslerine koymuş, omuzuna yaslanmıştım. Ares'in kahkahasından dolayı inip kalkan göğüsü beni de hareket ettiriyordu. Biraz kendimi tutabildiğimde omuzundan kaldırdım başımı. Yüzlerimiz birbirine çok yakın iken nefes almanın ne denli zor olduğunu o an anladım. Kahkahalarım kesilmiş, olduğumuz pozisyonun afallaması ile kalmıştık. Ares'in gözleri dudaklarımı buldu, sesli bir yutkunmanın ardından başı yerden hafifçe ayrıldı. Git gide dudaklarıma yaklaşan dudakları ile ne yapacağımı bilemiyordum, dudaklarımdan sadece "Ares," diye bir fısıltı döküldü.


Ares'in gözleri anında gözlerimi bulunca, beni üstünden itip kendisi benim üstüme çıktı. Bu o kadar hızlı ve sert olmuştu ki canımın yandığını hissettim. Şu an düğümlenmiş gibiydim. Karşı çıkamıyordum. Ares tekrardan bana yaklaştığında, bu sefer dudaklarıma değil, kulaklarıma yaklaştı. Yumuşacık dudakları kulak memem ile temas ettiğinde içim titredi. "Beni bir daha altına alma kuduz karım," dedi ve kulaklarıma bıraktığı ısıyı benden geri alarak çekildi üzerimden. O an üşüdüğümü hissettim. Oysaki yazın ortasındaydık. Ares'in teni güzeldi.

Çekici bir tene sahipti. Ona karşı koyamadığım için kendime çok kızacaktım, ama bunu şimdi değil, sonra yapacaktım.


Ben hâlâ yerde uzanıyorken, Ares tepeden baktı bana. "Bugün beraber dışarı çıkacağız. Evlendiğimizden beri beraber bir yere gidemedik."

Üstümdeki etkisini kovup ayağa kalktım. Bir kez boğazımı temizledim ve konuştum. "Sende bir haller var Ares ağa. Gidelim, gidelim ki görelim."


O çok farklı davranıyordu. Bu benim kocam değildi. Benim kocam suratsız herifin tekiydi. Ama şu an karşımda duran adam, bana gülüyor, konuşuyor, oynuyor, ve yaramdan seviyormuş gibi yapıyordu. Karşımdaki adam beni görüyordu.


"Ee nereye gideceğiz?"


"Nereye gitmek istersin?"


"Tokyo," dedim büyülenir gibi mırıldanarak.


"Abartma," dedi kaşlarını kaldırırken.


"Peki, kahvaltıyı dışarıda yiyebilir miyiz kocacığım?" En tatlı ve kibar ses tonumu kullandım. Ve tatlı duracak şekilde gözlerimi büyüttüm.

Ares bu halime gülümsedi. "İstiyorsan gideriz tabii, ama," dedi ve elini saçlarına daldırdı. "Kahvaltıyı dışarıda yapmak pek yakışık kalmaz."


Seçeneği bana bırakıyordu. Ama bu yapacağımızın nasıl duracağını da söyleyip uyarıyordu. Ben bugün kahvaltıyı dışarıda yapmak istiyordum. Zaten masada benim ile ilgilenen yoktu. Anlamazlardı yokluğumu. "Yani gitmeyelim mi Ares?" Diye sordum. Çünkü onun da düşüncesi önemliydi.


Biraz durup baktı bana. Yanıma yaklaşıp elini bir çocuğun başına koyar gibi başıma koydu. "Eğer hazırsan hemen şimdi çıkalım,"

Dediğinde kocaman gülümsedim ona.

"Hazırım, hadi gidelim." Heyecanla Geriye çekilip elinin başımın üstünden düşmesine neden oldum.


Bugün fazla temas etmiştik. Bu olmamalıydı. Ares'in yüzü düştüğünde, bu durumu fazlası ile garipsedim. Cidden ne oluyordu bu adama? Bir gün benim yüzümden kusar, diğer gün bana sarılıp uyurdu.


"Ahter, kaçma benden," dedi acı çeken bir ses ile. Yüzünün her bir santiminde acı vardı. Belliydi.


"Ben, senden kaçmıyorum Ares.

Senin miden beni kaldırmıyor," dedim gülümseme eşliğinde.

Ares'in bakışlarına acı daha da bulaştığında bunu görmek istemedim. Arkamı döndüm "ben aşağıda bekliyorum," dedim ve kapıya doğru adımladım. Son bir kez arkamı dönmeden çıktım odadan. Ares dengesiz biriydi. Ya da belki de benimle oynuyordu. Ona inanmıyordum. Asla da inanmayacaktım.


