Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@manjima068

Lütfen oy verip yorum yapmayı ihmal etmeyiniz


♤♤♤


Çerçevelerim odaya astığım günden beri 2 hafta geçti. Bu 2 hafta Ares ile ne yakın, ne de uzaktık. Bazen konuşuyor, bazen ise hiç konuşmuyorduk. Hatta şirketten o kadar geç dönüyordu ki, neredeyse uyuyor vaziyette oluyordum. Sadece sabahları görebiliyordum onu.


Ares her işe gittiğinde, anneannesi bana konağın birçok işini yaptırıyordu. Sadece yemeklere dokundurtmuyordu. Şikayetçi değildim aslında. İş yapmakta benim için bir sorun yoktu. Lakin sürekli beni ezmek için konuşması kötüydü.

Umursamamaya çalışıyor, zorlanıyordum.


Konaktaki diğer kişiler aynıydı.

Melike hanım arada beni görüyordu.

Diğerleri yine hiç görmüyordu.

Sadece Hozan enişte ile Fatih benim ile daha yakın oldular. Fatih ile arkadaş gibiydik. Hozan enişte ise benim için bir Ağabey gibi davranıyordu.


2 haftadır Yağız'ı 2 kez gördüm. O da aynı Yağız'dı. Seviyordum Yağız'ı.

Her ne kadar bana biraz anormal gelse dahi seviyordum.


Şimdi ise temizliği bitirdiğim vakit terlediğim için duştan çıktım.

Bu yorgunluğun üstüne duş iyi geliyordu. Giyinme odasına girip

Bornozumu çıkardım. Öncelikle iç çamaşırlarımı giyip çırıl çıplak olmaktan kurtuldum. Altıma bileklerde biten, beyaz, pek bol olmayan eteğimi giydim. Üstüme su yeşili bir bluz giyerek kombinimi tamamladım. Etek giymeyi, pantolon giymekten daha fazla seviyordum. 20 dakikalık süren bir makyajın ardından, kahve tonlu rujum ile makyajı tamamladım. Beyaz ve yeşil renklerinin bulunduğu Çantayı koluma taktıktan sonra odaya geri döndüm.


Yatağın üstünde duran telefonuma adım adım yaklaştım. Yatağın yanında durduğum eğilip telefonumu elime aldım. Şifremi girerek açtığım telefonumun rehber kısmıma girdim.

'İblisin oğlu' diye kayıtlı olan numarayı aradığımda, açana dek bekledim. Onunla çok konuşamıyor olsak dahi aramalarıma dönmemezlik yapmıyordu. Buna bile şükür edecek haldeydim. Lakin yine de içimde anlamlandıramadığım bir öfke vardı. Gece uyuma saatinde konağa dönmekte ne oluyordu?

Geçen gün Melike hanım ile Makbule yengenin bu konu hakkında konuştuklarını duydum. Beni istemediği, ve görmek istemediği için geç geldiğini söylüyorlardı.


Saniyeler sonra telefon açıldığında kulağıma yasladım. "Efendim Ahter,"

Diye söze başladı Ares. 


"Ares, ben birazdan dışarı çıkacağım." Birkaç saniye duraksayan Ares ile kapandığını düşündüm. Lakin kapanmamıştı. Ares konuşmuyordu. "Ares?" tekrar sesimi duyurduğumda konuşabildi.

"Nereye gitmek istiyorsun ki?"


"Canım erik çekiyor," dediğimde gerçekten fazlası ile istiyordum.

Evlendiğimden beri doğru dürüst yiyemiyordum. "Ben geldiğimde sana alırım." Alırdı.


"Sadece erik değil. Bit mağazaya gitmem gerekiyor. Birkaç eksiğim var." Ped almam gerekiyordu. Henüz hastalanmamıştım, ama zamanı yaklaşıyordu. Ayrıca dudak nemlendiricim bittiği için yenisini almalıydım. "Daha 2 hafta önce alışverişteydik. Neyse, bekleyemez misin yarını? Beraber çıkarız."

Yorgun çıkan sesi ile ne de çok çalıştığını anlayabiliyordum. Bu yüzden ona öfkelenip triplenmemeliydim. Ama kendime engel olamıyordum. "Ben şu an hazırım aslında. Yani eğer yarını beklersem boşuna hazırlanmış olmaz mıyım?" Alımlı çıkardığım sesim ile reddedilmeye pek müsait değildim.


Ares, derin bir nefes bıraktı.

"Pekala, ama şöyle yapalım. Sen

İşin bittiğinde ara beni. Ben alacağım seni." Dediğinde buna tamamdım.

En azından konağa erken dönmüş olurdu. Ve bu sayede günler sonra ev yemeği yerdi. Çok iyi bir eş olduğumu bir ben bilirdim, başka da kimsecikler bilmezdi.


"Tamam, işim bittiğinde ararım seni. Görüşürüz." Diyerek telefonu suratına kapattım. Bunu yapmamın tek nedeni can sıkıntısıydı. Seviyordum ona böyle davranmayı.

Sinir oluyor, burnu kızarıyordu.

Telefonumu çantama koyarak ayrıldım odadan. Alışverişi beraber yapmak için, Zeynep ile buluşacaktım.


Merdivenleri usul usul inerken, Heval hanım ile karşılaştım.

İğrenç bakışları ile beni süzdü.

Tek kaşını kaldırıp, dudağını yamulttu. "Nereye gidersin?"

Diye sorduğunda, kaç kocam olduğunu sorguladım. Kendi kocam bile nereye gideceğimi bu şekilde sormamıştı. Bakışları ile beni eziyordu.


Derince nefeslenip gülümsedim.

"İşim var Heval hanım. Ha bi de siz sormadan söyliyeyim. Koca'm gideceğimi biliyor." Bu kadına daha kendisi laf etmeden açıklamak gerekiyordu. Yoksa iğneleyici sözlerinin kurbanı oluyordum.

Neredeyse 2 aydır evliydim. Lakin olmuyordu. Kabul etmiyorlardı beni.


Başını aşağı yukarı sallarken bile kibirli bakıyordu gözleri. "İyi. Geç kalmadan dönesin." Uzatmak istemedim. Başımı sallayıp indim merdivenleri. Cahil biri ile tartışmak bana zarardan başka bir şey getirmezdi.


Avluya çıktığımda beni bekleyen bir şoför gördüm. Ares haber vermiş olmalıydı. Ona doğru ilerleyecek iken, Beren'in yere düştüğünü gördüm. Hızla yanına koşup yere çömeldim. Dizini tutan Beren'in dizine bakmaya çalıştım. "Çok acıyor mu? Gel seni içeri götüreyim," deyip elimi uzattım ona. Bir acıyan dizine, bir de bana baktı. Uzattığım elimi ittiğinde ise hayal kırıklığı ile baktım ona. "Beren, sadece yardım etmek istiyorum."


Ayağa kalkmaya çalıştığında yardım etmek istedim. Lakin beni iteklemeyi denedi. "Git buradan! Babamın katili olan aşiretin kızından yardım istemiyorum." Ellerim havada asılı kaldı. Gerçekten bir çocuk benim hakkımda böyle mi düşünüyordu?

Zorlukla yutkunabildim. Topallayarak içeri giren küçük kızın ardından öylece kaldım. Benim anne ve babam'da onların aşireti tarafından öldürülmüştü. Lakin ben bu konağa gelin geldiğim için o konuları açmamayı tercih ediyordum. Üstelik onların aksine benim anne ve babamın katilinin kim olduğu belli bile değildi.


Bu gerçeklik ile gözlerim yandı.

Ben anne ve babamın katilini tanımıyordum. Bilmiyordum. Tek bildiğim Şahkarların arabasının, bize çarptığıydı. O anlar aklıma geldikçe kanım dondu. Ürperdim.


.

.

.

.

.


"Dedeciğim," diye bağırarak bana kollarını açmış adama sarıldım. Anne ve babam ile tatile gitmek için konaktan çıkacaktık. Dedem beni çok özlerdi, ben de onu. Bu yüzden sıkıcı sarıldım ona. Çok özlemesindi beni. Hemen gelecektim. "Canımın içi ben nasıl ayrı kalacağım senden?" Benden ayrı kalamayacağını biliyordum. Yanağından sertçe öptüm onu. "Üzülme dedeciğim. Ben hemen geleceğim tamam mı? Çünkü ben de seni çok özlerim. Eğer anne ve babam çok kalmak isterlerse, ben onları orada bırakıp gelirim senin yanına," dediğimde yanaklarımı elleri arasına aldı. "Oy benim canımın içi dedesi olmadan yapamazmış." Başımı heyecan ile aşağı yukarı salladım.


"Oo küçük hanım, bize de sarılmak yok mu ya?" Diye söylenen amcama döndüm. "Boran amca! Üzgünüm. Şu an dedeme sarılıyorum. Sonra sana da sarılacağım. Üzülme sen."

Amcamı üzmek istemiyordum. Ama önce dedeme bol bol sarılmalıydım.

Boran amcam, benim en küçük amcamdı. Zaten iki amcam vardı. Boran amcam, 22 yaşındaydı. Yakup amcam, 24 yaşında. İkisi de beni çok seviyordu. Ben de onları çok seviyordum. Ben ailemi çok seviyordum...


"Bırakta dedesiyle bol bol sarılsın."

Bunu diyen kişi de Boran amcamın karısıydı. Henüz dört ay olmuştu onlar evleneli. Çok tatlılardı. Ben de büyüdüğümde birini çok sevecektim. O da beni sevecekti.


Dedem saçlarıma birçok öpücük kondururken başımı ona çevirdim. "Dedeciğim, benim şimdi gitmem gerekiyor. Geldiğimde sarılırız yine olur mu?" Bana gülümseyerek baktı.

Son bir kez beni yanaklarımdan öptüğünde kollarından ayrıldım. Boran amcam ile yengeme kocaman sarıldığımda kollarımın arasında bir aile vardı. "Ben bu kızı biraz fazla seviyorum sanki ya. Biz de ondan bir tane yapsak mı?" Diye soran Amcama

Cimcik attı yengem. Benden bir tane istemiyor muydu? "Yenge, benden olmasın mı bir tane daha?" Yanaklarımı aniden sıktığında kendimi geri çekmeye çalıştım. İzin vermedi. "Eğer senden olursa, olsun.

Lakin benim çocuk çeke çeke amcana çeker."


Ben kıkırdadığımda amcamın yüzü düşmüştü. Amcam ellerimi tutup beni kendi etrafımda döndürdüğünde kıkırtım kahkahalara dönüştü. Diğerleri de benim ile beraber gülüyorken, kendimi Yakup amcamın kucağında buldum. Boran amcam, beni Yakup amcam'ın kucağına bırakmıştı.

"Yediniz bitirdiniz yeğenimi."

Bunu diyen kendisi değilmiş gibi beni ısırmaya başladığında çığlık attım.

"Amca! Yapma acıyor. Ya yapma," diye kıvranıyordum. Aslında çok acıtmıyordu. Benim ki şımarıklıktı.


Babamın yanına koştuğumda bacaklarının arkasına saklandım. Babam benim elimi tuttuğunda gitme vaktimiz gelmişti. Boşta kalan diğer elim ile annemin elini tuttum. Arabaya doğru yürürken son kez arkama baktım. "Hemen geleceğim tamam mı? Beni çok özlemeyin." Diye seslendim aileme. Hepsi gülümseyerek baktı bana.

Dedem "hemen geleceksin tabii. Dedenden çok uzak kalamazsın." Dediğinde yine kıkırdadım. Anne ve babam ile el ele girdim o arabaya.


Yollar akıp giderken beraber şarkılar söylüyor eğleniyorduk. Şimdi ise koltukların arasından başımı çıkarmış annemin boynundaki kolyeye bakıyordum. Çok seviyordum bu kolyeyi. Mavi taşı annemin göz rengi ile aynıydı.

Bu kolyede sevda vardı. Babam sürekli gerçekliğin sevda olduğunu söylerdi bana. İşte bu kolyede onların sevdasıydı. "Anneciğim..." Gözlerimi kolyeden ayıramıyordum. Sürekli annemden takmak için istiyordum. Lakin annem vermiyordu. "Efendim Ahter?" Gözlerimi kolyeden çektim, ve anneme baktım. "Bana hikayenizi tekrar anlatır mısınız? Lütfenn."


Annem ve babam bana bakıp gülümsediler. "Anlatalım kızımıza," dedi babacığım. Ellerimi birbirine çarptım. Çarptıktan sonra ellerimi çenemin altına koyup onları dinledim.


"Ben kız olduğum zamanlarda fazla dışarı çıkabilen biri değildim. Bir gün annem ile çıkabilmiştim. Olacaklardan habersizdim.

Annem ile çarşı çarşı geziyorken, bir takı dükkanının önünde durduk.