"Yenge'm" diye seslenen Fatih ile ona döndüm. Artık alışmışım gibi hissettim, her sabah Fatih ile karşılaşmaya. Yüzünde gülücükler ile yanıma geldi ve hayırlı sabahlar diledi. Onun gülümsemesi benim de yüzüme yayıldığında ben de ona hayırlı sabahlar diledim. Onun enerjisi farklıydı. "İlk iş günün nasıl geçti?" O da ağabey'i gibi başarılı olabilirdi. Lakin onu Ares gibi küçüklükten eğitmemişlerdi.


"Pek bir şey anladığım söylenmez.

Ben aslınsa spor ile ilgilenmek istiyordum."


İstediği alandan devam etmesi gerekirdi. Kimseyi sevmediği, anlamadığı bir alana sokmamaları gerekiyordu. "E şirket işinden anlamıyorsan spor ile ilgilen Fatih." Amacım ne düşündüğünü bilmekti.


Biraz düşünür gibi bekledi. "Aslında şirket işinden anlarım, yani zamanla.

Ama yine de ben de isterdim spordan devam etmeyi. Dedem istemedi diye böyle oldu." Sesinde hiç hüzün yoktu.

Ya gerçekten sorun değildi, ya da gizlemeyi iyi biliyordu. Aslında Hamit ağa'yı anlayabiliyordum.

Ailelerinde kendi kanlarından olan sadece iki erkek vardı. Ares ile Fatih. Bu durumda ikisi de aile işlerini bilmeliydi. Ares'in bu konuda ki düşüncesini bilmiyordum, ve merak ettim.


Aşağı katta durduğumuz vakit elimi destek verircesine Fatih'in omzuna koydum. "Bence sen sevdiğin alandan devam etmek için uğraş. Hem şirket ile ilgilenip hem de spor ile uğraşabilirsin." Kendimi bir an için

Onun ablası olarak gördüm. Çünkü Mehmet ile poyraz'a nasıl bir tını kullanıyorsam ona karşı da öyle çıktı sesim.


Zaten her zaman yüzünde olan gülümsemesi daha da genişledi.

"Teşekkür ederim yenge," dediğinde

Arkamdan boğaz temizleme sesi geldi. Fatih'in bakışları arkama kaydığında ben de arkamı döndüm.

Ares "Fatih, biz yengen ile kahvaltıya çıkıyoruz. Soran olduğunda söylersin tamam mı?" Dedi. Gözleri Fatih'in üzerindeydi. Fatih onayladığında da bir kez bile olsun gözlerini Fatih'in gözlerinden ayırmadı. Ares, Fatih'in yanına geçip onu saçlarından öptü.

Geri çekildiğinde gözleri ilk kez beni buldu. "Hadi gidelim Ahter." Başımı aşağı yukarı sallayıp peşinden gittim. Fatih'in yanından geçerken gülümsemeyi ihmal etmedim.


Hiç konuşmadan Ares ile beraber arabayı bindik. Araba hareket haline geçtiğinde klimayı açıp geri yaslandım. "Ares..." gözlerim yanımda oturan adama kaydı.

Gözümde hiç ağa gibi durmuyordu.

Ares'in gözleri hâlâ yolda iken "efendim," dedi. "Fatih'in şirkette çalışıp kendi istediği alandan ayrılması hakkında ne düşünüyorsun?" Diye sordum. Ne tepki vereceğini bilmiyorum. Belki de beni tersleyip karışmamamı söyleyecekti. Sonuçta ben ailelerinden biri değildim.


"Doğru olan bu değil mi Ahter? O artık büyüdü, ve aile soyumuzun devam etmesi gerekiyor. Devam ettiren kişinin de işleri öğrenmesi gerekiyor." Düşündüğümün aksine şu anlık beni terslemedi.


"Ama Ares, sen zaten işler ile ilgileniyorsun." Hem de ne güzel ilgilenmek.


Ares önce iç çekti. Her bir hareketini gözlerim takip etti. "Ahter, soyu devam ettirecek kişi ben değilim.

İkimizin çocuğu asla olmayacak.

Unuttun mu?" Haklıydı. Benim bir anlık unuttuğumu geri hatırlattı.

Lakin bunu birinden sözlü duymak

Kötü hissettirdi. Onunla beraber olmadığımız sürece çocuğumuz da olmayacaktı. Bundan dolayı ben asla anne olamayacaktım. Dudaklarımdan minik bir kıkırtı döküldü. "Sen de kuma alırsın Ares," dedim. Ciddi değildim. Asla üstüme kuma getiremezdi. Bana dokunup dokunmaması onun sorunuydu. Evet ilk gece ben istemiyordum, çünkü hazır değildim. Ondan sonrası tamamen onu bağlardı, beni değil.


"Çok istiyorsan getireyim dört beş tane. Her gün birinizin odasında uyurum." Sesi alay ettiğini belli ediyordu. Bu da yeniydi.


"Yani hepimizin seni kovacağını biliyorsun. Ne güzel." Bu adama dayanılmazdı.


Bana yandan bir bakış atıp tek kaşını kaldırdı. "Beni istemeyen bir sensin

Kuduz karım. Kocanın yakışıklılığından bihabersin."

İnkar etmeyecektim bu dediklerini.

Kollarımı göğsümde bağlayıp iki kaşımı kaldırdım. "Demek ki her şey tip ile olmuyormuş, değil mi Ares?"


Bu dediğimi cevapsız bıraktı.

Ve böylece yol boyu ikimizden de nefes seslerimizden başka ses çıkmadı. Terası olan güzel bir lokantanın karşısında durdu.

İkimiz eşzamanlı adımlar ile lokantaya girdik. Teras kısmına geçip oturduğumuzda hava çok güzeldi.


Biz oturur oturmaz bir garson geldi ve Ares siparişi verdi. Sağ dirseğimi masaya, çenemi elime yasladım.

Bu vaziyette Ares'i izlerken kendisi

Telefonu ile uğraşıyordu. "Biriyle mi mesajlaşıyorsun?"


Başını telefondan kaldırıp göz ucuyla bana baktı. Başını aşağı yukarı sallayıp tekrar telefona döndü.

"Beraber dışarı çıktık. En azından telefonun ile ilgilenmeyi şu an bırakman gerekmez mi?" Aslında çokta umrumda değildi. Söylemek olsun diye söyledim. Lakin Ares ciddiye almış olacak ki elindeki telefonu kapatıp masanın üzerine koydu. "Haklısın Ahter, telefon ile ilgilenmemeliyim. Hele de karşımda karım varken." Ciddi gibi duruyordu. Ona gülümseyip ellerimi birbirine kenetledim. Masanın biraz üstüne yaslanıp ona bakmaya devam ettim. Ama daha çok gıcıklığına yapıyormuşum gibiydi. "O kadar iyisin ki, Sağol." O da bana gülümseyerek karşılık verdi, ve uzanıp yanağımdan makas aldı.

Yüzümü buruşturup geri çekildim.

Şaka gibiydi, ama bir o kadar gerçekti. Kalp ritminde bozukluk yaşatıyordu, hem de her anlamda.


"Kahvaltıdan sonra ne yapacağız?" Diye sordum kendisine. Elimden geldiğince o konaktan uzak kalmak istiyordum. Orada hem sıkılıyor, hem

Bunalıyordum. Yalnızdım. Ares sanki içimi görüyormuş gibi gözlerime baktı. Ama imkansızdı, içimi kimse göremezdi. Hele de o hiç göremezdi.


Düşünüyormuş gibi baş parmağını şakağına, işaret parmağını alnına götürdü. "İlk yeri sen seçtin, bu yüzden ikinciyi ben seçiyorum. Alışverişe çıkalım." Başımı sallayarak onayladım onu. Alışveriş iyi olurdu.

Yaz'ın ortalarındaydık, bundan dolayı yeni yeni yazlıklar almak istiyordum. Evlenmeden hemen önce her yeri talan etmemişim gibi.


"Yalnız Ares ağa, benim ile alışveriş yapmak zordur," diye uyardım onu.

Eğer beraber gidiyor isek bilmesi hakkıydı. Rahat tavrını bozmadan "olsun," dedi. Pekala olsundu.


Kahvaltılıklarımız geldiğinde pek fazla konuşmadan yedik. Benim aksime çok hızlı yiyordu. Benim doyabilmem için baya beklediğini söyleyebilirim. Beraber arabaya bindiğimizde telefonunu koltukların arasına bıraktı. "Ne zamana kadar dışarı da kalacağız?" Yerime iyice yerleştiğimde gözlerimi Ares'e çevirdim. Kendisi göz ucuyla bana kısa bir süre bakıp yola odaklandı.

"Alışveriş bitsin, akşam yemeğini de istersen dışarı da yeriz," dediğinde gözlerimden pırıltılar geçtiğine emindim. "İsterim," diye şakıdığımda

Bir kez daha bana baktı. 