Ben bileziklere bakıyordum. Bunu yaparken beni izleyen adamdan habersizdim..."


hikayeyi bu sırada babam devam ettirdi. "Serserilik yaptığım bir gündü. Sokak sokak geziyor, bir işe yaramıyordum. Ta ki anneni görene kadar. Onu yol ortasında bir dükkanın önünde gördüm. Kumral saçları yüzüne düşmüştü, ama bu bile mavi gözlerini saklmaya yetmiyordu. Bir bakmışım ki ayaklarım ona doğru adımlıyor.

Yanında durduğumda sanki dükkan ile ilgileniyormuş gibi yapmak için

Takılara baktım. O sıra da annenin boynundaki kolyeyi gördüm.

Tıpkı onun gözlerinin renginde olan bir taşı içinde tutan o kolyeye bakarken, aklımda sadece annenin gözleri vardı. Annen bir süre sonra oradan gitti. Ben ise o kolyeyi alamadan edemedim. O kolyeyi aldım ve her baktığımda anneni hatırladım..." babam konuşmayı bıraktığında annem devam etti.


Gözlerim annemi bulduğunda beni bir kez öptü, ve anlattı. "O günden sonra görücülerim gelmeye başlamıştı. Henüz 16 yaşındaydım.

Babam ise kolay kolay kız vermem kafasında biriydi. Her gelen görücüyü reddediyordu. 17 yaşıma geldiğimde ilk kez baban beni istemeye geldi. O vakite dek babandan haberim bile yoktu.

Baban geldiği vakit, babam odamdan çıkmama izin vermedi. Tıpkı diğer istemelerde olduğu gibi. Bana Soylu aşiretinin büyük oğlu seni istemeye geldi dediklerinde çok şaşırmıştım.

Yine de ben onu göremeden babam reddetmişti. Lakin baban inatçıydı.

Tam 5 kez istedi beni. 5.seferden sonra ben dayanamayıp beni bu ısrar ile isteyen adamı tanımak istedim. Bir gün gizliden evden çıktım, ve babanı görmeye gittim. Tıpkı onun bana olduğu gibi, ben de ondan ilk bakışımda hoşlandım. Tabii zaman geçtikçe bu sevdaya dönüştü..." Annem sustuğunda başımı nereye çevireceğimi biliyordum.


Babam gözlerinde büyük bir mutluluk ile anlattı. "Ben ve annen artık görüşüyorduk. Benden mutlusu yoktu. Her gece bir kolyeye bakarak evlilik hayalleri kurduğum kadın beni fark etmişti. Geriye sadece babasını ikna etmek vardı. 5 kez annen ile aramızda bir şey yokken istedim. 4 kez de annen ile haberleşirken. Deden inattı. Ben inattım. Ama gel gör ki kızı alan ben oldum. Evlendiğimiz gece yüz görünümlüğü olarak hayallerimi, sevdamı, acımı ve özlemimi sığdırdığım o kolyeyi annene verdim.

Ve kurduğum tüm hayalleri beraber gerçekleştirdik. O kolye de bunlara şahit oldu." Diyerek sonlandırdı.


Uzunca bir iç çektim. "Keşke beni de biri çok sevse," dediğimde babam aniden durdurdu arabayı. Şaşkınlık ile bana baktığında ne olduğunu anlamıyordum. Babam dudaklarını aralmış konuşacaktı. Ki annem onu susturdu. "Bir şey diyemezsin ona. Bunu istemesi onun en doğal hakkı."

Hakkım...


Babam bir şey demeden önüne dönüp arabayı çalıştırdı. Radyo da mihriban çalmaya başladığında babamın keyfi yerine geldi. Çok severdi bunu. Çünkü annemin ismi Mihriban'dı. Babam bazen anneme bakarak, bazen de önüne bakarak eşlik ediyordu. Bir kısmına ben de eşlik etmek istediğimde arkama yaslandım.


"Ayrılıktan zor belleme ölümü,

Görmeyince sezilmiyor

Mihriban 

Mihriban, Mihriban...


...Yâr deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor"


Gözlerim yan taraftaki camı bulduğunda, yoldan sapmış olan Şahkar damgalı gri arabayı gördüm.

Gözlerim şaşkınlık ve korku ile büyüdüğünde daha ağzımı açamadan

O arabanın bize doğru geldiğini fark ettim. O anın şoku ile tüm duygularım kaybolmuş gibiydi.

Araba bize çarpmadan hemen önce

Radyodan son kelimeleri duydum.


'Aşk kağıda yazılmıyor, Mihriban...'


Araba aldığı darbe ile devrildiğinde vücudumda kollar hissettim. Gözlerimi sıkıcı yummuş olanların bitmesini bekliyordum. Sürekli bir yerlerden darbe alıyordum. Bağırma sesleri geliyordu. Lakin bana ait değildi.

En nihayetinde araba durduğunda beni saran kollar öncelikle gevşedi. Süresini bilmediğim bir zamandan sonra kolların düştüğünü hissettim.

Lakin ben gözlerimi açamıyordum.

Açarsam görürdüm.


Zorlukla gözlerimi araladığımda etraf bulanıktı. Genzime dolan duman ile öksürdüm. Başım zonkluyordu. Kalbim birçok bombayı içinde taşıyor gibi çarpıyordu. Lakin canım yanmıyordu. Herhangi bir acı hissetmiyordum. Başımın dönmesini umursamadan doğrulmaya çalıştım. Zorlandım, ama başardım.


Bulanık olan görüşüm ile ayırt edebildiğim kırmızılıkların ne olduğunu biliyor, bilmek istemiyordum. Bunu yaşamamış olmayı diledim. "Anne..." diye mırıldanabildim. Aslında sesim bana çok uzak geliyordu. Sanki sesim ile ben birbirimizden ayrılmış gibiydik.

Gözleri açık bir vaziyette babamın elini öpen annem'in gözleri beni buldu. Hareket etmekte zorlansam dahi anneme yaklaştım. "Kızım... o kolye," dediğinde ne demek istediğini anlamadım. Kesik kesik konuşuyordu. "Onu çıkarma. Sevdamızın nişanesini boynundan ayırma. Bizi kendin ile yaşat."


Gözlerim boynuma değdiğinde kolyenin ne ara boynuma takıldığını sorgulayacak halde bile değildim.

"Anne, yardım et sizi çıkarayım buradan," dedim ve annemi belinden tuttum. Birçok yerinden kan geliyordu. Benim annem yaralıydı.

Benim kalbim acıyordu. Annemi arabanın kopmuş kapısından zorlukla çekip çıkardım.

Aynı işlemi babama da yaptığımda, annem ile babam yan yana uzanıyorlardı. Gözleri hâlâ kapalı olan babama sarıldım. "Anne, babam ne zaman gözlerini açıcak?"

Diye sorduktan sonra babamın yüzünde gezinen gözlerimi anneme çevirdim. Gözleri kapalıydı. Bir eli ile babamın elini tutuyordu.


Kalkmak istedim uzandığım yerden. O gücü kendimde bulamadım. Babama sarılırken ben de bir elimi onların ellerinin üstüne atıp tuttum.

Şu an tek yapabildiğim buydu.

Tüm dünya etrafımda dönüyor gibiydi. Gözlerimin dengesini tutmak

Çok zordu. Sınırda gibi hissediyordum. Gözlerimi yummadan hemen önce karnımda oldukça büyük bir cam parçası gördüm.


Etrafımda birçok ses vardı. Ayırt etmekte zorlanıyordum. Sadece tek bir sesi anlayabildim. Bu ses sarıldığım babamın sesiydi. "Baba, kızım sana emanet," diyordu.

Belki de bu benim rüyamdı. "Baba," diye mırıldanabildim. Gözlerim hâlâ kapalıyken sesini son kez duyabildim. "Kızım, sen de eğer seveceksen adam sev, erkek değil..." Bundan sonrası kulağım sadece çınlama sesini duydu. Vücuduma dokunan eller hissettim. Beni sarılı olduğum babamdan çekiyorlardı. Almasınlardı beni. Onlarla kalmak istiyordum. Lakin öyle olmadı. Kollarım boşlukta sallanmaya başladığı zaman bir daha asla dolmayacaktı. Bir kez daha sarılmak istedim onlara. Bir kez daha gülmek, hikayelerini dinlemek istedim.


Yanaklarımda ıslaklık vardı. Ağlıyor muydum? Hissedemiyordum. Tek hissettiğim ağrıyan kalbimdi. Benim kalbim ilk defa ağrıyordu. Sanki bir daha asla geçmeyecek gibi ağrıyordu. Kim bilir? belki de asla geçmeyecekti.


.

.

.


Küçük kız ağrıyan kasığına inat yataktan kalktı. Güçlükle odasından çıktığında amacı dedesinin yanına gitmekti. Hastaneden çıkalı 2 hafta olmuştu. Lakin dedesi onun yanına gelmemişti. Dedesini özlüyordu, ihtiyaç duyuyordu. İlk defa dedesine karşı içinde bu denli büyük bir hasret hissi, ihtiyaç hissi vardı.


Dedesinin kapısının önünde durduğunda öncelikle birkaç kez tıklattı. Ses gelmeyince kulpu indirdi. Başını aralıktan çıkarıp baktığında dedesini pencerenin önünde buldu. Kapının açılma sesi ile arkasını dönen Kasım ağa, torununu görmeyi beklemiyordu. İçinde yaşadığı 2.evlat acısı ile kavruluyordu. Lakin dik durmak zorundaydı. Başaramıyordu. Bu sefer başaramıyordu. Oğlununki ile aynı koyu tona sahip gözlere baktı. Ne de çok benziyordu oğluna.

Daha fazla bakmak istemeyerek pencereden dışarı baktı.


Ahter, küçük adımları ile dedesinin önüne geçip hiç beklemeden sarıldı.

Kolları dedesinin belinde iken bir karşılık bekledi. Şokun etkisinden çıktığından beri canı çok yanıyordu. Şu an bile tam olarak kabul edemiyordu olanları. Sindiremiyordu. O henüz 10 yaşındaydı, ve bu olanlar ona ağırdı.

Dedesinin gözünden bir damla yaş düştü. Lakin Ahter bunu göremedi. Kollarına dolanan eller ile dedesinin ona sarılacağını zannetti. Ta ki Kasım ağa onu kendinden çekene kadar. "Bu saatte uyanık kalma. Hadi git uyu sen."


Kolları boşaldığında hissettiği eksiklik duygusu çok daha fazla arttı.

"Ama dede ben sarılmak istiyorum,"

Diyebildi ince ve ağlamaktan kısılmış sesi ile. Dedesi başını sağa sola salladığında burnunda yanma hissetti. "Birazcık sarılsam? Sonra uyumaya giderim."


Dedesi yaşlı olan gözlerini saklayarak konuştu. Böylesi daha iyi oluyordu.

Yüzüne bakmayınca canını yaktığını görmüyordu. "Sen hâlâ tam iyileşmedin. Git uyu," dedi ve Ahter'i dinlemeden küçük ellerinden tutup odanın dışına çıkardı. Konuşmak, yüzüne bakmak istemiyordu. Canı yanıyordu.


Küçük kızın elleri istemsizce yarasına gitti. Derin olan yarası hâlâ sızlıyordu. Bu acı eğer okşarsa geçer miydi? Bilmiyordu. Ama öyle olsun istedi. Yüzüne kapanan kapı ile gözlerinden yaşların akması bir oldu.

Bu kapı ona bir daha asla açılmayacaktı. Tabii küçük kız bunu o vakit bilmiyordu.


Aradığı sevgiyi yarası iyileşince bulur zannedip okşadı acıtmamaya özen göstererek. Sonuçta dedesi yaralı olduğu için onu odasından çıkarmıştı değil mi? Bu yara hemen iyileşmeliydi. Eğer iyileşmezse dedesi onu kendinden her zaman uzaklaştırırdı...


.

.

.

.

.


"Evet, birazdan arabadan ineceğim.

Görüşürüz," diyerek kapattım telefonu. Halam neredeyse her gün arardı beni. Ben arabada iken arayıp neler yaptığımı sordu. Ona nereye gideceğimi anlattığımda biraz sohbet ettik. Araba durduğunda beklemeden indim.


5 dakikalık bir yolu yürüyerek geçiriyordum. Mağazaya ulaşmama çok bir şey kalmamıştı. Yürümeye devam ederken birini gördüm.

Bana bakıyordu. Doğrudan bana bakıyordu. Adımlarımı hızlandırmak istediğimde peşimden geldi. Mağazaya ulaştığımda içeri giriyordum. Ki kolumdan tutulup çekildim. "Serd-" beni bir yere sürüklerken aynı zamanda parmağını dudaklarıma götürüp susturdu beni. "Sadece konuşacağız," dediğinde kolumu çekmek istedim.

İzin vermedi. Ne yapıyordu bu adam?

Ben evli bir kadındım. 


Birilerinin bizi görmesi umrunda bile değildi. Ben kolumu kurtarmaya çalışıyordum. Ancak hiçbir şekilde gücüm ona yetmiyordu. Etrafımızda bize bakan insanlar ise şaşkınlık ile doluydu. Beni kendi arabasının yanına kadar zorla götürdü.