Yüzümde beliren gülümsemeye uzun bir süre daldı. Neyse ki bu sırada kırmızı ışıklar yanıyordu. Yeşil ışık yandığında hâlâ bana bakan adama "yeşil ışık," dedim. Bana anlamsızca bakıp "ne ışığı?" Diye sordu. Zavallım güzelliğimden fazla etkilenmiş olmalıydı. "Trafik ışığı canım benim," dediğimde gözleri açıldı ve anında önüne dönüp gaza yüklendi.


Ağzının içinde homurdanıyordu.

"Bana ne yaptığını anlamıyorsun."

Benim yaptığım bir şey yoktu.

Sırf arabayı biraz geç çalıştırdı diye bu benim suçum olacak değildi ya.

"Ben bir şey yapmadım. Ne oluyorsa senin sorunun, benim değil." Benim değildi, kabul edemezdim.


Ares benim söylediklerime karşın bana en sevdiğim yeri olan, yani erik yeşilleri ile ters ters baktı. Lakin ters ters baksa dahi ben o gözlere sinir olmazdım, gıcık kapmazdım.


Elimi yanağına vurup ittim.

"Bakma öyle. İçinde olanları güzel gözlerine yansıtmamalısın. Yazık olur o gözlere." Beni dinleyip bakışlarını düzeltti. Yol böylece akıp gittiğinde beraber indik arabadan.


Peşisıra ilerlediğimizde benim gözlerim çevredeki insanlarda idi.

Benim böyle bir huyum vardı. Her dışarı çıktığımda istemsizce insanları veya mekanları uzun uzun izliyordum. Önümden bizim aksi yönümüze doğru yürüyen bir adama takıldı gözlerim. Uzun sakalları, uzun saçları ve giyimi ile dikkat çekiciydi.

Gözlerim ile adam bize yaklaşana dek izledim onu. Bu istemsizce yaptığım bir hareketti. Bizim yanımıza yakın bir mesafeye geldiğinde daha iyi inceleme fırsatı bulmuştum. Ki bir el benim omzumu tutup kendine çektiğinde gözlerim Ares'i buldu. "Ne yapıyorsun Ares?"

Dışarı da olduğumuz için onu kendimden itemiyordum.


"İnsanları öyle izleyemezsin Ahter," dediğinde anlamsızca kaşlarımı çattım. "Niye ki?" Diye sorduğumda çıkan sesim çok masum ve aptal gibi çıktı. "Çünkü... çünkü rahatsız olurlar."


"Ama istemsizce oluyor. Pek elimde değil ki." İnsanları rahatsız etmek istemezdim. Ama Ares haklıydı. Bu yüzden gözlerimi kimseye değdirmemeye çalıştım yürüdüğümüz mesafe sürecinde.


İlk mağazanın içine girdiğimizde içimden Ares'e kolay gelsinlerimi diledim. İhtiyacı olacaktı. Girer girmez gözüme açık yeşil renginde olan eşofman takımı takıldı. Ona doğru ilerlediğimde Ares peşimden geldi. Bir gözüm eşofman takımında iken Ares'e sordum. "Sen de kıyafet bakmayacak mısın?" O da bir elini

Eşofman takımının üzerine atıp

Kumaşını kontrol etti. "Hayır ben mardin'de alışveriş yapmıyorum," dediğinde göz ucuyla onu süzüp "belli oluyor" dedim. Çünkü her zaman en iyi markalardan giyiniyordu.


"Güzel eşofmanmış. Koyu yeşil'i var mıdır acaba?" Ve işte tam şu anda başlıyorduk. Neyse ki Ares, Aynur Abla gibi bu da yeşil demedi ve bir çalışanı çağırdı. Çalışan gelip ne istediğimizi sorduğunda ben ona koyu yeşil dedim. Birazcık yüzüme bakıp gülümsemesini korumak için uğraştı. "Yok hanımefendi. Mavisi ve sarısı var. Ama koyu yeşili yok."

Şimdi gülümsemesi solan bendim.

Bir mağazada nasıl koyu yeşil eşofman olmazdı.


Burnumu bir kez çekip yanıbaşımda duran kocama çevirdim gözlerimi.

"Kocacığım, ben koyu yeşilinden istiyorum," dedim ağlamaklı bir ses ile. Benim ani değişikliğimden dolayı dudakları aralanan Ares şaşkındı.

Ama istiyordum. 


Çalışan kız yanımızda bizi izlemeye devam ediyordu. Lakin umursamadım. Ares ne yapacağını bilemeyerek baktı bana. Dudaklarını birbirine bastırıp serbest bıraktı.

"Ahter, koyu yeşil yok dediler.