Kolumu bırakmadan, "kaçalım buradan," dedi. Dedi ve yanağına sert bir tokadın değmesine neden oldu.

Kafayı yemiş olmalıydı. Onca insanın içinde kolumdan tutarak zorla buraya getiriyor, ve ilk dediği kaçalım oluyordu. "Defol!" Diye tısladım. Beni mahvetmişti.

Tüm insanlar beni ve onu gördü.

Ne yapacaktım ben?


"Bana kaçalım demedin mi? Kaçıyoruz işte." Dediğinde sinirim alt üst haldeydi. İnsanların beni görmesini mi dert edecektim, yoksa onun bu yanlışını mı? Bilemiyordum.

Tek bildiğim bugün başım ciddi anlamda beladaydı. "Sana parmağıma yüzük takmadan önce söylemiştim. Sen ne yaptın? Beni yüz üstü bıraktın. Yetmedi beni kimsesizliğimden dem vurdun.

Çabalamadığımı söyledin. Sen şansını o vakit kaybettin." O bana kullandığı kelimelerden sonra bitmişti. Aklıma her geldiğinde sadece pişmanlık hissediyordum.


Sinirle çenesi kasılıyordu. Yüzüme yaklaşıp kısık ses ile konuştu. "Kaybetmedim şansımı. Kaçacağız.

Biliyorum o herifle aranda hiçbir şey olmadı. Sen hâlâ benimsin." Bilemezdi. İmkanı yoktu. Çıkartmakta zorlandığım sesim ile konuştum. "Ne demek aranda hiçbir şey olmadı? Ne demeye getiriyorsun?" Ben ve Ares'in birlikte olmadığını bilmesinin olanağı yoktu.

"Diyorum ki; siz beraber olmadınız.

Dokunmadı sana. Yani sen hâlâ benimsin. Gidebiliriz buradan." Bunları söylediğinde kaynar sular mı döküldü derim, kanım mı dondu derim bilemedim.


Kolumu ondan tekrar çekmeye çalıştığımda yine engel oldu. Buradan derhal gitmeliydim. "Serdar, bırak beni!" Öfkeliydim, Hayal kırıklığı Yaşıyordum. "Bırakmayacağım Ahter.

Söyle şimdi, benimle geliyor musun?" Büyük bir tiksinti ile yüzüne tükürdüm. "Gelmiyorum! Bırak şimdi." Bırakmadı. Arabanın kapısını açıp beni içine fırlatması saniyeler bile almamıştı. Bağırmak istemiyordum. Lakin artık sakin kalamayacak haldeydim. "Orospu çocuğu! Senin şerefini sikerim. ne yaptını sanıyorsun?" Diye bağırdım.

Fayda etmedi. Ön koltuğa geçip arabayı kilitlediğinde öylece kalmıştım.


Korkudan kalbim deli gibi atıyordu.

Elimi kalbimin üstüne koyup buna engel olmak istedim. Derin nefesler alıp verdiğimde Serdar arabayı çalıştırmıştı. Sesimi sakin tutarak "bak eğer şimdi bırakırsan, yine bir ihtimal iş buradan dönebilir. Lakin bırakmazsan ikimizi de öldürürler.

Evli bir kadını kaçırmak akıl işi değil Serdar." Ağlamak istemiyordum.

Ama engel de olamıyordum. Dakikalar içinde hayatım ile bir kez daha oynanıyordu. Gözlerimden birkaç damla yaş düştüğünde dikiz aynasından bana baktı orospu çocuğu. "Onun için ağlamıyorsun değil mi?"


"Tüm sülalen götüne girsin. Bi de bana hesap mı soruyorsun? göt!"

Yine bağırmaya başladım. O iyi değildi. Onun böyle aptal olduğunu 2 yıl anlamayan ben daha da aptaldım.

Rolünü iyi mi yapmıştı? Kafayı yeni yeni mi yiyordu?


"Hadi diyelim kaçırdın, sonra ne yapıcaksın?" Mantıklı bir cevap vermeyeceğine adım kadar emindim oysaki. Çünkü onu gördüğüm andan beri mantıklı tek bir hareketi olmadı.

Ona saldırmak istediğim bir andaydım. Lakin arabadaydık. Arabada yapamazdım bunu...


Aklıma gelen şey ile Serdar'ın koltuğunun arkasına geçtim.

Açık olan çantamdan telefonumu çıkartıp göz ucuyla Serdar'ın nereye baktığına baktım. Hâlâ yolu izlediğinden dolayı telefonu açtım.

Ares'e mesaj atmak istedim. Yüzüm olmadı. Eski sevgilim beni kaçırıyor diyemedim.


B; amca, lütfen yardım et! İstemediğim bir durumun içindeyim.

Herkes şu an hakkımda kötü konuşuyor olmalı. Ama ben şu an istemediğim bir yere zorla götürülüyorum.


Sadece bu kadardı. Çünkü zaten bizi gören herkes konuşmaya başlamıştır.

Kimin ile olduğumu zaten bileceklerdi. Önemli olan; benim rızamın olup olmamasıydı.

Mesajı kendimden hızla sildiğimde telefon elimden çekildi. Serdar iğrenç sıfatı ile bakıp, telefonu camdan dışarı fırlattı. Ondan iğreniyordum. "Kimseye haber falan vermeyeceksin, Anladın mı beni?!" Son söylediği ile bağırması bir olmuştu. Benim ondan korkum yoktu. Onun yüzünden başıma geleceklerden korkum vardı.


"Siktir git!" Diye de bağıran bendim.

Cehenneme kadar yolu vardı. Beni kendi ile götürme niyetine ise izin vermemeliydim. Şu an bir şeyler yapmalıydım. Lakin arabada iken elimden herhangi bir şey gelmiyordu.

"Nereye gidiyoruz?" Bu sorum ile sıkıntılı bir nefes verdi. Plansız mıydı? İşime yarardı.


Ares ile cinsel ilişkiye girmediğimi nereden biliyordu? Peki o an orada olduğumu nasıl öğrendi? Rastgele görüp ani bir karar mı verdi?

Ona teklif ettiğimde kabul etmeyen erkek, şimdi neden böyle yapıyordu?


Uzunca geçen yolun ardından, küçük boyutta olan bir dağ evinin önünde durdurdu arabayı. "Neden buraya getirdin beni?" İçimde korku kıvılcımları oluşuyordu. Ve bunlar Serdar'ın niyetini bilmediğimden dolayı idi. Gözü dönmüş gibiydi.