Onun yerine elindekini alsan olmaz mı?" Başımı hızla iki yana salladım.

"Olmaz. Benim koyu yeşil almam lazım, yoksa..." tek kaşını kaldırıp baktı bana. "Yoksa ne?" Burnumu bir kez daha çektim. "Yoksa gözüme uyku girmez. Baktığım tüm kıyafetlerde aklıma koyu yeşili olmayan bu eşofman gelir. Üzüntümden kahrolurum."

Abartmıyordum. Kıyafet konusunda takık biriydim.


Ares önce yutkundu ardından konuştu. "Öyleyse senin için diktirelim mi?" Bir çocuk gibi başımı aşağı yukarı salladım.


Ares mağaza ile bu konu hakkında konuşup bir şekilde halletti.

Bu dönem de paranın açamayacağı kapı yoktu.


Mağaza mağaza gezip saatlerce kıyafet baktım. Tabii bunun yanında

Ayakkabı, kozmetik ürünleri, ve odamız için birkaç çerçeve aldık.

Odaya kendi fotoğraflarımı asmak istiyordum. Tabii Ares bunu henüz bilmiyor. Bir gün işten eve yorgun argın gelip odayı görücekti ve kalpten gidecekti. Saat baya geç gibiydi ve benim şarjım bittiği için

Tam saatten bihaberdik. Tabii Ares'in telefonunu arabada unutması da ayrı konuydu. Ama üzerinde durmayıp benim yanımda kalmayı tercih etmişti. Şimdi beraber arabanın yanına ulaşmak üzereydik.

Ares'in iki eli de poşetler ile doluydu.


"Ahter arka cebimden arabanın arabasını çıkar," dediğinde elimin tamamen boş olmasından dolayı idi.

Elimi arka cebine doğru yaklaştırdığımda istemsizce yutkundum. "Ahter biraz hızlanır mısın? Fazlası ile açım." Saatlerce kıyafet bakmak hem yoruyor hem de acıktırıyordu. Daha fazla oyalanmadan elimi cebine koydum.

Sıkı kalçasını çok düşünmemeye çalışarak anahtarı aldım. Ve elimi hızla çektim. Arabayı açar açmaz arka tarafına geçip bagajı sonuna kadar açtım. Ares poşetleri koyup geri çekildiğinde bagajın kapısını kendisi kapattı. Anahtarı ona uzattığımda gülümseyip aldı elimden.


Beraber arabaya bindiğimizde Ares'in ilk işi telefonundan saatine bakmak oldu. Ekranda fazlası ile bildirim vardı. Ne olduklarını merak etsem dahi sustum. Saat neredeyse 8 olacaktı. Konaktakiler akşam yemeğini yiyeli 2 saat oluyordu.

"Ee nerede hangi lokantaya gidiyoruz?" Ares dediğimi bir dakika işareti kilidini henüz açmadığı telefondan gelen bir bildirimi okuyordu. "Siktir..." dediğinde daha da meraklanmaya başladım.

"Ares ne oldu?" Telefonu tekrardan

Koktukların arasına bırakıp arabayı çalıştırdı. "Ahter konağa dönüyoruz,

Anneannem gelmiş." İçim biraz sıkılınca başımı sallamak ile yetindim. Oysaki tüm günü böyle dışarıda geçirmek istiyordum. Tüm gün hiç sıkılmadan Ares ile bana göre iyi olan vakitler geçirdik. Bunun gece sonuna kadar devam etmesini çok isterdim.


Yolu sessizve geçirdiğimizde konağın önündeydik. Beraber indiğimiz arabadan poşetleri eline aldı Ares.

Yan yana yürüyerek konağa girdik.


Tüm ev halkı salonda oturuyordu.

Tanımadığım tek kadının Ares'in anneannesi olduğunu anlamak zor değildi. Bizi farkeden Fatih, "ağabey, yenge hoşgeldiniz," diyerek ayaklandı. Bunun üzerine tüm gözler

Ares'i buldu. Hamit ağa "oğlum bu saate kadar dışarıda karı peşinde mi gezdin ne bu hal?" Dedi elinde duran poşetlere ima yaparak. Kocama poşet bile taşıttıramayacak isem neden kocam? Başımı biraz çevirip yanımda duran Ares'e baktım. Bocalamış gibi duruyordu. Fatih araya girme gereksinimi duyarak "e dede bunca poşeti yengem mi taşıyacak? Hem de bu narin kolları ile. Ağabeyimin kasları boşuna yok ya," dediğinde ona içtenlikle gülümsedim. Haklıydı o kaslar boşuna mı vardı? Ares sessizliğini korurken, diğerlerinin tek odak noktası Ares'ti.


Bu ortamdan kurtulma ihtiyacı ile kavrulduğumda Ares'in anneannesine bakıp "hoşgeldiniz," dedim. Başını ağır ağır salladığında gözlerimi tekrar Ares'e çevirdim.

Fısıltıyla "ben odaya çıkıyorum," dedim. Zaten diğerlerinin tek umursadığı Ares'ti. Ben kalmam için bir neden yoktu.


Arkamı dönüp daha iki adım atamadan yabancı sesi duydum.

"Gelin, hele sen bir kal. Terbiyesizlik üstüne terbiyesizlik yapıp duruyorsun." Duyduğum kelimeler ile hızla arkamı döndüm. Kadına hoşgeldin bile demiştim, daha ne terbiyesizliği diyordu?


"Anlamadım?" Tek kaşını kaldırıp

Kibirle baktı bana. "Anlamaman normal. Ahlaki değerleri öğreten olmamış ki. Büyüğünüz gün boyu konakta olsun. Ama sen kocanı kuyruğun gibi peşine takıp akşam vakti gel. Üstüne kuru bir hoşgeldin deyip odana çık. Ama artık bu konağın gelini olarak böyle rahat olamazsın." Her bir kelimesi ile beynimden vurulmuşa dönüyordum.

Bu kadın kim oluyordu da bana böyle sözler söyleyebiliyordu? Benim anne ve babam büyüklerime karşı nasıl olmam gerektiğini öğretmişlerdi.

Ve benim bu aileye karşı tek bir terbiyesizliğimin olduğunu düşünmüyordum.


Bu kadını gördüğüm ilk anda bir gerizekalı olanileceğini düşündüm.

Ama hayır. Bu kadın düşündüğümden de daha gerizekalıydı.


Kadını muhattabım olarak almak istemediğimden bakışlarımı Ares'e çevirdim. Kaşlarını çatmış anneannesine bakıyordu. En azından şimdi bir şey demeliydi. Bu kadın daha ilk dakikadan annesinden daha beter konuşuyordu.


Fatih "annean-" diyemeden, kadın "sen sus! Gelmişsin karşımıza bu terbiye nedir bilmeyen kadını koruyorsun." diyerek susturdu onu.

Fatih'in kendince olan desteği bana güç verirken Ares'in sessizliği canımı sıkıyordu. Bir günümüze iyi başladık diye kötü bitmesi şart mıydı?


Başımı dikleştirdim ve tüm odağımı

Kadına verdim. "Hanımefendi, benimle böyle konuşamazsınız. Ben sizin sokaktan getirdiğiniz bir çöp değilim. Ben Soylu aşiretinin küçük hanımıyım." Sesim kendimden emin çıkıyordu.


Kadın küstühça gülümsedi. "Seni berdel diye Şahkar aşiretine veren

Soylular mı?" Bir iki kıkırtı duydum. Lakin kimden geldiğini anlamadım.

Kadın haklı mıydı? Benim bu konu hakkında karşılık verebilecek bir kelimem yoktu. Boynum bükelecek gibi oluyordu. Ama izin vermedim.

Şu an olmazdı. Bu insanların karşısında olmazdı.


Cevap veremeyeceğimi anladığımda

Gitmek için arkamı dönüyordum. Ki

Ares sessizliğini bozdu. "Ben kimsenin kuyruğu değilim anneanne.

Karıma laf edeceksiniz diye bana da laf ediyorsunuz. Hadi bunu geçtim.

Onun terbiyesiz biri olduğunu düşünmüyorum. Ve bence bu durum sadece kocası olan beni ilgilendirir.

Onu kullanıp bir köşeye atmak için evlenmedim ya. Tabii ki onunla zaman geçirip ihtiyaçlarını kendim karşılayacağım. Ne de olsa Ahter benim bir ömürlük hayat arkadaşım." Şaşkınlıkla oma döndüğümde bunu gerçekten beklemiyordum.


Ben daha şaşkınlığımı üstümden atamadan devam etti. "Odasından kolay kolay çıkmayan karımın nasıl biri olduğu hakkında siz konuşmamalısınız. Onun ile aynı oda da kalan benim. Ve ben oldukça memnun bir haldeyim." Memnun muydu benden? Bu onun esas düşünceleri miydi? Hayır. Ailesine karşı böyle diyor olmalıydı.