Ne yaptığını kendisi bile bilmiyordu.


Arabanın kapı kilidini açtığı an arabadan çıktım. Lakin daha 2 metre bile ilerleyemeden saçımdan tutuldum. Geriye doğru düştüğümde saçlarım hâlâ onun elindeydi.

"Nereye gidiyorsun Ahter?"


Acı ile yüzümü buruştursam dahi ona cevap verdim. "Ananın amı açıkta kalmış. Bir tur girip gelecektim."

Saçımı daha fazla çektiğinde dudaklarımı ısırdım. Acımı ona belli etmek istemiyordum. Beni dağ evine doğru sürüklediğinde bacaklarım yerde bulunan taşlardan dolayı zarar görüyordu. Canımın acısı gözlerimden yaşlar düşmesine sebep olduğu vakit dağ evine girdik.

Beni ileri doğru ittiğinde bir kez daha

Yere çarptım. "Artık beraber yaşayacağız. Hiç kimse aramıza giremez. Sen benden başkasının olamazdın zaten." Sabrımın sonu bile geçip gitmişti. Bunca zaman sakin kalabilmemin tek nedeni arabada olmamızdı.


Hızla ayağa kalkıp bağırmam bir oldu. "Madem bu kadar istiyordun, en başından kaçsaydın ya! Ama neymiş beyefendi ağalığı bırakamazmış. Şimdi de bırakmasaydın. Şimdi ne oldu da bunları yapıyorsun?"


"Çünkü bilmiyordum! Senin o adama yâr olmaya niyetli olduğunu bilmiyordum. Kaçarsın sandım.

Gidersin buralardan sandım. Ama sen ne yaptın?! O orospu çocuğu ile evlendin. Ben ne kadar yıkıldım haberin var mı? Sen orospu çocuğunun altına gireceksin, onun olacaksın diye ne kadar kahroldum biliyor musun?" Sesi her yükseldiğinde ağzından tükürükler çıkıyordu. İyi değildi...


Sesimi daha sakin tuttum. "Kocama hakaret edecek son kişi bile değilsin. Ayrıca kimden, ne öğrendin? bilmiyorum. Lakin kocam ile aram gayet iyi. Sen şu an bir başkasının kadınını kaçırdın. Bunun cezasının canın olduğunu biliyorsundur. Senin canını sikecekler," dediğim an yüzüme tokat indi. Başım sağa doğru düştüğünde daha fazlası olamaz dedim. Bundan daha fazlası yapamazdı artık.


Yüzümü kendimden beklemediğim bir sakinlik ile ona çevirdim. Yanağım yanıyordu. Acıdan çok utançtan yanıyordu. böyle birini zamanında sevmiş olan kendimden nefret ettim. Onun ile karşı kaşıya iken, bir elimi yüzümdeki sakin ifadenin aksine öyle bir hışım ile kaldırıp yüzüne indirdim ki, çok zıt kaldım kendi kendime. Bu sefer başı yana düşen Serdar oldu. "Sakın! Sakın bir daha bana vurayım deme.

Sen hayatımda gördüğüm en korkak erkeksin Serdar. Ne bekliyordun? Ben kaçacaktım. Ve sen de istediğin zaman beni görmeye mi gelecektin?

Bu işler senin için bu kadar basit mi?

Zamanında babam adam sev, erkek değil, demişti. Şu zamana dek bunu neden dediğini anlamamıştım. Lakin artık anlıyorum..."


İçimde yaşadığım hayal kırıklığını ölçemezdim. Onu tanıdığım zamanlar böyle değildi. O kibar bir erkekti.

Şimdi ise ne yaptığını bilmeyen, kontrolsüz bir aptal.


Gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Akmamalılardı. Bu kişinin yanında olmamalıydı. Serdar, bir bir akan göz yaşlarımı izledi. Gözünde ki

Her an her şeyi yapabilirim, bakışlarında herhangi bir değişiklik olmadan, "ağlama," diye fısıldadı.


Gözlerimden daha fazla yaş geldiğinde kendime sövdüm. Her konuda inat olamazdı bir insan. Sinirlerimin en bozuk olduğu anlardan birindeydim.


"Kim söyledi onunla aramda hiçbir şey olmadığını?" Kimse söyleyemezdi. Bunu bilen sayılı kişi vardı. Ve o kişilerde asla söylemeyecek kişilerdi. Ayrıca onu geçtim, Serdar'ı bilen kimse yoktu.

Aklıma aniden bir anı düştü.

'Aman dikkat et! Köşelere girip adını kirletme sen.' Bayram günüydü. Yağmur bana bunu durduk yere söyleyip gitmişti. Ayrıca Ares ile ilişkiye girmediğimi de biliyordu.

Yapmış olabilir miydi? Bu kadar ileriye gitmesine neden olacak hiçbir şey yoktu ki. Beni sevmese dahi kuzeni değil miydim?


"Kimin söylediğini boşver. Önemli olan o kişi sayesinde tekrar beraber olabileceğimiz." Ona diyebilecek bir lafım yoktu. Böyle birine ne denilebilirdi ki? Şuan tek istediğim evime gitmekti.


Yorgunluk ile kanapeye çöktüm.

Serdar her hareketimi dikkat ile izliyordu. İzlememeliydi beni. Bedenim ona haramdı. Gözleri bana haramdı. Bacaklarımı göğsüme doğru çekip kollarımı da bacaklarıma doladım. Başımı kollarımın üstüne bıraktığımda artık onu görmüyordum. Görmek istemiyordum. Kanapeye ağırlık çöktüğünde Serdar'ın yanıma oturduğunu anladım.


"Buradan gideceğiz gülüm, tamam mı? Sen korkma. Kurtarıyorum seni onlardan. Sonra evleniriz, en başında olması gerektiği gibi." Dediklerine kıkırdadım. Korkma diyordu. Korkma. Sanki buna neden olan o değilmiş gibi. Seni kurtaracağım diyordu. Kimden? Şu an birinin beni ondan kurtarması gerekiyordu, ya da benim ondan kurtulmam.


Beni kaçırmasına neden olan Ares ile beraber olmamam mıydı? Eğer tam anlamı ile onun karısı olsaydım bunlar olmazdı. Elimden bir şey de gelmezdi ki. Benden midesi bulanan bir adamın bana dokunmasını bekleyemezdim. İsteyemezdim.

Ben bir mal mıydım? Serdar'ın kullanılmadığı için alan bir mal.

Kendi hakkımda böyle düşünmemeliydim. Ama şu an içinde olduğum durum berbattı. Eğer buradan kurtulabilseydim ne olacaktı? Hadi amcam bana inanırdı.

Peki ya diğerleri inanır mıydı? Bilemiyordum.


En önemlisi Ares bana inanır mıydı?

Eski sevgilim beni kaçırdı mı diyecektim? Kocamın karşısında böyle konuşma düşüncesi bile kendimden utanmama neden oldu.

Ben bu hale düşecek biri değildim ki.


Serdar'ın, "Çıkart şu yüzüğü," demesi ile düşüncelerden sıyrıldım. Duymamazlıktan geldim onu.

Yüzüğümü asla çıkarmazdım.

"Ahter, çıkart diyorum. Elin adamının yüzüğü senin parmağında olmamalı. Yüzük istiyorsan ben alırım sana." Komikti. Fazlası ile komikti. Başımı kanapeye yaslayıp kahkahalar atmaya başladım.

Bu kadar saçmalaması akıl işi değildi.


Ben kahkahamı durduramıyorken elimden çekti. Parmağımdan yüzüğümü almaya çalıştığında kahkaham soldu. "Dokunma bana!"

Bağırmamı umursamadı. Sıkıca yumruk yaptığım elimi açmaya çalışıyordu. "Siktir git! Asla çıkarmam." Elimi daha da sıktığımda ağrısı artıyordu. Canımı yakacağını hiç umursamadan açmak için uğraşıyordu."ver şu yüzüğü," diye bağırdı yüzüme doğru.


Vücudumu biraz geri çekip ayağımı karnına bastırdım. Ben onu itmeye çalıştıkça üstüme geliyordu. Fazla yakındık, kocam ile olmadığım kadar yakın. "Bunu yapmayı kes," diye tısladım. Ama her an bağıra bağıra ağlayabilirdim. Git gide doluyordum.

Gözlerimden akan tek tük yaş içimi rahatlatmaya yetmiyordu.


Niyeti yüzüğü almaktı. Değişti. Dudakları dudaklarımı bulduğunda itmek için tüm gücümü kullandım. Yapamadım. Bir eli belimden aşağı doğru hareket ederken her saniye kendimden daha çok iğrendim. Daha fazla dayanamadım. Elimi yan tarafımızda duran masaya attım. İlk yakaladığımı kafasına geçirdiğimde duraksadı. Elimin kesildiğini hissettim. Vazo kafasında parçalanmıştı. Bir süre üstümde duran Serdar'ın kafası boynuma doğru düştüğünde içimi çok başka korkular esir aldı. Onu üstümden ittiğimde kanapeden yere düştü.


Hareket edemiyordum. Elimde vazonun parçaları vardı. Elim hava da durduğu için usul usul yüzüme kan damlıyordu. Göz ucuyla yan tarafımda duran Serdar'a baktım. Hareket etmiyordu. Parkeye kanları bulaşıyordu. Ama o hareket etmiyordu. Gitmeliydim. Kaçmalıydım. Elimdeki parçayı bırakmadan kalktım ayağa. İlk başta sendelesem dahi dengemi sağladım.

Serdar'ın cebinden evin anahtarını çıkardığımda bile hareketsizdi. Öldürmüştüm onu.


Koşarak kapıya ulaştım. Elimin acısını umursamadan anahtarı deliğe koydum. Ellerim titrediği için açmakta zorlandım. Kapıyı açabildiğimde hiç beklemeden koştum. Dakikalarca koştum.

Ana yola ulaştığımda da durmadım.

Koşmak istedim. Lakin artık enerjim tükeniyordu. Ana yolun ötesinde birçok araba sıra sıraya dizilmiş benim olduğum tarafa geliyordu.

Git gide birbirimize yaklaşıyor iken en öndeki araba benim duraksamama neden oldu.

Şahkar damgalı arabaydı. 


Araba tam yanıma geldiğinde durdu.

Peşi sıra diğer arabalar da durduğunda kaçamazdım.

İlk duran arabadan büyük bir hışımla Ares çıktı. Öfkeliydi. Baktığı yeri yakıyordu. Beni de yakacak mıydı? O sevdiğim gözler beni de yakar mıydı? Amcamın sesini duyduğumda gözlerimi Ares'ten çektim. Hemen yanında amcam duruyordu. Dudaklarım titredi.

Artık ailem yanımdaydı. Amcam yanımdaydı. Bana şu an bu ortamda zarar vermeyeceğine emin olduğum tek insan karşımdaydı. "Amca'm..."

Sesimin titrediğini duyduğumda daha fazla dayanamadım.


Yere düşecek gibi olduğumda amcam hızla yanıma ulaşıp beni tuttu.

Beni tutması ile bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra ağlamam bir oldu.

Gözlerimi açamıyordum. Açılsa dahi her yer bulanık görünüyordu.

Ne kadar süre amcamın göğsünde ağladım bilmiyorum. Gözümün görüşü biraz düzeldiğinde hafif çekilip etrafıma baktım. Çoğu araba artık yoktu. Amcamın omzunun üzerinden arka tarafına baktığımda öfke ile harlanan yeşilleri gördüm.

Bakmaya yüzüm yoktu. Tekrar amcamın göğsüne sığındım. Bir eli usulca saçlarımı okşuyordu.


"Amca, öldürdüm..." devam etmem izin vermeden beni daha da kendine yasladı. "Bir şey olmayacak yeğenim,

Sana hiçbir şey olmayacak."


"Ben istemedim. Yemin ederim ben istemedim. Beni tuttu, zorla götürdü.

Arabadaydık ben hiçbir şey yapamadım. Sonra..." tekrar hıçkırdığımda susmak zorunda kaldım. "Sonra ne?" Ares'in sert sesi ile daha da sindim amcamın göğsüne.

"Ahter, sonra ne? Ne oldu?" Sesi eğer bir silah olsaydı temas ettiği her şey parçalara bölünürdü. Ares tekrar konuştuğunda daha iki harf ağzından çıkmadan Yağız tarafından susturuldu. "Şimdi zamanı değil. Görmüyor musun halini? Eli kesilmiş, onunla ilgilenilmesi lazım."


Bir el koluma dokunduğunda titredim. Bakışlarımı o kişiye çevirdiğimde bana gülümseyerek bakan Fatih ile göz göze geldim.

"Yenge'm hastaneye gidelim mi?"

Reddetmek istedim. Dudaklarımı araladığım sıra da amcam beni kaldırarak susturdu. "Gidelim," deyip kendi ile beraber beni arabaya doğru yürüttü.