Hamit ağa'nın sesi tekrar kulaklarıma dolduğunda göz ucuyla baktım adama. "Madem bir ömürlük hayat arkadaşın bir de çocuk yapıp tamamlarsınız bu ilişkiyi," dediğinde bu konunun alakasını sorguladım.


Ares burnundan sert soluklar alıp verdiğinde saniyeler sonra tekrar konuştu. "Daha önce de dediğim gibi dede. Onu kullanıp bir köşeye atmayacağım." Peki bu ne alakaydı.

Benim ile bir çocuğunun olması, beni kullanıp atmak mı oluyordu. Bir şeyler konuşuyorlardı, anlamadığım. Bazı imalar yapıyorlardı, sadece kendilerinin bildiği. Peki bunlar neydi? Açık açık söylemek yerine ima yapmalarının sebebi benim şu an onlar ile aynı ortamda olmam mıydı?


Ares daha fazla konuşmak istemiyormuş gibi sağ elindekileri sol eline verdi. Sağ eli ile sol elimi tutup avucunun içine sakladı. Beni kendisi ile beraber çekiştirdiğinde son görebildiğim ağabeyine gözleri dolu dolu bakan Fatih'ti.


Elimi hiç bırakmadan merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıktık. Sessizdik. Ne konuşabileceğimizi sanırım benim gibi o da bilmiyordu. Odaya doğru yöneldiğimizde biraz rahat gibiydim. Çünkü artık o insanlardan uzaktaydım. Ama içimi yiyip bitiren sorular vardı. Ben sağ elim ile kapının kulpuna uzanıp açtığımda el ele girdik odaya.


Biraz durup gözlerini yumdu Ares.

Sakinleştiğini düşünmüş olmalı ki gözlerini açıp elimi bıraktı. O an elimin buz kestiğini hissettim. Sanki tekrardan yalnızlığa terk edilmiş gibiydim. Ares elindekileri giyinme odasına bırakmak için o yöne ilerledi. Ben ise yatağın üstüne doğru adımlayıp oturdum. Mutlu halimizden eser kalmamıştı.

Bugün düşündüğümün aksine Ares benden hiç sıkılmadan tüm alışveriş derdimi çekmişti. Bunu yaparken bir kez bile oflamadığı gibi keyifli gibi de duruyordu. Derince bir iç çekip sırtımı yatak ile buluşturdum.


Başım ağrıyordu. Başım fazlasıyla ağrıyordu. Araba ilk bindiğimiz vakit saat 8 gibiydi. Şimdi 9 olmuş olması gerekiyordu. Gözlerimi yumdum ve kendimi bu olanları unutabilmek için boşluğun beni sarmasına izin verdim. Yorgundum, üstümde uykusuzluk vardı. Çok geçmeden mayıştım ve o boşluk beni esiri etti.


Vücudum da tatlı bir yorgunluk ile gözlerimi araladım. Karanlık oda beni karşıladı. Arkamı döndüğümde

Yatakta yalnız olduğumu gördüm.

Bu vakit istemsizce aklıma çaprıldığımı zannettiğim anıyı aklıma getirdiğinde gülümsedim. Onunla bazı vakitler dışında güzel anlarımız vardı. Bugün o güzel anlardan birini yaşıyorduk, bu konağa adım attığımız zamana kadar.


Açık olan balkon kapısını gördüğümde Ares'in orada olduğunu anladım. Ailesi ve karısı arasında kalmak istemeyen Ares bugün benim yanımda durdu. Sessiz olmaya çalışarak yataktan kalktım. Üstümde hâlâ gündüz giydiklerim vardı.

Değiştirmeye üşeniyordum.

Sessiz adımlar ile odadan çıkıp kapıyı kapattım. Herkes uyumuş olmalıydı, ve bu benim işime geliyordu.


Mutfağa girip ışığı açtığımda neyin nerede olduğunu bilmediğim dolaplar ile bakıştım. İşim uzun sürecekti.


Hazırladığım tostları tabaklarına yerleştirdiğimde çok sıcaktı.

Elime ketçap ve mayonezi alıp yanlarına bıraktım. Soğuk suyu da tepsiye koyduğumda artık odaya çıkabilirdim. Ares ile yemek yeme gibi bir planımız vardı. Ve tabii kendisi zaten çok açtı. Lakin bazı mutluluk sömürücüler iştahımızı da sömürdü. Emindim ki Ares şu vakite kadar ağzına tek bir lokma atmamıştı. Kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ama geç olduğuna emindim.


Tepsiyi elime alıp arkamı döndüğümde gördüğüm siluet ile yerimden sıçrayıp zar zor tuttum tepsiyi. "Enişte?"


Siluet daha da belirginleştiğinde yanılmadığımı anladım. "Merhaba Ahter, ne yapıyorsun?" Rahat bir nefesi dudaklarımdan dışarı verdim.

"Tost hazırladım. Bir isteğiniz mi var?" Bir bana bir de elimdeki tepsiye baktı. Sonra gülümseyip başını iki yana salladı. "Su içmeye gelmiştim. Bir an seni görünce şaşırdım doğrusu. Konakta gezen biri değilsin." Başımı onaylarcasına salladım. "Umarım bugün olanları kafana takmamışsındır Ahter. Onlar öyle konuşurlar, ama sen iyi bir kadınsın." Ona samimice gülümseyip

"Teşekkür ederim. Ve hayır pek kafama takmadım. Benim şimdi gitmem gerekiyor iyi geceler," dedim.

O da iyi geceler dediğinde çıktım mutfaktan.


Odaya girdiğimde Ares hâlâ balkonda idi. Onun yanına gitmek için elimde duran tepsi ile ilerledim. Balkona girdiğimde Ares beni duymuş gibi omzunun üzerinden bana baktı.

"Uyanmışsın..." diye mırıldandı ve önüne döndü. Ben de önümüzde duran tek kişilik masaya tepsiyi koydum. Onun yanına oturduğumda elinde ki sigarıyı yeni fark edebildim.


"Sen de uyumamışsın," dedim konuşma ihtiyacı hissederek.

Önünde ki manzarayı izlemeye devam ederken "birazdan uyumaya gelicektim," dedi. Ama ben tabii ki inanmadım. Masadan bir tost alıp ona uzattım. "Çok güzel yaparım. Tadını alırsan bir daha bırakamazsın," deyip gülümsedim.

Yüzüne yaklaştırdığım tosta bakıp sessizce "keşke tadını aldığımda bırakamasam," dedi. Bırakamazdı ki.

Benim yaptığım her türlü yemek çok güzel olurdu. "Emin ol bırakamazsın.

Hadi al korkma zehirlenecek değilsin. Çok seveceğine eminim."


Başını sallayıp elimden tostu aldı.

Ben de elime tost aldığımda gözlerim ondaydı. Sigarasını söndürüp bir ısırık aldığında ben de onunla eşzamanlı olarak bir ısırık aldım.

O sadece tostuna bakarak yerken ben onu izleyerek yedim.


Tostlarımız bittiğinde ikimizde karşımızı izliyorduk. Koca koca ağaçların olduğu bir manzaraydı.

Hafif esen rüzgar tenimi okşuyordu.

"Anneannen beni hiç sevmedi," diye söze başladım.


"Sen onları takma. Konuşsalar dahi umursama. Ha diyelim ki umursadın ve konuştun, lütfen terbiyesizlik etme. Bugün dediklerimi bana yutturma." Sesi çok soğuktu. Bu benim içimi ürpertiyordu.


Ailesinin yanında beni savunurken, yalnız kaldığımızda benim onlara karşı hareketlerime dikkat etmemi söylüyordu. Bu durum için içerlemedim. Arada kalmak istemeyen birine göre normaldi benim gözümde. Görmese dahi başımı sallayıp onu onayladım.

Beni savunurken söylediklerini ona yutturamazdım. "Ares hadi içeri girelim, uyuyalım."


Bana yandan bakarak "sen gir ben son bir sigara yakıp geliyorum," dedi.

Bir şey demeden içeri girdiğimde, üzerimi değiştirmek için giyinme odasına girdim.


Makyaj aynamın üstünde duran Ares'in telefonunu gördüğümde saati öğrenmek amacı ile elime aldım.

Ekranı açtığımda hâlâ birçok bildirim vardı. Hiçbirine bakmamış olmalıydı. Dudaklarımı dişleyip kendime engel olmak istedim.

Lakin yapamadım. Merakım çok daha üstün geldiğinde ekranda rastgele bir bildirime tıkladım. Sadece birazı görünen mesajda "kendin olmalısın.

Belki de farklı..." sadece bu kadarı görünüyordu. Yazan isme baktığımda ise şaşkınlıkla dişlediğim dudaklarım aralandı. 'Psikolog d.' İsimli kişiden gelen bu mesaj ne alakaydı?

Ares bir psikolog ile neden konuşuyordu? Bugün aklımda çokça soru vardı. Ve bunlara birisi daha eklendi...


Bölüm sonu <3


Oy verir misiniz?


Sevdiğiniz sahneler oldu mu?


Ahter karakterini nasıl buluyorsunuz?


Genel olarak bölüm nasıldı?


Loading...
0%