"O arabaya değil, benim arabama getir." Diyen Ares ile adımlarım durdu. Onun arabası ile gitmek istemiyordum. Önceden binmiş olsam dahi şu an Şahkar arabasına binmek istemiyordum. Onun yüzüne hiç bakmadan titrek sesim ile konuştum. "Sizin arabanız ile gelmek istemiyorum."


Başka kimseden ses çıkmadı. Amcam beni kendi arabasına oturttuğunda peşi sıra yola koyulduk. Önümüze Ares'in arabası geçtiğinde onu takip ediyorduk. Arkamızda ise 3 araba daha vardı. Beni öldüreceklerdi.

Hem birini öldürdüm, hem de onlara göre namuslarını kirletmiş oldum.

"Amca, onu aldılar mı?"


"Bilmiyorum yeğenim. Dağ evine doğru gidenler oldu. Ancak heniz haber gelmedi." Başımı anladığımı belli edercesine aşağı yukarı salladım. Gözlerim ellerime kaydığında her yerimin kan içinde olduğunu gördüm. Vazonun parçası hâlâ elimdeydi. Başım koltuğa yaslı iken gözlerimi açık tutamadım.


.

.

.


Elimi sardıklarında odada yalnızdım.

Dışarı da Ares, Yağız, Fatih ve amcam vardı. Hastaneye geldiğimde pek kendimde sayılmazdım. Ares ile ne konuşacağımı bilemiyordum. Ne konuşacaktım? Nasıl davranmalıydım? O beni görür görmez çok sert bir ses tonu kullanmıştı. Söylenenleri tahmin edebiliyordum. 'Toprak aşiretinin ağası ile Ares ağanın karısı el ele arabaya bindiler...'


Kim bilir hakkımda neler neler düşünüyordu herkes. Odamın kapısı tıklatıldığında düşüncelerimi geriye attım. Bakışlarım kapıya kaydığında Ares'in erik yeşilleri benim gözlerimdeydi. İçeri girip kapıyı kapattı. Ben amcamın da gelmesini umarken kapıyı kilitledi, ve umudumu yerle bir etti. Usul adımlar ile yanıma yaklaştı.


Sessizce onu izledim. Ne yapacağını merak ettim. Tam önümde durduğunda elini, yaralı olan elime doğru uzattı. Elimi istemeye istemeye ona verdim. Elim avucunun içine girdiğinde diğer elini üzerine koydu.

Şimdi elim, onun iki eli arasındaydı.

Baş parmağı yavaşça yaranın üzerinde daireler oluşturmaya başladı. Sonra ise sesini duydum.

"Sana soracağım, sen kıvartmadan cevap vereceksin. Yalansız, eksiksiz."


Başımı onaylarcasına salladım. Bu noktadan sonra, ondan gizleyemezdim. Gizlersem suçlu konumuna düşerdim. "Benim yüzüğüm senin parmağına girdikten sonra onunla aranda herhangi bir şey geçti mi?" Sesinde şüphe vardı.

Bu şüphe her bir yanımı sarıyordu.

"Hayır, ben sana ihanet etmedim."

Öyleydi, ona asla ihanet etmedim.

Ondan önce Serdar hayatımdaydı.


"Peki, kaçtığın gün beraber miydiniz?"


"Hayır, yalnız kaçacaktım."


"Onda gönlün var mı?" Bu soruyu beklemiyordum. Ares, gönlüm ile ilgileniyor muydu?


"Hayır, ona gönlüm yok. Senin ile evlendiğim andan beri yok."

Biliyordu. O da biliyordu. Serdar ile önceden beraber olduğumu bir şekilde öğrenmiş olmalıydı ki bu tür sorular soruyordu.


"Şu an herkes sizin benden önce beraber olduğunuzu konuşuyor.

Bir şekilde geçmişteki ilişkiniz ortaya çıktı. Benim bile yediremediğim, saklamak istediğim ilişki şimdi herkesin dilinde." İşte şimdi oldukça şaşkındım. Büyüyen gözlerimi ellerimizden ayırıp onun gözlerine diktim. "Sizi o gün gördüm. Bayram günü..." bunu dediğinde gülümsüyordu. Bizi görmüştü...

Serdar'ın beni köşeye çekip öptüğü gün görmüştü. Öptüğü anı görmüş müydü peki? İçimi kaplayan utanç ile boynum büküldü.


Tekrar konuşmaya başladığında bile başımı kaldıramadım. "Karakterine güvendim. Benim ile evliyken bir başkası ile konuşmayacağına inandım. Bu yüzden onun konusunu hiç açmadım." Her bir kelimesi ile daha da büküldüm. Kocamın beni bir başkası ile öpüşürken görmesi, bu hayatta yaşayabileceğim en büyük utançlardan biriydi. Ve bu gerçekleşti. Üstüne üstlük sanki hiç görmemiş gibi davranması içimi yaktı. Bana baktığında o anlar aklına geldi mi? Onun ile daha da ileriye gitmiş olabileceğimi düşündü mü?

Düşünmüştür.


"Ağalar toplandı Ahter. Bu konu üzerine konuşacaklar. O puşt dağ evinde değilmiş. Kaçmış olmalı."

Rahat bir nefesi dudaklarımdan verdim. Birini öldürmenin verdiği his berbattı. Her ne kadar o kişi bana saldırmış olsa dahi.


Elimi kendine doğru çektiğinde istemsizce ayaklandım. Hiçbir şey demeden beni de kendisi ile çıkardı odadan. Hastane koridorlarını el ele geçtiğimizde, hastanenin çıkışındaydık. Benim gözlerim ellerimizden başka noktaya değmiyordu. Utanıyordum.

Aniden Ares'in elimi sıkıp beni geriye çekmesi ile dudaklarımdan inilti kopuldu. Bakışlarımı Ares'e çevirdiğimde bana değil ileriye baktığını gördüm. Bakışlarını takip ettiğimde ise korku tüm vücuduma yayıldı...


Bölüm sonu <3


Lütfen oy vermeyi ihmal etmeyin.


Bu bölüm pek içime sinmedi ya neyse


Bu bölüm Ahter hakkında neler düşündünüz?


Peki ya geçmişinden aldığımız ufak sahne nasıldı?


Serdar hakkında olan düşünceleri buraya yazabilirsiniz.


Artık hikayeye başlıyoruz. Bundan önceki bölümler Ahter'in evliliğe alışma süreci gibiydi. Karakterleri tanıması, bilmesi için gibi.

Tabii bu sayede biz de diğer karakterleri tanıdık. Bu bölüm ile olaylara giriş yapmış oluyoruz. Serdar ilk olayımızdı.


Kendinize iyi bakın <3


Loading...
0%